Bağış Yap
24 Haziran 2013 Pazartesi
AHMED ES-SENÜSİ
AHMED ES-SENÜSİ
Senûsîlik hareketinin büyük mücâhid lideri. İslâm birlik ve kardeşliğinin en mükemmel
örneğini veren velî.
Ahmed es-Senûsî'nin soyu Peygamber efendimizin torunu hazret-i Hasan efendimize kadar
uzanmaktadır. Ceddi Seyyid Muhammed ibni Ali es-Senûsî, Kuzey Afrika'da İtalyan ve
Fransız istilâ hareketlerine karşı İslâm dünyâsının birlik ve berâberliğini temin maksadıyla
Senûsîlik tarîkatını kurdu. İlk defâ Derne civârında dağlık bir arâzide Zâviye-i Beyzâ adını
verdiği tekkesini tesîs etti. Mertliği, dînine bağlılığı ile kısa zamanda muhitinde geniş ilgi
topladı. Her taraf Senûsî tekkeleri ile doldu. Harekete dâhil olanlar öncelikle şahsî ahlâk ve
inançları bakımından en mükemmel bir seviyeye getirilirdi. Sonra da aynı üstünlüğü
etraflarına yaymak üzere faâliyete geçirilirlerdi. Fakat Senûsîlik hareketinin hedefi yalnız
KuzeyAfrika değil, bütün İslâm dünyâsıydı. Müslüman milletlerin sosyal, ekonomik ve
kültürel seviyelerinde muazzam bir inkılâp vücuda getirerek İslâm dünyâsını uyandırıp
kalkındırmak ve birleştirmek istiyorlardı.
Seyyid Muhammed 1895 yılında ölünce yerine oğlu Muhammed Mehdî es-Senûsî geçti.
Hareket onun zamânında alabildiğine genişledi. Bütün sâha kontrol altına alındı. Kısa
zamanda Güney ve Batı Afrika'da milyonla zencinin sistemli bir şekilde müslüman olmasını
sağladılar. Arabistan'a, Malezya'ya ve hattâ Hindistan'a tarîkatlarının mümessillerini
göndererek İslâm dünyâsı çapında bir uyanış sağlamaya çalışıldı. Senûsî tarîkatı âdetâ hakîkî
bir devlet hâline geldi.
1902'de ise Muhammed el-Mehdî'nin ölümü üzerine yeğeni Ahmed eş-Şerîf es-Senûsî
hazretleri daha büyük bir azimle dâvâyı eline aldı.
Ahmed eş-Şerîf, 1873'te Cağbûb'da doğdu. Babası Muhammed eş-Şerîf'tir. Küçük yaştan
îtibâren mükemmel bir tahsîl ve terbiye gördü. Din ilimlerinde âlim oldu. Her türlü silâh
kullanmakta mahâret sâhibi idi. Orduların sevk ve idâresinde fevkalâde meziyet sâhibiydi.
Tarîkatin başına geçtikten sonra faâliyetleri hızlandırdı. Her tarafa yayılan ihvanlar
(kardeşler) örnek ekonomik organizasyonlara girişerek, müşterek zirâî, sınâî ve ticârî
teşebbüsler kurdular. Her yerde okullar açarak örnek bir ahlâkın yenilmez îmânlı fertlerini
yetiştirdiler. Senûsîlik tarîkatı 1911'de İtalyanların Trablusgarb'ı ele geçirmek için giriştikleri
büyük askerî harekâta kadar tamâmen bir kültür hareketi olarak sulhçu metodlarla çalıştı.
Ancak Trablusgarb'ın tehdîd altına girmesiyle derhâl burayı müdâfaa mevkıinde bulunan Türk
kuvvetlerinin yanında yer aldılar. Türk askerlerinin gerilemeye mecbûr olmasından sonra da
memleketlerini dağlık mıntıkaya çekilerek azimle müdâfaa ettiler. Bu mücâdelelerde sayıca,
düşman kuvvetlerinin çok altında bulunmalarına rağmen cihân târihinin en büyük
kahramanlık örneklerini verdiler. Ahmed es-Senûsî, bu savaş sırasında ilk defâ, yayımladığı
beyannâmeleri, el-Hükûmetü's-Senûsiyeti'l-Celîle adı ile imzâlamaya başladı. Böylece
Senûsiye hareketini ilk kez bir devlet olarak îlân etti.
Birinci Dünyâ Savaşında İtalya müttefikleriyle harbe girince Senûsîler mecburî olarak onun
karşısında yer aldılar. 1915'te Mısır'ı işgâl eden İngilizlere karşı giriştikleri harplerde büyük
kayıplar verdiler. Ahmed es-Senûsî, Birinci Dünyâ Savaşının sonlarında Sultan Mehmed
Reşâd'ın isteği üzerine İstanbul'a geldi. O, son derece bağlı bulunduğu Osmanoğullarına ve
Türk milletine, İslâm dünyâsı üzerindeki nüfûz ve îtibârından istifâde ederek faydalı olmak
istiyordu. Fakat bir müddet sonra Mondros mütârekesinin imzâlanmasıyla son müstakil İslâm
devleti olan Türkiye'nin de Batı emperyalistlerinin taksimine mâruz kaldığını elem ve
dehşetle gördü.
Birinci Dünyâ Savaşında İngilizler, İslâm dünyâsını parçalayıp yutmak için çok kesif bir
câsusluk ve propaganda faâliyetlerine girişmişlerdi. Bu çalışmalar sonucunda Hint
müslümanlarının aşırı dostluk ve bağlılıklarına mukâbil Arap dünyâsında bâzı çözülmeler
başlamıştı. Birçok Arap liderlerine Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla kurulacak devletlerden
taçlar vâdedilerek ayrılık telkin edilmekteydi. Sultan Reşâd Han sarsılan İslâm birliğini
"hilâfeti hâiz olan Türkler" etrâfında yeniden tesis ve takviye için Şeyh Senûsî hazretlerini
huzûruna kabûl etti. Ondan Müslüman Âlemini dolaşarak Hilâfet etrafında bozulan birliği
yeniden kurmasını ricâ etti. Gerçekten de o devirde müslümanların en fazla sözünü
dinleyecekleri şahsiyet gâyet haklı bir şöhrete mâlik olan Şeyh Senûsî hazretleri idi. Şeyh
hazretleri derhâl muvâfakat ederek Sultana, Türk milletine hizmete hazır bulunduğunu
bildirdi. Ancak tam İslâm Dünyâsını dolaşmaya çıkacağı sırada kendisini dâvet eden Sultan
Reşâd Han vefât etti. Sultan Vahideddîn'in cülûs merâsiminde bulunmak üzere seyâhat
ertelendi.
Osmanlı pâdişâhlarının saltanata çıkışlarında cülûs merâsimi denilen bir merâsim yapılırdı.
Bu merâsimde devrin en kıymetli İslâm âlimi tarafından Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin
türbesinde yeni pâdişâha umûmiyetle hazret-i Ömer'in kılıcı kuşatılırdı. Sultan Vahideddîn'in
cülûs merâsiminde ona bu kılıç Şeyh Ahmed es-Senûsî tarafından kuşatıldı. Şeyh hazretleri
pâdişâha kılıcı takarken şöyle duâ etti: "Cenâb-ı Hak'tan zât-ı şâhânelerine ömrü tavil (uzun
ömür), ecr-i cemîl (sevap) niyâz ederim, efendimiz."
Ancak bu sırada netîceleri îtibâriyle bir felâket olan Mondros mütârekesi imzâlanınca,
Pâdişâh, Senûsî hazretlerine maiyetiyle birlikte Bursa'da oturmasını irâde etti. Şeyh Ahmed
Senûsî hazretleri daha sonra yine Vahideddîn Hanın isteği üzerine Türk Kurtuluş Savaşında
çalışmak üzere Anadolu'ya geçti. Anadolu'yu, daha ziyâde doğu ve güney vilâyetlerimizi bir
bir dolaşarak halkı Ankara'ya bağlamaya çalıştı. Her gittiği yerde beyazlara sarınmış olarak
mahallî kıyâfetiyle kürsüye veya minbere çıkıyor, vâz ve irşâdlarıyla ordumuza gönüllüler
kazandırıyordu. Onun her sözü bir nasîhattı. Elinde kılıcı, at üstündeki hali, heybeti, Anadolu
Türk insanının üzerinde efsânevî tesirler meydana getiriyordu. Onun Kurtuluş Savaşındaki
vâz ve nasîhatları, halkı birliğe dâvet edişi yalnız Anadolu'da değil, bütün İslâm dünyâsında
derin akisler uyandırdı. Bu maksatla rastladığı gazetecilere Türk milletinin mücâdelesinin
meşrûluğunu ve bütün müslümanların kendilerini desteklemelerinin dînen vâcib olduğunu
ifâde eden kat'î beyânatlar vermekteydi.
Şeyh Ahmed Senûsî hazretleri, Kurtuluş Savaşının sonlarına doğru, bu hareketin kurmayları
arasında hilâfete ve halîfeye karşı başgösteren soğukluk üzerine Anadolu'da daha fazla
durmayı uygun bulmadı. Büyük bir üzüntü içerisinde Ankara'dan ayrılarak Arap
memleketlerine gitmek üzere yola koyuldu. Giderken söylediği şu sözler onun siyâsî bir dâhi
olduğunu göstermektedir:
"Bugün İslâm milletleri arasında en kuvvetli ve haşmetlisi ve dînî vahdet ve idâre yönünden
en ümit vericisi Türk Milleti'dir. Binâenaleyh, bütün İslâmî harekât ve dayanışmanın kuvvet
merkezi Türkiye olmalıdır. Kahraman Türk Milletini bu yakın alâka ve yardıma, dayanışmaya
ve bu çok mühim vazîfeye ehil kılan birçok târihî ve stratejik imtiyazlar vardır. Hilâfeti temsil
etmiş olması, bütün İslâm âleminin kalbgâhı olan Haremeyn ve civârının hâdim ve hâmisi
olmak şerefine sâhip bulunması ve bütün emânât-ı mukaddeseyi hâlâ uhdesinde mahfûz
bulundurması, asırlar boyunca İslâm'ın alemdârlığını yapması ve onu, İlâhî bir lütufla her
türlü tehlike ve saldırıdan koruması ve nihâyet hâli hazırdaki tutumun hâlâ ümid verici olması
gibi sebepler, bu büyük milleti bugün de İslâmî hareket ve dayanışmanın ve İslâm âlemi için,
düşünüp çırpındığımız topyekün bir kurtuluşun yegâne kuvveti, rehberi ve lideri olmaya sevk
etmektedir.
Türkiye'nin ve İslâm Âleminin kurtuluşu Allahü teâlânın izniyle, ancak Müslüman Türk
Milleti sâyesinde mümkün olabilir ve böyle olacaktır."
Şeyh Ahmed es-Sünûsî hazretleri Türkiye'den ayrıldıktan sonra Şam'a gitti. Yaygın şöhreti ve
ziyâretçilerinin çokluğu yüzünden kendisinden korkan Fransızlar, onu Şam'ı terke zorladılar.
Buradan Filistin'e geçti. Orada da İngilizler kendisinden çekinip, endişelendiler. Artan İngiliz
baskısı yüzünden Mekke'ye geçti ise de vehhâbî inancında olan İbn-i Suûd'la anlaşamadı.
Sonunda Yemen imamlığı ile Suûd krallığı arasında tampon bir devlet olan Asîr'e çekildi.
Burada Senûsî şeyhlerinden İdris es-Senûsî'nin torunu olan başka bir İdris es-Senûsî
hükümdârdı. Ancak Asîr'de lâyık olduğu hüsn-i kabûlü gören Ahmed es-Senûsî, 10 Mart
1933 (H.1352)'te vefâtına kadar burada kaldı.
Şeyh Ahmed es-Senûsî hazretleri Tarsûs Gazetesi muhabirine memleketin içine düştüğü
durumun sebeplerini ve kurtuluş çârelerini şöyle belirtmiştir.
"Bu memleketin istikbâli her şeyden evvel ve her şeyin üstünde İslâmiyet'in ahlâkî
prensiplerine dayanmaktadır. Bu prensipler üzerindedir ki şanlı yarının, geleceğin binâsını
kuracağız. Evet bu memleketin istikbâli, dînimizin hükümlerine uymakta yasaklarından
sakınmaktadır. Bu din en yüksek medeniyet, fikir ve ahlâk dînidir. Bize saâdet evini, yurdunu
bağışlayan ancak bu dindir. Dînimiz bize adâleti, iyiliği, icâdı, ictihâdı, vatan muhabbetini,
çalışmayı ve izzet-i îmânımızın muhâfazasını emrediyor. Dînimiz en ahlâkî ve ictimâî bir
dindir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için
gönderildim." buyuruyorlar. Dînimiz fuhşiyâttan, müskirâttan, sefâhetten, tefrikadan,
tembellikten, cehâletten ve bütün kötü ahlâklardan nehyediyor. Görülüyor ki din, bütün
hakîkatıyla güzel ahlâkla amel etmektir.
Bizim gücümüzü kıran ve şevketimizi yıkan, düşmanlarımızı üstün eyleyen en büyük sebep,
hiç şüphesiz ki dînimizi ihmâl etmekliğimizdir. Hissiyâtımıza mağlûb olmaklığımızdır. Bu
durum işlerimizin ve ihmallerimizin neticesi olarak bize acı bir ders oldu. Artık şimdi
kendimizi ıslah etmek bize vazifedir. Yoksa büyük zaferin bize hazırladığı gâyeye ulaşmak
müyesser olmaz. Din neyimizdir? Din hayatımızdır, onsuz hayat olamaz."
1) Sarıklı Mücâhidler; s.264-281
2) Tasavvuf ve Tarîkatler; s.171
3) Osmanlılarda Devlet-Tekke Münâsebetleri; s.230-231
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder