AKBIYIK SULTAN;
İkinci Murâd Han ve Fâtih Sultan Mehmed devrinde yaşayan büyük velîlerden. Asıl adı
Ahmed Şemseddîn'dir. Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin sohbetinde yetişti. Onun feyz ve
bereketi ile kemâle erişti. Kalblere şifâ olan sözleri ile ileri derecelere kavuştu.
Akbıyık Sultan bir taraftan hocasının sohbeti ile bereketlenirken diğer taraftan İkinci Murâd
Han'ın haçlılar ve diğer din düşmanlarına karşı giriştiği cihâd hareketine de katıldı. Giriştiği
seferlerde, Hacı Bayrâm-ı Velî hazretlerinin diğer talebeleri ile birlikte büyük kahramanlıklar
gösterdi. Böylece Osmanlıların Rumeli'deki yayılmasında önemli hizmetler gördü.
Bu gazâlarda gösterdiği başarılardan birinin sonunda İkinci Murâd Han tarafından Yenişehir
köylerinden bir tanesi kendisine temlik edildi (1437). Bu parayı ticarette kullanan Akbıyık
Sultan kısa zamanda malının hesâbını yapamayacak kadar zenginleşti. Mal, mülk meşgûliyeti
az zaman içinde, hocasının sohbetinden daha az istifâde etmesine yolaçtı. Bu sebeple birgün
hocası Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, dünyâya ve onun geçici lezzetlerine bağlanmanın
mahzurlarından bahsederek Akbıyık Sultan'a;
"Evlâdım bu dünyâ fânîdir. Malı mülkü elde kalmaz. Ne kadar malın olsa murâd alamazsın.
Âhiretten gâfil olma. Zîrâ gidişin dönüşü yoktur. Allahü teâlâdan gayri işlere tutulmaktan
kurtul. Devamlı bâki kalan işlerle meşgul ol."
Hocasının bu sözleri üzerine Akbıyık Sultan;
"Hocam! Peygamber efendimiz; "Dünyâ, âhiretin tarlasıdır." buyuruyor. Bu sebeple dünyâ
malı ile de meşgul olmak gerekmez mi?"
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri uzun bir sükûttan sonra;
"Evlâdım! Mâdem ki dünyâyı terk edemiyorsun, öyle ise bizi terket. Bu dergâhta dünyâ ile
meşgul olanların işi yoktur." buyurdu.
Akbıyık Sultan bu sözler üzerine kapıdan dışarı çıkarken tam eşik üzerinde başından sarığını
düşürdü. Bunu hocasının bir kerâmeti bilip günü gelince sebebi meydana çıkar, düşüncesiyle
alıp başına giymedi.
Akbıyık Sultan'ın bundan sonra topladığı altın ve gümüş para sayılamayacak ölçüde arttı.
Ancak gönlünü hiç bir zaman para ve pula kaptırmadı. Eline geçen para da hiç bir zaman
kendisinde kalmadı. Fakir, fukarâ, kimsesiz, öksüz, yetim, dul, borçlu ve gariplerin sığınağı
oldu. Bursa'da büyük bir imâret yaptırarak gelen geçen yoksullara ikramlarda bulundu.
Misâfirleri ağırladı. O dağıttıkça parası artıyor, parası arttıkça o da dağıtmaya devâm
ediyordu. Bu arada Alâeddîn Ali el-Arabî hazretlerinin derslerine devam ederek ilimde
ilerlemeye de gayret sarfediyordu.
Ve nihâyet... Hocasının kerâmeti tahakkuk etti. Sarığının eşik üzerinde düşmesinin esrârı
aydınlandı. Yine şeyhi ve üstâdı Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin eşiğine yüz sürdü. Mübârek
sohbetlerine tekrar kabûl olunarak tasavvuf yolunda ilerledi. Hocasının sekiz halîfesinden biri
olma şerefine kavuştu.
Bu arada dînine hizmet etmek, İslâmiyeti küffâr diyârına duyurmak aşkı Akbıyık Sultan'da
hiç sönmeden için için gittikçe alevlendi. 1444'te Varna'da haçlı sürüleri perişan edilirken o,
mânevî liderlerin en önündeydi.
Nisan 1453... Osmanlı ordusu son defâ İstanbul önlerinde göründü. Peygamber efendimizin
fetih müjdesi gerçekleşmek üzeredir. Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Akşemseddîn ve Akbıyık
Sultan gibi gönül erenleri ordunun en önündeler. Akbıyık Sultan, Akşemseddîn hazretleri ile
berâber Fâtih Sultan Mehmed Han'ın yanında bulunuyor ve devamlı askeri teşcî' edip
coşturuyor, duâ ve sözleri ile onları gayrete getiriyordu.
Fâtih Sultan Mehmed Han fetihten sonra İstanbul'da yaptırdığı câmilere bu gâzi şeyhlerin
isimlerini verdi. Akbıyık Sultan adına da Cankurtaran civârında bir câmi yaptırdı.
Akbıyık Sultan ömrünün son yıllarını Bursa'da talebe yetiştirmek, zikr, tâat ve ibâdetle
meşgûl olmak ve yine fakir fukaraya yardımda bulunmak sûretiyle geçirdi. 1455 (H.860) de
âhirete göçtü. Arkasında pekçok hayır müesseseleri bıraktı. İstanbul'da bir, Bursa'da iki
mahalle ve dergâh ve câmisi Akbıyık Sultan'ın adı ile anılmaktadır. Kabri, Bursa'da Akbıyık
mahallesi Akbıyık Çıkmazı'nda yaptırmış olduğu dergâhının yanındaki türbededir.
1) Güldeste-i Riyâz-i İrfan; s.221
2) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi; s.126
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.251
4) Tâcü't-Tevârih; c.5, s.97
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder