Bağış Yap

Amount :
Other : USD

25 Mayıs 2014 Pazar

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 28.Bölüm

Marifetnâme 28.Bölüm

ONUNCU BÖLÜM

Bileşiklerin oluşum keyfiyetini, yani tam bileşik cisimler olan üç bileşiği (mevalid-i selâse) ki maden, bitki ve hayvandır. Hepsini yedi madde ile açıklar.

Birinci Madde

Tabiilerden bulunan bileşikleri tümünün asıllarını ve maddelerini; tam mürekkep cisimlerin cinslerini ve nevilerini toplucu bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Oluşum ve bozuşum âlemi içinde meydana gelen atmosfer ve üç bileşik, yüksek babaların aşağı analarda bulunan tesirlerinin neticesidir. Yani ay feleğinin içinde vücuda gelen bileşik cisimlerin tamı ve tam olmayanı, bütün yedi gezegen yıldızın dört unsurda olan tesirlerinden hâsıldır. Yedi gezegen ise, gece gündüz, Hakk'ın emrine itaatkâr ve boyun eğicidir. Hepsi onun güç ve kuvveti ile hareketli ve tesirlidir. Nitekim Nazm-ı Kerim'inde buyurmuştur: "Güneş'i, ayı ve yıldızları, Allah, emrine bağlı kıldı. dikkat ediniz ki, hem yaratmak hem de emretmek ona mahsustur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne kadar yücedir." (7/54)

BEYT

Çün yedi erden müdam hâmiledir çâr-zen
Tıfl-ı mevâlid hem doğmadadır dembedem

(Yedi erkekten dört kadın sürekli hamiledir. Üç bileşik çocuk sürekli doğmaktadır.) Dört unsur ki, ateş, su, hava ve topraktır. Bu dördün birbiri ile kaynaşıp birleşmesinden meydana gelen tam bileşik cisimlerin, yani üç bileşiğin birincisi maden cinsidir ki, taş nevileri dahi ondandır. Başlangıçta dumanlar ve buharlar, unsurlara geçer ve değişir. Ama dumanlar yerin incelikleridir ki, Güneş'in ısıtması ile havaya yükselir, onunla karışır.

Buharlar, nehir ve deniz sularının incelikleridir ki, yine Güneş'in ısıtması ile havaya çıkıp onunla karışır. Buhar ve dumandan yarı bileşikler oluşur ki, yukarıda açıklanan atmosferdir. Suların özleri karlar ve yağmurlardır ki, yerin karnına çekildiğinde, orada toprak parçaları ile karışarak koyulaşır. Bundan sonra yerin derinliğine sirayet eden Güneş'in harareti o koyulaşan özleri kaynatarak maden, bitki ve hayan maddesi eder. Bu üç bileşik ancak birbirine şaşırtıcı bir tertiple, lâtif nizamla suret bulmuştur. Bütün bunları yapın, zalimlerin söylediklerinden yüce olan, Allah'tır.

Bu kâinatın ilk mertebeleri kesif topraktır. Son mertebeleri temiz nefstir ki, gayet lâtiftir. Zira ki madenlerin evveli toprak ve suya, sonu bitkiye bitişiktir. Bitkileri nevveli madene ve sonu hayvana bitişiktir. Hayvanların evveli bitkiye ve sonu insana bitişiktir. İnsanî nefislerin evveli hayvan ve sonu melekî temiz nefislere ulaşır. Olgunluğu ancak onda hâsıldır.

NAZM

Bu kâinat-ı cihan hep tebeddül eyler ümîd
Semadan arza dek ve zerrelerle tâ hurşîd

Cihan kevn ve fesâd içre cümle rağbetle
Kemalini talib eyler mürebbiden cavid

Kemal-i hak nebat ve kemal-i hayvandır
Kemal-i hayvan insandır oldur asl-ı nüvîd

Kemal-i âde olur hem visâl-i aşk-ı cemil
Ki oldur asl-ı muradât gayet-i her ümid

Çü bahr-i mevc olur ondan buhar ve gıym ve matar
Matar ki sel olur aslın bulur garib ve bayid

Çü aşk seyreder eşyayı devreder daim
Her anda kevn ve fesad oldu başka halk-ı cedîd

O ki cihanı bu hikmetle seyreder Hakkı
Ol ehl-i dildir o vası-i dil oldu arş-ı mecîd

(Bu cihan kâinatı ümit hep değiştirir; gökten yere dek zerrelerle ta Güneş'e. Hepsi, oluşum ve bozuşum cihanı içire rağbetle, dai-i Mürebbi'den 
kemalini ister. Toprağın kemali bitkidir, bitkinin kemali hayvandır, hayvanın kemali insandır; müjdenin aslı odur. İnsanın kemali, Celil'in aşkına ulaşmaktır ki odur muratların aslı ve her ümidin gayesi. Çünkü dalgalı deniz olur ve ondan buhar, bulut, yağmur veysel olur, aslını bulur ve uzak ve yakın. Aşk, eşyayı seyreder ve sürekli devreder. Oluşum ve bozuşum her anda yeni ve başka bir yaratılış oldu. Ey Hakkı! O ki, cihanı bu hikmetle seyreder; o, gönül ehlidir.O geniş gönül, Mecid'in arşı oldu.)

İkinci Madde

Üç bileşiğin ilki olan madenlerin durumlarını ayrıntılı olarak ve çeşitlerin toplu olarak bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Üç bileşiğin başlangıcı bulunan madenlerin cümlesi, yerin içinde hapsolan buhar ve dumanlardan oluşan cisimlerdir ki, nicelik ve nitelikte muhtelif bulunan karışımlar ve bileşimler olmuştur. Eğer bileşimi kavi olup, çekiş kabul ederse, yedi meşhur cisimdir ki: Altın, gümüş, bakır, kalay, demir, kurşun ve tunçtur. Bileşimi kavi olup, çekiçle ezilmezse, taş cinsidir ki: Elmas, la'l, yakut, zümrüt, zebercet, seylan ve pîruze gibidir. Eğer buhar, duman üzere üstün gelirse; yeşim, mermer, billur, civa vesair şeffaf olan cevherler oluşur. Eğer duman buhar üzere üstün olursa; tuz, karbonat, kükürt, nişadır ve şap gibi. Bazı taşlar, rutubetle çözülür; tuzlu cisimler gibi. Bazısı ateşle çözülür; kalsiyum ve kükürt gibi. Yumuşak ise, cıva olur.

Bütün madenlerin asılları, bir miktar yer içinde oluşup durdukta; onlardan füruu, asırların geçmesiyle zeminin dibine girip ve inip gitmektedir. Nitekim bütün bitkilerin ve ağaçların asılları, yerin altında oluşup, bir süre durduktan sonra onlardan füruu ve dalları zamanların geçmesiyle havaya çıkmaktadır.

Yedi meşhur cismin oluşumu, ancak cıva ile kükürdün nicelik ve nitelikte farklılıklarından ve karışmalarından hâsıl olur. Cıvanın oluşumu, o su parçalarındandır ki, toprağın ince parçalarına karışıp, yüksek hareketle kaynaşmıştır. Kükürt ise, şiddetli hareketle karşılaşan ve su toprak parçalarından oluştur ki, sıcaktan yağ gibi olmuştur.

Şeffaf ve katı cisimlerin oluşumu; o tatlı sulardandır ki, madenlerde sert taşlar içinde nice bin yıl uzun bekleyişle safa bulup, madeni, hareketinden taşlaşmıştır. Şeffaf olmayan cisimlerin oluşumu; o yapışkan çamurla suyun kaynaşmasındandır ki, Güneş'in harareti ona, nice bin sene tesir etmiştir.

Rutubetle ayrışan cisimlerin oluşumu; yerin yakıcı ve kuru maddelerine suyun şiddetli karışımından hâsıl olur.

Yağlı cisimlerin oluşumu; yerin içinde bekleyen rutubetlerdendir ki, madenin hararetiyle incelip ve çözülüp, bölgenin toprağına karıştığında, madenin harareti onu, pişirmekle yağ gibi koyu olmuştur. Şu halde altın madeni, dağlar içinde ve yumuşak taşlı, kumlu yerlerde oluşur. Gümüş ve benzerleri, dağların içinde yumuşak toprak ile karışan taşlar içine oluşurlar. Kükürt madenleri; nemli, ıslak, yağlı ve yumuşak toprakta oluşurlar. Tuz, yumuşak yerlerde hâsıl olur. Kireç madeni, kireç ile karışan kumlu yerlerde oluşur. Zaclar ve şaplar, kıraç ve sert yerlerde vücuda gelirler.

Bu kıyas üzere her maden, bir bölgeye mahsus bulunmuştur. O madenin oluşumu, o bölgenin özelliklerinden bilinmiştir. Tek tek çok olmalarına rağmen, madenler üç neve münhasır kılınmıştır: Katı madenler, taş madenler, yağlı madenler.

Üçüncü Madde

Madenlerden katı cisimlerin oluşumunu, tabiatlarını ve vasıflarını bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Üç tür madenden evvelkisi katılardır ki, adı geçen yedi meşhur cisimdir. Onların hepsi ancak kükürtler ile cıvadan oluşurlar. Eğer kükürt ve cıva saf olup, birbirine tamamen kaynaştılarsa, yer, suyun rutubetini çeker ki; o kükürt, o cıvanın rutubetini emdiyse ve o kükürdün boyama gücü olup, cıva ile uygun bir ölçü bulduysa, madeni, hararetiyle nice bin yıl pişip yandıysa, o kaynaşıp sarı altın olur. Eğer kükürt ve cıva safî olup, tamamen karıştıysa, ölçüleri de uygun gelip uzun zamanda pişip yandılarsa ve kükürt beyaz olup, rutubetten kaldıysa, o kaynaşıp, beyaz gümüş olur. Eğer pişmezden önce ona soğuk isabet ederse, kaynaşıp tunç olur. Eğer cıva saf ve kükürt bozuk olup, piştiyse bakır oluşur. Eğer bozuk kükürt yanmadıysa, kalay oluşur.

Eğer kükürt ve cıva ikisi de bozuk olursa, kurşun hâsıl olur. Şu halde katı madenlere ârız olan farklılık, kükürt nevileriyle cıvanın ya niceliklerinden veya keyfiyetlerinden hâsıl olduğu tecrübe ile bilinmiştir. Ama katıların sultanı bulunan altının tabiatı sıcak, yumuşak ve latiftir. Ateşle yanmaz. Su zerreciklerinin toprak zerreciklerine şiddetli kaynaşmasından, ayrışmasına ateş bile kâdir olmaz. Toprak içinde bin yıl kalsa çürümez, paslanmaz. Rengi sarı ve berraktır. Tabiatı tatlı, kokusu hoştur. Cismi paktır. Lekesi olmaz. Ağırdır. Kendi güzeldir. Değerlidir. Şu halde tabii harareti, ateş rengi sarılığı olduğundandır. Yumuşaklığı, yağlılığı fazla olduğundandır. Berraklığı, suyu saf kaldığındandır. Tadının tatlılığı ve kokusunun temizliği kükürdünün saf olduğundandır. Letafet ve nezafeti, cıvası saf ve pak olduğundandır. Ağırlığı, topraktan olmasındandır. Güzellik ve değeri, tabii nefsin ona şua saldığındandır. Bu sarı altın, nakittir. İki cihanın ender sermayesidir. Eşyanın en değerlisidir. Hüda'nın nimetlerinin en şereflisidir. Zira ki sarı altın, din ve dünyanın kıvamıdır. Alem halkının nizamıdır. Her iklimde revaç bulmuştur. Herkes ona muhtaç olmuştur. Dünya erkeklerine kuvvet ve izzettir. Süs isteyen kadınlara lezzettir. Nitekim denilmiştir:

NAZM

Ey altın bütün lezzetlerin toplayıcısının
Cihandakilerin her zaman sevgilisi sensin
Şüphesiz Hüda değilsin velakin Hüda'ya yemin olsun
Ayıpların örtücüsü ve ihtiyaçların kadısısın

Beyaz gümüş: Madeninde maddesi olan kükürt beyaz olmayıp, karışım parçaları eksik kalsa, o sarı altın olurdu. Gümüş, sürekli ateşle erir. Toprak içinde uzun zamanla çürür, beyazlığı simsiyah olur. Zira ki, Lekesi en yakınına gider. Ona cıva yaklaşsa çekiç kabul demeyip, kırılır. Kükürt isabet ettiğinde, beyaz gümüş iken simsiyah olur.

Bakır: Gümüşe yakındır. Farkı, sadece renginin kırmızılığı, kirinin çokluğu, tabiatının kuruluğu, tadının kekreliği ve kokusudur. Onun kırmızılığının fazlalığı, kükürdünün hareketindendir. Şu halde onu, beyazlatmaya ve yumuşatmaya gücü yeten kimse, her ihtiyacına zafer bulmuştur.

Demir'in siyahlığı, hararetinin aşırılığından bilinmiştir. Diğer katı madenlerden ziyade sulu bulunmuştur.

Kalay: Beyaz gümüş cinsindendir. Lâkin ana karnında cenine âfet erişip zayi olduğu gibi yerin karnında gümüşe üç âfet eriştikte kalaya dönüşür. Üç âfet: Değişken su, kötü kokuya rehavettir.

Kurşun: Bozuk sınıfıdır, oluşumu ve bozuşumu onun gibidir.

Tunç: Tabiatı hepsinden daha soğuk ve daha kurudur. Kokusu dahi pistir. Allah'ın sanatının tefekkürü için katıların durumları bu miktar yeterlidir.

Dördüncü Madde

Madenlerden taş cisimlerin oluşum ve renklenişini kısaca bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Bütün şeffaf taşlar, yağmur sularından yerde hapsolan rutubetlerden oluşup, doğarlar. Şeffaf olmayan taşlarsa, Güneş'in hararetinin tesiriyle olan su ve yapışkan çamurun birleşmesinden oluşurlar.

Şeffaf taşları oluşumu ve renklenişi, yağmur suları ve rutubet, zemin ve maden taşları ve mağaralar içinde hapsolup; madenler ile karışmayıp, nice bin yıl onda kalmakla ziyade safa ve sertleşme ve katılık kazanıp, onlardan öyle sert taşlar oluşur ki, su ve ateş ile etkilenip kırılmazlar. Muteber cevherle olup, yerde kalmazlar. Renklerinin farklılığı, gezegenlerin ışıklarıyla vücut bulmuştur. Her yıldız cevherlerin nice nevillerine delalet edip, şuasını o dağlar üzerine salıp, o madenlere böyle istila etmiştir. Zira ki, Zühal'in siyahlığı, müşterinin yeşilliği, Merih'in kırmızılığı, Güneş'in sarılığı, Zühre'nin maviliği, Utarit'in rengi ve ayın beyazlığı onları renklendirmiştir.

Cevherlerin çeşitleri oldukça çoktur. Hepsinin sultanı ve kıymette pahalısı elmas cevheridir ki, madenlerin tümünden daha sert ve daha kavi muayene kılınmıştır. bütün madenlerden daha değerli ve daha saf yaratılmıştır. Hepsine üstün ve etkili iken, fakat kurşunla mağlup ve etkilenmesi Hak'kın gayretinden bilinmiştir. Buna yakın cevher zümrüttür ki, ona bakanın gözü nur ve gönlü sürur bulur. Şuasından yılan kör olur. Zümrüt cevherinin faydaları ve özellikleri çoktur. Lakin burada kısa kesilmiştir.

Şeffaf taşların doğuşu, yukarıda anlatıldığı üzere, zamanların geçmesiyle Güneş'in hararetinin tesirlerinden kaynaşan su ve yapışkan çamurdandır ki; o çamur taşlaşıp kalmıştır. Nitekim ateşin tesirinden soğuk süt yoğurt olmuştur. Taşların farklılığı, yerlerine bağlıdır. Eğer yer, toprak ve sıcak çamurdan bulunduysa, mutlak taş olunur Eğer sıcak yerde olursa, ondan tuz ve şaplar oluşur. Eğer kıraç yerlerde bulunduysa,o yapışkan çamurdan kırmızı, sarı ve yeşil zaclar oluşur. Şu halde her yerin bir başka özellikleri vardır ki, onları yaratan alemin yaratıcısı Allah bilir. Kâh olur ki, taş suda oluşur. Bunun sebebi, o suyun veya o yerin özelliklerindendir. Kâh olur ki, havaya yükselen duman zerreciklerinin sıcaklığı soğuk isabetiyle soğuyup, havada taş oluşur, düşe ki, taş yağdı derler. Kâh olur ki, yıldırım ile taş veya demir yahut bakır vâki olur. İmdi, madenlerin üç çeşidinin ikinci türü olan taşlar, bu kadarca açıklama üzerine kısa kesilmiştir.


 Madenlerin üçüncü çeşidi bulunan yağlı cisimler, unlara kıyas ile tamamıyla atlanmıştır. Zira ki madenlerin sınıfları, unsurların mizaçlarının itidalinden uzak olduğundan, gayet çok bulunmuştur. Bitkilerin cinsi, mizaç itidaline yakın olduğundan çeşitleri onlardan az bulunmuştur. Hayvan cinsi mizaç itidaline bitkilerden daha yakın olduğundan, çeşitleri dahi ondan daha az olup, 18.000 türü bulunup, her çeşidi, bir âlem olarak isimlendirilmiştir. Bir türü dahi, insanlık âlemi bilinmiştir. Bu insan cinsi, mizaç itidalinin olgunluğu üzere bulunduğundan, fertleri hepsinden az olup, daha izzetli ve nâdir bulunmuştur.

Şu halde Yaratıcı'nın sanatını düşünmek için madenlerin durumları bu miktar ile yetinilmiştir. Zira ki Allah'ın kudreti sonsuz bilinmiştir.
Beşinci Madde

Üç bileşiğin ikincisi olan bitkilerin durumlarını topluca bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Üç bileşiğin ikincisi bitkilerdir. Onların bir şuursuz kuvveti vardır. Yani bitki cinsinin bir tabiatı vardır ki, ondan farklı hareketler ve değişik âletler vasıtasıyla muhtelif hareketler çıkar. O kuvvete bitkisel nefs derler ki, o tabii cismin ancak doğuş, artış ve beslenme yönünden ilk kemalidir. Ve bitkisel nefsin gıda kuvveti vardır ki, şahsın bekası onunladır. Bu o kuvvettir ki, su gibi olan öteki cismi kendi bulduğu cismin miraç, kıvam, renk ve cevheri benzerine değişip, tabii hararetle cisminden çözülen eksikliğe bedel, ona benzediği ile yapışır. Onun namlı kuvveti vardır ki, şahsın olgunluğu onunla hasıldır. Bu o kudrettir ki, olduğu cismi uzunluk, genişlik ve derinlik taraflarından artırır. Tâ o cisim tabiatı gereğince yetişme olgunluğuna ulaşıncaya dek gider. Onun üreme kuvveti vardır ki cinsinin bekası onunladır. Bu o kudrettir ki kendi cisminden bir cüzü olup, kendi benzeri vücut bulmak için başlangıç ve madde olur. Ona bitki tohumu denir. Beslenme kuvveti, besinleri çeker. Sonra tutar. Sonra hazmeder. Sonra fazlasını atar. Şu halde onun dört hizmetçisi vardır ki; çekme kuvveti, tutma kuvveti, hazım kuvveti ve atma kuvvetidir. Namlı kuvvet, bitki yetişme olgunluğunu bulduğunda duraklar. Ama beslenme kuvveti âciz oluncaya dek işini sürdürür. O âciz olduğunda bitkiye ölüp erişip, kurur.

Bütün bitkiler, yerin bir miktar derinliğinde oluşup eğlendiğinde yavaş yavaş havaya çıkar. Ama bitkilerin bütün sınıf ve çeşitlerinin sınırını ve hesabını ancak onların yaratıcısı bilir. Doktorlara lazım olan bazı parçalar ve ilaçlar, özellikleri ile tıp kitaplarında yazılmıştır. Halka lazım olan sebzeler ve meyveler, bütün vasıfları ile insanların dillerinde meşhur olduğundan, bitki cinsinin türü ve sınıflarının isim ve özelliklerini saymakla mevzu uzatılmayıp: Tek yaratıcısına ve Allah'ı bilmeye vesile olmak için kühn ve mahiyetini bu miktarca açıklama ile yetinilmiştir. Nitekim bitki cinslerine ibretle bakmak için denilmiştir.

BEYT

Her bitki ki yerde biter
Allah birdir ve benzersizdir der

BEYT

Akıllı olanın gözünde ağazların yeşil yaprakları
He yaprağı Allah'ı tanıtan bir defterdir.

Altıncı Madde

Üç bileşiğin üçüncüsü olan hayvanların durumunu topluca bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Üç bileşiğin üçüncüsü hayvan cinsidir ki, o hayvani nefstir. Mümtaz olmayan nefs, tabii cismin ilk kemalidir. İradi hareketle hareket eder. Bu hayvani nefs için mahsus olan eserlerden iki kuvveti vardır ki: Anlama kuvveti ve hareket kuvvetidir. Anlama kuvveti, ya bedenin dışında olur veya içinde olur.

Bedenin dışında olan beş kuvvettir ki: İşitme, görme, koklama, tatma ve dokunmadır.

İşitme bir kuvvettir ki: Kulağın alt yüzeyinde döşenmiş olan sinirlerde konulmuştur. Bu sinirlerde davul gibi hava hapsolmuştur. Eğer şiddetli mağaradan veya kuvvetli kaleden hasıl olan sesin keyfiyeti ile nitelenen hava dalgalandığında, yakın olursa, o sinirlere ulaşıp onu titrettiğinde orada bulunan işitme duyusu o sesi idrak eder.

Görme bir kuvvettir ki; Dimağın önünde bitip birbirine yaklaşması ile rastlaşıp ve kesişip ondan uzaklaşmakla gözün yağ tabakalarına ulaşan iki içi boş sinirin ulaştığı yerde konulmuştur. Ona iki nurun toplanması dahi derler.

Koklama bir kuvvettir ki: Dimağın önünde olan ee başları gibi iki fazlalık içere konulmuştur.

Tatma bir kuvvettir ki: Dilin cismi üzerine döşenmiş olan sinirler içinde bulunur. Onun idraki tükürük rutubetinin aracılığı iledir. Ona yiyecekten ince zerrecikler karımış olup, ondan dilin cismine değdiğinde, yiyeceğin tadını hisseder.

Dokunma bir kuvvettir ki; Hayvan cisminin çoğuna karışmış olan sinirlerde konulmuştur.

Hayvanın içinde olan kuvvetler beştir ki: Müşterek his, hayal, vehmetme, hafıza ve tasarruftur.

Müşterek his bir kuvvettir ki: Dimağda olan üç boşluğun birinci boşluğu önüne bağlanmıştır. Dış duyulara ulaşan suretlerin hepsini, müşterek his, kabul edip iç güçlere tevzi eder.

Hayal bir kuvvettir ki: Dimağın birinci boşluğunun sonunda konulmuştur. Hissedilen bütün suretleri, müşterek histen alıp, bu suretlerin kaybolmasından sonra hepsini korur, nakşeder, tasvir eder ve temsil eder. Bu hayal, müşterek hissin hazinesidir.

Vehmetme bir kuvvettir ki: Dimağda olan orta boşluğun sonunda konulmuştur. Bu kuvvet, hissolunanlarda mevcut olup, dış hislerle idrak olunmayan cüzî mânaları idrak eder. Nitekim vehmetme kuvveti hükmeder ki, kurt kendisinden kaçılması gereken bir hayvandır.

Hafıza bir kuvvettir ki: Dimağın arka boşluğunun önünde konulmuştur.

Vehmetme kuvvetinin cüzî mânaların hissolunamayanlarından idrak ettiklerini hıfzeder. Bu hafıza, vehmetmenin hazinesidir.

Tasarruf bir kuvvettir ki: Dimağdan orta boşluğun önünde konulmuştur. Bu kuvvetin durum ve şânı, hayal ve hafızadan olan suret ve mânaların bazısını bazısına bileştirip, bazısını bazısından ayırmaktır. Eğer bir tasarruf etme kuvvetini, akıl, kendi algıladıklarında kullanırsa buna: Düşünme derler. Eğer bunu, vehmetme kuvveti, kendi hissetliklerinden kullanırsa buna: Hayal etme derler.

Hayvanî nefsin hareket etme kuvveti iki kısımdır ki: Sebep olucu kuvvet ve yapıcı kuvvettir. sebep olucu ki, şevk kuvveti dahi derler, o bir kuvvettir ki, kaçan hayalde istenen bir suret veya istenmeyen bir suret resmolunsa, yapıcı kuvveti azaları tahrike sevk eder. Eğer sebep olucu, yapcıyı lezzetlerin meydana gelmesi için olan hayal edilen yararlı eşyayı veya zararlıyı isteyecek tahrike sevk ederse, ona: Şehvanî kuvvet derler. Eğer sebep olucu, yapıcıyı üstün istek için hayal olunan zararlı eşyayı veya faydalıyı defedecek tahrike sevk ederse, ona: Gazap kuvveti derler. Yapıcı, bir kuvvettir ki; sinir, bağ, et ve zardan bileşen kasları, sıkmak ve gevşetmekle azaların hareketi için hazırlar.

Yedinci Madde

Hayvan cinsini en şerefli nevileri ve en güzel sınıfları bulunan insan fertlerinin mahiyetini topluca bildirir:

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Hayvan cinsinin en güzel nevileri bu insan nevidir ki, varlıkların şerefi, kâinatın neticesi ve konuşucu nefse sahip ve ayna odur. Konuşan nefs, bir cevherdir ki: Kendisi hattızatında maddeden mücerrettir. Lakin işlerinde maddeye yakındır. Külli işleri ve mücerret cüz'ileri idrak edip, fikri işler etmek yönünden vasıta ve âlet olan tabii cismin ilk kemalidir. Bu konuşan nefsin akıl edici bir kuvveti vardır ki, onunla tasavvur ve tasdik edilen işleri idrak eder. Bu kuvvete nazari akıl ve nazari kuvvet derler. Konuşucu nefsin bir yapıcı kuvveti dahi vardır ki, onunla insan bedeni cüz'i fiillerden yana kendine mahsus olan görüş ve itikat gereği üzere tahrik eder. Bu konuşucu nefsin akıl edilenlerin tümünden halî olup, çocuğun yazı yazma istidadı gibi akıl edilen şeylerin hepsine istidadı olmasıdır. Bu mertebede ona kaos akıl derler. İkinci

mertebesi: Ona bedihi akla uygun şeyler hasıl olup bedihi olanlardan, fikir ile nazarıyata geçiştir. Bunda, ona, meleke ile akıl derler. Bu akıl öyle latif olsa ki, ona bütün nazarıyat düşünmeden hasıl olup, fikre ihtiyacı kalması, buna; Kutsî kuvvet derler. Üçüncü mertebesi; Ona akla uygun nazarî şeyler mütalaasız hasıl olup, yanında bi haysiyetle saklanmaktır ki, istediğinde ihtiyaçsız hepsini hazır etmesidir. Bunda nefse: Fiille akıl derler. Dördüncü mertebesi: kazanılmış, akla uygun şeyleri mütala etmesidir. Bu mertebede konuşucu nefse: Mutlak akıl derler.

Hayvanların bütün nev'i ve isimlerini, tabiat ve şekillerini, vasıf ve durumlarını ancak onları yaratan Allah Teâlâ Hazretleri bilir. Bazı kitaplarda yazılmış ve dillerde meşhur olan budur ki: Hayvan cinsi 18.000 nevidir.Her türü başka alemdir. Şu halde toplamı 18.000 âlem olur. Bu 18.000 âlemi icad ve halkedip, sayısı hesaba gelmeyen sınıfları ve ferteri her an dirilten, terbiye eden ve öldüren Allah'ın kudret ve azametini fikretme ve düşünmeye vesile olmakla; büyük âlemin durumları ve içinde bulunan âlemleri bu miktar açıklama ile yetinilip, sonsuz sırların hakikatleri ve bediî sanatların yaratıcısı bulunan cismanî âlem ilminde sınırsız deniz olan rabbanî hikmete bundan ziyade dalınmayıp; kâinatın aynası olan birinci kitap burada bitmiştir. Zira ki, insanın zarfı ve kabuğu bulunan felekler ve unsurlar âleminden geçilip, insanın emrinde olan madenler, bitkiler ve hayvandan geçilip, cihanın özlerinin öçü nişansız sultanın dergah ve kapısı olan insanın can ve cisminin anatomi ilmine girilmiştir. Çünkü yüce istek ve en kısa maksat Hazreti Mevla'nın huzuru bulunmuştur. Şu halde âlemin yaratıcısından gaflet edip, âlemin durumları ile meşgul olmak; padişahın huzurunda bulunan köle, sultandan yüz döndürüp sarayın süslerini seyre dalıp kalmak misali bilinmiştir. Nitekim şu beyitler ile ona işaret kılınmıştır:

BEYT

Hanenin lazım olan sahibidir
Bilmeyen hanesinin talibidir

Tâ ki bu cihan hey'etine olmalı hayran
Eflâk u dil câna gel et âlemi seyrân

(Lazım olan evin sahibidir. Bilmeyen evi ister. Bu cihanın yapısına hayran olmalı. Gönül ve can göklerine gel, âlemi seyret.)

NAZM

Nazar eyle bu devr-i eflâke / Daire oldu nokta-i hâke
Daire içre âlem-i imkân / Alem içre behâim ve insan
Oldu insan içinde arş-ı âzîm / Kâbe'tullah yani kalb-i selîm
Kalb içinde muhabbet-i şüphân / Ahsen'el-hâlikîn ve âlişân
Anın ile vücuda geldi cihân / Bahr ile sanki mevc-i bîpayân
Katreden âdemi kılur peydâ / Anı bahr-ı ulûm eder mahzâ

(Bu dönen feleklere bak, toprağın noktasına daire oldu. İmkân âlemi daire içinde âlem içere hayvanlar ve insanlar: İnsan içinde oldu büyük arş, Allah'ın kâbesi yani selim kalp. Kalp içinde şanı yüksek, yaratıcıların en güzeli sübhan olan Allah'ın sevgisi vardır. Onunla cihan vücuda geldi; sanki denizle ölçüsüz dalga. Damladan insanı peyda eder, onu ilimler denizi kılar.)

NAZM

Kendedir cehl ile zulmet nefs-i şebânındadır
Kandedir ilim ile hikmet bil ânı cânındadır
Zâhiren ahkâm-ı eflâkin eğer mahkûm isen
Bâtınen ây u gün felekler cümle fermanındadır.
Sûretâ bu harman-ı âlemde sen bi danesin
Mânâ yüzünde ne kim var cümle harmanındadır
Saykal ur mirât-ı kalbe taşraya bakmağı ko
Sen sana bak cümle âlem halkı divanındadır
Vech-i Hakk'a âyinesin sen özünü bir hoş gözet
Men arafe sırrındaki mâden senin kânındadır

(Bilgisizlikle karanlık nerdedir? Doymayan nefsindedir. ilimle hikmet nerdedir? Onun canındadır bil. Görünüşte feleklerin hükümlerinin mahkumusun, aslında ay, gün ve felekler hepsi senin fermanındadır. Sureta bu âlem harmanında bir tanesin. Mâna yüzünde ne varsa hepsi senin harmanındadır. Kalp aynasına cilâ vur, dışarıya bakmayı bırak. Sen, sana bak; âlemin bütün halkı divanındadır. Hakk'ın yüzüne aynasın sen. Özünü iyice gözet, "kendini bilen, Rabbi'ni bildi" sırrındaki maden, senin kanındadır.)

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 27.Bölüm

Marifetnâme 27.Bölüm

DOKUZUNCU BÖLÜM

Yeni astronominin şöhret bulduğunu, kaidelerinin kolay ve muhtasar olduğunu; yerin dönüşüle hareket kıldığını ve yerin ekseninin, âlemin eksenine paralel ve kutbuna karşı olduğunu; yeni astronomların bunu ispat ettiğini; gezegenlerin bu astronomiye nispetle duyduğunu, geri döndüğünü ve düz gittiğini; bu yeni astronomiye itirazlar olup, hepsine cevap verildiğini; feleklerin tabiatlarında astronomların ihtilaf kıldığını dokuz madde ile açıklar.

Birinci Madde

Yeni astronominin şöhret bulup itibar kazandığını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozof ve astronom olan eski ve yeni bilginler, esiri cisim küreleri (felekler) ve unsurî cisimlerden (dört unsur) ibaret olan âlem küresinin yapı ve mahiyetini, konumlarını tertibini ve tavırlarını; hareket ve duruş halindeki keyfiyetlerini; sair gizli durumlarını açıkladıklarında iki görüşe ayrılmışlardır. Filozofların çoğunluğunun isabetli görüşleri üzere birini seçip onda karar etmeleriyle, eski astronomi nâmıyla şöhret bulmuştur. Bu görüşü seçen eski astronomidir ki, kendini tanımak ve Allah'ın yarattıklarını düşünmek için bu "Marifetnâme" de buraya gelinceye dek, yazılmış ve açıklanmıştır.

İkinci görüşe meyl ve rağbet eden filozofların görüşlerine göre: Ateşten ibaret olan Güneş'i, bütün unsurların en mükemmeli, bütün cisimlerin merkezi olmak üzere, âlemin merkezinde hareketsiz durup topzemini, Güneş'in çevresinde gezegenlerden biri gibi hareketli ve dönücü; gökleri bir hal üzere hareketsiz farz ve itibar etmişlerdir. Sonra, bu görüşlerine düzen verip sağlamlaştırmak için çalışıp ihtimam ettikçe, sade dil olan avam, onlara, ta'n ve saldırı taşlarını vururlardı. Zira ki onlar, halkın akıl ve idrakine muhalif ve gördüklerine aykırı olan yerin hareketine kail olurlardı. Böylece insanlardan soğukluk ve öfke ve buğz bulurlardı. Lakin bu cümle ile bile, eski zamandan son günlere gelinceye değin yerin döndüğü konusunda görüşler eksik olmayıp; Eflatun dahi ömrünün sonunda yerin hareketine kail ve bu görüşe yönelmiştir. Asırlar ilerledikçe devirler geçtikçe, rasatçılık gelişmiş ve gözetleme işleri sürmüş olup, feleklerin durumları belirlenmiş olup; sonraki bilginler zamanında rasat âletleri ve kanunları fazla ihtimam ve tecrübe edilip, gerekli gözlemlerle feleklerin durumları nizam buldukça, ikinci görüş bir mertebe revaç bulmuştur. Böylece sonrakiler çoğunun tercihi olup, yeni astronomi nâmıyla yaygınlaşıp, meşhur olmuştur. Hata bu görüşe katılanlar, âlemin yapısını taklitle evlerinde ve kiliselerde çerağ ve ateş yakarlar imiş. Ancak gaflet olunmasın ki, bu durumlara itikat ve itimat etmek, dini işlerden ve kesin şeylerden değildir. Zira ki, âlem küresi ne şekil ve yapıda olursa olsun, gök ve yer cisimlerinin terkibi her ne keyfiyette bulunursa bulunsun ve bu çarh-ı felek her ne takdir ile dönerse dönsün; hiçbir zaman âlemin sonradan yaratıldığını inkâra mecal olmadığına ve bütün bunları Allah'ın olgun bir şekilde yarattıkları olduğundan gayri hayal, muhal bir iş olduğuna itimat ve itikat etmek dinî gereklerden ve kesin işlerdendir. Filozofların bu cihanı çeşitli biçimlerde anlatması, cihanın yaratıcısının acayip sanatındandır. Bu âleme ne zan ile bakılsa, o yönle devranı âlemin yaratıcısının kudretinin kemalindendir.

İkinci Madde

Yeni astronominin kaidelerinin kolay ve mazbut olduğunu bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlar demişlerdir ki: Önce Güneş sabit bir yıldız bulunmuştur ki, âlemin merkezinde, ortada, kuşatıcı ve sâkin konulmuştur. Bundan sonra Güneş'e yakın olup, Güneş'in cismini lâvi bulunan Utarit dairesinin dairesidir. Burada Utarit yıldızı, Güneş'in çevresinde seyr ve deveran edip, üç ayda dairesini kat eder görünmüştür. Bundan sonra Utarit'in dairesini kuşatan Zühre dairesinin dairesidir. Zühre, dairesinin sekiz ayda dolaşır. Bundan sonra Zühre'nin dairesini kuşatır bir büyük daire ispat olunmuştur. Yerküre su ve hava unsuruyla kuşatılmış olup, onlarla beraber yıldız misali geniş daireyi bir sene tamamında dolaşır bulunmuştur.

Yine bu büyük daire üzere yer cisminin çevresinde ayın dairesi tayin olunmuştur. Ay dahi, yeri, kendisine merkez edip, çevresinde seyr ve deveran edip bir ayda tamam kendi dairesini kat eder bulunmuştur. Bundan sonra Merih dairesi, yerin büyük dairesini kuşatıp; Merih yıldızı iki seneye yakın zamanda, kendi dairesinde bir devresini tamam eder, bulunmuştur. Bundan sonra Merih dairesini kuşatan müşteri dairesidir ki, müşteri yıldızı o özel dairesini 12 senede kat eder müşahede kılınmıştır.

Bundan sonra müşteri dairesini kuşatanzühal dairesidir ki, o yıldız, o dairesini otuz senede kat eder hesap olunmuştur. Bu yıldızlardan başka, yerin büyük dairesinde zikrolunduğu üzere, ay, yeri merkez edip, çevresinde seyir ve deveran eylediği misali dört yıldız, müşteriyi; beş yıldız, Zühal'i merkez edinip; dördü müşteri etrafında ve beşi Zühal etrafında hareket eder ve döner görünmüştür. Bu dokuz yıldız, sonraki bilginler zamanında asat olunmuştur. Yeni isimlerle bunlara: Aycıklar adı verilmiştir.

Bütün bunlardan sonra bu dairelerin tümünü kuşatan sabit yıldızlar feleği burçlar göğünden bilinmiştir. Onun kalınlığı, hoşluğunun genişliği sayısız sabi yıldızlarla süslü bulunmuştur. Sabit yıldızlardan her biri, büyük bir Güneş cismi menendi olup, âlemin merkezinde konulmuş ve kuşatıcı Güneş'in beyan olunan tavır ve tarzı üzerine, basitlerden her birinin cismi çevrecinde, nice gezegen yıldızın hareket ve dönüş üzere oldukları rasat üzere bilinmiştir. Bu görüşe göre, âlemin yapısını tahlil içi vaz olunan şekiller ve daireler, bu bölümün sonuna bırakılmıştır.

Üçüncü Madde

Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlar demişlerdir ki: Evvela yerküre kendi büyük dairesi üzerinde hareketiyle, batıdan doğuya hareket edip, burçlar dairesini beher gün terti üzere kat ederek, sene tamamında o büyük dairesini tamamen bir kere devreder bilinmiştir. ikinci olarak, yer o senelik hareketinden başka, yine batıdan doğuya kendi ekseni üzerinde hareketiyle dönüp, beher gün 24 saatte bir dönüşünü tamam eder hesap olunmuştur. Yer, günlük hareketiyle batıdan doğuya hareket eylediğinden, bize nispetle Güneş ve bütün yıldızlar günlük hareketle doğudan batıya hareket eder görünmüştür. Yerin bu iki hareketinin misali budur ki: Mücessem bir küre, düz bir araziye atılıp, çevresinde dönüyor farz olunsa, dönen küre, o düz yerin uzunlamasına meydanına tamamen geçinceye dek kendi ekseni üzere hareketiyle dönüp, dolanmadan geri kalmadığı gibi; yerküre dahi kendi büyük dairesinde batıdan doğuya hareket ve seyir ile burçlar feleğinin meydanını tamamıyla dolanıncaya dek, kendi merkezi çevresinde kendi ekseni üzere dönüp, sürekli dolanır bulunmuştur. Çünkü yer, Güneş ile burçlar feleği arasında vâki bulunmuştur. Çünkü yer, Güneş ile burçlar feleği arasında vâki bulunmuştur. Şu halde yer, burçlardan birinin hizasına gelse, kaçınılmaz olarak o vakitte Güneş, o burçların karşısında olan burcu gelir görünmüştür. Mesela yer, koç ile Güneş arasında bulunup, koçun hizasında iken, elbette Güneş onun karşısında olan terazide bulunmuştur. Bunun gibi yer, Yengeçte olduğunda yani yengecin hizasına geldiğinde, elbette o anda Güneş, yengecin karşısında olan oğlak burcunda gözlenmiştir.

Velhasıl yer, kuzey burçlarının birinin hizasında olduğunda, elbette o esnada Güneş dahi kuzey burçlarının karşısında bulunan güney burçlarının birinde görünmüştür. Aksi dahi buna kıyas ile bilinmiştir. Güneş'in kuzey burçlarında sekiz-dokuz gün kadar fazla eğlenmesi, yerin güney burçlarında o kadar zaman gecikmesinden bulunmuştur. Zira ki yer, güney burçları hizasından hareket ederken senelik dairesini bir miktar genişletmekle, dairesinin güney yarısında ziyadece duraklamak lazım gelir bilinmiştir. (Durumun hakikatini en iyi Allah bilir.)

Dördüncü Madde

Yerkürenin ekseni, senevî dairesinin üzerinde gün eşitleyici dairenin eksenine paralel; kutupları, kutuplarının hizasında olduğunu ve onunla gece ve gündüz saatlerinin muhtelif olup, dört mevsimin oluştuğunu bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlar demişlerdir ki: Yerkürenin ekseni, senelik dairesinin üzerinde kendisine ve gün eşitleyicinin yani âlemin eksenine paralel ve kutupları kutuplarının hizasında bulunmuştur.

Yerin kuşağı olan ekvator, senelik dairesiyle gün eşitleyicinin yüzeyinden güney ve kuzeyde bulunmuştur. Eğer yerin ekseni, dairesinin ekseni gibi burçlar dairesinin eksenine paralel bulunsaydı, daima her yerde gece ile gündüz eşit olup, asla bir vakitte ve hiçbir mekanda dört mevsimin değişimi ve birbirini takibi olmazdı. Şu halde yer dairesinin ekseni, âlemin eksenine paralel olmayıp, burçlar ekseninin dairesi gibi 23,5 derece uzak olur bulunmuştur. Çünkü yer, âlemin eksenine farz olunan hizalanmasını daima koruyarak, her anda burçlar feleğinin hissedilen ve özel olan tarafına yönelik olarak değişir görünmüştür. Elbette yer, senelik hareketiyle Güneş'in etrafını dolaşır oldukça, mevsimlerin değişimi belirli zamanlarda olur.

Mesela Yaz mevsimi geldiğinde, yani yer oğlak burcuna hizalanıp, Güneş onun karşısında olan yengeç burcunda göründüğünde yer, noktasında konulup, yerin ekseni olan (SM) hattı, âlemin eksenine paralel kılınmıştır. 23,5 derece burçlar dairesinin ekseninden uzaklaşıp, yerin senelik dairesinin yüzeyine 66,5 derecesinde, ki (V K H) açısı yanına eğilir bulunmuştur. Şu halde bu surette Güneş'in şuası, dik olmak üzere ulaşır görünmüştür. Lakin Güneş'in merkezinden yerin merkezine çıkan şua, yerin yüzeyine, yerin gün eşitleyici dairesinde ulaşmayıp, belki yengeç dönencesinde 23,5 derece gün eşitleyici daireden kuzey kutbu semtine doğru uzak olmak üzere ulaşır bilinmiştir. Bu sebepten Güneş, yerin kuzey yarısını tamamen aydınlatıp, kuzey burçları da görünür oldukça, güney kutbu tarafında bir derece kadar yeri terk eder bulunmuştur. Bundan sora yer, sonbahar mevsiminin başlangıcında (A) noktasına geçtiğinde, yerin ekseni olan (SM) hattı, kendine ve âlemin eksenine paralellik üzere farz olunmuştur. Bu sırada yer, koç burcunun hizasında bulunup, Güneş onun karşısında olan terazide görünmekle, Güneş'in merkezinden yerin merkezine çıkan şua ki, âlemin eksenine dik olur bulunmuştur. O yerin yüzeyine, gün eşitleyici dairenin terazi burcunun başlangıcı itibar olunan noktasından ulaşır müşahede olunmuştur. İki kutbun taraflarında olan yere eşitlik üzere yayılır bilinmiştir. Bundan sonra kış mevsiminin başlangıcı erişip, yer (H) noktasına geldiği sırada (SM) ekseninin eşitliği olduğu üzere kalıp, Güneş'in şuası oğlak dönencesi yerinde yerin yüzeyine dik eriştiğinden, yerkürenin güney yarısını tamamen aydınlatıp, kuzey kutbu tarafına bir derece yeri terk eder müşahede olunmuştur. Bahar mevsiminin başlangıcında, yer günlük hareketiyle noktasına vardığında yani terazi burcunun başlangıcına eriştiğine, Güneş o vakitte koçta görünmüştür. Şu halde Güneş'in merkezinden yerin merkezine çıkan şua, yeryüzüne gün eşitleyicinin koçun başlangıcına vâki olan noktasına ulaşır bulunmuştur. Bu surette yine iki kutbun taraflarına eşitlik üzere ışık saçılır bilinmiştir. Lakin bu takdirce yerin aydınlık semti, Güneş'e dönük bulunduğundan, bizlere açık olmaz. Zira ki şekil dışı bir yerde bulunmuştur. Şu halde yeni astronomiye göre, gece ve gündüzün birbirini takibi ve uzaması: Dört mevsimin değişim ve farklılığı iki kutup altında doksanıncı enlemin gece ve gündüzü bu yolla bilinmiştir. (Vallahi alem.)

Beşinci Madde

Yeni astronominin kaideleri kuvvet bulup, muteber olduğunu bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlar demişlerdir ki: Yerin senelik dairesinin hizasında bulunan şâbitler feleğinin, mesela (B C) noktasına, yahut (D Y) noktası, bize gayet uzak olduğundan, bir nokta kadar görünmüştür. Şu halde bunda elbette lazım gelir ki, yerin ekseni, kendi senelik dairesinin herhangi noktasında bulunursa, sâbitler feleğinin daima onun aynısı bir noktasına dönük olmuş görüne. Yer kutunun yüksekliği daima aynı tarafa ve tepemizde olan aynı yıldıza ve bir ölçüye bakış ile ortaya çıkmış buluna. Gerçi yer, gerçekte burçlar feleğinde yani kendi senelik dairesinde bulunan hareketiyle kâh oy yıldıza, kâh bu yıldıza, kâh güneye ve kâh kuzeye ziyade yakın olursa da; halbuki bizden pek uzak olan sâbitler feleğine nispetle yerin senelik dairesi ancak bir nokta kadar gelmiştir. Şu halde yerin sâbitler feleğinden uzaklığı ve yakınlığı fark olunmaz olmuştur.


 Kudret-i İlahiyede son tayin etmeye cesaret edenlerin yanında sözü edilen iş, ziyadesiyle uzak ve garip ise de, dikkatli bir bakışla düşünülse, işin aslında uzaklaşma yoktur. Bu yeni astronominin gereği olan yerin hareketini uzak görüp, kabul etmeyenlere, fikir ve mülahaza lazımdır ki; eski astronominin dahi bundan ziyade nice işleri kabulden uzak görünür ve bilinir olmuştur.

Bunlardan biri, ilk hareket ettiricinin yani büyük feleğin genişlik ve büyüklüğüyle o acayip ve garip sürattir ki, onunla beher gün doğudan batıya olan dönüşünü tamamlar bilinmiştir. Biri dahi, büyük feleğin 24 saat müddetinde kendi içinde kuşatılmış olan feleklerin hareketleri ve hareketlerinde bulunan süratleridir ki; her biri, büyük feleği muhalefet ederek, kendi tabiatları gereğince batıdan doğuya hareket ederlerken, yine büyük feleğe uymakla her gün doğudan batıya bir kere dönüş hareketlerini tamam ederler denilmiştir. Halbuki bir tüfeğin kurşunu seyrinde bulunan süratten, o günlak hareketle ilk hareket ettiricinin mıntıkasında olan sürat, 300.000 kat fazla ve şiddetli olmak gerek. Ta ki bu müddette bir dönüşünü tamamlamak mümkün ola. şu halde o büyük cisim olup, üst yüzeyinin şekli henüz bilinmeyen büyük feleğin içinde bulunan büyük feleklerin kendilerine nispetle bir habbe ve bir nokta kadar olan yerin çevresinde dolanmalarından bu küre şeklinde olup, harekete daha fazla istidatlı olan yerin küçük cisminin, büyük Güneş'in etrafını senede bir kere dolanması çok daha kolay ve layık olup, durumun gerçeğine uygun, işin aslına muvafık gelip, akla daha yakın olmuştur. Yerkürenin o senelik dairesinde hareket eder oldukça ekseni aynı eşitliğini korur, denildiği öyle demek değildir ki, yerin ekseni asla bir vakitte ve hiçbir cihetle konumunu değiştirmeye. Zira ki yerin eksenin gayet yavaş olan hareketle 25.816 Güneş senesinde burçlar feleğinin çevresindeki bir daire çizer bulunmuştur.

Yerin bu hareketinden lazım gelir ki, burçlar kuşağı dairesiyle gün eşitleyici dairenin kesişme yerleri ki, gece ve gündüzün eşit olduğu nokta bulunmuştur. O iki nokta burçlar sırası hilafı üzere yani doğudan batıya geçerler. Bu harekete onun için gece ile gündüz eşitliğinin tekaddümü denilmiştir.

Şu halde sâbit yıldızların burçlar sırası üzere yani batıdan doğuya olan hareketlerinin ortaya çıkması ve gece ile gündüz eşitliği noktasından doğuya doğru bulunan uzaklıklarının fazlalaşması, yerin bu hareketinden çıkar bilinmiştir. Yerin bu hareketi bir tertip üzere olmayıp, karışık bulunmuştur. Zira ki sâbitlerin burçlar sırası yüzere bulunan hareketleri, kâh yüz senede bir derece, kâh yetmiş senede bir derece ve kâh altmış senede bir derece miktarı muayene kılınmıştır. Şu halde yerin ekseni, kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye yalnız 24 dakika miktarı hareket eder bulunmuştur. Öyle ki yerin mihverinin ucu bu tür bükük ve sarmaşık hareketle bir bükük ve sarmaşık daire meydana getirir hayal edilip, farz olunmuştur. (Durumun hakikatini en iyi Allah bilir.)
Altıncı Madde

Yeni astronomiye nispetle beş şaşırmış gezegenin yavaş hareket etme ve duraklama keyfiyetini, düz gidiş ve geri dönüş mahiyetini bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlar demişlerdir ki: Gezegen yıldızlardan beş şaşırmışta bulunan yavaş hareket, duraklama, geri dönme ve düz gidiş bu yeni görüşe göre döndürücü feleğe muhtaç olmayıp, kolaylıkla bilinmiştir. Zira ki beş şaşırmışın duraklama ve geri dönüş gibi muhtelif durumları ancak bizim hareket halinde bulunan yerde bu yıldızlara baktığımızdandır. Onlar bize kâh yavaşlıkla, kâh duraklama ile, kâh geri dönüşle nitelinmiş görünmüştür. Ancak faraza âlemin merkezi olan Güneş üzerinde bulunmuş olaydık; gözümüze bu tür hayaller asla görünmez olurdu.

Zira ki onların dönüş hareketi benzerli ve düzgün bulunmuştur. Nitekim daha önce açıklanmıştır ki, Utarit ile Zühre Güneş'in etrafında bulunan senelik dairesini geri kalan üç yıldızdan yani Merih, Müşteri ve Zühal'den önce bitirir. Bu sebeptendir ki Utarit ile Zühre bazen Güneş ile yer arasında ve yer yine Güneş ile üç yıldız arasında bulunurlar.

Üç yükseğin açıklanmasında farz ederiz ki düz şekle Güneş (A) noktasında olsun. Yerin senelik dairesi (B,H,A,C,T,L) dairesi olsun. Mesela Merih'in dairesi dahi (T,D,K,R,Y,B) dairesi olsun ki Merih bu dairenin bir yayını kat edinceye dek yer kendi dairesinde olan dönüşünü tamam eder. Bundan sonra sabit felek (M,F,K,N) dairesi olun. Şimdi deriz ki, yer (L) noktasında ve Merih (T) noktasında bulundukları vakitte Merih yıldızı, sabitler dairesinden (M) noktasında görülür. Bundan sona yer (L) noktasından (B) noktasına ve yıldız dahi (T) noktasından (D) noktasına geçsin. Öyle ki yer, yıldız ile Güneş arasında yakın olmak üzere intikal eder. Bu vakitte yıldız, sabitler dairesinden (La) noktasında muayene olunur. Şu halde bu surette burçların tertibine göre olan hareketin (M) noktasından (La) noktasına tacil etmesi müşahede olunup, sürat ve düzgün gidiş denilir.

Bundan sonra yer (B) noktasından (H) noktasına ve yıldız (D) noktasından (K) noktasına varır. Bu sırada yine (La) noktasında hissedilip, yavaş gidiş ve duraklama önce hasıl olur. Bundan sonra yer (A) noktasına ve yıldız (R) noktasına vardıklarında o vakit yine yıldız (F) noktasında bulunur. Şu halde burçlar tertibinin hilafında geri dönüş görülür. Elbette bu surette olan durumuna geri dönüş adı verilir. Bundan sonra yer (C) noktasına ve yıldız (Y) noktasına ulaştıklarında bu sırada yine yıldız (F) noktasında görülmüş olup, ikinci duraklama ve ikinci yavaşlama hasıl olur. Bundan sonra (T) noktasında görünür. Burçlar tertibi üzerinde hareket eder bulunur ki düz gidiş ve sürat denilir.

Bu tafsil ki Utarit hakkında tasvir olunmuştur. Zühre hakkında da aynısı geçerlidir. Ancak farkı budur ki, bu değişiklikler onda yavaş bulunmuştur. Zira ki, Zühre, Utarit'ten ziyade zamanda kendi dairesini dolaşır görülmüştür. Nitekim yukarıda açıklanmıştır. Bu bölümde yazılan açıklamalar yeni astronomiye belki pek eskiye numune olmaya kifayet ettiğinden şimdi bu görüşe yönelen sorular ve cevapların yazılmasına geçilmiştir.

Yedinci Madde

Bu yeni astronomlara yöneltilen soruları ve cevapları bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlara, dinî konularda ve rasat ve astronomi ile ilgili kanunlarda önce şöyle itiraz olunmuştur ki: Bu yeni görüş tabir olunan görüşler; semavî kitapların bildirdiklerine aykırıdır. Ve her şeye ki, durumu ve şanı böyle ola. Asla bir vecihle kendisine rağbet ve iltifat olunmaya layık ve şaheste değildir. İmdi, bu yeni görüş tabir olunan tahayyüllere dahi asla rağbet ve iltifat olunmak layık ve seza değildir, cevabını dahi büyüklerde reddederek böyle vermişlerdir ki: İşin aslı olmak üzere rağbet ve iltifat olunmağa mahal yoktur denilirse; her ne kadar ki kabullenilirse de asla faydası yoktur. Faraza olduğu itibariyle de asla rağbet ve iltifata layık ve seza değildir, denilirse memnudur.

Küçükler de, konuşarak bu minval üzere cevap etmişlerdir ki: Yer, bu yeni astronomiye göre dahi haddizatında hareket ile nitelinmiş olmayıp, hakikatte hareke edici olan kendisini, yani yeri kuşatan o yumuşak maddeden ola girdabıdır. Zira ki yer, o girdabı olan ince ve yumuşak maddenin belirli parçaları arasında daima kuşatılış olup; hemen gemiye giren kimsenin gemi içinde sakin olduğu gibi yer dahi yumuşak maddenin muayyen parçaları içinde daima sakin olur. Bir daha bu tarz ile cevap vermişlerdir ki: Dinî işlere ve yaratılışa bağlı oldukları takdirde, mücerret görüşümüze göre, çok katı hükümler semavî kitaplarda irat olunmuştur bu cümleden olarak, Tevrat'ta aya: Büyük kandil, adı verildiği vârittir. Bununla beraber ki, vâkıa bakar olduğumuzda, ay diğer yıldızlardan küçük olduğundan başka, nurunu dahi Güneşten alır bulunmuştur.

Yer daima sakindir, hükmü ki, Tevrat ciltlerinde şerh olunmuştur. Kastedilen mânâ ile gizli ve gerçektir. Zira ki bu sözün o yerde başlangıcı böyledir ki: Oluşumun biri gider, biri gelir. Böyle olunca sözün tamamı budur ki: Yer daima sakindir. Şu halde siyak ve sibaka göre yer, daima sakindir, demek; yer daima olduğu gibi baki kalır, inkılap ve değişimden uzaktır: Her ne kadar ki bazen kendisinde oluşum ve bozuşum vâki olursa da, demektir. Diğer kitapların söyledikleri bu mânâya irca olunmuştur. Zira ki yer, toplam itibariyle asla ne dağılır, ne de bozulma kabul eder, deyip cevap etmişlerdir.

Astronomi ve rasat kanunlarına dayanılarak, bu görüştekilere itiraz olunmuştur ki: eğer yer, âlemin merkezinden uzak olup, kendi senelik dairesinde hareket eder olsaydı; mesela kuzey kutbunun yüksekliği her zaman bir üslup üzere kalmazdı. Başucu noktamızda bulunan yıldızlar, daima ortada olmazdı. Her vakitte sâbitler feleğinin belirli bir yarısı bize mukabil gelmezdi. Doruk ile etek dahi bu minval üzere tayin bulmazdı. Bunların cevapları dahi böyle olmuştur ki: Yer, ekseni yüzere hareket ettiği takdirce, kuzey kutbunun yüksekliği her zaman bir üslup üzere olup, başucu noktamızda bulunan yıldız, daima zâhir olur. Felek küresinin belirli bir yarısı yani belirli dokuz burcu tamamıyla er vakitte bizim karşımızda olup, baktığımız yer olurdu. Şu kadar var ki, daima yerin bir belirli noktasında durmamız şart ve lazım gelir. Çünkü önce dediğimiz gibi, sabitler feleği bizden o kadar uzaktır ki, ona nispetle yerin büyük senelik dairesi, bir nokta kadar görünür. Çünkü yerin ekseni, âlemin ekseni ile daima aynı hizada bulunur.

Şu halde belirtilen üç hükme göre, daima yerin bir belirli kıtasında sabit ve durucu olmaz. Onun için şart olunmuştur ki, kuzey kutbunun daima tek yol üzere olan yüksekliği bizim görüşümüze göre bulunmuştur. Yerin daima bir belirli yerinde olduğumuz zamanda bir kararda görünmüştür ki. Yani bu şart, bizim için bulunan belirli ufku ve başucu noktamızda olan belirli noktayı kaybettiğimiz ve değiştirdiğimiz vakitte bulunmuştur. Zira ki, mesela kuzeyden güneye doğru veya güneyden kuzeye doğru yerküre üzerinde hareket edip, belirli yerimizi başucu noktamızda bulunan belirli noktayı değiştirdiğimiz zamanda elbette bize feleğin bir başka kıtası zâhir olur.

Daha önce onu biz, asla göremezdir. Ona bedel, önce görür olduğumuz kıtası, bize, tamamıyla gizli olur. Adı geçen kutbun yüksekliği ve başucumuzda olan yıldızlar dahi değişken olur.

Doruk ile eteğin tayinleri lüzumuyla olan çelişkiye böyle karşı olmuştur ki, bu yön üzere yer, o senelik dairesinde, güney burçları hizasında harekette iken dahi Güneşten uzak olmak ve konumunu bulmağa doruk hâsıl olur. Kuzey burçları hizasında harekette iken yine Güneş'e yakın olmak durumuna geldiğinde, eteği peyda olur. Bu astronominin dour ve eteği hükümleri aynen eski astronomideki gibidir. Ancak farkı budur ki, oda uzaklık ve yakınlık Güneş'in hareketinden, bu görüşe göre yerin hareketinden bulunmuştur. Onda değişen doruk ve etek, burçlar feleğinin hareketinden ve bunda yine yerin yavaşlamasından bilinmiştir.

Bundan sonra bu cevapların koruyucusu bulunan mukaddimeye itiraz olunmuştur. Sabitler feleğinin bizden ta o miktarı uzaklık mesafesi ki, onunla yerin senelik büyük dairesi, yerin bir noktası, bir nokta kadar görüne. Bu görüş inanılmayacak mertebe uzak bulunmuştur. Bu itiraza böyle cevap olunmuştur ki: Çünkü kabul edilmeyen bu hüküm, senede dayanmamıştır. bununla beraber, sözü edilen küçüklük ile asıl maksadımız bulunan feleklerin durumlarının nizamı ispat olunmuştur. Şu halde bu tür ilimlerde bunun gibi olmaz görülecek kati işler çok bulunmuştur. Onun için zarar vermez denilmiştir. (Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır).

Sekizinci Madde

Bu yeni astronomlara, tabiat kaidelerine dayanarak olan itirazları ve cevaplarını bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, yeni astronomlara tabiat kaidelerine dayanılarak itirazlar olunmuştur ki; mekanların en aşağısı, âlemin merkezidir ve mekanların en aşağında yine ağır cisimlerden olan yerkürenin sakin olması en uygun ve en gereklidir. Bundan başka, eğer yer hareketli olsa, elbette hissolunurdu. Binaların ve ağaçların dahi aşları aşağı gelip yıkılırlardı.

Ağır cisimler yukarıdan aşağıya dik olarak inemez olurdu. Zira ki, dümdüz varacak oldukları noktalar, yer yüzeyiyle beraber harekette olurdu. Kuşlar havada uçarken, çünkü yer onların yuvalarını alıp birlikte götürür, bu durumda onlar, yuvalarını bir daha bulamazlardı. Bundan başka batıya doğru atılıp yuvarlanan top nesnenin hareketi, doğu tarafına doğru yuvarlandığı zamanda bulunan hareketinden pek çok yavaş olurdu. Elbette batı semtine atılan, doğu tarafına atılan oktan pek çok ziyade menzil alırdı. Zira ki ok, batıya giderken, batıdan doğuya gelen yerin yüzeyi, onu karşılamakla, o okun yerin yüzeyinden kat ettiği mesafe çok olurdu. Onun doğuya gitmesinde bu hareket olmazdı.

Bu itirazların tek tek cevapları böyle verilmiştir ki: Yer, mekanların en aşağısı mıdır, değil midir? Henüz tespit edilip, belirlenmiş değildir. İspat delilleri şüpheli ve reddedilmiştir. Bundan başka yerin tabiatına bakıldığında, sair yıldızlardan ağır olması dahi henüz malum değildir. Belki aşağıda ve yukarıda olmaları bize kıyasla bulunmuştur. Gerçi büyük taşlar ve ağır cisimler, yerden ayrıldıkları anda yine yere dönerlerse de; lakin yerküre hemen ağır bir cisim gibi kendi yerinden hareket etme olmak lazım gelmez. Yine cevap olunmuştur ki: Biz, yerle birlik o yumuşak madde içinde kuşatılmış olup, su görüntüsü gibi yerle beraber hareket eder olduğumuzdan, yerin hareketini hissedemeyiz. binaların ve ağaçların dahi eğilip kırılmadıkları bundan bilinir. Belki bu delilden, bunların ayakta durması ve sebatı lazım gelir. Yer sakin olsun yahut yumuşak madde ile hareketli olsun, ağır cismin yukarıdan aşağı doğru dik olarak inmesine bir engel yoktur. Çünkü ağırın inişi, hareketinden gayri sözü edilen yumuşak maddenin hareketinden dahi pay alması muhakkaktır. Bu, ayniyle o taş gibidir, ki, geminin sereninden dibine doğru atılmıştır. Zira ki, bu tür taşların yukarıdan aşağıya atıldığı halde serenin dibine düştüğü tecrübe ile bilinmiştir. Gemi sakin olsun veya hareket halinde olsun ve buna dahi aynen öyle sebep, aşın düşüşünden gayri geminin hareketinden dahi hissedar olmasıdır. Belki bu hususta doğrusu budur ki: Ne ağır cismin ve ne adı geçen taşın inişi denilen hareketi kesinlikle düz değildir. belki kavisli bir hat çizerek hâsıl olur. Geri bizim görüşümüze göre ki geminin içinde dik tahayyül olunursa da; bu, tıpkı buna benzer ki, bir kimse bir geminin güvertesinden sereni dibine bir taş attığında, doğru hareketle indiğini muayene eder. Lakin geminin dışından, yani denizin kenarından bakanlara o taşta iki hareket olur ki; biriyle dik olarak iner, biriyle dahi geminin hareketine uygunluk eder. Öyle ki, o iki hareketiyle bir eğri çizgi çizdiğini gözlerler. Böyle olunca, denizde balıklar suyun hareketinin etkisinde kaldıkları gibi, kuşlar dahi havanın hareketinin etkisinde kaldıklarından, yuvalarından uzaklaşmaları ve ayrılmaları lazım gelmez.

Doğuya doğru atılan yuvarlanan kürenin hareketi daha hızlı olmaz. Batıya doğru atılan okun düşüş mesafesi ziyade bulunmaz.

Dokuzuncu Madde

Bu yeni astronomiye göre, göklerin tabiatlarını ve sayılarını bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar, feleklerin tabiatlarında yani feleklerin maddelerinde ihtilaf edip, eski astronomiye rağbet edenler yukarıda açıklandığı üzere, esirî cisimlerin maddesine ve musammat cisimlere, yani hacim, salabet, saffet ve şeffet üzere olup; feleklerde artma, azalma, yoğunlaşma, seyrelme, yarılma ve birleşme olmayıp, harekette şiddet ve zayıflama, geri dönüş ve duraklama ve yerlerinden çıkma kabul etmezler, demişlerdir. Bu yeni astronomiye taraftar olanlar, göklerin maddelerinden hacim ve salabeti kaldırıp; feleklerin tabiatları sulu ve yumuşaktır: Yarılma ve birleşme kabul eder cisimlerdir, demişlerdir. Bu yeni görüşe göre: Göklerin sayısı üçe hasredilmiştir. Evvelki gök, unsurları ve gezegenlerin tümünden ibaret olan topluluktur. İkinci gök, bize nâzır olup gözetlediğimiz sabitler feleğidir. Üçüncü gök, sâbitler feleğinin kalınlığı mesafesi her ne kadar geniş ise de, ötesinde bu feleği kuşatan büyük feleğin sınırsız ve sonsuz olması araştırılarak kesinleşip, saadet ehli için dinlenme yeri tayin kılınmıştır.

Bu yeni astronominin, eski astronomiye uygun bütün kaide ve hükümleri kuvvet bulup, beş yüzyıldan bu ana gelinceye dek, sonraki bilginleri makbulü bulunmuştur. Bizim muradımız ve maksadımız olan, yaratıcıyı tanımaya vesile bulunan insanlar âlemine ayna olarak konulan büyük âlemi, bu cevihle bu yönden dahi seyr için bu miktarca yazma ve açıklama ile yetinilip; saadetnâmemizden dahi güzelliklere ve sanatlara yol açıcı ve iletici olmak için 16 rubai yazarak, bu bölüm tamamlanıp, metinde sözü edilen şekillerin buraya çizilmesi münasip görülmüştür.

Halk eyledi ey Hüda bu ibretgâhı
Eflak ve anasır ve bu şems ve mâhı
Kur'an'da dedin fe semme vech'ullah

(Ey Hüda, bu ibretgâhı yarattın: Felekleri unsurları, Güneş'i e ayı. Kur'an'da: "Hangi tarafa yönelirseniz orası Allah'a ibadet yönüdür." (2/115) dedin. İlahî, eşyanın hakikatini bize göster.)

Eflak ve anasır ve mevalîd ey dil
Ecsam ve tabayi ve suverdir hep bil
Çün âlemdir hakîm-i sun'u şâmil
Pes heyet-i âlemi tefekkür hoş kıl

(Ey gönül, felekler, unsurlar, bileşikler, cisimler ve tabiatlar hep suretlerdir bil! Çünkü hakîm olan Allah'ın sanatı âleme şâmildir. O halde âlemin hey'Etine iyi tefekkür kıl.)

Eflak ile devr eder kevakib her an
Tesir edib imtizac eder bu erkan
Dört tab-ı muhalif olsa memzuc ey can
Madenle nebat olur ve hayvan insan

(Her an yıldızlar feleklerle döner. Onların tesiriyle karışır bu özler. Dört farklı tabiat karışınca ey can; madenlerle bitkiler, hayvan ve insan olur.)

Hakkı bu cihanı bil kitab-ı hikmet
Eflak ve anasırı huruf ve kudret
Terkib ve mevalid ve kela-ı izzet
Fehm et kelimat-ı Rabbi al çok ibret

(Hakkı, cihanı ibret kitabı bil. Felekleri ve unsurları harfler ve kudret; bütün bileşikleri İzzet'in kelamı bil, Rabin kelimelerini anla, çok ibret al.)

Bulan kelimat-ı Rabbi'den mânâyı
Hiç olmaz o harfgîr ve kor kavgayı
Tuba ona kim o fehm eder eşyayı
Ne görü işitse yâd eder Mevla'yı

(Rabbî kelimelerden mânayı bulan, harflere takılmaz ve kavgayı bırakır. Eşyayı anlayana ne mutlu ki, ne görüp işitse Meva'yı yâdeder.)

Hakkı dile gel kılma heves dünyaya
Emvacı koyup kendini sal deryaya
bak bu kelimat-ı Rab olan eşyaya
Hoş bu kelimatı anla dal mânaya

(Hakkı, gönüle gel! Dünyaya heves kılma. Dalgaları koyup, kendini denize sal. Bu Rabbin kelimeleri ola eşyaya bak; bu kelimeleri iyi anla mânaya dal.)

Bu bahr ne eksilir ne artar asla
Emvacı gelir gider o bahre asla
Alem ki o mevcler gibidir mesela
Kalmaz iki an içinde bâki fasla

(Bir deniz ki, asla eksilmez ve artmaz, dalgalar ona bitişik olarak gelir gider. Alem ki, o dalgalar gibidir mesela; iki an içinde tek fasıl bâki kalmaz.)

Hakkı, ha için ver ehline dünyayı
Ednayı unut seversen ol âlayı
Emvac ile boş yorulma bul deryayı
Yoğ anla bu mâsivayı bil Mevlâ'yı

(Hakkı, Hak için dünyayı ehline ver. Yüceyi seversen alçakları unut. Dalgalarla boşuna yorulma, denizi bul. Masivayı yok anla, Mevla'yı bil.)

Hakkı, onu iste bil cihanı fânî
Bul mevt-i iradide hayat-ı canı
"Mütü kable en temütü"ü tanı
Dünya seni terk etmeden sen eyle anı

(Hakkı, cihanı geçici bil, Allah'ı iste. Caın hayatını iradî ölümde bul, "Ölmeden önce ölünüz" hadisini tanı. Dünya seni terk etmeden, sen onu terk et.)

Ah savmla bağlasam dehanı hani
Akl okusu nüsha,i cihanı hani
Dil bilse o mana-yı nihânı hani
Dil bilse o mana-yı nihânı hani
Can bulsa o can-ı canı hani hani

(Hani, ağzı oruçla bağlasam, akıl cihan nüshasını okusa hani Gönül o gizli manayı bilse hani. Hani hani!.. Can bulsa canın canını!)

Ah sumtla bağlasam dehanı hani
Dil söylese dinlesem nihanı hani
Can görse o mâna-yı cihanı hani
Aşkıle bulaydım anı hani hani

(Sükûtla bağlasam ağzı hani, gönül söylese, dinlesem gizliyi hani! Hani o cihanın mânasını can görse. Hani hani... aşk ile bulaydım O'nu.)

Bir bildim iki cihanı mağrur oldum
Ahkam-ı meratibin koyup dûr oldum
Çün halile vahdet-i vücuda buldum
Pes fız-ı meratibiyle mesrur oldum

(İki cihanı bir bildim, mağrur oldum. Mertebelerin hükümlerini koyup, uzak oldum. Çün hâl ile vahdet-i vücudu buldum, o anda mertebeleri korumakla mesrur oldum.)

Hep varlığı bir bilince şadân oldum
Ahkam-ı meratibinde nâdân oldun
Çün bildiğimi görüb de hayran oldum
Her mertebede muti-i ferman oldum

(Varlığı hep bir bilince şâdân oldum. Mertebelerin hükümlerinde nâdân oldum. Çünkü bildirimi görüp de hayran oldum ve her mertebede fermana itaatkâr oldum.)

Tevhid-i vücuda çünki hemrah oldum
Ahkam-ı meratibinde gümrah oldum
Çün zevk-i şühude erdim âgah oldum
Her mertebesinde hoş maa'llah oldum

(Çünkü tevhid-i vücuda yoldaş oldum. Mertebelerinin hükümlerinde yolumu şaşırdım. Müşahede zevkini erdim âgah oldum. Her mertebesinde Allah'la beraber oldum.)

Zannımca yakîn ve sıdkla sıddıkam
Tevhid-i vücud ile dolu tahkikam
Her mertebe çün vücud eder hükm-ü diğer
Pes hıfz-ı meratib etsem zındıkam

(Zannımca yakînim ve sıdkıla sıddıkım, varlığı birliğiyle dolu ve araştırıcıyım. Her mertebede varlık diğer hüküm eder. Şimdi mertebeleri korusam zındığım.)

Bil vahdet-i âlemi ki arz-ı hakdır
Ol şeh ki gayûrdur bu sırr-ı muğlakdır
Esrar-ı cihanı söyleyen ahmaktır
Hıfz edeni hıfz eden şeh mutlaktır

(Alemin birliğini, Hak'kın arzı bil. O şeh ki gayurdur, bu muğlak sırdır. Cihanın sırlarını söyleyen ahmaktır. Koruyanı koruyan mutlak şehtir.)

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 26.Bölüm

Marifetnâme 26.Bölüm
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Boylam ve enlem daireleri ile yerkürenin satranç ve evleri misali bölünmesini; enlem ve boylamın tayini ile yeryüzünde bulunan beldelerin ve yerlerin yerlerinin ve yönlerinin birbirlerine uzaklık ve yakınlık bakımından nispetlerini; Hint dairesiyle zeval çizgisi, itidal çizgisi ve kıble tespitini; âlemin kutbu tarafında bulunan kutup yıldızının yüksekliği ve alçaklığıyla meridyen derecelerinin mesafe ve miktarını ve bunların bilinmesiyle yerkürenin çapının çevresini ve yüzölçümünü bulmayıp kara ve denizi, ölçü ve seyirle çeşitli noktalarının mesafelerini; dörtte bir oturulan yerin burçlar üçgeniyle yedi gezegene mensup olan belde ve yönlerini; zamanın 12 hayvan üzerinde deveranından yeryüzünde olan tesirleri altı madde ile hakîmâne açıklar ve ortaya koyar.
Birinci Madde
Enlem ve boylam daireleri ile yerkürenin satranç evleri gibi bölünmesini, enlem ve boylamın belirlenmesiyle yeryüzünde olan belde ve yörelerin ve yönlerini, birbirlerine uzaklık ve yakınlık yönüyle nispetlerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, astronomlar ve geometriciler, yerküre üzerinde 18 gün yarısı dairesi ve ekvatordan kuzey ve güneye sekiz enlem dairesi resim ve farz edip; her daireyi 360 dereceye bölmüşlerdir. Şu halde gün yarısı daireleri ile boylam dereceleri ve ekvatora paralel olan enlem daireleri ile enlem dereceleri belirmenmiş olup, her iki daire arası onar derece olarak belirlenmiştir. İklim enleminin başlangıcı ve beldenin enlemi, ekvatordan iki tarafa seçilmiş ve itibar olunmuştur. Biri kuzey enlemi, biri güney enlemi bulunmuştur. İklimin başlangıç boylamı ve beldenin başlangıç boylamı itibar olunan batı okyanusunda Halidan adalarının gün yarısı dairesi ile (Green Wich meridyeni) gün eşitleyici dairenin kesişme noktasından farz olunan beldenin gün yarısı dairesiyle gün eşitleyici dairenin kesişme noktası arasında, gün eşitleyiciden vâki olan yay ile o beldenin boylamı bilinmiştir. Beldenin enlemi, başucu noktası ile gün eşitleyici arasında o beldenin gün yarısı dairesinde vâki olan yaya ıtlak olunmuştur. Bu beldenin enlemi, gerek güney ve gerek kuzey semtinde olan âlemin kutbunun yüksekliğine ve semt farkı kutbunun düşüşüne eşit bulunmuştur. Bu enlem ve boylam tayiniyle yeryüzünde vâki olan belde ve yörelerin yerleri ve yönleri, birbirlerine uzaklık ve yakınlık yönüyle olan nispetleri yaklaşık olarak bilinmiştir.
İki beldenin birbirinin ne semtinde bulundukları açıktır. Mesela temiz beldeniz Erzurum'un (Grinviç)'ten boylamı, 72 derecedir. Ekvatordan enlemi, yaklaşık kırk derecedir, denilip; Mısır'ın boylamı 63 derece, enlemi otuz derecedir denildiğinde: Mısır, Erzurum'un güney batısı yönünde ve Erzurum, Kahire'nin kuzey doğusu tarafında bulunduğu bilinir. Zira ki, Mısır'ın boylamı Erzurum'dan eksik olduğundan, batısına ve enlemi eksik olduğundan güneyine düşmesi gerekir. Erzurum'un boylamı, Mısır'ınkinden fazla bulunduğundan, doğusunda ve enlemi dahi fazla olduğundan, kuzeyinde bulunmak gerekir.
İki beldenin arasında bulunan mesafenin uzaklığını bilmek için kaidesi budur ki: Önce bakılır eğer iki beldenin enlemi uygun ve boyları farklı ise; boylamlarının farkı, aralarındaki uzaklığı verir. Erzurum ile Tokat gibi. Eğer iki beldenin boylamı aynı, enlemi farklı bulunsa, bu surette de enlemleri arasındaki farklılık, aralarındaki uzaklığı verir. Erzurum ile Musul gibi. Eğer iki beldenin hem enlemleri ve hem boylamları farklı ise, bu surette aralarındaki uzaklık, dik dik açılı üçgenin kirişi (hypotonuse) olur ki; açının bir kenarı, beldenin gün yarısı dairesinden bir aydır. Bir kenara,ı istenen beldenin enlem dairesinden bir yaydır. Onun kirişi bulunan kenar, iki beldenin başucu noktalarından geçen daireden, iki belde arasında vâki olan yaydır. Çünkü bu üç kanattan iki kanadın miktarı malûmumuzdur, o, boylam ve enlem farklarıdır. Şu halde bu iki bilinen kenar ile ve kiriş olan bilinmeyen kenarın miktarını bilmekte kolay yol budur ki: İki bilinen kenarın kareleri toplamının karekökünü alırız ki, bilinmeyen kenarın miktarıdır. İşte iki belde arasındaki uzaklık odur. Mesela Erzurum ile Kahire'nin aralarındaki boylam farkı 14 derece ve elem farkı on derecedir. 14 ile onun kareleri toplamı 296 hesap olunmuştur. Toplamın kökü yaklaşık olarak 17 bulunmuştur. Şu halde Erzurum ile Mısır'ın arasının 17 derece olduğu muhakkak bilinmiştir.
Diğerlerini de bu yolla biliriz. Bununla kıble tarafı dahi bulunur. Nitekim bu, o bölümde tafsil olunacaktır. Hepsinin daireleri ise bölümün sonunda verilecektir.
İkinci Madde
Hint dairesi ile zeval çizgisi, itidal çizgisi ve kıble yönünün tespitini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, astronomlar ve geometriciler, Hint filozoflarının icadı bulunan Hint dairesinden zeval çizgisi olan gün yarısı çizgisini ve itidal çizgisini ve itidal çizgisi olan doğu ve batı çizgisini ve Mekke yönü olan kıble semtini tespit etmişlerdir. Zeval çizgisini ve itidal çizgisini bulmanın bir yolu budur ki0 Öce yeri öyle düzlersin ki, ortasına su dökülse dört tarafına birden akar. Sonra onda bir daire çizip, merkezinde dik bir çubuk dikersin. Bu, dairenin çapının dörtte biri kadar olmalıdır. Onun dik olduğunu şakül ölçüsüyle veya dairenin çevresinin üç yerinden çubuğun tepesi arası eşit olduğundan bulursun. Zevalden önce gözetlersin, ta ki çubuğun tepesinin gölgesi o daireye girdiğinde, batı semtinden çevreye ulaştığı noktayı nişan edip, zevalden sonra, onun daireden çıkışı vaktinde, doğu tarafından çevreye ulaştığı noktayı işaretle bilirsin. O anda iki nokta arasında dairenin çevresinin kuzeyi bulunan yayı ikiye bölüp, o yarıdan bir düz çizgi çıkarırsın ve merkezden geçirip çevreye değin gidersin. İşte gün yarısı çizgisi odur. Çubuğun gölgesi o çizgiden uzaklaştığında, öğle vaktinin başlangıcı olur. Bu çizgi o daireyi ikiye böler. O iki bölümün ortalarından bir düz çizgi çekersin ki, gün yarısı çizgisini merkezde dik bir açıyla keser, doğu ve batı çizgisi odur. Bu işlem, en uzun günde daha sıhhatli olur. Zira ki gölgenin girişi ile çıkışında asla farklılık olmaz. Öteki yolu budur ki: Güneş iki itidal noktasının birine iken, bu durumu tespit murat olunsa, hemen güneşin ya doğuşunun ya batışının gölgesinin istikameti üzere ufuk noktası paralelinden çıkıp, Hint dairesinin merkezine uğrayıp, çevresine ulaşan benzer çizgi, doğu ve batı çizgileridir. Onunla merkezde dik bir açı üzere kesişen çizgi, gün yarısı çizgisidir. işte zeval çizgisi odur.
Kıble yönünü bilmek için, çizilmiş hit dairesinin çevresini, 360 bölüme taksim edersin ki, her dörtte biri, doksan bölüm olur. Onu meskûn beldenin ufku farz edip, kıble yönünün onun hangi noktası olduğunu bulursun ki; ona dönük olan Kâbe'ye yönelmiş olursun. Şimdi aranan bu noktayı bilmenin yolu budur ki: Önce Mekke-i Mükerreme'nin boylamı, batı okyanusunda, eskiden mamur, şimdi denizle dolu olan Halidan adalarından 72 derece olduğunu bilirsin. Ekvator enleminden 22 derece olduğunu bulursun. Bundan sonra meskîn beldenin boylam ve enlemini Halidan adalarından ve ekvatordan alırsın. Eğer beldenin boylamı Mekke'nin boylamı ile eşit gelip, beldenin enlemi, Mekke'nin enleminden fazla olursa, o beldenin kıble semti, gün yarısı çizgisinin ufku çevresine ulaştığı güney noktasıdır ki, onda namaz kılacak olan, güney noktasına yönelse, doğru kıbleye yönelmiş olur. Şehrimiz Erzurum gibi. Zira ki beldemiz, Mekke-i Mükerreme'nin, kuzey noktasında vâki olmuştur. Eğer beldenin boylamı Mekke ile aynı olup, enlemi Mekke'den noksan olursa o beldenin kıble semti; gün yarısının ufuk çevresine kavuştuğu kuzey noktasıdır. Mekke-i Mükerreme'nin güney noktasında vâki olan Yemen beldesi gibi. Eğer beldenin enlemi, Mekke'ninkiyle aynı olup, boylamı fazla olursa, o beldenin kıble semti, batı ve doğu çizgisinin ufuk çevresine bitişik olduğu batı noktasıdır. Eğer beldenin enlemi, Mekke ile aynı olup, beldenin boylamı Mekke'den eksik gelirse, o beldenin kıble semti, batı ve doğu çizgisinin ufuk çevresine kavuştuğu doğu noktasıdır.
Kıble yönünü bilmenin bir yolu dahi budur ki: Güneş, ikizler burcunun sekizinci derecesinde veya yengeç burcunun 22. derecesinde bulunduğu günde; Mekke'nin boylamı ile belde arasında olan farkın her 15 derece mesafesi için bir saat ve her bir derece mesafesi için dört dakika alıp, gözetlersin. Eğer beldenin boylamı Mekke'ninkinden fazla ise, güneş o günde gün yarısını alınan dakikalar ve saatler kadar geçtiğinde, çubuğun gölgesi o anda kıble tarafında vâki olmuş bilinir. Beldenin kıblesi gölgenin yönünün hilafına doğru bulunur. Umman beldeleri gibi. Eğer beldenin boylamı, Mekke'den noksan ise, güneşin o günde gün yarısına gelmesine alınan saat ve dakikalar kadar kaldığında, çubuğun gölgesi o saatte kıble semti hizasında vâki olur. Kıble yine gölgenin yönünün hilafına gelir. Sudan beldeleri gibi. Zira ki güneş, 12 derecede bulunduğu gün, başucu, Mekkelilere gelir bulunmuştur. Eğer beldenin enlem ve boylamı, Mekke'nin enlem ve boylamından ziyade bulunursa, Hint dairesinin çevresi, güney noktasından başlayıp, iki boylamın arasında bulunan fazlalık kadar, batı noktası semtine doğru sayarsın. Kuzey noktasından da batıya o kadar sayıp, iki sonun arasını bir düz çizgi ile
birleştirirsin. Zira ki, dairenin merkezi olan farz olunmuş şehrimizden, Mekke-i Mükerreme'nin batısı bulunmuştur. Dairenin batı noktasından, iki enlem arasında bulunan fazlalık miktarı güney noktasına doğru ve doğu noktasından aynı şekilde sayıp, iki sonun arasını yine düz bir çizgi ile bağlarsın. Zira ki, varsaydığımız şehrimizde Mekke- Mükerreme güneye vâki olmuştur. Bu iki muhal çizgi birbiriyle kesişirler. Şimdi dairenin merkezinden bir çizgi çıkarıp, o kesişme noktasından geçirip, muhite ulaştırırsın ki, kıble semti, o çizginin çevreye birleştiği noktadır.
Onunla güney noktasının arasında ufuk çevresinde bulunan farz olunmuş beldemizin yayı, kıblesinin sapma yayıdır ki, onda namaz kılacak olan, güney noktasından batıya, o yay miktarı sapmış olmak lazımdır. Ta ki, kıbleye yönelmiş ola. Şimdi bu surette kıble semti, güneybatıdır. Acem beldeleri gibi. Eğer beldenin enlem ve boylamı, Mekke'nin enlem ve boylamından eksik bulunursa, belirtilen minval üzere kuzey ve güney noktasından doğu semtine boylam fazlalığı ölçülüp, batı ve doğu noktasından kuzey tarafına enlem fazlalığını sayıp, çizgilerle birleştirip, işlemi tamam edersin. Bu suretin kıble semti kuzeydoğu olur. Habeş beldeleri gibi.

Eğer beldenin boylamı, Mekke'nin boylamından eksik, beldenin enlemi, Mekke'nin enleminden fazla olursa kuzey ve güney noktasından doğuya boylam fazlalığını ve batı ve doğu noktasından güneye enlem fazlalığını sayar ve çizgilerle birleştirip, işlemi tamamlarsın. Bu surette kıble semti güneydoğu olur. Rum beldeleri gibi. Eğer beldenin boylamı Mekke'den fazla, enlemi Mekke'den eksik bulunup, kuzey ve güney noktasından batıya boylam fazlalığı ve batı ve doğu noktasından kuzeye enlem fazlalığını sayıp ve çizgilerle birleştirip, işlem tamamlansa; bu surette kıble semti kuzeybatı olur.
Bazı beldelerin enlem ve boylamları bu bölümün sonunda açıklanacaktır.
Üçüncü Madde
Alemin kutbu yakınında bulunan "cedy" adı verilen sâbit yıldızın yükseklik ve alçaklığıyla yer derecelerinin uzaklık miktarını ve onunla yerkürenin daire ve çap ve yüzölçümünü kıyas ile bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, astronomlar ve geometriciler, yerkürenin kuşağının ölçüsü ki, denizlerin ve karaların toplamıdır, yaklaşık 24.000 mil olduğu kararlaştırılmıştır. Çapının mesafesi, ona kıyasla, 7650 mil bulunmuştur. Yarıçapı, için 818 mil bilinmiştir.
Yerkürenin yüzölçümünün tamamı, yaklaşık, 25.000 kere bin ve 363.636 fersah hesap olunmuştur. Bu kıyas üzere yüksek cisimlerin dahi göklere uzaklıkları belirlenmiştir. Alemin merkezinden ay feleğinin alt yüzeyinin uzaklığı yukarıda açıklandığı üzere, yaklaşık 32 yer yarıçapı kadar olduğu dört orantı kaidesiyle dahi zabtolunmuştur. Çünkü feleklerde ve yer üzerinde sipat ve farz olunan dairelerin hepsi, 360 dereceye ve her bir derece altmış dakikaya bölünmüştür. Şu halde yerkürenin bir derece mesafesi kaç mil yer olur? Onu belirlemek için geometriciler nice sahrada kıyas ve yüzölçümü alıp, bir derece yeri, altmışaltı mil ve üç bölü iki mil bulmuşlardır.Bu kıyası o yolla yapmışlardır ki; sonsuz bir sahranın bir yerinde, bir işaret nasb edip, geceleyin onda cedy yıldızı ki, ona sâbit ve demir kazık derler. Onun yüksekliğini rubu' ve üsturlap ile almışlardı. şimdi o yerden iki taife düz bir hat üzere hareket edip; bir taife güney noktasına doğru gidip, biri kuzey noktasına doğru gelmişlerdir. Gece oldukça o iki taife cedy (demir kazık, kutup) yıldızının yüksekliğini alıp, gündüz oldukça düz olarak yola devam etmişlerdir. Sabit yıldızları belirli yerdeki yüksekliğinden güneye gidenlere bir derece noksan, kuzeye gidenlere bir derece fazla olmakla, farklılık gösterdiği iki yerde durmuşlardır. Her irinde bir işaret dikip, iki taraftan üç işaret arasını ölçüp, iki mesafeyi eşit olarak altmışaltı tam üçte iki mil yer bulmuşlardır. Sonra o iki taife, o iki yerin farkından yine kuzey ve güney dosdoğru gidip, o işaretler arasının ölçülen milleri sayısınca mesafe ölçüp, nihayette kalmışlardır. Gece olduğunda, her iki taife yıldızın yüksekliğini almışlardır. Yine tamamen birer derece yükselme ve alçalma ile farkını bulmuşlardır. O zaman altmışaltı tam üçte iki mil, 360'a çarpmakla dairenin tamamına, ondan çapa, ondan yarıçapa ve ondan şüphesiz yerkürenin yüzölçümünün tamamına vâkıf olmuşlardır. Aynı kıyasa birçok ülkelerde aynı sonuca varmışlardır.
Dördüncü Madde
Kara ve denizi ölçme ve seyr ile mesafelerinin cüzlerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, astronomlar ve geometriciler ittifak ile demişlerdir ki: Bu yer unsuru her şeyiyle bir tek küre yani bir yuvarlak top şeklinde olup, boylam ve enlem olarak yani gerek batıdan doğuya ve gerek güneyden kuzeye, ortasında kuşak misali farz olunan daire, 360 dereceye bölünmüştür. Geometriciler; mesafesi üzere yeryüzü dümdüz dağsız, vâdisiz farzıyla yerin bir derecesi 22 fersahta ziyadece bulunmuştur.
Her fersah üç il ve her il 3000 zira ve her zira 32 parmak ve her parmak altı arpa -biri dik biri yan sıralanarak- takdir olunmuştur. Şu halde bu takdirce yerin bir derecesi altmışaltı tam üçte iki mil bilinmiştir. Zira hesabıyla bir fersah yer 9000 ziar bulunmuştur. Yerin bir derecesi, yaya yürüyüşle, üç merhale kılınmıştır. Bir merhale 7,5 fersah mesafe belirlenmiştir. Bir fersah, bir yürüyüş adımı ile bir saatte kat olunduğu tecrübe kılınmıştır. Şu halde bir günde kat olunan mesafe, 22,5 mil bulunmuştur. Yerin bir derecesi mesafesi, tamam 100.000 adım ve her bir adım dört ayak ve her ayak 16'şar parmak hesap olunmuştur. Okyanusun kenarlarında ve körfezlerinde ve karada olan küçük denizlerde bulunan gemilerin, orta bir yüzüşle bir güne altmış milden ziyade deniz mesafesi kat olunup; denizciler katında bir mecra tabiriyle bir derece yer takdir olunmuştur.
Kervan hareketi ve askerî yürüyüşle bir eyr derecesi üç merhaleye bölünmüştür. Mesela Erzurum'dan bir günde Nendiban köyüne hareket etmek gibi, itibar olunmuştur. Eğer yürüyüş ve hareket bundan hızlı olursa, ona orta yürüyüş derler. Bir yer derecesi onunla iki merhale bulunmuştur. Mesela bir atlının Erzurum'dan bir günde Aşkale'ye yürüyüşü gibi, kıyas olunmuştur. Eğer hareket ve yürüyüş bundan daha süratli olursa, yerin bir derecesi onunla bir merhale olup, mesela şehrimizden bir günde yaklaşık Karakulak'a varmak gibi, tahmin olunmuştur. Şu halde birinci kısımda 1/3 derece, ikinci kısımda yarım derece, üçüncü kısımda tamam bir derece bir güne kat olunur, bulunmuştur. Velhasıl, top zeminin bir derece mesafesi, bu hesap üzere 100.000 adımdır, artık değildir. 200.000 ziradan ziyade değildir. Zira ki bir zira iki ayakır ki, yarım adımdır. Bu kaideye göre zihin akıl sahiplerine, toprak ve sudan ibaret olan top zemini, dağları ve denizleri hesaba katmadan, düz bir çizgi üzere yürüyüşle ne kadar zamanda dolaşılacağı ortaya çıkmıştır. Mesela temiz beldemiz Erzurum'dan yerküreyi dolaşmak niyetiyle bir kimse batıya doğru hareketle, Tokat'tan Anadolu'dan ve İstanbul'dan,Rumeli'nden, Firenkistan'dan geçerek, yeni dünyadan dolayıp, güneşin yürüyüşüne uyarak, Çin ve Maçin'e ulaşır. Buradan Hit, Sint ve Türkistan'dan, Semerkant, Buhara ve Turan'dan geçerek Şirvan denizinin güney yarısından geçmekle, Gence ve Revan eyaletlerinden yine şehrimiz Erzurum'a ulaşır. Böylece muradı hâsıl olur. Bir kimse bize nispetle batıdan gidip, doğudan gelmiş olur. Bunun gibi top zemini enlemler doğrultusunda dolaşmak isteyen kimse, şehrimiz Erzurum'dan çıkıp, kuzeye azimetle Karadeniz'in doğu sahilinden, Fas, Abaza ve Azak'tan, Moskova diyarından, yeni keşfolunan Növözemle yerlerinden geçer ve güneş kuzey burçlarında iken, kuzey kutbu altından geçmekle bize nispet taban tabana ve yeraltından yürüyerek, güneş güney burçlarına vardığında, güney kutba ulaşır. Buradan okyanusla geçer ve Habeş memleketinden, Yemen'den, Mekke-i Mükerreme'den, Medine-i Münevvere'den ve çölden geçip Musul'dan yine temiz beldemiz Erzurum'a ulaşır. Bu kimse kuzeyden gidip, güneyden gelmiş olur. Bu takdirce top zemimi enlem ve boylam doğrultusuyla yürüyüp dolaşmak, mutedil bir yürüyüşle olursa, tamamen devri, 1080 konak olur; atlı yürüyüş gibi, seri olursa 720 konak olur. Ulak gibi çok hızlı yürünürse, 360 günde tamamen top zemin düz bir çizgi üzere ulaşılmak ve yürümek mümkündür demişlerdir.
Beşinci Madde
Dörtte bir oturulur yerin burçlar üçgeni ile yedi gezegene mensup olan belde ve yönlerini, âhalisinin tavır ve sıfatlarını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, İslâm filozofları, bu oluşum ve bozuşum âlemi içinde câri olan durumlar ve eserler hakikatte Allah'ın tesiriyle olduğunu ispat edip demişlerdir ki: Esîrî cisimler, felekî konumlar, unsurlar
âleminde Hak'kın emriyle tesir eder. Halbuki hakiki müessir ancak Rabblerin Rabbidir. Yıldızlar ve felekler aletler misalidir ve sebebdir. Bu unsurların ve bileşiklerin feleklere ve yıldızlara bağlantısı ve intisabı vardır. Yedi iklim hakikatte anlatılan tertip üzere, yedi gezegene mensup olduğundan gayri, memleketlerin ve beldelerin her biriyle 12 burç arasında alâka ve bağlantı ispat olunmuştur. Bu alâka, beldelerin burçlar üçgenine nispeti bulunmuştur. Burçlar üçlüleri yukarıda kendi bölümünde tafsil olunup, dört üçlü bulunmuştur. Birincisi, kuzeydeki ateşsel erkek burçlardır. Yönlerde kuzeyle dübür arası buna nispet olunmuştur. Bu erkek burçlar; güneş, müşteri ve Merih olduğundan, bu üçlünün müdebbiri gündüz güneş, gece müşteridir. İkinci üç burç, güneyde topraksal ve dişidir. Yönlerden güneyle Saba arası buna mensup bulunmuştur. Bunlar; Zühre, Zühal ve Utarit olduğundan, bu üçlünü müdebbiri gündüz Zühre, gece Utarit'tir.
Üçüncü üçlü doğuda, havahi ve erkektir. Kuzeyle Saba arası buna nispet kılınmıştır. Bunlar, Zühal ve Utarit olduğundan, bu üçlünün müdebbiri gündüz Zühal, gece Utarit'tir. Dördüncü üçlü, batıda, suya mensup ve dişidir. Güneş ile dübür arası buna nispet kılınmıştır. Bunlar; Zühre ve ay olduğundan, bu üçlünün müdebbiri gündüz Zühre, gece aydır. Bunun gibi dörtte bir meskûn dahi burçlar üçlülerine benzer dört kısım itibar olunup, her bir kısım bir üçlüye nispet kılınmıştır. Birinci kısım, Avrupa namıyla isimlendirilen batı ve kuzey arası olduğundan önceki üçlüye mensup bulunmuştur. Burada oturanlar, önceki üçlüde olan riyaset sebebiyle işlerin çoğunda akıcı ve serkeş görünmüştür. Çoğunluğu, silah kullanmaya ve siyasete yönelik, yorgunluk ve meşakkate dayanıklı, lâtif ve temiz bulunmuştur. Çünkü gece
müşteri ve Merih tedbirde müşterektir. Üçlünün önceki parçaları erkek, sonraki parçaları dişidir Bu kavim ya çoğunca kadınları emrinde gaflet üzere olup, gayretli olmazlar. Kadınlardan ziyade oğlanlara sevgi duyup, günah bilmezler. Özellikle İngiliz ve Nemçe koç urcuna ve Merih'e benzerdir. Onun için sâkinleri vahşî ve mütehavvin olup, ahlâkı yırtıcı hayvan ahlakına eğilimlidir. Roma, Fransa aslan burcunda ve güneşe nispet olunmuştur. Bu sebepten halkının çoğu riyaset ehli bulunmuştur. İspanya ve Portekiz, yay ile müşteriye mensuptur. Onun için ahalisi genellikle ahlaklı, temiz ve sevimlidir. Bunlardan sonra meskûn bölümün ortasına yakın olan Rumeli ve İstanbul çevresi, Girit, Kıbrıs ve küçük Asya sahilleri yani Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz nihayetleri arası, gerçi üçlünün evveline dahildir, lâkin ikinci üçlüye benzerdir. Şu halde bunların tedbirinde Zühre ve Utarit müşterek olduğundan, sâkinlerinin çoğu siyasetçi, riyaset ehli, anlayışlı firasete mail, ilim ve öğrenmeye meyyal olup, birbirine yakın ve sağlam mizaçlı, lâtif suretli ve sirette mutedil bulunmuştur. Yöneticisi Zühre olduğundan, musikiyi sevip ondan lezzet alırlar. Aşık meşrep ve dost canlısı olurlar. Özellikle İstanbul, oğlak burcu ile Zühal yıldızına benzer. Onun için büyükleri mülk ve riyasete nâil oluşturlar.
İkinci kısım, Asya nâmıyla isimlendirilmiştir. O doğu ve güney arası olduğundan onun beldeleri ikinci üçlüye nispet kılınmıştır. Çünkü bu üçlünün müdebbiri, gündüz Zühal ve Zühde'dir. Orada oturanlar bu gezegenlere çok itibar eder bulunmuştur. Zühre yıldızına benzeşme iktizasınca bunlarda, sema ve raks, hareket ve cima, kadınlara hırs ve muhabbet galip olup, elbise ve yaygılarında nakış ve süse tâlip, bedeneri tedbirinde, refahet ve şehvete rağbet edici olmuşlardır. Erkeklere meyl etmeyip, kadınlara benzemeye özenip, büyük iltifat ve rağbet kılmışlardır. Mizaç ve tabiatlarında hararet üstün bulunmuştur. Lâkin tedbirde Zühal'in iştiraki iktiza eder ki, nefesleri müessir ve güçlü, yürekleri şecaatli ve şiddetli, vehimleri yüksek ola. Bu kısmın bu üçlüye genel benzerliğinin hükmü budur. Lâkin cüzlerinin tek tek nispetleri hükümleri bu tarz iledir ki: Acem beldeleri, boğa burcu ve Zühre'ye mensup olduğu için, halkının çoğu nakışlı elbise giyip, evlerinde nakışlı yaygılar sermişlerdir. Hatta gömlekleri dahi sade değildir. Fırat ile Dicle arası ve Bağdat çevresi başak burcuna ve Utarit'e; Yemen ve Arap yarımadasının tümü önceki üçlüye benzer kılınmıştır. Şu halde bunların müdebbiri, müşteri, Merih ve Utarit bulunmuştur. Onun için halkının çoğu üstün ve tüccar olmuştur. Hile, tuzak, tembellik, ağır davranma onlarına şanına gelmiştir. Arabistan'ın mamur yerleri yay ile müşteriye mensup olduğundan, o diyarın çoğu rahatlık üzere olmuştur.
Üçüncü kısım, Saksonya ismi verilen doğu ve kuzey semti bulunmuştur. Bu kısım üçüncü üçlüye mensup kılınmıştır. Gürcistan, Dağıstan, Maveraünnehir yani Türkistan Hıta ve Hotan memleketleri ve Tataristan bu kısımda kılınmıştır. Bunun müdebbiri Zühal, müşteri ve Utarit olduğundan, halkının çoğu halim, selim, hikmetli ve fıtnet dolu, temiz ve iffetli müşahede olunmuştur. Özellikle Azerbaycan memleketleri ikizler ve Utarit'e mensup olduğunda halkının çoğu hareket, mazarrat ve hıyanet üzere bulunmuştur. Maveraünnehir semtleri kova ve zühale mensup olduğundan, halkının çoğu vahşî ve gaddar bilinmiştir.
Dördüncü kısım, Afrika ismi verilen batı ve güney arasındadır. Bu kısım dördüncü üçlüye mensup bulunmuştur. Bunun beldeleri olan Mısır, Sudran ve Mağrip kendi misali bulunmuştur. Çünkü bu üçlünün tedbirinde gündüz, Merih ve Zühre müşterektir. Halkının meliklerinin işlerine kadınları müdahalede geri kalmaz. Erkek ve kadın çoğu işlerde karışık olup, bir kadını birkaç kimse zevce edinip, erkekleri de kadın kıyafetinde gezerler. Çoğu kâhin ve remilci olup azarlar. Özellikle Akdeniz sahilleri yengeç ve aya mensup olup, halkının çoğu tüccar bulunmuştur. Diyarları yeterlilik ve rahat üzere olduğu bilinmiştir. Uzak batı ülkeleri akrep ve Merih'e mensup olduğundan, halkının ahlakı yırtıcı hayvanlara benzeyip, çoğunca husumet edip, birbirini öldürmekten korkmazlar. Sait ve Habeş memleketleri, tedbirinde Zühal, müşteri ve Utarit müşterek olduğundan, o diyarın halkı muhtelif gelenekler üzere olup, ölülerini tazim ederler. Dışarıdan gelen hâkimlere tâbi ve teslim olurlar. Kadınlara fazla rağbet edip, cimaa çok hırslı ve meşgul olurlar. Bunların zayıf nefislileri korkak ve alçak bir kavimdir.
Özellikle Mısır ve İskenderiye ikizlere ve Utarit'e mensup olduğundan, halkının çoğu, idrak ve anlayış sahibi olup, gizli sırlar çıkarmaya ve garip ilimleri öğrenmeye oldukça eğilimli bulunmuştur. Habeş memleketleri ve ortaları kova ile zühale mensup olduğundan halkı balık yemeyi sever. Yaşayış ve içkileri hayvanlar gibidir. Her şeyi bir sebebe bağlı olarak yaratan Allah münezzehtir.
Altıncı Madde
Zamanın, 12 hayvan üzere dönüp, her sene birine benzemeyle değişmesinden yeryüzünde olan tesirlerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, Hindistan filozofları, zamanın 12 hayvan üzerine deveran edip, yılda birini ahlakıyla nitelenip, cihandakilere böyle Hak'kın emriyle sirayeteni bulup, tecrübe ve sınama ile tesirlerini hükümlerini ispat etmişlerdir. Türkistan ahalisi genellikle ona itibar edip, hükümleriyle gitmişlerdir. Onun için zamanın hükümlerini "Türkistan Senesi" ismiyle adlandırmışlardır. Şimdi zamanın hükümlerini açıklayan manzumemiz bunda yazılmak münasip görülmüştür.
NAZIM
Allah adı hoş işler evveldir
Her dem Allah diyen kişi velîdir

Hamd lillah dahi salat ve selam
Fahr-ı kavneyn ve âline be-devam

Bade ism-i ilah ve hamd ve salat
Sal-i Türk oldu seksenüç ebyat

Hakkı der sal-i Türkü nazm ettim
Nisbet-i hüküm remzine yettim

Cümle ahkâmı sali Türkanı
Hükema mezhebince bil anı

Hükema kavlin itimad edemem
Hem de küllî yala deyip gidemem

Ekser ahvale vâkıf olmuşlar
Akl ile tecrübe ile bulmuşlar

Sal-i Türkan ki devr-i daimdir

Oniki canvar huyuyle revam
Muttasıl ola cümle halk-ı zaman

Faredir pes bakarla kaplandır
Sonra tavşan sinekle yılandır

Andan attır ganemle maymundur
Mürugdan sekle huk ol oyundur

binyüzaltmışbeş oldu çünki bu yıl
ikibin altmoşüçte rumî yıl

Mah-a âzerdle bir muharrem hem
Sal-i hicrin birini tarh et o dem

Bilmek istersen olduğun sali
Nisbeti kangı canavar hali

bak bu tarih-i hicrette o zal
Vâki olan sinin-i rumien al

Ol üç sali tarh kıl be neşat
Sonra onikişer edip iskat

Kaç sene kalsa fareden başla
Bir sene her birine bağışla

Kangı hayvanda âhir olsa heman
Ol yılın hâkimidir ol hayvan

Yıldır üç fal ve evveli dört ay
Dört ay ortası dört ay âhiri say

Sal-i şemsiledir çün nisbet-i hal
ibtida-yı hameldir ol sal

Bulsa bir kimse doğduğu sali
Bilinir tab' ve huy ve ahvali

Çün gelir sal-i fare hoşluk ola
Evsat-ı salde çok yağışlık ola

Ahir-i salde fitneler uyanır
Cenk olur niceler deme boyanır

Kışıdır hem dıraz hem sırma
Fareler gılleyi eder yağma

Doğsa mevlüt fi evail-i sal
Zeyrek olur ziyade hûb hısal

ol yılın evasıtında doğsa veled
Dediler ol yalancıdır huyu bed

Ahir-i salde doğa bed kerdar
Olur ol husut hem mekkar

Çün bakar sali gelse bimari
Çoğ olur hem sudadan zari

Fitnelerden mülük olur gamnâk
Çappâ nevine erişe helak

Kışı müşted olur dahi kütah
Meyveler hem soğuktan ola tebah

Ol salde doğsa kız ya oğul
Gayriler işine olur meşgul

Evsatında doğan olur pür nur
Zeyrek ve huyruy ve hem mesrur

Ahir-i salde doğsa peyveste
Gönlü gamlı olur teni hasta

Çünkü kaplan yılı gelir be te'ab
Halka düşer adavet ile gazab

Nasa çok nakz-ı had olur pişe
Pes düşer cümle havf ve teşvişe

ihtilaf-ı mülük olur o zaman
Isıran canavar çok olur ol an

Zelzele ola bazı sahrada
Keştiye âfet ere deryada

Kışı kısa ziyade soğuk ola
Gözler nehirler suyu çok ola

Ol yılın evvelde doğan uşak
Ali himmetlidir yüzü yumuşak

Evasıtında doğarsa kâmil olur
Ahirinde cebban ve kâhin olur

Çünkü tavşan yılı olur vüsat
Çoğ olur meyvelerle her nimet

Sulh ile dola hep zemin ve zaman
Halk sıhhatle bula emn ve eman

Hoş kışı mutedil baharı bahar
Yazı yaz çar fazlı hub ve nigâr

Ol salde doğsa malı olur
Bed huy olur velî vefalı olur

Evasıtında doğan olur yahşi
Ahii mükesser ola hem vahşi

Çünkü mahi yılı gelir bisyar
Ola harb ile fitneer bîdar

Kendüm ve cüv çoğ ola hem erzan
Kim kesir ola berf ile baran

Kışı gayte dıraz olur hem serd
Kim ziyan eyleye ağçalara berd

Ol yılın evveli doğan nâçar
Ahmak ve bed güher olur ber kâr

Evsatında doğan halim ola nerm
ahiri bed huy ola hem bî şerm

Çok gelir nevbetiyle sal-i yılan
AHer taamın ola bahası giran

Kışı gayetle nerm ve kısa olur
Kaht olup her gönülde gussa olur

Ol sal doğan olur hâmuş
Bil ki sözleri hem işleri hoş

Evsatı doğan oa bed etvar
Ahiri ber şekl olur bed kâr

Çün gelir sal-i esb ba şer ve şur
Eyleye cenk ve harb ve fitne zuhur

Sayfi hoşzer' ve gılle çoğ ola p¹ak
Çar paya erişe renc ve helak

Kışı nerm ve dıraz olur gayet
Erişe meyve cinsine âfet

ol say doğan çeker zahmet
Hem olur pür muhabbet ve hikmet

Evsatı yahşi işlidiry hoş huy
Ahiri gamlı bed huy ve bed guy

Çünkü Sal-i ganem gelür gamnak
Keştiler bahr içinde bula helak

Harb olur sürat ile sulhü bulur
Hayr ve ihsana say' eden çoğ olur

Kışı nerm ve dıraz olur vâki
Ol sal doğan olur nâfi

Evsatında doğandır âsude
Ahir olur pelid ve fersude

Çünkü maymun yılı gelir hayırsız
Çoğ olur yankesici hem pîrsiz

Ol sene halka çok sitemler olur
Hastalık eşter ile esbi bulur

Kışı gayet kasîr ve soğuk ola
Ineb az dişiyle yiyiciler çok ola

ol sal doğan olur bed ruy
Lik handan ve şad olur hoş ruy

Evsatında doğarsa olur hasud
Ahirinde doğar olur bî sud

Sal-i mürg olsa hastalık yoğ ola
Gılle erzan ve meyveler çoğ ola

kışı nerm ve dıraz olur gyaet
Hamile zenlere erer âfet

Ol sal doğanda hüsn ve cemal
Olur az kısmeti fakir'ül-hal

Evsatı müezzi halk ona düşman
Ahiridir sehi sever mihman

Çünkü it sali gelse gılle ve nan
Hem aziz ola hem bahası giran

Çoğ olur mevt ve katl-i insanî
Hem de düzd ve muhil ve şeştanî

Kış hafif ola meyveler hem ucuz
kışınde emn ve eman olur şeb ve ruz

Ol salde doğa kız ya oğul
Ola her guy ve hem haris ve ekül

Evsatında doğan eder gavga
Ahirinde kanaat ve vefa

Çün gelir sal-i huk olur hasta
Emir ve ayan şehr peyveste

Padişahlar aralarına hilaf
Vâki olup çoğ ola cenk ve mesaf

Çoğ olur hınta ve şair kalil
Afet eyler darıya hem tacil

Halk yerden yere kona ve göçe
Hem reaya müşevveş ola kaça

Çoğ olur onda düzd tarraran
Ola kış nerm hem dıraz o zaman

O salde doğsa bir ferzend
Olur ol tez gûy ve hîş pesend

Evsatında doğarsa kâzib olur
Ahirinde halim ve ragıp olur.

Hem olur sal-i fare devr-i zaman
Hoş bu tertip ile eder deveran

Halkı fehm eyledinse ey Hakkı
Masivayı yok eyle bul Hak'kı

(Allah adı, hoş işlerin evvelidir. Her dem Allah diyen kişi velîdir. Hamd Allah için salat ve selam, iki cihanın fahri ve onun âline olsun devamlı. Allah adından, Allah'a hamd ve peygambere salattan sonra; Türk yılı seksenüç beyit oldu.
Hakkı der: Türk senesini nazmettim ve hükmüne nispet edip, remzine yettim. Türklerin senesinin bütün hükümlerini filozoflar mezhebince bil. Filozofların sözüne itamat edemem, fakat hepsi de yalandır deyip gidemem. Onlar durumların çoğuna vâkf olmuşlar. Bunları akıl ve tecrübe ile bulmuşlar.
Türkleri senesi, sürekli devreder ve oniki canavar huyla akıp gider. Zamanın halkı hep ona bağlıdır. Bu oniki hayvan: Faredir, inektir, kaplandır, tavşandır, sinektir, yılandır, attır, koyundur, maymundur, kuştur, köpektir, domuz eniğidir.
Binyüz altmışbeş oldu şimdi bu yıl. Rumî yıl ise ikibi altmışüçtür. Mart ayında altmışdörttü. Otuzüç yılda bir yıl eksilir. Mart ile muharrem aynı zamana rastlasa; o zaman hicrî yılın birini çıkar. Eğer bilmek itersen hangi senede olduğunu ve hangi canavara nispet olduğunu: Bak o hicrî tarihte, o sene, rumî senelerden hangisine düşer. O üç seneyi çıkar sonra onikişere bölerek düş. Kaç sene kaldıysa fareden başla, her oniki yseneye karşılık bir seneyi at. Hangi hayvanda son bulursa, o yılın hâkimi o hayvandır.
Yıl üç mevsimdir. Her mevsim dört aydır. Durumun nispeti güneş senesiyledir. Senenin başı ise koç burcunun evvelidir. Bir kimse doğduğu yılı bulursa, tabiati, huyu ve durumları bilinir.
Fare senesi gelince hoşluk olur. Sene ortasında çok yağış olur. Sene sonunda fitneler uyanır. Cek olur, niceleri kana boyanır. Kış, hem uzun hem soğuk olur. Fareler buğdayı yağma eder. Senenin başlarında doğanlar zeki ve iyi huylu olurlar. O yılın ortasında doğanlar, kötü huylu ve yalancıdırlar. Sene sonunda doğanlar, kötü işli, haset ve düzenbaz olurlar.
İnek senesi gelince: Hastalık çok olur, baş ağrısı artar. Fitnelerden dolayı melikler gamlı olurlar. Dört ayaklılara helak erişir. Kışı şiddetli ve kısa olur. Meyveler soğuktan mahvolur. O sene doğan kızlar, oğlanlar, başkalarını işiyle meşgul olurlar. Senenin ortasında doğan, nurlu, zeyrek, güzel yüzlü ve mesrur olur. Senenin sonunda doğan, gönlü gamlı ve teni hasta olur.
Kaplan yılı gelince: Halka düşmanlıkla öfke düşer. Zenaatkârların çoğu insanlara verdiği sözde durmazlar. Herkes korku ve karışıklığa düşer. Melikler arasında ihtilaf olur. Isıran canavar çok olur o zaman. Bazı yerlerde zelzele olur. Denizlerde gemiler âfet erer. Kış çok soğuk olur. Gözler ve nehirlerin suyu çok olur. Ortasında doğan, olgun olur. Sonunda doğan peynirci ve tembel olur.
Tavşan yılı geniş olur. Meyveler ve her nimet çok olur. Her yerde sulh olur. Halk emniyet içinde sıhhat bulur. Kışı hoş ve ılımlı, baharı bahar, yazı yaz olur. Dört mevsim de sevimli ve sevgilidir. O yıl doğanın malı olur, kötü huylu fakat vefalı olur. Ortasında doğan yahşidir. Sonunda doğan kırıcı ve vahşi olur.
Balık yılı gelir Çok harb olur ve fitneler uyanır. Buğday arpa çok olur. Kar ve yağmur çok olur. Kışı uzun ve sert olur. Ağaçlara soğuk zarar verir. O senenin evvelinde doğan, çaresiz, ahmak, kötü huylu ve kötü işlidir. Ortasında doğan halim ve yumuşak olur. Sonunda doğan ötü huylu ve utanmaz olur.
Yılan yılı geldiğinde: Yiyecekleri fiyatı artar. Kış oldukça kısa ve yumuşak olur. Kıtlık olur, gönüllerde gussa olur. o sene doğan, sessiz olur. Aynı zamanda bilgili ve sözleri hoş olur. Ortasında doğan, kötü tavırlı olur. Sonunda doğa kötü şekilli ve kötü işli olur.
At yılı, kötülük ve karışıklıkla gelince: Cenk, harb ve fitne ortaya çıkar. Yazı hoştur. Eki ve buğday çok ve temiz olur. Dört ayaklılara illet ve helak erer. Kışı oldukça yumuşak ve uzun olur. Meyvelere âfet erişir. Sene başında doğan, zahmet çeker, aynı zamanda muhabbet ve hikmet dolu olur. Ortasında doğan, güzel işli ve hoş huyludur. Sonunda doğan, gamı, kötü huylu ve kötü sözlü olur.
Koyun yılı gamlı olarak gelince: Denizde gemiler helak olur. Harb olur, hemen sulh olur. Hayır ve ihsana çalışan çok olur. Kışı yumuşak ve uzun olur. O sene doğan faydalı olur. Ortasında doğan, âsude olur. Sonunda doğan, kötü ve donuk olur.
Maymun yılı gelince: Hayırsız ve yankesici çok olur. O yıl halka çok sitemler olur. Deve ve atlar hastalanır. Kışı gayet kısa ve soğuk olur. Üzüm az, fakat yiyicisi çok olur. O sene doğan, kötü yüzlü olur, fakat güler yüzlü ve iyi huylu olur. Ortasında doğan, hasetçi olur. Sonunda doğan, faydasız olur.
Kuş senesi olunca: Hastalık yok olur, bolluk ve meyve çok olur. Kışı yumuşak ve oldukça uzun olur. Hâmile kadınlara hep âfet erer. O sene doğan iyi ve güzel olur, kısmeti az, hali fakir olur. Ortasında doğan, eza edici olur ve halk ona düşmandır. Sonunda doğan, cömert ve misafirperverdir. Köpek yılı gelince: Buğday ve ekmek hem kıymetli, hem pahalı olur. Cinayet ve ölüm çok olur. Hırsızlık, hile ve şeytanlık artar. Kış hafif olur, meyveler ucuz olur. Kışın gece-gündüz emniyet olur. O sene doğan kız veya oğul, kötü sözlü, hırslı ve obur olur. ortasında doğan, kavga eder. Sonunda doğan vefalı ve kanaatlı olur.
Tavuk yılı gelince: Başkan ve şehrin ileri gelenleri hep hasta olur. Padişahlar arasına anlaşmazlı düşer, savaş çok olur. Buğday çok olur, arpa az. Darıya âfet dokunur. Halk yerden yere konar ve göçer. Reaya karışır ve kaçar. Hırsız ve soyguncu çok olur. Kış ılık ve uzundur. O seni doğan oğlan, çabuk konuşur ve kendini beğenmiş olur. Ortasında doğan, yalancı olur. Sonunda doğan, halim ve istekli olur.
Zamanın dönüşü yine fare yılına gelir. Bu düzen ile denir. Halkı anladınsa ey Hakkı! Masivâyı yok anla; Hak'kı bul.)
(Sal: Yıl, sene, Sal-i Türkân: Türklerin yılı. Ganem: Koyun. Müruğ: Kuş. Sek: Köpek. Huk: Domuz eniği. Mah-ı âzer: Mart ayı. Çâr: Dört. Tedahül: Geri kalma, gecikme. Tarh: Çıkarma. Sinin: Seneler. Be: İle. Neşat: Sevinç. Fasl: Mevsim. Sal-i şems: Güneş yılı. İbtida: Başlangıç. Hamel: Koş burcu. Evsat: Orta. Dem: Kan. Dıraz: Uzun. Serma: Soğuk. Gılle: Buğday, Fi evail-i sal: Seneni başlarında. Red: Kötü. Bed kerdâr: kötü işli. Mekkar, Düzenci. Bakar: İnek. Bimar: Hastalık, Mülük: meliker. Çâr pâ: Dört ayaklı. Müşted: Şiddetli. Kütah: Kısa. Tebah: Mahvolma. Hub ruy: Sevimli yüzlü. Peyveste: Daima, Teab: Yorgunluk. Adavet: Düşmanlık. Nakz-ı ahd: Ahdi bozma. Pişe: Sanat. Keşti: Gemi. Mükes-mükesser: Kırılış. Mahi: Balık. Bîdar: Uyanık. Kendüm: Buğday. Cüv: Arpa. Erzan: Bolluk. Kesir: Çok. Berf: Kar. Baran: Yağmur. Berd: Soğuk. Nerm: Yumuşak. Bî şerm: Utanmaz. Giran: Ağır. Kaht: Kıtlık. Hâmuş: Sessiz. Esb: At. Şer ve şur: Kötülük ve karışıklık. Sayf: Yaz. Zer': Ekin. Renc: Sızı. Bed guy: Kötü sözlü. Say': Çalışma. Pelid: Rezil. Fersûde: Donuk. Eşter: Deve. Kasîr: Kısa. İneb: Üzüm Bî sud: Faydasız. Zen: Kadın. Müezzi: İnciten, Sehi: Cömert. Mihman: Misafir. Nan: Ekmek. Mevt: Ölüm. Düzd, Hırsızlık. Muhil: Hile. Şeb: Gece. Ruz: Gündüz. Ekûl: Obur. Mesaf: Harb safları. Hınta: Buğday. Şair: Arpa. Kalil: Az. Müşevveş: Düzensiz. Tarraran: Soyguncular. Ferzend: Oğul. Hiş pesend: Kendini beğenmiş. Kâzib: Yalancı. Fehm: Anlama.)
Ey aziz, malûm olsun ki, bu makamda, eski astronomi ilmini bu miktar açıklama ile yetinilip; beldelerin enlem ve boylamı ve çizilmiş daireleri, küre yüzeyi gereği üzere tasvir olunmuştur. Başlangıç meridyeni Halidan adalarından (Girinviç), başlangıç enlemi ekvatordan itibar olunup, tertip ve tanzim olunmuştur.