Bağış Yap

Amount :
Other : USD

12 Haziran 2013 Çarşamba

AHMED KİHTÜ


AHMED KİHTÛ;
Hindistan'ın büyük velîlerinden. Dehli'de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1445 (H.
849) senesinde vefât etti.
Çocukluğu Dehli'de geçti. Çocuklarla oynarken, büyük bir kasırga onu alıp Ecmîr
yakınlarında Kihtû köyüne bıraktı. Orada Bâbâ İshak Magribî adında büyük bir âlim, kâmil
bir evliyâ vardı. Ebû Midyen Magribî hazretlerinin yolundaydı. Bâbâ İshak, onu terbiyesine
aldı. İlim öğretip feyz verdi. Tasavvuf ilminde ve hâllerinde yetiştirdi. Kemâl mertebesine
çıkarıp, icâzet ve hilâfet verdi. İnsanlara İslamiyeti anlatmak ve İslâmiyete uymaları
husûsunda rehberlik yapmakla vazîfelendirdi.
Ahmed Kihtû, Dehli'de diğer âlimlerden de ilim öğrendi. Hâncihân Câmiinde nefsini terbiye
için çetin riyâzetler çekti. Kuru kepek ekmeği yedi. Bâbâ İshak'ın vefâtından sonra tekrar
çileye girdi. Kırk günde, kırk hurma yedi. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereyi
ziyâret etti. Âlemin sığınağı Server-i âlem Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellemi
ziyâretle şereflenip, pek çok müjdelere kavuştu. Bir çok âlim ve evliyânın ders ve
sohbetlerinde bulundu.
Hindistan'a dönüşünde, Batı Hindistan'da Gücerât'a uğradı. Kendisini sevenlerden, Sultan
Zafer Han (Birinci Muzaffer), Gücerât pâdişâhı idi. Onu Dehli'de iken tanımış birbirlerini
Allahü telânın rızâsı için sevmişlerdi. Sultan, Allahü teâlânın bu sevgili kulunun feyzinden,
ülkesinin bereketlenmesini arzu etti. Gücerât'ta kalması için yalvardı. O da, Ahmedabat
yakınlarında Serkeç kasabasında yerleşmek arzusunda olduğunu söyleyip, sultânı sevindirdi.
Serkeç'te yerleşip, insanlara İslâmiyeti anlattı, dînin emirlerine uymalarını sağladı. Bütün feyz
kapılarını, zâhir ve bâtın bereketlerini orada saçtı. Bölge halkı, onun saçtığı feyz ve nûrlarla,
Allah yoluna bağlılıkta, birbirlerine karşı sevgi ve muhabbette çok yüksek derecelere ulaştı.
Güneş altında olgunlaşan meyveler gibi, insanlar da onun nûrlarıyla olgunlaştı.
Dergâhında devamlı yemek verirdi. Her gelen yer, doyar, Allahü teâlâya şükredip kalkardı.
Ne kadar kalabalık olsa farketmezdi. Vefâtından sonra, aynı sofra, türbesinde sevenlerine
açıktı. Vâliler, sultanlar, kumandanlar, oraya gelip askerleriyle birlikte yemek yerler, onun
yüksek feyzinden istifâde ederlerdi. Dehli sultânı, Fîrûz Şâhın da ona muhabbet ve bağlılığı
vardı. Birbirlerini çok severlerdi. Ahmed Kihtû, ona nasîhat eder, duâlarında her zaman Fîrûz
Şâhı zikrederdi.
Tîmûr Hanın Hindistan seferi esnâsında, Dehli'deydi. Dehli işgâl edilmeden on beş gün önce,
Allahü teâlânın izniyle şehrin işgâlini haber verdi. Sevenleri, hocalarının tavsiyesi üzerine
şehri terkedip, Cavnpûr şehrine gittiler. Ahmed Kihtû ise; "Biz halka tâbiyiz." buyurup, diğer
insanlarla berâber Dehli'de kaldı. Sonunda Tîmûr Hanın askerleri şehri işgâl ettiler. Birçok
kimseyi esir ettiler. Esirler arasında Ahmed Kihtû hazretleri de vardı. Kapatıldıkları yere,
gâibden sıcak ekmek gelirdi. Askerler bu hâle hayret edip, onun hâlinden Tîmûr Hanı
haberdâr ettiler. Tîmûr Han, onu ziyâret edip serbest bıraktırdı. Çok hürmet edip, duâsına
mazhar oldu.
Ahmed Kihtû hicrî dokuzuncu asrın başlarında vefât edip, Ahmedabat yakınlarında Serkeç
kasabasına defnedildi. Kabri herkes tarafından ziyâret edilip, feyz menbâı olarak bilindi.
Onun hayâtını ve mübârek sözlerini talebelerinden Mahmûd bin Saîd İrcî, Tuhfet-ül-Mecalis
adlı eserinde toplayıp yazdı. Bu eser, Melfûzât-ı Ahmed-i Magribî diye de tanınmaktadır.
Ahmed Kihtû, anlatır:
Bu fakîr, Mekke'ye gidip hac yaptıktan sonra, Medîne'yi ziyârete gittim. Hâncihân Câmii
imâmı ve Şeyh Tâceddîn Serkeşî ve bir kişi daha berâberimde idi. Resûlullah'ın mescidine
gelince, arkadaşlar; "Bir şeyler yiyelim." dediler. Ben; "Biz, Resûl-i ekremin misâfiriyiz."
dedim. Onlar gidip yemek yediler, geldiler. Yatsı namazında bir yerdeydik. Namazdan sonra
onlar yattılar. Bu fakîr, tesbîh çekiyordum. Âniden bir şahıs gelip, yüksek sesle; "Hazret-i
Mustafa'nın misafiri kimdir?" diye seslendi. Bir başkası olacağını düşündüm. İki-üç defâ
tekrar edince, beni çağırdığını anladım. Kalkıp, o şahsın yanına gittim. Elinde bir tabak vardı.
"Peygamber efendimiz gönderdi." dedi. Bana bir mikdâr hurma verdi. O hurmaların tadı ve
lezzeti, anlatılmaya gelmez.
Bir gün Dehli'de Hancihân Câmiinde meşgûldüm. Çok riyâzet ve mücâhedeler çektim. Kutb-i
zaman Bendegî Mahdûm-i Cihâniyân Seyyid Celâleddîn Buhârî'ye; "Sâlih bir genç, Hâncihân
Mescidinde meşgûldür, çok riyâzet ve mücâhede çekiyor." demişler. O büyük zât, bu fakîrle
görüşmek istediler. Câmiye yaklaştıklarında, bir derviş bana gelip; "Mahdûm Cihâniyân
sizinle görüşmeye geliyor." dedi. Hemen kalkıp, dışarı çıktım. Mescidin kapısına gelince,
tahtırevanına baktım. Hizmetçileri bu dervişi gördüler. Haber verdiler. Hemen indi. Yanlarına
yaklaştım. Beni kucakladı. Göğsünü göğsümün üzerine koyup, bir zaman göğsünü göğsüme
sürdü. Sonra dudağını kulağıma yaklaştırıp, üç defâ; "Ey genç, senden dost kokusu geliyor."
dedi. Allah'a emânet eyledi ve; "İyi vakitlerinde, hoş hâllerinde bizi hatırlamayı unutma!"
buyurdu ve tahtırevana oturup gitti.
Yine kendisi anlatır:
Bu fakîr, on iki yıl, yalınayak, arkadaşsız, ibriksiz yolculuk ettim. Vardığım her şehir ve
kasabanın da mescidlerinde kaldım. Hak teâlâ, bu fakîri ihtilâm âfetinden korudu. Yatsının
abdesti ile sabah namazını kılardım. Seferde çoğu zaman oruç tutar, riyâzet çekerdim. Sefer
sıkıntılarını o kadar çektim ki, beyâna sığmaz. Gerçi seferde meşakkat ve zorluk vardır, ama
bâtın huzûru ve rahatlığı da çoktur.
Bir gün üstâdım Bâbâ Ciyû'nun sohbetindeydim. Benim cömertliğimin çokluğundan
bahsedildi. Bâbâ Ciyû; "Bâbâ Ahmed çok cömertlik yapıyor, bir gün dilenir duruma
düşmesin." buyurdu. "Bâbâ'nın bereketidir, benim elim hep yukarıda olur, hiç uzanmaz."
dedim. Bâbâ Ciyû da; "Allahü teâlâdan Bâbâ Ahmed'in elinin hep yukarıda olmasını
istiyoruz. İnsanlar ona el açsınlar." buyurduktan sonra şu beyti söyledi:
Himmetin yüksek olsun, Allahü teâlâ,
Yüksek himmete fadlını saçar.
Sonra; "Ey İnsanoğlu! İnfâk et!" yâni insanlara mal, para ver, hadîs-i şerîfini okudu. Sonra
meâlen; "Hayır işlerden kendiniz için önceden ne gönderirseniz, Allah katında sevâbınızı
bulursunuz." buyurulan, Bekara sûresi yüz onuncu âyet-i kerîmesini okudu.
Buyurdu ki: "Allah dostlarının meclisine gelmek kolay, selâmetle çıkmak zordur."
#5/.)"&:1*,$9-1&;$+3$/<$)7
Tuhfet-ül-Mecâlis'in yazarı eserinde şöyle anlatmıştır:
Hâncihân Câmiinde, Ahmed Kihtû, bu fakîri yanına çağırıp; "Nereden geliyorsun? Bizi
nereden tanıyorsun ve hakkımızda ne biliyorsun?" diye sordu. "Ben Şeyh Nûr'un talebesiyim.
Pendûh'den geldim. Bundan önce de Dehli'ye gelmiştim." dedim. Alış-verişi bitirip, Pendûh'e
dönünce, Şeyh Nûr bana; "Dehli'de kimleri, hangi âlimleri gördün?" diye sordu. Gördüklerimi
arz ettim. "Şeyh Ahmed Kihtû'yu gördün mü?" buyurdu. Sustum. "Madem ki onu görmedin,
boşuna Dehli'ye gitmişsin!" buyurdu. Bu sözü işitince, kararım kalmadı. Hazırlanıp Dehli'ye
geldim. Hazretin huzurlarına varıp; "Bugün hocamın işâreti ile elinizi öpmeye geldim."
dedim. O da Şeyh Nûr'u kasdederek; "O bizi görmemiştir. Biz de onu görmüş değiliz. Ama o
bu dervişin, Allah katında mertebesini keşf ve kerâmetle anlamıştır." buyurdu.
1) Ahbâr-ül-Ahyâr; s.156-162
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.248
3) Hazînet-ül-Asfiyâ; c.2, s.289
4) Nüzhet-ül-Havâtır; c.8, s.13
5) Persian Literature; c.2, s.952

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder