Bağış Yap

Amount :
Other : USD

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Allah Mazlumu Korur

Allah Mazlumu Korur
İbrahim Aleyhisselam'ın bir kıssası vardı. Bir zaman İbrahim Aleyhisselam, eşi Sare validemizle birlikte Mısır'a gider. O devirde Mısır'da Firavunlar hüküm sürmektedir. Firavun zulümde en zirveye çıkmıştır. Şehrin giriş ve çıkışları kontrol altındadır. Gelen gidenlerin haberleri anında Firavuna bildirilmektedir. Özellikle kadınlara karşı zaafı olan Firavun, gözüne kestirdiği kadını yanında alıkoyuyordu.Görevliler Sare validemizi alıp, Firavun'a götürmek isterler. İbrahim Aleyhisselam'a sorarlar:
- Bu kadın senin neyindir?
İbrahim Aleyhisselam:
-Benim kardeşimdir, der.
Sonra da Sare validemizin yanına gidince ona bir açıklama getirir:
-Bugün bana senden sordular, ben de seni kardeşim olarak tanıttım. Sana da sorarlarsa beni yalancı çıkartma. Bu memlekette Allah'a inanan ikimizden başka kimse yok. Seninle eş olmanın yanında aynı zamanda iki din kardeşiyiz. Benim onlara kardeşimdir demem, din kardeşliği açısındadır.
Bekledikleri an geldi, Firavun Sare validemizi istedi. Görevli adamların eşliğinde Sare validemiz zorla Firavunun huzuruna çıkarıldı.
Anlama ve idrak kapasitesi zayıf ya da fitne çıkarmaya niyetli bir takım insanlar bu hadiseyi değişik yerlere çekmektedirler. Bir peygamber hanımını yabancı bir insana nasıl gönderirmiş? Hadiseyi baştan sonra akıl gözü ile takip edenler, bu olayda en küçük bir olumsuzluğun olmadığını görecekler. Hatta günümüze birçok dersler de çıkarmak mümkündür. Bu olay hadisi şeriflerde şöyle haber verilmektedir. Sare, Firavunun karşısına çıkar.
Hadisi Şerifte Firavun zorba olarak anlatılmaktadır. Zorba Sare'ye yaklaşmak için oturduğu yerden ayağa kalktı. Sare o sırada zorbadan izin istedi, abdest alıp iki rekât namaz kıldı ve şu niyazda bulundu:
"Ya Rabbim!Sana ve gönderdiklerine iman etmişim. Bu ana kadar kocamdan başkasına karşı ırzımı, namusumu korumuş isem, şu kâfiri üzerime saldırtma, beni ondan koru!"
Firavun da Sare'yı bekliyordu. Namazını kılıp duasını eden Sare validemiz, Firavunun yanına döndü. Firavun kaldığı yerden tekrar yaklaşmaya başladı. Tam o esnada Firavunun ayakları kendini tutmaz oldu, olduğu yere yıkılıp kaldı. Aciz duruma düşen kuş gibi çırpınmaya başladı. Bu durumu gören Sare validemiz endişeye kapıldı, Firavun bu halde ölecek olsa, sorumlu onu tutacaklardı. Sare validemiz yine Rabbine yöneldi:
"Ya Rabbim!
Bu ölürse, benim üzerime atarlar, onu eski haline getir."
Zorba eski durumuna geldi. Ancak Sare'den de vazgeçmemişti. Tekrar Sare validemizin üzerine yürüdü. Sare validemiz bu sefer de izin istedi. Namazını kıldı, duasını yaptı ve aynı hadise cereyan etti. Bu olay üç defa tekrarlandı.
Firavun yaşadıkları karşısında dehşete düştü. Adamlarına emirler verdi:
-Bu kadını aldığınız yere götürün. Bana kadın diye getirdiğiniz şeytanın ta kendisidir. Benden uzak olsun, yanına cariyelerimden birini de verin.
Böylece Sare validemiz, Firavunun zulmünden, tecavüzünden korundu. Bir de yardıma mahzar oldu. Sare eşinin yanına gelince:
-Ey İbrahim! Rabbim beni zorbanın şerrinden korudu, bir de şu cariyeyi bize ihsan eyledi, dedi.
Bunlar Mevla'mızın ayetlerindendir, her bir ayette insana bir mesaj vardır.
Beyan Dergisi, 89.Sayı, Ocak -2007

HİCRETİN ALTINCI YILI


PEYGAMBERİMİZİN HAYATI
VI- HİCRETİN ALTINCI YILI
l- HUDEYBİYE BARIŞI (Zilkade 6 H./Mart 628 M.)
"Ey Muhammed, Biz sana apaçık bir zafer sağladık." 
(Fetih Sûresi, 1) 
a) Müslümanların Kâbe'yi Ziyâret Arzusu 
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Medine'ye hicret edeli 6 yıl olmuştu. Bu süre içinde Mekke müşrikleriyle, Medine'de bulunan Müslümanlar arasında, sırasıyla Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları oldu. Mekke müşrikleri Medine'yi basmak, Hz. Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanlığı yok etmek için her çâreye baş vurdular; bütün imkân ve güçlerini ortaya koydular; fakat amaçlarına ulaşamadılar. Müslümanların günden güne güçlenmelerine, sayılarının artmasına engel olamadılar. 
Ancak Medine dışındaki kabîleler, Müslümanlığın ne olduğunu yeterince bilmiyorlardı. Kâbe'nin komşusu ve koruycusu olduğu için saygı duydukları Kureyş kabîlesi, kendi içlerinden çıktığı halde Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini kabûl etmemiş,hatta O'nu yurdundan çıkarmışlardı. Bu yüzden, Müslümanlığın Medine dışındaki kabîlelere tanıtılabilmesi ve geniş ölçüde yayılmasının sağlanabilmesi için, Mekke'lilerle barış yapılmasına ihtiyaç vardı. Rasûlullah (s.a.s.), geçici de olsa Mekkelilerle barış yaparak, diğer kabîlelerle serbestçe ilişkiler kurmayı arzu ediyordu. 
Diğer taraftan, Mekkeli Müslümanlar, doğup büyüdükleri ve her şeylerini bırakıp ayrıldıkları yurtlarını çok özlemişlerdi. Her namazda yöneldikleri kutsal Kâbe'yi 6 yıldan beri ziyâret edemiyorlardı. Kâbe'yi ziyâret, bütün Müslümanların en büyük ortak özlemleri olumştu. 
b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Rüyâsı 
Hicretin 6'ıncı yılı, Rasûlullah (s.a.s.), gördüğü bir rüyâ üzerine(245) hep birlikte Kâbe'yi ziyâret edeceklerini ashâbına müjdeledi.(246) Hazırlıklar tamamlandı. Savaş yapılması yasak olan aylardan Zilkade'nin ilk pazartesi günü (2 Zilkade 6 H./14 Mart 628 M.), yerine Mektûm oğlu Abdullah'ı vekil (kaymakam) bırakarak, ashâbından 1400 kişi ile(247) Medine'den ayrıldı. Hanımlarından Ümmü Seleme de berâberinde bulunuyordu. Maksadı savaş olmayıp, yalnızca Kâbe'yi ziyâret etmekti. Mekkelileri telâşlandırmamak için, ashâbının silah taşımalarına izin vermemiş, sadece yolcu silâhı olarak birer kılıç almışlardı. (248) Hac için Mekke'ye gelecek düşman kabîlelerle yolda karşılaşmamak için, Kâbe ziyâretini hac günlerinden önce yapmayı uygun görmüştü. Yanlarındaki 70 kurbanlık deveyi kıladelediler ve Zülhuleyfe'de "umre" niyyetiyle ihrama girdiler.(249) Yol güvenliğini sağlamak için 20 kadar süvâriyi öncü olarak gönderdiler. 
c) Mekkelilerin Tepkisi 
Mekkeliler, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kâbe'yi ziyâret için yola çıktığını duyunca telâşlandılar. Müslümanları Mekke'ye sokmamağa karar verdiler. Velîd oğlu Hâlid ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime'yi 200 süvâri ile öncü olarak gönderdiler. 
Resûlullah (s.a.s.), Mekkelilerin bu kararını önden gönderdiği gözcüleri vasıtasiyle öğrendi. Sağ tarafa sapıp, yol güzergâhını değiştirerek, Hudeybiye'ye kadar ilerledi.(250) Rasûlullah (s.a.s.)'in bindiği "Kasvâ" adlı deve burada çöktü, bütün gayretlere rağmen kalkmadı. Müslümanlar: 
-Kasvâ harin oldu, çöktü kalkmıyor, diye söylenmeğe başladılar. Rasûlullah (s.a.s.): 
-"Kasvâ harinleşmez, onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Fil'in Mekke'ye girmesine engel olan ilahi kudret, şimdi de Kasvâ'yı ilerletmiyor. Allah'a yemin olsun ki, Kureyş Cenâb-ı Hakk'ın kutsal kıldığı şeylere hürmet ve tâzim kasdıyle benden her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun, istediklerini kabûl edeceğim.. " buyurdu.(251) 
d) Barış Müzakereleri 
Bu sırada Huzâa kabîlesi reisi Büdeyl çıkageldi. Kureyşin, Müslümanları Mekke'ye sokmamak için müşrik kabilelerle anlaştığını ve savaş hazırlığı içinde olduklarını haber verdi.(252) 
Rasûlullah (s.a.s.) savaş maksadiyle değil, sâdece Kâbe'yi ziyâret için geldiklerini, daha önce yapılan savaşlarda Kureyş'in uğradığı kayıpları anlattı. 
-İsterlerse belirli bir süre onlarla barış yapalım. Benimle diğer kabîlelerin arasını serbest bıraksınlar, (karışmasınlar). Eğer ben üstün gelirde, Araplar İslâmiyeti kabûl ederlerse, Mekkeliler de isterlerse bu dine girebilirler. Şayet Araplar bana üstün gelirlerse, Kureyş savaş külfeti çekmeden istediğini elde etmiş olur. Aksi halde, Allah'a yemin ederim ki, O'nun yolunda ölünceye kadar onlarla savaşırım, Allah da yardımını gerçekleştirir, dinini üstün kılar, buyurdu.(253) 
Büdeyl, Rasûlullah (s.a.s.)'den duyduklarını Kureyş'e iletti. Kureyş ileri gelenleri de savaşa taraftar değildi. Sakif kabilesi reisi Tâifli Mes'ûd oğlu Urve'yi Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.) Büdeyl'e söylediklerini Urve'ye de anlattı. Urve hem Rasul-i Ekrem (s.a.s.)'le konuşuyor, hem de Müslümanların durumunu ve bütün davranışlarını dikkatle tâkip ediyordu. Dönüşünde gördüklerini özetle şöyle anlattı: 
-Bilirsiniz ki ben birçok devlet başkanını ziyâret ettim, Rum Kayseri, Fars Kisrâsı, Habeş Necâşi'sinin huzurunda elçi olarak bulundum. Yemin ederim ki, Müslümanların Muhammed (s.a.s.)'e gösterdikleri hürmet, sevgi ve bağlılığı bunların hiçbirinin sarayında görmedim... Sözlerini dikkatle dinliyorlar. Bir şey sorunca, alçak (hafif) sesle cevâp veriyorlar. İsteklerini derhal yerine getiriyorlar. Saygılarından yüzüne dikkatle bakamıyorlar. Abdestinden artan suyu bile,-teberrük için-aralarında paylaşıyorlar... Madem ki, bize barış teklif ediyor, kabûl edelim, dedi. 
Mekkeliler, Urve'nin sözlerinden hoşlanmadılar. Bir iki elçi daha gidip geldi, fakat hiç bir sonuca varılamadı. 
Rasûlullah (s.a.s.), Kureyş'ten gelen eçilerle sonuca ulaşılamadığını gördü. Kureyş'le görüşmek üzere Hz.Ömer'i Mekke'ye göndermeyi düşündü. Ömer: 
-Yâ Rasûlallah, Mekkeliler benim kendilerine olan düşmanlığımı bilirler, himâyesine sığınabileceğim bir yakınım da yok. Osman'ın Mekke'de akrabası çok, Ebû Süfyân ile amcazâde. Osman bu işi benden daha iyi başarır, dedi. 
Hz. Osman Mekke'ye gitti. Ebû Süfyân ve diğer Kureyş ileri gelenleriyle görüştü. Maksatlarının sâdece Kâbe'yi ziyâret olduğunu anlattı. Mekkeliler: 
-Hepinizi Mekke'ye bırakırsak, Araplar, "Kureyş Müslümanlardan korktu," derler. Fakat istersen Kâbe'yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz, dediler. Hz. Osman, Kâbe'yi Müslümanlardan ayrı olarak ziyâret etmeği kabûl etmedi. 
-Rasûlullah (s.a.s.) tavâf etmedikce, ben de etmem, diyerek tekliflerini reddetti. O'nun bu davranışı Mekkelileri kızdırdı, göz hapsine aldılar ve dönmesine izin vermediler. 
2- RIDVÂN BÎATI: 
"Allah, mü'minlerden ağacın altında sana bîat ederlerken hoşnud olmuştur.Gönüllerindekini bilerek onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir." 
(el-Fetih Sûresi, 18-19) 
Hz. Osman'ın gecikmesi, Müslümanları telâşlandırdı. Öldürüleceğine dâir söylentiler çıktı. Böyle bir ihtimâle karşı Resûlullah (s.a.s.) gereken tedbirleri aldı. Müslümanları Allah yolunda yapacakları savaşta, canlarını fedâ etmekten çekinmeyeceklerine dâir, kendisine bîat etmeğe çağırdı. "Artık bunlarla vuruşmadan buradan ayrılamayız," buyurdu. 
İlk biat eden Ebû Sinan el-Esedî oldu. "Rasûlullah (s.a.s.)'in gönlündeki muradı ne ise, onun gerçekleşmesi üzerine biat ediyorum." dedi. 
Hudeybiye'de bodur bir ağacın aldında,(254) bütün Müslümanlar sırayla Rasûlullah (s.a.s.)in ellerini tutarak bîat ettiler. Allah yolunda ölünceye kadar savaşmağa, düşmandan kaçmamaya söz verdiler. Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Osman adına da bir elini diğeriyle tuttu, onu da böylece bîata kattı. Yalnızca Cedd b. Kays adlı münâfık, devesinin arkasında gizlendi, bîata katılmadı. 
Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de, Hudeybiye'de Rasûlullah (s.a.s.)'e bîat eden mü'minlerden hoşnud olduğunu bildirmiştir. (255) Bu sebeple, İslâm Târihinde bu bîata "Rıdvân Bîatı" adı verilmiştir. 
Müslümanların kararlılığını ve Rasûlullah (s.a.s.)'e bağlılıklarını gösteren bu bîatın Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhal Hz. Osman'ı serbest bıraktılar ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'le barış yapmak üzere Amr oğlu Süheyl başkanlığında bir hey'et gönderdiler. 
a) Barış Şartları 
Uzun müzâkere ve tartışmalardan sonra kabûl edilen barış şartları şunlardır: 
1- Müslümanlar bu sene Kâbe'yi ziyâret etmeden dönecekler, bir yıl sonra ziyâret edecekler. 
2- Müslümanlar Kâbe'yi ziyâret için geldiklerinde, Mekke'de üç günden çok kalmayacaklar ve yanlarında birer kılıçtan başka silah bulundurmayacaklar. 
3- Müslümanların Mekke'de bulunduğu günlerde, Kureyşliler Mekke dışına çıkacaklar, Müslümanlarla temâs etmeyecekler. 
4- Mekkelilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa, geri istenmeyecek.
5- Kureyş dışında kalan diğer kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine girmekte ve anlaşma yapmakta serbest olacaklar. 
6- Bu anlaşma on yıl geçerli olacak, bu müddet içinde iki taraf arasında tecâvüz ve savaş olmayacak. 
b) Barış Anlaşmasının Yazılması 
Barış şartlarını Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ali'ye yazdırdı. "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Bu anlaşma, Muhammed Rasûlullah ile Kureyş elçisi Süheyl arasında yapılmıştır." diye yazılmasına Süheyl itiraz etti. 
- "Rahmân" sözünü anlamıyoruz, ayrıca senin Rasûlullah olduğunu kabûl etseydik, bu anlaşmaya gerek yoktu "Bismike'llâhümme (Allah'ım, senin adınla). Bu anlaşma Abdullah'ın oğlu Muhammed ile Kureyş elçisi Süheyl arasında yapılmıştır." diye yazılmasını istedi.(256/1) 
-Rasûlullah (s.a.s) mutlaka barışı sağlamak istiyordu. Daha işin başında, "Allah'a yemin olsun ki Kureyş benden Cenab-ı Hakk'ın kutsal kıldığı şeylere hürmet kasdiyle her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun, isteklerini kabûl edeceğim," buyurmuştu. Bu sebeple, bütün bu ağır şartları kabûl etti. 
Fakat müslümalar son derece üzgündüler. Büyük bir ümit ve heyecanla gelmişlerdi. Oysa şimdi Kâbe'yi ziyâret edemeden döneceklerdi. 
Anlaşmanın yazılması henüz bitmişti ki, Süheyl'in oğlu Ebû Cendel, ayağındaki zinciri sürükleyerek çıkageldi. Babası onu Müslüman olduğu için, zincire vurarak hapsetmişti. Her nasılsa kurtulmuş, bin bir güçlükle Mekke'den kaçmış, Müslümanlara sığınmağa gelmişti. 
Süheyl oğlunun geri verilmesinde isrâr etti. Aksi halde anlaşmayı imzalamadan döneceğini söyledi. Bütün çabalara rağmen, inadından dönmedi. Barışın sağlanabilmesi için, Ebû Cendel'in müşriklere teslimi gerekiyordu. Çektiği işkenceleri ve acıklı hâlini anlatarak müşriklerin elinde bırakılmamasını isteyen Ebû Cendel'i Rasûlullah (s.a.s): 
-Ey Ebû Cendel, biraz daha sabret, pek yakında Yüce Rabbım sana ve senin gibilere kurtuluş yolunu açacaktır, diye teselli etti. 
c) Ashâbın Üzüntüsü 
Fakat bu son durum, artık Müslümanların üzüntülerini dayanılmaz hâle getirmişti. Hepsinin sinirleri gergindi. Hz. Ömer dayanamadı. Rasûlullah (s.a.s) 'ın huzuruna gelerek: 
-Sen Allah'ın Peygamberi değil misin? Bizim dinimiz hak değil mi? Neden bu zilleti kabûl ediyoruz, neden? diye söylendi. Hz. Peygamber (s.a.s): 
-Evet ben Allah'ın Peygamberiyim. Bu yaptığım işlerde Allah'a isyan etmiş de değilim. O, benim yardımcımdır, diye cevap verdi. Fakat Ömer'in üzüntü ve öfkesi devâm ediyordu. 
-Sen bize Kâbe'yi tavaf edeceğiz., demedin mi? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s): 
-Evet, dedim. Fakat bu sene ziyâret edeceğimizi söylemedim, Tekrâr ediyorum, Kâbe'yi hep beraber tavâf ve ziyaaret edeceğiz, buyurdu.(256/2) Anlaşmanın imzalanmasından sonra Rasûlullah (s.a.s) ashâbına: 
-Haydi, artık kurbanlarınızı kesiniz, sonra tıraş olup ihramdan çıkınız, emrini üç defa tekrarladığı halde, hiç kimse yerinden kıpırdamamıştı.(257) Hz Peygamber (s.a.s), ashâbının bu ilgisizliğine üzülerek, eşi Ümmü Seleme'nin yanına gitti. Ümmü Seleme: 
-Yâ Rasûlallah, onlar üzüntülerinden ilgisiz görünüyorlar. Siz kimseyle konuşmadan kendiniz kurbanınızı kesin, tıraş olun. Onlar size uyacaklardır, dedi. 
Ashâb, Hz. Peygamber (s.a.s) 'in kurbanını kesip tıraş olduğunu görünce, hemen onlar da kurbanlarını kesip, birbirlerini tıraş etmeğe başladılar.(258) 
d) Hudeybiye Barışı Aslında Zaferdi. 
Hudeybiye Barışı'nın hemen bütün şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu. Fakat barışın Müslümanların yararına ve sonucun lehlerine olacağını Rasûlullah (s.a.s) biliyordu. Bu sebeple,barışı sağlamak için, aleyhlerinde görünen en ağır şartları kabûl etmişti. 
Rasûlullah (s.a.s) barış anlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra Medine'ye döndü. Böylece Müslümanlar Hudeybiye'de 19-20 gün kalmış oldular. 
Dönüşte yolda "Fetih Sûresi" indi, Cenâb- Hakk Hudeybiye anlaşmasının Müslümanlar için zillet ve yenilgi değil, aksine zafer olduğunu bildiriyordu.(259) 
Gerçekten Hudeybiye anlaşması, Müslümanlığın Medine dışında yayılmasına bir başlangıç oldu. Mekkeliler o zamana kadar müslümanlara, dağılıp yok olmağa mahkûm, derme-çatma bir toplululk gözü ile bakıyorlardı. Bu anlaşma ile Müslümanları bir devlet olarak tanımış oldular. 
Anlaşmadan sonra Müslümanlarla müşrikler arasında görüşme ve temâslar arttı. Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm'ı serbestçe yaymağa başladı. Hudeybiye musâlahasından Mekke'nin fethine kadar geçen 21 aylık devrede Müslüman olanların sayısı, İslâm'ın doğuşundan, Hudeybiye Barışına kadar geçen 19 yılda Müslüman olanların sayısından kat kat fazla oldu. Hayber'in ve Mekke'nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye musâlahasını takibetti. Dört yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s)'ın vefâtında Müslümanlık bütün Arab yarımadasına yayılmış bulunuyordu. 
e) Barış Şartlarının Müslümanlar Lehine Dönmesi 
Hz. Peygamber (s.a.s.) anlaşmaya bağlı kaldı. Mekkeliler istemedikçe, hiç bir hükmünü tek taraflı kaldırmadı. Kısa bir süre sonra, Kureyş'le aralarında anlaşma bulunan Sakîf kabîlesinden Ebû Basîr adında biri, Medine'ye gelip Müslümanlara sığındı. Ebû Basîr de Ebû Cendel gibi işkence gören Müslümanlardandı. Mekkeliler, arkasından hemen iki kişi gönderip Ebû Basîr'in iâdesini istediler. Rasûlullah (s.a.s): 
-Ey Ebû Basîr, biliyorsun ki, biz Kureyşle bir sözleşme yaptık, ahdimizi bozamayız. Biraz daha sabret, Rabb'ım yakında bir kurtuluş yolu açacaktır, diyerek Ebû Basîr'i Kureyşlilere teslim etti. 
Ebû Basîr, Mekke'ye ölüme götürüldüğünü biliyordu. Bu sebeple, bu adamların elinden kurtulması gerekiyordu. Yolda, Zülhuleyfe'de(260) yemek için oturdular. Ebû Basîr, bunlara saf ve samîmî göründü. Bir ara: 
-Kılıcın ne kadar da güzelmiş, bakmama müsaade eder misin? diyerek, birinin elinden kılıcı aldı, hemen üzerine atılıp onu öldürdü; diğeri ise kaçıp kurtuldu. 
Ebû Basîr öldürdüğü Kureyşlinin atına bindi, silahını kuşandı, tekrar Medine'ye döndü. Rasûlullah (s.a.s)'ın huzuruna çıkıp: 
-"Ey Allah'ın Rasûlü, siz sözünüzü yerine getirdiniz. Beni onlara teslim ettiniz. Fakat Allah beni kurtardı, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s) ona anlaşma şartlarına göre Medine'de kalmasının mümkün olmadığını anlattı. Ebû Basîr Medine'den çıktı. Mekke'ye dönemezdi. Medine'de kalamıyordu. Deniz kıyısında, Mekke- Şam yolu üzerinde "İys" denilen bir yere yerleşti. Mekke'de Müslümanlıklarını gizleyenler ve işkence görenler, birer, ikişer kaçıp, Ebû Basîr'in yanında toplandılar. Ebû Cendel de kaçıp buraya geldi. Kısa zamanda sayıları 70'e yükseldi, daha sonra 300 oldular. Mekkelilerin Şam ticâretini önleyecek bir kuvvet hâline geldiler. 
Ebû Basîr'in yanında toplananlar, Hudeybiye anlaşması hükümlerine bağlı değildiler. Kureyşin Şam ticâret yolu tehlikeye girmişti. Mekkeliler telâşlandılar. Anlaşmanın, Medine'ye sığınan Mekkelilerin geri verilmesiyle ilgili maddesini hükümsüz saymaktan başka çâre yoktu. Baskı ile Müslümanlığın önlenemeyeceğini anladılar. Hemen, Hz Peygamber (s.a.s)'e Ebû Süfyan'ı elçi olarak gönderip, bu maddenin kaldırılmasını ve Mekke'den kaçan bütün Müslümanların Medine'ye kabûlünü istediler. Anlaşma yapılırken en çok ısrar gösterdikleri bu madde, gene onların isteğiyle kaldırılmış oldu. 
Peygamber (s.a.s.), Ebû Basîr ve arkadaşlarını Medine'ye çağırdı. Bu sırada Ebû Basîr ölüm yatağında idi. Vefât edince orada defnettiler. Arkadaşlarını Ebû Cendel toplayıp Medine'ye götürdü. Böylece Kureyşin Şam ticâret yolu açıldı. Müslümanlar da anlaşmanın en ağır hükmünden kurtulmuş oldular. 
Hudeybiye Barışı 2 yıl devâm etti. Anlaşmayı Kureyş bozdu. İki yıl sonra Mekke, Müslümanlar tarafından fethedildi. (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.) 
3- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN ÜMMÜ HABÎBE'YLE EVLENMESİ 
Ümmü Habîbe Ebû Süfyân'ın kızıdır. Mekke Devrinde Müslüman olmuş ve kocası Ubeydullah b. Cahş'la birlikte Habeşistan'a hicret eden ikinci kafileye katılmıştı. Alkolik bir adam olan kocası, Habeşistan'da Hristiyan oldu. Ümmü Habîbe Müslümanlıkta sebât edip kocasından ayrıldı. Bu yüzden, yabancı bir ülkede kimsesiz ve himâyesiz kaldı. Henüz müşrik olan babasının yanına da dönemezdi. 
Rasûlullah (s.a.s), Hicretin 6'ıncı yılı Habeşistan'a bir elçi gönderdi. Habeş Necâşi'sini vekil yaparak Ümmü Habîbe'yi nikâhladı.(261) Nikâh merâsiminde Câfer Tayyar ve diğer Müslümanlar da bulundu. Nikâhtan sonra Necâşi Ümmü Habîbe'yi Medine'ye gönderdi. Bu evlilikten önce şu âyet inmişti: 
"Allah'ın, sizinle düşmanlık gösterdiğiniz kimseler arasında dostluk ve sevgi yaratması mümkündür." (el-Mümtehine Sûresi,7) 
Gerçekten bu evlilikten sonra Ebû Süfyân'ın, Hz. Peygamber (s.a.s)'e olan düşmanlığında bir yumuşama başlamıştır. 
(245) "Andolsun ki, Allah peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik etmiştir. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan, Mescid-i Haram'a gireceksiniz.." (el-Fetih Sûresi, 27) 
(246) Medine civârındaki henüz Müslüman olmayan Müzeyne, Cüheyne, Gıfâr, Eslem, Eşca', gibi kabileler de birlikte Kâbe'yi ziyâret için dâvet edilmişlerse de, bunlar Kureyş'ten çekindikleri için, Müslümanlara katılmadılar. (Tecrid Tercemesi, 8/177, 1164 numaralı hadisin izâhı) 
(247) el-Buhârî, 5/62-63; Tecrid Tercemesi, 8/ 264 (Hadis No: 1599) 
(248) O devirde, çölde yırtıcı hayvanlara ve çapulculara karşı her yolcunun bir kılıç bulundurması âdet ve zarûri idi. 
(249) Umre, ihrâmlı olarak Kâbe'yi tavâf ve ziyâret etmek, Safâ ile Merve arasında Sa'y yaptıktan sonra tıraş olarak ihramdan çıkmaktan ibârettir. Umre için belirli bir zaman yoktur, her zaman yapılabilir. Hac ise belirli zamanda (ancak hac mevsiminde) yapılır. 
(250) Hudeybiye, Medine'ye 9 konak, Mekke'ye ise 1 günlük mesâfede küçük bir köydür. Adını, buradaki aynı adı taşıyan bir kuyudan almıştır. (Tecrid Tercemesi, 10/258) 
(251) Bkz. el-Buhârî, 3/178; Tercid Tercemesi, 8/178 (Hadis No: 1164) Müslümanların indiği yerdeki "Samed" adlı kuyuda çok az su vardı. Herkes almaya başlayınca, bir anda suyu tükeniverdi. Susuzluktan şikâyet başladı. Rasûlüllah (s.a.s.) ok torbasından çıkardığı bir oku, kuyunun dibine koymalarını emretti. Artık oradan ayrılıncaya kadar su sıkıntısı çekmediler. (bkz. el-Buhârî 3/178 ve 5/62; Tecrid Ter. 8/179 Hadis No: 1164 ve 10/261 Hadis No:1598) 
(252) Huzâa kabîlesiyle, Hâşimoğulları arasında câhiliyyet devrinde dostluk vardı. Huzâalılar bu dostluğu İslâmdan sonra da devâm ettirdiler. Müslüman olsun müşrik olsun, bütün Huzâalılar, Mekke'de olup biteni Rasûlüllah (s.a.s. )'den gizlemezler, gizlice O'na bildirirlerdi. 
(253) Bkz. el-Buhârî, 3/79; Tecrid Tercemesi, 8/181 (Hadis No: 1164) 
(254) Bu ağaç, müslümanlar arasında zamanla kutsal sayılabilir, düşüncesiyle halifeliği sırasında Hz. Ömer'in emriyle kesilmiştir. (Tecrid Ter., 10/260) 
(255) el-Feth Sûresi, 18 
(256/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/136-141 (Hadis No: 1158) 
(256/2) Hz. Ömer, daha sonra Rasûlüllah (s.a.s.) 'e karşı saygısız davrandım diye bu sözlerinden pişmanlık duymuştur. (el-Buhârî, 5/67; Tecrid Tercemesi, 10/267; Asr-ı Saâdet, 1/427) 
(257) Rasûlüllah (s.a.s.)'in emrini ashâbın hemen yerine getirmemesi, muhâlefet için değildi. Şartları ağır olan bu anlaşmanın vahiy ile kaldırılacağını, böylece Kâbe'yi ziyâret edebileceklerini ümit ediyorlardı. 
(258) İslâm bilginleri bu olaydan, fiilî sünnetin, kavlî (sözlü) sünnetden daha kuvvetli olduğu sonucuna varmışlardır. 
(259) (Ey Muhammed, Hudeybiye anlaşmasıyla) Biz sana apaçık bir fetih (zafer) verdik. (el-Fetih Sûresi, 1) 
(260) Zülhuleyfe Medine'ye bir konak, yaklaşık 10 km. mesâfede bir yerdir. Medineliler ve Medine'ye uğrayarak hac veye umre için Mekke'ye gidenler ihrama burada girerler. Şimdi bu yere "Abâr-ı Ali" denilmektedir. 
(261) Zâdü'l-Meâd, 2/120

HİCRETİN BEŞİNCİ YILI

PEYGAMBERİMİZİN HAYATI
V-HİCRETİN BEŞİNCİ YILI
1- BENİ MUSTALIK GAZASI (MÜREYSİ' SAVAŞI) 
(2 Şaban 5 H./17 Aralık 626 M.) 
Mustalikoğulları Huzâa kabilesindendir. Necid bölgesinde, Medine'ye 9 günlük bir yerde yerleşmişlerdi. Müslümanlarla iyi geçiniyorlardı. Fakat, Kureyşlilerin teşvikiyle kabîle reisi Ebû Dırâr oğlu Hâris çevrede yaşayan bedevi kabîlelerle birleşerek Medine'ye baskın için hazırlığa başladı. Rasûlullah (s.a.s) durumu öğrenince, Medine'de Zeyd b. Hârise'yi kaymakam bıraktı. 30'u atlı, 1000 kişilik bir kuvvetle Benî Mustalık üzerine yürüdü. (2 Şabân 5 H./17 Aralık 626 M.) 
Bedevîler, Müslümanların üzerlerine geldiğini duyunca, korkup dağıldılar. Hâris'in etrafında sâdece kendi kabilesi kaldı. 
Benî Mustalık Müreysi' suyu yanında toplanmış henüz hazırlıklarını tamamlayamamıştı. Müslüman olmaları teklif edildi, kabûl etmediler. Fakat Müslümanların düzenli hücûmlarına karşı duramayıp bir saat içinde dağıldılar. 
Savaş sonunda, Müslümanlardan bir kişi şehid oldu, müşrikler ise 10 ölü verdiler. Ayrıca, Müslümanlar ganimet olarak 700 esir, 5000 koyun, 2000 deve ele geçirdiler. 
2- RASÛLULLAH (S.A.S.)'IN CÜVEYRİYE İLE EVLENMESİ 
Esirler arasında, kabile reisi Hâris'in kızı Cüveyriye de vardı. Kocası Safvan oğlu Müsâfî savaşta ölmüş, kendisi de esir düşmüştü. Ganimetlerin taksiminde, Sâbit b. Kays'ın payına ayrılmıştı. Babası Hâris, Peygamber (s.a.s)'e başvurarak kızının şerefinin korunmasını istedi. 
Hz. Peygamber (s.a.s), Cüveyriye'nin bedelini Sâbit b. Kays'a ödeyerek onu serbest bıraktı. Cüveyriye kabîlesine dönmedi, kendi isteği ile Rasûlullah (s.a.s)'la evlendi. Bunun üzerine ashâb: 
-"Rasûlullah (s.a.s)'in eşinin yakınları esir tutulmaz" diyerek ellerindeki bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu sebeple Hz.Âişe: 
-Kavmi için, Cüveyriye kadar hayırlı başka bir kadın bilmiyorum, demiştir.(222/1)
Görüldüğü üzere Peygamber (s.a.s) Efendimizin Cüveyriye ile evlenmesinin amacı siyâsî idi. Bu evlilik sebebiyle,bütün esirler fidye ödemeden serbest bırakıldılar. Mustalıkdğulları daha sonra toptan Müslüman oldu. 
3- TEYEMMÜMÜN MEŞRÛ KILINMASI 
Rasûlullah (s.a.s) her sefere çıkışında, aralarında kur'a çekerek hanımlarından birini yanında götürürdü. Benî Mustalık Gazâsında, Hz. Âişe'yi götürmüştü. Dönüşte, bir gece konak yerinden hareket edileceği sıra Hz. Âişe'nin gerdanlığının kaybolduğu anlaşıldı. Rasûlullah (s.a.s), aranmasını emretti, bu yüzden hareket gecikti. Derken sabah namazı vakti oldu. Oysa abdest için yanlarında yeterli su yoktu. Zamanında hareket edilebilseydi, su başına yetişilecekti. Namaz vakti çıkacak, diye herkes telâş içindeydi. Hz. Ebû Bekir, bu hâle sebep olan kızı Âişe'yi azarlamış hatta hırpalamıştı. İşte Müslümanlar böyle bir sıkıntı içindeyken, su bulunmadığında temiz toprakla teyemmüm yapılacağını bildiren âyet indi.(222/2) Müslümanlar son derece sevindiler, hemen teyemmüm yaparak namazlarını kıldılar. 
Hareket edileceği sırada, gerdanlık bulundu. Hz.Âişe'nin çökmüş olan devesinin altında kalmıştı.(223) 
4- İFK (İFTİRA) OLAYI (224) 
Mureysi' Savaşı dönüşünde, bir konaklama sırasında Hz Âişe kazâ-i hâcet için mahfesinden* çıkarak, konaklama yerinden uzaklaşmıştı. Bu sırada Yemen boncuğundan yapılmış gerdanlığı düşmüş, onu ararken gecikmişti. Dönüşünde, kafileyi yerinde bulamadı. O'nu mahfesinde sandıkları için, beklemeyip hareket etmişlerdi. 
Hz. Aişe, -mahfede olmadığım anlaşılınca,- beni ararlar, diye olduğu yerde beklerken, arkadan askerin bıraktığı şeyleri toplamakla görevlendirilen Safvân b. Muattal geldi. Hz. Âişe'yi görünce, devesini çöktürdü; Hz.Âişe bindi. Safvân deveyi önünden çekerek ilerledi. Öğle sıcağında başka bir konak yerinde kafileye yetiştiler. 
Münâfıklar bu olayı fırsat bildiler. Hz. Âişe tamâmen örtülü olduğu ve Safvân ile aralarında konuşma bile geçmediği halde, Hz. Âişe'nin iffetine iftirâ etmekten çekinmediler. Rasûlullah (s.a.s) son derece üzüldü. Hz. Âişe kederinden hastalandı. Sonunda masûm olduğu âyetle bildirildi.(225) İftirâcılara da "hadd-i kazf"(iffetli kimselere iftira cezâsı) uygulandı. Her birine 80'er deynek vuruldu.(226) 
5- HENDEK SAVAŞI (Şevval 5 H./ Şubat 627 M.) 
Mü'minler, müttefik düşman birliklerini 
gördüklerinde, "İşte Allah ve Rasûlünün 
bize vâdettiği şey budur. Allah ve Peygamber doğru söylemiştir" dediler. Bu, onların imân ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı." 
(el-Ahzâb Sûresi, 22) 
Bir taraftan karşı tarafa geçmeyi engelleyen derin ve uzun çukara"hendek" denir. Medine'yi savunmak üzere, çevresine hendek kazıldığı için bu savaşa, "Hendek Gazvesi" denildiği gibi, bir çok müşrik ve Yahûdî kabîlesi, Müslümanlara karşı birleştiği için" Ahzâb Harbi" de denilmiştir. 
"Ahzâb", "hızb" kelimesinin çoğuludur. Hizb, aynı düşünce, inanç ve kanaatı paylaşan insan topluluğu demektir. 
a) Yahûdîlerin Müşriklerle İşbirliği 
Medine'den sürülen Benî Nadîr Yahûdîlerinin reisleri, Hayber'e sağınmışları. Müslümanlardan öc almak istiyorlardı. Başta Ahtaboğlu Huyey olmak üzere, 20 kadar Yahûdî lideri 70 kişilik bir hey'et ile Mekke'ye gittiler. 
-Müslümanlar gün geçtikçe kuvvetleniyor. Onlara kırşı birlikte hareket etmeliyiz. Biz savaş için hazırız. Medine'deki Benî Kurayzalı kardeşlerimiz de savaşta Müslümanları arkadan vuracak... diye müşriklere işbirliği teklif ettiler. Kendileri "ehl-i kitab" ve tek tanrı inancında oldukları halde, putperest müşriklere hoş görünmek için: 
-"Sizin tuttuğunuz yol, (sizin dininiz) Müslümanlarınkinden daha doğru..."(227) dediler. Daha sonra Mekke dışındaki Gatafan, Esed, Kinâne, Süleym, Fezâre, Mürre, Eşca ve Eslem... gibi bedevi Arap kabileleriyle görüştüler. Hayber'in bir yıllık hurma mahsûlünü vermeği va'd ederek, onların da savaşa katılmalarını sağladılar. 
Mekke'liler 300'ü atlı, 1500'ü develi 4000 kişilik bir kuvvet hazırladılar. Mekke dışındaki bedevî kabîlelerin katılmasıyla ordunun sayısı 10 bine ulaştı. Şimdiye kadar böyle bir kuvvet toplanmamıştı. Medine'yi basıp Müslümanlığı yok edeceklerdi. Ordunun başkomutanı Ebû Süfyân idi. 
b) Medine Çevresine Hendek Kazılması 
Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'deki hazırlıkları, Kureyş ordusu henüz hareket etmeden haber aldı. Ashâbını toplayarak, bu korkunç saldırıya nasıl karşı koyacaklarını istişâre etti. Müzâkere sırasında, aslen İranlı olan Selmân (Selmân-ı Fârisî): 
-Yâ Rasûlallah, İran'da düşman saldırısından korunmak için, şehrin etrâfına, hendek kazarlar. Biz de öyle yapalım, dedi. 
Esâsen Medine'nin üç tarafı, evlerin yüksek dış duvarları, yalçın kayalıklar ve sık hurmalıklarla çevrilmişti. Düşman saldırısına karşı, sadece kuzey yönü açıktı. Bu tarafa da, düşmanın geçemeyeceği derinlikte bir hendek kazılırsa, savunma kolaylaşırdı. 
Arablarca bilinmeyen bu savunma şekli uygun görüldü. Saldırıya elverişli olan kuzey tarafda hendek kazılacak yer işâretlendi. 
Rasûlullah (s.a.s.), ashâbını 10'ar kişilik gruplara ayırdı. Her grubun kazacağı kısmı belirledi. Mevsim kış, hava soğuktu. Esen rüzgâr, hendekte çalışanların ellerini ayaklarını âdeta donduruyordu. Medine'de kıtlık vardı. Müslümanlar üç gün bir şey yemeden aç çalıştılar.* Rasûlullah (s.a.s.) bile açlıktan karnı üzerine taş bağlamıştı.(228) Ashâbla birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.) bizzât toprak kazıyor, açlığa, soğuğa, yorgunluğa karşı gayretlerini artırıcı sözler söylüyordu. Bir ara, sert bir kaya çıkmış, kimse parçalayamamıştı. Rasûlullah (s.a.s.) hendeğe indi, ilk vuruşta, kayanın üçte biri koptu. Hz. Rasûlullah (s.a.s.): 
-Allâhü Ekber, bana Şam'ın anahtarları verildi. Şu anda Şam'ın kırmızı köşklerini görmekteyim, dedi. İkinci vuruşta kayanın yarısı daha koptu. Rasûlullah (s.a.s.):
-Allâhü Ekber, bana Fars ülkesinin anahtarları verildi. Şu anda, Kisrânın beyaz köşklerini görmekteyim, buyurdu. Üçüncü darbede kaya, tamâmen parçalandı. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): 
-Allâhü Ekber, bana Yemenin anahtarları verildi. Şimdi ben San'a'a'nın kapılarını görüyorum, buyurarak bütün bu ülkelerin pek yakında Müslümanların olacağını müjdeledi.(229) Münâfıklar, Rasûlullah (s.a.s.)'in bu müjdelerini, hayal sayıyorlardı. 
"Münafıklar ve kablerinde hastalık olanlar: Allah ve Rasûlü bize sâdece kuru vaadlerde bulundular, diyorlardı." (Ahzâb Sûresi, 12) 
Açlığa, soğuğa ve her türlü sıkıntıya rağmen, yaklaşık 5,5 km, uzunlukta bir atın karşıya sıçrayamayacağı genişlik ve derinlikte kazılan hendek, düşman gelmeden önce, iki hafta içinde tamamlandı. 
c) Müşriklerin Medine'yi Kuşatması 
Müşrikler, Medine önünde, şimdiye kadar benzerini görmedikleri derin bir hendekle karşılaşınca, şaşırdılar. Bir hamlede Medine'yi alt üst edip, Müslümanları yok edeceklerini hayâl etmişlerdi. Bunun kolay olmayacağını gördüler. Hendek boyunca, aşağı-yukarı ilerlediler, geçecek bir yer bulamadılar. Sonunda, Kureyşliler hendeğin batı kısmına, Bedevî kabîleler de doğu kısmına karargâh kurdular. Böylece Medine'yi kuşattılar. (Şevvâl 5 H./Şubat 627M.) 
d) Sıkıntılı Günler 
10 bin kişlik müşrik ordusu karşısında, Müslümanların sayısı 3 bin kadardı.Yalnızca 36 atları vardı. Önlerinde hendek, arkalarında ise Sel` Dağı bulunuyordu. Ancak Benî Kurayza anlaşmayı bozar da müşriklerle işbirliği yaparsa, Müslümanlar çok tehlikeli bir duruma düşeceklerdi. Bu takdirde, Müslümanlar Hendek önünde düşmanla uğraşırken, Yahûdîlerin Medine'yi basıp, kadınları ve çocukları kılıçtan geçirmeleri mümkündü. 
Karşılıklı ok ve taşların atılmasıyla başlayan kuşatma, aralıksız 27 gün sürdü. Müslümanlar açlık ve sefâlet içinde, zor ve sıkıntılı günler geçirdiler. Savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadir Reisi Ahtab oğlu Huyey'in teşvikiyle Benî Kurayza Yahûdîleri de anlaşmayı bozup, müşriklerle işbirliğine başladılar. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için kendilerine gönderdiği Evs kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ı dinlemediler. Düşmanlıklarını açıkça bildirdiler. 
Müslümanlar, hendek önünde 10 bin kişilik müşrik ordusuna karşı durmağa çalışırken, bir yandan da, Medine'yi Yahûdîlerin baskınından korumak zorunda kaldılar. Böyle tehlikeli bir anda, münâfıklar da bozgunculuğa başladılar. Hem savaşı bıraktılar, hem de askerin mâneviyâtını sarsıcı propaganda yaptılar.(230)
Kuşatmanın uzayıp gitmesi, müşrikleri de usandırdı. Mevsim kış, havalar soğuktu. Esâsen onlar, böyle günlerce sürecek bir kuşatma için değil, bir kaç saatte sonuca ulaşılacak bir zafer için gelmişlerdi. İşi bir an önce bitirmek için bütün güçleriyle genel bir hücûma geçtiler. Bir taraftan Müslümanların üzerine ok yağmuru yağdırırken içlerinden (Dırâr, Cübeyre, Nevfel, Amr b. Abdivedd gibi) bir kaç tanesi de, elverişli bir yerden atlarıyla hendeği geçtiler. Bunların her biri, Araplar arasında bin kişiye denk sayılıyordu. En meşhûrları olan Amr b. Abdivedd mübâreze sonuda Hz. Ali tarafından öldürüldü; diğerleri kaçtılar. Nevfel kaçarken hendeğe düştü ve Hz. Ali'nin kılıcıyla can verdi. 
Ertesi gün, savaşın en çetin günü oldu. Bir taraftan müşrikler, diğer taraftan Benî Kurayza Yahûdîleri hücûma geçtiler, aralıksız akşama kadar ok yağmurunu sürdürdüler. Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar, o gün namaz kılmak için bile fırsat bulamadılar. Öğle, ikindi ve akşam namazlarını, yatsıdan önce, tek ezanla, tertip üzere kazâ ettiler.(231) 
e) Harb Hiledir 
Gatafan Kabilesinden Nuaym b. Mes'ûd, bu sırada müslüman olmuştu. Bundan kimsenin haberi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.)'la gizlice görüşerek, müşriklerle Yahûdîlerin arasını açmak için izin istedi. Rasûlullah (s.a.s.): 
-Harp hiledir*, yapabilirsen yap, buyurdu. Nuaym önce Benî Kurayza'ya gitti. 
-Benim size olan dostluğumu bilirsiniz. Sizin için endişe ediyorum. Mekkeliler bu işten usandı, bırakıp giderlerse, Müslümanlar karşısında yapayalnız kalacaksınız. O zaman hâliniz nice olur? Onlardan bir kaç rehin isteyin, aksi halde yardım etmeyin... dedi. Sonra Ebû Süfyân'a geldi: 
-Duydun mu, Benî Kurayza anlaşmayı bozduğuna pişman olmuş. Sizi bırakıp giderler diye, Müslümanlarla yeniden anlaşmaya başlamış. Sizden rehin alıp, onlara teslim etmeği vadetmiş, dedi. Ebû Süfyân esâsen Yahûdîlere pek güvenemiyordu. Ertesi gün, denemek için Yahûdîlerden yardım istedi. Yahûdîler hemen rehin istediler. Ebû Süfyân isteklerini kabûl etmeyince, her iki taraf da: 
-Nuaym doğru söylemiş, dediler. Aralarında güven kalmadı. (232) 
f) Rasûlullah (s.a.s.)'in Duâsı ve Kuşatmanın Sona Ermesi 
Rasûlullah (s.a.s.), o sıkıntılı gün: 
-Allah'ım, ey Kur'ân'ı indiren ve hesâbı tez gören Rabbım; Şu Arap kabîlelerini dağıt, topluluklarını boz, iradelerini sars. (233) diye duâ etti. Duâsı bitince, Rasûlullah (s.a.s.)'in yüzünde sevinç eseri görüldü. Rabb'ımın yardım va'dini size müjdelerim, buyurdu. İşte o akşam, âyet-i celîle ve hadis-i şerifte bildirilen "sabâ rüzgârı" esmeğe başladı.(234) Fırtına ve kasırga çadırları söküp uçurdu, yemek kazanları devrildi, ocaklar söndü, develer ve atlar birbirine karıştı. Müşriklerin ağızları, burunları, gözleri toz-toprakla doldu. Karargâhları alt üst oldu. Ortalığı dehşet kapladı. Neye uğradıklarını bilemediler. 
Müşriklerin mâneviyâtı iyice bozulmuştu. İçlerine korku düştü. Uzun süren ve hiç bir sonuç alınamayan kuşatmadan usanıp bezmişlerdi. Ebû Süfyân: 
-"Ben dönüyorum, siz de gelin, diyerek devesine bindi. Mekke'nin yolunu tuttu. Diğerleri de onu izlediler. 
Panik pek âni ve şuursuzca olmuştu. Bu yüzden, müşrikler pek çok techizât, gıda maddesi ve eşyayı toplayamadan çekildiler. Sabah olunca, Müslümanlar düşmandan kalan eşyâyı ve sağa-sola dağılan develeri toplayıp ordugâhlarına getirdiler. Ebû Süfyân'ın Yahûdîlerden aldığı 20 deve yükü hurma da ele geçen ganimetler arasındaydı. Böylece, Müslümanlar hem kuşatmadan, hem de açlık sıkıntısından kurtuldular. 
Kur'an-ı Kerîm'de bu durum şöle anlatılmaktadır: 
"Ey inananlar, Allah'ın size olan nimetlerini hatırlayın. Üzerinize ordular gelmişti, Biz de onların üzerine rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular (Melekler) göndermiştik." (el-Ahzâb Sûresi.9) 
"Allah, kâfirleri hiçbir zafer elde edemeden, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Savaşta mü'minlere Allah'ın yardımı yetti. Allah yegâne kuvvetli ve galib olandır." (el-Ahzâb Sûresi, 25) 
Bu savaşta, müşriklerden 4 kişi ölmüş, Müslümanlardan 5 kişi şehid düşmüştür. Savaştan sonra Rasûlullah (s.a.s.): 
-"Bundan sonra sıra bizde. Müşrikler artık üzerimize gelemeyecek, biz onların üzerine gideceğiz." buyurdu.(235) Gerçekten de öyle oldu. 
6- KURAYZAOĞULLARI GAZVESİ (Zilkade 5 H,/Mart 627 M.) 
a) Savaşın Sebebi 
Rasûlullah (s.a.s.) Medine'deki Yahûdî kabîleleriyle ayrı ayrı anlaşmalar yapmıştı. Bunlardan Kaynuka ve Nadîroğullarının, anlaşma hükümlerine uymadıkları için Medine'den çıkarıldıklarını daha önce görmüştük. Kurayza oğulları ise, Uhud Savaş'ından sonra anlaşmayı yeniledikleri için yerlerinde kalmışlardı. 
Hendek Savaşında, Benî Kurayza Yahûdîleri önce anlaşmaya bağlı kaldılar. Hendek kazılırken, kazma, kürek gibi âletler vererek Müslümanlara yardımcı oldular. Ancak, savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab'ın teşvikiyle anlaşmayı bozdular. Müslümanlarla birlikte Medine'yi savunmaları gerekirken, müşriklerle birlikte, Müslümanlara karşı savaşa girdiler.(236) Böylece vatana ihânet suçu işlediler. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için gönderdiği Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ın sözlerine de kulak asmadılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında çirkin sözler söyleyerek düşmanlıklarını açıkça ilân ettiler. Ancak, Benî Kurayza'dan yaptıklarının hesâbı sorulacaktı. Bu sebeple, Hendek Savaşından Medine'ye döner dönmez, Benî Kurayza üzerine sefer emri verildi. 
Rasûlullah (s.a.s.) Hendek Savaşı'ndan dönmüş silahlarını çıkarmış, üzerindeki toz-toprağı temizlemek için, gusletmek istemişti. Bu esnâda Cibrîl (a.s.) at üstünde ve toz-toprak içnde geldi: 
-"Aa, silahını çıkardın mı; vallâhi biz melekler çıkarmadık. Haydi, şunların üzerine yürü", diye Kurayzaoğullarını işâret etti. (237) Rasûlullah (s.a.s.) derhal Benî Kurayza'ya sefer ilân etti. Ashâbın sür'atle yola çıkmalarını sağlamak için, 
-Hiç kimse ikindi namazını sakın başka yerde kılmasın, ancak Benî Kurayza yurdunda kılsın, buyurdu. 
Ashâbın bir kısmı bu emrin zâhirine uyarak, namazlarını Benî Kurayza yurduna varınca kıldılar. Bir kısmı da Peygamber (s.a.s.)'in maksadı, acele etmemizi sağlamaktır, diyerek, vakit çıkmadan yolda kıldılar. Hz. Rasûlullah (s.a.s.) her iki zümrenin yaptığını da hoş gördü.(238) 
Müslümanların toplanması yatsıya kadar devâm etti sayıları 3 bini buldu. Müslümanların üzerlerine geldiğini görünce sövüp-sayarak kalelerine çekilen Beni Kurayza'nın sayısı 900 kadardı. 
b) Benî Kurayza'ya Verilen Cezâ 
Kuşatma 25 gün sürdü. Kurayzaoğulları anlaşmayı bozduklarına pişman oldular. Diğer Yahudî kabileleri gibi Medine'den çıkıp gitmek için izin istediler. Fakat Hz. Rasûlullah (s.a.s.) kayıtsız şartsız teslim olmalarını istedi. Reisleri Ka'b b. Esed'in başkanlığında toplandılar. Ka'b: 
-"Tevratta bildirilen son peygamberin bu olduğu anlaşıldı. Müslüman olup kurtulalım, dedi Yahûdîler: 
-Biz Tevrat üzerine başka kitab kabul etmeyiz, dediler, Ka'b: 
-Öyleyse,kadınları ve çocukları öldürelim. Sonra kaleden çıkıp çarpışalım, belki başarırız, dedi. Onlar: 
-Çoluk-cocuğumuz öldükten sonra, yaşamanın ne önemi var, diye cevâp verdiler. Ka'b: 
-O halde, yarın cumartesi, Müslümanlar bizden emîndir. Ansızın hücûm edelim, onları gafil avlayalım, dedi. 
-Biz cumartesinin hürmetini bozamayız, diye reddettiler. Sonunda kayıtsız şartsız teslim oldular. Ancak haklarında Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ın hüküm vermesini istediler. 
Benî Kurayza, Evs kabilesinin himâyesindeydi. Bu yüzden, Sa'd b. Muâz'ın hakemliğini istiyorlardı. Sa'd, hastaydı. Hendek Savaşı'nda kolundan okla yaralandığı için tedâvi görüyordu. Haberi alınca geldi. 
-Kur'an-ı Kerîm'e göre mi, yoksa kendi kanunlarına göre mi hüküm vermemi istiyorlar, diye sordu. Yâhudîler, kendi kanunlarına göre hüküm verilmesini istediler. Sa'd da Tevrât'a göre karar verdi.(239) 
a) Savaşabilecek durumdaki erkeklerin öldürülmesine, 
b) Kadınların ve çocukların esir edilmesine, 
c) Bütün mallarının da zaptedilmesine hükmetti. 
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): 
"Ey Sa'd, Allah'ın rızâsına uygun hükmettin" buyurdu. (240) Yahudiler de karârın Tevrât'a uygun olduğunu itirâf ettiler. Sa'd'in bu hükmü, Tevrât'ın Tesniye kitabının 20. Babının 10-14 üncü âyetlerine uygun düşmüştü. Bu gün de vatana ihânet edenlere ölüm cezâsı verilmektedir. 
Benî Kurayza hakkındaki hükmü Hz. Ali ve Hz. Zübeyr icrâ ettiler. Kazılan büyük bir hendeğin kenarında 600 kadar Yahûdînin birer birer boyunlarını vurup hendeğe attılar. İçlerinden 4 tanesi Müslüman olup hayatlarını kurtardılar. Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab ile Benî Kurayza Reisi Ka'b b. Esed de öldürülenler arasındaydı. 
Benî Kurayza'nın malları, mücâhidlere paylaştırıldı. Arâzisi ise, ensarın rızâsiyle muhâcirlere verildi. 
"Allah, Ehl-i Kitab'dan müşrikleri destekleyen (Benî Kurayza Yahûdî)lerini kalelerinden indirmiş, kalblerine korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz. Yerlerini yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı bile basmadığınız toprakları Allah size mirâs olarak verdi. Allah her şeye kadirdir ". (el-Ahzâb Sûresi, 26-27) 
7- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN CAHŞ KIZI ZEYNEB'LE EVLENMESİ: 
Zeyneb, Rasûlullah (s.a.s.)'in öz halası Ümeyme'nin kızıdır. Abdülmuttalib'in torunudur. Hz Peygamber (s.a.s.), Zeyneb'i azadlısı Zeyd b. Hârise'yle evlendirmişti. Dindar olmasına rağmen, azadlı bir kölenin eşi olmak Zeyneb'e ağır geldi. Asâlet ve güzelliğini ileri sürerek, dâima Zeyd'in kalbini kırdı. Bu yüzden, Rasûlullah (s.a.s.)'in: 
-"Eşini tut, Allah'tan kork" (241) emrine rağmen, sonunda Zeyd O'nu boşadı. 
Esâsen gerek Zeyneb, gerek kardeşi Abdullah bu evliliği başlangıçta istememişler, "halanızın kızını azadlınıza mı lâyık görüyorsunuz?" demişlerdi. Fakat: 
-"Allah ve Rasûlü, bir şeye hükmettiği zaman, mü'min erkek ve mü'min kadın için muhayyerlik yoktur." (el-Ahzâb Sûresi, 36) anlamındaki âyet inince, istemeyerek rızâ göstermişlerdi. Çünkü Zeyneb, Kureyş'in Hâşimî kolundandı. Soylu bir kadındı. İslâm'dan önceki Arap örfüne göre soylu bir kadın, azadlı da olsa, bir köleyle evlenemezdi. Onlar, Zeyneb'in Rasûlullah (s.a.s.)'la evlenmesini istiyorlardı. Oysa İslâm Dini bütün insanları, yaratılış bakımından eşit saymıştı.(242) 
Hz. Peygamber (s.a.s.), öz halasının kızı Zeyneb'i azadlısı ve evlâdlığı Zeyd ile evlendirerek, Arapların yanlış anlayışını yıkmış oldu. 
Diğer taraftan, Rasûlullah (s.a.s.), peygamberliğinden önce Zeyd'i evlâd edinmişti. Arabların örfüne göre, evlâdlık öz çocuk gibi sayılır, evlâd edinen kişinin mirâsçısı ve mahremi olurdu. Bu sebeple, evlâdlığın boşadığı kadın, evlâd edinen kişiyle evlenemezdi. Kur'ân-ı Kerîm Arapların bu örfünü hükümsüz saymış, evlâdlık âdetini kaldırmıştır.(243) Bu sebeple, evlâdlığın dul kalan eşiyle, babalığın evlenmesi helâldir. 
Rasûlullah (s.a.s.)'in, Arapların bu örfünü de yıkması gerekiyordu. Bu sabeple Zeyd'den boşanan Zeyneb'i Allah'ın emriyle nikâhladı.(244) Böylece hem Zeyneb'i hem de yakınlarını memnûn etmiş oldu. 
Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu evliliği, dinî hükümlerin uygulanması ile ilgilidir. 
(222/1) İbn Hişâm, 3/308; İbn Sâd, Tabakat, 8/ 177; İbn Hacer, el-İsâbe, 7/565 
(222/2) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 43 ve el-Mâide Sûresi, 6 
(223) Bkz. el-Buhârî, 1/86); Tecrid Tercemesi, 2/201-204 (Hadis No: İ) 
(224) Olay hakkında geniş bilgi için bkz. el-Buhârî, 3/154 Tecrid Tercemesi, 8/85-112 (Hadis No: 1151); İbn Hişâm, 3/309-321; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/195-199
(*) Mahfe: Deve ve fil gibi hayvanların üzerinde seyahat edenlerin içine oturdukları kafesli çadır veya sepet 
(225) en-Nûr Sûresi, 11-13 
(226) en-Nûr Sûresi, 40 
(227) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 51-52 
* bk. Riyâzü's-Sâlihîn, 1/543-548 Hadis No: 522 
(228) el-Buhârî, 5/45; Tecrid Tercemesi 10/227 (Hadis No: 1588) 
(229) İbn Hişâm, 3/230; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/179; Târih-i Din-i İslâm, 3/258-259 
(230) İçlerinden bir güruh (münâfıklar), Ey Medineliler, tutunacak yeriniz yok, hemen geri dönün, demişlerdi. Bir kısmı da Peygamber (s.a.s.)'den evlerimiz düşman saldırısına açık diye izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi, sadece savaştan kaçmak istiyorlardı. (el-Ahzâb Sûresi, 13) 
(231) Bu savaştan başka, hiçbir olayda Rasûlüllah (s.a.s.)'ın namazını geçirdiği nakledilmemiştir. Burada üç vakit namazını kazaya bırakması, Hendek savaşının ne derece sıkıntılı ve meşakkatli geçtiğinin en büyük delilidir. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.s.): 
- "Allah onların dünyada evlerini, âhirette kabirlerini ateşle doldursun. Bize ikindiyi kılacak fırsat vermediler, nihâyet güneş battı" diye bedduâ etmiştir. (el-Buhârî, 5/48 ve 3/233; Tecrid Tercemesi, 2/238 (Hadis No: 353) ve 8/396, (1233 numaralı hadisin izâhı,) 
* el-Buhârî, 4/24 (K. el-Cihad, B. 157) 
(232) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/182-184 
(233) el-Buhârî, 3/234 ve 5/49; Tecrid Tercemes, 8/395 (Hadis No: 1233) 
(234) Bkz. el-Buhârî, 5/47 "Ben sabâ rüzgarıyle yardım olundum, Ad kavmi ise debur (lodos) rüzgârıyla helâk edildi." (bkz.el-Hakka Sûresi, 6) 
(235) el-Buhârî, 5/48; Tecrid Tercemesi, 10/230 (Hadis No: 1589); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/184 
(236) el-Ahzâb Sûresi, 26 
(237) el-Buhârî, 5/49-51; Tecrid Tercemesi, 8/ 325 (Hadis No: 1191) 
(238) el-Buhârî, 5/50; Müslim, 3/1391 (Hadis No: 1770) 
(239) Bkz. Tevrât, Tesniye Kitabı, Bab: 20, Ayet:10-14 
(240) Bkz. el-Buhârî, 5/50; Tecrid Tercemesi, 10/ 245 (Hadis No: 1591) 
(241) Bkz. el-Ahzâb Sûresi, 37 
(242) "Allah katında en üstününüz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır". (Hucûrat Sûresi, 13) "Ey insanlar Rabb'ınız birdir, babanız birdir. Arabın Acem'e (Arab olmayana), Acemin Arab'a, beyazın siyaha, siyahın beyaza veya kızılderiliye üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir." (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/ 411; Mecmeu'z-Zevâid, 3/266 ve 8/84) 
(243) "Allah evlâtlıklarınızı, oğullarınız gibi tutmanızı meşrû kılmamıştır". (el-Ahzâb Sûresi 4) 
(244) "... Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kestiğinde, onu seninle evlendirdik ki, evlâtlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde, onlarla evlenmek hususunda mü'minlere sorumluluk olmadığı bilinsin." (Ahzâb Sûresi, 37)

HİCRETİN DÖRDÜNCÜ YILI

PEYGAMBERİMİZİN HAYATI
IV-HiCRETİN DÖRDÜNCÜ YILI
1- RACİ' OLAYI (Safer 4 H./ Temmuz 625 m.) 
Uhud savaşı'ndan sonra müşriklerin cesâretleri arttığı için Medine'de Müslümanların güvenliği geniş ölçüde sarsıldı. Rasûlullah (s.a.s.) bir taraftan gerekli savunma tedbirleri alıyor, bir taraftan da İslâm'ı yaymak için her fırsattan yararlanmağa çalışıyordu. Müslümanlığı kabûl edip, dinin hükümlerini ve Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek isteyen kabîlelere mürşitler gönderiyordu. 
Adal ve Kare kabîlelerinden bir hey'et, Rasûlullah (s.a.s.)'e başvurarak, kabîlelerine Müslümanlığı ve Kur'an-ı Kerim'i öğretecek mürşidler gönderilmesini istediler. Rasûlullah (s.a.s.) bunlara Sâbit oğlu Âsım başkanlığında, 10 kişi gönderdi. Yolda, Usfan ile Mekke arasında Raci' suyu yakınlarında Hüzeyl kabîlesi'nden 100 kişilik bir çetenin hücûmuna uğradılar. Mürşitlerden 8'i çarpışarak şehid oldu, 2'si teslim oldu. Zeyd b. Desine ve Hubeyb b. Adiy adlarındaki bu iki zâtı Hüzeyl'liler Mekke'ye götürüp sattılar.(213) 
Zeyd'i, Bedir Savaşı'nda öldürülen babası Ümeyye'nin öcünü almak için, Ümeyye oğlu Safvan satın almış, öldürülmesini seyretmek üzere bütün Mekke ileri gelenlerini dâvet etmişti. Ebû Süfyân Zeyd'e yaklaşarak: 
-Doğru söyle, hayâtının kurtarılması için, senin yerine Muhammed (s.a.s.)'in öldürülmesini istemez miydin? demişti. 
Zeyd hiç tereddüt göstermeden: 
-Asla, Rasûlullah (s.a.s.)'in hayâtı yanında, benim hayâtım hiçtir. Benim kurtulmam için değil O'nun öldürülmesini, Medine'de ayağına bir diken batmasını bile istemem, diye cevap verdi. Bu kuvvetli iman karşısında Ebû Süfyân: 
-Gerçek şu ki,hiç kimse, arkadaşları tarafından Muhammed (s.a.s.) kadar sevilmemiştir, demekten kendini alamadı. 
Hubeyb, Uhud Savaşı'nda Âmir oğlu Hâris'i öldürmüştü. Babasının intikamını almak üzere onu da Haris'in kızı satın almıştı. Hubeyb öldürüldüğü esnâda hiç metânetini kaybetmedi. İzin alarak, 2 rek'at namaz kıldı. Ölümden korktu da uzattı, demeyesiniz diye kısa kestim, dedi.(214) O zamandan beri idâm edilen müslümanların, infâzdan önce namaz kılmaları âdet olmuştur.(215) 
Dininden dönersen, serbest bırakacağız, dedikleri zaman: 
-Benim için, Müslüman olarak öldürülmek, dinimden dönmekten daha hayırlıdır, diye cevap verdi. Müşrikler tarafından bir direğe asılarak şehid edildi. 
Olay. Medine'de duyulunca, Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar son derece üzüldüler. Medine'li Şâir Hassân, Zeyd ve Hubeyb için mersiyeler yazdı. Rasûlullah (s.a.s.)'de: 
-"Allah lâyık oldukları cezâyı versin" diyerek, cânileri Allah'a havâle etti. 
2- MEÛNE KUYUSU FÂCİASI (Safer 4 H./ Temmuz 625 M.) 
Necid Şeyhi Ebû Berâ Mâlikoğlu Âmir, Medine'ye gelerek Rasûlullah (s.a.s.)'e: 
-Eğer Necid Bölgesine bir irşât hey'eti gönderirseniz, büyük bir kısmının Müslüman olacağını ümüd ediyorum, dedi. Rasûlullah (s.a.s.): 
Necid Bölgesi halkına güvenemiyorum, diye cevap verdi. Ebû Berâ, mürşitlerin hayatı için kabîlesi adına kesin teminât verdiğinden, Rasûlullah (s.a.s) Ebû Berâ'nın kardeşinin oğlu Âmir b. Tufeyl'e bir mektup yazdırarak, Münzir b. Amr'ın başkanlığında 70 kişilik bir hey'eti Necid Bölgesine gönderdi. Bunların hepsi de Suffe ashâbındandı. Kafile Medine'den 4 konak uzaklıkta Meûne Kuyusu (Bi'r-i Meûne) denilen yere varınca, içlerinden Harâm b. Milhân ile Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu Âmir b. Tufey'le gönderdiler. Âmir mektubu bile okumadan Harâm'ı şehid etti. Hey'etin tamamını öldürmek üzere kabîlesini (Âmiroğulların'ı) teşvik ettiyse de onlar "Biz Ebû Berâ'nın emân ve sözünü ayaklar altına alamayız", diyerek ona uymadılar. Âmir b. Tufeyl Süleym Kabîlesi'ne mensûp Usayye, Rı'l, Zekvân ve Lihyânoğuları ile Harâm b. Milhân'ın dönmesini beklemekte olan mürşitler üzerine hücum etti. Hepsi şehid oldu. İçlerinden yalnızca Ka'b b. Zeyd yaralı olarak kurtulmuştu. O da Hendek Savaşı'nda şehid oldu. 
Rasûlullah (s.a.s.)'i, Cibrîl bu fâciadan haberdar etti. Seriyyedeki bütün ashâbın Rablarına kavuştular, Allah onlardan râzı oldu... diye bildirdi. Rasûlullah (s.a.s.) bu fâciadan son derece elem duydu. Tam 40 sabah Rı'l, Zekvân, Usayye ve Lihyanoğulları için bedduâ etti.(216) 
Amr b. Ümeyye ise, olay esnâsında develeri otlatmakla görevli olduğu için esir düşmüş, sonra kurtulmuştu. Medine'ye dönerken, iki Necidliye rastladı. Şehid edilen arkadaşlarının öcünü almak için bunları uyurken öldürdü. Halbuki bunlar, müslümanların himâyesinde olan Âmir oğullarındandı. Bu sebeple bunların âilelerine diyetleri (kan bedelleri) ödendi. 
3- NADÎROĞULLARI GAZVESİ (Rabiulevvel 4 H./Ağustos 625 M.) 
Benî Nadîr Yahûdîleri Medine'ye iki saatlik bir mesâfede oturuyorlardı. Aralarındaki anlaşma gereğince, Müslümanların ödedikleri diyete, Yahudî kabîlelerinin de katılması gerekiyordu. Âmir oğullarından, Amr b. Ümeyye'nin yanlışlıkla öldürdüğü iki kişinin diyeti ödenecekti. Rasûlullah (s.a.s.) yanına ashâbından 10 kişi alarak, diyetten paylarına düşeni istemek üzere Nadîroğulları yurduna gitti. Yahudîler, Rasûlullah (s.a.s.)'in teklifini kabul etmiş göründüler, fakat ayaklarına kadar gelişini fırsat sayarak, Rasûlullah (s.a.s.)'e sû-i kast yapmayı planladılar. 
Bir evin gölgesinde oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)'in üzerine, evin saçağından bırakacakları büyük bir taşla O'nu öldürmek istediler.(217) 
Cenâb-ı Hakk, peygamberini Yahûdîlerin hazırlığından haberdar etti. Rasûlullah (s.a.s.) oradan ayrılıp Medine'ye döndü. Yahûdîlerin tuzağını ashâbına bildirdi. Bu davranışlarıyla Nadîroğulları anlaşmayı bozmuşlardı. Rasûlullah (s.a.s.), Muhammed b. Mesleme'yi bunlara göndererek 10 gün içinde Medine'yi terk etmelerini, 10 günden sonra kim kalırsa boynunu vuracağını kendilerine bildirdi. Yahûdîler yol hazırlığına başladılar. Fakat, münafıkların başı Übeyyoğlu Abdullah: 
-"Medine'den çıkmayın, biz size yardım ederiz, Kurayzaoğulları da yardım edecek, diye gizlice haber gönderdi. (218) Bu sebeple Nadîroğulları yol hazırlığından vazgeçip kendilerini savunmaya karar verdiler. 
Rasûlullah (s.a.s.) Rabiulevvel'de Nadîroğulları yurdunu kuşattı. Nadîroğulları bir yıllık yiyeceklerini depo ettikleri kalelerinin sağlamlığına güveniyorlard.(219) Kuşatma, 15-20 gün sürdü. Savaş sokaktan sokağa, evden eve atlayarak devâm etti. Rasûlullah (s.a.s.) Yahûdîlere siper olan, savaşı zorlaştıran hurma ağaçlarını kestirdi.(220) 
Nadîroğulları, münâfıklardan da, Kurayzaoğullarından da bekledikleri yardımı görmediler. Muhâsaranın kaldırılması için emân dilediler. Berâberlerinde götürebildikleri kadar mal ile Medine'den çıkmalarına izin verildi. 600 deve yükü eşya ile Medine'den ayrıldılar. Bir kısmı Şam'a, bir kısmı Filistin'e göç etti. Selâm, Kinâne ve Huyey ismindeki reisleri ise Hayber'e sığındılar. Üzüntülerini belli etmemek için, şarkılar söyleyip, defler çalarak Medine'den ayrıldılar. Bunlar daha sonra Hendek Savaşı'nı hazırladılar. 
50 zırh, 50 miğfer, 340 kılıç ve diğer bazı mallar ganimet olarak Müslümanlara kaldı. Rasûlullah (s.a.s.) bu ganimetleri muhâcirlere ve yoksullara dağıttı.(221) 
Uhud Savaşı'ndan sonra Müslümanların itibârı sarsılmıştı. Nadîroğulları'nın Medine'den çıkarılmasıyla, Medine civârındaki müşrik kabîleleri arasında Rasûlullah (s.a.s.) 'in nüfûzu tekrar kuvvetlenmiş oldu. 
4- RASÛLULLAH (S.A.S.)'İN HZ. ÜMMÜ SELEME İLE EVLENMESİ 
Asıl adı Hind olan Ümmü Seleme, Ebû Ümeyye el-Mahzûmî'nin kızıdır. İlk kocası Ebû Seleme Abdullah b. Abdülesed, Abdülmüttalib'in kızı Berre'nin oğlu olup, Rasûlullah (s.a.s.)'in halazâdesi idi. Kocası ile birlikte Habeşistan'a hicret etmiş, ilk çocuğu Seleme orada doğmuştu. 
Ümmü Seleme'nin ilk eşi Ebû Seleme, Uhud Savaşı'nda aldığı yara sebebiyle vefât etti. Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Seleme'yi çok severdi. Vefâtından sonra dört çocuğu ile kimsesiz ve himâyesiz kalan eşi Ümmü Seleme'yi nikâhlayarak himâyesi altına aldı. Ümmü Seleme, fazilet ve olgunluk yönünden Hz. Aişe'den sonra Ezvâc-ı tâhirâtın en üstünüydü. Ezvâc-ı tâhirât içinde en son vefât eden, Ümmü Seleme olmuştur. Hicretin 59'uncu yılı 84 yaşında vefat etmiş, Baki kabristanına defnedilmiştir. 
5-İÇKİ VE KUMARIN HARAM KILINMASI 
Mekke devrinde içki ve kumar yasaklanmış değildi. Müslümanlardan da içki içen ve kumar oynayanlar vardı. Rasûlullah (s.a.s.) bunlara ses çıkarmıyordu. İçki ve kumarın yasaklanması birden bire değil, tedricen olmuştur. 
İçki ile ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de 4 âyet vardır. Mekke'de inen ilk âyetde: 
"Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden içki yapar, güzel bir rızık edinirsiniz", (en-Nahl Sûresi, 67) buyrulmuş, içki yasaklanmamıştır. Medine devrinde Hz Ömer ve Muâz gibi bazı sahâbe: 
-Ey Allah'ın Rasûlü, içki hakkında bize yol göster, çünkü şarab aklı gideriyor, diye Rasûlullah (s.a.s.)'e baş vurdular: Hicretin 4'üncü yılı Şevvâl ayında: 
"Sana içki ve kumarı soruyorlar. De ki: Bunlar da hem büyük günah, hem de insanlara bazı yararlar var, fakat günahları menfaatlerinden daha büyük..." (el-Bakara Sûresi, 219) anlamındaki âyet indi. İçkiyi ilk yasaklayan âyet bu oldu. Fakat bu âyetle içki kesinlikle yasaklanmadığından, "günahı var" diye bırakanlar olduğu gibi, "faydası da var" diye eskisi gibi içenler de vardı. 
Abdurrahman b. Avf'ın verdiği bir ziyâfette dâvetliler içki de içmişlerdi. Akşam namazında cemâte imâm olan zât "el-Kâfirûn Sûresi"ni sarhoşluk sebebiyle yanlış okudu. Âyetlerin anlamları değişti. Bunun üzerine: 
"Ey inananlar, ne söylediğinizi bilecek duruma gelmedikçe, sarhoş iken namaza yaklaşmayın," (en-Nisâ Sûresi, 43) anlamındaki âyet indi. 
Bir müddet sonra Ensardan Mâlik oğlu Itbâ'nın ziyâfetinde dâvetliler sarhoş oldular. Sa'd b. Ebî Vakkas bir şiir okuyarak kendi soyunu övdü, ensârı ise yerdi. Ensârdan bir zât da, sofrada yedikleri devenin çene kemiğini Sa'd'a vurup başını yardı. Sa'd, Hz. Peygamber (s.a.s)'e şikâyette bulundu. O zaman: 
"Ey İnananlar, içki, kumar, tapınılmak için dikilmiş taşlar (putlar), fal okları, ancak şeytanın işinden birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz..." (el-Mâide Sûresi, 90) anlamında inen âyetle içki ve kumar kesinlikle yasaklandı. Rasûlullah (s.a.s) bu yasağı hemen ilân ettirdi. Bütün Müslümanlar içkiyi bıraktılar. Evlerinde, dükkânlarında bulunan bütün içkileri sokaklara döktüler. 
Rasûlullah (s.a.s) Efendimiz içkiyle ilgili olarak: 
"Sarhoş edici bütün içkiler haramdır." (Müslim,3/ 1575-1576; et-Tâc, 3/141). 
"Çoğu sarhoşluk veren içkinin azı da haramdır" buyurmuştur. (İbn Mâce, es-Sünen, 2/l124 Hadis No: 3392;et-Tâc 3/142) 
"İçki, bütün kötülüklerin anasıdır." (Keşfü'l Hafâ, l/382 (Hadis No: 1225, Beyrut 1351) buyurmuştur. 
(191) İbnü'l-Esîr, 2/148-149 
(192) İbn Hişâm, 3/66-67; İbnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232 
(193) İbn Hişâm, 3/67 
(194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150 
(195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152 
(196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); İbnü'l-Esîr, 2/152 
(197) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 152 
(198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis No: 1269) 
(199) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154 
(200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585); İbn Hişâm, 3/75 
(201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789) 
(202) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; İbn Hişâm, 3/77 
(203) "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler gelip geçti. Şâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i İmran Sûresi, 144) 
(204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); İbn Hişâm, 3/84; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234 
(205) İbnü'l-Esîr, 2/157; İbn Hîşâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235 
(206) Kureyşli kadınlar savaş alanının tenhalığından yararlanarak, Bedir'de öldürülen yakınlarının öçlerini almak için şehitlerin kulak ve burunlarını kesmişler, karınlarını yararak ciğerlerini çıkarmışlardı. 
(207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238 
(208) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246 
(209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661) 
(210/1) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164 
(210/2) İbn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; İbn Hacer, el-İsâbe, 8/51, Kahire, 1972; İbn Abdi'l-Berr el-İstîab, 4/1811, Kahire, 1960 
(211) el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338- 339 (1803 No. lu hadisin izâhı); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689) 
(212) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/166 
(213) Bkz-el-Buhârî, 5/40; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/167 
(214) Bkz. el-Buhârî, 5/41 
(215) İbn'ül-Esîr, a.g.e., 2/168; Tafsilât için bkz. Riyâzü's-Salih'in, 3/97-101, (Hadis No: 1538) 
(216) el-Buhârî, 3/204 ve 5/41-42; Tecrid Tercemesi, 8/305, (Hadis No : 1183) 
(217) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/173 
(218) Bkz. el-Haşr Sûresi, 11 
(219) Bkz. el-Haşr Sûresi, 2 
(220) Bkz. el-Haşr Sûresi, 5; el-Buhârî, 5/ 23; Tecrid Tercemesi, 10/175 (Hadis No: 1576) 
(221) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/174; Târih-i Din-i İslâm, 3/215

28 Temmuz 2013 Pazar

Alay Etmenin Cezasi

Alay Etmenin Cezasi
Gavs-ül-Memdûh hazretleri, bir gün dergâhın önünde otururken Abdürrahîm Efendiyi huzûr-ı şerîflerine çağırdı. Şam'a gidip gitmediğini sordu.
O da;
"Gitmedim efendim" deyince;
"Şu tarafa bak bakalım ne göreceksin?" buyurdu.
İşâret ettiği yöne baktığında, yemyeşil bahçeleriyle, Şam'ın karşısında durduğunu hayretle gördü. Şam'ı merakla seyrettiğini gören Gavs-ül-Memdûh;
"Abdürrahîm! Boşi köyü buradan uzakta mıdır görülebilir mi?" buyurunca, rüyâdan uyanır gibi Şam gözlerinden silindi ve hocasına;
"O köy buraya uzaktır, görünmez efendim." diye cevap verdi.
Bunun üzerine;
"Doğu tarafına bak!" buyurdu.
O anda küçük bir tepenin yamacında kurulmuş olan Boşi köyü gözünün önüne geldi. O anda köyün bir kenarında, Gavs-ül-Memdûh'un talebelerinden birkaç tânesi oturmuş sohbet ediyorlardı. Köy bekçisi de yanlarında sırt üstü uzanmış yatıyor, talebelerle alay ediyordu.
Gavs-ül-Memdûh;
"Abdürrahîm! Bekçinin arkadaşlarınla alay ettiğini görüyor musun?" diye sordu.
O da;
"Görüyorum efendim. Eğer müsâade buyurursanız hemen hakkından geleyim." diye sordu.
Hocasının hiç cevap vermemesinden cesâretlenerek ayağını hızla bekçiye doğru salladı. Allahü teâlânın izniyle, ayağı bekçinin tam karnına isâbet etmiş ki, birden karnını tutmaya ve feryâd etmeye başladı. Bir daha vuracaktı, fakat Gavs-ül-Memdûh;
"Yeter yâ Abdürrahîm!" buyurunca, durdu.
Boşi köyü de gözünden kayboldu. Hocasının bu kerâmetlerine hayran kalmıştı.
Aradan on gün geçmişti. Boşi köyünün bekçisi, yüzü sarılı bir hâlde Gavs-ül-Memdûh'un huzûruna çıkarıldı. Ağzı sol kulağına kadar eğilmişti. Eğilen taraf kırış kırış olmuş, diğer tarafı da davul zarı kadar gerginleşmişti. Bu sebeple ne ağladığı ne güldüğü, ne de konuştuğu anlaşılıyordu. Zor konuşabilen bekçi;
"Aman yâ Hocam! Allahü teâlâyı zikreden talebelerinle alay ederken, birisi şiddetle karnıma vurdu. O anda bütün vücûdum hareketsiz kaldı. Ağzım da bu hâle geldi. Bundan böyle hatâmı anladım ve tövbe ettim. Ne olur beni affediniz ve ağzımın eski hâle gelmesi için duâ ediniz." diyerek ağladı.
Gavs-ül-Memdûh onun bu durumuna çok üzüldü. Merhamet edip ellerini kaldırarak duâ etmeye başladı. Sonra mübârek elini bekçinin yüzüne sürdü. O anda bekçinin ağzı, Allahü teâlânın izniyle eski hâline geldi.
Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas Yayınları

HİCRETİN ÜÇÜNÇÜ YILI

PEYGAMBERİMİZİN HAYATI
III-HİCRETİN ÜÇÜNÇÜ YILI
1- UHUD SAVAŞI (11 Şevval 3 H./27 Mart 625 M.) 
"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inan-mışsanız üstün gelecek sizsiniz. 
(Âl-i İmrân Sûresi, 139) 
a) Savaşın Sebebi 
Bedir Savaşında Mekke müşriklerinden 70 kişi ölmüştü. Bunlar arasında Ebû Cehil, Ukbe, Utbe, Şeybe, Ümeyye, Âs b. Hişâm gibi Kureyş'in önde gelen simâları vardı. Bu yüzden Mekkeliler Bedir yenilgisini unutamıyorlar, intikam ateşiyle yanıyorlardı. 
Bedir'de,babalarını, kardeşlerini, oğullarını ve diğer yakınlarını kaybedenler. Mekke reisi Ebû Süfyân'a başvurdular. Dârun'-Nedve'de toplanarak, Şam kervanının kazancı ile bir ordu toplayıp Medine'yi basmağa ve Müslümanlardan öç almağa karar verdiler.(191) 
Mekke dışındaki müşrik Arap kabîlelerine, şâirler, hatipler gönderdiler. Bunlar, Bedir'de öldürülenler için, şiirler, mersiyeler söyleyerek halkı heyecâna getirdiler. 50 bin altın olan kervan kazancının yarısı ile Mekke dışındaki müşrik kabilelerden 2000 asker topladılar. Mekke'den katılanlarla, 700'ü zırhlı, 200'ü atlı omak üzere, Ebû Süfyan'ın komutasında 3000 kişilik mükemmel bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Orduda ayrıca 300 deve, şarab tulumları, şarkıcı ve rakkase kadınlar vardı. Bunlardan Başka, başta Ebû Süfyân'ın karısı Hind olmak üzere Kureyş ileri gelenlerinden 14 tane evli kadın da kocaları ile birlikte bulunuyorlardı. 
b) Abbâs'ın Mektubu 
Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'deki amcası Abbâs, Bedir'de esir düştükten sonra Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını gizlemişti. Bedir'de çok zarar gördüğünü bahâne ederek, bu orduya katılmadı. Özel haberciyle bir mektup göndererek, durumdan Rasûlullah (s.a.s.)'i haberdar etti. Gönderilen keşif kolları da, Kureyş ordusunun Medine'ye yaklaştığını haber verdiler. 
Vahiy gelmeyen konularda, karâr vermeden önce Rasûlullah (s.a.s.) ashâbla istişâre ederdi. Muhâcirleri ve ensârı toplayarak: 
-Düşmanı Medine dışında mı karşılayalım, yoksa şehir içinde savunma tedbirleri mi alalım? diye istişârede bulundu. 
Peygamber Efendimiz, bir gece önce rüyâsında, kılıcında bir gedik açıldığını,yanında bir sığırın boğazlandığını ve mübârek elini zırhı içinde muhâfaza ettiğini görmüştü. Kılıcında açılan gediği, ehl-i beytinden birinin şehid olması; sığırın boğazlanmasını, ashâbından bazılarının şehit düşmeleri; zırhı da Medine ile tâbir etmiş, bu yüzden Medine dışına çıkılmayarak, şehirde savunma yapılmasını uygun görmüştü.(192) Hz. Ebû Bekir, Sa'd b. Muâz gibi ashâbın büyükleriyle münâfıkların başı Übeyy oğlu Abdullah da bu görüşteydiler. Fakat ashâbın çoğunluğu, bilhassa Bedir savaşı'nda bulunamamış olan genç Müslümanlarla Hz. Hamza: 
- Biz böyle bir günü beklemekteydik, düşmanla Medine dışında savaşalım, diye isrâr ettiler.(193) Rasûlullah (s.a.s.) çoğunluğun arzusuna uyarak, birbiri üzerine iki zırh giyip, miğferini başına geçirerek hâne-i saâdetinden çıktı. Medine dışında savaşılmasını isteyenler, Peygamber Efendimizin arzusuna aykırı davranmakla hata ettiklerini anlayarak fikirlerinden caydılar. Fakat Rasûlullah (s.a.s.): 
c) Peygamber Zırhını Giydikten Sonra 
-"Bir peygamber zırhını giydikten sonra, savaşmadan onu çıkarmaz."(194) Eğer sabreder, görevinizi tam yaparsanız, Allah'ın yardımıyla zafer bizimdir, dedi. 
Kureyş ordusu, Medine'nin 5 km. kadar kuzeyindeki Uhud dağı eteklerinde karargâhını kurmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) Abdullah b. Ümmi Mektûm'u Medine'de vekil bırakarak, 1000 kişilik kuvvetle, cuma namazından sonra Medine'den çıktı. O gün Uhud'a kadar ilerlemeyip geceyi "Şeyheyn" denilen yerde geçirdi. Sabahleyin şafakla beraber Uhud'a vardı, savaş için en elverişli yeri seçti. 
Yolda Übeyy oğlu Abdullah, "Muhammed (s.a.s.) bizim gibi yaşlı ve tecrübelileri dinlemedi, çocukların sözüne uydu. Ben meydan savaşını uygun görmemiştim..." bahânesiyle, kendisine bağlı 300 münâfıkla, ordudan ayrıldı. Böylece Müslümanların sayısı 700'e düştü. 
d) Rasûlullah (s.a.s.)'in Savaş Düzeni 
Peygamber Efendimiz, ordusunun arkasını Uhud Dağı'na vererek Medine'ye karşı saf yaptı. Solundaki Ayneyn tepesi'ne "Cübeyr oğlu Abdullah" komutasında 50 okçu yerleştirdi. 
-Galip de gelsek mağlup da olsak, benden emir gelmedikçe yerinizden ayılmayacaksınız, Şu vâdiden, düşman atlıları arkamıza dolaşıp bizi kuşatabilirler. Oklarınızla onları buradan geçirmeyin, çünkü at, oku yeyince ilerleyemez, dedi.(195) Müslümanların karşısında savaş durumu alan müşrik ordusu, sayıca Müslümanların 4 katından daha fazlaydı. Üstelik bunlardan 700'ü zırhlı, 200'ü atlıydı. Müslümanların ise 100 zırhı ve sadece 2 atları vardı. Sağ koluna Ukâşe, sol koluna ise Ebû Mesleme memûr edilmişti. Rasûlullah (s.a.s.) ise ortada bulunuyordu. 
Ebû Süfyân komutasındaki 3000 kişilik müşrik ordusunun sağ kanadına Velid oğlu Hâlid, sol kanadına Ebû Cehil'in oğlu İkrime, süvârilere Ümeyye oğlu Safvân, okçulara ise Rabîa oğlu Abdullah komuta ediyordu. 
Kureyşli kadınlar, Bedir'de ölenler için mersiyeler okuyorlar, defler çalıp şarkılar söyleyerek askerler arasında dolaşıyorlar, onları savaşa teşvik ediyorlardı. 
Savaş, o devrin âdeti üzerine mübâreze ile (meydanda teke tek çarpışma ile) başladı. Kureyş'in bayrağını taşıyan Abdüddâr oğullarından ortaya çıkan 9 kişi birer birer Müslümanlar tarafından öldürüldü. 
Rasûlullah (s.a.s.) elindeki kılıcı göstererek: 
-Hakkını ödemek şartıyla bu kılıcı kim ister? diye sordu. Ensârdan Ebû Dücâne: 
-Bunun hakkı nedir, Ya Rasûlallah? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.): 
-Eğilip bükülünceye kadar düşmanla savaşmak, diye cevap verdi. 
Ebû Dücâne bu şartla aldığı kılıçla düşman üzerine saldırdı, müşrik safları arasına girdi.(196) Hamza, Ali, sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Dücâne gibi kahramanların hücûmlarıyla savaşın ilk anında 20'den fazla ölü veren Kureyş, bozguna uğramış, sağ ve sol kanat geri çekilmiş, def çalarak Kureyşlileri savaşa teşvik eden kadınlar, feryadlar kopararak yüksek tepelere kaçmışlardı. İman kuvveti karşısında sayı ve malzeme üstünlüğü işe yaramamış, müşrikler kaçmağa başlamışlardı. 
e) Okçular Yerlerini terkedince 
Böylece ilk safhada müslümanlar savaşı kazandılar. Fakat kaçan düşmanı sonuna kadar tâkib etmeden, savaş alanına dağılarak, ganimet (düşmandan kalan malları) toplamağa koyuldular. Ellerine geçen fırsatı yeterince değerlendiremediler. Ayneyn tepesinden durumu seyreden okçular da birbirlerine: 
-Burada ne bekliyoruz, savaş bitti, zafer kazanıldı, biz de gidip ganimet toplayalım, dediler.(197) Abdullah b. Cübeyr: 
-Arkadaşlar, Rasûlullah (s.a.s.)'in emrini unuttunuz mu? O'ndan emir almadıkca yerimizden ayrılmayacağız... diye ısrâr ettiyse de dinlemediler.(198) Abdullah'ın yanında sadece 8 okçu kaldı. 
Düşmanın sağ kanat komutanı Hâlid b. Velîd, Rasûlullah (s.a.s.)'in okçularla koruduğu Ayneyn vâdîsinden geçerken Müslümanları arkadan kuşatmayı denemiş, okçular bu geçidi bekledikleri için başaramamıştı. Okçuların buradan ayrıldığını görünce, emrindeki süvârilerle hücûma geçti. Cübeyr oğlu Abdullah ile 8 sâdık arkadaşını şehit edip, ganimet toplamakla meşgul Müslüman ordusunu arkadan çevirdi. Müşrikler, geri dönüp yeniden hücûma geçtiler. Tepelere çekilen kadınlar da def çalarak aşağıya indiler. Müslümanlar, önden ve arkadan iki hücûmun arasında şaşırıp kaldılar. Savaşı kazanmışken kaybetmeğe başladılar. Birbirlerinden ayrılmış ve dağılmış bir durumda oldukları için, canlarını kurtarma sevdâsına düştüler. (199) 
f) Hz. Hamza'nın Şehid Düşmesi 
Bedir Savaşı'nda babası Utbe, kardeşi Velîd ve amcası Şeybe'yi kaybetmiş olan Ebû Süfyân'ın karısı Hind, babasını öldüren Hamza'dan öç almak istiyordu. Hamza'nın karşısında kimse duramadığı için, Cübeyr b. Mut'im'in kölesi ve iyi bir nişancı (atıcı) olan Habeşli Vahşî'ye Hamza'yı öldürdüğü takdirde, büyük menfaatler vâdetmiş, efendisi Cübeyr de âzâd etmeğe söz vermişti. 
Vahşî, Hamza'nın karşısına çıkmaya cesâret edemedi. Bir taşın arkasına gizlenip, Hamza'nın önünden geçmesini bekledi.Hamza ise savaş alanında durmadan sağa sola koşuyor, elinde kılıç önüne gelen müşrikleri tepeliyordu. O gün tam 8 müşrik öldürmüştü. Bunlardan Abdu'l-Uzza oğlu-Sibah'ı öldürdüğü sırada, Vahşî'nin tam önünde bulunuyordu. Vahşî fırsatı kaçırmadı. Habeşlilerin çok iyi kullandığı harbesini (kısa mızrağını) gizlendiği yerden fırlattı; kahraman Hamza'yı kasığından vurarak şehit etti.(200) Hamza'nın ölümünü duyan Hind, koşarak geldi. Karnını yarıp, ciğerini çıkararak dişledi, fakat yutamadı. Vahşi'yi mükâfatlandırdı ve kölelikten kurtardı. 
Savaşın en şiddetli anında Hz. Hamza'nın şehit düşmesi, Müslümanlar için büyük kayıp oldu. Esâsen, ansızın önden ve arkadan uğradıkları hücûm sebebiyle ne yapacaklarını şaşırmışlar, bir çok şehid vererek, şuraya buraya dağılmışlardı. Bir ara, Rasûlullah (s.a.s.)'in etrafında sâdece, ikisi muhâcirlerden, yedisi ensârdan olmak üzere 9 kişi kalmış, bunlar da birer birer şehid düşmüşlerdi.(201) 
g) Rasûlullah (s.a.s.)'in Öldüğü Şâyiası 
İbni Kamie el-Leysi adlı bir müşrik, Hz.Peygamber (s.a.s.)'e benzeterek, İslâm ordusunun sancaktarı Mus'ab b. Umeyr'i şehit etmiş ve Muhammed (s.a.s.)'i öldürdüm, diye ilân etmişti.(202) Bu şâyia üzerine İslâm ordusunda panik başladı. Rasûlullah (s.a.s.): 
-Ey Allah'ın kulları, bana geliniz,etrafımda toplanınız, diye sesleniyor, fakat kimse O'nu duymuyordu. 
Müslümanlar birbirinden habersiz üç fırka olmuşlardı. 
l) Rasûlullah şehid olduysa, Allah bâkidir. O'nun yolunda biz de şehit oluruz, diyerek savaşa devâm edenler. Enes b. Nadr (Enes b. Mâlik'in amcası) bunlardandı.Yetmişten fazla yara aldıktan sonra şehid düşmüştür. 
2) Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfını çevirip, vücûdlarıyla O'na siper olan, O'nu düşman saldırısına karşı koruyanlar. Bunlar "14" kişi kadardı. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Sa'd b. Ebî Vakkas, Ebû Dücâne bunlardandır. 
3) Rasûlullah şehid olduktan sonra, burada durmanın manası yok, diyerek, savaş alanından ayrılanlar.(203) Bunlardan bir kısmı dağlara çekilmişler, bazıları ise Medine'ye dönmüşlerdi. 
Müslümanların bu dağınık durumlarından yararlanan müşrikler, Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına kadar sokuldular. Atılan bir taşla Peygamber Efendimizin dudağı yarıldı, dişi kırıldı ve İbni Kamie'nin kılıç darbesiyle yere yıkıldı. Zırhından kopan iki halka yanağına battığından yüzünden de yaralandı.(204) 
Ashâb-ı kirâm, savaş alanında Rasûlullah (s.a.s.)'i bir türlü bulamıyordu. Halbuki, Rasûlullah(s.a.s.) bulunduğu yerden hiç ayrılmamıştı. Nihâyet Hz. Peygamber Efendimizi Ka'b b. Mâlik gördü ve: 
-Ey mü'minler, Rasûlullah (s.a.s.) burada, diye haykırdı. Ka'b'ın sesini duyan Müslümanlar, hemen Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfında toplanarak, müşriklerin saldırılarını durdurdular.(205) 
h) Ebû Süfyân'la Hz.Ömer Arasında Geçen Muhâvere 
Müşriklerin saldırıları yavaşlayınca, Peygamber Efendimiz etrâfında toplanmış olan Müslümanlarla Uhud Dağı tepelerinden birine çekildi. Müslümanların bir tepede toplandığını gören Ebû Süfyân da, onların karşısında başka bir tepeyi işgal etti. Ebû Süfyân, Peygamberimizin sağ olup olmadığını kesinlike öğrenemediğinden merak içindeydi. Bu sebeple yüksek sesle üç defa: 
-İçinizde Muhammed (s.a.s.) var mı? Ebû Bekir varmı? Ömer var mı? diye seslendi. Rasûlullah (s.a.s.) cevap verilmemesini emretmişti. Kimseden ses çıkmayınca, müşriklere dönerek: 
-"Görüyorsunuz, hepsi de ölmüş. Artık iş bitmiştir, diye söylendi. Hz. Ömer dayanamadı. 
-"Yalan söylüyorsun ey Allah düşmanı, sorduklarının hepsi sağ, hepside burada, diye cevap verdi. Ebû Süfyân: 
-Savaşta üstünlük nöbetledir, bugün biz Bedir'in öcünü aldık, üstünlük bizde... diye gururlandı. Ömer: 
-Bizden ölenler Cennet'de, sizinkiler ise Cehennem'de diye cevâp verdi. 
-Ya Ömer, Allah aşkına gerçeği söyle. Biz Muhammed (s.a.s.) 'i öldürdük mü? 
-Rasûlullah (s.a.s.) sağ ve senin bu sözlerini de işitiyor. 
-Ya Ömer, ben senin sözlerine İbni Kamie'nin sözünden daha çok inanırım. Ölülerinize yapılan fenâlıkları ben emretmedim(206), fakat çirkin de görmedim. Gelecek yıl Bedir'de buluşalım, dedi. Hz. Ömer de: 
-"İnşallah, diye cevap verdi.(207) Hz. Ömer'le Ebû Süfyân arasında yapılan bu konuşmadan sonra, müşrikler Uhud'dan ayrıldılar. Onlar, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i öldürmek, Medine'yi basıp müslümanları imhâ etmek, müslümanlığı ortadan kaldırmak için Mekke'den gelmişlerdi. Fakat Allah kalblerine korku saldı. Üstünlük kendilerinde olduğu ve Rasûlullah (s.a.s.)'in de sağ bulunduğunu öğrendikleri halde, savaşa devam etmeğe cesâret edemediler. Tek bir esir bile alamadan, geri döndüler. 
l) Uhud Savaşı'ndan Üç Safha 
Uhud Savaşı'nda üç safha yaşandı: 
İlk safhada Müslümanlar üstün geldiler, 20'den çok düşman öldürerek, müşrikleri bozguna uğrattılar. 
İkinci safhada, kaçan müşrikleri kovalamayı bırakıp, kesin sonuç almadan ganimet toplamaya koyulmaları ve Rasûlullah (s.a.s.)'in yerlerinden ayrılmamalarını emrettiği okçu birliğinin görevlerini terketmeleri yüzünden, Müslümanlar 70 şehit vererek mağlup duruma düştüler. 
Üçüncü safhada ise, dağılmış olan Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfında toplanıp, karşı hücûma geçerek, düşman hücûmunu durdurdular. 
Müşriklerin Uhud'dan ayrılmasından sonra Rasûlullah (s.a.s.) şehitleri yıkanmadan, kanlı elbiseleriyle, ikişer üçer defnettirdi.(208) Cenâze namazlarını ise, bu târihten 8 sene sonra kıldı.(209) 
2- HAMRÂÜ'L-ESED GAZVESİ 
Müşrikler, elde ettikleri üstünlükten yararlanıp Müslümanları imhâ etmeden savaş alanından ayrıldıklarına pişmân oldular. Aralarında, geri dönüp Medine'yi basmayı konuştular. Rasûlullah (s.a.s.) bu durumdan haberdar olunca, Medineye dönüşünden bir gün sonra, Uhud Savaşı'na katılmış olan ashâbını toplayarak Medine'den 16 km. kadar uzakta "Hamrâ'ü'l-Esed" denilen yere kadar müşrikleri takibetti. Gece olunca, burada 500 kadar ateş yaktırdı. Müşrikler, takib edildiklerini öğrenince, korktular; Medine'yi basma düşüncesinden vazgeçerek, süratle Mekke'ye döndüler.(210/1) 
3- HİCRETİN ÜÇÜNCÜ YILINDA DİĞER OLAYLAR 
a) Rasûlullah (s.a.s.)'in Hz. Hafsa ve Huzeyme Kızı Zeyneb'le Evlenmesi. 
Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nın ilk eşi Huneys b. Huzâfe, Kureyş ileri gelenlerinden ve Habeşistan'a hicret eden ilk Müslümanlardandı. Sonra Medine'ye hicret etmiş, Bedir ve Uhud Savaşlarına katılmıştı. Uhud Savaşında aldığı bir yaradan, Medine'de vefât etti. 
Hz. Ömer, Rasûlullah (s.a.s.) ile kızı Hafsa'nın evlenmesini şöyle anlatmıştır: 
-Hafsa dul kalınca, Osman'a onunla evlenmesini teklif ettim. Hele bir düşüneyim, diye cevap verdi. Sonra kaşılaştığımızda, şu sırada evlenmeyi uygun görmüyorum, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir'e istersen Hafsa'yı sana vereyim, dedim. Ebû Bekir sustu. Müsbet veya menfi cevap vermedi. Ebû Bekir'in susmasına Osman'ın teklifimi geri çevirmesinden daha çok üzüldüm. Keyfiyeti Rasûlullah (s.a.s.)'e arzedince: 
-Üzülme yâ Ömer, Hafsa'yı Osman'dan hayırlısı alacak; Osman da Hafsa'dan daha iyisi ile evlenecek(210/2), buyurarak, Hafsa'nın izdivâcına tâlip oldu; Osman'ı da kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Sonra Ebû Bekir bana rastladığında: 
-Sanıyorum, Hafsa'yı bana teklif ettiğinde cevap vermediğime gücenmiştin. Ben Hafsa'yı Rasûlullah(s.a.s.)'in alacağını biliyordum. (Bana bunu söylemişti.) Rasûlullah (s.a.s.)'in sırrını ifşâ etmeyi uygun bulmadağım için sana cevap vermedim. Eğer böyle olmasaydı, teklifini kabûl ederdim, dedi.(211) 
Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Hafsa ile evlenerek, hem en yakın arkadaşlarından Hz.Ömer'in üzüntüsünü giderdi, hem de Hz. Ebû Bekir gibi Hz. Ömer'i de akrabalık bağı ile kendisine bağlamış oldu. (Şaban 3 H / Ocak 625 M) 
Hilâloğullarından Huzeyme kızı Zeyneb, ilk kocasından ayrılmış; Rasûlullah (s.a.s.)'in halasının oğlu olan ikinci kocası Cahşoğlu Abdullah ise, Uhud Savaşı'nda şehid düşmüştü. Zeyneb genç ve güzel değildi, orta yaşlı ve merhametli bir hanımdı. Fakirleri, yoksulları, kimsesizleri gözettiği için, kendisine "Ümmü'l-mesâkin" ünvânı verilmişti. 
Eşinin şehit düşmesiyle himayeye muhtaç kalan bu şefkatli hanımı Rasûlullah (s.a.s.) nikâhladı. Fakat Zeyneb çok yaşamadı, evlenmesinden üç ay kadar sonra vefât etti. 
Rasûlullah (s.a.s.)'in torunu Hz. Hasan da bu yıl Ramazan ortalarında doğmuştur.(212) 
b) Rasûlullah (s.a.s.)'in kızı Ümmü Gülsüm'ün Hz. Osmanla Evlenmesi 
Hz. Osman, Rasûlullah (s.a.s.)'in ikinci kızı Rukiyye ile evliydi. Rukiyye, Bedir Savaşı esnâsında vefât etmişti. Bir yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Osman'ı üçüncü kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Rasûlullah (s.a.s.)'in iki kızı ile evlenmiş olduğu için Hz. Osman'a "Zi'n-nûreyn" (iki nûr sâhibi) denilmiştir. 
(191) İbnü'l-Esîr, 2/148-149 
(192) İbn Hişâm, 3/66-67; İbnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232 
(193) İbn Hişâm, 3/67 
(194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150 
(195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152 
(196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); İbnü'l-Esîr, 2/152 
(197) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 152 
(198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis No: 1269) 
(199) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154 
(200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585); İbn Hişâm, 3/75 
(201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789) 
(202) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; İbn Hişâm, 3/77 
(203) "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler gelip geçti. Şâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i İmran Sûresi, 144) 
(204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); İbn Hişâm, 3/84; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234 
(205) İbnü'l-Esîr, 2/157; İbn Hîşâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235 
(206) Kureyşli kadınlar savaş alanının tenhalığından yararlanarak, Bedir'de öldürülen yakınlarının öçlerini almak için şehitlerin kulak ve burunlarını kesmişler, karınlarını yararak ciğerlerini çıkarmışlardı. 
(207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238 
(208) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246 
(209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661) 
(210/1) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164 
(210/2) İbn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; İbn Hacer, el-İsâbe, 8/51, Kahire, 1972; İbn Abdi'l-Berr el-İstîab, 4/1811, Kahire, 1960 
(211) el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338- 339 (1803 No. lu hadisin izâhı); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689) 
(212) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/166