Bağış Yap
6 Haziran 2013 Perşembe
AHMED HAZNEVİ
AHMED HAZNEVİ
Son devirde Suriye'de yetişen evliyâdan. İsmi Ahmed'dir. Babası Hoca Murâd Efendi olup,
Mardin ilinin İdil (Hazah) ilçesine bağlı Banihe köyündendir. Suriye'nin Kamışlı kazâsına
bağlı Hızna veya Hazne köyünde doğduğu için Haznevî nisbesiyle anıldı. Doğum târihi
bilinmemektedir. 1949 (H.1369) senesi Suriye'de Kamışlı kazâsına bağlı Telma'rûf köyünde
vefât etti. Kabri oradadır.
Babasının İmâm-Hatiplik yaptığı Hazne köyünde dünyâya gelen Ahmed-i Haznevî, tahsil
çağına gelince, zamânının âlimlerinden ilim öğrendi. Diyarbakır'ın Silvan kazâsına gidip, o
civarda meşhûr olan Müderris molla Hüseyin Küçük Efendiden zamânın usûlüne göre okuyup
tahsîlini tamamladı ve icâzet, diploma aldı.
Tasavvufa karşı alâka duydu. Nurşinli Şeyh Abdurrahmân Tâgî'nin halîfesi Hizanlı Şeyh
Abdülkâdir Efendinin sohbetlerinde bulundu. Birinci Cihân Harbinden önce hocası Şeyh
Abdülkâdir Efendinin vefâtından sonra Abdurrahmân Tâgî'nin oğlu yüksek ilim ve irfan
sâhibi büyük velî Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin sohbetlerine devâm edip talebe
oldu.
Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerine talebe olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı:
Nurşin'e gittikten on beş-yirmi gün sonraydı. Hazretin (Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî)
evindeydim. Mâlûm yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı. Bir gün Muş taraflarından, o
bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazret'i ziyârete gelmişti. Hazret'i ve talebelerini yemeğe
dâvet etti. Hazret de dâveti kabûl edip, icâbet edeceğini bildirdi. Nasıl olsa ben de ziyâfete
gideceğim, güzel yemekler yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok
zevklendi. Hemen çarıklarım ıslansın da rahat giyeyim diye suya bıraktım. Nihayet Hazret
yolculuk hazırlığını yaptı. Ben de diğer talebelerle birlikte hazırlandım. Hazret çıktı, yüzünü
bana döndürüp; "Haydi gidiyoruz. Bütün mollalar benimle berâber gelsin. Yalnız Molla
Ahmed kalsın. O gelmeyecek" buyurdu. Ben gitmeyip kaldım. O zaman hocamın niçin öyle
dediğini anladım ve nefsime dönüp dedim ki: "Bütün suç senindir. Sen güzel yemekler yerim
diye iştahlandın. Güzel yemeklere tamah ettin. İşte bunun için Hazret seni götürmedi. Ey
nefsim! Senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara
bırakman lâzımdır. Bunu yaparsan Allahü teâlânın ve sevdiklerinin rızasına kavuşursun."
Bir gün Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretleri Almed Haznevî'ye sordu: "Molla Ahmed!
Sen yemeklerini nerede yiyorsun?" Ahmed Haznevî; "Sofilerle berâber yiyorum efendim."
dedi. "Peki nerede yatıyorsun?" diye sorunca da; "Aşağı divanda yatıyorum." cevâbını verdi.
Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretleri Ahmed Haznevî'nin bu cevaplarından çok hoşlandı,
sevindi ve buyurdu ki: "Çok iyi yapıyorsun. Aşağı divan çok hoştur. Seydâ-i Tâgî
(Abdurrahmân Tâgî) orada sohbet ettiği ve talebelerine mânevî feyzleri ihsân ettiği için
oranın bereketi fazladır. Yukarı divan ağaların yeri, aşağı divan ise Seyda'nın divanıdır.
Oranın kıymetini bil."
Bir gün Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretleri ata binmiş gidiyordu. Ahmed Haznevî'yi
görünce atının yularını çekerek durdu
Onu yanına çağırdı ve; "Molla Ahmed! İnsanın şu kadar, zerre mikdarı kadar nefsi olsa, o,
Allahü teâlâdan uzaktır. Zîrâ, insanın evini yıkan en büyük düşmanı kendi nefsidir. Onun için
insanın kendinden haberi olmalı. Nefsin tuzaklarına düşmemeye çalışmalıdır." buyurarak
atını sürdü, yoluna devâm etti.
On beş sene müddetle bâzan yaya bâzan binekli Nurşin'e gidip gelerek Muhammed Ziyâüddîn
Nurşînî hazretlerinin sohbetlerinde bulunan Ahmed Haznevî, bu ilim, irfân ve feyz
kaynağından çok istifâde etti. Tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuştu. Muhammed
Ziyâüddîn Nurşînî hazretleri ona ilim öğretmek ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını
anlatmak husûsunda icâzet ve hilâfet verdi. Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin
sohbetlerine devâm ederken kendisine zâhirî ilimleri öğreten Silvanlı Molla Hüseyin
Efendiyle de irtibâtını kesmedi. Molla Hüseyin Efendiye şu ifâdelerin bulunduğu bir mektup
yazarak duâsını istedi:
"...Bu mektup mübârek dergâhın râkımı, köpeği olan Ahmed'den ilmiyle iftihâr ve îtimâd
edilen meşhûr büyük hocamadır. Allah bizim ve bütün müslümanların menfaatleri için
ömrünü uzatıp, onu sevdiği ve râzı olduğu şeylerle muvaffak kılsın.
Ahmed yüce kişilerce öpülen ayakkabınızın tozunu öpmekle teberrük eder. Değerli vakitlerde
inci gibi temiz kalbinizden çıkan duânızı diler, gece-gündüz himmetinizi bekler. Yıldızlara
benzeyen çocuklarınızın gözlerinden öper. Allah onları, din ve halk için faydalı şeylere
muvaffak eyleyip güzel insan olarak yetiştirsin. Kendisine duâ etmelerini ricâ eder,
durumlarınızı sorar, Allah şimdilik ve gelecek zamanda durumunuzu âfet ve musîbetlerden
uzaklaştırsın..."
Hocası Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin vefâtından sonra doğum yeri olan Hazne
köyünde ve Telma'rûf köyünde ilim okutup talebe yetiştirdi. İnsanları Allahü teâlânın rızâsına
kavuşturan saâdet ve kurtuluş yoluna sevk etmeye çalıştı. Yakından uzaktan gelerek
sohbetleriyle şereflenen insanlar ondan istifâde ettiler. Birçok din âlimi, tasavvuf erbâbı
yetiştirdi. Onun yetiştirdiği zâtların en başında, kabri Adıyaman ilinin Kahta ilçesine bağlı
Menzil köyünde bulunan Abdülhakîm Hüseynî gelmektedir.
Ahmed Haznevî hazretleri bereketli sohbetleriyle insanların dünyâ ve âhiret saâdetine
kavuşmaları için çırpındığı ve şöhreti etrafa yayıldığı sırada birçok kimseler hocalarını
bırakıp Ahmed Haznevî'nin etrafına toplanmaya başladılar. O sıralarda Suriye'de kendinin
şeyh olduğunu iddiâ eden pekçok kimse arasında bir de "Yeşil Şeyh" diye anılan biri vardı.
Elbisesi, cübbesi, sarığı, entarisi, hülâsa baştan aşağı bütün giydikleri yeşil renkten olduğu
için herkes ona "Yeşil Şeyh" derdi. İşte bu Yeşil Şeyh'in de talebeleri kendisini terk edip
Ahmed Haznevî'nin kapısına gittiler. Onun yanında hiç kimse kalmadı. O da kalkıp o civarda
ne kadar ağalar ve ileri gelenler varsa hepsini topladı. Ahmet Haznevî'ye de haber gönderip
toplantıya çağırdı. Topladığı kişilere güvenip bir şeyler yapmaya çalışıyordu.
Ahmed Haznevî dâveti kabûl edip gitmeye karar verdi. Talebeleri ona; "Müsâde ederseniz biz
de otuz-kırk kişi sizinle birlikte gelelim." dediklerinde;"Ne diye geleceksiniz? Biz aşîret
dâvâsına mı gidiyoruz?" buyurdu ve onların isteklerini kabûl etmedi. Devâm ederek; "Mâdem
dâvet etmiş, icâbet edelim, ne sözü varsa söylesin, yalnız iki kişi bana refâkat etse kâfidir."
buyurdu. Yanına iki talebesini alarak yola çıktı. Yeşil Şeyh'in köyüne vardı, kapısını çaldı.
Kapı açıldığında o civarın ağaları ve halkın ileri gelenlerinden kırk-elli kadar kişinin orada
olduğunu gördü. İçeri girerek selâm verdi. Yeşil Şeyh hiç iltifât etmedi. Fakat Ahmed
Haznevî hazretleri Yeşil Şeyh'in bu davranışına aldırış etmeden yanına gidip müsâfeha
yaptıktan sonra oturdu. Ahmed Haznevî oturur oturmaz, Yeşil Şeyh konuşmaya başladı;
"Yetmez mi bize yaptığın, hakâret ve zulüm, bütün talebelerimizi elimizden aldın.
Etrâfımızda hiç talebe bırakmadın. Nedir bu senin yaptığın? Ne kadar benim babamdan,
dedemden kalan talebem varsa, hepsini etrafına topladın. Olur mu böyle şey?" diyerek uzun
uzun konuştu.
Yeşil Şeyh'in hakaret dolu bu sözlerini sabır ve tahammülle dinleyen Ahmed Haznevî,
susarak dinlemeye devâm etti. Ahmed Haznevî'nin bu derece sabırla susmasına dayanamayan
Yeşil Şeyh; "Sen niye konuşmuyorsun?" deyince, Ahmed Haznevî; "Benimki sâdece iki
kelimedir, dinle! Eğer işim ve niyetim Allah içinse, vallahi değil sen, senin gibi yüz kişi daha
olsa bunu bozamaz. Yok eğer işim Allah için değilse, sabret altı aya kalmaz, darmadığın olur
giderim." buyurdu. Yeşil Şeyh; "Çok doğru söyledin. Hakîkaten öyle, eğer Allah içinse yüz
tâne benim gibisi gelse sana hiç bir zarar gelmez. Çünkü Allah için çalışana kimse
dokunamaz. Yok eğer Allah için değilse, talebelerimiz hâliyle geri gelirler." diyerek hakkı
teslim etti ve Ahmed Haznevî hazretlerinin büyüklüğünü kabûl etti.
İşte Ahmed Haznevî böyleydi. O kadar sabırlı ve yumuşak huyluydu ki, muhâtabı o kadar
konuştuğu ve hakâretlerle dolu sözler söylediği hâlde cevap vermedi. Rahatsız da olmadı. O
kendisine eziyet edenlere bile yardımcı olurdu.İlim, irfân ve güzel ahlâk sâhibi olan Ahmed
Haznevî, sohbetleriyle insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmalarına vesîle oldu.
Sohbetlerinden birinde buyurdu ki:
"Zaman fırsatı, bir ganîmettir. Kişi sıhhatini ve boş vaktini kendine ganîmet bilmelidir. Öyle
ise ömrünü faydasız şeylere harcaması lâyık değildir. Ömrün hepsinin Allahü teâlânın
rızâsının olduğu şeylere sarf edilmesi daha lâyıktır. Beş vakit namazı cemâatle kılmalı;
teheccüd, gece namazını terk etmemeli, seher vakitlerinde istiğfâra, tövbeye devâm etmelidir.
Tavşan uykusu gibi uyuyarak, ibâdetlerden geri kalmamalı, dünyâ nîmetlerinin lezzetine
aldanmamalıdır. Ölüm ve âhiret hallerini anıp göz önünde bulundurmalıdır. Hattâ vakitlerin
devamlı olarak Allahü teâlânın ismini anarak geçirilmesi vâciptir. Parlak olan İslâm dînine
uygun olan her şey alış-veriş de olsa, kişinin yaptığı ameller zikir sayılır. Öyle ise yapılan
bütün işlerin zikir olması için bütün davranışlarda İslâmiyetin hükümlerine uyulması gerekir.
Çünkü zikir gafleti kovmaktan ibârettir. Bütün fiillerde Allahü teâlânın emirlerine ve
yasaklarına riâyet edildiğinde gafletin etkisinden kurtuluş mümkün olup, Allahü teâlâya
devamlı zikrin sevâbı hâsıl olur.
Hülâsâ; Allahü teâlânın yoluna tâlib olan kimsenin dünyâdan yüz çevirip, kalbi ile âhiret işine
yönelmesi, zarûret mikdârı dünyâ işleriyle uğraşması diğer bütün vakitlerini âhiret işlerine
safretmesi gerekir.
Dünyâ ve içindekilere gönül bağlamamak ve Peygamber efendimize tâbi olmak husûsunda
ise; "İyi bilmelidir ki, dünyâsını âhiretine vesîle eden kimseden başkasına esenlik yoktur.
Çünkü dünyâ meşakkat ve aldanma evidir. Zîrâ hadîs-i şerîfte; "Dünyâ lânetlenmiştir
(kıymetsizdir) ve dünyânın içindeki şeyler de lânetlenmiştir. Ancak Allah'ın zikri ve Allah'ın
sevdiği şeyler bu lânetlenmenin dışındadır." buyrulmuştur. İşte bundan dolayı akıllı kimse
Allahü teâlânın dostu ve sevgilisi olan Muhammed aleyhisselâmın şerîatine, Nakşibendiyye
büyüklerine, fakirlik, zenginlik, rahatlık ve sıkıntılı zamanlarında dahi tâbi olmalı, uymalıdır.
Çünkü onların boyalarıyla boyanmak en üstün maksat ve arzu edilen şeydir. Boyanmayana
pişmanlık vardır. Beyt:
"Ömrünü beyhûde yere geçiren kimse
Allah'ın muhabbetinden bir nasibi olmadığı için ağlasın."
Şeyh Ahmed-i Haznevî hazretleri insanları dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşturan
Nakşibendiyye yolunun fazîletiyle ilgili olarak buyurdu ki:
"Hâce Behâeddîn Nakşibendî hazretleri; "Hakîkaten yolumuz, Allah'a giden yolların en yakını
ve en kısasıdır. Allahü teâlâdan kat'î olarak kulu kendisine ulaştırıcı bir yol diledim. Dileğimi
yerine getirip duâmı kabûl etti." buyurdu. Bu tarîkate ilk girişte bir tad ve zevk olup, sonunda
aşk harâreti ve sekr, kendinden geçme hâli vardır. İşte bunun içindir ki, ârif kimse kendini
hiçe sayıp frenk kâfirlerinin bile kendinden daha iyi olduklarını düşünür."
Bir sohbeti esnasında da ramazân-ı şerîf ayının fazîletiyle ilgili olarak buyurdu ki:
"Ramazân-ı şerîf ayında Peygamber efendimizin âdet-i şerîfi, esirleri serbest bırakmak,
istedikleri şeyleri onlara vermekti. Bu ayda akşam olunca orucu acele açmak, sahuru tehir
etmek, terâvih namazı kılıp, Kur'ân-ı kerîm okuyup hatim etmek sünnet-i müekkede olup
birçok iyi neticeler verir.
Bu ayda sâlih ve iyi ameller yapmayı başaran bir kimse o senenin sonuna kadar da iyi işleri
başarmış olur. Bu ayı günâh işlemekle geçse ki (bundan Allahü teâlâya sığınıyorum) o yılı
sonuna kadar günah işlemekle geçirecektir. Öyle ise müslümanın, mümkün olduğu kadar bu
ayda aklını Allah yoluna verip çalışması, bu ayı kendine ganîmet bilmesi gerekir. Bu ayın her
gecesinde, Cehennem ateşine müstehak binlerce kimse âzâd edilip serbest bırakılır.
Cehennem kapıları kapatılıp, şeytanlar bağlanır, rahmet kapıları açılır."
Şeyh Ahmed-i Haznevî hazretleri uzaktan yakından sohbetlerine gelen kimselere İslâm
dîninin emir ve yasaklarını anlatarak kurtuluşlarına vesîle olduğu gibi sevenlerine ve
talebelerine de mektuplar yazarak onlara yol gösterdi. Deyrezorlu Molla Ahmed, Muhammed
ve Hacı Hayreddîn'e yazdığı mektupta buyurdu ki:
"...Arka arkaya gelen kıymetli mektuplarınız bize ulaştı. İçindekilerini anlayınca çok
sevindik. Çünkü onlar, sizin bu yüce Nakşibendiyye yoluna olan şiddetli muhabbetinizin,
samîmi azim ve arzûnuzun çokluğunun habercisidirler. Bu muhabbet ve arzu çok büyük
nîmetlerdir. Nasıl büyük olmasınlar ki, bu yolun büyükleri, müridin, talebenin Allahü teâlânın
mânevî feyz istemesini kendisine verilen manevî nîmetlerin yarısı, arzusunu da Allah'a
kavuşmanın yarısı saymışlardır. Zîrâ istek ve talep ile Allahü teâlâya kavuşmak Azîz ve Yüce
olan Allah'tandır. Kerem sâhibi olan Allahü teâlâ kulun kalbine isteme ve arzuyu attığında, bu
o kula mânevî bir mertebe vermesine ve kendine kavuşmasını irâde ettiğine delâlet eder.
İşte kardeşlerim! Bu beyandan anlaşıldı ki, sizde hâsıl olan talep sizin için büyük bir nîmet
olup şükretmeniz gerekiyor. Tâ ki içinizdeki talep kuvvetten fiiliyete çıksın. "Nîmetlerimin
kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım..." (İbrâhim sûresi: 7)
meâlindeki âyet-i kerîmesi de buna kesin bir delildir. Bununla berâber şunu da ilâve edelim
ki, bu zamanda İslâmiyet garîb oldu. Bu zamanda az bir dindarlık, diğer zamanlardakinden
çok hayırlıdır.
Yine size şu tavsiye olunur ki: Bu parlak şerîate (İslâmiyete) ve mübârek sünnete tâbi
olmanız lâzımdır. Zîrâ tarîkat şerîatın çekirdeğidir. Hattâ bu tarîkatın imâmı yâni Şâh-ı
Nakşibend Buhârî hazretleri buyurdular ki: "Şerîata aykırı olan herhangi bir tarîkat
zındıklıktır." Bu yolun büyükleri buyurdular ki: "Bu tarîkat üç esas üzeredir: Muhabbet, ihlâs
ve kendine dînini öğreten mânevî hocasına, mürşidine tâbi olmaktır." Bu yolun büyükleri
bunları şöyle açıklamışlardır: "Muhabbetin en aşağı derecesi, Allahü teâlâyı seven kişinin,
kendini nefsânî arzu ve dileklerinden tamamiyle sıyırıp, sevgilisi olan Allahü teâlânın irâde
buyurduğu şeylere teslim olmasıdır. İhlâsın en aşağı derecesi de; mürîd yâni talebenin, dünyâ
yüksek evliyâlarla dolu olsa bile, yine hidâyetin ancak mürşidinin kapısının eşiğinde
olduğunu kesinlikle bilmesi ve buna kalben karar vermesidir. Teslimiyetin en aşağı derecesi
de; müridin kendini mürşidinin huzûrunda, ölünün yıkayıcının elinde istediği gibi çevrildiği
şekilde olduğunu bilmesidir."
Kısaca; talebe kendi nefsinin irâde ve arzusundan sıyrılıp, hocasının irâdesine bağlanmalıdır.
Öyle ise şerîat ve tarîkattaki bid'atlardan sakın. Sakın. Sakın. Çünkü sermâyemiz bu yolun
büyüklerine uymaktan başka bir şey değildir...
Size, evlâdınıza, ev halkınıza, yanınızda bulunan dostların cümlesine selâm ederiz.
Çocuklarımız, tâbilerimiz hepsi size selâm edip duânızı diler. Size duâ ederler. Selâm sizin ve
Mustafâ'nın sallallahü aleyhi ve sellem şerîatına tâbi olanların üzerine olsun..."
İlim meclislerinde ve sohbetlerinde pek çok âlim ve evliyâ yetiştiren Ahmed Haznevî'nin
birçok kerâmetleri de görülmüştür.
Ahmed Haznevî'nin talebelerine ve sevdiklerine yazdığı nasihat veren mektupları oğlu Şeyh
İzzeddîn tarafından toplanmıştır. Nusaybin Müftüsü Hasip Seven tarafından tercüme edilerek
hocası Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin mektuplarıyla birlikte Mektûbât adıyla
1982 senesinde İstanbul'da bastırılmıştır.
$#%1+&",()
Sevdiklerinden birisinin kardeşinin vefâtı üzerine tâziye, başsağlığında bulunduğu sırada
buyurdu ki:
"Ey kardeş! Hakikaten ölüm, musîbetlerin en büyüklerindendir. Ondan gafil olmak da ondan
daha büyük bir musîbettir. Öyle ise fukahânın cenâze bâbında söyledikleri gibi ölüme hazırlık
yapılması her mükellefin üzerine vâcibdir. Hele kendisiyle arasında alış-verişi olan kimselerle
helallaşması gerekir. Allah'ın mağfiretine kavuşanınızın musîbeti şiddetli ve güç olsa da,
kulun Hak sübhânehû ve teâlânın yaptığı işe râzı olması lâzımdır. Çünkü bizler dünyâda
ebedî kalmak için yaratılmadık. Belki faydalı işler yapmak için yaratıldık. Öyle ise çalışmak
lâzımdır. Esâsen ölüm musîbet olmayıp, belki ölümden sonra, dost olan Allahü teâlâya
kavuşmaktır. Mürşidim (Şeyh Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî) bâzı sevenlerinin tâziyesinde
şöyle yazmıştır: "Ey kardeş! Ölümden nasîb ibret almaktır. İbret alıp onu nasîhat kabûl ederek
işlek bir yol olduğunu, ondan hiçbir kimsenin kurtulamayacağını bilen ve o yola evliyânın
sevgilerini kazanarak ve Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak hazırlanan
kimseye ne mutlu. Ondan ibret almayana ne yazık. Allahü teâlânın rahmetine kavuşanın
bizdeki nasîbi, ona, bağışlanması için duâ etmektir. Allah'ım! Kusurlarını affedip ona rahmet
eyle."
İbn-i Abbâs'dan radıyallahü anh rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz buyurdu
ki: "Ölünün mezardaki hâli imdâd diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak
üzere olan kimse kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, anasından,
kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı bekler. Kendisine bir duâ gelince dünyânın hepsi
kendine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allahü teâlâ yaşayanların duâları
sebebiyle ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi onlar için duâ ve
istiğfâr etmektir." Şüphesiz rahmetli Hacı Süleymân, öz kardeşindi. Yaptığı iyiliğine karşı
mükâfât olarak iyilik etmek, zaman zaman ona duâ edip rûhuna sadaka vermeniz, onu
unutmamanız, ölümünden kendinize ibret alıp, öleceğinizi hatırlayarak, Hak sübhânehû ve
teâlânın râzı olduğu şeylere bütünüyle yönelmeniz lâzımdır. Allah sevâbınızı artırsın,
üzüntünüzün mükâfâtını versin, ölünüzün kusurlarını affeylesin. Kalplerinize sabır versin."
1) Mektûbât-ı Ahmed-i Haznevî
2) Sohbetler; s.17,18,38,39
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder