Bağış Yap
20 Mayıs 2013 Pazartesi
ÂDEM-İ BENNÛRÎ
ÂDEM-İ BENNÛRÎ;
Hindistan'ın büyük velîlerinden. İsmi Âdem-i Bennûrî olup, seyyiddir. Aslen Reveh
beldesindendir. Büyük annesi Afganistanlıdır. Bir vesîle ile Serhend'in kasabası olan Bennûr'a
gelip yerleşmişlerdi. Doğum târihi bilinmemektedir.
Âdem-i Bennûrî'nin muhterem vâlidesi, bu yüksek oğluna hâmile iken rüyâsında, bâzı nûrânî
zâtların, hikmet dolu bir kandili yakıp evin tavanına astıklarını ve bu kandilden etrâfa nûr
yayıldığını gördü. Bu rüyâsını zevcine anlattığında; "İnşâallah senden nûrânî bir çocuk
dünyâya gelecektir." dedi.
Âdem-i Bennûrî önceleri İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin halîfelerinden olan Hâce Hıdır'dan
feyz aldı. Yüksek hâller hâsıl oldu. Bu hâllerini Hâce hazretlerine arzetti. O da buyurdu ki:
"Bundan başkası bende yoktur. Senin bundan sonraki yetişmen, ilerlemen, İmâm-ı Rabbânî
hazretlerine havâle olundu. Şimdi onun huzûruna gidiniz."
Âdem-i Bennûrî, Hâce Hıdır'ın işâreti ile İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzurlarına kavuştu.
Önceden hâsıl olan hâllerini, tasavvuf yolunda elde ettiklerini arzetti. Hazret-i İmâm; "Bunlar
başlangıç hâlleridir. Kemâle erişmek daha nerede?.." buyurdu.
İmâm hazretleri böyle buyurunca hatırından; "Her hâlde beni teşvik için böyle söylüyorlar.
Yoksa bundan ziyâde hangi kemâl mertebesi olacak?" diye geçti. O yüce İmâm'a karşı îtikâdı
tam olduğu için hizmetinde bulunmaya devâm etti. Az zaman sonra onda hâsıl olanların,
hazret-i İmâm'ın huzur ve sohbetinde kalbine akıtılanlara nisbetle, başlangıç hâlleri bile
sayılamadığını anladı.
Hazret-i İmâm-ı Rabbânî'nin yüksek huzur ve sohbetlerinde yetişen Âdem-i Bennûrî, çok
faydalara, yüksek hâllere, yüce makâm ve mertebelere kavuştu. İstîdâdının yüksekliği, fıtrat
ve yaradılışının temizliği ile yüksek mürşidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kuvvetli tasarrufu,
çok teveccühleri sâyesinde birkaç ay gibi kısa bir müddette, eşsiz derecelere ulaştı. İmâm-ı
Rabbânî, Âdem-i Bennûrî'yi husûsî odalarına çağırarak; icâzet verip, insanlara doğru yolu
göstermek vazîfesi ile Bennûr'a gönderdi.
İcâzet almakla şereflendikten sonra Bennûr'a gitti. Fakat kendini irşâda, yâni insanlara doğru
yolu gösterme vazîfesine hiç lâyık görmüyordu. Sırf hocasının emirlerine uymak için birkaç
kişiye Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Ama kalbi irşâd vazîfesinde ve
makâmında bulunmaktan hoşlanmıyordu. Bir süre sonra yine, hazret-i İmâm'ın sohbetine
gitmekle şereflendi. Aynadan parlak olan mübârek kalpleriyle, onun bu işten hoşlanmadığını
ve pek gayret göstermediğini bildiler ve; "Allahü teâlâ sizden; irşâd ve hidâyet kudretin
olduğu hâlde, niçin kendini bu işten muaf tuttun? diye soracak." buyurdu. Hazret-i İmâm
bunu kuvvet ve kesinlikle söyleyince, çâresiz bütün gayretini bu işe verdi.
Âdem-i Bennûrî, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, bid'atleri yok etmeye,
tam istikâmet sâhibi olmaya çalıştı.
Fakirle zengini, darda olan ile rahatlıkta olanı, hizmetçi ile efendiyi, oğlu ile talebesini bir
tutup, hepsine ikrâmda bulunmak onun güzel ahlâkından idi. Yemeğin, gönül huzûru, tam bir
temizlik ve abdest ile pişirilmesini buyurur ve eşit olarak dağıtılmasına ihtimâm gösterirdi.
Meclisinde; riyânın, iki yüzlülüğün ve yapmacıklığın yeri yoktu. Emr-i ma'rûf ve nehy-i
münker onun en güzel huyu idi. Bilhassa dünyâyı sevenlere, dünyâya düşkün olanlara, o
kadar hakîmâne ve edîbâne olarak, öyle güzel ve tesirli sözler söylerdi ki, başkaları kolay
kolay öyle sözler söyleyemezdi. Bu faydalı sözleri karşısında hiçkimse ona kırılmazdı. Sözü
kime ve ne için ise, tesirli olur, Allahü tealânın izniyle tesiri, o anda görülür ve o kimse tövbe
etmekle şereflenirdi. Konuştuğu zaman bütün sözleri ya iyiliği emir şeklinde, veya ilim ve
mârifet olurdu. Böyle olmayan sözler pek az duyulurdu. Görünüşte ilgisiz gibi olan sözler
söylediği zannedilse bile onun da altında mutlaka bir nasîhat ve bir hikmet bulunurdu. Onun
sohbeti insanları kötü sıfatlardan, fenâ ahlâktan ve alçak dünyâyı sevmek ve ona düşkün
olmaktan temizlerdi.
Seyyid Âdem-i Bennûrî, zamânında yeryüzünün en meşhûr en büyük mürşidlerinden, hidâyet
rehberlerinden idi. Talebelerinin sayısı yüzbinden çoktu. Her tarafta büyük kabûl gördü.
Dünyânın her tarafından grup grup insanlar, aradaki mesâfenin uzaklığı ve yol meşakkatine
aldırmaksızın huzûruna gelirler, sohbetinde bulunmak şerefine kavuşmağa can atarlardı. Bu
sebeple dergâhı, devamlı kalabalık olurdu.
Herkese yardımcı olmaya çalışırdı. Kendisine gelen ihtiyaç sâhibi bir kimseyi boş çevirmez,
yapabildiği nisbette yardımcı olur, o kimsenin işini hâllederdi. Başkalarına yardımcı olmaya
çalışırken başına bâzı sıkıntılar gelse, onlara sabreder, şikâyette bulunmazdı.
Âdem-i Bennûrî, kimi talebeliğe kabul etse, bîat etme yâni teslim olma ânında onu fenâ-i kalb
yâni evliyâlığın en yüksek makâmına ulaştırırdı. Bir gün huzûruna bir fâsık kimse gelip, bîat
etmek, yoluna girmek istedi. Âdem-i Bennûrî ona; "Önce Resûlullah efendimizin dîni üzere
bulun, emirlerini yap, yasaklardan kaçın. Sonra yanımıza gel" buyurdu. O kimse kalbi kırık
şekilde yanından ayrıldı. O zaman Âdem-i Bennûrî'ye; "Ne iş yaptın biliyor musun? Bizi
isteyeni kapından kovdun." diye ilâhî bir ses geldi. Talebelerinden birini hemen arkasından
gönderip, adamı dergâha çağırdı fakat adam gelmedi. İkinci defa bir başka talebesini
gönderdi. Adam yine gelmeyince halîfelerinden birini arkasından göndererek; "Kulağına
benim tarafımdan Allah mübârek lafzını söyle." dedi. Halîfe giderek; "Bir dakika sana bir şey
söyleyeceğim." deyince adam durdu. Adamın kulağına; "Allah." dedi. O zât bu şerefli ismi
duymakla, fenâ-i kalb makâmına ulaştı.
1643 (H.1053) senesinde talebelerinden birinin bir işi için Lâhor'a gitti. Yanında
Afganlılardan ve başkalarından onu seven kalabalık bir cemâat vardı. Bazıları onun gelişini
zamânın sultânına yanlış haber verdiler. Hattâ öyle sözler söylediler ki, bu sözlerden mübârek
hâtırı incinip, işini çabuk hâlledip bitirdi ve Lâhor'dan ayrıldı. Zâten eskiden beri, Peygamber
efendimizin ve Beytullah'ın aşkıyla yanmakta idi. Lâhor'dan ayrıldıktan sonra memleketi olan
Bennûr'a döndü ve oradan Harameyn-i şerîfeyne, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i
münevvereye doğru yola çıktı.
Öyle bir aşk, muhabbet ve edebe sâhipti ki, hacdan sonra, Mescid-i Kubâ'dan Mescid-i
Nebevî'ye kadar olan yolu, her adımda iki rekat namaz kılarak gitti.
Medîne-i münevvereye gidince, Kabr-i Nebevî'yi ziyâretinde, Peygamber efendimiz onun
selâmını aldı ve pek az kimseye nasîb olan müsâfeha etmek şerefine kavuştu.
Ziyâretten sonra, memleketine dönmek üzere ayrılmak istediği zaman, Resûlullah
efendimizden saâdet müjdesi aldı. Kendisine hitâben; "Ey oğlum! Sen benim yanımda kal!"
buyuruldu. Bunun üzerine orada kaldı ve 1644 (H.1054) senesinde; Medîne-i münevverede,
çok sevdiği, hiç unutmayıp her an zikrettiği Rabbine, yüksek ceddi olan Resûlullah
efendimize ve diğer sevdiklerine kavuştu. Emîr-ül-mü'minîn hazret-i Osmân-ı Zinnûreyn'in
kabrine çok yakın bir yerde defnolundu. Öyle ki, hazret-i Osman'ın türbesinin gölgesi Seyyid
Âdem-i Bennûrî'nin kabrinin üzerine gelirdi.
Seyyid Âdem-i Bennûrî, daha ilk teveccühde, talebeyi fenâ-i kalb makâmına ve nisbet-i
müceddidiyyeye ulaştırırdı. Allahü teâlâ tarafından ona, müceddidiyyede husûsî bir tarz ve
yol ihsân edildi. Bu yola, "Ahseniyye" denilmektedir. Bu kendi yolu ile insanları Allahü
teâlâya yaklaştırıyordu. Bu hâli, İmâm-ı Rabbânî hazretleri çok önceleri, şu sözleri ile işâret
etmişlerdi: "Size bizden istifâde ettiğinizden daha çoğu gaybî olarak verilecektir. Sizin
yolunuza giren mağfiret olunmuştur. Kıyâmette size yeşil bir sancak verilir. Size tevessül
edenler, yolunuzda gidenler, sizi tâkib edenler kıyâmet gününde o sancağın altında râhat ve
gölgede olurlar."
Seyyid Âdem-i Bennûrî hazretleri, Allahü teâlânın dînine, insanların saâdete, kavuşmalarına
çok hizmet etti. Dört yüz binden ziyâde kimse onun elinde tövbe edip hidâyete kavuştu.
Birçok eser yazdı. Bunlardan Gülzâr-ı Esrâr-ı Sûfiye adlı eseri basılmıştır. Mektupları ve
sözlerinin toplandığı Netâic-ül-Haremeyn adlı yazma eser Pakistan'ın Peşaver
Kütüphânesindedir.
1) Hadarât-ül-Kuds; s.383
2) Tezkire-i İmâm-ı Rabbânî; s.323
3) Persian Literatura; c.2, s.991
4) Hazinet-ül-Asfiyâ; c.1, s.630
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.153
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder