Bağış Yap

Amount :
Other : USD

7 Mayıs 2013 Salı

ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ


ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ;
Hindistan velîlerinden, Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Abdülhakîm bin Şemseddîn
el-Hindî es-Siyalkûtî'dir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1657 (H.1067) senesi Rabî'ül-evvel
ayının on ikinci günü, Hindistan'ın Siyalkût şehrinde vefât etti.
Abdülhakîm-i Siyalkûtî, Hindistan'ın büyük âlimlerinden olup bütün ilimlerde imâm idi.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri ile Mevlânâ Kemâleddîn-i Kişmîrî'nin derslerinde bulundu. Fıkıh,
kelâm ve daha birçok naklî ilimlerde yüksek derecelere kavuştu. Beldesinin din ilimlerinde
müşkili olanların tercümanı oldu. İnsanları durmadan Hakk'a davet ederdi. İslâm dînini
sultanlara, emirlere açıkça tebliğ etmekten hiç çekinmezdi. Hind sultânı Harem Şah Cihân
zamânında, âlimlerin reisi oldu. Sultan onun reyi ve fetvâsına başvurmadan hiç bir konuda
karar vermezdi. Her ilimde mütehassıs ve zamânın bir tânesiydi. İlim tahsiline gençliğindeki
gibi yaşlılığında da devâm etti ve hiç ara vermedi.
Abdülhakîm-i Siyalkûtî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini talebeliğinden beri tanır ve severdi.
Fakat ona bağlanıp, talebesi olmamıştı. Bir gece rüyâsında İmâm-ı Rabbânî'nin kendisine;
"Ey Resûlüm! Sen, Allah de! Sonra onları kendi oyunlarına bırak!"(En'am sûresi:91)
meâlindeki âyeti kerîmeyi okuduğunu gördü. O anda kalbi zikretmeye başladı. Uzun zaman
böyle zikrederek, ilâhî nîmetlere kavuştu. "Ben Ahmed'in (yâni İmâm-ı Rabbânî'nin)
üveysisiyim. Yâni onun rûhâniyeti beni terbiye ediyor." derdi. Kısa bir süre sonra İmâm-ı
Rabbânî'nin huzûruna gidip, onun yoluna bağlandı. Hakikî ve ihlâs sâhibi talebelerinden oldu.
Abdülhakîm-i Siyalkûtî çeşitli ilim dalında eserler yazdı. Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1)
Hâşiyetün alâ Tefsîr-ül-Beydavî, 2) Hâşiyetün alâ Şerh-ül-Akâid-ül-Nesefiyye
lis-Sa'd-it-Teftâzânî: Siyalkûtî Haşiyesi olarak da bilinir, 3) Haşiyetün alâ Hâşiyet-i
Abdul Gafûr el-Lârî Alel-Fevâid-id-Diyâiyye fin-Nahvi, 4) Hâşiyetün alâ
Şerh-iş-Şemsiyye lil-Gelenbevî fil Mantık, 5) Zâd-ül-Lebîb, 6) Mutavvel Hâşiyesi, 7)
Ed-Dürret-üs-Semine fi İsbât-il-Vacib-i teâlâ.
Bir sohbet esnâsında Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretlerine talebelerinden biri kabir ziyâreti
hakkında bir soru sorunca buyurdu ki:
Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. "Ölü yardım yapamaz." diyenlerin,
ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının
kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta yapmaktadır. Yâ Rabbî!
Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun hâtırı ve hürmeti için bana da ver
demektedir. Yâhut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek; "Ey Allahın
velîsi, bana şefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol."
demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız
vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle
söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah'tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ
istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek dînimizde yasak
edilmemiştir. Hattâ müstehâb olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna
inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır.
Evet, evliyânın bir kısmı öldükten sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i ilâhîde her şeyi
unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz. Duâları duymazlar. Bir şeye
vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur.
Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez.
Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır.
Evet bir câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, velî yaratır, yapar
derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da vermelidir. Fakat bunu
ileri sürerek, İslâm âlimlerine, âriflere dil uzatılmaz. Çünkü, Resûlullah efendimiz kabir
ziyâret ederken, mevtâya selâm verirdi. Mevtâdan bir şey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyâret
edenin ve ziyâret olunanın hâllerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardım istenir.
Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her müslüman bilir ve inanır.
3>D1::$:G$&1,@G$&<2)=
Abdülhakîm-i Siyalkûtî, sınıf arkadaşı İmâm-ı Rabbânî hazretlerine çok tâzim ve hürmet
ederdi. Ona yazdığı mektuplarında Müceddid-i Elf-i Sânî diye hitâb ederdi. Ona bu ismi ilk
önce söyleyenlerdendir. Onu inkâr edenlerle mücâdelesi çoktu. İnkâr edenlere karşı;
"Büyüklerin sözlerine, maksadlarını anlamadan îtirâz etmek câhilliktir. Böylelerin sonu
felâkettir. İlim ve feyz kaynağı, irfan menbaı, Üstad Ahmed'in sözlerini reddetmek,
bilmemezlik ve anlamamazlıktandır." buyururdu.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden Muhammed Hâşim-i Kışmî, bir gün kalbinden;
"Eğer Allahü teâlâ, bu asrın âlimlerinin en büyüklerinden birine, hazret-i İmâm'ın (yâni
İmâm-ı Rabbânî'nin) Müceddid-i Elf-i Sânî, yani ikinci bin yılının kuvvetlendiricisi olduğunu
bildirse, bu mânâ tamâmen kuvvetlenirdi." diye geçirdi ve bu düşünce ile İmâm-ı
Rabbânî'nin huzûruna gitti. İmâm-ı Rabbânî talebesi Muhammed Hâşim-i Kışmî'ye
dönerek; "Birçok kıymetli kitaplar yazan aklî ve naklî ilimlerde Hindistan'da bir eşi
bulunmayan Abdülhakîm-i Siyalkûtî'den mektup aldım. Mektuplarının bir yerinde bu fakiri
methedip Müceddid-i Elf-i Sânî diye yazıyor." buyurdu.
1) Hülâsat-ül-Eser (Muhıbbî); c.2, s.318
2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.5, s.95
3) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.318
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.408,972,1026
5) Eshâb-ı Kirâm; s.154,293
6) Hadarât-ül-Kuds; s.189
7) Umdet-ül-Makâmât s.160
8) Brockelmann; Gal-2 s.417, Sup-2 s.613

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder