Bağış Yap
22 Mayıs 2013 Çarşamba
AHÎ EVRAN
AHÎ EVRAN;
Büyük velîlerden. Kelam, tefsîr, tasavvuf ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi, tabib. Anadolu'daki
Ahîlik esnaf teşkilâtının kurucusu. Asıl ismi Mahmûd bin Ahmed'dir. Herkesin korkup
kaçtığı evran denen büyük bir yılanın onu görünce sakinleşmesi ve itâat etmesi dolayısıyla
"Evran" diye anılmıştır.
1171 (H.567) yılında İran'da Batı Âzerbaycan taraflarındaki Hoy kasabasında dünyâya geldi.
İmâm-ı Fahrüddîn Râzî'den çeşitli ilim dallarında dersler aldı. Ahmed Yesevî hazretlerinin
talebelerinin ders ve sohbetlerine devâm ederek tasavvuf yolunda ilerledi. Büyük İslâm âlimi
Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. Hac yolunda Evhadüddîn Hâmid
Kirmânî ile tanışıp, onun talebelerinden oldu. Evhadüddîn Kirmânî'nin vefâtına kadar da
yanından ayrılmadı. Konya'daki Anadolu Selçuklu Devleti idârecileri arasında büyük nüfûz
sâhibi olup, Bağdat'a elçi gönderilmiş olan Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin babası,
Mecdüddîn İshak'ın dâveti üzerine, Muhyiddîn ibni Arabî ve hocası Evhadüddîn'le birlikte
Anadolu'ya geldi. Hocasının kızı Fâtıma Bacı ile evlendi. Yazmış olduğu pek kıymetli
eserlerinden Mürşid-ül-Kifâye ve Yezdân-Şinaht adlı kitaplarını Sultan Alâeddîn Keykûbâd'a
takdim etti.
Bundan sonra kayınpederi Evhadüddîn'le Anadolu şehirlerini dolaştı. Esnafa bilhassa
İslâmiyetin alış-veriş bilgileri hakkında vaazlar verdi. Nasîhatlar etti. Kendisine sual sorup
nasîhat isteyenlere:
"Ey Ahî (Kardeşim)! Alış veriş ilmini bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz. Haram lokma
yiyen ise ibâdetlerinin sevâbını bulamaz. Zahmetleri hep boşa gider. Sonunda büyük azaba
yakalanır ve pişman olur." buyururdu.
Ahî Evran ayrıca gittiği yerlerde esnafı bir çatı altında toplayıp teşkîlâtlandırıyordu. Böylece
Anadolu şehirlerinde Ahi teşkilatlarının kurucusu oldu. Hocası Evhadüddîn'in vefâtından
sonra Kayseri'ye yerleşen AhiEvran bütün Anadolu ahilerinin şeyhi kabul edildi.
Ahî teşkilâtına girebilmek için ilim ve sanatla meşgûl olmak lazımdı. Ahî Evran'ın etrafında
ve her şehirde bulunan ahîler her cumâ gecesi aralarında toplanırlar. Kur'ân-ı kerîm, hadîs ve
fıkıh kitapları, menkıbeler okurlar ve ahlâk konularında sohbet ederlerdi.
Ahî Evran hazretleri Kayseri'ye yerleştikten sonra debbâğlık yapmaya ve elinin emeği ile
geçimini temin etmeye başladı. Bu arada halkı irşâd etmeye, bilgi ile yetiştirmeye çok önem
verirdi. Yetiştirdiği talebeleri Anadolu'nun dört bir tarafına gönderirdi. Bu talebeler onun
emriyle gittikleri yerlerde zâviye kurup irşâd halkasını genişletmeye çalışırlardı. Böylece
zamanla sevenleri yüz binlere ulaştı.
Bu sırada Doğudan Batıya bütün Türk alemi Moğol tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Moğollar
geçtikleri her yerde kan, gözyaşı ve parçalanmış cesetler bırakıp, beldeleri ve hâneleri virân
ediyorlardı.
Yaklaşan bu büyük tehlikeye karşı Ahî Evran hazretleri halkı uyandırmaya ve sevenlerini
karşı koymaya çağırdı. Onlara şöyle nasihatlarda bulundu:
"Ey Ahîler! Mücâhitler, yiğit, arslan yürekli olur. Düşmandan korkmaz, kaçmaz ve ona boyun
eğmez. Yağmada kurt gibi saldırsalar hiç sarsılmaz. Atılan oklara ve kılıç darbelerine
metânetle karşı koyar. Savaşırken safta, namazdaki gibi sessiz olup, komutanına itâatte
cemâatin imâma uyması gibidir. Düşmanına karşı haykırışı gök gürültüsü gibi olmalıdır.
Düşmandan korkmayın, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyamamaktan korkun. Vatan
sevgisinin îmândan olduğunu unutmayın!"
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet edip, takdirine râzı olan ve hocalarına itâat eden bu
mübarek insanlar sürüler halinde Anadolu'ya akan Moğol putperestlerine karşı kahramanca
mücâdele ettiler. Onların zulüm ve katliamlarından yılmadılar. Anadolu'yu bir şefkat diyarı
haline getirdiler.
Ahî Evran hazretleri Anadolu'nun bu karışıklık zamânında Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı
meydana gelen bir hâdise bahânesiyle iftirâya uğradı ve tutuklanıp hapsedildi. Beş sene
hapiste kaldı.
Beş yıllık tutukluluk süresini bitirdikten sonra Denizli'ye gitti. Bir müddet sonra Sadreddîn-i
Konevî hazretlerinin isteği üzerine, diğer ulemâ ile birlikte Konya'ya döndü. Konya'da bir
müddet ikamet edip, müslümanları irşâd ile meşgûl olup, vâz ve nasîhatta bulundu.
Daha sonra, Kırşehir'e (Gülşehir'e) yerleşti. Menâhic-i Seyfî adlı Şâfiî mezhebi ilmihâl
bilgilerine dâir eserini, Kırşehir emîri Seyfeddîn Tuğrul'a takdim etti. Vâzlarındaki sâdelik,
herkesin anlayabileceği şekilde meseleleri îzah ederek yazdığı kitaplar, kendisinde görülen
kerâmetler, ahlâkının güzelliği, dünyâ malına ehemmiyet vermeyip, yalnız Allahü teâlânın
rızâsı için çalışması, herkesin sevgisini kazanmasına vesîle oldu. Çevresinde pek çok kimse
toplandı. İslâmiyete yaptığı hizmetler dolayısı ile Nâsırüddîn lakabını aldı. Doksan üç
yaşlarında iken onun nüfûzundan ve sevenlerinin çokluğundan korkan ve Moğolların
baskısına dayanamayan Kırşehir emiri Nûreddîn Caca tarafından 1262 (H.660) yılında
Kırşehir'de şehîd edildi.
Talebeleri Ahî Evran hazretlerinin yolunu devam ettirdiler. Bu arada Ahî Evran'ın hanımı
Fâtıma Bacı'nın yetiştirdiği bacılar da elde ettikleri mümtâz İslâm kültürünü, bacıdan bacıya
naklettiler. Söğüt civârında, Bizans hududunda gelişmeye başlayan Osmanlı Beyliği emrine
koşuşan ahîlerden bir kısmı, uçlara yerleşip tekkeler ve zâviyeler kurdular. Bir ahî şeyhi olan,
Şeyh Üdebâli ile Osman Bey arasında akrabâlık tesis edildi. Doğudan gelerek Osmanlılara
katılan Türkmenleri terbiye ettiler, yetiştirdiler. Onlara İslâmî bilgileri öğretip, gazâ rûhunu
aşıladılar. FâtımaBacı'nın yetiştirdiği bacıların meydana getirdiği Baciyân grubu da yeni
gelenlerin kadınlarına İslâmiyeti öğreterek, dîn-i İslâmı hakkıyla yaşamaları için gayret ettiler.
Üç kıtada altı asır at oynatacak istikbâlin Osmanlı neslinin temelini kurmakta, onlara
yardımcı oldular. Osmanlılar da onların kadr-ü kıymetini devamlı şekilde takdir ettiler.
Onlara hürmet gösterip vatandaşlarının onlar tarafından yetiştirilmesini kolaylaştırdılar.
"*=&&)"<(,&&5,3",(:(%
İslâm âleminde daha önce de mevcut bulunan, cömertlik, mertlik, mürüvvet mânâlarına gelen
ve güzel ahlâkın en yüksek mertebesi şeklinde bilinen fütüvvet teşkilâtı ile Ahî Evran'ın
nasihatlarından Ahîlik teşkilâtının umdeleri, şartları, ortaya çıktı.
"Ahî ve şeyh helâlinden kazanmalıdır. Teşkilât mensuplarının hepsi sanat sâhibi olmalıdır.
Cömert olup yoksullara yardım etmelidir. Âlimleri sevmeli, gereken hürmeti göstermelidir.
Namazlarını zamânında kılmalı, kazâya bırakmamalıdır. Alçak gönüllü olmalı, fakirleri
sevmelidir. Nefsine hâkim olup, haramlardan kaçınmalıdır. Beylerin, zenginlerin kapısına
gitmemelidir."
Bir Ahînin üç şeyi açık olmalıdır:
1) Cömert olup eli açık olmalı, fakat isrâf etmemelidir. 2) Misâfire kapısı açık olmalı, gelene
ikrâmda kusûr etmemelidir. 3) Sofrası açık olmalı, aç geleni tok döndürmelidir.
Üç şeyi de kapalı olmalıdır:
1) Gözü; harama ve başkasının ayıbını görmeye kapalı olmalıdır. Kimseye sû-i zan etmemeli,
yabancı kadına, kıza ve başkasının bakması haram olan yerlerine bakmamalıdır. 2) Dili bağlı
olmalı, kimseye kötü söylememeli, lüzumsuz yere konuşmamalıdır. 3) Beli bağlı olmalı,
kimsenin nâmusuna, ırzına, haysiyet ve şerefine göz dikmemelidir.
1) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.69
2) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi; s.33
3) Rihle-i İbn-i Battuta; s.285
4) Rehber Ansiklopedisi; c.1, s.115
5) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c.1, s.201
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder