Bağış Yap
18 Haziran 2013 Salı
AHMED NECİBİ
AHMED NECİBÎ;
Endülüs'te yetişen büyük velîlerden. İşbiliye'de doğdu. Doğum ve vefât târihi belli değildir.
İsmi Ahmed, babasının ismi Ebû Bekr'dir. Künyesi Ebü'l-Abbâs'dır. İpek dokumacılığı
yaptığı için Harrâr lakabı ile meşhûr oldu.
Ahmed Necibî, tahsil çağı gelince İşbiliye'de İbn-i Âs isimli zâtın derslerini tâkib etti. Ona
hizmette çok îtinâ ve gayret gösterirdi. Bu zâtın yanında büyük âlim ve velî Câfer
Endülüsî'nin ismini duyuncaya kadar kaldı. Câfer Endülüsî'nin yanına gitmek üzere bir grup
ile yola çıktı. Endülüs'e vardıklarında yanındakiler, Peygamberlik iddiasında bulunan
İbn-ül-Mer'e ismindeki şahsı önce ziyâret etmek istediler. Ahmed Necibî; "Ben, Ebû Ahmed
Câfer için geldim. Oraya gitmem." dedi. Bunun üzerine arkadaşları ona tâbi olup, o zâtın
yanına gittiler. Ebû Ahmed Câfer'in bulunduğu yer çok kalabalıktı. Ayrıca hizmet ile vazîfeli
bâzı kimseler vardı. Bir vazîfeli, Ahmed Necibî ve berâberindekileri Şeyh Câfer Endülüsî'nin
huzûruna götürdü. Ebû Ahmed Câfer onlara baktı ve; "Çocuk hocaya defteri temiz olarak
gelirse, hoca ona bir şey yazar. Fakat defteri yazılı ise hoca onun için bir şey yazmak istese
nereye yazsın. Onun için böyle gelen defteri karalanmış geri döner." buyurduktan sonra tekrar
onlara baktı ve; "Aynı sudan içenin mizacı, tabiatı bozulmaktan, değişmekten kurtulur. Çeşitli
sulardan içenlerin mizacı ise bozulmaktan, değişmekten kurtulamaz." buyurdu. Bu sözü ile
memleketlerinden çıkarken, kendisini ziyâret niyetiyle çıktıkları hâlde, daha sonra Endülüs'e
geldiklerinde, peygamberlik iddiâsında bulunan o şahsı ziyâret etmek istediklerine işâret etti.
Ahmed Necibî bu sözler üzerine, onların durumuna düşmekten muhâfaza ettiği için Allahü
teâlâya şükretti. Sonra, Ebû Ahmed Câfer hizmet ile vazîfeli bir kişiyi çağırarak, Ahmed
Necibî'yi talebelerinin olduğu yere götürmesini, diğerlerini ise geri göndermesini istedi.
Ahmed Necibî'ye de; "Ey Ebü'l-Abbâs! Siz memleketinizden çıktığınızdan îtibâren Allahü
teâlâ bizi sizin durumunuzdan haberdâr etti. Sizden her birinizin ne hâlde geldiğini
biliyorduk." buyurdu.
Ebû Ahmed Câfer'in talebeleri bir gün Ahmed Necibî'yi de aralarına alarak toplandılar. Fakat
bu toplantı hocalarının emrine muhalif bir şekilde olmuştu. Bir süre sonra devletin güvenlik
kuvvetleri onları yakalayıp götürmeye başladı. Şehirde onların yakalanmalarını duymayan
kalmamıştı. Her taraf bu haberle çalkalanıyordu. Bu fitneye talebelerin emre aykırı şekilde
toplanmaları sebeb olmuştu. Bu sırada Ahmed Necibî'ye yeşil elbiseli bir zât; "Kendini
kurtar." dedi. O da doğruca şehrin câmisine gitti. Bu sırada arkadaşlarına yardım etmeden,
kendisini kurtardığı için büyük bir mahcûbiyet içerisinde iken, hocasının bir hizmetçisi
yanına gelip, onu Ebû Ahmed Câfer'in huzûruna götürdü. Diğer arkadaşları da oradaydı.
Hocaları, Ahmed Necibî'yi işâret ederek; "Niçin bunun gibi yapmadınız." diye sordu. Sonra
hocalarının huzurlarından ayrıldılar. İki gün sonra hocası Ahmed Necibî'yi huzûruna çağırıp,
ona teveccühle mânen yüksek derecelere kavuşturduktan sonra icâzet, diploma verdi ve
memleketine gönderdi.
Ahmed Necibî, hocasının huzûrundan ayrılıp, memleketine döndü. Allahü teâlânın izni ile
mânâ âlemini görüyordu.
Ahmed Necibî, İşbiliye'de bir müddet kaldıktan sonra, Mısır'a gitmek için yola çıktı. Mısır'da
iken büyük bir kıtlık ve vebâ olmuştu. Ahmed Necibî, yolda giderken açlıktan süt
çocuklarının öldüklerini gördü. "Yâ Rabbî! Bu hâl çok acı." diye niyâzda bulundu. Bunun
üzerine; "Ey kulum! Sana bir zarar verdim mi?" diye bir ses işitti. "Hayır!" cevabını verince;
"Bu hale îtirâz etme. Ölen çocuklar veled-i zinâdır. Halktan ölenler ise, benim emirlerime
uymayıp yasaklarımdan sakınmayanlardır. Bunun için onları cezâlandırdım. Bu hususta
kalbinde bir sıkıntı keder olmasın." dedi ve ses kayboldu. Bunun üzerine halkın o hâli
sebebiyle üzüntüden kurtuldu.
Yine Mısır'da bulunduğu sırada, ibâdet ve zikir ile meşgûl olurdu. Geceleri Cebcîne denilen
kabristâna giderdi. Bu sırada Allahü teâlâ ona, kabirdekilerin hâllerini gösterirdi. Azap
içerisinde olanlar ile, nîmet ve mükâfât içerisinde bulunanları görürdü.
Ebü'l-Abbâs hazretleri Mısır'da vefât etti. Birçok Sahâbe ve Tâbiîn kabirlerinin bulunduğu
Benî Kende kabristânına defnedildi.
Ahmed Necibî bir gün İşbiliye'de iken rahatsızlandı. Sırt üstü uzandığında, âniden yeşil,
beyaz ve kırmızı renkte büyük kuşlar gördü. Hepsinin kanatları bir anda inip kalkıyordu. Yine
bâzı şahıslar gördü. Ellerinde hediyelerle dolu tabaklar vardı. O anda hâtırına tabaklardaki
hediyelerin ölüm hediyeleri olduğu geldi. O şahıslardan birisi ona; "Henüz senin vaktin
gelmedi. Bunlar, vakti gelmiş müminlere âit hediyelerdir." dedi. Kayboluncaya kadar onları
seyretti.
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.300
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder