Bağış Yap

Amount :
Other : USD

18 Nisan 2013 Perşembe

ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF


ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF;
On dördüncü yüzyılda Suriye'de yetişen velîlerden. İsmi, Abdurrahmân bin Muhammed'dir.
Hâllerini gizlediği için Sekkâf lakabıyla anılmıştır. 1338 (H.739) senesinde Hadramût
bölgesindeki Terîm şehrinde doğdu. Mısır'ın Izz beldesinde doğduğu da bildirildi. 1416
(H.819) senesinde Terîm'de vefât etti. Kabri, Zenbil Kabristanında olup, ziyâret edilmektedir.
Küçük yaştan îtibâren ilim öğrenmeye başlayan Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf
zamânının âlimlerinden Ahmed bin Muhammed el-Hatîb'den tecvîd ilmini öğrendi ve
Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Zamânının diğer âlimlerinden çeşitli ilimleri tahsîl etti. Bilhassa
fıkıh ilminde yüksek derece sâhibi oldu. Terîm'de Allâme Muhammed bin Alevî bin Ahmed
ibni Üstadi'l-azâm'ın huzûrunda İmâm-ı Gazâlî ve Şeyh Ebû İshak'ın kitaplarını mütâlaa etti.
Daha sonra Fakih Muhammed bin Sa'd'den İhyâ-ı Ulûm, Risâle-i Kuşeyrî ve
Avârifü'l-Meârif adlı eserleri ve başka tasavvufî eserleri okudu. Şeyhulislâm Muhammed
bin Ebî Bekr'in hizmetinde ve ilim meclisinde bulundu. Ondan çok istifâde etti. Daha sonra
Aden'e gitti. Kâdı Muhammed bin Sa'îd'den sarf, nahiv ve diğer Arabî ilimleri tahsîl etti.
Tefsîr, hadîs, meânî, beyân ilimlerinde yüksek derece sâhibi oldu. Şeyh Ali bin Sâlim, Ali bin
Sa'd, Ebû Bekr bin Îsâ, İmâm Ömer binSaîd gibi tasavvuf ehli zâtlarla görüşüp onların
sohbetlerinde bulundu. Ârif-i billah Müzâhim Ahmed, büyük velî Abdullah bin Tâhir
ed-Devânî gibi zâtlardan tasavvuf ilmini öğrendi.
Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yükseldikten sonra zamânının büyük âlim ve evliyâları arasına girdi.
Bulunduğu beldedeki âlim ve velîlerin imâmı, önderi ve en yükseği olduğunu bütün âlim ve
evliyâlar kabûl ettiler.
Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretleri güzel ahlâk sâhibi olup hep iyilik ederdi.
Kimseye karşı kırılmaz ve kin beslemezdi. Hızır aleyhisselâmla görüşüp sohbet ederdi.
Aralarında kardeşlik akdi yapmışlardı. Yanına ilk defâ bir köylü sûretinde gelen Hızır
aleyhisselâm devamlı onu ziyâret ederdi. Bir gün çok güzel bir koku duyan talebelerinden biri
bu kokunun kaynağından suâl edince, hazret-i Hızır'dan bahsetti.
Allahü teâlâya çok ibâdet eden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf gecenin son üçte
birini ibâdetle geçirirdi. Kur'ân-ı kerîmi çok okurdu. Gündüzleri insanlara İslâmiyetin emir ve
yasaklarını anlatır, onların dünyâ ve âhiret saâdetlerine vesîle olmak için çalışırdı. Otuz sene
boyunca gece ve gündüz çok az uyudu. "Neden uyumuyorsun?" diyenlere; "Sağ tarafına
yattığında Cennet'i, sol tarafına yattığında Cehennem'i gören kimse nasıl uyur?" diye cevap
verdi.
Hûd aleyhisselâmın kabrini ziyâret eder, bâzan bir ay müddetle orada kalır, bu müddet içinde
çok az bir şey yerdi. Âlimlerin, evliyâların kabirlerini sık sık ziyâret eder, her gece Terîm'deki
mescidlerin hepsinde namaz kılardı. Namaz kıldığı zaman kıyamda çok uzun müddet kalır,
onu uzaktan gören cansız bir cisim zannederdi. O; "Biz zâhir (görünen) amellere îtibâr
etmeyiz." derdi.
Bir ara hacca gitmek için yola çıktı ve hacdan sonra memleketi olan Hadramut'a dönmeyip
başka beldelere seyahat etmeye niyet etti. Cûf denilen yere vardığında Peygamber efendimiz,
Eshâbından bir topluluk ve evliyâullahtan bir cemâat rûhânî olarak ona geldiler. Onların
yanında babası da vardı. Ona memleketine dönmesini emrettiler ve dediler ki: "Senin
memleketinde kalman başka yerlere gitmenden daha efdâldir." Abdurrahmân bin Muhammed
es-Sekkâf bu emir üzerine zâhiren hacca gitmeyip geri döndü. Fakat memleketinden giden
hacılar tarafıdan hac ederken görüldü. Yakınlarından bâzıları ona; "Sen hacca gittin mi?" diye
sorduklarında; "Zâhiren gitmedim." buyurdu.
Âlimlerden ve evliyâdan birçok zât ona insanları doğru yola dâvet etmek ve kötülüklerden
uzaklaştırmak ve talebe yetiştirmek husûsunda icâzet (diploma) verdiler. Abdurrahmân bin
Muhammed es-Sekkâf pekçok talebe yetiştirip hadîs, fıkıh, usûl ve fürû ilimlerini okuttu.
Onun ilim ve fazîletteki şöhreti her tarafa yayılıp, insanlar doğudan ve batıdan onun ilim
meclisine ve sohbetlerine koştular. Deniz ve kara yoluyla gelerek müşkillerini ve fetvâlarını
ona sordular. Büyük cemâatler ondan istifâde etti. İnsanlara tatlı dil ve hoş sohbetle
İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp gönüllerine taht kurdu.
Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf'ın ilim meclislerinde yetişen âlimlerden bâzıları;
kendi oğulları, kardeşinin oğulları, Ârif-i billah Ebû Bekr bin Alevî eş-Şeybe ve kardeşleri,
büyük İmâm Muhammed Sâhib Aydeyd bin Ali, Ârif-i billah Ahmed bin Ömer, İmâm Sa'd
bin Ali Müdhac, Şeyh Muhammed bin Abdurrahmân el-Hatîb, Şeyh Şuayb bin Abdullah
el-Hatîb, Şeyh Abdurrahîm bin Ali el-Hatîb, Şeyh Ahmed bin Ebî Bekr Baharemî, Şeyh
Abdullah İbnü'l-Fakîh Baharemî, Şeyh Abdullah bin Ahmed el-Amûdî, büyük velî Abdullah
bin Nâfi', Îsâ bin Ömer bin Behlül, Şeyh Muhammed bin Saîd el-Mağribî gibi sayısız
zâtlardır. Burada en meşhûrları zikr edilmiştir. Abdullah bin Muhammed es-Sekkâf
ekseriyetle El-Basît vel-Vesît, Mühezzeb, Muharrer adlı eserleri okutur bu vesîleyle
kalbindeki gizli mânevî sırları talebelerine açıklardı. O her talebesine anlayabileceği ve
seviyesine uygun ders verirdi. Nice kimseler onun bu tatlı üslûbu ve sohbetleri vesîlesiyle
tasavvuf yolunda ilerlediler. Pek çok kimseye tarîkat yolunda icâzet verdi ve hırka giydirdi.
Nice kimseler onun gönülleri feth eden sohbetleri sebebiyle dünyâdan yüz çevirip, âhirete
yöneldiler ve kötü sıfatlardan uzaklaşıp iyi ve güzel huylara sâhib oldular. O talebelerine ve
sevenlerine şöyle buyururdu:
"Kalb ile ilgili ameller işleyiniz. Zîrâ kalb ile yapılan ameller zâhirî amelleri güzelleştirir."
Bâzı derslerinde fıkıh ilminin fazîletinden bahsederdi. Bu sebeple oğlu Ömer bütün ömrünü
fıkıh ilmini öğrenmeye hasretmişti. Bir gün dersin bitiminde oğluna şöyle buyurdu:
"Ey Ömer! Kalb ile ilgili amellere çalış. Çünkü fıkıh âlimlerinde ateşin alevi, tasavvuf
ehlinde ise ateşin kor kısmı vardır."
Bâzı zamanlar talebeleriyle birlikte seyâhate çıkan; peygamberlerin, âlimlerin ve velîlerin
kabirlerini ziyâret eden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretleri onlardan istifâde
ederdi.
Talebelerinden Abdürrahîm bin Ali el-Hatîb şöyle anlattı:
Hocamız ile berâber Hûd aleyhisselâmın kabrini ziyârete gitmiştik. Dönerken; "İnşâallah
akşam namazında Rebî' beldesinde oluruz." buyurdu. Hâlbuki bulunduğumuz yer, Rebî'
beldesine çok uzak idi ve vakit de isfirâr yâni güneşin, kendisine bakılacak kadar sararıp
batmak üzere olduğu bir vakit idi. Hocamın bu sözüne çok hayret ettim. Sözünde bir hikmet
bulunacağını düşünerek birlikte yürüdük. Bir taraftan da batmak üzere olan güneşe
bakıyordum. Güneş sanki durmuştu. Biz Rebî' beldesine gelinceye kadar aynen o hâlde kaldı.
Biz ismi geçen beldeye girince güneş battı. Namazlarımızı kıldık. Bu durum benim çok
garibime gitmişti. Hocamın bir kerâmeti olduğunu anladım.
Abdurrahmân bin Muhammed, talebelerinden bâzıları ile bir seferde idiler. Talebeler, çok
susadılar. Yollar ıssız, su bulmak ihtimâli de çok zayıf idi. Şaşıran talebeler hocalarına bir şey
diyemiyorlardı. Allahü teâlânın izni ile talebelerinin bu sıkıntılarını anlayan Abdurrahmân
es-Sekkâf büyükçe bir taşın yanında durdu ve; "Şu taşı çevirin!" buyurdu. Taşı
çevirdiklerinde, bir su kaynağı ile karşılaştılar ve çok sevindiler. Kana kana içip, abdest
aldılar ve kaplarını doldurarak, yollarına devâm ettiler.
Başka bir yolculukta, yanındakilere; "Şimdi hava çok sıcak. Birazcık konaklayalım. Hava
serinleyince yola devâm ederiz." dedi. Öğrencileri; "Bu sıcak, hocamızın yola devâm
etmelerine mâni değildir. İsterlerse, bu sıcak havada da yola devâm edebilirler. Burada
konaklamalarında başka bir hikmet olsa gerek." diye düşünüp merakla beklerlerken,
yanlarına, susuzluktan ölmek üzere olan bir âmâ çıkageldi. Yanında bulunanlara; "Şu
yakınlarda su vardır. Bu zavallının ihtiyâcını giderin." diyerek, bir yeri târif etti. Gidip su
getirdikten sonra yollarına devâm ettiler. Böylece orada biraz dinlenmelerinin hikmeti
anlaşılmış oldu. Biraz sonra oraya bir kimse geldi. Âmâ da orada idi. Biraz önce başından
geçen hâdiseyi, gelene anlattı. O kimse; "Bunda bir yanlışlık var. Ben buraları çok iyi tanırım.
Bu civarda su bulmak ihtimâli hiç yoktur." dedi. Daha sonra bu hâli öğrenen talebeler, o
suyun, hocalarının bereket ve kerâmeti ile bulunduğunu anladılar.
Allahü teâlânın bildirmesiyle talebelerinin ve yanına gelen kimselerin kalplerinden geçenleri
bilirdi.
Talebesi Abdurrahmân diyor ki:
"Hocamdan arzu ettiğim, yapması için kalbimden geçirdiğim her şeyi, hocam en güzel şekilde
yaptı, yerine getirdi. Allahü teâlânın ona ihsân ettiği basîret gözü ile kalbimizden geçenleri
anlıyordu."
Abdurrahmân es-Sekkâf'ın talebelerinden olan Ârif-i billâh Muhammed bin Hasan şöyle
anlatır:
Bir gece hocamın mescidinde idim. Hocam da odasında bulunuyordu. Karnım çok acıkmıştı.
Bu sırada biri gelerek, hocamın beni istediğini söyledi. Kalkıp, yanlarına gittim. Huzûruna
vardığımda, ortada lezzetli yemeklerin bulunduğu çok güzel bir sofra vardı. Karnımı
doyurmamı söyledi. Gecenin bu geç vaktinde bu yemekleri kimin getirdiğini suâl ettim.
"Birisi getirdi." buyurarak, açıklamak istemedi. Allahü teâlânın izni ile, benim çok aç
olduğumu anlayıp bu yemekleri benim için hazırlattığını anladım ve daha nice kerâmetlerine
şâhid oldum.
Abdurrahmân es-Sekkâf hazretlerinin bir mikdâr hurması vardı. Hurmaları satmak üzere
birisini vekil edince hurmalar satıldı. Fakat paranın bir kısmını vererek geri kalanını gizledi.
Abdurrahmân hazretleri, Allahü teâlânın izni ile paranın tam olarak kendisine verilmediğini
anlayıp, ona; "Mü'minin firâsetinden korkunuz! Çünkü o, Allahü teâlânın nûru ile
bakar." hadîs-i şerîfini okudu. O kimse diyor ki:"Ondan bu sözü duyunca vermediğim
paranın, bir yılan olup vücûduma girmek üzere olduğunu hissettim. Yaptığıma çok pişman
olup, kendisinden özür diledim ve bir daha hatâ işlememeye ve tevekkül sâhibi olmaya kesin
karar verdim.
Talebelerinden biri şöyle anlatır:
Hocam ile birlikte yolculuğa çıkmıştık. Kâhlân denilen yere vardığımızda duhâ, kuşluk
namazı kılmak için mola verdik. Ben hâcet için tenhâ bir yere gittim. Abdestimi tâzeleyip geri
döndüğümde, hocamın yanında taze hurmalar gördüm. Hâlbuki yakınlarda hurma bahçesi
yoktu ve mevsim de hurma mevsimi değildi. Çok hayret edip, kendisinden bunun nasıl
olduğunu, nereden geldiğini suâl ettim. Tebessüm etti ve; "Hurmalardan ye! Fakat nereden
geldiğini sorma!" buyurdu.
Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf verâ sâhibi, Selef-i sâlihînin yoluna çok bağlı idi.
Bu yönden çok meşhurdu. Zühd sâhibi olup, dünyâya îtibâr etmezdi. Cömert ve kerem sâhibi
idi. Binlerce dinar para ve çeşitli nîmetlerden ihtiyâç sâhiplerine verirdi. Her hurma ağacını
dikerken yanında bir Yâsîn-i şerîf okurdu. Fidan dikilme işi tamamlandıktan sonra bir hatm-i
tehlil (70.000 kelime-i tevhîd) okuyarak sekiz oğluna ve altı kızına hediye ederdi. Onlar da bu
hediyenin sevâblarını ona bağışlarlardı. Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf on tane
mescid, oğulları ise üç tane mescid yaptırmışlardı. ayrıca bu mescidlerin devâm etmesi için
her mescide âit vakıflar bırakmıştı.
Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf'ın meclislerinde evliyâdan ve ricâl-i gayb denilen
zâtlar da hazır bulunurdu. Bu zâtlar arasında İmâm-ı Gazâlî, Abdülkâdir Geylânî gibi
büyükler de vardı. O büyüklerin rûhâniyetlerinden istifâde eden Abdurrahmân bin
Muhammed es-Sekkâf kutbiyyet makâmına yükselmişti.
Âlimler ve evliyâlar, hâllerini gizlemesi sebebiyle ona Sekkâf lakabını vermişlerdi. Çünkü o
insanları hâliyle, makâmıyla ve sözüyle üzmezdi. İlmiyle ve ameliyle insanlara karşı
büyüklenmezdi. Şöhretten şiddetle kaçınırdı. Hâlbuki o, zamânındaki evliyânın en yükseği
idi. Abdurrahmân es-Sekkâf sâdece Allahü teâlâdan rızâsını kazanmak için çırpınır; "Vallahi
kalbim Allahü teâlânın başka, evlâda, mala, âile fertlerine, Cennet'e ve Cehennem'e hiç iltifat
etmez. Allahü teâlânın rızâsına muvafık olmayan ne bir ev, ne bir mescid binâ ettim, ne de bir
hurma fidanı diktim." buyururdu.
Abdurrahmân es-Sekkâf insanlara karşı güzel huylu, tatlı dilli ve güler yüzlü davranırdı.
Kimseyi üzmemeye çok dikkat ederdi. Ancak ona zarar verenler veya onu üzenler başlarına
bir hâl gelip pişman olurlardı.
Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilen bir kimse vardı. Bu zât, Abdurrahmân es-Sekkâf hazretlerinin
hizmetçilerinden birini üzdü. O da, durumu efendisine arz edince, üzüldü. Tam bu sırada,
hizmetçiyi üzen kimse, hâfızasında ne varsa hepsinin silindiğini hissetti. Hemen sebebini
anladı ve gidip hizmetçiden özür diledi. Tövbe istigfâr ettiğini, bildirdi. Hizmetçi özrünü
kabûl edip, durumunu efendisine arz etti ve onu sevindirdi. O sırada özür dileyen kimse,
hâfızasının yerine geldiğini hissetti. Başına gelen bu hâl sebebiyle, o zâtın büyüklüğünü daha
iyi anladı.
Haramlardan ve şüphelilerden şiddetle kaçınır, harama düşmek tehlikesinden dolayı
mübâhların fazlasını bile terk ederdi. Malı varsa zekâtını, bahçesinden kalkan mahsüllerinin
uşrunu eksiksiz verir, fazlasını tasadduk ederdi. Etrafında hurma bahçeleri bulunan bir
bahçesi vardı.
Bir defâsında çocuklar, bu bahçeler arasında oynarlarken ateş yaktılar. Sonunda ateş
büyüyerek etrâfı sardı. Bahçelerdeki ağaçlar yanmaya başladı. Bütün ağaçlar bu yangında
yandıkları hâlde, mahsüllerinin uşrunu tam olarak verdiği için, bu zâtın bahçesine hiçbir şey
olmadı. Ağaçlardan biri bile zarar görmedi. İnsanlar hayret içinde kaldılar.
Tayy-i zaman ve tayy-i mekân sâhibi olan Abdurrahmân bin Muhamed es-Sekkâf her sene
hac mevsiminde memleketinde bulunuyordu. Fakat hacca gidenler onu, Hicaz'da hac
vazîfesini yaparken görürlerdi. Kendisine bu durumdan suâl edildiğinde; "İşte gördüğünüz
gibi, buradan ayrılmadım." diyerek bu kerâmetini setreder, gizlerdi. Yine Abdurrahmân
es-Sekkâf, Allahü teâlânın velî kullarına ihsân edip verdiği bir hâl ile bir anda başka başka
yerlerde, başka başka hâllerde görülürdü.
Bir defâsında, uzak bir yerden bâzı kimseler, Abdurrahmân hazretlerine misâfir olmuşlardı.
Onlara; "Falan gün sizin beldenizde şiddetli yağmur yağmış, çok sel olup, beldenizde bulunan
dere taşmış ve sel sizin beldede çok zarara sebeb olmuş." buyurdu. O kimseler bu habere
hayret ettiler. Memleketlerine döndüklerinde, Abdurrahmân bin Muhammed'in haber
verdiklerinin hepsinin doğru olduğunu, bildirdiği şeylerin aynen meydana geldiğini hayretle
gördüler. O zâtın bu hâlleri, kerâmet olarak anladığının ve kendilerine bildirdiğinin farkına
varıp daha çok şaştılar. Ona olan muhabbetleri daha çok arttı.
Fazîletler ve kerâmetler sâhibi olan Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretlerinin
duâları kabûl olurdu. Bir defâsında, fâsıklardan, açıkça günah işleyen kimselerden bir kısmı
yanına gelmişti. Kendisinden duâ istediler. O da hâzır olanlara sâlih ameller işlemek nasîb
olması için duâ etti. O fâsık kimseler tövbe edip, sâlih ameller işlemeye başladılar ve
tövbelerini bozmadılar.
Bir defâsında da çocuğu olmayan bir kadın, Abdurrahmân binMuhamed'e haber gönderip,
çocuklarının olmasını çok istediklerini, fakat olmadığını, bunun için kendisinden duâ istirhâm
ettiklerini bildirdi. O da duâ etti. Bundan sonra o kadın hâmile oldu ve çok güzel bir çocuğu
oldu.
İşlerinde, masraflarında çok isrâf eden bir topluluk vardı. Abdurrahmân bin Muhammed
bunlara duâ edince, tövbe ettiler. Hâlleri, yaşayışları gitgide güzelleşti.
Abdurrahmân binMuhammed es-Sekkâf hazretleri talebelerinin ve sevenlerinin imdâdına
yetişirdi. Talebelerinden birisi şöyle anlatır:
Bir yolculukta bulunuyordum. Issız yerlerden geçerken, yolumu kaybettim. Bir taraftan da
çok şiddetli susuzluk çekiyordum. Ne kadar aradıysam su bulamadım. Duâ edip, hocamdan
yardım istedim. Bu esnâda yanıma biri gelip, su verdi. O sudan kana kana içerek rahatladım.
Sonra, yola devâm ettim. Yolculuğum müddetince de su içmek ihtiyâcı hissetmedim.
Abdurrahmân es-Sekkâf'ı sevenlerden biri, bir yolda yalnız başına giderken, önüne yırtıcı bir
hayvan çıktı. Kendisine saldırmak üzere iken, yolcu sesinin çıktığı kadar bağırarak,
Abdurrahmân hazretlerinden yardım istedi. Bu sırada, kuvvetli ve heybetli bir kimse görünüp
hayvanı tuttu. Güçlü kuvvetli olduğundan hayvan, elinde zor hareket ediyordu. Bu sıkıntıdan
kurtulan kimse, hocasının yanına döndüğü zaman, henüz bir şey söylemeden, hocası; "Bir
sıkıntıda kalırsan, yine bizden yardım iste! Fakat o kadar şiddetle bağırmana lüzum yok.
Hafifçe söylesen, hattâ kalbinden bile geçirsen, Allahü teâlânın izni ile onu duyar ve
yardımına geliriz." buyurdu.
Talebelerinin ve onların âile fertlerinin giyim ve iâşelerini de düşünen Abdurrahmân bin
Muhammed es-Sekkâf hazretleri bir defâsında talebesi Abdurrahîm ile Şu'ayb'e bir parça
kumaş verdi ve; "Bu kumaştan çocuklarınıza üç tane elbise dikiniz." buyurdu. Şu'ayb terzi idi.
Kumaşı görünce; "Efendim, bu kumaştan çıksa çıksa iki elbise çıkar. Üç elbisenin çıkması
mümkün değildir." dedi. "Siz Besmele ile kesmeye başlayın. İnşâallah bu kumaştan üç elbise
çıkar." buyurdu. Dedikleri gibi üç elbise çıktı.
Abdurrahmân hazretlerinin hizmetçilerinden birisi huzurda, bir elbiseye ihtiyâcı olduğunu,
bunun için on beş dirhem lâzım geldiğini bildirdi. Hizmetçiye; "Falan yerde bulunan kesenin
içinde on beş dirhem olacak. Onu al! İhtiyâcın için kullan!" buyurdu. Hizmetçi, keseye
baktığını ve boş olduğunu bildirdi. Bunun üzerine; "Sen git bak! O kesede on beş dirhem
bulursun." buyurdu. Bildirilen yerdeki kesenin yanına tekrar giden hizmetçi, kesede on beş
dirhem bulunduğunu gördü ve alıp ihtiyâcına sarfetti.
Abdurrahmân es-Sekkâf'ın talebelerinden, Abdürrahîm bin Ali anlatır:
Hocam Abdurrahmân bin Muhammed bana bir mikdâr gümüş para vererek, mutfağın
ihtiyaçlarını almak üzere, vekil etmişti. Elimdeki para bitmek üzere iken, gidip; alacağımız
nevâle için, bu paranın yetmeyeceğini bildirdim.Biraz düşündü. "Hangi şeyler ihtiyaç ise, siz
onları almak üzere gidin. İnşâallah yeter." buyurdu. "Peki efedim" deyip gittim.
İhtiyaçlarımızı aldıktan sonra, paranın bir mikdârını artmış buldum ve bunun bir kerâmet
olduğunu anladım.
Başka pekçok kerâmetleri de görülen Abdurrahmân es-Sekkâf hazretleri, bir defâsında
bulunduğu Izz köyünden bir yolculuğa çıkacaktı. O sırada hanımı hâmile idi. Yola çıkacağı
zaman hanımına bir bez verdi ve dedi ki:"Ben yolda iken, belki bir oğlumuz doğabilir. Aynı
gün vefât edebilir. Eğer öyle olursa, bu bezi ona kefen yaparsınız." Hanımına bunları
söyledikten sonra yola çıktı. Hakîkaten, bir erkek çocuğu oldu. Bildirdikleri gibi, aynı gün
vefât etti. Bıraktığı bezi çocuğa kefen yaptılar.
Abdurrahmân bin Muhammed'in hurma ağaçlarından birisinin, boyu çok kısa ve dalları yere
yakın olduğundan, gece köpekler gelerek hurmaları yerdi. Bunun için hizmetçilerden birisi,
her gece o hurma ağacının yanında bekçilik yapar, köpeklerden korurdu. Bir gece
Abdurrahmân hazretleri hizmetçiye; "Sabaha kadar beklemenize ne lüzum var. Ağacın
etrâfında genişçe bir dâire çizin! Kendiniz de gidip istirahat edin!" buyurdu. Hizmetçi
bildirilen şekilde yaptı. Sabahleyin baktıklarında, çizginin dışında köpek izleri görüldü,
gerçekten içeri girememişlerdi.
#1):1)&)1&@"%!(&6"%C
Kardeşim Abdurrahmân ile hurmaların taksimi husûsunda aramızda bir husûmet meydana
gelmişti. Kendi kendime; "Onun benden üstün yanı nedir, o oruç tutuyorsa ben de tutuyorum,
o namaz kılıyorsa ben de kılıyorum. Babamız birdir. Benim misâfirlerim ise ondan çoktur."
dedim. Rüyâmda bir kişi bana gelerek; "Kardeşin hakkında böyle böyle söyledin mi?" dedi.
Ben de; "Evet söyledim." dedim. "Öyleyse benimle berâber gel." dedi. Birlikte kardeşim
Abdurrahmân'ın yanına gittik. Kardeşimin bedeninin nûr ile kaplı olduğunu ve uzuvlarının
üzerinde nûr ile "İhlâs" ve "Lâ ilâhe illallah Muhammedürresûlullah" yazılı olduğunu
gördüm. O kimse bana, bu makâma ulaştığın zaman böyle böyle konuş, eğer bundan sonra
ona inat edersen bu rüyâyı hatırla." dedi. Ben de ondan sonra kardeşim hakkında kötü
düşünmekten vazgeçtim.
0$/3")&5,:.,"%7
Bir defâsında, bâzı kimseler gemi ile bir yere gidiyorlardı. Yolcular arasında Abdurrahmân
hazretlerinin talebelerinden birkaç kişi de vardı. Bir ara, geminin tabanından bir yer delindi.
Ne yaptılarsa delinen yeri tıkayamadılar. Vazîfeliler çâresiz kalıp, geminin batmasından
korktular. Onlardaki bu telaşı görüp, vaziyeti anlayan talebeler, hocaları Abdurrahmân bin
Muhammed'den yardım istediler. O esnâda hocalarını gemide gördüler. Ayağını, gemiye su
giren yere koydu. Sonra bir şeyler ile o delik yeri kapadı. Su girmez oldu. Bu duruma yolcular
çok sevindi. Herkes rahatlamıştı. Abdurrahmân hazretleri, birden gözden kayboldu. O büyük
zâtın talebeleri hürmetine, diğerleri de kurtuldular ve yollarına devâm ettiler. Bu hâdiseyi
işitenlerden bâzıları, onun bu kerâmetini inkâr ettiler. "Böyle şey olmaz." dediler. Îtirâzcılar,
bir yolculuğa çıkmışlardı. Yollarını kaybettiler. Üç gün üç gece dolaştıkları hâlde yollarını
bulamadılar. Ellerinde bulunan yiyecek ve suları da bitmişti. Başlarına gelen bu sıkıntının, o
zâtın kerâmetini inkâr etmekten olduğunu anladılar. Îtirâzlarına tövbe ederek, bu sıkıntıdan
kurtulmaları hâlinde mallarından belli mikdârını o zâta vermeyi ve hizmetinde bulunmayı
adadılar. Tam bu sırada yanlarına, hiç tanımadıkları biri geldi. Bunlara tâze hurma ve su verdi
ve yolu târif edip gitti. O kimseler, hurmalarla karınlarını doyurdular ve sudan içtiler. Târif
edilen yere doğru gidince, yollarını kolayca buldular. Memleketlerine vardıkları zaman
adaklarını yerine getirdiler.
1) Χμιυ Κερμτ−ιλ−Εϖλιψ; χ.2, σ.58
2) El-Meşre-ur-Revî; c.2, s.141
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.228

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder