Bağış Yap
31 Mayıs 2013 Cuma
AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ
AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ;
Meşhûr velîlerden. İsmi Ahmed bin Ebü'l-Havârî, künyesi Ebü'l-Hasan'dır. Aslen Kûfeli olup,
780 (H.164)'de doğdu. Şam'da yaşadı. 844 (H.230) senesinde vefât etti. Otuz sene ilim tahsili
yaptı. Ebû Süleymân Dârânî'nin talebesidir. Zamânının âlimlerinden Süfyân bin Uyeyne,
Mervân bin Muâviye, Fizârî, Saîd bin Yezid, Ebû Abdullah en-Nibâcî, Ebû Bekr bin Ayyaş
ve Ahmed bin Âsım Antâkî'nin sohbetlerinde bulundu. Her birinden ilim ve edeb öğrendi.
Ayrıca devrinin meşhûr âlimi ve Hanbelî mezhebinin imâmı Ahmed bin Hanbel ile görüşüp,
sohbet etti.
Tasavvuf ilminin ve hâllerinin her konusunda kıymetli ve güzel sözler söylemiştir. Ayrıca
hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Zamânında bir mesele olduğu zaman müşkülleri hallederdi.
Muhammed bin Ebü'l-Havârî adında bir kardeşi vardı. Kardeşi de tasavvufta onunla aynı
derecede kıymetli bir zâttı. Bütün âilesi verâ ehli ve takvâ sâhibi kimselerdi. Ayrıca hanımı
Râbiat-üş-Şam adında evliyâ bir kadın olup, ismi ve hâlleri tabakât kitaplarında
zikredilmiştir.
Zamânının meşhûr velîlerinden Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri onu methetmiş ve hakkında
"Ahmed bin Ebü'l-Havârî, Şam şehrinin güzel kokulu bir çiçeğidir." buyurmuştur.
Hadîs âlimlerinden Yahyâ bin Maîn, İbn-i Ebû Hâtim ve Zehebî tarafından da methedilip,
hadîs ilminde güvenilir bir râvî olduğu bildirilmiştir. Rivâyetlerinden kırk kadarı Ebû Nuaym
İsfehânî'nin Hilyet-ül-Evliyâ adlı kitabında bildirilmiştir. Hadîs âlimlerinden Ebû Dâvûd,
İbn-i Mâce, Ebû Zür'a ed-Dımeşkî, Ebû Zür'a er-Râzî kendisinden hadîs-i şerîf rivâyet
etmişlerdir.
Ahmed bin Ebü'l-Havârî hazretlerinin menkıbelerinden bâzısı şunlardır:
Ebû Süleymân Dârânî hazretlerine talebe olup, sohbetlerinde yetişmek üzere huzuruna
gittiğinde hiç bir zaman muhalefet etmeyeceğine söz vermişti. Ne söylenirse aynen yerine
getirecekti. Bu hal üzere sohbetlerine ve derslerine devâm etti. Ne emredilirse aynen yerine
getiriyordu. Bir defâsında dergâhın fırınını yakması emredilmişti. Gidip fırını yaktı ve iyice
alevlendirdi. Sonra hocasının huzuruna gidip:
"Efendim, fırını yaktım, fırın iyice ısındı. Ne pişirmemizi emredersiniz." dedi.
Hocası Ebû Süleymân Dârânî o sırada huzûrunda bulunan topluluğa ders anlatıyor ve sohbet
ediyordu. Sohbete iyice dalmışlardı. Bu bakımdan onun suâline cevap vermedi. Duymadığını
zannederek tekrar; "Efendim fırın alevlendi, hazır, ne pişirelim?" dedi.
Yine cevap vermeyince tekrar sordu. Üç defâ tekrarladıktan sonra hocası, bu hâle üzülüp;
"Git içine gir otur!" dedi. Sonra sohbetine devam etti.
Tatlı sohbet bir müddet daha devam ettikten sonra Ebû Süleymân Dârânî hazretleri kıymetli
talebesi Ahmed bin Ebü'l-Havârî'yi; "Git içine gir otur!" diyerek fırına gönderdiğini hatırladı.
Hemen onu bulup yanına çağırmalarını söyledi. Onu her yerde aradılar ama görünürde yoktu.
Bulamadıklarını söylediler.
Bunun üzerine hocası; "Onun bana sözü var. Ne emredersem sözümden çıkmayacaktı. Gidin
fırının içine bakın!" dedi.
Koşup fırına bakınca ateş arasında oturduğunu gördüler. Çağırdılar, hiç bir yeri yanmamıştı.
Kendisi şöyle anlatmıştır:
Bir defâsında rüyâmda bir hûrî gördüm. Yüzü nûr gibi parlıyordu. "Ey hûri ne kadar güzel
yüzün var." dedim.
"Evet ey Ahmed, senin ağladığın bir gece gözyaşını alıp yüzüme sürdüm de onun için yüzüm
böyle pırıl pırıl." diye cevap verdi.
Yine kendisi anlatır:
Muhammed bin Semmâk bir gün hastalanmıştı. Onun idrâr şişesini alıp hıristiyan doktora
götürürken, yolda güzel yüzlü, güzel kokulu ve temiz elbiseli bir kimse ile karşılaştık.
"Nereye gidiyorsunuz!" dedi.
"İbn-i Semmâk'ın şişesini falan doktora göstermek için götürüyoruz." dedik.
Bunun üzerine: "Sübhanallah! Allah dostunun ilâcını Allah'ın düşmanından mı istiyorsunuz?
Bu şişeyi yere atınız ve İbn-i Semmâk'a deyiniz ki: Elini ağrıyan yer üzerine koysun ve
Bilhakkı enzelnâhü ve bilhakkı nezel desin." dedi ve gözden kayboldu. Ne olduğunu
anlayamadık. Bunun üzerine dönerek İbn-i Semmâk'ın yanına gelerek olanları anlattık.
Hemen elini ağrıyan yerine koydu ve o zâtın dediğini okudu. Ağrıyan yer hemen iyileşti.
İbn-i Semmâk; "O zat Hızır aleyhisselâmdı." dedi.
Kendisi anlatır:
Bir gün Şam'ın mezarlığına girdim. Orada kapısı olmayan bir kubbe vardı. Fakat bir açık
yerini bularak içine girdim. Bir süre sonra bir kadın kapı çalar gibi kubbeye vurdu. Ona; "Sen
kimsin, böyle kubbeyi çalıyorsun?" deyince, bana; "Senden bir yol öğrenmek istiyorum."
dedi. Ben de ona; "Kurtuluş yolu; üzerinde cezâlar, azaplar, engeller olan bir yoldur.
Kurtuluşa ancak iyi muâmele ve dünyâ işlerini bırakıp âhiret işleriyle uğraşmakla
ulaşılabilir." dedim. Kadın bunu duyunca ağlamaya başladı. Bir süre sonra düşüp bayıldı. Bu
anda oraya gelen kadınlara ona bakmalarını söyledim. Baktıklarında kadının öldüğünü
anladılar. Onlara:
"Bu kadın kimdir?" dediğimde; "Kureyşli bir hanımdır. Uzun süreden beri kendini yemek
içmekten men etmiştir. Bundan dolayı çok hastalandı. Ona bir şey söylendiği zaman, beni
tabîbimle baş başa bırakın. O beni iyi eder, derdi." dediler. Ben bunun üzerine; "Hakîkaten
tabîbi onu hakîki şifâya kavuşturdu." dedim.
Ahmed bin Ebü'l-Havârî buyurdu ki:
"Allahü teâlâyı sevmenin alâmeti, O'na itâatı sevmektir."
"İlim tahsîl etmek, sırf Allahü teâlâya itâatı ve âdâbı öğrenmek içindir."
"Dünyâyı tanıyan ondan soğur, âhireti tanıyan ona ısınır. Hak teâlâyı tanıyan. O'nun rızâsını
tercih eder."
"Çok günah ve dünyâ sevgisiyle hastalanan kalblerinizi, dünyâdan soğuyarak ve günahları
terk ederek tedâvî ediniz."
"Sünnet-i seniyyeye uymadan amel edenin ameli bâtıl olur."
"Dünyâya sevgi ve arzuyla bakanın kalbinden, Allahü teâlâ zühd ve yakîn nûrunu söküp atar."
"Hak teâlâ bir insanı, gaflet içinde bulunmak ve taş kalbli olmaktan daha beter bir şeyle
imtihân etmemiştir."
"Kalbinde bir katılaşma gördüğünde, sâlihlerle sohbet et, onlarla bulun, yemeği azalt, nefsinin
isteklerini yapma ve onu sıkıntılara alıştır."
"Akıllı kişi, Allahü teâlâyı daha çok tanır. Daha çok tanıyan hedefine daha çabuk ulaşır."
"Ümit, korkanların azığıdır."
"Ağlamanın en güzeli ve iyisi, İslâma uygun olmayan amellerle geçirilen ömür için kulun
ağlamasıdır."
"Allahü teâlâdan korkanların gıdâsı, Allahü teâlâdan ümidini kesmemektir."
"Ağzıma lüzumsuz bir lokma koyduğum zaman, oradan lüzumsuz bir söz çıkar."
"Bir konuda tereddütte kalıp doğrusunu kestiremediğiniz vakit, nefsin arzusuna aykırı olan
hangisi ise onu tercih edin. Çünkü işin doğrusu, nefsânî arzulara karşı çıkmaktır."
"Kim Allahü teâlânın ibâdeti ile bir saat meşgûl olursa, Allahü teâlâ ona rahmeti ile nazar
eder."
"Allahü teâlâyı sevmenin alâmeti zikri (her işte O'nun emrine uymayı) sevmektir."
Şükür edenlerin hâli sorulduğunda; rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfle cevap verdi: "Her
hâllerinde Allahü teâlâya şükredenler ilk önce Cennet'e girecek ve en evvel haşr olacak
kâfiledirler."
"İlim nasıl öğrenilir?" diyen bir sevenine şu tavsiyede bulundu: "Peygamber efendimiz
buyurdular ki: "Her kim bildiği ile amel ederse, Hak teâlâ ona bilmediği ilimleri verir."
:5?:.?.3:")%$&-5,D.-.3
Ahmed bin Ebü'l-Havârî hazretleri başından geçen ibret verici bir hâdiseyi şöyle nakletmiştir:
Bir gün çöle gitmiştim. Araplar develerini koşturuyorlardı. Onlar bu işle meşgûl olurken
köylü bir Arap köşeye çekilmiş Allahü teâlâyı zikrediyor ve kendi hâlinde oturuyordu.
Dikkatimi çekti yanına gittim. Selâm verdim selâmımı aldı. Biraz konuştuktan sonra bana;
"Allahü teâlâyı zikretmek en lezzetli şey ve şifâ verici bir iştir. Şaşıyorum insanlar nasıl
boyun büküp, yalvarmazlar! Halbuki ölüm onların peşinde, onları tâkib ediyor. İnsanlar ise
tehlike ve musîbetler içinde. Buna rağmen boş şeylerle meşguller." dedi.
"Allah'ın rahmeti üzerinize olsun insanlar hangi musîbetler ve hangi tehlikeler içinde?" diye
sordum:
"Günah musîbeti ve ölüm tehlikesi, ölümden öncesi ve sonrası!" dedi. Sonra ağlamaya
başladı. Ben de onunla birlikte ağladım. sonra tekrar:
"Neden yapayalnız duruyorsun?" diye sordum:
"Ben yalnız değilim, Rabbimle berâberim." dedi. Fakir ve muhtâç olduğunu zannederek; "Bir
şey ister misin?" deyince; "Evet kalbimin derdini tedavî edecek bir tabib isterim." dedi.
"Tabîbin kimdir?" "Rabbimdir." "Kalbinin derdi nedir?" "Günahlar..." dedi. "Peki bunlardan
kim kurtuldu?" diye sordum. "Allahü teâlânın râzı olduğu kimseler." dedi. Tekrar sordum:
"Yolculuğun nereye?" "Kabiredir." dedi. "Yolcu musun?" "Annemden doğduğumdan beri
yolcuyum. Âhirete gidiyorum." dedi.
Sonra devâm ettim ve; "Azığın nerede?" dedim.
"Azığım son derece az." cevâbını verdi.
Bu sefer; "Yanında yiyeceğin nedir?" "Sübhânallah, Rabbimin vereceği rızık." dedi."Peki
yalnız hâlinle korkmuyor musunuz?" dedim. "Nasıl korkarım. Sâhibimin, Rabbimin
mülkündeyim." "Yol neresidir?" diye sormaya devâm ettim.
Ellerini açıp; "Yâ Rabbî! İnsanların çoğu seni unutmuş başka şeylerle meşgul! Sen her işin
karşılığını vereceksin... Ey gariblerin yardımcısı, âcizlerin sığınağı! Ey azı çoğaltan,
sapmışları hidâyete erdiren! Ey kendisine herkesin sığındığı Rabbim! Senin ihsânını ve rızânı
isterim... Senin rızân olmadan dünyâ ve âhiret güzel olmaz."
Hem böyle duâ ediyor, hem de yürüyordu. Ben de onu tâkib ediyordum. Bana:
"Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Senin için benden daha hayırlı olan bir kimseye git! Beni
meşgûl etme..." dedi. Sonra benden uzaklaşıp gitti. Arkasından gözden kayboluncaya kadar
baktım. Sonra ağlayarak geri döndüm.
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.5-33
2) Nefehât-ül-Üns; s.67
3) Sıfât-üs-Safve; c.3, s.212
4) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.11
5) Mi'rât-ül-Cinân; c.2, s.153
6) Keşf-ül-Mahcûb; s.217
7) Tabakât-üs-Sûfiyye; s.98
8) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.96
9) Risâle-i Kuşeyrî; s.39
10) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.1, s.49
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.77
12) Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.78
13) Şerhü't-Tearrüf; c.1, s.95
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder