Bağış Yap

Amount :
Other : USD

24 Mart 2013 Pazar

Huzurun Kaynağı Aile


AİLE DİNAMİTLENİYOR 

Bilirsiniz, atomun bir çekirdeği var bir de bunun çevresinde elektronlar. Elektronlara  müdahale atomun yapısında değişikliklere sebep olur, kimyasal reaksiyonlar meydana gelir. Bu, birçok zararlara sebebiyet verir. Fakat esas zarar, atomun çekirdeğine kontrolsüz müdahale olduğu zaman olur. Çekirdeğe müdahale edildiğinde atom infilak eder, ortalık tarumar olur.
Toplum da bir atom gibidir. Çekirdeği de ailedir. Çekirdeğe müdahale edilince cemiyet hayatı dinamitlenmiş olur, sosyal dengeler bozulur. Sosyal denge bozulunca da, o toplumun meydana getirdiği, millet ve milletin meydana getirdiği devlet sarsıntı geçirir.
Bugüne kadar aileye çok müdahale edildi. Fakat, bunlar yukarıda misalini verdiğim elektron mesabesinde idi. Medeni kanundaki son değişiklikler doğrudan çekirdeğe müdahale derecesine gelmiştir. Bilhassa, aile reisliği ve miras meselesi ilgili değişiklikler ailenin toplumdaki gerçek fonksiyonunu yok edecek. Sevgiden, saygıdan uzak menfaate dayalı bir şirkete dönüştürecek.
Daha önceki değişikliklerde olduğu gibi, Batı’daki medeni kanunlar baz alınmıştır. Bu kanunların Avrupa’yı ne hale getirdiği ortadadır. Avrupalı aklı selim sahibi ilim adamları, bu tahribatı nasıl telafi ederiz düşüncesi ile çareler aramaktalar. Fakat ölçüleri yanlış olduğu için, çare diye yaptıkları her değişiklik onları çaresizliğe sürüklemektedir.

Aile olmazsa insanlar canavarlaşır
Aileye önem verilmezse, cemiyetin düzeni bozulur; filozofların dediği gibi, fert fert birer canavar olurlar. Batı, bu canavarlaşmada  hızla yol almaktadır.  Çünkü, aileyi yok etmek için ne lâzımsa yaptılar bugüne kadar. Şimdi onlar da yaptıklarının yanlışlığını geç de olsa anladılar. Fakat çok geç... Geriye dönüş çok zor bu saatten sonra ...
Fransa’da ve Almanya’da yayınlanan dergiler sık sık bu konuları gündeme getiriyorlar. Giderek çöken aile kurumunu kurtarmaya çalışıyorlar... Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, boşanma oranının çok yüksek olduğu Avrupa’da, yakında aile mefhumunun kalmayacağı endişesini dile getiriyorlar.
Yapılan araştırmalara göre, Türk aile yapısı Batı’ya göre daha kuvvetli olduğundan, boşanma oranı en düşük düzeyde. Dünyada en yüksek boşanma oranı İngiltere’de. Evliliği kurtarmak için seminerlerler düzenleyen Laura,  ABD’de yeni evlenenlerin % 50’sinin ayrıldığını, geriye kalan % 50’sinin ise huzursuz bir şekilde evliliğin devamı için kendilerini zorladıklarını bildirmektedir.. 
İngiltere’de, yakın bir gelecekte aile mefhumunun kalmayacağı görüşünden hareketle, yeni kanunlar hazırlanıyor. Boşanma oranının vahametini gören İngiliz hükümeti, giderek çöken aile kurumunu koruma altına alma gayretinde...
Aileyi otele çevirmek istiyorlar
Ne hazindir ki, Batı’nın hali bu durumdayken, onlar aileyi kurtarmak için yeni arayışlar içindeyken, bizler olup bitenden ders almıyor, sonu belli olan bu yanlış yolda hızla ilerlemeye çalışıyoruz. Batı, geri dönemeyecek mesafede yol aldığı, geri dönüşü olmayan yola girdiği için, bir şey yapamıyor. Biz, onlara göre daha avantajlıyız. Ne yazık ki, basiretimiz bağlanmış, bunu değerlendirecek durumda da değiliz. Manevi değerlerimizi birer birer peşkeş çekmeye devam ediyoruz. Sıra ailede artık; aileyi yıkmadıkça kendilerine tamamen benzetemeyeceklerini Batılılar çok iyi biliyorlar. 
Aile, ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olur. Bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar, ilk tahribatlarına aileden başlarlar. Osmanlının son zamanlarında, elit tabakanın evlerine giren yabancı mürebbiyeler, Batı kültürünü aşıladılar; her türlü  ahlaksızlığı, fuhuşu da bu yolla yaydılar, 14 asırlık aile yapısını sarstılar. Şimdi yapılmak istenen sarsılan aileyi tamamen çökertmek... Aile sıcaklığından uzak bir otel odasına çevirmek...

AİLENİN ÇÖKTÜĞÜ TOPLUMLAR DA ÇÖKTÜ

Türkiye’de Batı kadar olmasa da ailede hızlı bir çöküş yaşanıyor.  “Önce ahlâk ve maneviyat” diyen görüşün gittikçe dışlandığı ve hatta suçlandığı Türkiye’de “toplumun temeli olan” aile büyük bir sarsıntı geçiriyor. Batı’nın teknolojisini alma yerine yaşam tarzı benimsendiği için Türkiye’de, kendi öz değerlerinden uzaklaşma başladı. Batı insanı gibi sorumsuz yaşama tercih edildi. İşte bunun sonucu: Boşanma dâvâları, her yıl katlanarak artıyor!
Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) hazırladığı rapora göre 1999’da boşanma davalarında yüzde 6 artış olurken 2003 yılında bu rakam yüzde 21 çıktı. En çok boşanma olayı İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde görülürken boşanmaların yüzde 45’i evliliğin ilk 5 yılında gerçekleşiyor.

İntiharlar yüzde altmış arttı
Olumsuz ekonomik ve sosyal şartların ve buna çare olabilecek “manevî değerler”in olmaması ailede intiharları da artırdı. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her 40 saniyede bir kişi intihar ederek ölüyor. Her 3 saniyede bir kişi de intihara teşebbüs ediyor. Son 45 yılda tüm dünyada intihar olayları yüzde 60 artmış durumda. Avrupa ülkelerinde en çok intihar görülme sıklığı yüzbinde 25 ile İskandinav ülkelerinde, en az ise yüzbinde 10 ile İspanya’da görülüyor. 2000 yılı verilerine göre Türkiye’de bu oran henüz kadınlarda yüzbinde 3.4, erkeklerde ise 2.4. Türkiye Avrupa ülkelerine kıyasla intihar vakalarında hâlâ en az durumda. Ancak Türkiye’de intihar olayları Avrupa ülkelerine göre daha hızlı artıyor.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu uzmanlarınca hazırlanan bir rapora göre, intiharların en önemli nedeni yüzde 36’lık bir oranla hastalık olarak gösteriliyor. Aile geçimsizliği ve geçim zorluğu ise ikinci ve üçüncü sırada yer alıyor. Rapora göre, son 30 yılda 40 bin kişinin intihar ettiği Türkiye’de sadece 2003 yılında 8 bin 432 intihar girişimi, bin 661 intihar olmak üzere toplam 10 bini aşkın intihar olayı yaşandı.
En çok ‘’intihara teşebbüs edilen iller’’ sıralamasında 850 kişiyle Ankara birinci, 585 kişiyle Bursa ikinci, 448 kişiyle Konya üçüncü, 430 kişiyle İstanbul dördüncü, 294 kişiyle İçel beşinci, 286 kişiyle İzmir altıncı sırada yer aldı.
Türkiye’de ve dünyadaki bütün bu olumsuzlukların sebebi aileye önem verilememesidir.  Ailenin çöküşünün altında da maneviyata önem verilmemesi ve kadının istismarı vardır. Kadının yaratılış gayesinin dışında istihdamı vardır. Yerli yabancı birçok aydın artık bu gerçeği görmektedir. Nitekim, İngiltere’nin önde gelen bayan doktorlarından Prof.Carol Black, kadın doktorların sayısının artmasının bu mesleğin etkinliğini yitirmesine neden olduğunu söyledi.

Başarısızlığın sebebi
Royal College of Physicians (Kraliyet Doktorlar Koleji) başkanı Black, "Bir meslekte erkek egemenliği bittiğinde o meslek gücünü kaybediyor" dedi. Black, tepki alan açıklamalarını, kadınların vakitlerinin çoğunu aileleriyle geçirme isteğine ve özel yaşamlarını iş yaşamlarının üzerinde tutmalarına bağladı. "Kadınlar, gecelerini toplantılarda geçirmek istemez" diyen Black, kadınların Rusya'da tıpta, İngiltere'de de öğretmenlikte egemen olduğunu belirterek, bu ülkelerde bu iki mesleğin etkisini kaybettiğini savundu. İngiltere'de yeni mezun olan doktorların yüzde 60'ından fazlasını kadınların oluşturduğunu söyleyen Black, kadın tıp öğrencilerinin artışı sürerse 8 yıl içinde ülkedeki kadın doktorların sayısının erkek doktorlardan fazla olacağından İngiltere’de de tıbbın etkinliğinin azalacağı endişesini belirtti. (Milliyet, 4.8.2004)
Böyle bir açıklamayı ülkemizdeki bir profesör yapsaydı başına gelmedik kalmazdı. Hele bir de namazında abdestinde Müslüman bir profesör yapsaydı, ne gericiliği ne de çağdışılığı kalırdı. İşte ülkemizdeki aydınlarla Batı’daki aydınlar arasındaki tipik fark. Düşündüklerini rahat ifade edebilme farkı. Bu önemli fark kalkmadıkça ülkemizde gerçek manada demokrasiden, insan haklarından, din ve vicdan hürriyetinden bahsetmek mümkün olmayacaktır.


KADININ CİNSEL YÖNDEN İSTİSMARI 

İnsanlık tarihi boyunca en çok istismar edilen nedir? diye sorsanız bana, hemen “kadın” diye cevap veririm. İslamiyet ve ondan önceki hak dinler hariç her devirde kadın, devamlı sömürü vasıtası olmuş. İnsan yerine bile konulmamış. Herhangi bir ev eşyasından farkı olmamış kadının.
Mesela, Roma kanunlarında köle olarak kabul edilirdi. Vatandaşlık hakkından mahrumdu, ona, herhangi bir ev eşyası gibi bakılırdı. Ev eşyası gibi alınıp satılırdı kadın. Budizm inancında  kocası ölen kadının yaşama hakkı yoktu. Son zamanlara kadar ölen kocası ile beraber cayır cayır yakılırdı.
Şimdi gelelim günümüze... Çoklarının zannettiği gibi kadın bugün de kölelikten kurtulamamıştır. Hatta, eski devirlerden daha çok istismar edilmektedir; daha çok köleleştirilmiştir. Görünüşte kendilerine eşya oldukları söylenmese de, eşya kadar bile önem verilmemektedir. Bunları yapanlar da daha çok kadın hakları savunucuları. Kadın hakları, kadına özgürlük gibi sloganlarla kadınlar aldatılmakta, daha çok sömürülmektedir. Bu sömürme çok iyi kamufle edildiği için kadınlar  farkında değil.

Kadın vitrin malzemesi
Yıllardır kadın, “kadına özgürlük” adı altında sanayide, ticarette, reklamda,  siyasette vitrin malzemesi olarak kullanılmakta, sözde kadın hakları savunucularının, feministlerin sesi çıkmamakta. İşlerini güçlerini bırakmışlar, evinde çoluk çocuğu ile huzur içinde oturan kadınları nasıl sokağa dökeriz, nasıl kendimize benzetiriz  bunun hesabını yapmaktalar, bunun mücadelesini vermekteler. Tabii, bunu yaparken de birilerinin kendilerini kullandığından, siyasi, ticari faaliyetlerine alet ettiğinden haberleri yok. Veyahut da bilerek bu oyunda yer almaktadırlar.
Televizyonlardaki reklamlara bakın, reklamı yapılan mal ikinci planda, kadın hep ön planda. Reklamda  mal değil kadının orası burası gösteriliyor. Kadın unsuru olmayan reklam nerdeyse yok gibi.
Hiçbir kadın hakkı savunucusu çıkıp bunu kınamıyor, protesto etmiyor. Aksine bu tür istismarlara karşı çıkanları kınıyor, bunları çağ dışılık ile suçluyorlar. Demek ki kadının çağdaş olabilmesi için, sömürülmesi, istismar edilmesi onun bunun elinde oyuncak ve sermaye olması gerekiyor.
Çok şükür bu kepazeliklere bir tepki gösteren çıktı. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, söz konusu istismarı RTÜK’e şikayet etti. “Bir ürünün tanıtımından ziyade kadın bedeninin ön planda tutulduğu ve kadının cinsel kimliğinin bir araç olarak sergilendiği” gerekçesiyle.

Kadın cinsel obje
Bir devlet kurumunun kadına sahip çıkması güzel bir şey. Gönül isterdi ki, önce kadın hakları savunucuları sahip çıkıp, tepki göstersin. Şikayet gerekçesi şöyle devam ediyordu: ``Kadınların cinsel obje olarak medyada yer alması, toplumda var olan ayrımcı eğilimleri pekiştirmekte ve kadının birey olarak kimliğini tahrip etmektedir. Bu duruma en son örnek ise bir cep telefonu reklamında yaşanmaktadır. Söz konusu reklamda, bir ürünün tanıtımından ziyade kadın bedeni ön planda tutulmakta ve kadının cinsel kimliği bir araç olarak sergilenmektedir. Kadınlara yalnızca bedenleri aracılığıyla kimlik kazandırılması, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için yoğun bir biçimde sürdürülen kurumsal, gönüllü ve bireysel çalışmalara sekte vurmaktadır.``
Böylece kadının “cinsel kimliğinin araç olarak” kullanıldığı, Devletin resmi  kuruluşunca da açıkça ifade edilmektedir.
Sözde kadın hakları savunucuları, bu tepkiye de karşı çıktı. Bunu kadın haklarına aykırı buldu. İnsan merak ediyor bunlar kadın hakları denilince ne anlıyorlar? Her türlü ahlaksızlığı, kadının bedenini ortaya koyarak para kazanmasını (daha doğrusu kazandırmasını), kadınların özgürlüğü olarak mı algılıyorlar? Yoksa "Vücutlarımız bize aittir, onu dilediğimiz şekilde kullanırız" şeklinde mi anlıyorlar?
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nü bu faydalı tepkisi için tebrik ediyorum. RTÜK, inşaallah bunu ciddiye alır da bu ve benzeri reklamlarla kadınların istismarına engel olur. Bunun, “ Kadın Hakları” savunucularına örnek olmasını diliyorum. Tabii ki davalarında samimi iseler!..

OLİMPİYATLARDA FAHİŞE BULUNDURMA KURALI

 Habertürk’ün  27.05.2004 tarihli haberinden öğrendim. Olimpiyatların , olmazsa olmaz bir kuralı varmış. Olimpiyat kurallarına göre olimpiyatların yapılacağı şehirde, gelenleri mutlu edecek sayıda fahişe bulunması gerekiyormuş...
Sıkıntı burada başlıyor... Belediye yetkilileri 50 -100 kişi olsa kolay diyor. Fakat geleceklerin sayısı Atina nüfusunun yüzde 5'ini bulunca iş zorlaşıyor. Tabii ki Atina kendi iç kaynaklarını kullanarak bu işin altından kalkamıyor.. Bunun için Atina'nın kadın belediye başkanı Dora Bakoyannis’ 2004 yılı olimpiyatları için çok telaşlanmış. Oyunlara aylar kaldığı için de çaresiz kalıp Türkiye'ye ve diğer komşu ülkelere haber yollayarak yardım talep etmişti. Duruma 'el atmalarını' ve 'fahişe açığını' kapatmalarını istemişti...

Başkanın başı derde girmişti
Bu arada başka bir iç problem baş göstermişti Atina’da. Problem 'Yunan Fahişeler Hareketi'nin (kege) bayan başkanı Dımıtra Kanelepulo tarafından şöyle açıklanmıştı; yeni açılacak genelevlerin okul, kütüphane ve kilise gibi kamusal hizmet mekanlarının 200 metre yakınına açılmasının yasak olmasından dolayı, bu karar kayıt dışı fuhuşu artıracak. Ve haksız rekabete yol açacak. Olan Yunanlı fahişelere olacak, fiyat indirmek zorunda kalacağız' diyordu başkan. Onun telaşı da fahişelik fiyatlarının aşağıya çekilmiş olmasından.
Bugüne kadar ben zannederdim ki, Olimpiyat oyunlarında sadece spor yapılır. Organizasyonun gayesi bu. Demek ki, binlerce kişiye yarı açık genelevi sunma görevi de varmış. Aileyi, ahlakıi değerleri yok etme gibi bir vazifesi de varmış.
Bu ve bunun gibi organizasyonlar, insanoğlunun maneviyattan, dinin kontrolundan çıktığında neler yapabileceğini göstermesi bakımından çok ibretli. İşin tuhafı bütün bunları, özgürlük ve medeniyet adına yapmaları. Bir taraftan kadın haklarından bahsederlerken diğer taraftan kadını seks kölesi yapmaları. İnsanı insan yapan, hayvanlardan ayırt eden hayayı, ahlakı yok ediyorlar; bunu da insanlara iyilik olarak sunuyorlar. İşin garibi bu tür istismarlara hiçbir kadın hakları savunucu derneğinden de tepki gelmemesi. Demek ki olup bitenden onlar da memnun.

“Onlar hayvan gibidirler”
Hıristiyanlar, ellerindeki tahrif edilmiş İncil’de bile geçen, Lut kavminin fuhuştan dolayı başlarına gelenler ile Pompei halkının başına gelenlerden ibret almıyorlar. İnsan diyecek şey bulamıyor. Zaten Cenab-ı Hak böylelerinin yerini bildirmiş, bize diyecek bir şey bırakmamış. Ayet-i kerimede şöyle bildiriliyor: “ Onlar hayvan gibidirler; hatta hayvandan daha aşağıdırlar.” (Furkan,44).  Aslında bunların Hıristiyanlığa falan da inandığı yok. Para ve şehvet, tapınakları olmuş bunların!..
Peygamber Efendimiz de , ahir zamanda fuhuşun, zinanın çok yayılacağını, sokaklarda, caddelerde aleni olacağını haber veriyor. Hatta yoldan geçenlerin, yolun kenarına çekilin de, yürümemize mani olmayın diyeceği bildiriliyor. Artık hızlı bir şekilde, o günlere gittiğimiz anlaşılıyor.

 

 

AHLAKSIZLIK  BATI  MEDENİYETİNİN  BİR  PARÇASI

Batı’nın, Hıristiyan aleminin ahlaksızlığı sadece bu Olimpiyat Oyunları ile  sınırlı değil tabii ki. Her türlü  kültürel, sportif faaliyetlerde bu tür ahlaksızlık organizasyonun bir parçası haline gelmiş. Kültürel, sportif, ticari... her yerde kadın istismarı var. Ahlaksızlık, fuhuş, her türlü sapıklık Batı medeniyetinin bir parçası haline geldi.
Gittikleri her yere de bu ahlaksızlığı götürüyorlar. İsa aleyhisselamın buyurduğu gibi, “İnsan kendinde olandan verir”. Mesela Balkanlara girdikten sonra, fuhuş dev boyutlara ulaştı. Artık 11 yaşındaki kız çocukları bile fuhuş ağının içinde. Fuhuşa talep ise Birleşmiş Milletler ve NATO'nun Kosova'da görev yapan kırkbin kişilik uluslararası barış gücünden geliyor. Sözde halkın özgürlüğü için gidenler, onları fuhşun kölesi yapıyorlar.

  Fuhuş çeteleri
Uluslararası Af Örgütü raporuna göre, yüzlerce kadın bölgede, fuhuşu örgütleyen çeteler tarafından oradan oraya götürülüyor ve esir muamelesi görüyorlar. Af Örgütü, Kosova'daki uluslararası güçleri bu kadınların insan haklarını korumamakla ve bir çok olayda bizzat fuhuşun içinde yer almakla suçluyor.
Doğu Avrupa ülkelerinden her yıl 120 bin dolayında kadın fuhuş için Batı Avrupa ülkelerine getiriliyor. AB tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Doğu Avrupa ülkelerinden getirilen yaklaşık 500 bin kadını fuhuşa zorlayan şebekelerin toplam geliri her yıl yaklaşık 15 milyar euro'yu buluyor.
Almanya'da bulunan yaklaşık 200 bin yabancı hayat kadınının çoğu Rusya, Litvanya, Polonya, Ukrayna ve Bulgaristan'dan getiriliyor. Araştırmada, fuhuşa zorlanan kadınların çoğunun ölümle tehdit edildiği, tecavüze uğradığı ve sürekli baskı altında tutulduğu, fahişelik yapan her 2 yabancı kadından birinin kandırılarak bir Batı Avrupa ülkesine getirildiği ifade edildi. Irak’a gidenlerin de yerli halka yaptıkları, baskıları, genç kızlara- kadınlara olan tecavüzleri her gün gazetelerden okuyoruz. Afganistana’a gittiklerinin haftasında, ilk yaptıkları işlerden biri de güzellik salonları açmak oldu. Maksatları güzellik salonu adı altında, randevu evi açmak tabii ki.
Avrupa’da aile hayatı artık bitti. Cinsi hayattaki sapıklık hayvanlarda bile yok. Yapılan araştırmaya göre, Hollanda'da birlikte yaşayan çiftlerin yaklaşık yarısının, partnerleriyle akit yaparak aynı evde oturdukları tespit edildi. Bu oran, çiftlerin yaş grubu yükseldikçe daha da artış gösteriyor. Merkezi İstatistik Bürosu'nca yapılan kayıt taramasına göre, Ocak 2003 itibariyle evlenmeden birlikte yaşayan eşlerin sayısı milyonlarla ifade ediliyor.
Büroya göre, gençler arasında birlikte yaşama oranı daha ileri yaş gruplarından yüksek olmasına karşı, bu grup içerisinde, eşiyle birliktelik belge imzalayanların oranı oldukça düşük bir düzeyde kalıyor.
Gençlerin evlenmemekle, aile hayatının yok edilmesi için ellerinden geleni yaptıkları gibi şimdi de, zar zor devam ettirilen az sayıdaki evlilikleri yıkmak için yeni bir oyun sergileniyor. Almanya’da başlatılan 10 günlük misafir uygulamasına göre; bir ailenin kadını, başka bir aileye 10 günlüğüne misafir gidiyor. O ailenin kadını da, karşı aileye gidiyor. Bu şekilde giden kadınlar, 10 günlük süre zarfında, gittikleri evdeki çocuklara annelik, babalarına da eşlik yapıyorlar. Bu oyunu en iyi şekilde oynayan, gittikleri evde en iyi şekilde uyum sağlayan kadınlara da yarışmalarla ödül veriliyor. Bu, fuhşun girmediği az sayıdaki aileyi de pisliğe bulaştırmaktır. Bu rezaletler şeytanın bile aklına gelmez. Bunlar şeytana bile parmak ısırtıyorlar.

İşte aradaki fark

                   Osmanlı, Balkanlarda, Irakta, Ortadoğuda... asırlarca hüküm sürdü. Hiçbir Türk askerinin       bırakın tecavüzü kadına kıza yan gözle bile bakmadığını kendi tarihçileri söylüyor. İşte aradaki fark. Onların gayeleri gittileri yerleri maddi manevi sömürmek. Osmanlı ise almak için değil vermek için gidiyordu. Kendi isteği ile Müslüman olanlara dünya ve ahıret saadeti sunuyor. Müslüman olmayanlara da, dünya rahatlığı. Osmanlı ister Müslüman olsun ister gayri müslim, herkesi önce insan olarak görüyor. Bir insana nasıl muamele yapılacaksa öyle davranıyordu. Gittiği ülkedeki insanın, malını, canını, namusunu korumak onun birinci vazifesi idi. Çünkü mensubu olduğu İslamiyet böyle emrediyordu. İnsanı insan yapan Hak dindir. Bu yoksa insan azgınlaşır, canavarlaşır. Yapamayacağı bir şey olmaz. Vahşi hayvanların yaptığı bunların yaptıklarının yanında çok hafif kalır. Sözde medeni insanların, özgürlük, insan hakları adına yaptıkları vahşetleri her gün ibretle seyrediyoruz. Herhalde hayvanlar, böyle insan olmaktansa, hayvan olarak yaratıldıklarına şükrediyorlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder