Bağış Yap
7 Temmuz 2013 Pazar
Ebû Mûsel-Eş’arînin son sözleri
Ebû Mûsel-Eş’arînin son sözleri
Ebû Musa el-Eş’ari hazretleri, Resûlullahın vâlilerindendir. Resûlullah zamanında Zebid, Aden ve Yemen valiliklerinde bulundu. Resûlullah Muaz bin Cebel ile birlikte Yemen’e vali gönderirken ikisine şöyle buyurdu; “Yemen’e vardığınızda halka kolaylık gösteriniz ve güçlük göstermeyiniz! Sevindirin de nefret ettirmeyiniz. Muhabbet ediniz de ayrılmayınız.”
Resulullah ile Zâtü’r-Rika gazâsında, Mekke’nin fethinde, Huneyn gazâsında bulundu. Hz. Ömer’in hilâfetinde Kûfe, Basra valiilklerine tâyin olundu. Burada vâli iken Ehvaz, İsfehan ve Nusaybin fethedildi. Hz. Osman’ın halifeliği esnasında önce Basra daha sonra da Kûfe vâliliğine tayin edildi. Hz. Ali zamanında da Kûfe valiliğine devam etti. Cemel vak’ası’na katılmadı. Sıffîn Muharebesi’nden sonra, sulh için Hz. Ali’nin vekli oldu.
Ebû Musa el-Eş’arî, Kur’ân-ı kerîm’in bütün sürelerini ezbere bilirdi. Hz. Ebû Bekir’in hilafetinde Kur’ân-ı kerîm’i toplayan heyetteydi.Safvân bin Süleyman diyor ki; “Resûl-i ekrem efendimiz zamanında Hz. Ömer ile Hz. Ali’den ve Muâz ile Ebû Mûsel-Eş’arî’den başkaları fetvâ vermezdi.”
İslâm takvimini yazılarında ilk defa O kullandı. Hayâ sahibi olup çok edebliydi. Kendini, Kur’ân-ı kerîm’in Meryem sûresi seksendördüncü âyetindeki “Biz onların ecel günlerini sayıyoruz” (Bu muayyen bir müddettir) meâlindeki hâl üzerinde bulunurdu. Her an son nefesini düşünürdü.
Dünyaya hiç değer vermezdi. Her halinde ve davranışında Allahü teâlâdan çok korktuğunu ifade eder, son nefesi îmânla vermekten başka bir şey düşünmezdi. Bu haline akrabaları “Kendine biraz acısan” diye tavsiyede bulunduklarında son sözü ; “Atlar koştuğu vakit, son noktaya gelince nasıl bütün imkânlarını kullanırsa, ben de son noktaya geldiğimde bütün imkânlarımı kullanmak mecburiyetindeyim” buyurdu.
Böyle yaşayıp bu hâl üzerine vefat etti. Hanımına “Azığını hazırla, Cehennemin üzerinden geçilecek bir vasıta yoktur” buyururdu.
Ebû Musa el-Eş’arî, üçyüzaltmış hadîs-i şerîf rivâyet etti. Resûlullah’ın kendisine Hz. Osman’ın başına felâket gelceğini ve Cennete gireceğini haber verdiğini rivâyet etti. Güneş tutulunca Resûlullah Mescid-i şerife gelip, namaz kıldıktan sonra “Allahü teâlâ’nın irsâl ettiği bu âyetler hiçbir kimsenin ne ölmesinden ne de hayatından dolayıdır. Lâkin Allahü teâlâ bu âyetlerle kullarını tahvif eder (korkutur.) Bu kabilden (tabiî) bir hâdise gördüğünüzde Allah’a niyaza, Allaha karşı istiğfara (koyulup) iltica ediniz (dönünüz.)” buyurduğunu nakletmiştir.
Allahın onları, onların Allahı sevdiği kavim
Ebû Musa el-Eş’arî hazretleri olan müslüman olmasını şöyle anlatır.“Biz Yemen’de iken Peygamber efendimizin ortaya çıkışı haberi bize ulaştı. Ben ve iki ağabeyim ve Eş’ari kabilesinden 52 veya 53 kişi bir gemiye bindik ve Resûlullah’ı görmek için yola çıktık. Ancak gemimiz hava muhalefeti sebebiyle bizi Habeşistan’a çıkardı. Orada Cafer bin Ebî Tâlib ile buluştuk ve müslüman olduk. Cafer “Resûlullah bizi, buraya gönderdi. Burada bir müddet oturmamızı emretti. Siz de bizimle burada bir müddet oturunuz” dedi. Bunun üzerine, biz de orada oturduk.Daha sonra Resûlullah’ın müsadesiyle Habeşistan hükümdarı Necâşi bizi iki gemiye bindirip Medine’ye gönderdi.”
Eş’ariler, Medine’ye gelmekte oldukları sırada Resûlullah eshâbına “Yanınıza öyle bir kavim gelecektir ki onlar, İslâmiyet için, sizden daha yufka yüreklidirler” buyurdu.
Müslümanlar arasında ilk defa müsâfehayı yapanlar onlardı. Resûlullah onları Medine’de Botham Meydanlığı’na yerleştirdi ve onlara buyurdu ki: “Sizin hicretiniz iki defadır. Biri Necâşî’nin ülkesine, ikincisi de yurduma yapılan hicrettir.”
Eş’arîler yatsıdan geç vakitlere kadar ibâdet ettiklerinden, Peygamber efendimizin yanına giderler ve Resulullah da onların yanına gelirdi. Resûlullah Eş’ariler’e namaz kıldırdıktan sonra; “Allahın siz olan nimetlerindendir ki, insanlardan bu saatte başka bir kimse namaz kılıyor değildir. Bu namazı sizden başka kılan kimse yoktur!” buyurur, onları takdir ve teşvik ederdi.
Ebû Mûsel-Eş’arî bu iltifatlardan çok memnun olur, Allahın resûlüne ve müslümanlara sevgisi kat kat artardı. Kur’ân-ı kerîm’in Mâide sûresi 54. âyet-i kerîmesindeki “Allahın onları seveceği ve onların da Allah’ı seveceği bir kavim getirir” buyruğu hakkında Peygamberimiz “Onlar işte bunun! Yani Ebû Mûsel-Eş’arî’nin kavmidir” yine: “Seferlerde yoldaşlık eden Eş’ari cemâatinin gece vakti evlerine girdikleri zaman okudukları Kur’ânı, seslerinden çok iyi tanırım. Sefer halinde, geceleyin onların kondukları yerleri de gündüz görmemiş olsam bile Kur’ân seslerinden anlarım” buyurdu.
Resûlullah mübârek hanımlarından Aişe-i Sıddıka ile bir gece bir yere gidiyorlardı. Ebû Mûsel-Eş’arî’nin evinin hizâsına gelince durdular. O Kur’ân-ı kerîm okuyordu. Okumasını bitirinceye kadar beklediler. Hz. Resûlullah, O’nu gündüz görünce akşamki hâdiseyi anlatıp, eshâbına “Buna muhakkak Davud’un güzel seslerinden bir ses verilmiş” buyurarak meth etti.
“Kim işine geldiği gibi mana verirse...”
Ebû Mûsel-Eş’arî hazretlerinin çok güzel Kur’ân-ı kerîm okuması, müfessir, müctehid olması ve Peygamberimizin iltifatlarına mazhar olması sebebiyle şöhreti vaazı çok kalabalık olurdu. Ehl-i sünnet itikadındaki iki mezhep imamından biir olan Ebûl-Hasan-i Eş’arî hazretleri de Eş’arî kavmindendir.
Bir vazında buyurdu ki: “Kur’ân-ı kerîme tazimle çok hürmet ediniz. Zirâ bu Kur’ân-ı kerîm sizin için ecîrdir. Kur’ân-ı kerîme uyun. O’nu kendinize uydurmayınız. Kim Kur’ân-ı kerîm’e uyarsa, Kur’ân-ı kerîm onu Cennet bahçelerine götürecektir. Kim Kur’an-ı kerîmi’ kendine uydurursa, anladığı ve işine geldiği gibi mânâ verirse Cehennemin alt katlarına baş aşağı düşeceklerdir.” Yine buyurdu ki:
“Ademoğlu iki dere dolu altını olsa yine de tamam, yeter demez. Üçüncü bir dereyi doldurmaya çalışır. Adem oğlunun karnını birazcık toprakten başka bir şey doldurmaz.”
“İnsan, dünyalık için acele ederse âhiretten uzaklaşır.” “İnsanların çoğu para kazanmak hırsıyla helâk oldular.” “Kıyamet günü güneş, insanların tepeside olacak ve iyi ameller de gölge edecek.”
Kıyâmet günü, ibâdet ehli müminlerin, Allahü teâlânın cemâlini göreceği hususunda; Resûlullah’ın gökyüzündeki aya bakıp: “Şu ayı nasıl hiçbiriniz mahrum olmaksızın görüyorsanız, Rabbinizi de öyle göreceksiniz.” hadis-i şerifini bulundu. Rivayet ettiğini diğer hadis-işeriflerden bazıları şunlar:
“Allahü teâlâ gece günah işleyene sabaha kadar gündüz günah işleyene de, tevbe etmesi için akşama kadar, mühlet verir. Güneş batıdan doğuncaya kadar böyle devam eder.”
“Dünyayı seven Ahiretine zarar verir, Ahiretini seven dünyasını zararlandırır. Bu böyle olunca, siz bâkiyi fâni üzerine tercih ediniz.”
“Mü’minler birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın taşları gibidir.”
“Kırk gün helâl yiyenin kalbini Allahü teâlâ nurlandırır ve hikmet sözlerini kalbinden lisânına akıtır.” “Kişi sevdiği ile berâberdir.” “Kıyâmete yakın ilim kalkar, cehalet hertarafı kaplar ve öldürme olayları artar.”
“Kötü arkadaş, demircilerin körükleri gibidir. Şayet üflediği ateş kıvılcımalrı seni yakmazsa, kokusu sana bulaşır.”
Kölelikten âzâd edildiği için ağladı
Ebû Râfî hazretleri ilk müslümanlardandır. Önce Resûl-i Ekrem’in amcası Hz. Abbas’ın kölesi idi. Hz. Abbas onu Resûlullaha verdi. Böylece Resûlullahın aile efradı arasına girme saadet ve şerefine kavuştu.
Resul-i ekrem efendimiz, amcası Hz. Abbas müslüman olunca, sevincinden onu âzâd edip, Selmâ ismindeki azâdlısı ile evlendirdi. Ondan Abdullah adında bir oğlu oldu. Bu oğlu büyüyünce Hz. Ali’nin kâtibi olma şerefine kavuştu.
Ebû Râfi âzâd edildiği zaman ağlamış, “Yâ Resûlallah! Beni niçin bırakıyorsun, bundan sonra da yanında kalacağım” demiştir. Kölelikten azad edildiği için üzülen, hatta ağlayan insanlık tarihinde başka bir örneği var mıdır? Resulullah merhamet buyurmuş; hür iken de Resulullahdan ayrılmamış, harb ve sulh zamanlarında da, Resûl-i Ekrem’in hizmetinde bulunma nimetine kavuşmuştur. Seferlerde Resûlullahın çadırını o kurardı.
Peygamber efendimiz Erkam bin Ebi-l-Erkam’ı, zekât memuru olarak göndermişti. O zaman Erkam ebû Râfi’e “Bana bu işte yardımcı olursan, sana, toplanan zekâttan, toplayanlara ne verilirse, onu sana veririm” dedi. Ebû Râfî bunu Resûlullaha arz edince, “Yâ Ebâ Râfi! Biz Ehl-i Beyt’teniz. Onun için bize sadaka (zekât) helâl değildir. Kavmin kölesi, kendilerinden sayılır.” buyurdu.
Ebû Râfi , Bedir gazâsından sonra Medine’ye hicret etti. Daima Peygamber efendimizin himâyesinde olup, devamlı sohbetinde bulunan Eshâb-ı Suffa arasına katıldı.
Ebû Râfî , Uhud ve Hendek gazvelerine iştirak etmiş, Hz. Ali’nin kumandasında Yemen’e gönderilen Seriyye’de bulunmuş, bu seriyye de Hz. Ali’ye yardımcılık vazifesi yapmıştır. Râfi , Hz. Ebû Bekir zamanında mürtedlerle yapılan muharebelerde bulunup, Hz. Ömer devrinde de fetihlere iştirak etmiştir. Hz. Osman’ın zamanında, kendi halinde, sâkin bir hayat yaşamış, ilimle meşgûl olup, pek çok talebe yetiştirmiştir.
Ebû Râfi’nin çok talebesi vardır. Oğullarından, Hasan, Râfi, Ubeydullah, Mutemer, torunlarından, Hasan, Sâlim ve başkalarından Ata bin Yesâr, Süleyman bin Yesâr bunlardandır. Ebû Râfi’den 68 hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir.
Ebû Râfî : “Resûlullah efendimiz abdest aldığı zaman, parmağının tamamen ıslanması için yüzüğünü hareket ettirdiğini, bildirmektedir.”
Yine Resûlullah’dan şu hadîs-i şerîfi nakleder: “Sizden birinin kulağı çınlasa, beni zikretsin ve bana salevât okusun.”
“Allahü teâlânın kullarının en iyisi...”
Ebû Râfi hazretleri, Resûl-i Ekrem’in sünnet-i seniyyesini ve yüksek ahlâkını çok iyi bilirdi. Eshâb-ı kirâm, ondan bu konuda çok istifade etmişlerdir. Hatta İbn-i Abbas bir kâtip tutup, onun bu hususta verdiği bilgileri yazdırmıştır.
Allahü teâlâ, Adem aleyhisselâma olan ikramdan daha fazlasını Peygamber efendimize ihsan etmiştir. Çünkü Adem’e yalnız isim bilgisi verildi. Peygamber efendimize isim bilgisi verildikten sonra, bu isimlere ait şahıslarda bildirildi. Ümmetinden ne kadar kişi gelecekse hepsinin sûretleri kendisine sunulmuştur.
Bu konuda Ebû Râfî şu hadîs-i şerîfi bildirir,“Adem su ile çamur arasında iken, ümmetimin sûretleri bana sunuldu. Adem’e bütün isimler öğretildiği gibi bana da bütün isimler öğretildi.”
Hz. Resûl-i Ekrem’in mübarek hanımlarından olan Mâriye’den İbrahim isminde bir oğlu dünyaya teşrif etmişti. Ebû Râfi , Resûl-i Ekrem’e müjde haberini getirdiğinde Peygamber efendimiz, Ebû Râfi’e bir köle bağışlamıştır.
Ebû Râfi’nin Peygamber efendimizden, rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: “Allahü teâlânın kullarının en iyisi, borcunu en iyi ödeyenlerdir.”
Ebû Rafi, İslâmın ilk zamanlarında müslüman olmasına rağmen müşriklerin şerrinden çekindiği için müslümanlığını açığa vurmamıştı.
Bedir muharebesine kadar, Mekke’de kaldı. Bedir muharebesi olmuş, müşrikler mağlup olarak Mekke’ye dönmüşlerdi. Ebû Râfi bu sırada Zemzem kuyusunun yanında kendi işi ile uğraşıyordu.
Yanında Hz. Abbas’ın zevcesi Ümm-i Fadl var idi. Ümm-i Fadl da müslüman idi. Bedir’de müslümanların, müşrikleri, büyük bir hezimete uğrattıklarını duyunca, çok sevinmişlerdi. Ebû Râfi ile Ümm-i Fadl bu sevinçli haberden konuşuyorlardı. Bu srada oraya Ebû Leheb gelince, konuşmalarını kestiler.
Ebû Leheb, Bedir gazasına gitmemiş, yerine As bin Hişâm bin el-Mugire’yi göndermişti. O zamanın âdetine göre harbe gitmiyen bir kimse, yerine başkasını göndermesi gerekiyordu.
Ebû Leheb, gelince, kendisine Kureyş’in mağlubiyet haberini verdiler. Bunun üzerine orada bir yerde oturdular. Ebû Râfi ile Ebû Leheb’in sırtları birbirine dönük bir vaziyette idi.
Ebû Süfyân da Bedir’den dönmüştü. Hemen yanına çağırıp Bedirdeki yenilgi hakkında bilgi aldı. Ebu Rafi sevinç içinde bunları dinliyordu. Müşriklerin perişan halini duydukça sevinçten uçacak hale geliyordu. Fakat durumunu da belli etmemeye çalışıyordu. (Devamı yarın)
“Vallahi onlar meleklerdir”
Ebu Rafi hazretleri ile Ebu Leheb Zemzem kuyusunun yanında beraberken, Ebu Lehebi görenler, “İşte Ebû Süfyân geldi “ diye haber verdiler.
Ebû Leheb, Ebû Süfyan’a “Ey kardeşimin oğlu! Yanıma gel”, diye çağırdı. O’ndan, Bedir harbi hakkında bilgi istedi. “Anlat bakalım, nasıl oldu” diye suâl etti.
Ebû Süfyân orada bir yere oturdu. Bir çok kimse de ayakta dinliyorlardı. Ebû Süfyân şöyle anlattı: “Hiç sorma, müslümanlarla karşılaşınca, sanki elimiz kolumuz bağlı idi. İstedikleri gibi hareket ettiler. Bir kısmımızı öldürdüler, bir kısmımızı esir ettiler. Vallahi ben bizimkilerden kimseyi kınayıp, ayıplamıyorum. Çünki, o sırada öyle kimselerle karşılaştık ki, yer ile gök arasında siyah beyaz atlar üzerinde beyazlara bürünmüşlerdi..”
Sessizce onları dinlemekte olan Ebû Râfi farkında olmadan “Vallahi onlar meleklerdir” deyiverdi. Ebû Leheb, ona şiddetli bir tokat vurdu ve kaldırıp yere çarptı. Bir hayli onu dövdü. Bunun üzerine, orada bulunan Ümm-i Fadl, odanın direklerinden birini alıp, şiddetle Ebû Leheb’e vurdu.
Ebû Leheb’in başından yaralandığını görünce, “Kimsesi yok diye onu güçsüz gördün değil mi?” dedi. Ebû Leheb, zelîl, hakîr ve horlanmış bir vaziyette dönüp, gitti.
Bundan sonrasını Ebu Rafi şöyle anlatır: Yedi gün geçmişti ki, Allahü teâlâ ona, kara kızıl denen bir hastalık verdi. Bu hastalık onu öldürdü. Oğulları onu iki veya üç gece defnetmeden bıraktılar. Nihayet pis bir şekilde kokmaya başladı. Herkes, Ebû Leheb’in yakalandığı hastalıktan, tâundan kaçar gibi, kaçıyor ve sakınıyorlardı.
Bunun üzerine Kureyş’den bri, Ebû Leheb’in oğulların: “Yazık size, utanmıyor musunuz? Babanızı, kokuncaya kadar evde bıraktınız. Hiç olmazsa onu bir yere gömüp kaybedin” dedi.
Oğulları o şahsa şöyle cevap verdiler: “Biz ondaki cerâhtlenmiş çıban ve sivilcelerden korkuyoruz” dediler. Bu defa adam onlara Siz gidiniz, ben geliyorum, size yardımcı olacağım” dedi. Sonra, üçü bir araya geldiler. Onu yıkamadılar. Sadece yanına yaklaşmadan, uzaktan üzerine su serptiler. Yüklenip, kenar bir yere gömdüler. Leşi görünmeyinceye kadar, üzerine taş attılar. Ebû Leheb böylece ebediyyen azap ve ateşler içerisinde kalacağı yurduna, geçiş âlemi olan, karanlık ve Cehennem çukuru kabrine girmiş oldu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder