Bağış Yap

Amount :
Other : USD

17 Haziran 2015 Çarşamba

TİCARET MALLARININ ZEKATI

TİCARET MALLARININ ZEKATI
  41- Her nevi ticaret malları zekata tabidir. Ticaret malları, uruz denilen mallardan ve kumaşlardan olabileceği gibi, buğday, arpa, pirinç benzeri ürünlerden ve demir, bakır, kalay gibi ağırlık eşyalarından, koyun, deve ve at gibi hayvanlardan, ev, dükkan ve han gibi gelir getiren mallardan da olabilir.
  Ticaret (alım-satım) için olan akarların kira bedelleri de ticaret malı sayılır. Bu ticaret için olan mülklerden alınan gelirlerde ticaret niyeti olması şart değildir.
  42- Sene başında nisab mikdarına ulaşan (kıymetleri en az iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın bulunan) ticaret mallarının zekatı için, sene sonundaki kıymetlerine itibar olunur ve bu kıymetlere göre zekat verilir. Bu kıymetler nisab mikdarından aşağıya düşerse, zekat verilmez. Sene ortasında azalıp çoğalmalarının bir tesiri olmaz.
  Ticaret için olan hayvanlarda da, hayvanların sayısına veya saime olmalarına bakılmaz. Her halde bunların kıymetleri esas alınır.
  43- Ticaret mallarının sene sonundaki kıymetleri, bulunduktan yerdeki piyasaya göre takdir edilir. Bu fiyat biçmede sahibleri serbestir. Dilerlerse bu kıymetleri altın ile ve dilerlerse gümüş ile takdir ve tayin edebilirler. Fakat bunlardan birine göre nisab mikdarında bulunduğu halde, diğerine göre nisaba ulaşmasa, nisaba ulaşan değere göre zekatı vermek gerekir. Mesela: Bir ticaret malının kıymeti iki yüz dirhem gümüşe eşit olduğu halde, yirmi miskal altına eşit olmayıp bundan eksik olsa, nisab bulunduğuna göre hesaplanarak o malın zekatı verilir.
  44- Ticaret niyeti, ticaret işi ile beraber olmalıdır. Böyle bir işten soyutlanmış olan bir niyetle bir mal, ticaret için olmuş olmaz. Buna göre, bir insan bir malı satın alırken veya satmak için birine verirken ticarete niyet etse, o mal ticaret için olur.
  Fakat bir kimse, kendisine miras bırakılan, bağışlanan veya vasiyet gibi bir yolla geçen mal hakkında ticareti niyet etse, yalnız bu niyetle o mal ticaret için olmaz. Bu mesele İmam Muhammed'e göredir. Fakat İmam Ebû Yusuf'a göre, bir kimse kendisine bağışlanan veya vasiyet edilen bir malı ticaret niyetiyle kabul etse, o mal ticaret için olmuş olur. Çünkü ticaret mal kazanmak için yapılan bir sözleşmedir. Bir kimsenin kabulü bulunmadıkça, mülküne girmeyecek olan bir şey ise, onun kabulü ile bir kazancı olur. Artık onun bu işinde ticaret niyetinin bulunması sahih olur.
  45- Başlangıçta ticaret niyeti ile satın alınmamış olan bir takım eşya veya bir mikdar zahire benzeri mal, ileride satılmak üzere saklanırsa, bu bir ticaret malı sayılmaz. Onun için bunun üzerinden bir yıl geçmekle zekatı gerekmez.
  46- Ölçülür, tartılır veya sayılır şeylerden olan bir ticaret malının kıymeti, sene sonundan sonra artacak veya eksilecek olursa, buna bakılmaz. Ancak tam sene sonundaki kıymetine bakılır, ona göre zekatı verilir. 
  Örnek: Sene başından sonuna kadar yüz bin lira kıymetinde bulunan kırk kilelik bir ticaret zahiresi, sene sonundan sonra yüz yirmi bin liraya çıksa veya seksen bin liraya düşse, bu değişikliğe bakılmaz, tam sene sonundaki yüzbin liradan ibaret olan kıymete göre zekat verilir. Buna göre, zekatı, malın kendinden kırkta bir nisbeti ile verilmediği takdirde, kıymeti olan yüz bin liradan aynı kırkta bir nisbeti ile ödenir.
  47- Ticaret malları bir yıl içinde kendi cinsleriyle veya başka cinslerle değiştirilecek olsa, bir senelik müddet kesilmiş olmaz; yine sene sonunda zekatlarını vermek gerekir. Geçer paraların değiştirilmesi hakkında da hüküm böyledir.
  Örnek: Bir kimse sene başında en az iki yüz dirhem gümüş kıymetinde bir ticaret malına sahib olsa veya bu değerde geçer parası olsa, sene ortasında bunlarla başka bir ticaret malı aldığı zaman bakılır. Eğer elde olan bu mal sene sonunda yine iki yüz dirhem gümüş kıymetinde veya daha ziyade ise zekata bağlı olur.
  48- Ticaret için olmayan Saime hayvanlar, sene içinde gerek kendi cinsleri ve gerek başkası ile değiştirilecek olsa, sene başından başlayan müddetin hükmü kalmaz. Değiştirmek suretiyle ele geçen mal veya nakid üzerinden, değişme tarihinden itibaren bir yıl geçmedikçe zekat gerekmez. 
  Örnek: Saime olan kırk koyun, sene içinde başkasına verilip bunların yerine yine saime olan kırk koyun veya beş deve alınacak olsa, bunların alınışı üzerinden bir yıl geçmedikçe onlardan zekat alınmaz. Çünkü saimelerden alınacak zekat, onların ayinleri (bizzat kendileri) ile geçerli olur. Onlara karşılık alınan saime hayvanlar ise, önceki saime hayvanların aynı değildir. Halbuki ticaret mallarında bu ayniyet işine bakılmaz. Bunlarda geçerli olan sadece maliyettir. Ticarette ise bu değişiklik istenen bir esas olup bu maliyete aykırı değildir.
  Ancak bu saime hayvanlardan zekatları verilmeden veya verildikten sonra geçer para ile değiştirilecek olur da adamın yanında başka geçer paralar nisab mikdarı bulunursa, bu nakidler birbirine ilave edilir. Bu nisab mikdarı ana para üzerinden bir yıl geçinçe, hayvanlardan ele geçirdiği paralar da buna ilave edilerek zekatları toptan verilir.    Nisab mikdarı ticaret malı bulunduğu takdirde de hüküm böyledir.
  İmam Züfer'e göre, bu saime hayvanlar kendi cinsleri ile değiştirilirse, bu değişiklik müddetin hükmüne engel olmaz. Yine aynı senenin sonunda zekatlarını vermek gerekir, değiştirme tarihine bakılmaz.
  (İmam Şafiî'ye göre de, gerek kendi cinsleri ile, gerek cinslerinden başkası ile değiştirilmiş olsunlar, müddet kesilmiş olmaz.)
  49- Ticaret maksadı ile kırlarda, mubah meralarda beslenen ehli hayvanlar, saime zekatına değil, diğer ticaret malları gibi, kıymetlerinin kırkta biri nisbetinden zekata tabi olurlar. Fakat sonradan yalnız sütleri veya dölleri alınmak üzere saime olmalarına niyet edilecek olursa, o zaman saime zekatına bağlanırlar ve zekat başlangıcı bu niyet tarihinden başlayarak tam bir yıl sonunda geçerli olur. Böylece sene sonunda zekatları saime olarak verilir.
  Mubah mer'alardan maksad, para ve kira karşılığı olmaksızın bütün insanların hayvanlarını parasız otlatmalarına ayrılan yerlerdir.

EHLİ HAYVANLARA AİT ZEKATLAR

EHLİ HAYVANLARA AİT ZEKATLAR
  35- Ehli hayvanlar, koyun, keçi, sığır, manda, deve ve at olmak üzere altı cinstir. Bunlardan, senenin yarısından çoğunu kırlarda ve meralarda otlayıp geçinmek şartı ile sütlerini almak, üretmek ve semizletmek için beslenen hayvanlara "Saime" denir. Bunun çoğulu "Sevaim"dir.
  Bu mer'alarda ve kırlarda altı ay ve daha az bir zaman otlayıp bu maksadlarla beslenen hayvanlar "Saime" sayılmadığından zekata bağlı değillerdir. Yine yalnız binilmek veya yük taşımak yahut kesilip, etleri alınmak için meralarda az çok bir müddet otlatılan hayvanlar da zekata tabi değildir. Ticaret için olan malların hükmü ise aşağıda yazılıdır.
  36- Saime denilen hayvanlardan, cinslerine göre, senede bir defa olmak üzere belli bir zekat alınır. Şöyle ki:
  1) Koyun ve Keçilerin Zekatı
  Saime olan koyun ve keçinin zekat nisabı kırktır. Bunlar kırktan az ise, zekatları yoktur. Bunlar kırk koyun olunca, bir koyun zekat verilir. Kırkdan sonra yüz yirmi bir koyuna kadar zekat yoktur. Yüz yirmi bir koyundan iki yüz bir koyuna kadar iki koyun zekat verilir, iki yüz bir koyundan dört yüz koyuna kadar üç koyun verilir. Tam dört yüz koyun için de dört koyun zekat verilir. Bundan sonra her yüz koyun için bir koyun verilir. Yüzü doldurmayan koyun sayısı zekata bağlı olmaz. Zekat olarak verilecek koyun bir yaşını doldurmuş olmalıdır, sahih olan budur.
  Keçi de koyun gibidir. Bunlar bir cins sayılır. Bunlar, nisabı doldurmak için birbirlerine ilave edilirler. Böylece otuz koyun ile on keçiden bir koyun zekat gerekir. Bunların erkekleri ile dişileri zekat hesabı bakımından eşittir. Zekat olarak verilecek hayvan erkek de, dişi de olabilir. Karışık olan koyun ve keçilerden hangisi daha fazla ise, ondan zekat vermek sünnettir. Eğer bunlar eşit ise, mal sahibi dilediği cinsten zekatı verir. Fakat bu hayvanların hepsi aynı cinsten olursa, o cinsten zekatın verilmesi gerekir. Mevcut olan koyunlar yerine keçiden veya keçiler yerine koyundan zekat veremez.
  2) Sığır ve Mandaların Zekatı
  Saime olan sığırlarda zekat nisabı otuzdur. Bundan azı için zekat gerekmez. Otuz sığırdan kırk sığıra kadar zekat olarak iki yaşına basmış erkek veya dişi bir buzağı verilir. Kırk sığırdan altmış sığıra kadar, üç yaşına girmiş erkek veya dişi bir dana verilir. Tam altmış sığır olunca, birer yaşını bitirmiş iki buzağı verilir. Sonra her otuzda bir buzağı ve her kırkta bir dana verilmek suretiyle hesab edilir.
  Örnek: Yetmiş sığır için bir buzağı ile bir dana zekat verilebileceği gibi, seksen sığır için de iki dana, doksan sığır için üç buzağı, yüz sığır için bir dana ile iki buzağı ve yüz on sığır için de dört buzağı veya üç dana vermek arasında sahibi serbesttir. Çünkü bunda dört otuz ve üç kırk vardır. Daha çok sayılar için de bu şekilde işlem yapılır.
  Zekat verme bakımından sığır ile manda arasında fark yoktur, bunlar bir cins sayılır. Bunlar karışık olunca birbirlerine ilave edilirler. Yirmi sığır ile on manda bulunsa, bunlar için iki yaşına girmiş bir buzağı zekat verilir. Bu iki cinsten hangisi fazla ise, zekat o fazla cinsten çıkarılır. Her iki cins eşit bulunursa, değerleri az olan cinsin en iyisinden veya değeri yüksek olan cinsin düşüğünden zekat verilir. Sığırlar değer bakımından düşükse, bu sığırların en iyi buzağılarından zekat verilir ve bu şekilde denge sağlanmış olur.
  3) Develerin Zekatı
  Saime olan develerde zekat nisabı beştir. Beşten az olan develerde zekat yoktur. Birer yaşını bitirmiş beş deve için bir koyun zekat verilir. Beşten ona kadar bağışlanmıştır. On deveden yirmi beş deveye kadar her beşde bir koyun verilmesi gerekir. Tam yirmi beş deve için de, iki yaşına girmiş bir dişi deve yavrusu verilir. Otuz beş deveye kadar başka bir şey verilmez. Tam otuz altı deveden kırkbeşe kadar da üç yaşını bitirmiş bir dişi deve verilir. Kırk altı deveden altmışa kadar da, dört yaşına girmiş bir dişi deve verilir. Tam altmış bir deveden yetmiş beş deveye kadar da beş yaşına girmiş bir dişi deve verilir. Yetmiş altı deveden doksana kadar da, üçer yaşına girmiş iki dişi deve vermek gerekir. Tam doksan, birden yüz yirmiye kadar da, dört yaşına girmiş iki dişi deve verilir. Yüz yirmi deveden yüz kırk beş deveye kadarda, böyle dört yaşında iki deve ile beraber her beş devede de bir koyun verilir. Yüz kırk beşden sonra da, fıkıh kitablarımızda açıklandığı ölçülerle zekatları verilir.
  Zekatları verilecek develerin erkek ve dişi olarak karışık bulunmaları veya arab ve acem develeri olmaları fark etmez. Ancak zekat olarak verilecek develerin orta değerde dişi olması şarttır. Erkek deve verildiği taktirde, kıymeti itibariyle verilir.
  37- Sene başında nisab mikdarında bulunan saime hayvanlara, sene içinde bağış miras ve satın alma gibi yollarla aynı cinsten bir kısım saime hayvanlar eklenecek olsa, sene sonundu bunların tümünden zekat vermek gerekir. 
  (İmam Şafiî'ye göre, bu eklenen kısım nisab mikdarına ulaşsın veya ulaşmasın, mülkiyete geçme tarihinden itibaren bir yıl geçmedikçe zekata tabi olmaz.)
  38- Saime bulunan hayvanlar arasındaki kör ve zayıf hayvanlar da nisab hesabına girer. Fakat bunlar zekat olarak verilmez.
  39- Saime olup da henüz birer yaşını doldurmamış olan kuzulardan ve sığır, manda, deve yavrularından da zekat vermek gerekmez. Bu, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göredir. İsterse sayıları nisab mikdarından çok fazla olsun. Fakat bu yavrular arasında kendi cinslerinden büyük hayvanlar bulunursa, bu büyüklere bağlı olarak onlar için zekat gerekir. Mesela: Sene başından sene sonuna kadar bir koyun ile otuz dokuz kuzu bulunsa, sene sonunda bu koyun zekat olarak verilir. Bunlardan bir kuzu verilmesi yeterli olmaz. 
  Yine, yirmi dokuz sığır yavrusu ile bir tane sığır bulunsa, iki yaşına girmiş bir buzağı vermek gerekir.
  Yine, dört deve yavrusu ile bir tane de iki veya üç yaşına girmiş deve bulunsa, bir koyun verilmesi gerekir. Eğer sene içinde veya sene çıktıktan sonra bu yaşlı hayvanlar ölecek olsa, geride kalan kuzu ve yavrular için yine zekat vermek gerekmez.
  İmam Ebû Yusuf'a göre, böyle yaşlarını henüz doldurmamış hayvanlardan nisab mikdarına ulaşan olursa, zekat gerekir. Böylece kırk kuzu için bir kuzu zekat verilir. 
  (İmam Şafiî Hazretlerinin de görüşü böyledir.)
  40- Saime olan hayvanlarda iki nisab arasındaki mikdar, ittifakla zekat dışında kaldığından bundan dolayı zekat gerekmez. Zekata bağlı olmayan bu iki nisab arasındaki hayvanlar helak olduğu takdirde de, bunların helaki İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre zekata tesir etmez. Fakat İmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre, bunlar helak olunca, zekat da o nisbette, düşer.
  Mesela: Bir kimsenin altmış koyunu bulunsa, bunlardan kırk koyun için yalnız bir koyun zekat gerekir. Bunlar yüz yirmi koyuna ulaşmadıkça geri kalan yirmi koyun için zekat gerekmez, bunlar zekattan müstesnadır. Bu durumda bu altmış koyundan on veya yirmi koyun telef (helak) olsa, yine geri kalan kırk koyun için İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre, bir koyun zekat ödenmesi gerekir. Fakat İmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre, böyle altmış koyundan on veya yirmisi telef olsa, zekat da o nisbette azalır. Şöyle ki: 
  On koyun telef olunca, bir koyunun altıda biri, yirmi koyun telef olunca, bir koyunun altıda ikisi nisbetinde zekat mikdarı azalmış olur.

ZEKATA BAĞLI OLMAYAN MALLAR

ZEKATA BAĞLI OLMAYAN MALLAR
  15- Bir kimse, hem kendi ihtiyacını ve hem de geçimleri kendi üzerine olan kimselerin ihtiyaçlarını karşılayan ve temel ihtiyaçlar adını alan şeylerden zekat vermez. Oturulan evler, evlerin lüzumlu eşyaları, giyinip kuşanmaya ait elbiseler, silahlar, binek hayvanları, hizmet için kullanılan köle ve cariyeler bir aylık veya bir yıllık yiyecek ve içecek şeyler, ilim sahiblerinin birer cildden veya takımdan ibaret kitabları, sanatçıların birer takım aletleri temel ihtiyaçlardan sayılır. İşte bunlar nisab ölçüsüne girmezler.
  16- Ticaret için olmayan fazla miktardaki ev eşyasından kitablardan, sanat aletlerinden ve yine ihtiyaçtan fazla olan elbiselerden yenilecek ve içilecek şeylerden, altın ve gümüşten başka süs eşyalarından, yakut, zümrüt, inci ve elmas gibi ziynet eşyalarından da zekat vermek gerekmez. Çünkü bunlar (hakikaten veya hükmen) artıcı değillerdir. Ancak bunlar temel ihtiyaçlar dışında olup kıymetleri en az nisab miktarına ulaşınca, sahibleri zengin sayılır. Her ne kadar zekat vermekle yükümlü olmazlarsa da, kendileri zekat ve sadaka alamazlar ve bunlar üzerine fıtır sadakası ile kurban kesmek vacib olur.
  17- Bir kimsenin kendi malı olduğu halde elinden çıkıp da faydalanamadığı ve eline bir daha geçmesi de düşünülemediği mallardan zekat verilmez. Bu mallara "Mal-ı zimar" denir. Bu durumdaki mallar "nami = çoğalıcı" sayılamayacaklarından zekata bağlı olmazlar. İsbatı mümkün olmayıp inkar edilen alacak paralar, zorla alınan, çalınan, el konulan ve geri alınması umulmayan mallar, denize düşüp çıkarılması mümkün görülmeyen mallar, kırda gömülüp yerleri unutulmuş geçer paralar ve kaybolmuş diğer mallar bu kısımdandır. Bunlar elden çıktığı için ve bunlardan yararlanılamadığı için, ele geçmedikleri müddetçe zekata bağlı olmazlar. Fakat bunlar tekrar ele geçince bakılır: Nisab miktarına ulaşır da zekata bağlı mallardan olursa, ele geçtikleri tarihten itibaren bir yıl son bulunca, zekatlarını vermek gerekir.
  Örnek: Yıllarca inkar edilip bir delil ile isbatı mümkün olmayan yüz bin liradan ibaret bir alacaktan dolayı bu geçmiş yıllar için zekat gerekmez. Fakat daha sonra borçlunun ikrarı veya şahid ve sened gibi bir delille alacak isbat edilip tahsil edilse, bu alacağın isbatı anından itibaren zekata bağlı olur. Aradan bir yıl geçince de zekatını ödemek gerekir. Ancak para sahibinin zekata tabi başka malı da bulunursa, o zaman bunların zekatı ile beraber, o ele geçirilen malların da zekatını vermek gerekir, bunlar üzerinden bir sene geçmesi beklenilmez. 
  (İmam Züfer ile İmam Şafiî'ye göre, bu tür malların geçmiş yılları için de zekat gerekir. Çünkü mülkiyet vardır.)
  18- İnsanlara borçlanıp da, onlar tarafindan ödenmesi istenen bir borcun karşılığında aynı miktarda borçlunun elinde geçer para veya ticaret malı veya saime hayvan bulunursa, bu zekata tabî olmaz. Ödünç alınmış paralar, yok olmuş eşya bedeli, zevcelere ödenecek mehir paraları, geçmiş yıllara ait zekat borçları, hep bu borç kısmındandır. Bunun için bir kimsenin temel ihtiyaçlarından başka elinde nisab miktarı geçer parası veya ticaret eşyası bulunduğu halde, bu miktara denk borcu bulunsa, kendisine zekat farz olmaz.
  19- Bir kimsenin nisabdan fazla malı olduğu halde, bir miktar da borcu bulunsa bakılır: Eğer bu mevcut malından borcu çıktıktan sonra nisabdan noksan olmamak üzere bir malı kalırsa, yalnız bu malın zekatı gerekir. Fakat nisab mikdarından (iki yüz dirhem gümüş kıymetinden) az bir şey kalırsa, bundan zekat gerekmez.
  20- Bir kimsenin yüz bin lira fazla parası olduğu halde, geçmiş yıllardan üzerinde kalmış zekattan yüz bin lira borcu bulunsa, kendisine bu yüz bin lira için zekat gerekmez; çünkü bunun karşılığı kadar borç vardır. Fakat zekattan kırk bin lira borcu olursa, geri kalan altmış bin liranın zekatını vermek gerekir.
  Zekat, Allah'ın hakkı olmakla beraber, verilmediği takdirde, en büyük idareci tarafindan istenilip verilmesi gereken yerlere harcanabilir. Bu bakımdan da zekat, insanlar tarafindan istenecek borçlardan sayılır. Adaktan, keffaretten, fıtır sadakasından ve hac farzından dolayı olan borçlar ise böyle değildir. Bunların ödenmesi insanlar tarafından istenemez. Bunun için, bu gibi borçların bulunması, eldeki mevcut malların zekata bağlı olmasına engel olamaz.
  (İmam Şafiîye göre, nisab miktarı artıcı (nami) bir mala sahib olan, bunun karşılığında borcu olsa da, yine zekatla yükümlü olur. Çünkü zekatın vacib olması, nisab miktarı olan artıcı (nami) mal sebebiyledir. Bu borçlu ise, buna sahiptir. Hür bir insanın borcu, onun kişiliği üzerine yüklenir. Hemen onun elindeki mala yüklenmez. Bunun içindir ki, bu malını istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Borç ile zekat ayrı ayrı haklardır. Birinin bulunması, diğerinin gerekli olmasına engel değildir.)
  Bizce, borçlu fakirdir. Nisab miktarı fazla malı yoksa, kendisine zekat verilmesi bile caizdir. Zekat vermek ise, zengin olana farzdır.
  21- İnsanlar tarafından istenen bir borcun zekata engel olması, bu borcun geçer paradan olması veya başka eşyadan bulunması itibariyle eşittir. Aynı zamanda borç müddetinin girmiş olup olmaması da eşittir, hükmü değiştirmez. Ancak bu borç, zekat vacib olmadan önce, insanın üzerine geçmiş bulunmalıdır. Yoksa bir malın zekatını vermek vacib olduktan sonra, gelecek olan bir borç, geçmiş zekat borcunu düşürmez. 
  İmam Ebû Yusuf'a göre, insan üzerine yüklenen bir borç, zekatın vücubuna (gerekli olmasına) engel olmazsa da, İmam Muhammed'e göre engel olur.
  22- Bir borca kefil olan kimsenin, kefil olduğu borca denk malından zekat vermesi gerekmez. Bu kefalet, borçlunun emriyle olsun veya olmasın eşittir. Çünkü kefil de borçlu demektir.
  23- Bir borç herhangi bir şekilde düşünce, ona denk olan malın zekatı için sene başı bu düşüş tarihinden başlar. Örnek: Bir kimsenin temel ihtiyaçlarından başka nisab miktarı nami (artıcı) bir malı bulunduğu gibi, o kadar da borcu bulunsa, kendisine zekat gerekmez. Fakat bu borç kendisine, bağışlansa, bu bağışlama tarihinden itibaren bir sene geçince, bu nisab miktarının zekatını vermek gerekir. 
  Bu mesele, İmamı Azam'a göredir. İmam Muhammed'e göre, bu halde o malın üzerinden bir sene geçmiş olunca zekatı gerekir. Borç düştükten sonra bir yıl geçmesine lüzum yoktur.
  24- Geçer para (nakit) ticaret eşyası, saime denilen hayvanlardan ayrı ayrı nisablara sahib olan bir kimsenin bir mikdar borcu olsa, bu borcuna temel ihtiyaçlarından (ev gibi) biri karşılık tutulamaz. Zekata bağlı olan mallarından dilediğini karşılık tutar ve diğerlerinin zekatını verir. Ancak bu mallardan bazısının zekatı devlet tarafından tahsil edilmiş olursa, o zaman önce borcuna karşı geçer paraları karşılık tutulur. Geçer paralar yetişmezse, ticaret eşyası karşı tutulur. Bu da yetmezse, zekati az olan hayvanları karşılık tutmak gerekir. Nisab mikdarı veya daha fazla bir şey kalırsa onun zekatı verilir.
  25- Ticaret için değil de, yalnız kiralarını almak üzere insanın mülkiyetinde bulunan evlerden, dükkanlardan, gelir getiren tesislerden, kaplardan, aletlerden makinelerden ve nakil vasıtalarından zekat gerekmez. Ancak bunların kira ve gelirlerinden toplanan paralar nisab mikdarı olur da karşılığında borç bulunmazsa, toplanan para üzerinden tam bir yıl geçince veya zekatı verilecek diğer para ve eşyalara ilave edilmekle zekata tabi olurlar.
  26- Ticaret için olmayan atlar, iki İmama göre (İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf), saime olsun veya olmasın, dişilerle erkekleri karışık olsun olmasın zekata tabi değildirler. Fetva da buna göredir. İmamı Azam ile İmam Züfer'e göre, bu atlar saime olur da; dişileri ile erkekleri karışık bulunursa, bunlar zekata tabidir. Bunlarda nisab aranmaz. Bunların sahibi, kıymetlerinin kırkta birini zekat olarak verir. Bir görüşe göre de, her at başına bir dinar (altın) veya on dirhem gümüş verir. Önceleri bir dinar altın, on dirhem gümüşe denk bulunuyordu. Bu zekatı devlet tahsil etmez. Yükümlü olan kimse, bu zekatı dilediği fakire verebilir.
  27- Ticaret için olmayan sırf erkek atlar, saime olsun olmasın, İmamı Azam'a göre de zekata tabi değillerdir. Fakat saime bulunan sade kısraklar için İmamı Azam'a göre zekat gerekir. Çünkü bunlara kaçak erkek atların karışması ihtimali vardır. Bununla beraber İmamı Azam'dan başka bir görüş de rivayet edilmiştir.
  28- Merkeb, katır, av için öğretilmiş köpek ve pars, ticaret için olmayınca, zekata tabi olmazlar, isterse saime olsunlar... Çünkü bunların saime olmaları pek azdır. Çok az olan şeye ise değer verilmez.
  29- Yük hayvanları ile çifte koşulan hayvanlar, kesilip etleri yenmek veya damızlık için ahırlarda ve kırlarda beslenen hayvanlar ve ayrıca en az altı ay ahırlarda yemle beslenen "alüfa" adındaki hayvanlar zekata tabi değildir.
  (İmam Malik'e göre, bunlar da zekata bağlıdırlar. Çünkü zekat, mülk ve maliyet itibariyledir. Zekat buna şükür olarak verilir, işte bu hayvanlarda da mülk ve maliyet vardır.)
  30- Haram mal için zekat verilemez. Böyle haram bir mala sahib olan kimse, o malı asıl sahibine geri vermesi gerekir. Yoksa fakirlere sadaka olarak verilmesi gerekmez. Fakat haram bir mal, helal bir mala karışmış olur da, aralarını ayırmak mümkün değilse, hepsinin zekatını vermek gerekir.
  31- Zekat zimmete değil, malın aynına bağlı kalır. Onun için bir mal, zekatı verilmek icab ettikten sonra helak olsa, zekatı düşer. Fakat o mal başkasına bağışlanmak veya onunla bir ev alınmak suretiyle harcansa, zekatı düşmez, onun zekatını ödemek gerekir.
  32- Zekat için ayrılmış olan bir mal, ziyana uğrasa zekat düşmez. Fakat zekat için ayrılan bir mal fakirlere verilmeden para sahibi ölse, bu para varislerine miras kalır.
  33- Zekattan borcu olan kimse ölünce, bu borcu vasiyet etmemiş olursa, onun terekesinden bu para alınamaz. Onun malı varislerine geçmiş olur. Varislerden ehil olanlar, isterlerse, ölünün bu borcunu kendi hisselerinden bağış yoluyla verebilirler.
  34- Çok kimselerin zekatlarını vermeye vekil olan kimse, bunlardan aldığı zekat mallarını birbirine karıştırmaksızın fakirlere vermesi gerekir. Onları birbirine karıştırdıktan sonra verirse, kendi adına sadaka vermiş olur ve o zekat mallarını ayrıca ödemesi gerekir.

ZEKATA BAĞLI OLAN MALLAR

ZEKATA BAĞLI OLAN MALLAR
  12- Mallar, "Emval-ı batine - Emval-i zahire (kapalı ve açık mallar)" adı ile iki kısımdır. Nakid paralarla evlerde ve mağazalarda bulunan ticaret malları "emval-ı batine (kapalı mallar)"dır. Saime denilen (yılın çoğunu kırlarda otlayarak beslenen) hayvanlar ile bir kısım arazi gelirleri ve madenler, yer altındaki hazineler ve gümrüklere uğrayan ticaret malları "emval-ı zahire (açık mallar)" dendir. Bunların hepsi de belli bir ölçüde zekata bağlıdır.
  13- Batınî malların zekatını vermek, sahiblerinin din anlayışına bırakılmıştır. Bu zenginler, bu tür mallarının zekatını diledikleri fakirlere ve muhtaçlara verebilirler.
  Zahirî (açıkta olan) malların zekatlarını (vergilerini) belli ölçüler içinde devlet, özel memurlar aracılığı ile toplayarak belli yerlere harcar. Bu memurlara "Amil, Saî, Aşir" gibi adlar verilmiştir.
  14- Önceleri, tüccarları yol kesicilerden ve saldırılardan korumak karşılığında bir kısım zekatlarını almak için uygun görülen yerlerde "Aşir" adı altında bir takım memurlar görevlendirilmiş bulunuyordu. Bu memurlar, nisab miktarına ulaşan ve üzerlerinden bir yıl geçmiş bulunan ticaret mallarından ve paralardan kırkta birini müslümanlardan toplarlardı. Ancak bu malların sahibleri, daha yola çıkmadan önce o malların zekatlarını bulunduktan yerde ödediklerini veya bu mallar karşılığında borçlu bulunduklarını veya mallarının ticaret malı olmadığını veya zekatlarının başka bir "Aşir" tarafından alınmış olduğunu söylerler ve bu ifadelerinin de aksi meydana çıkmazsa onlardan zekat alınmazdı.
  Bu memurlar, tüccarların yanında bulunur ve çabuk bozulacak sebze, yaş hurma, yaş üzüm gibi şeylerden zekat almazlardı; isterse kıymetleri nisab miktarından fazla olsun...
  İslam ülkelerinde tacirler, ticaret malları için İslam gümrüklerinde verdikleri vergileri bu malların zekatına sayabilirler.

ZEKATIN SIHHATİNİN ŞARTI

ZEKATIN SIHHATİNİN ŞARTI
11- Verilen bir zekatın sahih olabilmesi için, zekatı verirken veya onu ayırırken niyetin bulunması şarttır. Bu esastan şu meseleler doğar:
1) Zekatı fakire verirken veya zekat için bir mal ayırırken bunun zekat olduğunu kalb ile niyet etmek gerekir. Dil ile söylenmesi gerekmez. Öyle ki, bir malı fakire zekat niyeti ile verirken bunun bir bağış veya bir borç olarak verildiğini dil ile söylemek zekata engel değildir.
2) Bir mal fakire niyetsiz olarak verilince bakılır: Eğer mal henüz fakirin elinde bulunuyorsa, zekata niyet edilmesi yeterlidir. Fakat elinden çıkmış ise, niyet edilmesi yeterli değildir. 
Yine, bir kimse, bir adamın malından onun adına zekatını verdiği zaman, o kimse buna rıza gösterirse bakılır: Eğer o mal fakirin yanında mevcut bulunuyorsa, bu zekat sahih olur; değilse olmaz.
3) Zekat vermede vekilin niyeti değil, müvekkilin niyeti geçerlidir. Onun için bir kimse, zekatını vermek için bir adamı vekil tayin etse, zekat olarak vereceği malı teslim etliği zaman veya o malı vekil fakire vereceği zaman zekata niyet etmesi gerekir. Vekilin niyeti yeterli olmaz. Bu vekil, müslüman olabileceği gibi, bir gayri müslim (Zimmî) de olabilir.
4) Zekat vermek niyetinde olan bir kimse, bunun için bir mal ayırmaksızın zaman zaman fakirlere bir şeyler verdiği halde, zekata niyet etmek hatırına gelmese, bu verdikleri zekata sayılmaz. Fakat fakire böyle bir mal verirken: "Bunu niçin veriyorsun?" diye sorulacak soruya, düşünmeksizin hemen "zekat olarak veriyorum" diyebilecek bir durumda ise, bu niyet yerine geçer.
5) Bir kimse fakirlere bir gün sadaka verdikten sonra: "Şu süre içinde verdiğim sadakaların zekatımdan olmasına niyet ettim." demesi yeterli olmaz.
6) Bir kimse elinde bulunan bir malı zekata niyet etmeksizin tamamen sadaka olarak verse, bunun zekatı kendisinden düşmüş olur. İster nafile sadakaya niyet etmiş olsun, ister olmasın, hüküm aynıdır. Fakat verilen bu mal ile bir nezre veya başka bir vacibe niyet etmiş olursa, bu mal o niyete göre verilmiş olur. Verilen bu mala düşecek zekatı ayrıca ödemek gerekir.
7) Bir kimse, üzerine zekat düşen malının bir kısmını bir fakire bağışlasa, buna isabet eden zekat kendisinden düşer.
Örnek: Bir zengin, bir fakirde olan yüz bin lira alacağını o fakire bağışlasa, yalnız bir yüz bin liranın zekatını vermiş olur. Burada zekata niyet edip etmemek eşittir. Bu yüz bin lirayı diğer mallarının zekatına sayamaz. Yine, fakir olmayan bir borçluya bir mal bağışlansa, bununla ne o malın ve ne de başka mallarının zekatı verilmiş olmaz. Sahih olan görüşe göre, bu bağışlanan mala düşen zekatın da ayrıca verilmesi gerekir.

ZEKATIN FARZ OLMASININ ŞARTLARI

ZEKATIN FARZ OLMASININ ŞARTLARI
9- Bir, kimseye zekat'ın farz olması için onda şu şartların bulunması gerekir:
1) Zekat verecek kimse, müslüman, hür, akla sahib ve buluğ çağına ermiş olmalıdır. Buna göre, müslüman olmayanlar, köle ve cariyeler, mecnunlar ve çocuklar zekat vermekle yükümlü değillerdir. Gayri müslimler zekat vermekle mükellef değillerdir. Öyle ki, (Allah korusun), bir müslüman bir müddet hak dinden çıkıp ondan sonra tevbe ederek Allah'dan mağfiret dilese, dinden çıkış (irtidat) zamanında zekat vermek ona farz olmayacağı gibi, irtidatından daha önceki zamana ait zekat borçları da düşmüş olur. Çünkü zekatın farzıyetinde İslam şart olduğu gibi, bekasında da şarttır.
Kölelerle cariyelere gelince, onlar aslen bir mala sahib olamayacakları için, zekat vermeye ehil değillerdir. Kendilerine ticaret için izin verilse de, yine hüküm aynıdır. 
Mecnunlara gelince, bunlarda iki durum düşünülebilir. Birincisi, doğuştan beri mecnun (deli) bulunmaktır. Bunların bu durumu devam ettikçe, onlar zekatla yükümlü olmazlar. Fakat bunlar buluğ çağına erdikten sonra iyileşip düzelseler, sağlığa kavuşmalarından itibaren zekat vermekle mükellef olurlar. İkincisi, buluğa erdikten sonra bir müddet mecnun olmaktır. Bu durumda bunların cinnetleri (delilikleri) bütün bir yıl devam ederse, bu yıl için zekat vermeleri onlara farz olmaz. Çünkü bu durumda onlardan yükümlülük düşmüş olur. Fakat bu yıl içinde bir iki gün gibi kısa bir zaman iyileşecek olsalar, zekat vermeleri onlara farz olur. 
Bu mesele İmam Muhammed'e göredir, İmam Ebû Yusuf' a göre, yılın çoğunda sağlık üzere bulunmadıkça, o yılın zekatı gerekmez.
Baygınlık hali ise, zekat verme mükellefiyetine engel değildir.
Çocuklara gelince, bunlar akılları başlarında olarak buluğa ermedikçe, zekat vermekle yükümlü olmazlar. Onun için bunların mallarından velileri zekat veremez. Bunların zekat vermeleri buluğ çağına ermekle başlar. Bir sene sonunda yerine getirilmesi gerekir. 
(İmam Şafiî'ye göre çocukların ve delilerin mallarından zekat verilmesi gerekir. Bunu velileri mallarından öderler. Çünkü zekat mala gereken bir haktır. Küçüklük ve noksanlık bu hakkın varlığını gideremez. Öşürde de durum böyledir.) Bize göre zekat malî bir ibadettir. Bunlar ise ibadetle mükellef değillerdir.
2) Zekat verecek kimse, temel ihtiyaçlarından ve borçlarından başka nisab mikdarı veya daha fazla bir mala sahib bulunmalıdır. Bu miktar malı bulunmayana zekat farz olmaz.
"Nisab", şeriatın bir şey için koymuş olduğu belli bir ölçü ve mikdar demektir. 
Şöyle ki: Zekat vermek için altının nisabı yirmi miskaldır. Gümüşün nisabı iki yüz dirhemdir. Koyun ile keçinin nisabı kırk koyun veya keçidir. Sığır ile mandanın nisabı otuz ve deveninki de beşdir.
Temel ihtiyaçlar: Bundan maksad, oturacak ev ile eve gerekli olan eşya, kışlık ve yazlık elbise, gerekli silah ve aletler, kitablar, binek hayvanı, hizmetçi, köle veya cariye, bir aylık -doğru kabul edilen başka bir görüşe göre, bir yıllık- nafaka demektir. Borç karşılığı olarak elde bulunan para da böyledir.
3) Zekatı verilmesi gereken mal, gerçekten veya hüküm bakımından artıcı bulunmalıdır. Böyle olmayan mallardan zekat gerekmez. Nisab mikdarından fazla olması hükmü değiştirmez. 
Gerçekten artıcılık, ticaret veya doğurma ve üreme yolu ile olur. Ticaret için kullanılan herhangi bir eşya ve hayvan zekata bağlı olduğu gibi, dölünü veya sütünü almak için, yılın çoğunu kırlarda otlayarak idare eden ve "Saime" adını alan hayvanlar da zekata bağlıdır, ileride anlatılacaktır.
Hüküm itibariyle artış da, çoğalmaya ve artmaya elverişli bulunan ve sahibinin veya vekilinin elinde olan altın ve gümüşteki geçerliliktir. Altın ve gümüşün maddeleri ile ihtiyaçlar giderilemez. Bunlar ticarette kullanılmak ve malların değiştirilmesinde vasıta olmak yolu ile ihtiyaçları karşılar. Bu yönü ile bunlar, yaratılış bakımından artmaya ve ticarete mahsustur. Onun için elde bulunan altın ve gümüş paralar, külçeler ve süs eşyaları, kendileriyle ticarete niyet edilmese veya bunlar nafakaya ve ev satın alınmasına harcanmak üzere saklansa bile, nisab mikdarına ulaşınca zekata tabi olurlar.
4) Zekatın gereği için, tam bir mülkiyet bulunmalıdır. Bir malın mülkiyetiyle beraber onun elde de bulunması gerekir. Onun için bir kadın mehrini eline geçirmedikçe, onun zekatı ile yükümlü olmaz. Çünkü o mehre (nikah bedeline) malik ise de, onu eline geçirmiş değildir.
Yine, elinde rehin mal bulunan bir kimseye, rehinden dolayı zekat gerekmez. Çünkü rehin, bir borç karşılığıdır. Bunda malikinin ele geçirip sahib olma hakkı yoktur. 
Satın alınıp da henüz de geçirilmemiş bulunan bir mal, ele geçmiş hükmünde olarak zekata bağlıdır. Bu nisaba girer, ondan zekat vermek gerekir.
Yolculuk halinde bulunan kimse de, malının zekatını vermekle yükümlüdür. Her ne kadar o, malını elinde bulundurmuyorsa da, vekili aracılığı ile onu kullanmaya gücü vardır.
5) Zekat gerekmesi için, bir mal üzerinden tam bir yıl geçmiş bulunmalıdır. Buna "Havl-i havelân" denir. Çünkü bu zaman içinde artış ve çoğalma gerçekleşir, döllenme ve üreme olur. Mevsimlerin değişmesiyle ihtiyaçlar ve fiyatlar değişir.
Şöyle ki: En az nisab mikdarında olmak şartı ile artmaya elverişli bir mal üzerinden tam bir kamerî yıl geçip son bulmadıkça ona zekat gerekmez. Nisab mikdarı hem senenin başında, hem de sonunda bulunmalıdır. Bu mikdarın sene ortasında azalması, zekatın verilmesine engel olmaz. Aksine olarak sene içinde artan mal da, sene sonunda diğer mal ile beraber zekata tabi olur. 
Örnek: Bir kimsenin (1364) senesi başında temel ihtiyaçlarından fazla iki yüz dirhem gümüş mikdarı artıcı bir malı olup mal, sene sonuna kadar devam etse, bundan beş dirhem zekat vermek gerekir. Bu mal, sene ortasında yüz dirheme indiği halde, sene sonunda yine iki yüz dirhem mikdarına çıkmış bulunsa, yine beş dirhem zekat gerekir.
Sene başında en az iki yüz dirhem mikdarı iken, sene içinde ticaret, bağış ve miras gibi sebeblerle dört yüz dirhem mikdarına çıkıp sene sonuna kadar devam etse, on dirhem mikdarı zekat gerekir. Fakat böyle bir mal, sene başında yüz doksan dirhem mikdarı iken sene sonunda iki yüz veya üç yüz dirhem mikdarına çıkmış bulunsa yahut sene başında iki-üç yüz dirhem mikdarı iken, sene sonunda yüz doksan dokuz dirhem mikdarına düşse, zekat gerekmez. Ancak iki yüz dirhem olduğu günden itibaren devam edecek olan bir yıl sonunda yine aynı miktara veya daha fazlasına erişecek olursa zekat gerekir.
İmam Züfer'e göre, nisab miktarı, senenin başından sonuna kadar bulunmalıdır. 
(İmam Şafiî'ye göre, saime denilen hayvanlarda da hüküm böyledir. Fakat ticaret mallarında nisabın yalnız ticaret mallarında sene sonunda tam bulunması lazımdır. Sene başında ve ortasında nisabın noksan olması, zekatın verilmesine engel olmaz.)
10- Zekata bağlı bir mal üzerinden bir yıl geçtikten sonra bu mal artacak olsa, ana paraya bağlı olarak yıl sonunda zekata girer.

ZEKATIN TEŞRİİ HİKMETİ

ZEKATIN TEŞRİİ HİKMETİ

4- Zekatın meşru olmasındaki hikmet pek önemlidir, herkese göre açık ve meydandadır da denilebilir. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: 
"Mallarınızı zekatla koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz, bela dalgalarını da dua ve yalvarışla karşılayınız"

İşte zekat sayesinde mallar korunmuş oluyor. Sadakalar da, maddî ve manevî hastalıklar için birer ilaç yerine geçiyor.
Doğrusu zekat ve sadaka verenlerin mallarında ve canlarında bir feyiz ve bereket, bir sağlık ve afiyet yüz gösterir. Bunun çok üstünde olarak da, kendileri Yüce Allah'ın rızasını kazanıp nice manevî mükafatlara kavuşurlar, nice manevî tehlikelerden kurtulurlar.

5- Zekatın her yönden birçok yararları vardır. Bilindiği gibi, kalblerde pek ziyade yer tutan mal ve mülk sevgisi, insanı yüksek duygulardan yoksun bırakır, insanı bazan fena işlere sürükler. Zekat sayesinde ise kalbin bu zararlı duygusuna ve meyline direnilmiş olur, nefis'de cimrilikten kurtulmuş olur. Mal, başkasının hakkından arındırılarak insanda şefkat ve hayırseverlik duyguları gelişir. Başkalarını gözetme ve koruma gibi yüksek duygular meydana gelir.

Sonra zekat, sosyal hayatın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebebdir. Yoksulları ve acizleri, kendi varlığından faydalandıran bir zengin, cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu (organı) sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların övgülerini, sevgi ve dualarını kazanır. Mal varlığı da hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur. Artık böyle birbiri için hayır düşünen, yardımsever olup duacı bulunan bir cemiyet içinde güzel bir yaşantı meydana gelmiş olmaz mı?

6- Bir de zekat vermek, güzel bir inancın eseridir. Böyle bir inanca sahib olan kimse, bağlı bulunduğu cemiyet için zararlı olmaktan uzak, çok yararlı bir insan olur. Çünkü kendi malından bir kısmını sadece Allah rızası için ayırıp fakir din kardeşlerine veren ve bundan dolayı onlardan hiç bir karşılık gözetmeyen bir insan, artık çevresine yararlı olmaz mı? Böyle bir kimse hiç kendisine ait olmayan şeylere göz dikip de başkalarının zararına çalışır mı? Başkalarının ellerindeki mallara saldırır mı?

7- Bununla beraber zekat Allah'ın nimetlerine karşı bir şükran görevidir. Zekat veren müslüman şöyle düşünür. Elde ettiğim bu varlık, bana Yüce Allah'ın ihsanıdır. Nice insanlar vardır ki, daha güçlü ve daha bilgili oldukları halde bu mal varlığından yoksun bulunuyorlar. Bunun için ikram ve ihsanı sonsuz olan Yüce Allah'ın nimetlerine karşı şükretmek gerekir, işte bu şükür, farz olan zekatın ödenmesiyle yerine getirilmiş olur.

Şu da düşünülmelidir ki, insanın elde ettiği nimet üzerinde, onun bulunduğu çevrenin çok yönlü etkisi vardır. Eğer o zengin böyle bir çevrede yaşamamış olsaydı, bu mal varlığını kazanabilecek miydi? İşte bu da bir nimettir. Bu nimete karşı da şükür, o çevredeki yoksul ve perişan insanlara karşı yardımda bulunmakla olur. Zekat ve sadakanın verilmesi de, böyle bir yardımı gerçekleştirir.

ZEKATIN MAHİYETİ

ZEKATIN MAHİYETİ

1- Zekat lügat deyiminde temizlik, bereket, çoğalma, güzel övgü manalarını taşır. Din deyiminde ise; "Bir malın belli bir mikdarını, belli bir zaman sonra hak sahibi olan bir kısım müslümanlara Yüce Allah'ın rızası için tamamen temlik etmek (mülkiyetine geçirmek) tir." 
Zekat, kulların kulluk görevindeki sadakatlerine delalet eder. Bu yöndendir ki, zekata "sadaka"da denmiştir. Bununla beraber "sadaka" sözü, zekattan daha kapsamlı mana taşır. Vacibleri de, nafileleri de içine alır.
Zekat vermeye, "Tezkiye", zekat verene de "Müzekkî" denilir. Şahidler hakkında yapılan övgüye de "Tezkiye" dendiği bilinmektedir.

2- Zekat vermek farzdır. Peygamberimizin hicretlerinin ikinci yılında, oruçtan önce farz kılınmıştır. İslâmın şartlarından birini teşkil etmektedir. Belli miktarda bulunan nakid paraların ve ticaret mallarının üzerinden bir yıl geçince, zekatlarını geciktirmeden hemen vermek gerekir. Çünkü bu zekat mallarına yoksulların hakkı geçmiş oluyor. Artık bu hakkı özürsüz olarak geciktirmek caiz olmaz.
Diğer bir görüşe göre, zekatın verilmesi geciktirmeli olarak farzdır. Sene sonunda hemen verilmesi gerekmez. Zekat borcu olan kimse, bunu hayatta bulunduğu sürece ödeyebilir. Ödeyemeden ölürse, o zaman günahkar olur. Fakat doğru olan birinci görüştür.

3- Zekatın aşikare verilmesi daha faziletlidir. Çünkü bu şekilde verilmesi, başkalarına bir örnek olur ve teşvik yerine geçer. Kendisi hakkında, zekat vermiyor diye, kötü bir zannı da kaldırmış olur. Zekat bir farz olduğu için, bunun yerine getirilmesinde gösteriş olmaz. Nafile olarak verilen sadakalarda ise, durum böyle değildir. Bunların gizli verilmesi ve gösteriş yapılmasına engel olunması daha faziletlidir.

Ramazan ve Oruç

Oruç Ahlâkımızı Güzelleştirir

Oruç, belirli bir süre basit bir aç kalma olayı değildir. Onu sadece bu yönüyle değerlendirmek son derece yanlış olur. Oruç, köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, çirkin davranışlardan uzaklaştıran ve iyi huylar kazandıran bir ahlâk eğitimidir.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez." 25
Bu hadis-i şerifte orucun yüksek hedefi açıkça gösterilmiş, oruç tuttuğu halde kötü huyları terketmeyenlerin oruçlarına Cenab-ı Hakk'ın değer vermeyeceği bildirilmiştir.
Konunun önemi hakkında peygamberimiz diğer bir hadis-i şerifinde biraz daha açıklık getirerek buyuruyor ki:
"Çok oruç tutanlar var ki onlara tuttukları oruçlardan sadece açlık ve susuzluk kalır. Çok gece ibadet edenler vardır ki onlara da bundan kalan sadece uykusuzluktur." 26
Bu kimseler, helâl olan şeylerden uzaklaştıkları halde, esas uzaklaşmaları gereken haramlardan uzaklaşmadıkları için ibadetlerinden bekledikleri karşılığı bulamayacaklardır.
Görülüyor ki orucun asıl gayesi, insanı kötülüklerden uzaklaştırarak olgunlaştırmak, ahlâk ve fazilet sahibi olmasını sağlamaktır.
İslâm bilginleri orucun üç mertebesi olduğunu bildirmişlerdir:
Birincisi; imsaktan akşama kadar yemekten, içmekten ve cinsel arzulardan sakınmak suretiyle tutulan oruçtur. Bu oruç, şartları yerine getirildiği için sahihtir. Ancak bunun gayesine ulaşması için oruçlunun ikinci basamağa yükselmesi lâzımdır.
İkincisi; birinci maddedekilerle birlikte, kulak, göz, dil, el, ayak ve diğer organları günahlardan uzaklaştırmak suretiyle tutulan oruçtur. Makbul olan oruç budur. Çünkü bu, organlar üzerinde olumlu etkisini gösteren ve sahibine ahlâkî faziletler kazandırarak gayesine ulaşan oruçtur.
Üçüncüsü; birinci ve ikinci maddedekilerle beraber gönlünde Allah'tan başkasına yer vermemek, kalbini Allah'tan başka şeylerle meşgul etmemek suretiyle tutulan oruçtur. Oruçta ulaşılan en yüksek derece budur. Peygamberlerin ve Allah'ın veli kullarının tuttuğu oruç budur.
Oruçlu, önce helâl olan yiyecek içecek ve cinsel arzularından geçici bir süre uzak kalarak iradesine hakim olmayı öğrenir. Bu irade terbiyesi ile organlarının her türlü kötülükten uzaklaşmasını sağlayan mü'min, nihayet kalbini de kötü duygulardan arındırarak âdeta melekleşir. Maddî bağlardan, fani ihtiraslardan uzaklaştıkça kulluğun zirvesine ulaşır ve Allah'a yaklaşır.


Oruç İnsanı Sağlıklı Yapar

Orucun, ruh ve beden üzerinde olumlu etkileri ve vücut sağlığı bakımından faydalı sonuçları tıbben de kanıtlanmış bir gerçektir. Pek çok hikmetleri olan oruç emrinin bu yönüne de Peygamber Efendimiz dikkatimizi çekerek şöyle buyurmuştur:
"Oruç tutunuz ki sağlıklı olasınız."27
Peygamberimizin bu evrensel mesajının taşıdığı mânâ, çağlara ışık tutmakta, dinimizin emirlerindeki sır ve hikmetler zaman geçtikte daha iyi anlaşılmaktadır.
Burada sözü, konunun uzmanı olan tıp doktorlarına bırakarak orucun sağlık yönünden faydalarını bir kere de uzmanlarından dinleyelim:
"Sağlam insanlara orucun hiç bir zararı yoktur. Aksine "Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz" hadis-i şerifinde işaret buyurulduğu veçhile, vücûda faydası vardır. 8-16 saat sindirim cihazının, karaciğerin dinlenmesi kendi kendini toparlaması büyük bir faydadır." 28
"Oruç normal sıhhatli olan insanlar için çok faydalı bir perhiz teşkil eder. Az yemek ve itidal ile yaşamak sonucu oruç tutanlar genellikle Ramazanda bir kaç kilo zayıflarlar. Bu suretle 11 ay zarfında vücutta depo edilen zararlı yağlar erimiş olur. Bu ise asrımızda herkese tavsiye edilen en mühim sağlık kuralıdır. Çünkü şişmanlık şeker hastalığına pek yakındır. Ayrıca damar sertliği, kalb hastalığı, tansiyon yüksekliği ve buna bağlı pek çok hastalığa müsait bir zemin hazırlar. Demek oluyor ki oruç, bütün bu dertlerden insanı koruyucu bir etki yapar."29
Bu gerçeği, sadece bizim bilim adamlarımız değil, konuyu inceleyen yabancı bilim adamları da dile getirmektedir:
1940 Nobel Tıp ödülünü kazanan ünlü bilim adamı, Dr. Alexis Carrel (Aleksi Karel) "L'Hamme, Cet İnconnu" adlı eserinde: "Oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu ve orucun sağlık bakımından çok yararlı olduğunu." söyler. 30
Orucun faydaları sadece bedenimizle ilgili değildir. Onun ruhumuzda ve sinir sistemi üzerindeki olumlu etkileri ve bu ibadetten oruçlunun duyduğu iç huzuru, pek çok manevî rahatsızlığı tedavî ederek kişiye güçlü bir moral kazandırır.
"Oruçta asıl sinir sistemi tam bir rahatlama içindedir. Bir ibadeti yerine getirme mutluluğu bizdeki gerginliklerin, huzursuzlukların hemen hemen tümünü yok eder. Günümüzün en önemli iç sorunlarından olan stresler böylece büyük ölçüde kalkar."

Oruç Nimetlerin Kıymetini Öğretir

Nimet elde iken değeri gereği gibi bilinemez. İnsan sahip olduğu nimetlerin değerini ancak bunlar elden çıktıktan sonra anlayabilir. Fakat iş işten geçtiği için artık bunun yararı olmaz.
Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan kimse bunların değerini daha iyi anlar. Sahip olduğu nimetlerden bir süre uzak kalmak insana, onları daha iyi korumasını, israf etmemesini ve nimetleri kendisine veren Allah'a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise onların çoğalmasına vesile olur.
Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"Andolsun, şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım." 32


Oruçlu Sabırlı Olmayı Öğrenir

Sabır, başarıya ulaşmanın en önemli şartlarından biridir. Sahip olduğu helâl şeylere oruçlu olduğu için el sürmeyen kimse; iradesine hakim olmuş, nefsini zorluklara alıştırarak terbiye etmiş ve üstün bir meziyet kazanmış olur.
Böyle bir insan hayatta karşısına çıkabilecek sıkıntılar karşısında sarsılmaz, bunlara kolaylıkla sabreder ve güçlükleri yenerek başarıya ulaşır. Acılı ve üzüntülü durumlar karşısında sabır ve tahammül göstererek soğukkanlılığını korur.
Orucun askerlik ve yurt savunması bakımından da ayrı bir önemi vardır. Savaş zamanlarında cephedeki asker, yiyecek ve içecek bulamadığı zaman açlığa ve susuzluğa katlanmak zorunda kalabilir. oruç tutmaya alışmış olanlar, böyle zorluklara daha kolay dayanırlar.


DEVAMI YARIN.................

Ramazan ve Oruç

Oruç Neye Denir?

İslâm'ın beş temelinden biri de Ramazan ayında oruç tutmaktır. 
Oruç; niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından (imsak vaktinden) itibaren güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.

Orucun Farz Oluşu

Oruç, hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır. 
Orucun müslümanlara farz olduğu Bakara sûresindeki: 
"Ey İman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizlere de farz kılındı. Ta ki, korunasınız" 15 âyetiyle bildirilmiş, ayrıca aynı sûrenin 185. âyetinde de "sizden kim bu aya (Ramazan'a) erişirse oruç tutsun" buyurularak oruç ibadetinin yerine getirilmesi emredilmiştir. Peygamber Efendimiz de, İslâm'ın beş temelinden birinin Ramazan ayında oruç tutmak olduğunu bildirmiştir. 16
Birinci ayetten açıkça anlaşılıyor ki oruç, ilk peygamber Âdem (a.s.)'den itibaren bütün peygamberlere ve onlara inananlara farz kılınmıştır. Oruç, insanlığın ilk zamanlarından beri yerine getirilmesi emredilen bir ibadettir. Çünkü, ruhen arınıp ahlâken olgunlaşmak bakımından insanın oruca ihtiyacı olduğu gibi maddî ve manevî pek çok faydaları da vardır. 
Anlamlarını sunduğumuz ayetlerde orucun, müslümanlara farz olduğu bildirilmiş; hasta, yolcu ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler için getirilen kolaylıklar hakkında da şöyle buyurulmuştur: 
"(Oruç) sayılı günlerdir. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir yoksulu doyuracak fidye gerekir."17 
Bu ayette, geçerli mazereti olanların, orucu Ramazan'dan sonraya erteleyebilecekleri bildirildikten sonra sürekli mazereti olup da ömürboyu oruç tutmaya gücü yetmeyenlere bunun karşılığında fidye vermeleri emredilerek gerekli kolaylık sağlanmıştır. Ciddî ve geçerli bir mazeret olmadıkça belirli şartları taşıyan müslümanların ise bizzat oruç tutarak Allah'ın emrini yerine getirmesi gerekir. 

Diğer Semavi Dinlerde Oruç

Orucun farz kılındığını bildiren Bakara sûresinin 183. ayetindeki; "Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı..." ifadesi; orucun sadece biz müslümanlara değil, önceki ümmetlere de farz kılındığını göstermektedir. 
Ancak onlara farz kılınan orucun-bazı rivayetler hariç-kaç gün olduğu, ne zaman ve nasıl tutulduğu hakkında bugün kesin bir bilgiye sahip değiliz. Çünkü, önceki ilâhî kitapların büyük ölçüde tahrif edildiği ve dinî hükümlerin ve dolayısıyle orucun da değişikliğe uğradığı bilinmektedir. Bu sebeple, oruç ibadetinin onlara farz kılınan aslı bozulmamış şekli hakkında sağlıklı bilgi vermemiz mümkün değildir. 
Ancak, Hristiyan ve Yahudilerin bugün değişik şekillerdeki oruç uygulamaları bilinmektedir. 
İslâm Dinindeki oruca gelince; 
Kur'an-ı Kerim Allah'tan gönderildiği gibi elimizde, Peygamberimizin hayatı en ince ayrıntılarına kadar ortadadır. Bu sebeple Kur'an, orucu nasıl emretmiş, Peygamberimiz nasıl tutmuş ise o tarihten itibaren müslümanlar bu ibadeti aynı şekilde yerine getirmektedir. 
İslâm'ın en büyük özelliklerinden birisi de, onun hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiş olmasıdır. Bundan sonra da öyle devam edecektir. 
Yüce Allah, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in ilâhî teminat altında olduğunu bildirmiş ve onu koruyacağını vadederek şöyle buyurmuştur: 
"Şüphesiz ki, Kur'an'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız."

Orucun Karşılığı

Oruç tutmak suretiyle Allah'ın emrini seve seve yerine getiren mü'minlerin bağışlanacağını, günahlarının affedileceğini müjdeleyen peygamberimiz şöyle buyuruyor: 
"Bir kimse inanarak ve mükâfatını umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır." 19 
Lütuf ve rahmeti sonsuz olan Yüce Allah, ibadetlerimize ve yaptığımız iyiliklere en az bire on kat mükafat vereceğini bildirmiştir. Bu mükâfatın bazı ibadetlerde bire yediyüz katına kadar artırılacağını peygamberimiz haber vermiştir. Ancak oruç bununla da sınırlı değildir, onun mükâfatı çok daha fazla olacaktır. 
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: 
"Âdemoğlunun her amelinin karşılığı kat kat verilir. Bir iyilik on katından yediyüz katına kadar mükâfatlandırılır." 
Allah Tealâ buyuruyor ki: 
-"Ancak oruç müstesna, zira oruç, doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun mükâfatını ben veririm. Oruçlu yemesini, içmesini ve cinsel arzularını benim için bırakmıştır." 20 
Görülüyor ki, Yüce Allah, oruca ayrı bir değer vermiş, mükâfatının çok fazla olacağına işaret etmiştir. Çünkü oruç, büyük bir sabır ve fedakârlıkla yerine getirilen bir ibadettir. İnsanın yılda bir ay süre ile imsak vaktinden güneş batıncaya kadar en tabiî hakkı ve zorunlu ihtiyacı olan yemesini, içmesini bırakması, cinsel arzularından uzak durması sağlam bir inancın ve Allah'ın emirlerine tam bir teslimiyetin göstergesidir. 
Bu sabır ve fedakârlık; Ancak Allah için yapılır. İnsanların görmediği ve vicdanı ile başbaşa kaldığı yerlerde de orucunu tutan bir mü'min, inancında samimî olduğunu ispat etmiş, büyük bir sınav kazanmıştır. Mükâfatı da ona göre büyük olacak, kat kat verilecektir. 
Dünya işlerinde de görevinde üstün başarı gösteren kimseye ödülünü bizzat devlet başkanının verdiğini görürüz. Devlet başkanının verdiği bu ödül, maddî ve manevî büyük bir değer taşır. Oruç ibadetinin mükâfatı da böyledir. 
Oruç ibadetini yerine getirenler, Cennete kendileri için özel olarak ayrılan bir kapıdan gireceklerdir. 
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: 
"Cennette "Reyyan" denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde Cennete yalnız oruçlular girerler; o kapıdan onlardan başka hiç bir kimse giremez." 21 
Oruç ibadetini yerine getiren ve gerçek anlamda büyük bir sınav kazanan mü'min; ahirette Allah'a kavuşup mutluluğun zirvesine çıktığı gün en büyük sevinci tadacaktır. 
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: 
"... oruçlu için iki sevinç vardır. Biri iftar vaktindeki sevinci, diğeri de (orucunun mükâfatını almak üzere) Ahirette Rabbine kavuştuğu andaki sevincidir."

Niçin Oruç Tutuyoruz?

Biz, herhangi bir menfaat düşüncesi ile değil yalnız Allah'ın emri olduğu için ve onun rızasını kazanmak maksadıyla oruç tutarız. 
Hz. Ali (Allah ondan razı olsun) diyor ki: 
- Karşılığında bir menfaat umarak yapılan ibadet, ticaretçinin ibadetidir. 
- Korku sebebiyle yapılan ibadet kölenin ibadetidir. 
- Allah'ın nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, hür olan kimsenin ibadetidir. 23
Makbul olan ibadet, Hz. Ali'nin de belirttiği gibi Allah'ın nimetlerine karşı şükran borcunu yerine getirerek onun rızasını kazanmak maksadıyla yapılan ibadettir. 
Allah, ancak böyle samimi bir düşünce ile yapılan ibadetleri kabul eder.

Orucun Hikmetleri ve Faydaları

Allah'ın her emrinde olduğu gibi oruçta da birçok hikmetler ve bizim için pek çok faydalar olduğu bilinen bir gerçektir. Orucu Allah rızası için tutmakla beraber, bunları da gözönünde bulundurarak değerlendirmek durumundayız. Orucun başlıca faydaları şunlardır:

Oruç Kötülüklerden Korur

Kur'an-ı Kerimde orucun farz kılındığını bildiren ayetin sonundaki "ta ki korunasınız" ifadesi orucun hikmetine dikkatimizi çekmektedir. 
Allah Tealâ, her derde bir deva, her hastalığa bir ilaç verdiği gibi kötülüklere karşı da korunma vasıtaları vermiştir. İşte orucun bir özelliği de bizi kötülüklerden koruyan bir ibadet oluşudur. 
Nitekim Peygamberimiz orucun bu özelliğini hepimizin kolayca anlayabileceği şekilde güzel bir benzetme ile açıklayarak şöyle buyurmuştur: 
"Oruç bir kalkandır, o halde oruçlu kötü söz söylemesin. Kendisi ile çekişip kavga etmek isteyen kimseye iki defa, "ben oruçluyum" desin." 24 
Bilindiği gibi kalkan, savaşlarda kişiyi düşmanın kılıcından koruyan bir vasıta idi. Kalkan, sahibini düşmandan koruduğu gibi oruç da aynı şekilde kişiyi kötülüklerden ve günah işlemekten korur. Oruçlu, kötülüğü başlatan kişi olmayacağı gibi, kendisine fena söz söyleyen ve kavga etmek isteyenlerin bu davranışlarına karşılık: "Ben oruçluyum, ben oruçluyum" diyerek nefsine hakim olacak ve kendisini kavganın içine çekmek isteyenlere uymayacaktır. Böylece oruç, bir kalkan gibi kişiyi kötülüklerden korumuş olacaktır. 
Oruç, kişiyi sadece kötülüklerden korumakla kalmayacak, onu cehennem ateşinden de koruyacaktır. Çünkü, insanı cehenneme sürükleyen kötülüklerdir, bunlardan uzaklaşan cehennemden de uzaklaşmış demektir. 
Her kötülüğün başı, Allah'ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Halbuki oruç, bize daima Allah'ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir. Bir ay boyunca devam eden bu manevî eğitim sonucu Allah korkusu kalblere iyice yerleşir,bunun olumlu tesiri ile de insan davranışlarını kontrol altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşmış olur.


Ramazan ve Oruç

Orucun Sosyal Faydaları

Orucun fert bakımından pek çok faydaları yanında toplumun huzuruna da sağladığı çok önemli faydaları vardır.
Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek bunun topluma sevgi ve yardım şeklinde yansımasını sağlar.
Hayatında açlık nedir bilmeyen bir insan yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? "Bir eli yağda, bir eli balda" olan varlıklı bir kimse yoksulların çektiği ızdırabı yüreğinde duyabilir mi?
Elbetteki, gereği gibi duyamaz.
Fakat oruç tutan kimse açlığın ne demek olduğunu bizzat tatmış olduğundan yokluk içinde kıvranan fakirlerin, kimsesizlerin çektikleri sıkıntıları içinde duyarak şefkat ve acıma duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da fakirlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur.
Dinimiz, bütün müslümanları tek bir vücut gibi kabul etmiş, müslümanların birbirlerinin dertleri ile ilgilenmelerini istemiştir.
Peygamberimizin, "Yanıbaşında komşusu aç olduğu halde tok yaşayan, olgun mü'min değildir" 33anlamındaki sözü, konunun önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bizim için en güzel örnek olan sevgili Peygamberimiz insanların en cömerdi idi.
Ramazan ayında cömertliği doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı.
Peygamberimizin saygı değer eşi Hz. Aişe diyor ki: "Allah'ın Rasûlü üç gün peşpeşe karnını doyurmamıştır. İsteseydi doyururdu. Lâkin o, yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercih ederdi." 34
Onun ahlâk ve fazilet dolu yaşayışını örnek alan müslümanlarda da aynı davranışları görüyoruz.
Hz. Ömer'in halifeliği zamanında dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Ömer, "ihtiyaç sahipleri bize gelsin" diye halka duyuru yapmış; kendisi de, müslümanlar bolluğa kavuşuncaya kadar ekmekle beraber zeytin yağından başka katık yemeyeceğine yemin etmişti.

Makbul Olan Oruç

Oruç, belirli bir süre sadece yemeyi, içmeyi bırakmak değil, aynı zamanda her türlü kötülükten de uzaklaşmıştır.
Helâl olan yiyecek ve içeceklerden uzak durduğumuz gibi;
- Dilimiz, yalandan,
- Ellerimiz, haram işlerden,
- Midemiz, haram lokmadan,
- Gözlerimiz, harama bakmaktan,
- Kulaklarımız, yalan ve dedikodu dinlemekten,
- Ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşarak, oruçtan nasibini almalı ve ömür boyu böyle devam etmelidir.
Oruçlu, çeşitli yemeklerle donatılmış sofranın başında iftar vaktine bir dakika kalsa bile, helâl olan yiyecek ve içeceklere elini sürmez. Çok acıkmış ve susamış olsa bile sabırla iftar vaktini bekler. Bu, zoraki bir bekleyiş değil, içten gelen umut dolu huzurlu bir bekleyiştir.
Mü'minin, Allah'ın emri karşısında gösterdiği bu teslimiyet nefis terbiyesi ve iradeye hakim olma eğitiminin çok olumlu bir sonucudur.
İnsanı, nefsanî arzularının esiri olmaktan kurtarıp âdeta melekleştiren gerçek bir eğitimdir bu.
Böyle bir eğitimden geçen mü'min;
- Helâl olan şeylere bile elini sürmezken, nasıl olur da harama el uzatabilir?
- Vücuda faydalı olan yiyecek ve içecekleri istediği zaman bırakabildiği halde, nasıl olur da vücuduna zararlı olan içkilerden ve kötü alışkanlıklardan vazgeçmez?
- Meşru olan cinsel arzularından vazgeçen mü'min, nasıl olurda haram yollara düşebilir? Zina ve fuhuş gibi meşru olmayan ilişkilerde bulunabilir?
Orucun olumlu etkileri hayatımıza yansıdığı ölçüde oruç gayesine ulaşmış ve oruçludan beklenen gerçekleşmiş olacaktır.

DEVAMI YARIN...........

RAMAZAN VE ORUÇ

RAMAZAN VE ORUÇ
Ramazan Ayının Özellikleri

İbadetler belirli vakitlerde yapılır. Farz olan orucun vakti Ramazan ayıdır. Ramazan ayının dinimizde büyük bir önemi ve diğer aylar arasında seçkin bir yeri vardır. Bu sebeple oruç konusuna geçmeden önce Ramazan ayının taşıdığı özellikler hakkında bilgi vermek yararlı olacaktır.

Bu özellikler kısaca şunlardır:

1- İnsanlığı karanlıklardan çıkarıp aydınlığa kavuşturan Rabbimizin son mesajı Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim, bu ayda yeryüzüne inmeye başlamış ve böylece insanlık için yepyeni ve mutlu bir dönem başlamıştır.

Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildirilmiştir:

"Ramazan ayı ki onda Kur'an, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi."7

Kur'an-ı Kerim Ramazan ayında inmeye başladığı için bu ay, bir anlamda Kur'an ayıdır. Kur'an-ı Kerimi Peygamberimize getiren büyük melek Cebrail, her yıl Ramazan ayında Peygamberimize gelir ve o güne kadar nazil olan Kur'an ayetlerini karşılıklı olarak birbirlerine okurlardı. Peygamberimizin bu dünyadan göçtüğü yılın Ramazanında bu durum, son olarak ve iki defa gerçekleşmiştir.

Ramazan ayında camilerimizde ve evlerde okunan ve cemaatin büyük bir manevi zevk ve huşû içinde dinlediği mukabele ve Kur'an hatimleri Cebrail ile Peygamberimiz arasında yapılan mukabelenin devam ettirilmesidir.

Bu vesile ile Kur'an okumanın fazileti ve manasını anlamaya çalışmanın önemini belirtmekte fayda vardır.

Kur'an okumak ve okunan Kur'an'ı dinlemek sevabı çok olan bir ibadettir.

Peygamber Efendimiz:

"Kim Allah'ın kitabı Kur'an'dan bir harf okursa onun için bir sevap vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir" 8 buyurarak Kur'an okuyanlara verilecek sevabın miktarını belirtmiş, ayrıca Kur'an-ı Kerim'in okuyucularına şefaat edeceği Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir. Şöyle buyuruyor:

"Kıyamet günü oruç ve Kur'an kul'a şefaatçi olurlar. Oruç:

- Ya Rabbi, ben onu gündüzleri yemekten ve zevklerinden alıkoydum. Şimdi beni ona şefaatçi kıl, der. Kur'an:

- Ya Rabbi, ben onu gece uykusundan alıkoydum. Şimdi beni ona şefaatçı kıl, der.

Her ikisi de şefaat ederler."9

Kur'an-ı Kerim, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son ilâhî mesajdır. Onu okumak ibadettir. Ancak sadece okumak yeterli değildir. Müslümanın asıl görevi, Kur'an'ı okuyup manasını anlamaya çalışmak ve onun gösterdiği nurlu yoldan yürümektir.

Kur'an-ı Kerim'in gönderilişindeki sebeb ve hikmeti, yine Kur'an'dan öğreniyoruz.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Ey Muhammed! Sana bu mübârek kitabı (Kur'an'ı) ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik."10

2. Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yaratılmışların en faziletlisi, Allah'ın en sevgili kulu, son peygamber, Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a peygamberlik görevi bu ayda verilmiştir. Mekke yakınlarındaki Hira mağarasında "oku" emri ile başlayan ilk Kur'an ayetlerini Hz. Muhammed'e tebliğ eden büyük melek Cebrail (a.s.) daha sonra ona "Sen Allah'ın Rasûlüsün (Peygamberisin) ben de Cebrailim" diye hitap ederek onun insanlığın kurtuluşu için peygamber olarak görevlendirildiğini bildirdi. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu kutsal göreve başlaması ile karanlıklar içinde bocalayan insanlık için nurlu bir ufuk açıldı. Onun kalplere yerleştirdiği iman ışığı sayesinde cehaletin yerini ilim, zulmün yerini hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerini insan sevgisi aldı ve gerçek anlamda huzur ve kardeşliğin temelleri atıldı.

3. Bin aydan daha hayırlı olduğu Kur'an-ı Kerim'de bildirilen ve mü'minlere Allah'ın en büyük lütuf ve ikramlarından biri olan "Kadir Gecesi" de bu ayın içindedir.

Bu gece, müslümanların iyi değerlendirmesi gereken büyük bir fırsattır.11

4. İslâm'ın beş şartından biri olan, insanı nefsinin aşırı arzularından ve maddî ihtiraslardan kurtarıp yücelten ve âdeta melekleştiren oruç ibadeti, bu aya tahsis edilmiştir.

Ramazan gecelerinde cemaatin büyük bir coşku ile kıldığı teravih namazı da bu aya mahsus bir ibadettir. Oruçlunun derin bir huzur ve manevî zevk duyduğu sahur ve iftar sofraları da bu aya ayrı bir anlam kazandıran özelliklerdir.

İşte böyle özellikler ve manevî güzelliklerle dolu mübârek Ramazan ayı, mü'minler için manevî değeri çok büyük bir rahmet mevsimidir. Bu ayı, Yüce Rabbimize ibadet ederek ve insanlara iyilik yaparak değerlendirdiğimiz takdirde kazancımız büyük olacak ve ebedî saadetin kapıları bize açılacaktır. Bu ayı, "Evveli rahmet, ortası mağfiret, (günahların bağışlanması) sonu da cehennemden kurtuluş" 12 olarak nitelendiren Peygamberimiz, ayrıca mü'minlere şu müjdeyi veriyor:

"Ramazan ayı gelince; cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar kösteklenir." 13

Bu hadis-i şerifin ifade ettiği bir mânâ da şudur:

Ramazanda kendisini cennete götürecek iyi işler yapan mü'mine cennetin kapıları açılmış, cehenneme götürecek kötülüklerden sakındığı için de cehennem kapıları ona kapanmış demektir. Oruç sayesinde nefsine hakim olup şeytana uymadığı için de şeytanı etkisiz hale getirmiş olur. 14

Esasen Ramazan kelimesinin sözlük anlamı da, oruçlunun günahlardan arınacağını ifade etmektedir.

Şöyle ki:

Ramazan; yaz aylarının sonunda ve güz mevsiminin başında yağan ve yerdeki tozları temizliyen yağmur anlamındadır. Bu yağmur, nasıl yeryüzünü yıkayıp tozlardan temizliyorsa, Ramazan ayı da mü'minleri günahlardan öylece temizler.

Diğer bir anlamı da yanmaktır. Buna göre Ramazan ayı oruçlunun günahlarını yakarak yok eder demektir.

Her iki mânânın birleştiği nokta; oruçlunun bu ayda günâhlardan arınacak olmasıdır.



Müjde mü'minler size ihsân-ı rahmandır gelen

Şânına ta'zim için bu mâh-ı gufrandır gelen



Ondadır feyz-i hidâyet ondadır afv ü kerem

Kadrini bil mevsîm-i inzâl-ı Kur'an'dır gelen



Iyd-ı ekber her günü kadr-i mübârek her gece

Ehl-i imâna ne mutlu lutf-ı sübhandır gelen



Zulmet ü kasvetten âzâd etmeye sâimleri

Nûr-ı İslâm nûr-ı îmân nûr-ı irfandır gelen



Hâne-i kalbi temizle hoşça istikbâl için

Ni'meti mebzûl bir mihmân-ı zî-şandır gelen



El-hazer senden şikâyet etmesin yarın aman

Rûz-ı mahşer şâfi-i ashâb-ı isyandır gelen



Rahmet ü gufran hedâyâsıyla cennet bahşeder

Derde derman vasl-ı cânan ıtk-ı nîrândır gelen



Mâsivâdan sâim ol Remzî dilersen vasl-ı Hak

Râh-ı aşkı kullara ta'lîm-i Yezdan'dır gelen * 


1 Temmuz 2014 Salı

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 44. B Bölüm

Marifetnâme 44.Bölüm, B

Altıncı Madde

Sıhhat durumunda alışılan istifranın en güzel türleri bulunan cima ve hamamın itidalini bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, top bilginleri demişlerdir ki: Sıhhatteyken alışılan boşalımların en kolay ve en faydalısı, cima ve hamamdır. Cimanın en faydalısı, birinci hazımdan sonra vâki olanıdır. Bedenin hararet, rutubet ve kuruluğunda, boşluk ve doluluğunda itidali sırasında bulunandır. Eğer o, hata ile bu itidallerin dışında bulunduysa; bedenin hararet, rutubet ve doluluğunda bulunan cimaın zararı, onun soğukluk, kuruluk ve boşluğunda bulunandan daha az ve daha kolaydır. Cima şehveti kuvvet bulmadıkça, âlet düşünmeksizin ve bakmaksızın yayılmadıkça, ona öne alma ile girişme, vücuda zararlı bir oyundur.

Faydalı cimaın alâmetleri odur ki: Onun akabinde vücuda hafiflik, tam neşe, yemek isteği ve uyku gele. Ta ki fazla maddenin boşalımı hâsıl olmuş ola. zira ki mutedil cima, tabii harareti def ile bedeni ferahlandırır. Yemem ve beslenmeye bedeni hazırlar. Gazabı zayıflatıp, kötü vesveseyi ve sevda düşüncelerini giderir. Balgam hastalıklarının çoğu onunla gider. Çok olur ki, cimayı terk edenin menisinden kötü buharlar dimağına çıkıp, baş dönmesi ve göz kararması gibi belalar başına gelir. Meni buharı, bedenin içinde hapsolup, kaplarına dolduğunda husyeleri şişer, kasık acısı ve beden ağırlığı hâsıl olur. Cima yapıldığında sürakte hafiflik ve şifa bulur. çok cima, endamı boşaltır, kuvveti düşürür ve gözü zayıflatır. Müptelasını titretip, sinirlerini boşaltır. Acuzeye, çirkine, hastaya, küçük bâkireye ve uzun süredir cima olunmayan dula cimadan kaçınılmak elzemdir. Zira ki bular, elbette kuvveti çeker, âleti yumuşatır, rutubeti kurutur ve üzüntü verir. Pişmanlığa sebep olur. Livata, tabiata aykırı ve zararlıdır. zira ki ihanet ve eziyeti toplar, inzal zevkini önler. Genç ve güzel kadınla cima, vücuda sıhhat, hislere kuvvet verip, tabiatı mesrur ve kalbi huzur dolu eder. Zira ki tabiat ona eğilimli olduğundan, meni boşalması çok olup, o fazla madde bedenden gider. Cima şekillerinin en iyisi odur ki: Kadını sırtı üzerine yatırıp, açılmış baldırları arasında dize gele. önce uyun, konuşma ve iltifat ile göğüs, dudak ve yanağını öpmeli. Göğüs ve kasığını ovmalı. Sonra âletiyle bız'a sürmeli ve kadının gözüne bakmalı. ta ki şehvetin şiddetinde ikisi de eşit ola. Vakta ki kadının gözü değişip, göğsünden menisi ayrılmakla ister ki erkeği göğsüne ala. O zaman üzerine düşüp, sokma ve çekme ile inzali vaktine hazır ola. İnzalden sonra kadının karnı üzerinde bir miktar kala. Ta ki iki meni karışıp, rahme girmeye yol bula. Evlat arzu eden bu âdab üzere hareket kıla. Ta ki inzalı kolay olup, kadın dahi ondan lezzet ala. Tam bir çocuk vücuda gelip, hepsi âfiyet bula.

Boşalma tamam ola. Zinhar kendi yatıp kadını üzerine almasın. Ta ki artan meni mesane yolunda kalmasın ve onda kokuşup, hastılak olmasın. Bız'ın rutubeti ona damlayıp, ondan, ondan, mesane iltihabı kalmasın. Cimaı tahrik eden şeylerin biri, insanların cima ettiğine muttali olmaktır. Biri kadın seslerinin nağmesini duymaktır. Biri dahi hayvanların cima ettiğini görmektir. biri de cima ile ilgili hikayelerdir. Kasık kıllarını kesmek de şehveti uyandırır. Bu durumda başka şeyler düşünerek, bu arzuyu yenmek gerekir.

BEYT

Nazar-ı şehvet için rup-u zenan ağ olsun
Zeni olmazsa kişinin sağ eli sağ olsun

Deyip, eliyle istimna etmek, üzüntü ve sıkıntıya sebeptir. Cima ile boşalımı terk edinin cildinin içinde olan hararetle rutubetten bit oluşup, hareketiyle ürer. Kâh olur ki, bit bedende defaten hâsıl olur. bu derece çoğalır ki, rengi sarartıp, uykuyu kaçırır ve şehveti keser. Onun için erkekler ziyade bitli olur. Onun ilacı beden ve elbiseyi temizlemede ihtimamdır. Tuzlu su ile yıkanmaktır. Sonra tatlı su ile yıkanma ve ipek gömlek ile tamamdır.

Hamamın en iyisi, binası eski, içi geniş, suyu tatlı, sıcaklığı orta olandır. Onun ilk odası soğuk ve rutubetli, ikincisi sıcak ve rutubetli, üçüncüsü sıcak ve kuru olandır. Böylece vücut sıhhatini koruyup, ter boşalımı için hamama giden onun sıcak olan üçüncü odasına yavaşlıkla girsin. Ondan çıktığında yine yavaş yavaş dışarı gelsin. Hamamın içinde uzun bekleme, baygınlık, bulanıklık, ıstırap, kuruluk ve hafakan verir. Mizacı kuru olan, suyu havadan çok kullanmalıdır. Şu halde rutubete şiddetli ihtiyacından, evinin döşemesine su serpip yatmalıdır. Rutubetli buharı çoğaltmak için, hamamın içine su dökmeli ve hapsetmelidir. Mizacı rutubetli olan havayı, sudan çok kullanmalıdır. Şu halde ayrışma ve kurumaya ihtiyacının çokluğundan, su kullanmadan önce, çok terlemelidir. Sıhhatini koruma bakımından hamamda çok ter ayrışması gerekir. Zira ki cildi, rutubetli ve kızarmıştır. Beden pörsümeye ve sıkıntı gelmeye başlarsa, o vakit süratle dışarıya gelmelidir. Hamamdan sonra, örtünme ve kurulanma her mevsimde ziyade kılınmalıdır. Zira ki beden, hamamın havasından daha soğuk olan havaya çıkar. Beden hamamın suyundan emip, çektiğinden, onun ârizî hareketi, ondan süratle gidip, tabii olarak soğuk olan su, soğukluğunu bulduğunda, bedeni dahi soğutur. Eğer hamam, yemekten sonra vâki olduysa, bedenin yağlanmasına sebep olur. Lakin sirke balı içerse, hastalıktan emin olur. İtidal üzere yağlanır. Eğer hazmolunduktan sonra hamama giderse, yağlanır ve hastalıktan emin olur. Midenin boş olduğu zaman hamam yapmak, bedeni kurutur. Zira ki aslî hareket ile arazî harareti toplar. Riyazeti az olan kimse, hamamda terlemeyi çoğaltsın. Ta ki riyazî hareketlerle ayrışacak fazlalıklar, hamam ile ter olup gitsin. Bu boşalma ile vücut, mizacının itidaline yetsin.

Soğuk su ile yıkanma, gençlerin bedenine güç verir. Yaz günlerinde, öğle öncesi sıcak mizaçlı ve normal etli olan kimselere sıhhattir. Ama ihtiyarların, çocukların, ishal ve nezlesi olanın, hazmı eksik olanın bedenine zarar ve ziyan eder.

Kültürlü kaplıcaları kullanma, yani kükürtten kaynayan ve galeyan eden sıcak su ile yıkanma, fazlalıkları atıcı, titreme ve felce ilaçtır. Uyuzu iyileştirir, mafsal ve romatizmaya şifa verir. Madenî suların hepsi, beden kokularını giderir, yaralara merhemdir. Bu ilaçların vücuda olan menfaatlerini Allah Taâlâ en iyi bilir.

Yedinci Madde

Çok kullanılan ilaç ve gıdaların tabiat ve menfaatlerini, özellik ve hükümlerini (ebced) harflerinin terkibince bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, tıp bilginleri demişlerdir ki: Herkes kendi vücudunun hekîmi olmalıdır. Kullandığı ilaç ve gıdaların tabiat ve menfaatlerini bilmelidir. Her birisini hükmüyle kullanmalıdır. Ta ki vücudu sıhhat üzere kalmalıdır. Gıdalardan her birinden her bir deva ki, insan bedeninde keyfiyetiyle tesir eder. Gerçek o ilaç, insan bedenine gelip, onunla beden kendi tabii hareketinden uyanırsa; eğer bedene insanî keyfiyetten ziyade tesir etmezse, o ilaç mutedil; eğer bedene keyfiyetten ziyade tesir ederse, o ilaç itidallerden ve o keyfiyetten yana dışarıdadır. Şu halde eğer o tesir az olup, hissedilmezse, o ilaç birinci derecedir. Eğer bedene zarar verirse, lakim zararı helak edici değilse, o ilaç üçüncü derecededir. Eğer zararı ölüme varırsa, o ilaç dördüncü derecededir. Ona zehir ilaç adı verilmiştir. Gıdaların da hükümleri, bu ilaçlar gibi bulunmuştur. Hepsinin hükümleri hece harfleri tertibiyle açıklanmıştır

(ELİF)

İbrişim: Sıcak ve rahattır. Özellikle hamı faydalıdır. Kurusu, bit türemesine engeldir.

İcsas (erik): İkinci derecede soğuk ve rutubetlidir. Onun tatlısı mideyi bozar ve ishal eder. Ekşisi, kalbi teskin edip, safrayı söker. Eksisi, tatlısından daha az ishal eder.

Ispanak: Birinci derecede soğuk ve rutubetlidir. Gıdası iyidir. Sıcak ve kuru olan akciğere ve göğse faydalıdır. Karnı yumuşatır. Bel ve sırttaki kan ağrılarını giderir.

Eftimon: Bir kuru ottur ki, birinci derecede kuru ve ikinci derecede sıcaktır. Kokusu müsekkin, düşkün ve yaşlılara faydalıdır. Sevda hastalıklarını ve balgamı gidericidir. Sara ve malihülyayı defedicidir. Gençleri ve hararetlileri susatır

Anason: Bilinen bir tohumdur ki, üçüncü derecede kurutucu ve ısıtıcıdır. Böbrek, mesane, rahim, karaciğer ve dalak tıkanıklıklarını açar. Yeli ayrıştırmada tam etkisi vardır. Baş ağrısı ve safravî hastalıkları teskin için buhar ve suyu faydalıdır. Ezilmişi gülyağı ile kulağa damlatırsan, kulak içinde çarpma ve düşmeden ârız olan ağrıları dindirir. Bevli ve hayzı söker. Balgamdan doğan susuzluğa faydalıdır. Süt ve meniyi çoğaltıcı, zehrin zararını gidericidir.

İsmet: İsfahan sürmesi denir. Öldürücü kurşun madeninin cevheridir. Birinci derecede soğutucu ve ikinci derecede kurutucudur. Ekşisiz kurutucu ve kabız edicidir. Gözü kuvvetlendirir, burun kanını keser.

Ürüz (pirinç): Bilinen gıdadır ki, birinci derecede ısıtıcı ve ikinci derecede kurutucudur. Suyuyla yıkanmak, uzuvları kirden pak eder. Yenmesi, mideyi temizler. Süt ile pişirilmesi meniyi fazlalaştırır.

(BE)

Basal (soğan): İkinci derecede kurutucudur. Üçüncü derecede ısıtıcıdır. O, ayrıştırıcı, kesici, yumuşatıcı ve açıcıdır. Damarların ağızlarının açmak, onun halidir. Kuvvetlisi, yüzü kızartır. Tuz ile siğili söker. Normal olarak yenmesi, mide ve iştihaya kuvvet verir, çok yenmesi, baş ağrısı yapar ve aklı hafifletir. Pişmiş soğan çok gıdalıdır. Lakin susatıcıdır. Parlamaya faydalı, basur ağızlarını açıcıdır. İdrarı kuvvetlendirici, tabiatı yumuşatıcı, zehirli rüzgâra faydalıdır. Pişmişi yaranın üzerine sarılırsa, ağrıyı dindirir.

Bıttıh-ı asfar (kavun): Birinci derecede ısıtıcıdır. Süratle safraya dönüşür. Onu sirke balı düzeltir.

Bıttıh-ı ahzar (karpuz): İkinci derecede rutubet verici ve soğutucudur. Bedeni kirden açar. İdrarı çoğaltır. Mesanede oluşan ve böbrekte peydahlanan taşları düşürücüdür. Yemek ile yenmesi faydalıdır.

Beyz (yumurta): En iyisi, yağ içinde yarı pişirilen tavuk yumurtasının sarısıdır. En faydalısı, taze olan yumurtadır. Sarısı hararete, beyazı soğukluğa ziyade meyilli olmuştur. ikisi dahi rutubetli ve faydalıdır. Beyazı yüze sürülse, güneş tesirini ve ateş sıcaklığını manidir. Sarısı bal ile karıştırılıp, yüzdeki sivilcelere sürülse, onu giderir. Beyazı, göz ağrılarına, boğaz sertliğine, ses kesilmesine, nefes darlığına, öksürüğe ve kanın havalandırılmasına faydalıdır. Tavuk yumurtası, çabuk nüfuz edici, en iyi kimyon ve en çok gıda ve meni vericidir. Bayat yumurtanın sarısı kabız edicidir. Dövülmüş mazı ile ishali kesicidir. Yumurta et kuvvetindedir. zira ki o, hayvanın cüzüdür. Belki kuvvetli hayvandır.

Bazican (patlıcan): İkinci derecede ısıtıcı ve kurutucudur. Sevda, baş dönmesi, tıkanıklık, uyuz ve cüzamı doğurur. Rengi bozar, sarı ve siyah eder.

Bindük (fındır): Hararet ve kuruluğa meyillidir. Hazmı ağırdır. Cinsî kuvveti artırır. Baş ağrısı ve mide bulantısı doğurur. Dimağa yararlı olup, öksürüğü defeder.

(CİM)

Ceviz: Birinci derecede kurutucu ve ikinci derecede ısıtıcıdır. Onun baş ağrısı vardır. Hazmı güz ve harareti çoktur. özelliği, ağzı tebşirdir. Bal ile soğuk mideye faydası iyidir.

Hindistan cevizi: İkinci derecede ısıtıcı ve kurutucudur. Gözü kuvvetlendirici ve sebel hastalığına faydalıdır. Kokusu güzel, yemeği hazmettiricidir. karaciğer, dalak ve mideyi kuvvetlendirici, idrarı getirici ve tabiatı kabzedicidir.

Cübn (peynir): Tazesi, rutubetli ve soğutucudur. Eskisi, ısıtıcı ve kurutucudur. Normali gıda vericidir. Tuzlusu eski olursa zayıflatıcıdır. Mesanede taş yapar.

Cüzür (havuç): Aslı ikinci derecede hararet verici ve birinci derecede rutubetlidir. Mideyi üfürücü ve şehveti dalgalandırıcıdır. Onun tohumu idrarı getirir.

(DAL)

Darçın: Üçüncü derecede ısıtıcı ve kurutucudur. Oldukça latif ve çekicidir. tıkanıklıkları açıcıdır. Her bozukluğu düzelticidir. Onun yağı, açıcı, ayrıştırıcı ve eriticidir. Faydası, yüzdeki siğillere ve titremelere çoktur. Baş ve göğüs ağrılarına faydalıdır. Soğuk nezleyi, rutubetli öksürüğü defeder. Mideyi kuvvetlendirici, kalbi açıcıdır. karaciğer tıkanıklığına, rahim ve böbrek ağrılarına faydalıdır. Göz perdelenmesini ve kararmasını defedicidir.

Dik ve dücac (Horoz ve tavuk): Horozun en iyisi, henüz ötmeyenidir. Tavuğun en faydalısı, yumurtlama vakti gelmeyendir. Horoz çorbası, mafsal ağrısına, titreme, mideye, yele ve kulunca iyi gelir. Tavuk eti, aklı güçlendirir, tabiatı açar, meniyi artırır, sesi saflaştırır.

(HE)

Herise (Keşkek): Bir tanınmış gıdadır ki, et suyu ile pişirilmiş, buğdaydan hâsıldır. O, kuruluk ve rutubette ısıtıcı ve mutedildir.

(VAV)

Verd-i ahmer (kırmızı gül): Birinci derecede soğutucu, ikinci derecede kurutucudur. Tohumu yaprağından ziyade kabız edicidir. Onun kurusu dahi, ziyade kabız edicidir. O, tıkanıklığı açıcı, sevdayı yatıştırıcı, iç uzuvları kuvvetlendiricidir. Gülsuyu, baygınlığa faydalı, ateşli baş ağrısını gidericidir. Beden kokusunu güzelleştiricidir. Terbiyelenmişi, sıcaktır ki, mide ve karaciğere kuvvet verip, hazma yardım eder. Tazesinden on dirhem kullanan, ishal olup, on defa tuvalete gidendir.

(ZI)

Zaferan: Birinci derecede kurutucu ve ikinci derecede ısıtıcıdır. Rengi güzelleştirir, idrarı çoğaltır, şehveti düşürür, tıkanıklığı çözer ve damarları açar. Lakin kabzı vardır.

Zencefil: İkinci derecede kurutucu, ikinci derecede ısıtıcı ve rutubet vericidir. Cinsî isteği köpürtür. Özelliğiyle karaciğer ve midenin soğukluğuna uygun gelir. Onunla mide rutubeti gider. Tabiat dahi yumuşaklık bulur. Onun kullanılması yaramdan iki dirheme kadar faydalı olur.

Zeyt-i ham (Zeytinyağı): Birinci derecede soğuk ve kurudur. Dalından koparılan zeytin itidal üzere ısıtıcıdır. rutubete eğilimlidir. eskisinde hararet ziyade hâsıldır. Her gün zeytin sürünmek, saçları kuvvetlendirir ve beyazları düşürür.

(HA)

Hınna (kına): İkinci derecede soğutucu ve kurutucudur. Ayrıştırıcı, açıcı, kurutucu ve kabız edicidir. Ateşli şişlikler ve balgam için pişirilmesi faydalıdır. Yağı, sinirleri yumuşatıcı, zorlukları çözücü ve defedicidir.

Hımmes (Keten tohumu): Birinci derecede ısıtıcı ve kurutucudur. Siyahı ve kırmızısı iyisidir. Makbulü büyüğüdür ki, sırt ağrısına faydalıdır. Diş etlerindeki ve yüzdeki şişlikleri giderir. Sesi saf edip, diğer tanelerden daha gıdalı olduğu şayidir. Pişmişi, nefese faydalıdır. Taşları, böbrek ve mesaneden düşürür. Keten tohumunun tesiri, meniyi çoğaltma ve şehveti kamçılamadır. İdrarı ve doğumu kolaylaştırır.

Hınta (Buğday): Hararet ve rutubette mutedildir. İnsanın hararet ve rutubetine muadildir. Onun tanesinin hazmı yavaştır. Kırmızı iri buğday en iyisi, en kuvvetlisi, en lezizi en gıdalısıdır. Hamam (Güvercin): Bunun uçanı, yavrusundan hafif ve gıdalıdır. Yavrusu daha sıcak ve daha rutubetlidir.

(TI)

Tın-i Ermeni (Ermeni çamuru): İkinci derecede soğutucu ve kurutucudur. Tabiatı, kanı gayetle tutucudur. Basur ve çıbanlara içilmesi ve sürülmesi faydalıdır. Uzuvların pörsümesini ve ateşli nezleyi iyileştirir.

Tabaşîr (Hint hıyarı): İkinci derecede soğutucu, üçüncü derecede ısıtıcı ve kurutucudur. Kalbi kuvvetlendirir ve ateşli hafakanı giderir. Safradan olan hastalıklara faydalıdır. Mide hararetini ve iltihabını, karaciğer hararetini teskin eder, ateşli hummaları durdurur.


 (YE)

Yaktin (Kabak): İkinci derecede soğuk ve rutubetlidir. Dönüşmesi seri, karışması iyi ve gıdası latiftir. Koruk, sumak, sefercel veya ekşi nar ile kabağın pişirilmesi, safraya faydalıdır. Lakin kulunca zararı çok fazladır. Bal ile pişirilmesi, onu da giderir.
Sekizinci Madde

Çok kullanılan gıda ve ilaçların isim ve hükümlerini (kelemen sa'fes) harfleri sırasınca bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, tıp bilginleri demişlerdir ki:

K- Kafurdur: Üçüncü derecede soğuk ve kurudur. Afiyet verici olup, hararetli şişlikleri gidericidir. Baş ağrısını geçiricidir. Ateşlilerin hislerini kuvvetlendirir. Uyku getirici, cinsî istekleri artırıcıdır.

Kehribâ: Birinci derecede sıcak, üçüncü derecede kurudur. Kandaki nefesi

(oksijen) tutucu, ateşe faydalı ve ishali kesicidir.

Kimyon: İkinci derecede sıcak, üçüncü derecede kurudur. yeli ayrıştırır. İdrar zorluğuna faydalıdır. Kurutucu ve kabız edicidir. Yaraları yapıştırıcı, taşları düşürücüdür.

Kem'e (mantar): Hükmü sert, gıdası kötüdür. Ancak onun suyu iyidir. gözü parlatır.

Kereviz: Birinci derecede sıcak, ikinci derecede kurudur. Yağı ayrıştırır. damar ağızlarını açar. Ağrıyı müsekkin, kokusu güzel ve cinsî arzuyu körükleyicidir. Karaciğere, böbreklere, dalağa ve mesaneye faydalıdır.

Kilye (böbrek): Sıcaklık ve soğuklukta mutedildir. Bir miktar kurudur. Hazmı zor, karışımı kolaydır.

Kebed (karaciğer): Sıcaktır. Böbrekten iyidir, İyisi ördek ve tavuk karaciğeridir.

Kira (paça): Tabiatı yumuşatıcıdır. Hazmı kolay, öksürüğü giderici, fazlalıkları azaltıcıdır.

L- Lübiya (böğrülce): Kurudur. Lakin onda fazla bir rutubet vardır ki, karışımı, balgam rutubetidir. Göğsü yumuşatır, idrarı tutar. Akciğer için dahi güzeldir. Onun ıslahı karabiber, tuz ve sirkedir.

Lûz (badem): Tatlısı, rutubetinden yana mutedil, acısı ikinci derecede sıcaktır. İçilmesi durumunda idrarı tutar. Acı bademin gıdası az, açma ve kusturması çoktur. Tatlı bademin sayılan tesirleri zayıf ve hafiftir. Lakin bedeni yağlandırır ve öksürüğü defeder. Karaciğer ve dalak tıkanmasını açar.

Leben (süt): Kadınların sütü, hayvanların sütünden daha faydalıdır. Zira ki insan mizacı hepsinden mutedildir. Kadınların sütünün en iyisi, göğsünden emilendir. Her süt ki, çoktan sağılmıştır, kötü bulunmuştur. Her hayvanın ki, hamilelik müddeti insanınki kadar olanın sütü, inek sütü gibi, iyidir. Sütün suyu, sıcak, yumuşatıcı ve yıkayıcıdır. Onda hiç ekşilik olmaz. Onun özelliği, yakıcı safrayı ishaldir. Eftimon ile yakıcı sevdayı dahi müshildir. Yoğurt, soğuk ve kurudur. Taze yoğurt, rutubetli ve sıcaktır. Bütün süt türleri, bedeni kuvvetlendiricidir. Zira ki, hepsi kan kuvvetindedir. Bal ile içteki yaraları temizler. Dimağa kuvvet, meniye çokluk verir. Sütün hepsi, şehveti körükler. Sıcak ve kuru mizaçlı olan az safraya faydalıdır. öksürüğü def eder. Lakin balgamlılara zararlıdır. Zira ki onlardan harareti, onu hazmedemez. Kana dönüştüremez. İhtiyarlara rutubet verdiği için, faydalı ve uygundur. bal ile onların hazmını kolaylaştırır. Çok olur ki süt, karnı boşaltıp, bağırsaklardaki fazlalıkları çıkarır. Sonra bedende dağılıp, tabiatı kabız edip, itidal üzere gider. süt mahsulleri şişkinlik verir. Pişirilirlerse hazmı kolaydır.

Lüba (ağız): Onun hazmı yavaş, karışımı kötü, bal düzelticisidir. Her süt, karaciğer boşluğunu tıkar. Ancak deve sütü tıkamaz. Çok süt, vesvese ve unutkanlığa ilaçtır. Lakin dişlere ve dişetlerine zararlıdır. Göz karartır. Onun ıslahı şekerdir. Şekerli süt, rengi güzelleştirir, bedeni yağlandırır. Süt cinsinin bileşimi, sulu, peynirli ve yağlıdır. İnek sütünün çoğu yağlıdır. Deve sütün ince olduğundan suludur.

Lahm (et): En faydalısı toklu etidir. Buzağı ve oğlağın fazla kısmı azdır. Her hayvanın erkeği, yağlı ve siyahı, daha lezzetli, daha hafif ve daha iyidir. İnek eti, keçi etinden kurudur. Keçi eti, koyun etinden kurudur. Hazmı zor ve tutucudur. Deve etinin gıdası ağır ve hazmı zordur. Tavşan eti, sıcak ve kuru olduğundan sevdası çoktur. Et cinsinin gıdası bedeni kuvvetlendiricidir. Süratle kana dönüşür.

Lâden: Birinci derecede kuru, ikinci derecede sıcak ve latiftir. Rahim hastalıklarına faydalıdır. Saç dökülmesini önler. Ağzı kapanmayan akar yarayı kapatır.

M- Mastiği (Kendir): İkinci derecede sıcak ve kurudur. Gayet latif,

ayrıştırıcı ve kabız edicidir. İnce balgamı gidericidir. Balgamı çeker. Öksürüğü giderir. Kan tükürmeyi keser. Mideyi yumuşatır ve güçlendirir.

Milh (tuz): Birinci derecede kuru, üçüncü derecede sıcaktır. Ziyade ayrıştırması, kurutması ve parlatması vardır. çeşitli yelleri giderip, donmuş karışımları ısıtır ve eritir. yarım dirhem kadar içilmesi kifayet eder. Kavrulmuş tuz ile dişlerin kiri gider. Tuzu normal olarak kullanma, rengi güzelleştirir, gıdayı oluşturur, fazlalıkları çıkarır. İshal ilacıdır. Şeffaf ve billurî beyaz tuz, olmamış balgamı, siyah tuz, balgamla sevdayı kuvvetle söker.

Muluhiya (Ebegümeci): Birinci derecede soğuk, ikinci derecede rutubetlidir. Karaciğer tıkanıklığını açar.

Mişmiş (Zerdali): İkinci derecede rutubetli ve soğuktur. Çekirdeğinin yağı ikinci derecede sıcak ve kurudur. Basurlara faydalıdır. Zerdalinin karışımı çabuk bozulur. Kurusu, susuzluğu teskin eder. O, mideye şeftaliden hoştur.

N- Nil otu: Birinci derecede sıcak, ikinci derecede kuru ve üçüncü derecede kabız edicidir. Zayıflığı keser, yüzdeki sivilceleri giderir. Yeni cerahate faydalıdır. Yaprağından çivit boyası olur.

Nane: Kuru ve sıcaktır. Onda ayrıca rutubet vardır. Mideyi hemen ısıtır ve kuvvetlendirir. Hazma yardımcıdır. Balgamı ve kan kusmasını önler. Meniyi çoğaltır ve cinsî arzuları körükler. Yaprağı süte konsa kesilmesini önler.

Nahale-i dakik (ince kepek): Birinci derecede soğuk ve kurudur. Yumuşatıcı ve özel kuvvet vericidir. Zaferen ve macunla sürülmesi, yüzdeki sivilceleri giderir.

S- Sumak: İkinci derecede soğuk, üçüncü derecede kurudur. Kabzedici, kuvvetlendirici, tıkayıcı ve tutucudur. Safrayı boşluğa çeker, kanı durdurur. Şişleri ve urları giderir. Diş ağrılarını keser, susuzluğu teskin eder, mideyi düzeltir ve iştahı açar. Saçı siyahlaştırır. Bayılmaları önler.

Şeker: Birinci derecede rutubetli ve sıcaktır. Eskisinde kuruluk vardır. Semen (hayvanî yağ): Birinci derecede rutubetli ve sıcaktır. Zehirlenmelere faydalıdır. Boğazı ve göğsü yumuşatır ve ayrıştırır. Fazlalıkları dahi azaltır. Badem ile tesiri çoktur.

Sefercel: İkinci derecede soğuk ve kurudur. Kendisi ve çiçeği kabız edicidir. Ekşisi tatlısında ziyade kabız edicidir. Her türü, susuzluğu teskin edici ve idrarı getiricidir. Şehveti kuvvetlendiricidir. Özellikle bal ile dahi mideye kuvvettir. Çekirdeklerinin suyu, tabiatı yumuşatır. Kabızlığı akabinde önler. Akciğeri yumuşatır, öksürüğe faydalıdır. Çok alınması kulunç yapar.

Semek (balık): Rutubetli ve soğuktur. İyisi küçüğüdür ki, kanı az ve tadı leziz olup, süratle bozulmaya, Akıcı lan tatlı su içinde doğup kılçığı çok olmaya. Yahut tuzlu denizlerden tatlı nehirlerin akışına karşı hareket edip, onda kalmaya. Deniz balıklarının iyisi odur ki, çok bayat olmaya. Ona tuzun kuvveti üstün olup, sıcak ve kuru olmaya. Taze balık, sulu balgam yapar. Çabuk bozulduğundan, sıcak olan mideden başkasına faydalı değildir. Balık etini bozan, rutubetliler ve sütlülerdir. Onu tatlılar düzeltir.

Ayn- Anber: İkinci derecede sıcak, birinci derecede kurudur. mide, karaciğer, klb, his ve kuvvetleri güçlendirir. Anber, müsekkinden ziyade mutedil ve dimağ hastalıklarına devadır.

Ud: İkinci derecede kuru ve sıcaktır. Mide, karaciğer, kalb ve his kuvveti için faydası vardır. Tıkanıklığı açar. Dimağa gayet faydalıdır. İltihabı iyileştirir ve yeli defeder.

Asel (bal): İkinci derecede sıcak ve kurudur. Parlatıcı, açıcı ve çekicidir. Kokuşmaya manidir. Karışımları dahi, biti öldürür. Yaraları temizler. Göz kararmasını giderir. Mideyi kuvvetlendirir ve iştihayı açar. Karnı düzeltir. Yaraya sürülürse ilaç olur. Zift ile çok etkili ve çekicidir.

Ineb (üzüm): Kabuğu soğuk ve kurudur. İçi rutubetli ve sıcaktır. Çekirdeği hem soğu, hem kurudur. Gıdanın iyisidir. Mideyi ve şehveti kuvvetlendirir. iyisi olmuşudur. Asmada olanı beğenileni ve siyahı yararlıdır. Mesaneye zararlıdır. Tatlı nar onu düzeltir.

F- Fızza (gümüş): Soğuk v kurudur. Hafakanı önler. Suyu, mide ve kalbe faydalıdır. Uykusuzluğu giderir.

Fıstık: İkinci derecede kuru ve sıcaktır. Onda fazladan rutubet te vardır. Kalbi kuvvetlendirir, karaciğer tıkanıklığını açar. Faydalı ilâçtır.

Fücl (turp): Gıdası az, balgamı çok ve karaciğer tıkanıklığını açıcıdır. Bit doğurur. Bedendeki yelleri ayrıştırır. Kurtları öldürür. Yemek hazmına yardımı çoktur. Lakin hazmolunması zordur.

Fülfül (biber): Dördüncü derecede kuru ve sıcaktır. Siyahından ziyade beyazında hararet vardır. Kırmızısının kuruluğu daha azdır. Biberler, mide ve bağırsaklarda olan kalın yelleri ayrıştırır. Yapışık karışımları kesip, sinir ve adaleyi ısıtır.

Sad- Sandal: İkinci derecede soğuk ve kurudur. Sürülmesi ve içilmesi sıcak şişliklere, ateşli baş ağrılarına ve hafakana faydalıdır. Sıcaklık ve acıdan olan mide zayıflığına uygundur.

Sa'ter (keklik): İkinci derecede sıcak ve kurudur. Latif, ayrıştırıcı ve faydalıdır. İçilmesi, kokuyu giderir. Mideyi kurutur. İdrarı getirir. Gözü kuvvetlendirir. Kasık ağrılarını kesicidir.

Sumg (ağaç sakızı): Kurutması kuvvetlidir. En latifi arap sakızıdır. Zira ki o, göğüs sertliklerini çözüp, bağırsaklara kuvvet verir. Renkli haberlerle yazmayı güzelleştirir.

Dokuzuncu Madde

Çok kullanılan ilaç ve gıdaların isim ve hükümlerini (karaşet) harflerinin sırasınca bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, tıp bilginleri demişlerdir ki:

Kaf - Kusa (acur): Kavunun bir türüdür. Hıyar gibi uzun olur. İkinci derecede rutubetli ve soğuktur. Olmuşu güzeldir. Hararet ve safrayı teskin eder. Lakin karışımı ve bozuşumu ateş doğurur. Olmuşunun bozulması daha seridir. Koklaması baygınlığa faydalıdır. Susuzluğu keser. Mesaneye uygundur. İdrarı ve tabiatı yumuşatması vardır. Hıyar ise, acurdan daha soğuk ve latifütir. Şiddetli ateşleri giderir. idrar için oldukça faydalıdır. Az kere mide ve böbrek ağrılarına iyi gelir. Bunun düzeltilmesi tuz, bal veya zeytinyağıdır.

Karanfil: İkinci derecede sıcak ve kurudur: Kalbi kuvvetlendirir, basuru giderir. Koklanırsa uyku getirir.

R- Reyhan: Birinci derecede sıcak ve kurudur. Kalbi kuvvetlendirir. Basuru giderir. Koklanması uyku getirir.

Ravend: Aç karnına iki dirhem kadar sabah içilmesi yara, kir, düşük, çarpma, karaciğer, mide, fıtık, kasık, böbrek ve mesane için faydalıdır.

Razıyane: Onun birisinin hararet ve kuruluğu üçüncü derecededir. Bahçede yetişeninin hararet ve kuruluğu ikinci derecededir. Gözü kuvvetlendirir. Karaciğer tıkanıklığını açar. İdrarı düzeltir. Soğuk su ile mide iltihabını giderir.

Reybas: İkinci derecede soğuk ve kurudur. Kanı ve safrayı söker. Harareti teskin eder ve keser. Usaresiyle sürme, göze faydalıdır. Yaraları ve safra ishalini giderir.

Rumman (nar): Tatlısı, birinci derecede soğuk ve rutubetlidir. ekşisi ikinci derecede soğuk ve kurudur. İkisi, safrayı keser, dışa fazla akıntıya engeldir. Ekşisinin bal ile macunu, kulak ağrısına faydalıdır. Yeşili çok idrar yapar. Ekşisi, mide iltihabına faydalıdır. Boğaz ve göğüsü sertleştirir. Tatlısı, onları kuvvetlendirir ve yumuşatır. Ateşli öksürüğe engeldir. Her türlü hafakanı defeder. İyisi, sulu olanıdır.

Şın - Şaîr (arpa): Birinci derecede soğuk ve kurudur. Gıdası buğdaydan azdır. Arpa suyu, unundan gıdalıdır. Arpa suyunun un ile karışımı, göğüs, öksürük ve yüz sivilcelerine iyidir.

Şuniz: Siyah tanedir. İkinci derecede sıcak ve kurudur. Sıcaklığı ciladır. Kokusu ayrıştırıcıdır. Kokusu ayrıştırıcıdır. Basuru giderir, kanındaki kurtları öldürür. Keten torba içinde iki dirhem nohut ve ayranla karıştırılıp alna konursa, nezleye faydalıdır.

Tı - Temr-i Hint (Hint hurması): İkinci derecede soğuk ve kurudur. Mideyi kuvvetlendirir, safrayı giderir. Kusmayı teskin eder, susuzluğu keser.

Tüffah (elma): Onun tatlısı, normale yakın sıcaklığa meyyaldir. Onda fazladan soğuk bir rutubet vardır ki, onunla şişirir. Ekşisi çok soğuk olup, rutubeti azdır. Ezilmişi harareti keser.

Tin (incir): Onun tazesi az rutubetli ve sıcaktır. çok su ve gıdası vardır. mideden hemen emilir. Kurusu latif ve sıcaktır. Bütün meyvelerden gıdalıdır. Olmuşu itidale yakındır. Etli yaraları iyileştirir ve yumuşatır. Harareti müsekkindir. Cerahatli kanı dondurur, donmuş olanı eritir. Hastalıklarla bozulan renkleri düzeltir. Macunu, çıbanları oldurur. Tozlu balgamın hararetini yatıştırır. Müzmin öksürüğü giderir. Akciğer ve göğüse faydalıdır. Karaciğer, dalak, böbrek ve mesane tıkanıklıklarını açar. Aç karnına incir yemek, gıdanın geçiş yollarını açar. Badem ve ceviz ile yenmesi çoktur. Lakin ağır yiyeceklerle yemek iyi değildir. Üç sabah sirke içinde sulandırılmış üçer incir yiyen, ateşli hastalıktan kurtulur. Safradan zarar görmez.

Dut: Beyaz incire yakındır. Lakin ondan az gıdalıdır. Mideye kötüdür. kırmızısı rutubetli ve soğuktur. Onda kabız etme vardır. Boğazdaki şişleri giderir. Yenmesinde ve suyunda iştiha ve gıda kuvveti vardır. Gıdaları mideden çabuk, bağırsaklardan yavaş geçirir. İdrarı artırır.

Se - Sum (sarımsak): Aslı üçüncü derecede sıcak ve kurudur. Suyu değiştirmek için, müzmin öksürük ve göğüs ağrıları için gayet faydalıdır. Asalak ve kurtları döker. İdrarı getirir. Bitleri öldürür. Buharının çokluğundan baş ağrısı yapar ve göze zararlıdır.

Selc (kar): Hapsedilmiş olan duman hararetinden susuzluk verir. Mide ve sinire zararlıdır. Dişlerin hararetten doğan ağrısını teskin eder.

H - Haşhaş: İkinci derecede soğuk ve kurudur. Siyahı şurup ve macun olarak üçüncü derecede soğuk ve uyutucudur. Yenmesi nezleyi önler.

Hatmi: Şebboy çiçeğidir. İtidal üzere sıcaktır. Onda, erdirici, yumuşatıcı, ayrıştırıcı ve gevşetici özellikler vardır. Mafsal ağrılarını ve titremeyi önler. Tohumu ateşli öksürüğü keser. Yaprağı göğüs şişkinliklerini giderir. Kaynatılan kökü, bağırsak ve idrar yanmalarını, makat şişkinliklerini ve ishali giderir.

Huh (şeftali): Birinci derecede rutubetli ve ikinci derecede soğuktur. Çabuk bozuşan ve yumuşak tabiatlıdır. yonca suyu ve yaprakları ile kulak kurtlarını öldürür. Göbeğe sürülmesi veya içilmesi karın kurtlarını öldürür. çok besleyicidir. lakin gıdası zararlıdır. Yemekten sonra yemek iyidir.

Hal (sirke): Hararet ve rutubetten bileşmiştir. Soğukluğu çoktur. Kaynatılırsa soğukluğu azalır. Kanı inceltir, safrayı söker. Sevdelilere zararlıdır. Balgama zıttır. Hazma yardımcı ve uyuzu önleyicidir. Yanıklara iyidir. Gül yağı ile baş ağrısına faydalıdır. Ağızda gargara edilirse diş ağrılarını keser.

Hubz (ekmek): En iyisi temiz buğday unundan olanıdır ki, ince elenmiş olup, mayası tuzlu ve hamuru normal olanıdır. Tandırda pişirilmelidir. Buna yakın olanı, fırında pişirilen somundur. Ekmeğin sıcağı zararlı, soğuğu yararlıdır. Peksimetin gıdası çoktur. Sert ve kuru olduğundan nüfüzu yavaştır. elenmemiş un ekmeği tabiatı yumuşatır. pide lezzetlidir. Fakat sertlik verir. Süt ile yoğurulanı çok besleyicidir. Fakat zor sindirilir. Siyah buğday ekmeğini su ile yemek, şişmanlatır. Sıhhati korur.

Harmil (üzerlik): Üçüncü derecede sıcak ve kurudur. Balgamı söker. Mafsal ağrılarını giderir. Uyuzu izale eder. Şişkinlikleri indirir. Baş rutubetini temizler. Yağı, kulak ağrısına faydalıdır. Bal ile aç karnına yenmesi, akciğer tıkanıklığını giderir.

Ze - Zeheb (altın): Latif ve mutedildir. Toz, sevdevî hastalıklara ilaçtır. Kalbi kuvvetlendirir. Hafakanı önler. Ağızda tutulması ağız kokusunu giderir.

Dad - Zarur: İkinci derecede sıcak ve kurudur. Yaraları temizler.

Gayn - Galiye: Kıymetli bir ıtırdır. Sert şişleri urları yumuşatır ve çok derde ilaçtır. Soğuktan olan baş ağrısını giderir. Taşınması rahim ağrısını giderir.

Bütün ilaçlar ve gıdalar, Hak'kın tesiri ile etkileyici olduğu muhakkaktır. Bu sayılanların zannı sebeblerden olduğuna, tıbbî hastalıklar kesin delildir. Şu halde bütün sebeb ve eşyalardan tesir eden ancak sebebleri yaratandır ki, herkese o, zarar ve yarar verendir. Burada, Çilim ikidir, tıp ve din ilmi,È sözündün bu miktar yazılma ve açıklama, tıp ilminin hülasasıdır. Geri kalanları, tabibler arasında şayidir.

Onuncu Madde

Vücut sıhhatine ait olan yeme ve içmenin âdâb ve kaidelerini ve bazı yiyecek ve meyvelerin fazilet ve faydalarını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, muhaddisler demişlerdir ki: Peygamberlerin (selâm onlara olsun) âdetleri sürekli arpa ekmeği yemektir. habib-i Ekrem (S.A.V.) hazretlerinin yediği çoğu zaman o ekmek idi. Veya ince buğday ile karışık olan arpa ekmeği idi. Arpa ekmeği ile üç gece ard arda doymayıp çoğu vakitleri aç ve susuzdu. Şu halde tenbih ve beyan buyurmuştur ki, gündüz beyazlığı ve gece karanlığı içinde ikişer kere yemek ve içmek israf ve illettir. Et yemek ve çorba içmeye devam etmek kasvet verir. Kırk gün kadar et ve yağlı yememeye devam etmek ahlakı bozar, tabiatı değiştirir. tok karnına yemek ve susamadan su içmek vücut sıhhatine zarardır. Nitekim, gereksiz gülmek insanı mahcup eder. Uykusuz gece ve gündüz ona tembellik verir.

Sıhhatini korumak isteyen tokluğa devam etmeyip, açlığı kadar yemekle lezzeti bulur. Firdevs ziyafeti için kudreti kadar aç kalsın. Ta ki, aklı saf, göğsü geniş ve kalbi nurlu olsun. Mümkün oldukça gıdayı aklına getirsin. ta ki, bedeni sıhhat ve tabiatı kuvvet bulsun. Akşam yemeğini terk etmesin ki, uzuvları düşkünlükten emin olsun. Türlü nimetlerle renkli servetleri birleştirmeyip, bir yemek üzerine devam etsin. Ta ki, cismi sıhhat ve sürura, kalbi hayat ve huzura yetsin. zira ki her hastalığın aslı tokluk, her davanın aslı açlık olduğu tecrübe edilmiştir. Edeple sadece ekmek yiyenin bedeni, ömrü oldukça sıhhat ve afiyette bulunmuştur. Edep ise açlıktan sonra yemek ve doymadan sofradan kalkmaktır. şu halde, az yeme ve içmenin dünyevî derecesi karnın üçte birini yemek, üçte birini içmek ve üçte birini teneffüs için ayırmaktır. Orta derecesi yeme ve içme ile ancak karnın yarısı dolmaktır. En üst derece yemesi hasta yemesi; uyuması suda boğulanın uykusu olup, huzur lezzetini bulmaktır. Tokluk üzerine yemekten kaçınmak mühim ve lüzumludur. Zira ki o, israf ve haram olduğundan başka abraşlık verici, hastalık ve düşkünlüğe sebeptir. Huzura gelen yemek ve içeceği ayıplamasın. Eğer iştihası var ise yesin. Ancak terk edip söylemesin. Bir kişinin yemeği iki kişiye yeter. Nitekim iki kişinin yemeği dört kişiye, dört kişinin yemeği sekiz kişiye yeter.

Bazı yiyecek ve meyvelerin fazilet ve faydalarında nice Hadis-i Şerif varit olmuştur. Nitekim Cibril-i emin Aleyhisselâm, Habib-i Ekrem (S.A.V.) Hazretleri4ne keşkek yemeği işaret kılmıştır. O zaman onu o, yiyip, kuvvet, cima ve gece namazı için otuz kırk adım kadar güç bulmuştur. O'nun yanında bütün yemeklerden arpa ekmeği, mercimek çorbası ve su kabağı daha iyi ve sevgili olmuştur. Zira ki, Allah4ı andıkça ondan kalbi rikkat bulmuştur. Etten dimağ, kulak, göz uzuvlar ve diğer cüzler kuvvet almıştır. Etin iyisi omuz eti ve sırt etidir ki, hasta kalbi düzeltir ve hüzünlü kalbi rahatlatır. Katıkların en faydalısı, sirke olmuştur. Hurma ve üzüm meyvelerden olup katık rütbesini dahi bulmuştur. Üzümü ekmekle yemek tatlı ve güzel koku verenden reddetmeyip tatmak ve koklamak haberde gelmiştir. Mübarek balı sabah ile aç karna yiyen ve içen her hastalığından şifa bulmuştur. Hazret-i Peygamber' e bütün meyvelerden kavun, karpuz ve taze hurma; içeceklerden, soğuk ve tatlı olanlar lezzetli gelmiştir. Pirinç pilavı yerken, 'Peygamber' e Salat ve selâm olsun' lazım olmuştur. Zira ki, pirincin nuru cevherinden meydana gelmiştir. Hadis-i Şerif varid olmuştur ki: "Her kim ki baklayı kabuğu ile yer, onda o kadar hastalık çıkar gider." Şüniz ki siyah tanedir, o ölümden başka her hastalığa şifadır. Peynir ve cevizi yalnız yemek hastalık verir. Lakin ikisini birleştirene şifa verir. Kuru üzüm yemek kokuyu güzel, rengi saf eder. Balgamı keser. Sinire kuvvet verir. Onu yiyen çekirdeklerini atsın ki, o zararlıdır. Üzümü tane tane yemek güzeldir. Sefercel, kalbe cila, zekâ ve korkağa cesaret vermede bedelsizdir. Onu pilav ile yiyen hamilenin çocuğu üstün ve güzeldir. Narı iç kabuğu ile yemek mideyi temizler. İncir yemek kulunçtan kurtarır. Kalbe incelik verir. Mübarek karpuz, her yemekte olan lezzeti toplamıştır. Onun eti, çekirdeği ve kabuğu bütün uzuv ve kuvvetlere faydalıdır. O, yemek, içmek ve reyhandır. Karın ve mesaneyi temizler. Bel suyuna bereket ve şehvete hareket verir. Kokusu güzel olup, baş ağrısını yatıştırır. Deriyi temizler ve süsler. Göze hiddet, yemeğe iştah ve lezzet verir. Susuzluğu giderir. Bağırsak kurtlarını öldürür. Yetmiş hastalığı çıkarır. Bedene faydalıdır.

Hıyarı tuz ile, cevizi tatlı ile yemek sünnettir. Meyveleri mevsiminde çok yiyen ve sonra azaltan sıhhat bulur. patlıcanı yumuşatır, süsleyerek, deva niyeti ile yemek illeti giderir, hikmet verir. Dimağa kuvvet, cimaa kuvvet ve şehvete hareket verir. İnce baklalar, karpuz, kereviz... bunlar Hazret-i İlyas'ın yemeğidir. Hafızayı güçlendirir, deliliği ve cüzzamı önler. Ak mantar ki, bir tür Çemen' e benzer. Suyu göze şifa verir. Siyahı iyidir, bir yere giren oranın soğanından yesin. Ta ki, o yerin vebasından emin olsun. Pişirilmiş soğan ve sarımsak yiyen lezzet ve kuvvet bulur. Pişmemişi yemesin ki kokusundan melekler incinir. Toprak yiyen kendini öldürendir.

Zira ki o, mideyi bozar, rengi sarartır, bedeni helak eder. Hadis-i Şerif gelmiştir ki: 'Üç şey sineye sürûr ve bedene sıhhat verir. Biri güzel koku koklamak, biri bal şerbeti ve biri güzel elbisedir.' O Hazret-i Peygamber ki, doğru söyleyendir. Zira ki, 'insanlar elbise ile iltifat görür' sözü bu mânâyı tasdik etmiştir. Şu halde insanlar elbise ile süslüdür. Takva elbisesi ise hepsinden daha güzeldir. Cismi canı korur.

Onbirinci Madde

Dini Mübin âdâbı üzere ve Resuûl-ü Emin sünneti üzere güzel giyim ve elbiseyi tayin ve bedeni süslemenin şeklini bildirir.

Ey azuz malûm olsun ki, muhaddisler ittifak ile demişlerdir ki: Habib-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem hazretlerine elbisenin en sevgilisi gömlek olmuştur. Gömleği, parmaklarının ucuna kadar ulaşmıştır. Eteği topuklarının üzerine kadar ancak gelmiştir. elbiseyi kısaltmakla ümmetine vasiyet kılmıştır. Elbiseyi kısaltmak sünnet, uzatmak bid'at ve kibre alâmet olmuştur. Halil'üllah aleyhisselam erkekler ve kadınlar için şalvarı örtünme için elbise bulmuştur. zira ki şalvar, avret yeri ile yer arasında bile hail olmuştur.

Sarık hilim, vakar, makamdır. Arap tacıdır ki, o Hazretin mübarek sarığı siyah kumaş olmuştur. Sarığın ucunu iki omuz arasında iki karış miktarı uzatmak sünnettir. Çene altına çevirmek bid'attir. İslâm sünnetlerinin birisi, sert elbise ve kaftan giymektir. Sert elbise, damarları yayar, kalbi huşû üzere bulundurur. Kıl ve yün elbise, büyük peygamberlerin sünnetidir. Aba Süleyman aleyhisselamındır. Tavazu ile miskinlere benzemek için aba giymek Evliya-ı kiramın âdetidir.

Habib-i Ekrem Sallallahü aleyhi vesellem hazretlerinin gömleği, iç elbisesi ve şalvarları pamuktan beyaz; aba, kaftan ve kuşağı yünden yeşil şaldır. Yeşile bakmak kalbe sürür ve göze kuvvettir. Şu halde yeşil elbise onun ümmetine sünnettir. Erkeklerine sırf sarı ve kırmızı mekruhtur, bidattir.

Halis ipek onlara haram, karışık renkler mübahtır. Elbiseyi temizlemek, nimeti anmadır, zinnet, letafet ve nezafettir. Ağırlığı, gamı ve kasveti atmadır. Gönül zenginliği ile eski elbise giymek, insanın tavazuuna alâmettir. Hepsinden önce gömlek giyip, sonra otururken şalvar giymek sünnettir. İnsanların buğzunu çekmekten ve kalbe gam gelmekten emniyettir.

Bir elbiseyi yamamadıkça atmamak kalbe rahattır. Eski elbiseyi bir fakire vermek âfetlerden selamettir. Üç kat elbisesi oldukta; bir katını fukaraya bahşetmek cömertliktir. elbisesini her çıkardıkça toplamak, onu şeytanın giymesinden korumaktır. Elbisenin hal diliyle: "Beni gece süsleyeni, gündüz süslerim." demesi, ol Hazretten rivayettir. Mevla'nın yaygısı olan yer üzerinde, ara sıra yalınayak yürümek nefsi kırmaya delâlettir. Misk, anber, ud ve kâfur gibi güzel ve kokular; buhurlar ile kokulanma sünnettir, lezzettir. Sürme taşı ile her gözüne üç kere sürmek sünnettir, zinettir. Kirpikleri bitirir ve göze kuvvet verir. Aşure günü gözü sürmelemek, göz ağrısından korunmadır.

Temizlenmek, süslenmek, yağlanmak, saç ve sakal taramak dahi sünnettir. Yağ sürmeye kaşlardan başlamak, baş ağrısını giderici bilinmiştir. Bıyığı kısaltmak, koltuk ve kasık kıllarını yolmak revatip sünnetlerindendir. Kasık kılını, arpadan ziyade terk etmek nehy olunmuştur. Her perşembe yahut her cuma ikindiden sonra saçı olmayan kimse, başını kazıtmak, sakalını boyundan ve eninden bir tutam fazlasını kesmek, tırnaklarını makas ile tıraş edip, sakala gömmek, cismin sıhhati ve canın rahatı için sünnet ve âdet kılınmıştır. Nitekim: "Tırnaklarınızı makas ve edeple kesiniz". denilmiştir. Görünüş düzeni için aynaya veya saf suya bakıp: 'Allah'ım, yaratılışımı güzel yaptığın gibi, ahlakımı da güzelleştir,' demek, hadis-i şeriften alınmıştır.

Burada, vücut sıhhatini korumak, bu miktar açıklama ile yeterli olup, ölümü anlatmaya geçilmiştir. Zira ki: 'Her doğan ölür,' fehvasınca, her doğan ölmekle, her kemalin bir zevali olup, dünyaya gelen gider. Bulunmuştur. Bu oluşum ve bozuşum âlemi bizim için kervansaray kılınmıştır. Nitekim: "Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döneceksiniz." (29/57) âyet-i kerimesiyle bu mâna teyit olunmuştur. Şu halde bu dar-ı fenâdan o dar-ı bekâya ölmezden önce yönelmek ve bu gayrette o vatan içi olgunluk kazanmakla tedarik kılmak, yani nazargâh-ı Hüda olan kalbini masivadan pak edip, hayvani ahlak hastalıklarından sıhhat bulmak, Rabbanî ahlak nurlarıyle dolmak ve iki âlemde bir Mevla ile olup kalmak hepsinden önemli ve lüzumlu bilinmiştir.

Cihanda, varlığı sağlam olan ne misafir ol ne yerli. Çünkü hâne keder dolu, yollar dahi korku. Çünkü nimeti zor, izzet ve nazı zül olacak, cisim naz ve nimete gark olsa sana ne fayda? Sonunda sırrın, mezar içinde ayak altına düşer. Külahın, aban ve tacın ne farkı olur? Hak'kın yoluna gidersen tenin zayıf olsun. Çölü aşmak zordur, şayet insan cüsseli olursa. Tabib, o hastayı huyuyla sağlam zanneder. Hastalıktan anlamadığı halde, adı neden hakimdir? Hayat, cisim ve gönül hoşluğuyla nimet olur. Ten sağlam, ruh sakim olursa ne zevk olur? Fakirlik ve hastalıktan ne gam Hakkı, sonunda tene ölüm ererse de; can ve gönül iyi huyla sağ ve selim olursa.