Bağış Yap

Amount :
Other : USD

17 Haziran 2015 Çarşamba

Salavatı Tefriciye

Salavatı Tefriciye

Selati Tefriciye Okunuşu;

“Allâhümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil ukadü ve tenfericu bihil-kürebü ve tukdâ bihil-havâicu ve tünâlü bihir-reğâibü ve hüsnül-havâtimi ve yustaskal ğamâmu bivechihil Kerîm ve alâ âlihî ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma’lûmin lek.”

Selati Tefriciye Anlamı

“Allah’ım! Bizim Efendimiz Muhammed’e (sav) kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar onun hürmetine açılıp dağılır, hacet ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir, Allah’ım, onun ehl-i beytine, ashabına da her göz kırpacak kadar zamanda (her an, saniye) her nefes alacak zamanda sana malum olan varlıklar sayısınca salât et.”

Selati Tefriciye Neden Okunur?

Selati Tefriciye duası, birçok ihtiyaç ve problemlerden çarçabuk kurtulmak amacı ile okunur. Okunma amaçları;

Hastalık
Gam ve keder
Sıkıntı
Üzüntü
Uğranılan haksızlıktan kurtulmak
Zulüm
Borçtan kurtulma 
gibi nedenler olarak sıralanabilir. 
Bu sıralanan sıkıntılardan kurtulmak için selati terficiye duası bol bol okunursa, okunan selavatın hikmeti ile ve Allah’ın izniyle kişi her türlü sıkıntısından kurtulur. Ancak bu dua Allah’a samimiyet ve inanç içinde okunmalı ve beklentiler yalnızca Allah’tan dilenmelidir. Bu dua sayesinde çoğu kişi isteğine nail olmuş, borç ve hastalık gibi birçok sıkıntısından kurtulmuştur.
Salavatı Tefriciye
Selati Tefriciye duasının 4444 defa okunmasının çok faziletli olduğu bilinmektedir. 4444 defa okumak kişi için zor olacağından başka insanların yardımı ile okumak gerekir. Dualardan istenilen etkiyi alabilmek için duanın kaç kere okunması gerekiyorsa o sayıda okumak ve diğer koşullara da uymak önemlidir.

FİTRE SADAKASI

FİTRE SADAKASI
  109- Fitre sadakası, Ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka en az nisab mikdarı bir mala sahip bulunan her müslüman için verilmesi vacib olan bir sadakadır. Buna yalnız "Fitre"de denir. Fıtrat sadakası, sevab için verilen yaratılış ikramı demektir.
  110- Fitre sadakasının vacib olması, zekatın farz kılınmasından öncedir. Orucun farz kılındığı yıla raslar. Bu bir yardımlaşmadır, orucun kabulüne ve can çekişme ile kabir azabından kurtuluşa bir yoldur. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün sevincine katılmalarına bir yardımdır. Bu yönü ile fitre sadakası, insanlık için bir hayır ve bir görevdir.
  111- Fitre sadakası, Ramazan Bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren vacib olursa da, bundan önce ve bundan daha sonra da verilebilir. Önceden verilmesiyle fakirler bayramlık ihtiyaçlarını gidermiş olurlar. 
  (Üç İmama göre, fitre sadakası Ramazanın son akşamında güneşin batmasından itibaren vacib olur. Bayramdan sonraya bırakılması ile bu sadaka düşmez, kaza edilmesi gerekir.)
  112- Fitre sadakası, nisab mikdarı bir mala sahib olan her hür müslüman için vacibdir, ister çocuk olsun, ister mecnun olsun...
  Bunların velileri, bunların mallarından bu sadakayı vermezlerse, kendileri baliğ olduktan veya iyileştikten sonra bu sadakayı ödemekle yükümlü bulunurlar. Bu mesele, İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir, İmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre, bunlara fitre sadakası vacib olmaz. Bu gibilerin babaları veya vasileri bu sadakayı onların mallarından verirlerse, onu ödemek zorunda olurlar. Bu sadakayı onlar adına vermek, babalar üzerine vacib olur. Fitrelerini babalar kendi mallarından verirler.
  Bu nisabdan maksad, iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın veya bunlann kıymetine denk bir maldır. Bu mal, temel ihtiyaçlardan (borçtan, oturulan evden, ev eşyasından, bineceği at ve kuşanacağı silahdan, ailesinin bir aylık veya bir yıllık geçiminden) fazla bulunmalıdır. Bu fazla malların para veya ticaret malı olması şart değildir. Bu fazla olan mal üzerinden bir yıl geçmesi de aranmaz.
  İşte bu mikdar bir mala sahib olan her müslüman için zekat almak veya vacib olan sadakaları kabul etmek haramdır. Üzerlerine kurban kesmek de vacibdir. 
  (Üç îmama'a göre, Bayram günü ile bayram gecesine mahsus olmak üzere,  kendisi ile aile halkının yiyeceklerinden ve temel ihtiyaçlarından fazla fitre mikdarı bir mala sahib olan bir müslüman için fitre sadakası vacib olur.)
  113- Ramazan Bayramının ilk günü fecrin doğuşundan önce vefat eden veya fakir düşen veya fecrin doğuşundan sonra dünyaya gelen veya (İslama giren) bir müslümana fitre sadakası vacib olmaz. Fakat fecirden sonra ölen bir müslümana vacib olur. Eğer vasiyet etmişse, terekesinin üçte birinden ödenir. Varislerin kendi mallarından vermeleri de caizdir.
  114- Nisab mikdarı mal, fitre sadakasının vücubundan sonra telef olsa fitre düşmez, çünkü verilmesi için önceden bir imkan hasıl olmuştu. Zekat ise böyle değildir, onda kolaylığı gerektiren bir imkan gereklidir.
  115- Ramazanda bir özür sebebiyle oruç tutamayan kimseye de fitre sadakasını vermek vacibdir. Hasta, yolcu ve takatsiz kalmış ihtiyar gibi...
  116- Nisaba malik olan bir mü'min hem kendisi, hem bunak ve mecnun olan evladı, hem küçük yaşta olan çocukları ve hem de hizmetinde bulunan köle ve cariyeleri için fitre sadakasını vermekle yükümlüdür. Köle ve cariyeleri müslüman olmasalar da, bunlar için fitre vermesi yine vacibdir. Fakat ticaret için olan köle ve cariyelerden ötürü fitre vermek gerekmez. Çünkü bunlar zekata bağlıdırlar. Bir maldan hem zekat, hem de fitre vermek olmaz. Bunlar birleşmez.
  Yukarıda açıklandığı gibi, İmam Muhammed'e göre, zengin olan çocuklar için de fitre sadakası vermek babalarının malına düşen bir borçtur.
  117- Fakir bir çocuğun babası ölmüş olursa veya fakir düşerse, dedesi (babasının babası) nisaba malik ise, çocuğun babası yerine geçer ve fitre sadakasını verir. Bununla beraber sahih görülen bir görüşe göre, bu çocuk için fitre vermek dedesi üzerine vacib olmaz.
  118- Bir kimse, kendi zevcesinin ve akıl sağlığı yerinde büyük evladının fitre sadakasını vermekle yükümlü olmaz. Çünkü bunlardan her biri kendi başına tasarruf hakkına sahib mükellef kimselerdir. Onun için bunlardan her biri nisaba malik ise, zekatını kendi malından vereceği gibi, fitre sadakasını da kendi malından vermekle yükümlüdür. Aynı zamanda sadakalarda bir ibadet manası vardır. Koca, zevcesine ait bir ibadet görevini yüklenmek için evlenmemiştir.
  119- Bir kimse, zevcesinin veya büyük yaştaki evladının fitrelerini onların izinleri ile kendi malından verecek olsa yeterli olur. Bunlar kendi idaresinde ve geçimi altında bulundukları takdirde izinleri olmaksızın vermesi de yeterlidir. Çünkü bu durumda adet bakımından izin var sayılır. Aile arasında bulunan diğer şahıslar hakkında da hüküm böyledir. Gerçek yönden veya adet bakımından izin gereklidir. Çünkü fitre sadakasında niyet bulunmalıdır, niyetsiz verilemez. Böyle bir izin ise, niyet yerine geçer. 
  (İmam Şafiî'ye göre, zevcenin fitre sadakası, kendisi zengin olsa bile, kocasına aittir. Kendilerine ücret tayin edilmeyen hizmetçiler hakkında da hüküm böyledir.)
  120- Bir kimse, kendi geçimi altında bulunsalar bile, babasının ve annesinin fitre sadakasını vermekle yükümlü değildir. Baba fakir olduğu halde mecnun ise, fitresini vermek zorundadır.
  121- Fitre sadakası dört cins maldan belli bir mikdarda verilir. Şöyle ki: Buğdaydan yarım sa'(Irakî) ki, beş yüz yirmi dirhem verilir. Buğday unu ile kavutu da, buğday hükmündedir. Arpadan, kuru üzümden ve kuru hurmadan da bir sa'(bin kırk dirhem) verilir. Bunların yerlerine kıymetlerinin verilmesi de caiz hatta daha faziletlidir. Fakat fakirlerin ihtiyacı bunların kendilerine daha çok ise, o zaman kendilerini vermek daha iyi olur.(*)
  122- Burada dirhemden maksad, zekat nisabında olduğu gibi, Şer'i dirhemdir. Bununla beraber her beldenin Örfde kullandığı dirhem ölçüsünü esas kabul etmek gerektiğini söyleyenler de vardır. Örfi dirhem daha fazla olduğu için, fitre sadakasını bundan vermek ihtiyata uygundur ve ziyade sevabı vardır. 
  (Üç İmama göre, fitre sadakası buğdaydan da bir sa'dır. Fakat bu sa'dan maksad,  Irak sa'yi değil, Hicaz sa'yi olan 693 1/3 dirhem mikdarıdır.)
  123- Fitre sadakası için buğday, arpa, üzüm ve hurma birer değişmez ölçüdür. Çünkü bunlardan maksad, fakirin bir günlük ihtiyacını gidermektir. O da bunlarla karşılanır. Eğer belli bir para ölçü olarak gösterilmiş olsaydı, ,bu gaye elde edilemezdi. Çünkü yiyeceklerin fiyatı zaman zaman değişmekte olduğundan, belli para bazı yıllar bu maksadı karşılar ve bazan da karşılayamazdı.
  124- Fitre sadakası, zekat gibi niyet edilerek fakirlere temlik şekli ile verilir. Yemek ikramı şeklinde verilemez. Bu niyet, malı ayırırken yapılabileceği gibi, fakire verirken de yapılabilir. Ancak fakire bunu verirken fitre olduğunu söylemek gerekmez.
  125- Fitre sadakasını, aralarında zevciyet veya doğum bakımından ilgi bulunanların birbirlerine vermesi sahih değildir. Bir kimse fıtresini, fakir olan karısına, babasına ve oğluna veremez.
  Fitre sadakası, İmam Ebû Yusuf ile İmam Şafiî'ye göre, fakir olan zîmmîlere de verilemez. Fetva da bu şekildedir. Çünkü bunun verilmesindeki maksad, bayram gününde fakir müslümanların ihtiyaçlarını gidererek onların da bayrama sevinçle katılmalarını sağlamaktır. Bu maksad, fitrenin zimmîlere verilmesi ile elde edilmez. Bununla beraber, fitrenin zimmîlere verilebileceğini söyleyen alimler diyorlar ki: Bu sadakadan asıl maksad, mutlak olarak fakirlerin ihtiyacını bir ibadet niyeti ile karşılamaktır. Bu maksad, fakir zimmîlere verilmekle de kazanılır. Çünkü onlara verilecek sadaka da bir ibadettir.
  126- Bir kimse fıtresini bir fakire verebileceği gibi, birkaç fakire de dağıtabilir. Birçok kimseler de, fitrelerini birkaç fakire verebilecekleri gibi, bir fakire de verebilirler. 
  Fakat bir görüşe göre, bir fitre birkaç kimseye verilemez.
  127- Birkaç fitre, gerek aynen ve gerek kıymet olarak sahiblerinin izni ile karıştırılmış bir halde fakirlere verilebilir. Her fitreyi diğerinden ayırmaya gerek yoktur. Bununla beraber fitrelerin ayrı ayrı verilmesi ihtiyata daha uygundur.
  128- Fitre sadakası, yükümlünün bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerlere gönderilmesi mekruhtur.
  "Eksiklikten ve fazlalıktan münezzeh ve yüce olan Allah, doğruyu daha iyi bilir ve O'nun kereminin kemâlinden başarıya ulaştırması ve mükâfatlandırması umulur."

  * Bir sa' (Irakî), 1040 Şer'i dirhemdir. 910 örfi dirheme eşittir. O halde 520 şer'i dirhem de 455 örfi dirheme eşittir. Küsurlara bakılmazsa, 1040 şer'i dirhem 2917 kg.dır. 1040 örfi dirhem de (3.333 kg.) eder. O halde, 520 şer'i dirhem 1.458 kg.dır. 520 örfi dirhem de 1.667 kg.dır. Bir kg 357 şer'i dirheme ve 312 örfi dirheme eşittir. Bir kilo mikdarındaki bir şeyin, bir buğdayın fiyatı elli lira kabul edilecek olsa, 1.667 kg. buğdayın tutarı, 1.667x50=83 lira 35 kuruş olur.

KİMLERE ZEKAT VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ

KİMLERE ZEKAT VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ
  97- Bir kimse, kendi zekatını fakir bulunan zevcesine, usulüna (babasına, dedesine, anasına ninesine...) ve füruuna (çocuklarına, çocuklarının çocuklarına...) veremez. İddet beklemekte olan boşanmış zevcesine de veremez. Çünkü buna vereceği zekatın yararı kısmen de olsa kendisine ait bulunmuş olur. Oysa bu yarar, tamamen kendisinden kesilmiş bulunmalıdır.
  İmamı Azam'a göre, bir kadın da zekatını, fakir bulunan kocasına veremez. Çünkü adete göre, aralarında bir menfaat ortaklığı vardır, iki İmama göre, kadın fakir olan kocasına zekatını verebilir.
  98- Temel ihtiyaçlarından başka nisab mikdarı bir mala sahib olana da zekat verilemez; çünkü bu kimse zengin sayılır, ihtiyaçtan fazla olarak elde bulunan malın ticaret eşyası, nakid para gibi artan bir mal yahut ev ve ev eşyası gibi artmayan bir mal olması fark etmez. 
  Fakat zengin bir kimseye, nafile şeklinde olan bir sadakanın verilmesi caizdir. Bu yönü iledir ki, vakıfların sadaka kısmından sayılan gelirlerini vakfiye senedi gereğince, zengin kimselerin almaları da helal bulunmuştur. Bu bir bağış ve ikram yerindedir.
  99- Haşim Oğulları ile bunların azadlılanna zekat verilemeyeceği gibi, öşür, adak, keffaret benzeri diğer sadakalar da verilemez. Zekat ve bunun cinsinden sayılan şeyler, insanların yıkantısı sayılır. Haşim oğullarının şeref ve kıymeti böyle bir şeyi kabulden beridir. Bunlara ancak bir ikram ve hediye şekli ile sadaka verilebilir. 
  Haşim Oğullarından maksad, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin amcaları Hazret-i Abbas ile Haris'in evlad ve torunlarından ve Hazreti Ali ile kardeşleri Akıl ve Cafer'in neslinden gelenlerdir. Bu şahısların, ihtiyaçlarına göre, Hazinenin ganimetler kısmından payları vardır. Bu paylarını almadıkları takdirde, ihtiyaçtan kurtulmaları için, kendilerine zekat verilebileceğini söyleyen fıkıh alimleri de vardır.
  100- Kendisine zekat verilecek kimse, zekatı alma zamanında zekat almaya ehil bulunmalıdır. Bu ehliyetin sonradan kaybolması, peşin verilen zekatın sıhhatine engel olmaz.  
  Buna göre, bir malın zekatı daha sene dolmadan bir fakire verildikten sonra, sene henüz sona ermeden o fakir zengin olsa veya ölse, o malın zekatını yeniden vermek gerekmez ve böyle verilen zekat da geri alınamaz. Çünkü verilmesinden beklenen sevab kazanılmıştır.
  101- Bir kimse zekatını, zengin bir erkeğin (buluğa ermemiş) küçük çocuğuna veremez. Çünkü bu çocuk, babasının malı ile zengin sayılır. Fakat zengin bir kadının fakir ve yetim olan ve babası müslüman olan çocuğuna zekat verilebilir. Çünkü bu çocuğun nesebi, baba tarafından sabittir; anasının serveti ile zengin sayılmaz. 
  Yine, bir kimse zekatını, zengin bir adamın fakir ve müslüman olan babasına veya zengin bir adamın fakir ve müslüman olan (buluğa ermiş) büyük çocuğuna veya o şahsın fakir ve müslüman bulunan zevcesine verebilir. Çünkü bunlar birer şahıs olarak tasarrufa ehildirler, birbirlerinin serveti ile zengin sayılmazlar.
  102- Zekat, müslüman olmayanlara verilemez. Çünkü zekat müslim olan fakirlerin hakkıdır. Bir hadis-i şerifde: "Zekatı, müslümanların zenginlerinden alıp fakirlerine veriniz," buyurulmuştur. Bunun için müslüman olmayanlar zekat vermekle yükümlü değillerdir. Bu ibadet, müslümanlara ait dinî ve içtimaî (sosyal) bir görevdir. Bu göreve ortaklık etmeyenlerin bundan faydalanma hakları olamaz.
  Yalnız İmam Züfer, zekatın zimmîlere (İslam idaresi altındaki gayri müslimlere) de verilmesini caiz görmüştür. Çünkü zekattan maksad, bir ibadet yolu ile muhtaç kimseleri ihtiyaçtan kurtarmaktır. Bu maksad da, fakir zimmîlere zekatı vermekle elde edilir. Bununla beraber nafile sayılan sadakaların zimmîlere verilebileceğinde ittifak vardır.
  103- Zekatı akrabaya vermek daha faziletlidir. Şöyle ki: Önce muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların çocuklarına; sonra dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına, daha sonra akraba sayılan diğer yakınlara vermek daha faziletlidir. Bunlardan sonra da fakir komşulara ve meslek arkadaşlarına vermekte fazilet vardır.
  104- Zekatı, malın bulunduğu yerdeki fakirlere vermelidir. Yıl sonunda başka memleketlerdeki fakirlere gönderilmesi mekruhtur. Ancak kendilerine zekat gönderilecek kimseler, akraba iseler veya malın bulunduğu yerdeki fakirlerden daha muhtaç iseler, o zaman uzakta olan bu gibilere gönderilmesinde kerahet olmaz. 
  Bununla beraber zekatı, daha senesi dolmadan başka bir memlekete göndermekte bir sakınca yoktur.
  105- Bayramlarda ve diğer günlerde muhtaç olan hizmetçilere veya çocuklara veya müjde getiren fakir kimselere verilecek bahşişlerin zekat niyeti ile verilmesi caizdir.
  106- Verilen bir zekat, fakir tarafından veya fakir olan çocuğun ve mecnunun velisi veya vasisi tarafından alınmadıkça tamam olmaz. 
  Fakir olan bir bunağın veya buluğa yaklaşmışın veya paranın kıymetini bilip aldanmayacak bir yaşta bulunan çocuğun zekatı alması yeterlidir.
  107- Bir kimse zekatını vermek için araştırma yapıp zekata ehil olduğunu anladığı bir adama zekatını verir de, gerçekten o adamın zekata ehil olduğu meydana çıkarsa, ittifakla bu zekat caiz olur. Aksine durumu anlaşılamaz veya zengin olduğu sonradan meydana çıkarsa, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göre, yine zekat geçerli olur.
  Fakat araştırma yapmaksızın ve zekata ehil olup olmadığını hiç düşünmeden zekat verilecek olsa, geçerli olursa da, zekata ehil olmadığı sonradan meydana çıkarsa, yeniden zekatı vermek gerekir. Çünkü araştırma işinde noksanlık yapılmıştır.
  108- Zekata ehil olup olmadığında şübhe edilen bir kimseye araştırma yapmaksızın verilen zekat, geçerli olmamak tehlikesindedir. Eğer sonradan o kimsenin fakir olduğu meydana çıkmış olursa, zekat yerini bulmuş olur, değilse olmaz.

ZEKATIN VERİLECEĞİ YERLER

ZEKATIN VERİLECEĞİ YERLER
  93- Zekat verilecek kimseler, müslüman fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, mükâtebler (sözleşmeli köleler), mücahidler ve amiller (zekat toplayıcıları) olmak üzere yedi kısımdır. Şöyle ki:
  1) Fakir: İhtiyacından fazla olarak nisab mikdarı bir mala sahib olmayan kimsedir. Bu kimsenin temel ihtiyaçlardan olan evi, ev eşyası ve borcuna denk parası bulunsa da, yine fakir sayılır.
  2) Miskin: Hiç bir şeye sahib olmayıp yemesi ve giymesi için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimsedir.
  3) Borçlu: Bundan maksad, borcundan fazla nisab mikdarı mala sahib olmayan veya kendisinin de başkasında malı varsa da, alması mümkün olmayan kimsedir. Böyle borçlu olan kimseye zekat vermek, borcu olmayan fakire vermekten daha faziletlidir.
  4) Yolcu: Bundan maksad, malı memleketinde kalıp elinde bir şey bulunmayan garib kimsedir. Böyle bir adam yalnız ihtiyacı kadar zekat alabilir, ihtiyaçtan fazla alması helal olmaz. Bununla beraber bu gibi kimselerin mümkün olunca borç almaları, zekat almalarından daha iyidir. 
  Kendi memleketinde bulunduğu halde malını kaybeden ve böylece muhtaç durumda kalan kimse de yolcu hükmündedir. Bunlar, sonradan mallarını ele geçirmekle, almış oldukları zekat paralarından arta kalanı sadaka olarak fakirlere vermeleri gerekmez.
  5) Mükâteb: Bir bedel karşılığında azad edilmek üzere efendisi ile bir anlaşma yapmış olan köle veya cariye demektir. Böyle borç altına girmiş olan bir köleyi bir an önce hürriyetine kavuşturmak için ona zekat verilebilir. Fakat bir kimse, kendi mükâtebine zekat veremez. Çünkü bunun yararı kendisine dönmüş olur.
  6) Mücahid: Bundan maksad, Allah yolunda gönüllü olarak savaşa katılmak istediği halde, yiyecekten, silahdan ve diğer şeylerden mahrum olan kimse demektir. Böyle bir kimseye, ihtiyaçlarını gidermesi için zekat verilebilir. Buna: "Fi sebilillah infak = Allah yolunda harcama" denir.
  7) Amil: Bundan maksad, idareci tarafından meydandaki zekat mallarının zekatlarını toplamakla görevlendirilen kimsedir. Buna "Saî, tahsildar" da denir. Böyle bir görevliye, bu çalışması süresince, fakir olmasa bile, ailesinin ve kendisinin ihtiyaçları için yeterince zekat verilebilir.
  94- Yukarıda gösterilen yedi kısımdan her biri, zekatın verileceği yerdir. Bir kimse zekatını bunlardan herhangi birine verebileceği gibi, bir kısmına veya tümüne de dağıtabilir. Bununla beraber nisab mikdarına ulaşmayan bir zekatın, bunlardan yalnız birine verilmesi daha faziletlidir. Çünkü bu ihtiyacı karşılamış bulunur.
  95- Bir fakire bir elden nisab mikdarı zekat vermek caiz ise de, keraheti vardır. Ancak fakirin borcu varsa veya kalabalık nüfusu olur da bu zekatı onlarla bölüştüğü zaman nisab mikdarı kendilerine düşmezse, bunda kerahet yoktur.
  96- Bir fakir bir zenginden malının zekatını isteyerek mahkemede dava edemez. Çünkü zekatın o davacı şahsa verilmesi bir borç değildir. Aynı zamanda bu bir ibadet olduğundan sahibinin din anlayışına bırakılmıştır.

ZEKAT ÖDEME YOLLARI

ZEKAT ÖDEME YOLLARI
  79- Zekata bağlı olan altın, gümüş, ekin, hayvanat ve ticaret mallarının zekatlarını bizzat kendilerinden (ayinlerinden) vermek caiz olduğu gibi, bunların kıymetlerini vermek de caizdir. Burada mal sahibleri serbesttir. Keffaretlerde, nezirlerde ve fitrelerde de hüküm böyledir. Çünkü İslam şeriatında mal sahiblerine kolaylık gösterilmesi gerekli olmuştur. Bu ibadetin vacib olmasındaki hikmet, fakirleri ihtiyaçtan kurtarmaktır. Bu hikmet ise, bu malların kıymetlerini vermekle de gerçekleşir.
  Bundan dolayı bir kimse, altının zekatı için gümüş, zahire veya kumaş verebilir. Saime olan hayvanlar için veya ticaret maları için de, nakden para verilebilir. Ancak burada fakirler için daha faydalı olan yönü seçmek iyidir.
  (İmam Şafiî'ye göre, üzerlerine zekat gereken şeylerin aynen kendilerinden verilmesi lazım gelir. Kıymetleri verilmez.)
  80- Zekatı gerektiren bir eşya veya alacak karşılığında diğer bir eşyayı zekat vermek caiz olduğu gibi, bir borcu da ele geçirilemeyecek bir borç karşılığında fakire bağışlamak caizdir. Fakat bir borcu, bir malın veya ele geçirilecek bir borcun karşılığında zekat olarak bağışlamak caiz değildir. Çünkü borç, maliyet bakımından maldan (ayinden) noksandır. Artık tam olan bir şey karşılığında noksan olan bir şey verilemez. Ele geçirilecek bir borç da, ayin (mal) yerindedir.
  Bunun için bir kimse, elindeki üç lirasını veya üç lira kıymetindeki bir ticaret malını, yüz yirmi liradan ibaret olan bir nakid mevcudu için veya birisinde alacağı olan bu mikdar para için zekat olarak verebilir.
   Yine, bir fakirdeki alacağını o fakire tamamen bağışlasa, zekata niyet etmiş olsun olmasın, bu alacağın zekatını vermiş olur. Fakat bu alacağının bir kısmını bu fakire bağışlasa, yalnız bu bağışlanan kısmın zekatı verilmiş olur. Tahsil edeceği diğer paranın zekatı verilmiş olmaz.
  Yine, bir kimse bir fakirdeki alacağını, kendi elindeki bir malın zekatı için o fakire bağışlasa, bununla o malın zekatını vermiş olmaz.
  Yine, bir kimse bir fakirin üzerindeki alacağını diğer bir şahsın üzerindeki alacağının zekatı için o fakire bağışlasa, bununla o şahıstaki alacağının zekatını vermiş olamaz.
  81- Bir kimse, fakir olan borçlusunu borcundan kurtarmak ve kendisi de elindeki malların zekatını kısmen olsun ödemek isterse, borçlusuna borcu kadar nakid bir parayı zekat niyeti ile verir. Borçlu da eline geçirdiği bu para ile borcunu alacaklısına öder.
  82- Zengin bir kimsenin üzerindeki bir borç, üzerinden bir sene geçtikten sonra o zengine bağışlansa, sahih olan görüşe göre, bu borcun zekatı düşmez.
  83- Bir kimse, bir adamdaki alacağını, elindeki bir malın zekatına saymak üzere, bir fakirin o parayı gidip almasına müsaade etse, bununla o zekat fakirin eline geçmesiyle ödenmiş olur.
  84- Toplanmış olan nisabları ayırmak caiz olmadığı gibi, ayrılmış nisabları toplamak da caiz değildir. Şöyle ki:
  Bir kimsenin seksen koyunu bulunsa, yalnız bir koyun zekat vermesi gerekir. Yoksa koyunlar iki nisab mikdarına ulaştığı için iki koyun zekat vermek gerekmez. Fakat iki kişinin eşitlik üzere ortak seksen koyunu bulunsa, bunların iki koyun zekat vermesi gerekir. Çünkü her ortağın nisab mikdarı koyunu vardır. Bunlar toplanamaz. Bu koyunlar, yalnız bir kişinin malı imiş gibi sayılamaz. 
  İki kişi arasında ortak olan kırk koyun veya yirmi miskal altın ise, zekata bağlı başka mallar bulunmayınca, zekat gerekmez. Çünkü ortaklardan hiç biri nisab mikdarına tek başına sahib değildir.
  İki ortaktan birinin hissesi nisab mikdarına ulaştığı halde diğerininki ulaşmıyorsa, bu kimse zekat vermez. Nisaba malik olan verir. Birisinin koyunları kırk, diğerinin koyunları yirmi tane bulunsa, birincisi bir koyun zekat verir, ikincisi hiç vermez.
  Aynı şekilde, zekat vermekle yükümlü olan bir kimse ile yükümlü olmayan arasında ortak olan mallar hakkında da hüküm böyledir. Yükümlü olan zekatını verir, yükümlü olmayan ortak ise, hissesi mikdarına göre zekatını verir, diğerinin hissesinden zekat gerekmez.
  85- Nisab mikdarında olan bir malın zekatı, daha sene dolmadan erkene alınarak verilebilir. Çünkü vücuba sebeb olan nisab bulunmuştur. Sonradan ödenecek olan bir borcu öne alıp acele ödemek esasen sahihtir. Bu fakirler için yararlı olan bir iştir. Fakat nisab mikdarında olmayan bir mal için, böyle zekatın yıl dolmadan önce verilmesi caiz değildir. Bu mal sonradan nisab mikdarına ulaşmış olursa, o andan itibaren bir sene sonunda ayrıca zekatını vermek gerekir. Önceden verilmiş olan zekat, bir sadaka yerine geçer. 
  (İmam Malik'e göre, zekat acele edilerek vaktinden önce verilemez, ibadetler de aynı şekilde, vakitlerinden önce yerine getirilemez. İmam Şafiî'ye göre, yalnız bir senelik zekat önceden verilebilir. Daha fazla yıllar için önceden verilemez.)
  86- Nisab mikdarındaki bir malın birkaç senelik zekatı birden verilebilir. Yıl sonunda bu mikdar mevcut bulunmadıkça zekatları verilmiş olur. Bu mikdar azalırsa, verilen fazla kısım sadaka yerine geçer.
  87- Bir kimsenin mesela, yüz lirası olduğu halde, önceden acele olarak iki yüz liralık zekat verip de aynı yılda sahib olacağı diğer yüz liranın zekatına ve sahib olmadığı takdirde bu mevcut yüz liranın ertesi sene için olan zekatına sayılmasına niyet etse, bu niyeti caiz olur.
  88- Bir kimsenin mesela, bin lirası olduğu halde, iki bin lira sanarak ona göre zekat verecek olsa, bu fazla verdiği zekatı ertesi senenin zekatına sayabilir.
  89- Bir kimse, her ikisi de, ayrı ayrı nisab mikdarında olan altın ve gümüşten ibaret mallarından yalnız birinin adına zekatını acele ederek önceden vermiş bulunsa, bu zekat her ikisine sayılarak verilmiş olur. Çünkü bunlar, cinsleri bir sayılıp birbirine ilave edildiğinden böyle bir ayırım boşunadır. Onun için bunlardan biri, yıl içinde helak olsa, bu zekat tamamen diğeri için sayılmış olur. Fakat hayvanlar hakkında böyle değildir. Bu cins hayvanların zekatını böyle acele olarak önceden vermek, diğerlerinin zekatına sayılamaz.
  90- Bir kimse, malının zekatından bir fakirin borcunu, fakirin izni ile ödeyecek olsa, zekatını vermiş olur. Fakat fakirin izni olmadan ödeyecek olsa, borç düşer; fakat zekat verilmiş olmaz.
  91- Bir kimse, usul ve füruundan olmayan ve yalnız akrabalık yönünden nafakası üzerine düşen bir yetime, zekat niyeti ile elbise yaptırsa veya bir yiyecek verse, zekatı yerine geçer. Fakat böyle bir yetimi kendi sofrasına alıp beraberce yedikleri yemeği zekatına saymak isterse, bu İmam Ebû Yusuf'a göre caiz olursa da, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göre caiz olmaz. Çünkü bu halde temlik bulunmaz.
  92- Zekatın, zekata ehil olan kimseye temlik edilmesi (mülkiyetine geçirilmesi) şarttır. Onun için fakirlere ikram olarak yedirilen yemek zekat sayılmaz.
  Yine, bir hayır işine harcanan para zekata sayılamaz. Zekat parası ile hac yaptırılamaz. Yine zekat parası ile ölülere kefen alınamaz veya borçları ödenemez. Fakat bir fakir, aldığı zekat parasını kendi rızası ile bu gibi hayır yollarına harcasa, bundan hem o fakir, hem de ona zekatı vermiş olan şahıs sevab kazanmış olur. 
  Yine, bir fakiri bir evde oturtmakla zekata saymak caiz olmaz. Çünkü bu bir temlik sayılmaz.

Teravih Namazı

Teravih Namazı

Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için Ramazan gecelerini ibadetle geçiren (teravih namazını kılan) kimsenin geçmiş günahları bağışlanır."46

Teravih namazı Ramazan gecelerine mahsus bir namazdır. Orucun değil Ramazanın sünnetidir. Hastalık, yolculuk gibi mazeretleri sebebiyle oruç tutmayanların da teravih namazını kılmaları sünnettir. Hem erkekler, hem de kadınlar için sünnet-i müekkededir. Cemaatle kılınması sünnet-i kifâyedir ve sevabı çoktur. Evde de, tek başına veya cemaatle kılınabilir.

Ramazanda teravih namazında Kur'an-ı Kerim'i hatmetmek, yani hatimle teravih namazı kılmak da sünnettir.

Peygamber Efendimiz:

Cemaatle kılınan namazın faziletinin tek başına kılınan namazdan yirmiyedi kat fazla olduğunu" 47bildirmiştir.

Teravih namazını evde cemaatle kılanlar cemaatin sevabını kazanırlar, ancak camideki cemaatın faziletini elde edemezler.

Teravih Namazının Kılınışı

Teravih namazı yatsı namazından sonra kılınır. Yatsıdan önce kılınması caiz değildir. Vitir namazı teravihten sonra kılınır.
Yirmi rek'at olan teravih namazı her iki rek'atın sonunda selâm verilerek kılındığı gibi, dört rek'atta bir selâm verilerek de kılınır. Her iki durumda da namaza devam edilir ve yirmi rek'at tamamlanır.
İki Rek'atın Sonunda Selâm Verilerek Teravihin Cemaatle Kılınışı
Yatsı namazının farzı ve son sünneti kılındıktan sonra teravih namazına başlanır.
Namazı kıldıracak imam:
"Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya, bana uyanlara imam oldum" diye niyet ederek iftitah tekbirini alıp ellerini bağlar.
İmamın arkasında kılan cemaat de "Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya, uydum imama" diyerek niyet eder ve imamın tekbirinden sonra "Allahü Ekber" diyerek tekbir alır ve ellerini bağlar.
Bundan sonra imam ve cemaat gizlice "Sübhaneke"yi okur. Sübhaneke'nin okunması bitince (cemaat ayakta başka bir şey okumaz, sadece imam Fatiha'yı bitirince gizlice "amin" der.) İmam gizlice Eûzü-Besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okur. Cemaatle birlikte rükû ve secdeleri yaptıktan sonra ikinci rek'ata kalkılır.
Burada yine imam gizlice besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okuyup cemaatle birlikte rükû ve secdeleri yaparak oturulur.
Bu oturuşta imam ve cemaat Ettehıyyatü, Allahümme salli, Allahümme bârik ile Rabbena âtina... duasını okuyarak selâm verirler. Böylece iki rek'at kılınmış olur.
Ayağa kalkılarak tarif ettiğimiz şekilde ikişer rek'at kılınmaya devam edilerek yirmi rek'at teravih namazı tamamlanmış olur. Bundan sonra üç rek'atli vitir namazı da cemaatle kılınır.
İki Rek'atın Sonunda Selâm Verilerek Teravihin Tek Başına Kılınışı
"Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya" diyerek niyet edilir ve aynen sabah namazının iki rek'at sünneti gibi kılınır.
Yirmi rek'at tamamlanıncaya kadar ikişer rek'at kılınmaya devam edilir, teravih bitince de vitir namazı kılınır.
Dört Rek'atın Sonunda Selâm Verilerek Teravihin Cemaatle Kılınışı
Namazı kıldıracak imam ve cemaat yukarıda tarif ettiğimiz gibi niyet ederek iftitah tekbirini alır ve ellerini bağlar. İmam ve cemaat gizlice Sübhaneke'yi okuduktan sonra (Cemaat başka bir şey okumaz) İmam gizlice Eûzü-Besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okuyup rükû ve secdeler yapılarak ikinci rek'ata kalkılır.
Burada imam gizlice Besmele'yi, açıktan fatiha ve bir sûre okuyup rükû ve secdeleri yapar ve otururlar. İkinci rek'atın sonundaki bu ilk oturuşta imam ve cemaat Ettehıyyatü, Allahümme salli ve Allahümme bârik'i okur ve üçüncü rek'ata kalkarlar.
Üçüncü rek'atın başında hem imam, hem de cemaat gizlice sübhaneke'yi okur. Sonra imam gizlice Eûzü-Besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okur. Sonra rükû ve secdeleri yaparak dördüncü rek'ata kalkarlar.
İmam gizlice Besmele'yi, açıktan da fatiha ve bir sûre okuyarak yine rükû ve secdeler yapılıp oturulur.
Bu oturuşta da imam ve cemaat Ettehıyyatü, Allahümme salli, Allahümme bârik ile Rabbenâ âtina... duasını okuduktan sonra selâm verirler. Böylece teravih namazının ilk dört rek'atı kılınmış olur.
Bundan sonra ayağa kalkılarak tıpkı tarif ettiğimiz gibi dörder rek'at kılınmaya devam edilir. Beş defa dört rek'at kılınınca yirmi rek'at teravih namazı tamamlanır.
Sonra da yine cemaatle vitir namazı kılınır.
Dört Rek'atın Sonunda Selâm Verilerek Teravihin Tek Başına Kılınışı
"Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya" diye niyet edilir ve aynen ikindi namazının sünneti gibi kılınır. Aradaki fark sadece niyetin değişik olmasıdır. Böylece dörder rek'at kılınarak yirmi rek'at tamamlanır. Bunun peşinden de vitir namazı kılınır.

RAMAZAN VE ORUÇ Fitre (Fıtır Sadakası)

Fitre (Fıtır Sadakası)

Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından başka nisap miktarı malı veya onun değerinde parası olan müslümanın fıtır sadakası vermesi vaciptir.
Buna kısaca "Fitre" denir. Fıtır sadakasının vacip olması için, zekâtta olduğu gibi malın üzerinden bir yıl geçmesi ve artıcı nitelikte olması şart değildir.
Fitre, Ramazan ayında fakirlere verilen bir sadakadır. Bayramdan önce verilmesi iyidir. Bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Dinî ölçülere göre zengin olan kimsenin, hem kendisinin hem de erginlik çağına gelmemiş olan çocuklarının fitrelerini vermesi vaciptir.
Fakir olan çocuğun babası ölmüş veya fakir ise babasının babası, torununun fitresini verir.
Bir kimse karısının ve büyük çocuklarının fitresini vermekle mükellef değildir. Bunlar zengin iseler fitrelerini kendilerinin vermesi lâzımdır.
Karısının ve aile içindeki büyük çocuklarının fitrelerini onların izni olmadan verebilir. Aile içinde olmayan büyük çocukların fitrelerini ise onların izni ile verebilir. Bir kimse babasının ve anasının fitrelerini vermekle yükümlü değildir.
Fitre Şu Dört Cins Yiyecek Maddesinden Aşağıdaki Miktarlarda Verilir:
Cinsi: Miktarı:
1. Buğday 1460 Gram (520 dirhem)
2. Arpa 2920 Gram (1040 dirhem)
3. Kuru Üzüm 2920 Gram (1040 dirhem)
4. Hurma 2920 Gram (1040 dirhem)
Bu gıda maddelerinin kendileri verilebileceği gibi, para olarak değerleri de verilir. Hangisi fakirin yararına ise onu vermek daha uygundur. Bir fitre yalnız bir fakire verilir, ikiye bölünmez. Bir fakire birden fazla fitre verilebilir. Fitre niyet edilerek verilir. Ancak bunun fitre olduğunu fakire söylemek gerekmez. İçinden niyet etmesi yeterlidir.
Zekât hangi fakirlere verilirse fitre de onlara verilir. Bir özürden dolayı Ramazanda oruç tutmayanlar da, nisap miktarı mal veya paraya sahip iseler fitrelerini vermekle yükümlüdürler.
Varlıklı müslümanlar fitre vermek suretiyle fakirlere bayram sevincini tattırırlar. Böylece, hem borcunu ödemiş hem de sevap kazanmış olurlar.
Fitre vermek, orucun kabul edilmesine, ölümün şiddetinden ve kabir azabından kurtulmaya vesile olur.

Ramazan ve Oruç

Oruçla İlgili Bilinmesi Gereken Çeşitli Hükümler

Unutarak yiyip içen kimse, orucunun bozulduğunu zannederek bile bile yese kendisine kaza lâzım gelir, keffaret gerekmez.
Oruçlu iken kusan bir kimse, orucunun bozulduğunu zannederek yeyip içse kaza lâzım gelir. Fakat kusmakla orucunun bozulmadığını bildiği halde yer ve içerse kendisine hem kaza hem de keffaret gerekir.
Gündüz ihtilâm olanın durum da böyledir. Ramazanda gündüzleyin uyurken ihtilâm olan kimse, orucunun bozulduğunu zannederek yeyip içse, bundan dolayı orucun kaza edilmesi lâzımdır. İhtilâm olmanın orucu bozmadığını bildiği halde kasten yerse kendisine kaza ve keffaret gerekir.
Bir kadın falan gün ayhali günümdür zannıyle orucunu bozsa, fakat o gün ayhali olmasa, eğer o günün orucuna baştan niyet etmemişse, kendisine kaza gerekir. Niyet ederek o günün orucuna başladıktan sonra orucunu bozarsa keffaret gerekir.
Dişler arasından çıkıp tükrüğe karışan kan, tükrükten fazla veya tükrüğe eşit olup yutulursa orucu bozar. Tükürükten az ise bozmaz.
Dişlerini fırçalayan kimse orucunun bozulduğunu zannederek bile bile yeyip içse kendisine keffaret gerekir.
Abdest esnasında ağzına su alırken elinde olmayarak boğazına su kaçsa, eğer oruçlu olduğu hatırında ise orucu bozulur ve kazası gerekir. Eğer o esnada oruçlu olduğu hatırında değilse orucu bozulmaz.
Mukim olan (misafir olmayan) bir kimse, geceleyin niyet edip oruca başladıktan sonra gündüz sefer mesafesi yolculuğa çıksa bile, o günün orucunu tutması gerekir. Yola çıktıktan sonra orucunu bozduğu takdirde kaza lâzım gelir. Yola çıkıp oturduğu yerleşim yerinin sınırlarını geçmeden orucunu bozarsa kendisine keffaret gerekir.
Misafir olan bir kimse, niyet edip oruca başladıktan sonra gündüz daha yolculuğu bitmeden orucunu bozması halinde kendisine kaza lâzım geleceği gibi yolculuğu sona erip memleketine döndükten sonra orucunu bozsa yine kaza lâzım gelir.
Ramazan ayından oruç borcu olan bir kimse, bunları kaza etmeden öbür Ramazan gelse evvelâ Ramazan orucunu tutar, önceki Ramazandan kalan borçlarını sonra tutar.
Ramazan orucunu kaza ederken, bu oruçları isterse peşpeşe, isterse aralıklı olarak tutar. Borçlarını bir an önce ödemesi bakımından peşpeşe tutması daha iyidir.
Bir kimse, hasta olduğu için Ramazanda orucunu bozsa ve iyileşmeden ölse kendisine bir şey gerekmez.
Abdesten sonra ağızda kalan yaşlık orucu bozmaz.
Konuşurken tükürükle ıslanan dudaklarındaki tükrüğü yutmakla oruç bozulmaz .
Ramazanda bayılan bir kimse, bayıldığı günü kaza etmez, ondan sonraki günleri kaza eder. Ramazanda gündüz bayılan kimsenin orucu bozulmaz.
Nafile olarak tutulan orucu özürsüz olarak bozmak mekruhtur. Herhangi bir sebeple bozulan nafile orucun kaza edilmesi vâcib olur.
Nafile oruç tutanlar için ziyafet bir özürdür. Yani gündüz ziyafete çağrılan bir kimse, yemediği takdirde ev sahibi bu durumdan rahatsızlık duyarsa o kimse yemeğe iştirak edebilir, sonra bozduğu orucu kaza eder. Ziyafet veren ev sahibi de nafile oruç tuttuğu bir günde ziyafet verse, kendisinin yememesini misafirler hoş karşılamadığı takdirde onun da orucunu bozması caizdir. Yani ev sahibi davet ettiği kişilerle beraber yemeğini yer, sonra bozduğu orucu kaza eder.
Ziyafetin özür sayılması sadece fazladan sevap kazanmak maksadıyla tutulan nafile oruçlar içindir. Farz ve vacip olan oruçlar için ziyafet, hiçbir şekilde özür kabul edilmez.
Başlanan keffaret orucu bitmeden Ramazan ayı girerse, keffaretin yeniden tutulması gerekir.

Ramazan ve Oruç

Orucu Bozmayan Şeyler

1. Oruçlu olduğunu unutarak; yemek ve içmek.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, (sakın) bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir."45
Unutarak yeyip içerken oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzını boşaltıp yıkar ve oruca devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse orucu bozulur. Bir kimse unutarak yiyen bir oruçluyu gördüğünde eğer güçlü kuvvetli olup oruca dayaniblen bir kişi ise, oruçlu olduğunu kendisine hatırlatır, zayıf ve güçsüz bir kişi ise hatırlatmaz.
2. Bir suya dalıp kulağına su kaçmak.
3. Kendi isteği olmayarak boğazına toz ve duman girmek.
4. Kendi isteği olmayarak kusmak.
5. Kendiliğinden içeriden gelen kusuntu yine kendiliğinden içeriye gitmek.
6. Uyurken ihtilâm olmak (yani uyurken cünüplük hali meydana gelmek.)
7. Dokunma ve öpme olmadan sadece bakmak veya düşünmek sebebiyle boşalmak.
8. Karısını sadece öpmek.
9. Geceleyin cünüp olduğu halde sabaha kadar yıkanmayıp gündüz yıkanmak.
10. Dişleri arasında sahur yemeğinden kalan nohut miktarından az olan kırıntıyı yutmak.
11. Ağzındaki tükrüğü yutmak. Ağzından dışarı çıkıp tamamen ayrılan tükrüğü tekrar yutmak orucu bozar.
12. Ağzına gelen balgamı yutmak.
13. Kafasından burnuna gelen akıntıyı içine çekip yutmak.
14. Ağzına aldığı (meselâ dişine koyduğu) ilâcın tadı boğazına varmak.
15. Erkeğin tenasül organına ilâç veya su akıtmak.
16. Göze ilâç damlatmak.
17. Kan aldırmak.
18. Gözlerine sürme çekmek.
Bu saydığımız şeylerin hiçbirisi orucu bozmaz.

Oruçluya Mekruh Olan Şeyler

1. Bir şey tatmak.
Ancak zorunlu hallerde bir şey yutmamak kaydiyle yemeğin tuzuna bakılabilir. O takdirde mekruh olmaz.
2. Gereksiz olarak bir şey çiğnemek. Çocuğu için bir şey çiğnemesi gereken kadın, bu işi yapacak başka bir yol bulamazsa küçük çocuğunu korumak maksadıyla çiğneyebilir.
3. Kendine güveni olmayan kimsenin hanımını öpmesi ve kucaklaması.
Bir boşalma olmaması durumunda böyledir. Eğer öpmek veya kucaklamakla boşalma meydana gelirse mekruh olmakla kalmaz, oruç bozulur.
4. Tükrüğünü ağzında biriktirip yutmak.
5. Kan aldırmak veya ağır bir işte çalışmak gibi kendisini zayıf düşüreceğine kanaat getirdiği bir iş yapmak. (Zayıf düşürmeyeceğine kanaat getirirse mekruh olmaz.)

Oruçluya Mekruh Olmayan Şeyler

1. Gül ve misk gibi şeyleri koklamak.
2. Gözüne sürme çekmek.
3. Kendisinden emin olmak kaydıyla hanımını öpmek. Kendisine güveni olmadığı takdirde mekruhtur. Çünkü, bu davranış orucun bozulması ile sonuçlanabilir.
4. Misvak kullanmak, ağzını fırça ile temizlemek.
5. Ağzına su alıp çalkalamak.
6. Burnuna su çekmek.
7. Banyo yapmak

Ramazan ve Oruç

Fidye

Oruç tutmaya gücü yetmeyen düşkün ve yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar, Ramazan ayının her günü için birer fidye verirler. Fidyenin tutarı aynen fitre kadardır. Bu fidyeler Ramazanın başlangıcında verilebileceği gibi, Ramazanın içinde veya sonunda da verilebilir.
İsterlerse fidyenin hepsini bir fakire topluca verir, ayrı ayrı fakirlere de verebilir. Bu durumda olan kimseler, fidye vermeye gücü yetmiyorsa Allah'tan bağışlanmalarını isterler. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastalar eğer ileride tutabilecek duruma gelirlerse tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Önceden verdikleri fidyelerin hükmü kalmaz, bunlar nafile bağış sayılır.

Kaza ve Keffaret

Kaza: Bozulan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır.
Keffaret: Ramazanda bile bile bozulan bir gün orucun yerine iki kameri ay veya altmış gün peşpeşe oruç tutmak demektir. Ayrıca bozulan orucun da kaza edilmesi gerekir. Keffaret, sadece Ramazan ayında tutulan orucun bile bile bozulmasının cezasıdır. Diğer oruçların bozulması halinde yalnız kaza, yani gününe gün oruç tutmak yeterli olur.
Ramazan orucu öbür aylarda kaza edilirken bilerek bozulsa yine kaza lâzım gelir, keffaret icabetmez.
Keffaret orucu, ara verilmeden peşpeşe tutulacağı için Ramazan ayına ve oruç tutulması haram olan günlere rastlamaması lâzımdır.
Keffaret orucuna kameri aylardan birinin ilk gününde başlanırsa iki ay ara vermeden oruç tutulur. Bu aylardan ikisi de yirmidokuz gün çekse bile iki tam ay oruç tutulduğu için keffaret tamamlanmış olur.
Ayın ilk günü değil de diğer günlerde başlanırsa hiç ara vermeden 60 gün oruç tutularak keffaret tamamlanır. Herhangi bir sebeple keffaret orucuna ara verilir veya eksik tutulursa yeniden başlayıp altmış günü kesintisiz tamamlamak lâzımdır. Kadınlar keffaret orucu tutarken araya giren ayhali günlerini tutmazlar, ayhali yani âdet halleri bitince ara vermeden temiz günlerinde oruca devam ederek 60 günü tamamlarlar. Kadın, âdet hali bittiği halde temiz olan günlerinde, oruç tutmayarak keffaret orucuna ara verirse, keffarete yeniden başlaması gerekir.
Birkaç defa keffareti gerektirecek şekilde orucunu bozan kimseye bunların hepsi için bir keffaret orucu yeterli olur. Ancak keffareti yerine getirdikten sonra yine kasten orucunu bozarsa bundan dolayı da ayrıca keffaret icabeder.
Yaşlı veya hasta olup keffaret orucu tutmaya gücü yetmeyen kimse keffaret olarak altmış fakiri sabah ve akşam yedirip doyurur. Veya yemek parasını fakirin eline verir. Her günlük yiyecek bir fitre miktarıdır. Fitre miktarı bu parayı ayrı ayrı altmış fakire verebileceği gibi, hergün bir fitre miktarı olmak üzere altmış günde bir fakire de verebilir.
Altmış günlük yiyeceği veya fitre miktarı olan değerini bir günde bir fakire verirse sadece bir günlük yerine geçer.

Orucu Bozan Şeyler

Oruca aykırı olan bir şeyin yapılması halinde oruç bozulur. Orucu bozan bazı şeyler hem kaza, hem de keffareti gerektirir. Orucu bozan bazı şeylerden dolayı da sadece kaza gerekir

Orucu Bozup Kaza ve Keffareti Gerektiren Şeyler

Orucu Bozup Kaza ve Keffareti Gerektiren Şeyler

1. Oruçlu olduğunu bilerek yemek ve içmek (yenilip içilen şey ister gıda, ister ilâç olsun).

2. Oruçlu olduğunu bile bile cinsel ilişkide bulunmak.

Karı-kocadan biri ötekine zorla cinsel ilişkide bulunduğu takdirde zorla ilişkide bulunana kaza ve keffaret, kendisine zorla ilişkide bulunulan kişiye de kaza lâzım gelir.

3. Ağzına giren yağmur, kar ve doluyu kendi isteğiyle yutmak.

4. Sigara içmek, öd ağacı veya anber ile tütsülenip dumanını içeri çekmek.

5. Enfiye çekmek.

6. Buğday ve arpa tanesi yutmak.

7. Dışardan bir susam tanesi kadar bir şeyi alıp yutmak.

8. Yenmesi alışılmış olan çamur, kil ve kömür gibi şeyleri yemek. (Bazı kimseler bunları severek yerler.)

9. Az miktarda tuz yemek.

10. Karısının veya sevdiği bir kimsenin tükürüğünü yutmak. (Bundan zevk aldığı için kaza ve keffaret gerekir. Başkasının tükürüğünden iğrendiği için bundan keffaret gerekmez.)

11. Kan aldırdıktan veya sadece karısını öptükten sonra orucu bozulduğu kanaatiyle bile bile orucunu bozmak.

Ramazan ayında niyet ederek oruca başlayan kimse, saydığımız şeylerden birini bilerek ve özürsüz olarak yaparsa orucu bozulmuş olur. Bozulan bu orucu kaza etmesi ve kasten bozduğu için de keffaret tutması gerekir.



Keffareti Düşüren Şeyler

Keffareti gerektiren bir şeyi yaparak orucunu bozan kimse, aynı gün oruç tutamayacak derecede hastalanır veya kadın ayhali yahut da lohusa olursa keffaret düşer, yani keffaret orucu tutması gerekmez. Ancak hastalığın kendi isteği dışında olması şarttır. Kendisi kasten hastalığa sebep olursa keffaret düşmediği gibi sefer mesafesinde bir yolculuğa çıkması ile de düşmez.



Orucu Bozup Yalnız Kazayı Gerektiren Şeyler

1. Pamuk ve kağıt gibi yenmesi mutad olmayan bir şey yutmak,
2. Bir defada çok miktarda tuz yemek,
3. Yenmesi mutad olmayan zeytin çekirdeği yemek. Yenmesi alışılmış olan çekirdeği yemek ise keffareti gerektirir.
4. Taş, toprak, demir, altın ve gümüş gibi şeyleri yutmak.
5. İçi olmayan ceviz ve badem yutmak. (Bunların içi olanları yenildiği takdirde keffaret gerekir)
6. Burnuna ilaç çekmek.
Bu, Ebu Hanife'nin görüşüdür. Buna göre; tedavî maksadıyla iğne yaptırmak orucu bozar ve kazayı gerektirir. Çünkü iğne vasıtasıyla vücuda verilen ilâç iç kısımlara kadar ulaşmaktadır.
İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre; tabiî olan yollar dışında vücudun başka tarafından açılan bir yoldan içeri giden ilâç orucu bozmadığı için iğne yaptırmakla oruç bozulmaz. Çünkü vücuda verilen ilâç ağız gibi tabiî bir yoldan değil, deriden açılan başka bir yoldan verilmektedir.
Ancak, ibadetlerde ihtiyatlı hareket etmek esas olduğundan Ramazanda iğne yaptırmak zorunda olan kimse bunu mümkünse iftardan sonra yaptırmalıdır.
Bu mümkün olmaz da gündüz iğne yaptırmak zorunda kalırsa, İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'in görüşlerini esas alarak orucuna devam eder ve bu orucunu daha sonra kaza etmesi gerekmez.
7. Ağzına aldığı boyalı iplik gibi şeylerin boyası ile rengi değişen tükürüğü yutmak.
8. Boğazına kaçan kar veya yağmuru kendi isteği olmayarak yutmak. (Kendi isteği ile yutarsa keffaret gerekir.)
9. Zorlama ile oruç bozmak.
10. Dişleri arasında nohut tanesi kadar kalan yemek kırıntısını yutmak.
11. Abdest esnasında ağzına ve burnuna su alırken kendi elinde olmayarak boğazına su kaçmak.
12. Unutarak yeyip içtikten sonra orucunun bozulduğunu zannederek yeyip içmek.
13. Ağız dolusu kusmak. (Kendi isteği ile).
14. Ağız dolusu gelen veya kendi isteğiyle getirdiği kusuntuyu mideye geri çevirmek.
15. Kendi isteği ile içine veya genzine duman çekmek. Kendi isteği ile olmazsa oruç bozulmaz. (İçeri çekilen duman sigara dumanı olursa keffaret gerekir.)
16. Güneş batmadığı halde-battı zannederek-iftar etmek.
17. İmsak vakti geçtiği halde daha vakit vardır zannederek yemek.
18. Cinsel ilişki dışında kadına dokunmak veya öpmek sonucu boşalmak.
19. Ramazan orucundan başka bir orucu bozmak. (Ramazan orucundan başka bir orucu bozmak sadece kazayı gerektirir.)
20. Ramazan orucuna niyet etmiyerek yeyip içmek. (Keffaret, niyet edilerek başlanan orucu bilerek bozmaktan lâzım gelir. Oruca niyet edilmeyerek yeyip içtiği takdirde sadece o günün orucunu kaza eder.)
Ancak mazaretsiz olarak ramazan orucunu tutmamak büyük günahtır.
21. Misafir iken oruca başlayıp ikamete niyet ettikten sonra yemek.
22. Mukim iken oruca başlayıp sefer mesafesi yolculuğa niyet ederek bulunduğu yerin sınırlarını geçtikten sonra orucu bozmak.
Sayılan bu şeylerden birini yapan kimsenin orucu bozulur ve bozulan orucun gününe gün kaza edilmesi gerekir.
Bunlardan biri ile orucu bozulan kimse akşama kadar orucu bozacak bir şey yapmamalıdır.
Gündüz iyileşen hasta, yolculuğu sona eren misafir, ayhali veya lohusalıktan temizlenen kadın, erginlik çağına gelen çocuk ve müslüman olan gayr-i müslim, Ramazan ayına saygı için günün kalan kısmında oruçlu imiş gibi akşama kadar orucu bozacak şeylerden sakınmaları uygun olur.
Oruca niyetlenen kadın gündüz ayhali veya lohusa olursa, orucunu bozması lâzımdır.
Kadın, henüz ayhali olmadan adet günümdür diyerek orucunu bozmamalıdır.
Hasta ve yolcu olup da oruç tutmayan kimselerin yemeden, içmeden durmaları gerekmez. Ancak bunlar açıktan değil de gizli olarak yerler.

DEVAMI YARIN............

Ramazan ve Oruç

Orucu Kimler Tutar?

Bir kimseye orucun farz olması için kendisinde şu üç şartın bulunması gerekir:
1. Müslüman olmak.
2. Akıllı olmak.
3. Erginlik çağına gelmiş bulunmak.
Bu şartları taşımayanlara oruç tutmak farz değildir. Ancak erginlik çağına gelmeyen çocukları, bünyelerine zarar vermeyecek şekilde oruç tutmaya alıştırmak uygun olur.

Orucun Edasının Şartları

Orucun farz olması için gerekli olan şartlardan başka oruç ibadetinin yerine getirilebilmesi için de bazı şartların bulunması lâzımdır. Bunlar: 
1. Sağlıklı olmak. 
2. Mukim olmak (yani misafir olmamak). 
Oruç tutamayacak kadar hasta olanlarla, dinî ölçülere göre yolcu olanlar oruçlarını erteleyebilirler. Hastalar iyileşince, yolcular da ikamet ettikleri yere dönünce tutamadıkları günler sayısınca oruçlarını tutarlar.


Orucun Sıhhatinin Şartları

Oruç tutma şartlarını taşıyan bir kimsenin tutacağı orucun sahih, yani geçerli olabilmesinin şartları da şunlardır: 
1. Oruç tutmaya niyet etmek. 
2. İmsaktan iftara kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak. 
3. Kadınların ayhali ve lohusa halinde bulunmaması. 
Ayhali ve lohusa olan kadınlar, bu hallerinin devam ettiği günlerde oruç tutamaz, namaz kılamazlar. Bu haller sona erince tutamadıkları günlerin oruçlarını kaza ederler. Fakat kılamadıkları namazları kaza etmezler.

Oruç Çeşitleri

Beş çeşit oruç vardır: 
1- Farz Olan Oruçlar: Ramazan ayında oruç tutmak, Ramazanda tutulamayan orucu başka günlerde kaza etmek ve keffaret oruçları da farzdır. 
2- Vacip Olan oruçlar: Adak oruçları ile, bozulan nafile oruçları kaza etmek vaciptir. 
3- Sünnet Olan Oruçlar: Muharrem ayının dokuzuncu gününü onuncu günü ile veya onuncu gününü onbirinci günü ile birlikte oruç tutmak sünnettir. 
4- Müstehab Olan Oruçlar: Kamerî ayların onüç, ondört ve onbeşinci günleri ile haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri ve Ramazandan sonra Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır. 
5- Mekruh Olan Oruçlar: 
Mekruh olan oruçlar iki kısımdır: 
a) Tenzihen Mekruh Olan Oruçlar: Muharrem ayının sadece onuncu günü ile yalnız cuma ve yalnız cumartesi günlerinde oruç tutmak, akşamdan iftar etmiyerek bir günün orucunu ertesi güne birleştirmek mekruh olduğu gibi, kişiyi zayıf düşürmesi ve orucu âdet haline getireceği için senenin tamamını oruç tutmak da mekruhtur. 
Peygamberimiz, belirli zamanlarda tutulması emir ve tavsiye edilen oruçlar dışında sürekli olarak her gün oruç tutulmasını uygun görmemiştir. 
Ashab-ı Kiram'dan Selman-ı Farisî Ebu'd-Derdâ'yı ziyarete gitti ve bulamadı. Eşini eski elbise içinde perişan bir durumda görünce: 
- Bu ne haldir? diye sordu. Kadın: 
Kardeşin Ebu'd-Derdâ'nın dünya ile işi yok ki, "gündüz oruç tutar, gece namaz kılar" diye yakındı. Bu sırada kocası Ebu'd-Derdâ da geldi. Selman'ı selâmladı ve onun için yemek hazırlayıp önüne getirdi. Selman ona: 
- Haydi sen de ye! dedi. Ebu'd-Derdâ: 
- Ben oruçluyum, deyince, Selman: 
- Vallahi sen yemeyince ben de yemem dedi. Bunun üzerine o da, orucunu bozup misafiri ile yedi. 38 Gece olunca Ebu'd-Derdâ gecenin ilk saatlerinde namaza kalkmak istedi. Selman: 
- Uyu; diye ona engel oldu. Ebu'd-Derdâ da uyudu. Sonra tekrar kalkmak isteyince yine Selman: 
- Uyu! diyerek, ona engel oldu. 
Gecenin geç vaktinde, Selman: 
- Şimdi kalk! dedi ve ikisi de kalkıp abdest aldılar ve namaz kıldılar. Namazdan sonra Selman Ebu'd-Derdâ'ya: 
- Kardeşim! Şüphesiz senin üzerinde Rabbının hakkı vardır. 
- Kendinin de hakkı vardır. 
- Ailenin de hakkı vardır. 
Binaenaleyh, her hak sahibine hakkını vermelisin, dedi. 
Sonra Ebu'd-Derdâ Peygamberimizin huzuruna gelip olanları anlatınca, Peygamber Efendimiz: 
Selman doğru söylemiştir, buyurdu. 39
Görülüyor ki bir müslüman'ın, yapmakla yükümlü bulunduğundan fazla olarak kendisini tamamen ibadete vererek vücudunu zayıf düşürmesi, dünya ile ilgisini kesmesi ve ailesini ihmal etmesi doğru değildir. 
b) Tahrimen Mekruh Olan Oruçlar: Ramazan bayramının birinci günü ile kurban bayramının dört günü oruç tutmak tahrimen mekruhtur. 
Bu günler, Allah'ın kullarına birer ziyafet günleridir. Oruç tutarak Allah'ın ziyafetinden kaçmak doğru değildir. 

DEVAMI YARIN..........

Ramazan ve Oruç

Oruca Ne Zaman ve Nasıl Niyet Edilir?

Orucun önemli bir şartı da niyettir. Niyetsiz oruç sahih değildir. Bu sebeple; niyetin ne zaman ve nasıl yapılacağının bilinmesi gerekir.
Niyet zamanı itibariyle oruçlar ikiye ayrılır:
1- Akşamdan itibaren gündüz kuşluk vaktine kadar niyet edilebilen oruçlar;
Bunlar, Ramazan ayında tutulan, belirli günlerde tutulması adanan oruçlar ile nafile olarak tutulan oruçlardır.
Bu oruçlara geceleyin imsak vaktinden önce niyet edilebileceği gibi gündüz kuşluk vaktine kadar da niyet edilebilir, gece niyet etmek daha faziletlidir.
Gündüz oruca niyetin caiz olması, imsaktan sonra birşey yemeyip içmemeye ve orucu bozan bir iş yapmamaya bağlıdır. Eğer oruca aykırı bir şey yapılmış ise gündüz niyet caiz olmaz.
2- İmsak vaktinden önce geceleyin niyet edilmesi gereken oruçlar:
Bunlar da; Ramazanda tutulamayıp başka zamanda kaza edilen Ramazan orucu ile her çeşit keffaret oruçları, başlanıp ta bozulan nafile oruçların kazası ve mutlak olarak adanan (zamanı belirlenmeyen) oruçlardır.
Bu oruçlar için belirlenen bir vakit olmadığından bunlar için imsaktan önce geceleyin niyet etmek lâzımdır. Bu oruçlara tan yeri ağardıktan yani imsak vakti geçtikten sonra niyet edilmez.
Ramazan orucuna akşamdan itibaren kuşluk vaktine kadar niyet edilebilir. Şöyle ki;
Normal olarak oruca sahur yemeğini yedikten sonra niyet edilir. Ancak sahurda uyanamayıp yeme içme zamanının bittiği imsak vaktinden sonra kalkan bir kimse, güneş doğmuş olsa bile, kuşluk vaktine kadar o günün orucuna niyet edebilir. Yeter ki, imsak vaktinden sonra orucu bozacak bir şey yapmasın.
Sahura kalkmak istemeyen bir kimse akşamdan sonra yarının orucuna niyet edebilir, geceleyin kalkıp tekrar niyet etmesi gerekmez.
Niyet esasen kalb ile olur. Yani geceleyin, yarın oruç tutacağını kalbinden geçiren kimse niyet etmiş demektir. Oruç tutmak düşüncesi ile sahur yemeğine kalkan kimsenin bu düşüncesi de niyettir. Oruca kalb ile niyet etmek yeterlidir. Ancak kalb ile yapılan bu niyeti dil ile söylemek daha iyidir. Bu sebeple, oruç tutacak olan kimse, hem içinden niyet etmeli, hem de dili ile:
"Niyet ettim Ramazan-ı şerifin yarınki orucuna" diye söylemelidir. Her günün orucuna ayrı niyet etmek lâzımdır.

Oruçluya Müstehap Olan Şeyler

1. Sahura kalkmak.
2. Sahur yemeğini biraz geç yemek. Yemeği şüpheli bir vakte kadar geciktirmek ise mekruhtur.
3. Güneş battığı iyice anlaşıldıktan sonra iftarda acele etmek. İftarı namazdan önce yapmak da müstehaptır. İftarda şu duayı okumak sünnettir:
"Allahümme leke sumtu ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü ve savme'l-Ğadi min şehri Ramazane neveytü, feğfirlî mâ kaddemtü ve mâ ahhartü."
Anlamı: "Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum, sana inandım ve sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım ve Ramazan ayının yarınki orucuna da niyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla!"

Sahur ve İftarın Fazileti

Sahurda kalkıp yemek müstehabdır. Peygamberimiz: "Sahurda yemek yeyiniz, çünkü sahur da bereket vardır"40 buyurmuştur. Sahur yemeği, oruca dayanma gücü verir. Duaların kabul edildiği vakitlerden biri de sahur zamanıdır. Oruçlu sahura kalktığı zaman, dilekleri için dua etmeli ve Allah'tan günahlarının bağışlanmasını istemelidir.
Oruçlulara iftar yemeği vermek hayırlı bir davranış olduğu gibi bu sofralarda misafir ağırlamak unutulmaması gereken geleneklerimizdendir de.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Bir oruçluya iftar veren kimseye, o oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Ancak o oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez." 41
Oruç ibadetini tamamlayıp iftar vaktine yetişen kimse, bundan büyük bir mutluluk ve sevinç duyar. O, tuttuğu orucun mükâfatını almak üzere, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna vardığı zaman en büyük sevinci tadacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri iftar ettiği vakit, diğeri de Allah'a kavuştuğu zamandır." 42
İftar vakti yapılan dualar kabul edilir. Peygamberimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul edilir:
1- Oruçlunun iftar vaktindeki duası,
2- Adaletli hükümdarın duası,
3- Mazlumun duası."43

Orucu, Ramazandan Sonra Ertelemeyi Mübah Kılan Özürler

Özürsüz olarak Ramazan ayında oruç tutmamak günahtır. Ancak bir kimse aşağıdaki durumlarda Ramazan orucunu sonradan kaza etmek şartıyle tutmayabilir veya başlamış olduğu orucu bozabilir. Ancak sonradan ilk fırsatta tutamadığı günler sayısınca oruçları kaza etmesi gerekir.
Bir kimsenin Ramazan orucunu sonraya bırakabilmesi için geçerli sayılan özürler şunlardır:
1) Hastalık: Bir hasta oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkarsa oruç tutmayabilir. Hastalığı iyileşince tutamadığı oruçları kaza eder. Hastaya bakan kimse de böyledir.
Ramazan ayında düşmanla savaşan asker, oruç tuttuğu takdirde zayıf düşeceğinden endişe ederse misafir durumunda olmasa bile oruç tutmayabilir.
Savaşa katılacağı kesinlikle veya kuvvetli bir ihtimalle biliniyorsa henüz savaşa girmeden önce de zayıf düşme endişesiyle yine oruç tutmayabilir. Tutamadığı oruçları daha sonra kaza eder.
2) Yolculuk: Ramazan ayında en az 90 km. mesafeye yolculuğa çıkan kimse oruç tutmayabilir. (Hamza el-Eslemi adındaki sahabî peygamberimize yolculukta oruç tutup tutmayacağını sorunca peygamberimiz ona:
-"İster tut, ister tutma" diye cevap vermişti.44 Bu hüküm, dinen yolcu (misafir) sayılan kimseler içindir. İkamet ettiği yerden en az 90 km. veya daha fazla mesafeye yolculuk yapan ve gittiği yerde 15 günden az bir süre kalmaya niyet eden kimse dinen misafirdir. Eğer gittiği yerde 15 günden fazla kalmaya karar vermişse, o yere vardığı andan itibaren misafir olmaktan çıkar. Buna göre, Ramazan ayında bulunduğu yerden en az 90 km. uzaklıkta bir yere yolculuk yapan kimse yolculuk süresince oruç tutmayabilir. Gittiği yerde 15 günden az kalacaksa hüküm yine aynıdır. Eğer gittiği yerde 15 gün kalacaksa yolculuğu bitince vardığı yerde orucunu tutması gerekir. Yolculuk hali bitince tutmadığı günleri kaza eder. Oruç tutmasında bir güçlük yoksa yolcunun oruç tutması daha hayırlıdır.
3) Zor Görmek: Orucu bozmak için ölümle veya vücuduna bir zarar verilmekle tehdit edilen kimse orucunu bozabilir. Bozduğu orucu sonra tutar.
4) Gebe ve Emzikli Olmak: Gebe veya emzikli olan bir kadın, oruç tuttuğu takdirde kendisine veya çocuğuna bir zarar geleceğinden korkarsa oruç tutmayabilir. Gebelik ve emziklilik hali sona erince tutamadığı günleri kaza eder.
5) Şiddetli Açlık ve Susuzluk: Oruçlu bir kimse açlık veya susuzluk sebebiyle aklının bozulmasından veya vücuduna ciddî bir zarar geleceğinden korkarsa, orucunu bozabilir. Sonra uygun bir zamanda tutamadığı oruçları kaza eder.
6) Yaşlılık ve Düşkünlük: Vücudu günden güne düşen ve oruca dayanamayan iyice ihtiyarlamış olan kimseler oruç tutmayabilir. Bunlar sonradan da orucu kaza edemiyecekleri için tutamadıkları her günün orucunun yerine fidye verirler. İyileşme ümidi olmayan hastalar da böyledir.
Bu özür sahiplerinden herhangi biri, özrü devam ederken ölürse tutamadıkları oruçlar için fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekmez. Özrü ortadan kalkıp tutamadığı oruçlarını kaza edecek kadar bir zamana yetişir de oruçları daha kaza etmeden ölürse bu oruçlar için malının üçte birinden fidye verilmesini vasiyet etmesi lâzımdır. (Ölenin varisi yoksa malının tamamından vasiyet eder.)
Eğer vasiyet etmezse, varislerinin teberru olarak ölenin fidyesini vermesi caizdir. 

Ramazan ve Oruç

Orucun Vakti

Farz olan orucun vakti, Ramazan ayının günleridir. Oruç ay takvimine göre tutulur. Bilindiği gibi kameri aylar güneş takvimindeki aylara göre on gün önce gelir.
Böylece Ramazan orucuna her yıl on gün erken başlandığından Ramazan ayı yaklaşık 33 yılda sıra ile yılın bütün mevsimlerini dolaşmış ve oruç tutacağımız zamanlar da değişmiş olur. Bu durum, müslümanın değişik mevsimlerde oruç tutmasını ve dolayısıyla her mevsimin zorluklarına kendini alıştırmasını ve yoksulların çeşitli mevsim şartlarında çektikleri sıkıntıları anlamasını sağlar.
Bilindiği gibi dünya üzerinde bölgeler arasında önemli farklar vardır. Meselâ; Kuzey yarım kürede kış iken güney yarım kürede yaz hüküm sürmektedir. Eğer oruç, güneş takvimine göre belirli bir mevsimde tutulsaydı, bazı bölgelerdeki müslümanlar ömür boyu soğuk mevsimde oruç tutarken bazıları daima sıcak günlerde tutacak, aynı şekilde müslümanların bir kısmı daima uzun günlerde oruç tutarken, bir kısmı da kısa günlerde tutmuş olacaktı. Böylece bazı müslümanlar orucu her zaman kolaylıkla tuttuğu halde bazıları da daima güçlük içinde tutmak zorunda kalacaktı.
Orucun, yılın bütün mevsimlerini sıra ile dolaşan kameri bir ayda (Ramazanda) tutulması ile bu sakıncalar ortadan kalkmıştır.

Ramazan Orucu Kaç Gündür?

Ramazan ayı, bazı yıllarda 30 gün, bazı yıllarda da 29 gün olur. Peygamber Efendimiz bir kere iki elinin on parmağını açarak:
- Bir ay: "şöyledir, şöyledir" buyurmuş ve üçüncüsünde serçe parmağını kısarak: "şöyledir" demiştir ki bu, 29 oluyor. Sonra:
- Bazı ay da: "şöyle, şöyle, şöyledir" demiş ve on parmağını üç defa açıp kapayarak bazı ayın otuz olduğuna işaret etmiştir. 36
Ramazan ayının 30 gün çektiği yıllarda tutulan oruç tam olduğu gibi, 29 gün olduğu yıllarda da yine tamdır. Çünkü farz olan ayın tamamını oruç tutmaktır. Bu sebeple Ramazan ayının 29 gün olduğu yıllarda orucun eksik olması sözkonusu değildir.
Nitekim Peygamber Efendimiz dokuz Ramazan orucu tutmuştur. Bu Ramazanların dördü 29 gün, beşi de 30 gün olmuştur.
Ramazan ayı girmeden önce, onu karşılamak maksadıyla bir veya iki gün oruç tutmak doğru değildir. Böyle bir oruç, farz olan ve kaç gün olduğu kesinlikle bilinen Ramazan orucuna ilâve endişesi taşıdığı için mekruh görülmüştür.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz Ramazanı bir gün veya iki gün oruçla karşılamasın. Ancak mu'tadı olan bir orucu tutuyorsa onu tutsun." 37
Ancak, ayın ve haftanın belirli günlerinde oruç tutmayı alışkanlık haline getiren kimsenin oruç tuttuğu günler Ramazan öncesindeki iki güne rastlarsa bu oruçları tutmak mekruh olmadığı gibi, Ramazandan önce iki günden fazla oruç tutmak da (Ramazana ilâve endişesi ortadan kalktığından) mekruh değildir.

Ramazan Ayı Nasıl Belirlenir

Ramazan ayının başlayış ve bitişi ile bayram gününün doğru olarak tesbit edilmesine gelince:
Kamerî aylar, özellikle Ramazan, şevval ve zilhicce aylarının tesbit edilmesi bu aylara ait hilâller, gözlemle tesbit edildiği gibi bunlar astronomik hesaplarla da belirlenebilir.
İslâmın ilk yıllarında astronomi ilmi, ayın hareketleri hakkında kesin ve doğru bilgi verecek seviyede olmadığından Ramazan ayının başlangıcı ile bayram hilâl'i görülerek tesbit ediliyordu.
Astronomi ilmi bu gün kesin sonuçlar vermekte, astronomik hesaplarla çok önceden ayın hareketleri saat, dakika ve saniyesine kadar tesbit edilmektedir.
Astronominin bugünkü kadar kesin ve yaygın olmadığı asırlarda bile İslâm âlimlerinin bir bölümü Ramazanın başlangıcı ile bitiminin astronomik hesaplarla tesbit edilebileceğini ve buna göre oruca başlanıp bayram yapılabileceğini belirtmişlerdir. Bu gün ise, astronomi ilmi ayın hareketleri hakkında doğru ve kesin bilgi verecek seviyeye gelmiş, kamerî aybaşlarının tesbitindeki şüpheler ortadan kalkmıştır. Ramazan ve bayram hilâllerinin tesbiti için yapılan gözlemler de astronomik hesapların doğruluğunu göstermiştir.
İster hilâli görerek, ister astronomik hesaplarla olsun maksat; Ramazanın başlangıç ve bitiş günleri ile bayram tarihlerinin doğru olarak belirlenmesidir.
Dinimiz, ilim ve tecrübeye büyük önem vermiş, İslâm bilginleri ilmin hemen her dalında olduğu gibi astronominin gelişmesinde de değerli çalışmalar yapmışlardır. Hal böyle iken, ayın ve güneşin hareketleri hakkında kesin bilgiler veren ve pek çok kolaylıklar sağlayan astronomiden oruç vaktinin belirlenmesinde ilme büyük değer veren bir dinin mensupları olan müslümanların yararlanması gerekmez mi?
Astronomik hesaplarla kameri ayların tesbiti, bu gün ortaya atılmış bir görüş değildir. Asırlarca öncesinden itibaren bu yolla, Ramazan ve bayramların tesbit edilmesinin caiz olduğu görüşünde olan pek çok İslâm âlimi geldiği gibi, günümüzdeki ilim adamlarının çoğunluğu da bu görüşü benimsemektedir.
Kaldı ki, namaz vakitleri de ilk zamanlar görünüşe göre güneşin hareketine (gerçekte ise dünyanın güneş etrafında dönmesine) bağlı olarak ışık ve gölge durumlarına göre çıplak gözle tesbit edildiği halde, günümüzde yine kitap ve sünnetteki ölçüler esas alınarak önceden hesapla belirlenip takvimlerde gösterilmektedir.
Günlük orucun başlangıç (imsak) ve bitiş (iftar) vakitlerinin tesbiti de yine güneşe göre namaz vakitlerinde olduğu gibi astronomik hesaplarla yapılmaktadır.
Hesapla yapılan bu tesbitleri dileyen kimse, gözlemle de yapabilir.

DEVAMI YARIN..........

MADENLERİN VE DEFİNELERİN ZEKATI

MADENLERİN VE DEFİNELERİN ZEKATI
  76- Yerlerin altında yaratılmış veya saklanmış olarak bulunan mallara "Rikaz" denir. Yaratılmış olanlar madenlerdir. Saklanmış olan mallar da, definelerdir ki, bunlara "Kenz" de denir.
  77- Madenler üç çeşittir.
  1) Ateşle yumuşayıp eriyebilenler. Altın, gümüş, bakır, kalay, nikel ve demir madenleri gibi... Civa da bu kısma girer. 
  Öşür ve haraç arazisinde veya sırf mülk arazide veya sahralarda bu cins madenlerden beşte bir nisbetinde devlet adına hisse alınır. Geri kalan kısmı, sahibi varsa ona ait olur, yoksa bulanın olur.
  Bu duruma göre, memleket arazisi içinde bulunan madenlerin de tamamen devlete ait olması gerekir. Çünkü bunların sahibi, toplum adına devlettir. Fakat İmamı Azam'dan diğer bir rivayete göre, öşür arazisi ve haraç arazisi gibi bütün mülk arazilerde bulunan madenler sahiblerine aittir. Bunlardan beşte bir (humus) alınmaz.
  2) Ateşle yumuşayıp erimeyen madenler: Kireç, alçı taşı, yakut, elmas, firuze gibi maddeler. Bu gibi madenlerden hisse alınmaz. Bunların tamamı sahibine, sahibi yoksa bulana aittir.
   3) Sıvı halinde bulunan madenler: Su, tuz, zift, neft (petrol) gibi. Bunlardan da bir şey alınmaz. Bunlar tamamen arazi sahibine aittir. 
   78- Definelere gelince, bunlar da şöylece üç kısımdır:
  1) İslam definesi: Bu, üzerinde İslam nişanı, tevhid kelimesi gibi bir alamet bulunan para ve eşyalardır. Bunlar yitik eşya hükmündedir. Bunları bulanlar, fakir iseler kendilerine harcarlar, değilseler ya fakirlere veya devlete verirler.
  2) Cahiliyet definesi: Üzerinde put resmi gibi cahiliyet devrine ait nişan bulunan gömülü para ve eşyalardır. Bunların beşte biri devlete verilir. Geri kalan kısmı arazi sahibine, arazinin sahibi yoksa bulana ait olur. Dağ ve sahra gibi mülk olmayan yerlerdeki böyle definelerin de beşte biri devlete, geri kalanı bulan kimseye ait olur. Bulanın zimmî olması da aynıdır. Bulma hakkına sahib olur.
  3) Şüpheli define: Üzerinde özel bir alamet bulunmayan, müslümanlara mı, yoksa müslüman olmayanlara mı ait olduğu bilinemeyen gömülü para ve eşyalardır. Bunlar bir görüşe göre, "Cahiliyet definesi" hükmündedir. Diğer bir görüşe göre de, yitik eşya yerinde sayılır.
  Denizlerden çıkarılan incilerden, gömülmüş geçer paralardan, balıklardan ve anberlerden zekat olarak bir şey alınmaz. Bu, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göredir. İmam Ebû Yusuf'a göre, denizden çıkarılan geçer paralardan, inciden ve anberden beşte bir nisbetinde bir hisse alınır. 
  (İmam Şafiî'ye göre, altın ile gümüşten başka madenlerden zekat alınmaz. Altın ile gümüşten de, nisab mikdarından noksan olmamak şartı ile kırkta bir nisbetinde zekat alınır.)

ARAZİ ÜRÜNLERİNİN ZEKATI

ARAZİ ÜRÜNLERİNİN ZEKATI
  65- Arazi ürünlerinden devletçe alınacak mikdar, arazinin cinsine göre değişir. Bu mikdar, zekat, sadaka, haraç ve icar bedeli mahiyetinde olur. Şöyle ki: Bugün müslümanların ellerindeki arazi, başlıca şu dört kısma ayrılmıştır:
  1) Öşür Arazisi: Fethedilen bir memleketin halkı kendi rızaları ile müslüman olur da, ellerindeki arazi onların mülkiyetine geçirilirse veya bir memleket kuvvet gücü ile felhedilip arazileri İslam mücahidlerine mülkiyet üzere verilmiş olursa, bu gibi topraklar Öşür arazisidir. Arab yarımadası bu çeşit arazidir. Bu toprakların ürünlerinden onda bir veya yirmide bir nisbetinde "öşür" adı ile zekat alındığı için bunlara "Öşür Arazisi" denmiştir.
  2) Haraç Arazisi: Bu, anlaşma veya üstünlük elde etmek suretiyle fethedilip yerli bulunan gayri müslim halka veya diğer gayri müslimlere temlik edilmiş olan topraklardır. Irak köyleri ve çevresi bu kısımdandır. 
  Bu çeşit araziden, ya ürününe göre veya uygun görülecek belli bir mikdarda (haraç) adıyla bir vergi alınır. Bu zekat değildir.
  3) Sırf Mülk Arazisi: Memleket arazisinden olup Hazineye ait iken sonradan bir bedel karşılığında bazı kimselere satılmış bulunan topraklardır. Bunların ürünleri de, sahibleri müslüman olunca, zekat bakımından Öşür arazisinin ürünleri gibidir. 
  Yalnız mülk evlerin çevresindeki mülk bahçeler, bu evlere bağlı olduğundan bunların ürünlerinden ve ağaçlarının meyvalarından öşür vesaire alınmaz.
  4) Memleket Arazisi: Vaktiyle müslümanlar tarafından fethedilip bir kimsenin mülkiyetine geçirilmeksizin bütün müslümanların yararına bırakılmış olan topraklardır. Bunlar bütün halk adına devlete ait olup kullanma hakkı halka tapu ile verilegelmiştir. Bunların yalnız kullanma hakları belli kimselere aittir. Bu haklara sahib olanlar icarcı (kiralayan) hükmündedir. Devlete verecekleri belli hisse veya vergiler de, icar bedeli hükmündedir. Bundan dolayı böyle bir arazinin ürününden öşür ve diğer bir nam altında zekat gerekmez. Çünkü öşür ile haraç veya öşür ile bu hükümde bulunan icar bedeli bir arazide toplanmaz. Türkiye'deki arazi genellikle bu kısımdandır.
  66- Arazi ürünlerinde İmamı Azam'a göre nisab aranmaz. Buğday, arpa, pirinç, darı, karpuz, hıyar, patlıcan, yonca, şeker kamışı benzeri öşür arazisi ürünlerinde, az da olsa çok da olsa, "Öşür" adı ile hisse alınır. 
  İki İmam'a göre, beş vask (*) mikdarı olmayan ekinlerden ve insanların elinde bir sene kalmayacak sebzelerden öşür alınmaz.
  67- Bir öşür arazisi yağmur veya ırmak, çay suları ile sulanırsa, ürünleri onda bir nisbetinde "öşür" zekatına tabi olur. Eğer dalya, dolap ve hayvan ile veya satın alınacak sularla bütün sene veya senenin yarısından çoğu sulanacak olursa yirmide bir nisbetinde öşür alınır.
  Tohumlar, amele ücretleri ve diğer masraflar elde edilen üründen çıkarılmaz. Bu ürünler üzerinden bir yıl geçmesi de gerekmez. Bir yıl içinde birkaç defa elde edilen ürünlerin hepsinden aynı ölçülerle öşür alınır.
  68- Öşürde esas arazidir, mal sahibi değildir. Bir öşür arazi vakfedilse, çocuklara veya mecnunlara ait bulunsa, yine ürünün'den "öşür" alınır.
  69- Öşür arazisindeki bal ve kudret helvasından da onda bir nisbetinde zekat alınır. Ekilmeden başka bir işe yaramayan tohumlar ise, zekata tabi olmaz. Bunlar ticaret için olursa, ticaret malı kısmına girip zekatları verilir.
  70- Zeytin ve susam tanelerinden öşür alındığı takdirde, sonradan elde edilecek yağlarından tekrar öşür alınmaz.
  Yine, öşrü verilen üzümler için sonradan tekrar zekat vacib olmaz.
  71- Öşür arazisi ürünlerinden alınacak muayyen hisseler, ürünler tamamen yetişip elde edildiği zaman alınır. Bundan önce alınmaz. Öyle ki, daha bitmemiş ekinlerin ve belirmemiş meyvelerin öşürlerini vermek caiz değildir. Fakat bunlar bittiği ve belirdiği zaman, sahibleri dilerse öşürlerini verebilirler.
  72- Daha öşrü verilmemiş olan ekinlerden veya ağaç üstündeki meyvelerden yenmemelidir. Bununla beraber öşrünü hesab edip ödemek niyeti ile yenilmesi helal olur. Çünkü yediğini ödemiş olacaktır.
  73- Öşür arazisi ürünlerinin öşrü veya memleket arazisinin icar bedeli zamanında verilmeyip sonradan zayi olsa veya sahibi ölse, bunu ödemek gerekir.
  74- Mer'alardan ve çayırlardan biçilip toplanan otlardan, mubah kabul edilen dağlarda yetişip kendiliğinden büyüyen kerestelik ağaçlardan, kamışlardan veya kendiliğinden yetişmiş başka ağaçlardan, derelerden avlanan balıklardan öşür alınmaz. 
  Fakat dağlardan toplanan meyvelerden öşür alınacağı gibi, ağaçlık, kamışlık edinilen yahut çayır elde etmek için su verilen öşür arazisinden ve müslümanlara ait mülk araziden her yıl kesilip satılacak ağaçlardan, kamışlardan ve otlardan da öşür alınır. 
  Yine, bu arazide bulunup kendisi ile ipek böceği beslenilen dut yapraklarından öşür alınır, ipeğinden alınmaz. Bu ipek hayvana bağlıdır, ipek böceği öşre bağlı olmadığından, onun bir parçası sayılan ipek de öşre bağlı olmaz.
  75- Öşür arazisi ürünlerinden veya memleket arazisi ürünlerinden bir kısmı, sahibleri tarafindan ticaret maksadı olmaksızın anbarda saklanır da üzerinden bir yıl geçtikten sonra satılırsa, bedelleri olan paralar nisab mikdarı olsa bile, bunlara zekat vermek gerekmez. Çünkü zekat, öşür ile veya kira bedeli ile birleşmez. Ancak satılıp alınan bedeller üzerinden bir yıl geçerse o zaman zekat gerekir.
  Yine bu ürünlerin sahibine bir ay veya bir sene yiyecek olmak üzere yetecek mikdardan fazlası nisab mikdarına ulaşır da, ticaret niyeti ile saklanırsa, üzerinden bir sene geçince zekata bağlı olur.
  * Bir "vask" altmış sa'dır. Bu da (62400) dirheme eşittir. Bunun beş katı da yaklaşık olarak 950 kg.dır.

İSTENEN BORÇ PARALARIN ZEKATI

İSTENEN BORÇ PARALARIN ZEKATI
  64- Başkalarının üzerinde olup deyn (borç) denilen ve nisab mikdarına ulaşmış bulunan paralar zekata tabi olup olmama bakımından şöyle üç kısımdır:
   1) Kuvvetli Alacak: Bunlar, borç olarak verilen paralar ile ticaret mallarının bedeli olan alacaklardır. Bu alacaklar, borçlular tarafından ikrar edilince, tahsil edildikleri zaman geçmiş senelere ait zekatları da verilmek gerekir. Şöyle ki: 
  Bir kimsenin iki sene müddetle üzerinde olup ikrar ettiği on bin lira borcu, kendisinden tahsil edilince, geçen o iki yıla ait zekatı vermek gerekir. Bu halde, bu on bin lira, kıymetçe bin dirhem gümüşe eşit olsa, bundan birinci sene için 250 lira, veya 25 dirhem gümüş zekat verilir. Geri kalan 9750 liradan da ikinci sene için İmamı Azam'a göre 240 lira veya 24 dirhem gümüş verilir ki, bu mikdar küsur olan on beş dirhem hariç kalmak üzere 9750 dirhemin kırkta birine eşittir.  İki imama göre ise 243 lira 30 kuruş zekat vermek gerekir. Çünkü küsur kalan on beş dirhem de kırkta bir nisbetinde zekata tabidir.
  Böyle kuvvetli bir borç olup da üzerinden sene geçmiş ise, bundan en az kırk dirhem mikdarı tahsil edilirse, bunun zekatı hemen verilir. Bundan az tahsil edilirse, hemen zekatının verilmesi gerekmez. Ancak bu mikdar borcu tahsil eden kimsenin başka zekat malı varsa onunla beraber bunun da zekatını verir. Fakat böyle bir borç inkar edilmekte ise, tahsil edildiği zaman geçmiş yıllara ait zekatı, İmam Muhammed'e göre gerekmez. Alacaklının elinde sened veya şahid bulunması bu hükmü değiştirmez. Çünkü her delil hakim için geçerli olmaz. Herkes de dava açıp delillerini ortaya koyamaz. Sahih kabul edilen görüş budur.
   2) Orta Alacak: Ticaret için olmayan bir malın bedelinden bir kimse üzerinde kalan alacaktır. Ev kirasından bir kimse üzerinde kalan bir alacak veya eski bir elbisenin verilmesinden dolayı karşılığında istenen bir para gibi. Bu gibi alacaklar, borçlunun üzerinde kaldığı müddet geçecek yıllar için zekata tabi olmazlar. Ancak tam nisab mikdarı (iki yüz dirhem gümüş mikdarı) tahsil edilince zekatı gerekir. Nisabdan az tahsil edilen için gerekmez. Yalnız sahibinin zekata tabi başka malları varsa, o zaman nisab mikdarını bulan bu mallar arasında bunun da zekatı verilir.
  İmamı Azam'dan, daha sahih görülen bir rivayete göre, bu kısım alacakların geçmiş yıllara ait zekatları gerekmez. Ele geçtikten sonra, üzerlerinden bir yıl geçmedikçe zekatları gerekmez. Eğer para sahibinin zekata bağlı başka malı olursa, o zaman hepsinin zekatı verilir.
  3) Zayıf Alacak: Bu, bir malın bedeli olmaksızın bir kimsenin üzerinde kalan alacaktır. Varisin üzerinde kalan ve sahibine ödenmesi gereken vasiyet parası, henüz ele geçmemiş diyet bedeli, kadının kocası üzerindeki mehir alacağı, boşama anlaşması sonunda alınacak mal bedeli gibi. Bu nevi alacakların geçmiş yıllar için zekatı gerekmez. Nisab mikdarı ele geçip üzerinden bir yıl geçmedikçe de zekatları verilmez. Ancak az çok ne kadar tahsil edilirse, zekata bağlı diğer mallara ilave edilirler. Böylece onların da zekatı birlikte verilmiş olur. Bir rivayete göre, bunlardan diyet ve kitabet bedeli müstesnadır. Bunlar ele geçişlerinden itibaren zekata girerler. 

  (İmam Şafiî'ye göre alacak, zekatın ödenmesini geciktiremez. Ele geçmese de onun zekatını vermek gerekir. Çünkü borç verilmesi, hak sahibinin arzu ve isteği ile olmuştur. Bu bakımdan fakirin hakkını geciktirmekte hakkı bulunmaz.)

KAĞIT PARALARLA BANKNOTLARIN ZEKATI

KAĞIT PARALARLA BANKNOTLARIN ZEKATI
 62- Kaime ve evrak-ı nakdiye denilen kağıt paralar, istenilen zamanda bankaların nakde çevirdiği ve bedellerinin alınabildiği banknotlar nakid para hükmündedir. Çünkü bunların altın ve gümüş gibi piyasada kullanılması adet haline gelmiştir. Bunların karşılıkları gerçekten veya hükmen mevcut bulunmaktadır. Bunlar hazır bir mal demektir ve bütün insanların servetini teşkil etmektedir. Bunlardan yeterince elde bulunduranlar fakir değil, zengin sayılmaktadır. Bunlar sadece bir alacak senedi yerinde değildir. Bunlardan hemen faydalanmak mümkündür. Bunlar birer geçerli para ve değişim vasıtası olarak kabul edilmiştir. Bunlar diğer paralar gibi istenilen zamanda harcanır ve değiştirilerek karşılığında yarar sağlanır.
  Onun için bunlar, geçerli para ve ticaret malları hükmünde olup kendi başlarına veya diğer altın ve gümüş paralarla veya ticaret malları ile beraber nisab mikdarında olunca en az iki yüz dirhem kıymetine denk bulununca, sene sonunda altın veya gümüş ile olan kıymetlerinin kırkta biri nisbetinde zekata bağlı olurlar. Bu zekat kendi cinslerinden de verilebilir.
  Örnek: Kırk liranın zekatı için bir lira zekat verilmesi caizdir. Aynı şekilde, karışım halinde olup altın ve gümüşü az bulunan madenî paralarla sırf bakırdan, nikelden veya deriden yapılarak geçerli durumda olan paralar hakkında da hüküm böyledir.
  Eğer bunlar, altın ve gümüş gibi nakid sayılmayıp zekata bağlanmasalar, fakirler zekat nimetinden mahrum olur. Birçok zenginlerde, servetlerini bu gibi kağıt ve madeni paralara bağlayarak zekat gibi büyük bir nimetin sevabından nasipsiz kalmış bulunurlardı. Böylece zekatın farziyetindeki şer'î hikmet de ortaya çıkmazdı.
  63- Bankalara yatırılan ve belli müddetlerde alınabilen ve karşılığında senedleri bulunup başkalarına devredilebilen asıl paralar da, ikrarla, senedle sabit borç paralar hükmündedir. Onun için bunlar da nisab mikdarında bulunup üzerlerinden her sene geçtikçe zekata bağlı olurlar.

ALTIN İLE GÜMÜŞÜN ZEKATI

ALTIN İLE GÜMÜŞÜN ZEKATI
50- Altın ile gümüş ister külçe halinde olsun, ister darbedilmiş olsun, bunlar hangi maksadla bulundurulursa bulundurulsun, nisab mikdarına ulaşıp da üzerlerinden bir yıl geçerse, zekata tabi olurlar.
Altının nisabı yirmi miskaldır. Gümüşün nisabı iki yüz dirhemdir. Bir miskal yirmi kırattır. Her kırat da beş arpa ağırlığıdır. 
Bir şer'î dirhem ise, on dört kırattır. Bu halde on şer'i dirhem, yedi miskal ağırlığına denktir.
Bir de örfî dirhem vardır ki, on altı kırattır. O halde yirmi miskal yirmi beş örfî dirheme eşittir. İki yüz şer'i dirhem de yüz yetmiş beş örfî dirheme eşittir.
Bazı fıkıh alimlerine göre, zekat ve fitre sadakası konusunda her beldenin örfî dirhemi esas alınmalıdır. Buna göre gümüşün nisabı, iki yüz örfî dirhemden ibarettir. Bu şekilde de fetva verilmiştir. Fitre konusuna bakılsın...
51- Yirmi miskal altının zekatı, yarım miskal altın olduğu gibi, ikiyüz dirhem gümüşün zekatı da, beş dirhem gümüştür. Yirmi miskalden fazla olan altın dört miskale ulaşmadıkça ve iki yüz dirhem gümüşten fazla olan mikdar kırk dirheme ulaşmadıkça, bu fazlalıklar için ayrıca zekat gerekmez. Ancak bu fazla mikdar ile beraber başka bir ticaret malı da bulunursa o zaman bu fazla mikdarlarla hepsinin zekatı verilir. Fakat altın ile gümüşten nisab üstünde fazla olan mikdar, kıymetçe dört miskala veya kırk dirheme eşit olursa, bu fazladan da zekat gerekir. Bu mesele İmam Azam'a göredir, iki İmama (İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf) göre ise, böyle küsurlarında ne olursa olsun, zekatını vermek gerekir.
Örnek: Bir kimsenin yalnız iki yüz otuz dokuz dirhem gümüşü bulunsa, İmamı Azam'a göre, yalnız iki yüz dirhem için beş dirhem zekat vermek gerekir. Küsur olan otuz dokuz dirhem için zekat gerekmez. Bu küsur kırka ulaşmadıkça zekatı yoktur. 
İki imama göre, bu küsurlar için de kırkta bir nisbetinde zekat vermek gerekir.
Yine, bir kimsenin yalnız iki yüz yetmiş dirhem gümüşü bulunsa, İmamı Azam'a göre, iki yüz kırk dirhem için altı dirhem zekat vermesi gerekir, geri kalan otuz dirhem için bir şey gerekmez. Fakat iki imama göre, bu geri kalan
kısım için de zekat gerekir. Altın hakkında da hüküm böyledir.
52- Altın ile gümüşün nisablarında, bunlardan zekat verilmesi için, kıymetlerine değil, ağırlıklarına bakılır. Bunda ittifak vardır.
Buna göre altından yapılmış bir tepsinin ağırlığı nisab mikdarından az, mesela on dokuz miskal olduğu halde, kıymeti yirmi miskalden fazla bulunsa, ittifakla zekata tabi olmaz. Ancak bununla beraber zekata tabi başka bir mal bulunur da, tümü nisab mikdarına ulaşırsa zekat gerekir.
Yine, iki yüz adet gümüş dirhemden biri ağırlıkça biraz noksan bulunsa, bunlara zekat gerekmez. Fakat başka bir zekat malı bulunursa, zekat gerekir.
53- Kendilerinde riba (faiz) uygulanmayan, şer'an ölçek ve tartı esasına bağlı bulunmayan mallardan zekat verilmesinde kıymetlerine bakılır. Ağırlık ve adetlerine bakılmaz.
Buna göre, üzerine zekat olarak orta durumda iki koyun farz olan kimse, bunların kıymetlerini para olarak verebileceği gibi, bu ikisinin kıymetine denk iyi bir koyun vererek de zekatını ödeyebilir. Çünkü koyunlar kıymete bağlı mallardandır. Bunlarda riba (faiz) olmaz.
Fakat kendilerinde riba işlemi yürütülebilen mallarda böyle kıymete değil, ağırlığa itibar edilir. Mesela: Zekat olarak verilmesi gereken beş kilo buğday karşılığında, dört kilo iyi cins buğday verilemez.
Yine, iki miskal altın yerine, bir miskal ağırlığında olup üzerindeki sanattan dolayı, iki miskal kıymetinde bulunan bir altın verilemez. Çünkü bu durumda riba (faiz) gerçekleşir.
Bu mesele, İmamı Azam ile iki îmama göredir, İmam Züfer'e göre verilebilir. Çünkü kıymetleri eşittir. Kıymetler eşit olunca, kul ile Yüce Allah arasında riba düşünülemez.
(Riba'ya bağlı mallar için, kerahet ve istihsan bölümüne bakılsın.)
54- Altın veya gümüşten yapılmış bulunan ziynet takımları ve süs eşyaları, tablolar gibi maddelerden de, nisab mikdarına ulaşınca zekat gerekir. Bu zekat kendi cinslerinden olmayan bir mal ile ödeneceği takdirde, ağırlıklarına değil, kıymetlerine bakılır. Bunda da ittifak vardır. Fakat kendi cinsleriyle ödeneceği takdirde, İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre, ağırlıkları esas alınır, İmam Züfer'e göre kıymetlerine bakılır. İmam Muhammed'e göre de, fakir için daha faydalı olan tarafa itibar edilir. 
Örnek: Yirmi miskal ağırlığında bulunan bir altın bilezik, kendisindeki sanat bakımından yirmi beş miskal kıymetinde bulunsa, bakılır. Eğer zekatı gümüş gibi başka bir cinsten verilecek olursa ağırlığı olan yirmi miskale değil, kıymeti olan yirmi beş miskale bakılarak zekatını vermek gerekir. Fakat bunun zekatı kendi cinsinden olan altından verilecekse, İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre, ağırlığı olan yirmi miskal altına göre verilmesi gerekir, İmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre, bu yeterli olmaz, altının kıymetine göre, değer farkı olan beş miskalin de ayrıca zekatını vermek gerekir.
Yine, iki yüz dirhem has gümüş için, dört dirhem has gümüş kıymetinde olan beş dirhem karışık gümüş verilse, bu İmam-ı Azamı ile İmam Ebû Yusuf'a göre yeterli olur. Çünkü ağırlık bakımından istenen mikdara eşittir. Fakat İmam Züfer ile İmam Muhammed'e göre yeterli olmaz; çünkü kıymet bakımından İstenen değerden daha azdır.
Aksine olarak iki yüz dirhem karışık gümüş için beş dirhem karışık gümüş kıymetinde dört dirhem saf gümüş verilse, bu İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre yeterli olmaz. Çünkü ağırlık esasına göre noksandır. Fakat İmam Züfer'e göre yeterlidir, çünkü kıymet bakımından eşitlik vardır. Cenabı Hak ile kul arasında riba düşünülemez.
55- Altın ile gümüşün ve ticaret mallarının nisabında, bunların bir cinsten olmaları şart değildir. Onun için bir kimsenin bir miktar altını ile gümüşü ve bir miktar da ticaret malı bulunur da, bunlann tümünün kıymeti bir nisab mikdarı olan iki yüz dirhem gümüşe denk olursa, kırkta bir zekatlarını vermek gerekir.
56- Her biri nisab mikdarından noksan olan altın ile gümüş, İmamı Azam'a göre, kıymet bakımından birbirini tamamlayarak nisab aranır, iki imama göre ise ağırlık bakımından birbirini tamamlarlar.
Buna göre: Bir kimsenin yüz dirhem gümüşü ve yüz dirhem gümüş kıymetinde de on miskal altını bulunsa, bunun için ittifakla beş dirhem gümüş zekat vermesi gerekir. Fakat yüz dirhem gümüş ile yüz dirhem gümüş kıymetinde beş miskal altını yahut elli dirhem gümüş ile yüz elli dirhem gümüş kıymetinde on miskal altını bulunsa İmamı Azam'a göre beş dirhem mikdarı zekat gerekirse de, iki imama göre gerekmez; çünkü cüz bakımından nisabları noksandır. Fakat yüz elli dirhem gümüş ile elli dirhem kıymetinde beş miskal altın bulunsa, yine ittifakla zekatları gerekir. Çünkü kıymetleri tam gümüş nisabına denktir. Bundan başka birinin nisabı dörtte üç, diğerinin nisabı dörtte bir nisbetinde mevcut olduğundan tamamı bir nisaba denk bulunmuş olur.
57- Yüz elli dirhem gümüşle beraber altmış veya seksen dirhem gümüş kıymetinde beş miskal altın bulunsa, İmamı Azam'a göre iki yüz dirhemin kırkta biri olarak beş dirhem zekat gerekir. Küsurlar kırka ulaşmadığı için bunlardan zekat gerekmez, iki İmam'ın görüşüne göre, bu küsurlardan dolayıda kırkta bir nisbetinde zekat vermek gerekir. Küsurlarda bağış, iki İmama göre yalnız saime hayvanlara mahsustur. Bu bağışlanan küsur, geçerli para ile ticaret eşyalarında olmaz. 
(İmam Şafiî'ye göre, altın ile gümüş, nisabı doldurmak için birbirlerine ilave edilemez; çünkü cinsleri değişiktir. Bunların her biri için ayrı ayrı tam bir nisab şarttır.)
58- Geçerli olan karışımlı paraların altınları veya gümüşleri, kendilerine karışmış bulunan yabancı maddelerden daha fazla veya eşit bir halde ise, bunlar altın ve gümüş hükmündedir, ona göre zekatları verilir. Eğer bu paraların altın veya gümüş kısmı, onlara karıştırılan yabancı maddelerden az ise, bunlar ticaret malı hükmüne girerler. Sene sonunda kıymetlerine göre zekatları verilir. Bunlarda ticaret niyeti aranmaz; çünkü geçerli para yerindedirler.
59- Geçerli olan paralar veya ticaret malları altın ile gümüşten karışık halde olsalar bakılır: Altınları karışan yabancı maddeden fazla olanlar altın hükmünde, gümüşleri fazla olanlar da gümüş hükmünde olur. Buna göre nisab mikdarın ulaşınca, zekata girerler. Böyle altın veya gümüşü, yabancı maddeden daha fazla olan geçerli paralar ticaret malı olmayınca ağırlıklarına bakılır. Eğer nisaba ulaşırlarsa zekatları verilir, değilse verilmez. Ancak nisabdan az olan bu gibi geçerli paralar yanında zekata bağlı başka mal varsa, ona göre zekat gerekir.
60- Para halinde geçerli olmayan altın ile gümüş, başka bir madenle karışık olunca çoğunluğa göre hükmedilir. Altın veya gümüş yabancı maddeden fazla veya eşit durumda ise, tümü altın veya gümüş hesab edilir. Eğer altın veya gümüş, karıştırılmış yabancı maddeden az ise bakılır: Altın veya gümüş kısmı kıymetçe nisaba ulaşırsa veya ulaşmadığı takdirde, zekata bağlı başka mallar varsa, onlarla beraber zekatlarını vermek gerekir.
Bunlar ticaret mallarından ise, diğer maden kısmı da ayrıca nazara alınır. Bunların altın veya gümüş kısmı, böyle nisab mikdarına ulaşmıyorsa, hepsi ticaret eşyası hükmünde olur. Bu halde ticaret mallarından ise, kıymetleri en az iki yüz dirhem gümüşe denk olmalıdır ki, zekata bağlı olsunlar. Yahut nisaba varmıyorsa, kendileriyle beraber başka ticaret malı veya geçerli para mevcut ise, bunlarla zekata tabi olurlar, değilse olmaz.
61- Altın ile gümüş darbedilmiş geçerli para cinsinden olmamak üzere karışık bir halde bulunursa, bakılır: Eğer yalnız başına olarak altın nisab miktarında ise veya ikisi bir nisab mikdarında olup altın gümüşe ağırlık veya kıymetçe üstün veya eşit ise, hepsi altın sayılır. Ona göre zekat gerekir. Fakat altın nisab mikdarında olmayıp kendisine gümüş galip ise, o zaman hepsi gümüş sayılır.
Örnek: Altın yirmi miskal olduğu halde, gümüş iki yüz veya üç yüz dirhem bulunsa, bunların hepsi altın sayılır (çünkü yalnız başına altın nisabı gerçekleşmiştir. Bu esas alınır.) Yine, altın on miskal olduğu halde, iki veya üç yüz dirhem gümüş kıymetinden daha değerli olsa, yine hepsi altın sayılır. Fakat altın on miskal olduğu halde, gümüş kısmı yüz veya iki-üç yüz dirhem kadar olup kıymetçe on miskal altından daha yüksek bulunsa, hepsi de gümüş sayılır.