Bağış Yap
21 Haziran 2013 Cuma
AHMED SAÎD-İ FARUKİ
AHMED SAÎD-İ FARUKİ
Hindistan'da yetişen büyük velîlerden. İsmi Ahmed Saîd olup, babasının ismi Ebû Saîd'dir.
Nesebi İmâm-ı Rabbânî hazretlerine dayanır. Künyesi Ebü'l-Mekârim, lakabı Sirâc-ül-Evliyâ,
evliyânın kandili ve ışığı olup, nisbesi Fârûkî, Müceddidî ve Serhendî'dir. 1802 (H.1217)
senesi Ağustos ayında Hindistan'ın Rampûr şehrine bağlı Mustafa-âbâd beldesinde dünyâya
geldi.
Ebû Saîd, kıymetli cevher misâli olan bu oğlunu çok güzel terbiye edip yetiştirdi. Küçük yaşta
Kur'ân-ı kerîmi ezberlettirdi. Ebû Saîd, Seyyid Abdullah-ı Dehlevî'nin sohbet ve
hizmetlerinde bulunmaktaydı. Ahmed Saîd de babası ile birlikte o büyük velînin sohbetlerine
devâm etmeye başladı. Bu sırada henüz on yaşındaydı. Abdullah-ı Dehlevî, evliyâlık
yolundaki istidâd ve kâbiliyetinin fevkalâde olduğunu anladığından, kendisini çok sever ve
iltifât ederdi. Terbiyesi ve yetişmesi ile bizzat alâkadâr olup, kendi evlâdı yerinde tutardı. Çok
defâ; "İnsanlardan bir çocuk istedim. Şeyh Ebû Saîd'den başkası, çocuğunu yetiştirmem için
bana teslim etmedi. Ben de onun çocuğunu (Ahmed Saîd'i) kendi evladım yerinde
tutuyorum." buyurmuştur.
Bir cevher misâli olan AhmedSaîd'i, hocası Abdullah-ı Dehlevî o kadar severdi ki, sohbet
esnâsında, insanların çokluğundan oturacak yer bulunmadığı zamanlarda bile, onu görünce
hemen yanında yer açar, oturtur, ilgilenir ve ona uzun müddet teveccühte bulunurdu. Ahmed
Saîd-i Fârûkî, hocasının yanında mânevî kemâlâta kavuştuktan sonra, onun emir ve
işâretleriyle, o zamanda bulunan âlimlerden sarf, nahiv, hadîs, fıkıh, kelâm gibi ilimlerdeki
tahsîlini de tamamladı. Böylece, çok ileri bir âlim, olgun ve yüksek bir velî oldu. Devamlı
ilim, ibâdet, zikir ve tâat ile meşgûl olur, bir ânını boş ve beyhûde yere harcamazdı. Diğer
hocalarından tam bir icâzetle mezun olup hilâfet aldığında, daha yirmi yaşına girmemişti.
Otuz iki yaşında iken de Abdullah-ı Dehlevî'den mezun olarak, talebeleri mânevî olarak
terbiye edip, yetiştirmek üzere vazîfelendirildi.
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri bir defâsında buyurdu ki: "Mevlânâ Şeyh Ahmed-i Saîd; ilim,
amel ve Kur'ân-ı kerîmi ezberleme bakımından, babası Ebû Saîd'e benzemektedir." Başka bir
defâsında ise; "Bu oğlu (Ahmed Saîd), babasından daha fazîletlidir." buyurdu.
Ebû Saîd, hacca gittiğinde, yerine vekil olarak bu oğlunu bıraktı. Babasının vefâtından sonra
da yerine geçip vekîli oldu. Hocalarının yolu olan Müceddidiyye yolunu yaymak, bu
büyüklerin temiz kalblerinden nehirler misâli gelmekte olan feyz ve bereketleri, Hak
âşıklarının kalblerine akıtmak husûsunda çok büyük hizmette bulundu. Talebelerine, başka
hocalardan yıllarca, öğrenemeyecekleri hususları, büyük bir mahâretle çok kısa zamanda
öğretir, hiçbirini mahrum bırakmazdı. Talebelerine olan şefkat ve merhameti, bir annenin
çocuklarına olan şefkatinden az değildi. Onların geçimlerini, maddî ihtiyaçlarını, bizzat
kendisi karşılardı. Tefsîr, hadîs, fıkıh, Mektûbât-ı şerîf ve Mesnevî okuturdu.
Delhi'de uzun müddet kalıp talebe yetiştirdi. 1857 senesinde İngilizler Hindistan'ı işgâl ettiler.
Ahmed Saîd çoluk-çocuğu ve sevenleri ile birlikte Delhi şehrinden ayrıldı. Dergâhında
talebelerinden Hacı Muhammed'i vekil bıraktı ve Hindistan'da bulunan talebelerim için
yerime halîfe olarak, Allahü teâlânın râzı olduğu bir kimse olan Hacı Dost Muhammed'i vekil
ettim. Onun teveccühlerine, mânevî nazarlarına yapışılsın ve kıymet verilsin." buyurdu.
Dehli'den ayrıldıktan sonra Safder-i Cenk denilen Makberer-i Mansûr'a gitti. Burada
İngilizlere karşı ayaklanma olduğu sırada, İngiliz subayı Ahmed Saîd'in yanına gelip; "Sen
âsilerdensin. Seni rezîl ve rüsvâ ederek asacağım." dedi. Bu sırada Ahmed Saîd'in yanında
birâderleri ve çocukları da vardı. Ahmed Saîd, İngiliz subayına; "Sizinle berâber gideceğimi
aklınızdan çıkarın." deyip, hizmetçisine arabayı hazırlamasını söyledi. Hizmetçisi arabayı
getirince, yanına zarûrî eşyâlarını alıp, arabaya bindi. Bu hazırlıklar sırasında Ahmed Saîd
hazretlerinin hâlindeki asâlet ve vakar İngiliz subayının dikkatini çekti. Arabaya bindiği
sırada İngiliz subayına; "Söyleyiniz bizi nereye götürüyorsunuz?" diye sorunca, subayı bir
korku hâli kapladı ve askerlerle birlikte hemen oradan ayrıldı. Bir asker ile; "Pîr yerinde
kalsın." diye haber gönderdi.
Ahmed Saîd 1857 senesinde Hicaz'a gitmek üzere akrabâsı ve sevenleri ile yola çıktı. Üç
aydan fazla Mûsâzî'de kaldı. Daha sonra deniz yoluyla Bombay'a gitti. Nisan (Şâban) ayında
Bombay'dan yola çıktı. Haziran (Şevval) ayında Mekke'ye ulaştılar. Hac farîzasını yerine
getirdikten sonra iki oğlu ve bâzı talebeleri ile Medîne'ye gitti. Kâfileden geride kalanlar ise
Recep ayında Medîne'ye vardılar. Ahmed Saîd Pencab'dan Medîne-i münevvereye kadar
uğradığı beldelerde, devlet adamları ile âlimler sohbetine koştu.
Ahmed Saîd hazretleri Medîne-i münevverede yerleşti. Bu yüksek yolun ince bilgilerini,
kalbe ait yüksek mârifetleri ilim ve edeb âşıklarına sunmaya devâm etti. Ömrünün sonuna
kadar orada bu hizmeti sürdürdü.
Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverede ilim tâlibleri Ahmed Saîd hazretlerinden çok
istifâde edip, feyz ve mârifetler elde ettiler. Kendisi bir taraftan talebe yetiştirirken, bir
taraftan bu yüksek yolda daha çok ilerlemeye çalışıyordu. Resûlullah efendimizin kabr-i
şerîflerini ziyâret ettikçe, daha yüksek feyz ve mârifetlere sâhib oldu. Bu sırada kendisine;
"Seni ve kıyâmete kadar seni tevessül edenleri (seni vesîle ederek bana duâ edenleri) af ve
magfiret eyledim." ilhâmı geldi. Kendisinden önce, üstâdlarının ve dedelerinin
seçilmişlerinden sâdece birkaçına nasib olan bu müjdeyi almakla çok sevindi. Allahü teâlâya,
O'nun Resûlüne ve bu yolun büyüklerine olan muhabbet ve bağlılığı daha da arttı.
Ahmed Saîd buyurdu ki:
"Düşünerek, kendinden evvel vefât etmiş olan akrabâ ve dostlarının hâlinden ibret alarak
kabir ziyâreti yapmak, katı kalpleri yumuşatmakta pek faydalıdır. Bu sebeple kabir ziyâretini
çok yapmak lâzımdır."
Ahmed Sa'îd 1861 (H.1278) senesi Eylül ayının on sekizinde Salı günü öğle ile ikindi
arasında vefât etti. Vefâtında, Medîne-i münevverede Resûlullah efendimizin mübârek
mihrâbının yanında bulunuyordu. Yüksek ceddi hazret-i Ömer'in cenâze namazının kılındığı
yerde namazı kılınıp, Bakî' kabristanında defnolundu. Kabri, hazret-i Osman-ı Zinnûreyn'in
kabri yakınındadır.
Ahmed Saîd hazretleri çok kıymetli eserler yazmıştır. Bâzıları şunlardır: 1) Sa'îd-ül-Beyan fî
Mevlid-i Seyyid-il-İnsü vel-Cân, 2) Ez-Zikr-uş-Şerîf fî İsbâtı Mevlid-il-Münif, 3)
Isbât-ül-Mevlidi vel-Kıyâm, 4) El-Fevâid-üz-Zabıta fî İsbât-ir-Rabıta, 5)
El-Enhâr-ul-Erbe'a, 6) Tahkîk-ül-Hakk-ül-Mübîn fî Ecvibet-il-Mesâil-il-Erbe'in, 7)
El-Hakk-ul-Mübîn fî Reddi ale'l-Vehhâbîn, 8) Mektûbât-ı Ahmediyye. Ayrıca bâzı
şiirleri vardır. Şiirlerinde Saîd mahlasını kullanmıştır.
Ahmed Saîd hazretlerine, Resûlullah efendimizin kabrinin nasıl ziyâret edileceği
sorulduğunda buyurdu ki:
Resûlullah efendimizin kabrini ziyâret eden kimse, dünyâ işlerini ve bu ziyâretle alâkalı
olmayan her şeyi kalbinden çıkarır. Bunun için gayret gösterir. Bu gayrete, kalbinde, Resûl
aleyhisselâmdan istimdâd, yardım isteme hâli meydana gelinceye kadar devâm eder.
Dünyâ sevgisi ve nefsin arzu ve istekleri gibi kirli düşüncelerle meşgûl olan bir kalb,
Resûlullah efendimizin yardımlarına kavuşmaktan mahrûmdur. Hattâ o huzurda böyle bir
kalb ile bulunmak bile uygun değildir. Mümkün olan nisbette kalbini uygunsuz
düşüncelerden temizlemeye gayret ederek ve o huzurda bulunmaya layık olmadığını
düşünerek, mahzûn bir gönülle, Resûlullah efendimizin af ve merhametlerinin genişliğinden
ümitli olarak, O'nun kabr-i şerîfinde bizim bilmediğimiz bir hayat ile diri olduğunu,
ziyâretine gelenleri, ziyâretçinin derecesi, hâli ve kalbine göre tanıyıp, yardım ettiğini ve daha
bunun gibi şeyleri düşünerek ziyâret eder. Muhabbet ve bağlılığı nisbetinde o deryâdan feyz
alır. İki cihân saâdetine kavuşmanın, ancak ve yalnız dünyâ ve âhiretin efendisi olan
Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya bağlı olduğunu düşünerek, her hâlinde O'nun sünnet-i
seniyyesine uymaya çalışır.
1) Hadîkat-ül-Evliyâ; 1. kısım s.139
2) Makâmât-ı Ahyâr; s.76
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1034,1166, 1171,1174
4) Makâmât-ı Mazhariyye
5) Makâmât-ı Saîdiyye
6) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.190
7) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.1, s.232
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.327
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder