Bağış Yap
11 Temmuz 2013 Perşembe
“Kötülüklere mani olacağınıza söz verin!”
“Kötülüklere mani olacağınıza söz verin!”
Ebû Lübâbe hazretleri, Eshâb-ı kirâm’ın meşhurlarındandır. En çok da kendini ağaca bağlaması olayı ile anılır. İkinci Akabe bîatında, Medine’den gelenler arasında Ebû Lübâbe de vardı. Peygamber efendimiz onlardan şu hususlarda bîat (söz) aldı:
“Allahü teâlâ’dan başka ilâh olmadığına, benim de Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet getirip, namazı kılacağınıza, zekât vereceğinize, neşeli ve neşesiz zamanlarınızda sözlerime itaat edeceğinize, emirlerime tamamen boyun eğeceğinize, darlıkta da varlıkta da muhtaclara yardımda bulunacağınıza, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın, Allah yolunda, Allah için hak ve gerçeği söyleyeceğinize, iyiliği emredip, kötülükten alıkoyacağınıza bîat etmeli, bana kesin söz vermelisiniz. Şahsıma gelince; bana her yönden yardım edeceğinize, yanınıza vardığımda; kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden, beni koruyacağınıza da söz vereceksiniz” buyurdu.
Bundan sonra Peygamber efendimiz onlara “Aranızdan, her hususta, kavimlerinin, benim yanımda temsilcisi olacak 12 kişi seçiniz Hz.Mûsa da İsrâiloğullarından 12 kişi almıştı.” buyurdu.
İşte bu oniki kişi arasında Ebû Lübâbe de vardı. Ebû Lübâbe Peygamber efendimizin bir çok gazâlarına katıldı. Bunların ilki olan Bedir gazâsında büyük kahramanlıklar gösterdi. Ebû Lübâbe Beni Kaynuka, Sevik ve hicretin beşinci yılında yapılan Hendek gazâlarına da katıldı.
Daha sonra Benî Kureyza gazâsına iştirak etti. Bu gazânın sebebi şu idi: Peygamber efendimizle Benî Kureyza Yahudileir arasında bir anlaşma vardı. Buna göre, Mekke müşrikleri ile yapılan Hendek Muharebesinde müslümanlarla beraber, Medine’yi müdafaa etmeleri gerekiyordu. Fakat bunlar, böyle bir şeye yanaşmadıkları gibi, harbin en nâzik bir zamanında müşriklerle işbirliği yaptılar.
Bununla da yetinmeyip, Medine üzerine baskınlar düzenlediler. Hendek muharebesinde, on bin kişilik müşrik ordusunun büyük zayiat vererek geri çekilmesi Kureyza Yahûdilerini hayâl
kırıklığına uğrattı. Sonra Medine’ye iki saatlik mesafede bulunan kalelerine çekildiler. Peygamber efendimizin üzerlerine yürümesinden çok korkuyorlardı. Nitikim korktukları başına geldi. Allahü tealanın emri üzerine, Resulullah bunların üzerine yürüdü. İşte bu yürüme esnasında yaptığı bir hatadan dolayı Ebu lübabe hazrtelerinin kendini ağaca bağlama hadisesi oldu. Ebu Lübabe hazretleri bu olay ile meşhur oldu. Bu hadiseyi de yarın anlatalım.
Kendini ağaca bağladı
Peygamber efendimiz, Hendek savaşından dönüp, evine geldi. Üzerindeki silâhı çıkardı. Öğle vakti idi. Yıkandıktan sonra, buhurlanmak için buhurdanlığını getirdi. Bu arada, atlas ile örtülü bir katır üzerinde ve başında sarık olduğu halde Cebrâil aleyhisselam, geldi. Sarığının ucu iki omuzunun arasında ve üzerinde zırhdan gömlek vardı.
Peygamber efendimize, kendisi ve diğer meleklerin silâhlarını çıkarmadıklarını, söyledi. Bundan sonra Hz. Cebrâil Resûlullah’a şöyle dedi: “Yâ Muhammed! Kalk onların üzerine yürü.” Peygamberimiz “Kimin üzerine yürüyeyim?” diye sorunca Cebrâil “İşte oraya” diyerek, eliyle Benî Kureyza tarafını gösterdi. Resûlullah “Eshâbım çok yoruldular. Birkaç gün dinlenmeleri nasıl olur” buyurunca, Cebrâil aleyhisselam “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ, hemen Benî Kureyzâ kabîlesi üzerine yürümeni emir ediyor. Ben şimdi yanımdaki meleklere berâber, Kureyza Yahûdîlerinin kalelerine gidiyorum. Allahü teâlâ onları helâk edecektir” dedi.
Peygamber efendimiz , Hz. Cebrîl gidince, Hz. Bilâle “İşitip, itaat eden kişi, ikindi namazını Benî Kureyza yurdundan başka yerde kılmasın” diye seslenmesini emretti.
Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâm silahlandılar. Resûlullah efendimiz Hz.Cebrâilin izini takip ederek yola çıktılar. Benî Kurayza yahûdilerini olduğu yere geldiler. Kalelerinin çok yakınına kadar yaklaştılar. Benî Kureyza yahûdîleri iyice muhasara altına alındı. Muhasara son derece şiddetlenmişti. Yahûdiler, Peygamber efendimizden kendisiyle görüşmek üzere Ebû Lübâbe’yi istediler. Ebû Lübâbe’nin çoluk çocuğu ve malları Benî Kureyza yurdunda idi.
Peygamberimiz, Ebû Lübâbeyi onların yanına gönderdi. Ebû Lübâbe yanlarına varınca, onu karşıladılar. Kadınlar ve çocuklar ağlaşarak, kendilerine acındırmağa, çalışarak yardım bekliyorlardı. Yahûdiler, Ebû Lübâbe’ye “Muhasara bizi mahvetti. Muhammed (aleyhisselam) müsaade etse de buradan çıkıp, Şam’a veya Hayber’e gitsek bizim çarpışmağa gücümüz yok” “Ey Ebû Lübâbe, biz teslim olursak bize ne yapılacak” diye sordular. O da elini boğazına götürmek suretiyle kesileceklerini ifâde eden bir işaret yapmıştı. Ebû Lübâbe “Vallahi onların yanından da henüz ayrılmamıştım ki, bu hareketimle, Allah’a ve Resûlüne karşı iyi bir iş yapmadığımı anlamıştım.” dedi. Selâhiyetli olmadığı,gizli kalmas gereken bir şeyi söylemişti. Ama bir kerre ağzından çıkmıştı. Ebû Lübâbe bu duruma çok üzüldü, çok pişman oldu. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslattı. Kalenin arkasından bulduğu bir yolla, doğru Medine’ye gidip Mescid-i Nebeviye girdi. Kendisini direğe bağlattı.
“Allaha ve Resûlüne hâinlik etmeyin!”
Mescid-i Nebevi’de kendini direğe bağlatan Ebu Lübabe hazretleri, Allahü teâlâ hakiki bir tevbe nasib edip, tevbe edinceye kadar yerinden ayrılmıyacağını, böyle olmadan Resûlullah’ın yüzüne bakamıyacağını, yemin ederek, artık içinde Allah ve Resûlüne karşı hata işlediği bir memleketi görmek istemediğini söyledi.
Ebû Lübâbe’nin düştüğü bu hata ile ilgili olarakşu âyet-i kerîme nazil oldu. “Ey imân edenler! Allaha ve Resûlüne hâinlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emânetlere de hainlik etmeyin.”
Ebû Lübâbe Resûlullah’ın zevce-i mutahharası Ümm-i Seleme’nin kapısı önündeki direğe kendisini bağlatmıştı. Hava bir hayli sıcaktı. Bir hafta hiçbir şey yemeyip, kulakları işitemiyecek hale geldi. Ebû Lübâbe bu durumları yaşarken, müslümanlar da onun, yahûdilerin kalesinden dönmesini bekliyorlardı.
Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen Ebû Lübâbe dönmedi. Nihâyet durumdan haberdâr olunup, Resûlullaha arz edildi. Peygamber efendimiz “Eğer doğruca, yanıma gelseydi, bağışlanmasını Allahü teâlâdan dilerdim. Madem ki, o kendisini bağlatmış, artık Allahü teâlâ tevbesini kabul edinceye kadar onu bulunduğu yerde bırakırım” buyurdu.
Ebû Lübâbe bu şekilde direğe bağlı olarak altı gece kaldı. Ancak, her namaz vaktinde bağları çözülür, namazını kıldıktan sonra, yine direğe bağlanırdı.
Peygamber efendimiz Ümm-i Seleme’nin odasında idi. O sırada, Ebû Lübâbe’nin tevbesinin kabul olduğuna dair âyet-i kerîme nâzil oldu.Âyet-i kerîmede “Onlardan diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler ve (evvelce yapmış oldukları) iyi bir ameli sonradan yaptıkları başka bir kötü (nifak) ile karıştırdılar. Olur ki, Allah, onların tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah, Gafûr’dur (çok bağışlayıcı), Rahîm’dir” buyuruldu.
Ümm-i Seleme vâlidemiz, seher vakti Peygamber efendimiz’in güldüğünü işitti. “Niçin gülüyorsun Yâ Resûlallah!” diye sordu. O zaman, Ebû Lübâbe’nin tevbesinin kabûl olduğunu
buyurdular. Ümm-i Seleme müjdeliyeyim mi? Yâ Resûlallah!” diye sordu. “Olur! Müjdelemek istiyorsan, müjdele” buyurdu.
Bu haberi duyan herkes, iplerini çözüp salıvermek için Ebû Lübâbe’ye doğru koştular. Ebû Lübâbe bunu kabûl etmedi.” Vallahi! Resûlullah bizzat kendi eli ile beni bırakmadıkça buradan ayrılmam” dedi. Peygamber efendimiz namaza giderken, uğrayıp salıverdiler. Ebû Lübâbe direğe ince, sağlam bir iple bağlanmıştı. Onun için ip, onun iki kolunu kesmişti. Uzun zaman bu kesikler geçmedi. İz olarak kollarında kaldı.
“Sevindirin nefret ettirmeyiniz!”
Ebû Mûsel-Eş’arî hazretleri, güzel sesle Kur’an-ı kerim okurdu. Resûlullah mübârek hanımlarından Âişe-i Sıddıka ile bir gece bir yere gidiyorlardı. Ebû Mûsel-Eş’arî’nin evinin hizasına gelince durdular. O Kur’ân-ı kerîm okuyordu. Okumasını bitirinceye kadar beklediler. Hz. Resûlullah, O’nu gündüz görünce akşamki hâdiseyi anlatıp, eshâbına “Buna muhakkak Davud’un güzel seslerinden bir ses verilmiş” buyurarak meth etti.
Ehl-i sünnet itikadındaki iki mezhep imamından biri olan Ebûl-Hasan-i Eş’arî hazretleri Eş’arî kavmindendir. Ebû Musa el-Eş’arî’nin amcası Ebû Âmir de, Resûlullah’ın kumandanlarındandı. Mekke-i mükerreme’nin fethinden sonraki Huneyn gazâsındaki Evtaş Mevkiindeki harbe amcasıyla katıldı.
Ebû Âmir İslâm Ordusu’nun Evtâş’taki birlik kumandanıydı, bu harbde yaralandı. Ebû Mûsel-Eş’arî amcasını yaralayanı öldürdü. Amcası, Resûlullah’a selâm, istiğfar etmesi vasiyetiyle, Onu mücahitlerin kumandanı tayin ettikten sonra şehâdet şerbetini içti.
Evtâşi’de zafer kazanan Ebû Mûsel-Eş’ari Resûlullah’ın yanına dönüp, durumu arz edip amcasının vasiyetini de söyledi. Bundan sonrası Ebû Mûsel-Eş’arî şöyle anlatır: (Bunun üzerine Resûlulah abdest suyu istedi ve abdest aldı. Sonra ellerini kaldırıp: “Allah’ım! Kulcağızın Ebû Âmir’i afv eyle! Diye duâ etti. Duâ ederkin” (ellerini o kadar kaldırmıştı ki) ben iki koltuğunun beyazlığını gördüm. Sonra Resûlullah: Allahım, kıyâmet gününde Ebû Âmir kulunu şu yarattığın insanlardan çoğunun üstünde âlî bir makamda kıl” niyazında bulundu.
Bunun üzerine “Yâ Resûlallah, benim için de mağfiret dile! diye duâ istedim. Resûlullah benim için de: Rabbim, Abdullah ibni Kays’ın günahını afv eyle! Kıyâmet gününde onu en yüksek ve güzel makama koy! diye duâ buyurdu.”
Resûlullah zamanında Zebid, Aden ve Yemen valiliklerinde bulundu. Resûlullah Muaz bin Cebel ile birlikte Yemen’e vali gönderirken ikisine şöyle buyurdu: “Yemen’e vardığınızda halka kolaylık gösteriniz ve güçlük göstermeyiniz! Sevindirin de nefret ettirmeyiniz. Muhabbet ediniz de ayrılmayınız.” Sıffîn Muharebesi’nden sonra, sulh için Hz. Ali’nin vekili oldu. Hz. Mu’âviye’nin hilâfeti zamanında vefât etti.
“Âdemoğlu iki dere dolu altını olsa... “
Ebû Musa el-Eş’arî, Kur’ân-ı kerîm’in bütün sûrelerini ezbere bilirdi. Hz. Ebû Bekir’in hilafetinde Kur’ân-ı kerîm’i toplayan heyetteydi.
Safvân bin Süleyman diyor ki; “Resûl-i Ekrem efendimiz zamanında Hz. Ömer ile Hz. Ali’den ve Muâz ile Ebû Mûsel-Eş’arî’den başkaları fetvâ vermezdi.” İslâm takvimini yazılarında ilk defa O kullandı. Hayâ sahibi olup çok edebliydi. Kendini, Kur’ân-ı kerîm’in Meryem sûresi seksendördüncü âyetindeki “Biz onların ecel günlerini sayıyoruz” (Bu muayyen bir müddettir) meâlindeki hâl üzerinde bulunurdu.
Her an son nefesini düşnürdü. Dünyaya hiç değer vermezdi. Her halinde ve davranışında Allahü teâlâdan çok korktuğunu ifade eder, son nefesi îmânla vermekten başka bir şey düşünmezdi.
Bu haline akrabaları “Kendine biraz acısan” diye tavsiyede bulunduklarında; “Atlar koştuğu vakit, son noktaya gelince nasıl bütün imkânlarını kullanırsa, ben de son noktaya geldiğimde bütün imkânlarımı kullanmak mecburiyetindeyim” buyururdu. Böyle yaşayıp bu hâl üzerine vefât etti. Hanımına “Azığını hazırla, Cehennemin üzerinden geçilecek bir vasıta yoktur” buyururdu.
Çok güzel Kur’ân-ı kerîm okuması, müfessir, müctehid olması ve Peygamberimizin iltifatlarına mazhar olması sebebiyle şöhreti vaazı çok kalabalık olurdu. Buyurdu ki: “Kur’ân-ı kerîme tazimle çok hürmet ediniz. Zirâ bu Kur’ân-ı kerîm sizin için ecîrdir. Kur’ân-ı kerîm onu Cennet bahçelerine götürecekir. Kim Kur’ân-ı kerîm’i kendine uydurursa (anladığı ve hesabın geldiği gibi kabullenmek, mânâ vermek) Cehennemin alt katlarına baş aşağı düşeceklerdir.”
“Âdemoğlu iki dere dolu altını olsa yine de tamam, yeter demez. Üçüncü bir dereye doldurmaya çalışır. Âdem oğlunun karnını birazcık topraktan başka bir şey doldurmaz.”
“İnsan, dünyalık için acele ederse âhiretten uzaklaşır.”
“İnsanların çoğu para kazanmak hırsıyla helâk oldular.”
“Kıyâmet günü güneş, insanların tepesinde olacak ve iyi ameller de gölge edecek.”
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları: Kıyâmet günü, ibâdet ehli müminlerin, Allahü teâlânın cemâlini göreceği hususunda; Resûlullah’ın gökyüzündeki aya bakıp: “Şu ayı nasıl hiçbiriniz mahrum olmaksızın görüyorsanız, Rabbinizi de öyle göreceksiniz. Artık güneşin tulû’unda da, gurûbunda da evvelki namazların hiç birinden alıkonmamak elinizden gelirse (ona) çalışınız” rivâyetinde bulundu.
“Cennet hazinelerinden bir hazine”
Birgün Peygamberimiz Ebû Musa el-Eş’ari’ye “Cennet hazinelerinden bir hazineye seni irşad edeyim mi?” Evet Yâ Resûlallah irşâd buyurdu, demesi üzerine Resûlullah: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” de diye buyurdu.
“Allahü teâlâ gece günah işleyene sabaha kadar gündüz günah işleyene de, tevbe etmesi için akşama kadar, mühlet verir. Güneş batıdan doğuncaya kadar böyle devam eder.”
“Dünyayı seven Âhiretine zarar verir, Âhiretini seven dünyasını zararlandırır. Bu böyle olunca, siz bâkiyi fâni üzerine tercih ediniz.”
“Her kim Allahın rızasını kazanmak için bir mescid binâ ederse, Allahü teâla da ona Cennet’te onun gibi bir ev binâ eder.”
“Mü’minler birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın taşları gibidir.”
“Bana gelip benden soran ve bazı ihtiyaç dileğinde bulunanlar olur. Yanımda bulunan sizler de onlara yardımcı olun ki, ecir kazanasınız. Allahü teâlâ sevdiği şeyi, Peygamberlerin elinde kazâ eder.”
“Kırk gün helâl yiyenin kalbini Allahü teâlâ nurlandırır ve hikmet sözlerini kalbinden lisânına akıtır.” “Kişi sevdiği ile berâberdir.”“Kıyâmete yakın ilim kalkar, cehalet hertarafı kaplar ve öldürme olayları artar.”
Ev ziyâreti hususundaki Âdâb hakkında: “İzin talebi üç defadır. Birincide susar ve gelenin kim olduğunu öğrenmek için dinlenir, ikincide hazırlanır, üçüncüde de kabul veya reddeder.”
“Biriniz üç kere selâm verdikten sonra cevap alamazsa dönsün.” “Yaşlılara saygı göstermek, Allahü teâlâyı tazimdendir.” “Kötü arkadaş, demircilerin körükleri gibidir. Şayet üflediği ateş kıvılcımları seni yakmazsa, kokusu sana bulaşır.”
“Dirinin ağlamasıyla muhakkak ölü azâb olunur.”
Peygamber efendimiz ipeği sağına, altını soluna koydu ve “Bu ikisi ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine haramdır” buyurdu.
“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız!”
Peygamberimiz , Mekke fethinde görüldüğü yerde öldürmelerini emir buyurdukları kimselerin içerisinde Hind binti Utbe de vardı. Hind binti Utbe, Kâ’be-i Muazzamanın örtüsü altına sığındı. Yanında bir çok kadınlar da vardı. Hepsi imân ettiklerini bildirdiler ve Resûlullah’a biât ettiler.
Peygamberimiz Mekke’de kendisine ezâ ve cefâ yapan kadınların başında gelen, Mübârek amcası Hz. Hamza’yı öldürten Hind binti Utbe’yi affetti ve öldürülmemesini emir buyurdular.
Hind; Mekke’nin fethedildiği gün, Kâ’be’deki bütün putlar yıkılmış, kırılmış ve dışarı atılmış olduğunu, Eshâb-ı kirâmın sabaha kadar namaz kıldıklarını görmüş, kalbinde imân nuru parlamış ve bunu kocası Ebû Süfyân’a söylemişdi.
Tanınmamak için kılık kıyâfet değiştirmiş, yüzünü örtmüştü. Resûlullah’a geldi. “Yâ Resûlallah el tutup sana biât edeyim mi?” diye sordu. Peygamberimiz, “Ben kadınlarla el tutuşmam. Benim yüz kadına hitap etmem, her bir kadına ayrı ayrı hitap etmem gibidir” buyurdular ve kadınların biâtı söz ile oldu
Burada Peygamberimiz, Hz. Ömer’e “Söyle o kadınlara Allah’a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak üzere Resûlullah’a biât edeceklerdir” buyurdu. Hind’in yanındaki kadınlar sustular. Onlar namına Hind konuştu ve Resûlullah’a: “Erkeklerden istemediğin bir teahhüdü, kadınlardan niçin istiyorsun. Ben iyice anladım ki, eğer Allah ile birlikte başka ilâh, tanrılar bulunsaydı, başımıza gelenlerdin bizleri korurdu” dedi
Peygamberimiz, Hind’e baktı ve Hz. Ömer’e, “Söyle onlara; hırsızlık da etmeyecekler” buyurdu. Hind, “Yâ Resûlallah, Ebû Süfyân cimri bir kimsedir. Ben ondan habersiz malından bir şeyler çalıyordum. Bu benim için helâl mi, değil mi bilmiyorum. Ebû Süfyân ne ban ne oğluma yetecek kadar bir şey vermiyor.” dedi. Peygamberimiz “Onun malından kendine ve oğluna yetecek kadar bir şey alabilirsin” buyurdu.
Bu sırada Ebû Süfyân, Hind’e “Senin şimdiye kadar çaldığın geçti gitti. Bundan sonrakiler de helâl olsun” dedi. Peygamberimiz güldü. Hind’i yanına çağırdı. “Demek sen Hind binti Utbe’sin?” buyurdu. Hind radıyallahü anha “Evet” dedi. “Allaha şükür olsun ki, kendisi için seçip beğendiği dînini üstün kıldı. Yâ Muhammed elbette ki bana rahmetin dokunacaktır. Şimdi ben Allah’a imân etmiş ve Onun Resûlünü tasdik etmiş bir kadınım” dedi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder