Bağış Yap
5 Mayıs 2013 Pazar
ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ
ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ;
Büyük İslâm âlimi ve evliyâ. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerinden. İsmi,
Abdülgafûr'dur. Hazret-i Hüseyin efendimizin soyundan olup, seyyiddir. Hâlidî, Müşâhidî ve
Bağdâdî nisbeleriyle bilinir. Doğum ve vefât târihleri bilinememektedir. Bağdad'da
yaşamıştır.
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başlayan Seyyid Abdülgafûr Efendi, zamânının usûlüne
göre aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Bilhassa fıkıh ilminde yüksek âlim oldu. Tasavvufa karşı
alâka duydu. İlk önce Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfesi Abdullah (Ubeydullah)
Hayderî'nin sohbetlerinde ve hizmetinde bulunup sülûk yâni tasavvuf yolculuğunda ilerledi.
Sonra Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin yüksek sohbetleriyle şereflenip hizmet ve huzûrunda
bulundu. Bu sırada tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin önde
gelen talebelerinden oldu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ilimdeki ve tasavvuftaki yüksek
derecesini görerek, kendisine hilâfet verdi. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp,
onların iki cihân saâdetine kavuşmalarını sağlamak husûsunda tam icâzet, diploma verdi.
Mevlânâ Hâlid hazretleri ona çok iltifatlarda bulunurdu. Hattâ bir gün mescidden çıktıktan
sonra Seyyid Abdülgafûr Hâlidî'yi oturur gördü. Yanına yaklaşarak Peygamber efendimize
olan sevgisinden dolayı elini tuttu ve öptü. Bundan sonra da şöyle buyurdu: "Kıyâmet
gününde ceddin ve deden Muhammed aleyhisselâmın Livâ-i Muhammediyyesinin altına beni
de sokmayı taahhüt edinceye kadar elini bırakmayacağım." O ise bu güzel sözlerin tesiri ile
bayılıp düştü. Üç saat kadar yerde kendinden habersiz kaldı.
Şeyh Abdullah (Ubeydullah) Hayderî'nin vefâtından sonra irşâd, insanlara hak ve hakikatı
anlatma vazîfesini Şeyh Muhammed el-Cedîd'in emrinde yürüttü.
Abdülgafûr Hâlidî Müşâhidî'nin evi Bağdad'da Hâlidiyye dergâhının batısında bulunuyordu.
Her gün yatsıya kadar dergâhta Allahü teâlânın ismini anmakla geçiren ve sohbetine gelen
kimselere hak yolu anlatan Abdülgafûr Hâlidî hazretleri, Şeyh Muhammed el-Cedîd
hazretlerine karşı hürmette kusûr etmezdi. Yatsıdan sonra Şeyh Muhammed el-Cedîd'den izin
isteyip; "Efendimiz! Fakirhâneye, evime gitmeye izin verir misiniz?" derdi. Şeyh Muhammed
Cedîd izin verirse evine gider, vermezse o geceyi dergâhta geçirirdi. Eğer izin verirse evine
gidip fecirden, tan yeri ağarmadan evvel yine dergâha gelirdi.
Abdülgafûr Hâlidî; "Şeyh Muhammed el-Cedîd, Efendimiz (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
hazretlerinin yerindedir." diyerek ona saygı duyardı. Şeyh Muhammed Cedîd de ona iltifatta
bulunarak saygıda kusûr etmezdi. Hattâ cumâ ve pazartesi günleri diğer müridlerle,
talebelerle husûsî görüşüp onlar için duâ ettikten sonra Abdülgafûr Hâlidî ile husûsî görüşür,
ona iltifatta bulunurdu. Biri diğerinin elini öper, birbirlerine karşı tevâzû ederler, birbirlerine
çok hürmette bulunurlardı.
Adamın biri Abdülgafûr Hâlidî'ye gelerek Bağdad vâlisi Dâvûd Paşaya bir işiyle ilgili olarak
yazı yazmasını istedi. Kendini müslümanların hizmetlerine vakfetmiş olan ve onların
ihtiyaçlarını yerine getirmeyi çok seven Abdülgafûr Hâlidî, bir yazı yazarak gönderdi ve
kendisine mürâcaat eden adamın işinin yapılmasını istedi. Yazıyı alan vâli o kimsenin işini
gördü. Daha sonra Şeyh Muhammed el-Cedîd bu durumdan haberdâr olunca, Abdülgafûr
Hâlidî'ye sitem etti. "Neden benden izinsiz yazı yazdınız? Bana neden haber vermediniz?"
dedi. Abdülgafûr Hâlidî ağlamaya başladı. "Aman efendim! Bir kusûr ettim. Tövbe olsun, af
buyurunuz." diyerek ellerinden öptü ve af diledi.
Abdülgafûr Hâlidî Müşâhidî ilim irfân sâhibi olmasının yanında birçok kerâmetleri
görülmüştü.
Bir gün Şeyh İbrâhim Fasîh Efendi ve Mevlânâ Hâlid hazretlerinin dergâhının hatîbi
Abdurrahmân Efendi, Seyyid Abdülgafûr Hâlidî hazretlerinin meclisine gittiler. Allahü
teâlânın ismi zikr edilip, ibâdet edildikten sonra açık olarak duâ edilmeye başlandı.
Abdülgafûr Hâlidî, Nakşibendiyye yolu büyüklerinin isimlerini saydıktan sonra,
Hâlidiyye'den olan zâtların da isimlerini saydı. Fakat Abdullah (Ubeydullah) Hayderî'nin
ismini söylemedi. Hatîb Abdurrahmân Efendinin kalbinden; "Ne acâyib şey, Abdülgafûr
Hâlidî hazretleri ilk olarak terbiyesinde ve sohbetinde yetiştiği Abdullah (Ubeydullah)
Hayderî'nin ismini zikr etmesin!" diye geçti. Kalb gözü açık olan Abdülgafûr Hâlidî hazretleri
bu sırada; isim silsilesini sayarak; "Efendimiz, Allahü teâlâyı tanıyan ârif, velî ve mürşid
Seyyid Abdullah (Ubeydullah) Hayderî şeyhimin de ruhuna..." deyince, Hatîb Abdurrahmân
Efendi elinde olmadan Abdülgafûr Hâlidî hazretlerinin ayaklarına kapandı. Meclisten
ayrıldıktan sonra İbrâhim Fasîh Efendi Hatîb Abdurrahmân Efendiye, Abdülgafûr Hâlidî'nin
ayaklarına neden kapandığını sordu. Hatîb Abdurrahmân Efendi; "Şerefli silsilede Şeyh
Ubeydullah Hayderî'yi neden zikr etmez diye gönlümden geçmişti. Tam bu sırada Abdülgafûr
Hâlidî'nin o mübârek zâtın ismini de söylediğini işitince, şuursuz olarak ayaklarına kapandım.
Gaflet içinde olduğumu anladım ve Abdülgafûr Hâlidî hazretlerinin büyüklüğünü anladım."
dedi.
Şeyh İbrâhim Fasîh şöyle anlatır:
Allahü teâlâya hamd olsun ki, Seyyid Abdülgafûr Hâlidî hazretlerinin hizmetinde bulundum.
Mübârek nazarlarıyla şereflendim. Âlim, fazîlet sâhibi, olgun bir velî ve mürşid olan
şeyhimiz Ahmed Eğribozî ile Bağdad'da Mevlânâ Hâlid hazretleriyle ve halîfeleriyle
karşılaşıp sohbetleriyle şereflendim. Hattâ küçük ve hasta olduğumdan amcam beni alıp
Abdülgafûr Hâlidî'nin hatm-i şerîflerine götürürdü. Onun duâsı ve mübârek nazarlarıyla
hastalıktan kurtuldum. Onun vefâtından sonra da pekçok hayırlara kavuştum. Nitekim
Bağdad vâlisi Muhammed Necîb Paşa Âlûsî'yi fetvâ işleriyle ilgili vazîfeden alınca, Âlûsî,
Hâlidiyye yoluna îtirâz etmek ve Mevlânâ Hâlid'in halîfelerini kötülemek için bir risâle yazdı.
Çünkü o vâli Mevlânâ Hâlid hazretlerinden istifâde ve ona intisâb etmiş, hattâ Bağdad'daki
eski Hâlidiyye dergâhını yıktırıp yerine daha güzelini yaptırmıştı. Tarîkat-ı Âliyyeye çok fazla
sevgisi olduğundan Paşa'yı tâciz etmek ve üzmek için, söz konusu olan Âlûsî böyle tehlikeli
bir işe girmişti. O esnâda Âlûsî'nin yazdığı risâleyi reddetmek için bir kitap yazdım. Bütün
halîfeler ve diğer âlimler onu pek beğendiler. Hattâ bir gece rüyâmda Mevlânâ Hâlid
hazretlerini gördüm. Şeyh Abdülgafûr Hâlidî de yanında ayakta duruyordu. Hemen gelip
Mevlânâ Hâlid hazretlerinin ayaklarına kapanıp, öptüm. Mübârek ellerini başıma ve arkama
koyup; "Ne güzel iş yaptın İbrâhim." buyurdular. Sabah olunca bu rüyâyı kardeşlerimize
haber verdim. Hepsi gördüğüm rüyâdan dolayı beni tebrik ettiler.
Âlûsî'nin o kitabı yazmasının sebebi, Hâlidiyye halîfeleri hakkındaki sû-i zannı yâni kötü
düşüncesi idi. Adı geçen vâlinin kendisini Hâlidiyye halîfelerinin işâretiyle fetvâ vazîfesinden
aldığını zannediyordu. Oysa durum öyle değildi. Nitekim zannın çoğu yalandır. Enteresan bir
hâdise olarak hitâbetiyle meşhûr olan Âlûsî, İstanbul'dan geldikten sonra dili tutuldu ve o
şekilde vefât etti.
#$%&;1)4&;$#$888
Şeyh İbrâhim Fasîh Efendi bir gün Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin dergâhında
yüksek bir yerde duruyordu. Seyyid Abdülgafûr Hâlidî hazretlerinin dergâhın yüksek olan
yerine çıkmak istediğini düşünerek kendi kendine; "Ben bu genç hâlimde buraya
çıkamıyorum. Nerede kaldı ki bu kadar ihtiyâr bir zat buraya çıkacak!" dedi. Bir de baktı
ki, Abdülgafûr Hâlidî on beş yaşındaki bir genç gibi yüksek yere çıkıp geldi. Sonra da
şöyle buyurdu: "Ey İbrâhim! Sen benim buraya çıkamayacağımı mı zannediyordun?"
Onun yüksek hâl ve kerâmet sâhibi olduğunu anlayan Şeyh İbrâhim Fasîh hemen
Abdülgafûr Hâlidî'nin ellerine kapanarak öptü. O da Şeyh İbrâhim Fasîh'in başını ve sırtını
şefkatle okşadı.)
1) Mecd-i Tâlîd Tercümesi; s.94
2) Şems-üş-Şümûs Tercümesi
3) Hadâik-ul-Verdiyye; s.260
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder