KADIN - ERKEK EŞİTLİĞİ
Cenâb-ı Hak, kadını, erkeği farklı yaratmıştır. Fizikî
yapısı birbirine benzemez. Birbirine benzemeyen iki şey, birbiri ile mukayese
edilemez.
Yüce Allah, kadını da, erkeği de her işe elverişli olarak
yaratmamıştır. Kadın ile erkek iki ayrı cinstir, birbirine üstünlüğü söz konusu
olamaz. Ancak vasıfları eşit olan iki şey arasında kıyaslama yapılır.
Kadın meselesi bütün dünyada olduğu gibi, bizde de yanlış
yönden ele alınıyor... İlmî olmaktan çok, hissî sebeplerle ortaya atılan bir
kadın-erkek eşitliği meselesinde kadınların hiçbir davâsı halledilemez. Çünkü
başlangıç noktası yanlıştır. Kadın-erkek eşitliği altında kadına zulmediliyor
aslında... Bunun için hissî olmayıp gerçekçi olmak lazım.
Çalışan bir karı-kocanın, akşam eve beraber yorgun argın
gelip, kadının evde yemeğini yapması, ev işleri ile ilgilenmesi, erkeğin de yan
gelip yatması nasıl kadın yönünden eşitsizlik ise; kadının çalışmadığı evde,
akşam eve gelen erkeğin eşitlik olsun diye mutfağa girmesi, ev işlerinde ona
yardıma zorlanması da erkek açısından eşitsizlik olur.
Böyle bir erkek günlük istirahatini yapamadığı için ertesi
günü işinde başarılı olamaz. İşinde başarılı olmayan kimsenin sıkıntısı evine,
yine hanımına yansır; zararı yine o çeker.
Can Kıraç’ın anlattıkları
Bunun için, işinin ehli patronlar, yöneticilerini işe
alırken, “Ben sana bu parayı sadece,
sekiz saatlik mesai için vermiyorum. Yirmi dört saatin için veriyorum. Bütün
gününü satın alıyorum. Ev işleri dahil, başka bir iş ile uğraşmamanı
istiyorum... Evinde istirahatini iyice yapıp sabah bedenen ve zihnen dinlenmiş
olarak gelmeni istiyorum” diye şart koşarlar...
Bu kuralı hiç taviz vermeden uygulayan iş adamlarının
başında Vehbi Koç gelir.
Damadının ağabeyi Can
Kıraç, bu konuya Vehbi Beyin ne kadar önem verdiğini bakınız nasıl
anlatıyor hatıralarında:
“Bu davet, Vehbi Koç için de önemli bir fırsat olacaktı...
Bizim yaşam şeklimizi görecek, gösterişe veya şatafata verdiğimiz önceliği
anlayacak ve eşimin becerikliliğini tartacaktı. İşini teslim ettiği insanları
her yönüyle tanımak, Vehbi Koç’un çok önem verdiği bir özelliği idi...
Böylesine önemli bir görücüye çıkma hususunda eşim İnci’yi
ikna etmem kolay olmamıştı... “Meraklanma,
yemeklerin hazırlanmasında sana yardım ederim” taahhüdünde bile
bulunmuştum... Vehbi Bey’le baş başa kaldığımız bu ilk gece, tahminimizden de
başarılı geçmişti...
Ben İzmir’in iş dünyası ile ilgili haberler vermiştim. O da
bize basamak basamak yükselerek “refaha” kavuşmanın erdemini ve sırlarını
anlatmıştı!.. Sıra kahve içmeye gelmişti...
Vehbi Bey keyifli zamanlarında yaptığı gibi ellerini
dizlerine vurduktan sonra; “Çocuklar size teşekkür ederim. Beni tahminimden
daha iyi ağırladınız. İnci Hanım, senin yemeklerin de hoşuma gitti,
yorulmuşsun, ellerine sağlık!” diyerek bizlere iltifat etti...
“Bir daha kocanı mutfağa sokma!”
İnci de, bu samimi duygulara tevazu içinde mukabele etmek
düşüncesi ile, “Beyefendi, sizi evimizde
misafir etmekten onur duyduk. Sağolun! Beğendiğiniz yemeklerin bir kısmını da
Can hazırladı, benim için hiç yorgunluk olmadı!” itirafında bulunmuştu...
Gecenin keyfi de bu itiraftan sonra kaçmıştı!.. Vehbi Bey’in
sevinç ifade eden yüz çizgileri değişmiş, kızgınlığını belirleyen şekilde alt
dudağı hafifçe aşağıya sarkmıştı... Biz, İnci ile göz göze bakarak bu ani
değişikliğin sebebini anlamaya çalışmıştık.
Merakımızı ve endişemizi, Vehbi Bey şu açıklaması ile
gidermişti:
“İnci Hanım!
Sen sen ol, bir daha kocanı mutfağa sokma! Erkeğin işi evinin dışında
çalışmaktır. Yemek yapmasını bilmiyorsan, kocana söyle, sana aşçı tutsun! ...”
Şimdi, denebilir mi, Vehbi bey, erkeği mutfağa sokmamakla
kadınlara haksızlık yapıyor, kadın- erkek eşitliğini bozuyor?!...
Her taş yerinde ağırdır. Taşları yerinden oynatmanın kimseye
faydası olmaz!...
ÖZGÜRLÜK DİYE DİYE AİLEYİ MAHVETTİLER
Oldum olası “Bilimsel
rapor” , “İstatistiki veriler”
gibi araştırmalara hep şüphe gözü ile
bakmışımdır. Nasıl bakmayayım; aynı konuda iki araştırma yapılıyor, netice
birbirinin tam tersi... Ufak tefek farklılıklara tamam da, yüzde yüz farklılık
niçin?
Çünkü, bu tür çalışmaların birçoğu belli maksatlar,
yönlendirmeler için yapılıyor da ondan. İşte, bu tür yapılan bir araştırmanın
neticesi:
“ Yapılan
araştırmalara göre, Batı’da gayri meşru ilişki yaşı 14’e Türkiye ise, 16’ya
indi. Bu gizli ilişkilerin sağlık açısından zararlarına mani olmak için, artık
cinsellik tabu olmaktan çıkarılmalı. Cinsel eğitim verilmeli. Cinsellik bir
ihtiyaçtır, engel olunmamalı.Teklif sadece erkekten gelmemeli, kadın da teklif
edebilmeli. Erkek cinselliği nasıl rahat yaşıyorsa, kadın da öyle olmalı. Her
iki cins de evlilik öncesi, cinsel tecrübeye sahip olmalı. Görüştüğümüz herkes
cinsel özgürlük istiyor...”
Sordukları her denek, aynı şeyleri istiyor(!). Bu sözde
araştırma ya maksatlı bir masabaşı çalışması veya, diskoteklerde, barlarda...
yapılmış. Meyhaneden çıkan kimseye içki
içiyor musunuz diye sorarsanız, alacağınız cevap tabii ki “ Evet” olacak. Sonra
da bunu bilimsel araştırma(!) diye yayınlayacaksın!
Batı bunu denemiş. Cinsel özgürlüğün toplumu ne hale
getirdiğini görmüş. Şimdi, bunun nasıl önüne geçebilirim, telaşında; aile
bağlarını kuvvetlendirmek için, bütçelerinden yüklü paralar ayırmaktalar.
Alınan netice ortada iken, toplumu böyle bir yönlendirme gayretine girmek
akıllara durgunluk veriyor. Acaba bu, Batı’nın bir intikamı mı? Bizim
toplumumuz perişan oldu, onların ki de olsun kıskançlığı mı?
İsveç’te “cinsel devrim”in korkunç neticesi
Batıda ilk defa İsveç, yasal yollarla “cinsel devrim” yapan bir ülkedir. İsveç Parlamentosu , insanların
“cinsel özgürlüğünü” baskı altına alan ne kadar yasa varsa, onların tümünü
yürürlükten kaldırıp bu, “özgürlüğü”
pekiştirici yasaları yürürlüğe koydu.
Akıllarınca, bu tür yayınlar serbestçe yayınlanacak, piyasa
bu tür yayınlara belli bir noktada doyum sağladıktan sonra da, kendiliğinden
ortadan çekilecek...
Bu serbestliğin verilmesinden sonra, hiç tahmin etmediği bir
manzara ile karşılaştı İsveç. Cinsel özgürlük adına uygulanan tedbirler ters
tepti. Piyasa bir türlü porno yayına doymak bilmedi. Tersine, bu tür yayınların
her türlüsü piyasayı gitgide daha yoğun biçimlerde işgal etmeye başladı.
Okullardaki eğitim ve cinsel özgürlük uygulamaları da, beklenenin tersine
sonuçlar vermeye başladı.
Pornografi piyasası, eskisinden çok daha zengin hale geldi.
Üstelik sapık ilişkilerin yanı sıra ırza geçme ve fuhuş olayları arttı. Buna
bağlı olarak başka bir gelişme, alkolizmin yaygınlaşması ve yoğunlaşması
olmuştur. Halen her 100 İsveçliden 80’inin klinik alkolik olduğu belirtilmektedir.
Laboratory for
Clinical Stress Research’ün araştırma
sonuçları şöyle özetleniyor: “Dört
yaşındaki her üç çocuktan birisi çişini tutamıyor. Her iki yetişkinden birisi
uykusuzluk, yorgunluk, sıkıntı gibi durumlardan şikayetçi. Çalışan her yedi kişiden
birisi, çalışma gününün sonunda zihnen kendisini tükenmiş hissediyor.
Her yıl
binlerce kişi intihar ederken, bundan birkaç misli fazlası da intihara teşebbüs ediyor. Nihayet, her bin
kişiden 99.7’sinin ruhen hasta olması, İsveçlileri dünyanın en mutsuz insanları
arasında ön sıraya çıkarıyor.”
Tarifnameye uyulmazsa...
Cenab-ı Hak, insanın, bedenen ve ruhen sağlam kalabilmesi
için, ölçüler bildirmiş, sınırlar koymuş. Bu sınır aşılırsa, insanın felâketi
olur, buyurmuş. Ama dinleyen kim? Tarifnameye uymamakta ısrar edilirse, sınır
aşılırsa, daha çok felaketler gelir insanoğlunun başına!..
Aslında, İsveçlilerin uğradığı ruh hastalıkları, bütün
Avrupa ülkeleri ve Amerika için de geçerlidir. Cinsel serbestlik ve neticesinde meydana gelen ahlakî çöküntü sebebiyle
can sıkıntısı, bezginlik, yılgınlık, umutsuzluk, alkolizm, erken bunama,
melankoli, şizofreni gibi hastalıklarda anormal bir artış görüldü. Ayrıca
yalnızlık, terkedilmişlik duygusu, insanlarda sevgisizlik, dostluktan
uzaklaşma, yabancılaşma, ev yaşantısının
unutulmaya yüz tutması, ailenin şirket haline dönüşmesi gibi durumlar,
günümüz Batı insanının belli başlı
karakteristlikleri arasında girdi.
Cinsel alandaki yanlış uygulamalar sebebiyle, akıl ve ruh
hastalıkları, gitgide daha çok insanı içine alan boyutlara ulaşıyor. Batı
kentleri, açık hava ruh hastalıkları hastanelerine dönüşmüştür desek, pek de
abartma yapmış sayılmayız.
İsveç’te yaygınlaşan ırza geçme olayları, Fransa’da alkolizm, İngiltere’de
eşcinsellik, Amerika’da bütün
bunların toplamı, tek tek herkesi tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Amerika
nüfusunun yüzde 30’unun eşcinsel
olduğu bilinmektedir.
Cinsel özgürlük
sebebiyle, zührevi hastalıklar hızla yaygınlaşmıştır. Araştırma sonucunda
dünyadaki her dört gençten birinin çevresinde, ya bir AIDS hastası, ya da
cinsel yolla bulaşan hastalığa yakalanmış biri olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır.
Batının, bu, ne yapacağını şaşırmış sinirli, hastalıklı
insanlarının mağdurları arasında çocuklar da yerlerini almaktan geri kalmıyor.
Ahlaki çöküntü
Batı dünyasında, çocuklara karşı işlenen cinsel saldırı
olayları da giderek ürkütücü boyutlara ulaşmaktadır. Amerika Aile Şiddet Araştırmaları Enstitüsü’nün bir raporuna göre,
tüm Amerikalı kadınların yüzde 19’u (1/5) ve erkeklerin yüzde 9’u çocuklarında
cinsel yönden kötü davranışlarla karşılaşmış durumdalar. Ayrıca 2-5 milyon
arasında Amerikan kadını, yakın akrabalarıyla cinsel ilişkide bulunmuş olarak
görünüyor.
Ahlakî çöküntü sebebiyle, Avrupa’da ve Birleşik Amerika’da
alınan bütün tedbirlere rağmen, alkol ve uyuşturucu kullananların sayısı da
hızlı bir artış göstermektedir. Gençler hemen hemen 11 yaşında içki şişelerine
sarılıyor. Okul çağındaki erkek çocuklardan yüzde 10’u, kız çocuklardan ise
yüzde 5.8’i alkolik olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor.
Gençlerde alkole bağımlılık, okul ve iş meselelerinden sonra
üçüncü en büyük mesele halini almış durumda. Gençlerin böylesine küçük yaşta
alkole başlamaları da, ana babalarıyla aile çevresinin rolü çok büyük.
Gençlerin yüzde 37’sinin babası, yüzde 13’ünün ise, annesi aşırı derecede alkol
kullanmaktadır.
Bütün bunların sebebi, Batı’nın uyguladığı hayat tarzının
insanın tabiatını çok zorlamasıdır. Doğal olmayanı doğal diye, her türlü
sapkınlığı ve sapıklığı, doğru diye kabul etmesidir. Sapıklık, doğruluk diye
görülünce doğru tedavi yerine yanlış tedavi uygulandı.
Bir tedavi aracı olarak öngörülen İsveç’in “cinsel devrim” saçmalığının sonuçları,
bütün vahametiyle ortaya çıktı. Batı bataklıktan kurtulma çareleri ararken,
ülkemizdeki bazı çevrelerin toplumumuzu hızla bu bataklığa çekme gayretleri art
niyetin açık ifadesidir.
İnsanı hayvandan ayıran, “Ahlak”tır. Bu kaldırılınca insanın hayvandan farkı kalmaz. Hatta
hayvandan daha kötü duruma düşer. İnsan sınırsız, başıboş değildir. Sınır
tanımayan kimseler için Kur’an-ı kerimde, “
İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar.” (Araf 179)
buyurulmaktadır. “Ben sınırsızlığı, başıboşluğu istiyorum” diyene ne denebilir?
Bu bir tercih meselesi!..
KADINI, ÖNCE “KURTARICI”DAN KURTARMALI
Her yıl, kadını esaretten(!) kurtarmak için “Dünya Kadın Hakları Günü” tertip
edilir. Nutuklar atılır, demeçler verilir... Düşünüyorum; dünyada çok şey
istismar ediliyor, fakat kadınlar kadar istismar edilen başka hiç bir varlık
yok.
İşin garibi “kurtaralım” denildikçe daha batırılıyor
kadın... Onlar da ne yapacaklarını
şaşırdılar; sersem tavuğa döndü zavallılar. Gelen vuruyor giden vuruyor. Meşhur
düşünür gibi, az da olsa aklı başına gelen kadınlar artık, “ Gölge etmeyin başka ihsan istemiyoruz” demeye başladılar.
Kadın hakları istismarcıları, bir taşla iki kuş değil, bir
sürü kuş vurma peşindeler... Kadın haklarını öne sürüp, ceplerini dolduranlar,
cinsel yönünden faydalananlar, toplumun örfüne, dinine bu vesile ile
saldıranlar... daha neler neler. İşin bir enteresan yönü de, kadına bir şey
soran yok. Senin derdin, sıkıntın nedir, sana nasıl yardımcı olabiliriz? diyen
de yok. Kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar... Niye böyle? Çünkü samimi
değiller. Niyetleri başka!
Geçenlerde bir
toplantıda, kadını dört duvar arasından kurtarmak için, “Kur’an-ı kerimin bazı
ayetlerinin yeniden yorumlanması” konusu tartışılıyordu. Bunlara
göre, sanki, Kur’an-ı kerim kadınların bütün haklarını ellerinden almış...
Baştan peşin hükümle bir karar veriyorlar, sonra da bu yanlış kararları üzerine
bina kurmaya çalışıyorlar.
Iki yanlışlık
Yanlışlığa bakın:
Birincisi, kadını insan kabul edip, sıcak kum
çöllerine gömülmekten kurtaran Kur’an-ı kerimdir, İslamiyettir. Bundan önce
bırakın ikinci üçüncü sınıf olmak, insan bile sayılmıyordu kadın. Miras hakkı
bile yoktu, mal gibi alınıp satılıyordu...
İkincisi, farzedelim ki, Kur’an-ı kerim kadınlara bazı kısıtlamalar
getirdi. Bir Müslüman olarak kadın, bu emirleri yerine getirmek zorunda. Bunun
için Müslüman olmuş zaten... Kadını rahatlatmak, huzura kavuşturmak, bu
emirlerden uzaklaştırmakla değil, bilakis bu emirleri yapabilme imkanı vermekle
olmaz mı? Asırlardır Müslüman kadın,
Kur’an-ı kerimin emirlerinden bir rahatsızlık duymamış; duysa, zaten Müslüman olarak
kalamaz. Kadın, evinden, aile hayatından bir şikayette bulunmamış, aksine
huzura burada kavuşmuş. Onu sokağa dökmekle, bu huzuru da mı elinden alınmak
isteniyor? Nedense kadınlar, tarih boyunca "Kendilerine birileri
tarafından bir çeki düzen verilmesi gereken varlıklar" olarak algılanmaktan
bir türlü kurtulamadılar.
İster istemez
insanın aklına "Allah kadınları,
öncelikle onları kurtarmak isteyen böyle kurtarıcılardan kurtarsın"
şeklinde dua etmek geliyor. Maalesef bu oyuna, istismara alet olmamış kadın az
değil. Kadınlar, eninde sonunda oyuna geldiğini farkediyor fakat o zaman da iş
işten geçmiş oluyor.
Tipik bir örnek
Yine de zararın
neresinden dönülürse kârdır. Hürriyet’te Serdar
Turgut’un köşesinde konumuzla ilgili tipik bir örnek vardı:
Yıllarca cinsi yönden istismar edilen bazı Batılı feminist
kadınlar, iyice yıpratıldıklarını, oyuna getirildiklerini ifade ederek bir
karar vermişler. Yaşları 25 ile 35 yaş arasında değişen bu kadınların aldıkları
karar şöyle:
“Aile, insanın
hayatında çok daha manevi zenginlikle dolu olan, kadına çok daha manevi güç
katan bir kavram. Bu nedenle çağdaş kadın, eğer güçlü olmak, toplumda bir yer
edinmek istiyorsa aile yaşamına önem vermeli. Ve daha da önemlisi, evleninceye
kadar erkeklerden uzak kalmalı. Kendisini kocasına ‘‘saklamalı’’. Evet, kadınlar bunu ciddi şekilde, yeni bir
teori olarak ortaya koyuyorlar şu anda Batı'da.”
Kadınları, elinden kurtarmak
istedikleri İslamiyet, ondört asırdır, zaten bunları söylemiyor mu?
Kim ne derse desin, bütün bu olup bitenleri tarafsız bir
şekilde inceleyen kimse, tarih boyunca kadını, İslâm dininin istismar
etmediğini, bilâkis ona lâyık olduğu değeri verdiğini görecektir. Bugün
tarafsız gözlemciler, kadını korumak için İslâmdaki aile yapısını incelemekte
olup, bunu kendilerine nasıl adapte edebilecekleri arayışı içindeler.
Bunu sağlayabildikleri takdirde, kadın, gerçek manada
istismardan, esaretten kurtulacak, layık olduğu yere kavuşacaktır!..
ÇALMA ELİN KAPISINI , ÇALARLAR KAPINI!
Bugün
aileyi, dolayısıyla toplumu yıkan etkenlerin başında gayrı meşru ilişki gelmektedir.
Bunu önlemenin yolu da şuurlu bir dini inançtır. İnanan, Allahtan korkan ve
kuldan utanan böyle işlerden uzak durur. Bunun için fuhuşu yaymak istiyenler “utanma duygusu”nu yok ediyorlar.
Utanma, haya, sadece insana mahsus olan bir duygudur. Allahü teâlânın razı
olmadığı çirkin şeyleri yapmaktan sakınma, başkalarının kötülemelerinden
korkma, kötü iş yapınca utanma; utanmak, sıkılmak gibi manalara da gelmektedir
haya.
Bir
toplumun ayakta kalmasında önemli bir yeri olan haya ve haya sahibi olmak üzerinde
önemle durmuştur dinimiz. Bunu sağlamak için din, iman ve ahlâk bilgilerinin
öğrenilmesi ve çocuklara, gençlere öğretilmesi gerekir. Aksi halde hayanın ve
iffetin yok olması kaçınılmaz olur. Bu da bir cemiyetin çökmesinin belli başlı
sebebidir.
Haya imandandır
Haya
sahibi olmak, asırlar boyunca bütün Müslümanların şiârı olmuştur. Hayanın
önemini Sevgili Peygamberimiz şu sözleriyle ifade buyurmuştur:
“Haya imandandır. Fuhuş cefadandır. İman Cennet’e, cefa Cehennem’e
götürür.”
“Fuhuş, insanın lekesi; haya, zîneti
(süsü) dir.”
“Cennet’e gitmek isteyen, haram
işlemekten, Allah’tan haya etsin.”
“Allahü teâlâdan haya ediniz!”
Hayanın
da çeşitleri vardır. Önce Allahü teâlâdan, haya etmelidir. Bunun için de, O’nun
emir ve yasaklarına uymak, kötü düşüncelerden uzak durmak, helâl lokma yemek ve
ölümü hatırlamak gerekir. Âhireti isteyenler, dünyanın geçici süsünden,
zînetinden uzaklaşır. İşte bunları yapmak, Allahü teâlâdan hakkıyla korkmak
demektir.
Haya
ve iman birlikte bulunur. Biri yok olursa, diğerinin ayakta kalması zordur.
Kadının hayası, erkeğin hayâsından dokuz kat fazladır. Günah işleyecek
kimsenin, bu günahtan vazgeçmesi, Allah’tan korktuğu için veya insanlardan haya
ettiği için olur. Allah’tan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı; gizli
olarak da işlememektir. İnsanlardan haya etmek, onların kötülemelerinden
korkmak demektir.
Hayayı
korumada kadına daha büyük sorumluluk düşmektedir. Çünkü, birçok hayasızlığa,
fuhuşa birinci sebep kadındır. (Büyük çoğunluğu teşkil eden iffetli
kadınlarımızı tenzih ederim.) Kadın, dinimizin bildirdiği manada haya sahibi
olsa, o cemiyette fuhuş diye bir şey kalmaz. Eğer kadında haya kalmazsa,
bugünkü manzaralar ortaya çıkar.
İşte
zirvedeki hayasızlığı gösteren bir gazete haberi: “Müşteri bekleyen hayat kadınları, aralarındaki rekabet
nedeniyle birbirine girdi. Fiyat nedeniyle çıkan tartışmanın büyümesi üzerine
kadınlar kavga etmeye başladı. Birbirlerinin saçını başını yolan kadınları
ayıran yöre halkı fuhuşun bu kadar aleni hale gelmesine tepki göstererek, bir an önce yetkililerin
tedbir almasını istediler.”
Bunlara “insan” bile denilemez
Bu
derece hayasızlara “insan” bile denilemez. Fakat bilmiyor bu zavallılar;
öğretilmemiş kendilerine. Yaptıkları işin sadece dünyadaki gerçek yüzünü
bilseler hiçbir zaman buna tevessül etmezler. Ahıretteki pişmanlığın yanında
dünyada da telafisi mümkün olmayan zararları var: İslam büyükleri, zina edenin;
rızkının noksanlaşacağını, ömrünün kısa olacağını, yüzünde güzellik
kalmayacağını bildirdiler. Bu işlerle uğraşanların sonunda ne hale düştüklerini
ibretle seyrediyoruz hergün.
Bu
kötü işte suçu tamamen kadınlara yüklemek te insafsızlık olur.
Atalarımız,"Çalma elin kapısını,
çalarlar kapını", "Eden
bulur" demişlerdir. Ahlaksızlıkta, tabii ki erkeklerin de rolü büyük.
Nitekim Peygamber efendimiz,
“Siz iffetli olursanız, kadınlarınız
da iffetli olur. “
“Ey gençler, namusunuzu koruyun, zina
etmeyin! İyi bilin ki, namusunu koruyana Cennet vardır.” buyurdu.
Peygamber
efendimiz, bu günlerin geleceğini haber verdi.
Kıyametin ne zaman kopacağı sorulduğunda buyurdu ki:” Veled-i zina çoğalır. Zengine zenginliğinden dolayı hürmet
gösterilir. Kötülük ehli, iyilik ehline üstün çıkar.”
Tabii
ki, ahir zamanda bütün olumsuzluklara rağmen iffet, haya sahibi olabilmenin
mükafatı da o derece büyüktür. Bunu başarabilene ne mutlu!
ÖNCE BATAKLIKLARI KURUTALIM
Bir Karadeniz seyahatimde son durağım olan şirin bir
ilçemizde (Ardeşen’de), bir arkadaşın babasının dükkanında oturuyoruz. İşlerin
nasıl gittiğinden, ekonomik sıkıntılardan, dertlerden bahsederken 80 yaşlarında
bir amca girdi içeri.
Onunla da tanışıp sohbetimize devam ederken, konu toplumun
bozulmasına, ahlaksızlıklara geldi. Yaşlı amca derin bir ah çektinden sonra,
“Efendi efendi. Sen buraların önceden de böyle olduğunu zannetme sakın! Burada,
namus için cinayet işlenirdi, falancanın kızına yan baktı diye kavgalar olurdu. Bunun için yerli yabancı kimse,
kimsenin karısına, kızına yan gözle bile bakamazdı. Ya şimdi, içim kan
ağlıyor... “ deyip bir müddet sustuktan sonra elindeki bastonu dükkandan görülen
binalara uzatıp, “ Ne zaman ki
Nataşa’lar geldi, durum değişti... Şimdi şu gördüğün binalar var ya, üst
katları hep Rus karılarıyla dolu. Kimsenin sesi çıkmıyor. Nice yuvalar bu
sebeple yıkıldı. Çocuklar perişan oldu. Adam yılların birikimi olan emekli
ikramiyesini alıyor, bir hafta sonra elinde bir şey kalmıyor. Çoluk çocuk nice
sıkıntılarla topladıkları, bir senelik geçimini sağlayacak çay paraları
Nataşa’lara gidiyor. Bugünleri de mi görecektim... “ diyerek o yaşında
başladı ağlamaya...
Nataşa belası
Bir valimiz de kadınlarla yaptığı toplantıda, kocalarına
sahip çıkmalarını, Nataşa’lara kaptırmamalarını öğütlüyordu.
Herkes bildiği için Karadenizden örnek verdim. Yoksa diğer
bölgelerimizin özellikle de büyük şehirlerimizin birbirinden farkı yok aslında.
Üç aşağı beş yukarı aynı. Bazı otellerin belli başlı gelir kaynağı bu yolla
sağlanıyor artık.
Geç de olsa İçişleri Bakanlığı, el attı her geçen gün
büyüyen fuhuş meselesine. Bakanlık, fuhuşla bulaşan hastalıklarla daha etkin
mücadele edebilmek için, genel sağlık ve kamu düzeninin korunması, uygulamada
görülen tereddütlerin giderilmesi ve mevcut mevzuatta yer alan eksiklerin
tamamlanması amacıyla, 'Fuhuşun Kontrolü ve Fuhuşla Bulaşan Hastalıkların
Önlenmesine İlişkin’ yasal tedbirler alınmasını kararlaştırdı.
Fakat bu çalışmalar sivri sinekleri öldürme mesabesinde,
bataklıklar aynen duruyor. Hatta gün geçtikce çoğalıyor. Alınacak tedbirler,
fuhuşu yok etme üzerine bina edilmiyor, aksine resmileştiriyor sanki.
Alınması düşünülen tedbirler de bu iddiayı doğruluyor.
Alınacak tedbirlere bakın: Fuhuş yapmak isteyenlerin isteyenleri tescil etmek,
fuhuşla bulaşan hastalıklarla ilgili araştırma yapmak, hasta olanları tedavi
etmek, açılabilecek yerleri tespit
etmek, açılacak zührevi muayene evlerinin yerini belirlemek, fuhuş yerine
işletme izin belgesi verilmesine ve bu belgenin iptal edilmesine karar vermek,
fuhuş yerindeki asgari fuhuş ücretini tespit etmek...
Çalışmalar bununla da kalmıyor, fuhuş yerinin itfaiye,
ambulans gibi hizmetlerin ulaşabileceği bir yerde olması, genel sağlık, genel
ahlak ve genel güvenliğin korunması için kolluk kuvvetlerinin denetimini
zorlaştıracak yerde ve konumda bulunmaması ve ücretsiz korunma araçları
sağlamak...
Fuhuşu sen bu kadar güvenli hale getirirsen tabii ki fuhuşta
patlama olur...
Fuhuş hızla yayılıyor
Resmi rakamlar da bunu ispatlıyor zaten: Türkiye genelinde yüzün üzerinde genelev
bulunuyor. Buralarda toplam beşbin hayat kadını çalışıyor. Kayıt dışı durum
hakkında ise herhangi bir rakam verilmiyor. Ancak resmi olmayan bilgilere göre,
Türkiye'ye yılda eski Doğu Bloku ülkelerinden ikibinin üzerinde yabancı kadın
geliyor. Bunların en azından üçte birinin Türkiye'de fuhuş yaptığı biliniyor.
Yetkililer ise, kayıt dışı fuhuş rakamlarının, adeta bir buz dağının görünen
kısmı olduğunu belirtiyorlar.
Bazıları, Batı’da bu rakamlar çok daha fazla, diyebilir.
Fakat kayıtlarda ülkemizin yüzde 99’u Müslüman olarak geçiyor. Dinimizin de en
çok üzerinde durduğu büyük günahlardandır fuhuş. Bu açıdan bakacak olursak,
istikbalimizin pek parlak olmadığı görülüyor. Çünkü dinimizde zina, büyük suç,
büyük günahtır. Nitekim, Kur'an-ı kerimde
buyuruluyor ki:
“Zinaya yaklaşmayın, o, hayâsızlık,
çirkin, aşağı bir iş, kötü bir yoldur.” (İsra-32)
Hadis-i
şeriflerde de buyuruldu ki:
“Allah katında zinadan büyük günah
yoktur.”
”Sizin için en çok korktuğum şey zinadır.”
Batı ile mukayese
ederken, halkımızın inancını da göz önüne almak gerekir. Fuhuşun Batı’da
tahribatı ile bizdeki tahribatı bir olmaz... Onlara göre bu bir değer değil ki
kaybedince üzülsünler.