Bağış Yap
20 Nisan 2013 Cumartesi
ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
ABDÜLAZÎZ BEKKİNE;
Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddîn Efendinin halîfelerinden Mustafa Feyzî Efendinin talebesi.
Adı, Abdülazîz, soyadı Bekkine'dir. Babası Kazanlı tüccar Hâlis Efendidir. 1895 (H. 1313)
senesinde İstanbul'da doğdu. 1952 (H.1372) senesinde İstanbul'da vefât etti. Kabri Edirnekapı
Sakızağacı kabristanındadır.
Babası zengin bir tüccar olan Abdülazîz Bekkine İstanbul Mercan'daki evlerinde doğdu.
Henüz okula gitmeden Kaptan Paşa Câmii İmâmı Halil Efendiden Kur'ân-ı kerîm okumayı
öğrendi, Arapça ve din dersleri aldı. Daha sonra Dârüttedrîs'e devam ederek bu mektebi
bitirdi. Bir müddet babasının yanında çalıştıktan sonra, 1910'da âilesi ile birlikte Kazan'a gitti.
Aslen Kazanlı olduklarından orada binâ ve arâzileri vardı. Otuz odalı olan evlerinin, çoğu
odalarında ilim tahsîl eden talebeler barınırdı. Abdülazîz Efendi bir müddet Kazan'da kaldı.
Sonra Buhârâ'ya geçerek orada beş yıl müddetle ilim tahsîl etti. Babasının vefâtı üzerine
memleketine dönüp, kardeşlerini de alarak 1921'de İstanbul'a geldi. İki anneden, on ikisi kız
olmak üzere on altı kardeştiler. Erkek kardeşleriyle birlikte Asmaaltında bir dükkan açıp kısa
bir müddet çalıştırdı. Sonra dükkanı kapatıp Çarşıkapı'daki Bâyezîd Medresesine devâm etti.
Bu medreseden mezûn olduktan sonra ilk olarak Beykoz'da, daha sonra da Aksaray'da bir
câmide imâm olarak vazîfe aldı. Sonra sırasıyla, Yazıcı Baba,Kefeli ve Zeyrek Çivicizâde,
Ümmü Gülsüm câmilerinde İmâm-Hatip olarak vazîfe yaptı. Zeyrek'teki bu vazîfesi on üç
sene kadar sürdü.
Abdülazîz Bekkine Kazan'dan döndükten sonra medrese arkadaşı Mehmed Zâhid Efendi
vâsıtasıyla Tekirdağlı MustafaFeyzî Efendi ile tanıştı ve sohbetlerine devâm etti. Yirmi yedi
yaşındayken 1922'de mânevî ilimlerde irşâd selâhiyeti mertebesine ulaştı. Râmûz el-Ehâdis
kitabını okutma icâzeti aldı. Bütün hayatı boyuncaİslâmiyeti öğrenmek ve öğretmekle meşgûl
oldu. pek çok talebe yetiştirdi. Sohbetleri tatlı bir hava içinde geçerdi. Konuşmaları kısa,
mânâlı ve özlü idi. Bir gece, sohbetinde talebelerine dedi ki:
"Bir gün gelir danışacak hocalarınız da bulunmaz. Öyle bir günde seçeceğiniz insanda
arayacağınız vasıf nedir?"
Orada bulunanlar değişik şeyler söylediler. Fakat bu cevapları yeterli bulmayan Abdülazîz
Bekkine şöyle söyledi:
"O kimsenin sabrını kontrol edersiniz. İnsanlarda riyânın karışamıyacağı, anlaşılabilir tek
vasıf sabırdır. Sabır musîbet geldiği an (ilk anda) hiç şikâyet edilmeden sîneye çekebilme
hâlidir. Şâyet o kimse ilk anda feverân eder de sonra sîneye çekerse, ona sabırlı değil
tahammüllü insan denir."
Bir sohbetinde de şöyle dedi:
"Müminin dünyâya bakışı öyledir ki, dünyâdaki zevk ve sefâya bakar, arkasında Cehennem'i
görür. Meşakkate, hizmete bakar, arkasında Cennet'i görür. Yâni müminin nazarı dünyâya
takılmaz."
Abdülazîz Bekkine iki defâ hacca gitti. İkinci gidişinde hacdan döndükten sonra
rahatsızlandı. Yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamıyarak 57 yaşında 2 Kasım 1952 (H.1372)
senesinde İstanbul'da vefât etti. Edirnekapı Sakızağacı kabristanında defnedildi.
Abdülazîz Bekkine zekî bir kimse idi. Hangi meslekten, tahsîl ve kademeden olursa olsun
sohbetinde bulunan herkes, zekâ ve ilmine hayran kalırdı. Hoş sohbet olup, meclisinde
bulunanlar ondan ayrılmak istemezlerdi. Sohbetleri umûmiyetle sualli-cevaplı geçerdi.
Sohbetlerinde zaman da mevzubahs değildi. Umûmiyetle yatsı namazından sonra oturulur,
bâzan sabaha kadar devâm edilirdi.
Buyurdular ki:
"Bu işin (âhiret yolculuğunun) mihveri Allah'ın muhabbetidir."
"Seni Mevlâdan alıkoydu ise, dünyâ bir çöp de olsa dünyâdır."
"Peki, demesini öğrenmek lâzımdır."
"İslâmiyet baştanbaşa mes'ûliyet ve mükellefiyettir. Ondan kaçamayız."
"Tâlib başkasının yükünü yüklenip, kimseye yük olmayan kimsedir."
1) Râmûz-ül-Ehâdîs Mukaddimesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder