AİLE DİNAMİTLENİYOR
Bilirsiniz, atomun bir çekirdeği var bir de bunun çevresinde
elektronlar. Elektronlara müdahale
atomun yapısında değişikliklere sebep olur, kimyasal reaksiyonlar meydana
gelir. Bu, birçok zararlara sebebiyet verir. Fakat esas zarar, atomun
çekirdeğine kontrolsüz müdahale olduğu zaman olur. Çekirdeğe müdahale
edildiğinde atom infilak eder, ortalık tarumar olur.
Toplum da bir atom gibidir. Çekirdeği de ailedir. Çekirdeğe
müdahale edilince cemiyet hayatı dinamitlenmiş olur, sosyal dengeler bozulur.
Sosyal denge bozulunca da, o toplumun meydana getirdiği, millet ve milletin
meydana getirdiği devlet sarsıntı geçirir.
Bugüne kadar aileye çok müdahale edildi. Fakat, bunlar
yukarıda misalini verdiğim elektron mesabesinde idi. Medeni kanundaki son değişiklikler doğrudan çekirdeğe müdahale
derecesine gelmiştir. Bilhassa, aile reisliği ve miras meselesi ilgili
değişiklikler ailenin toplumdaki gerçek fonksiyonunu yok edecek. Sevgiden,
saygıdan uzak menfaate dayalı bir şirkete dönüştürecek.
Daha önceki değişikliklerde olduğu gibi, Batı’daki medeni
kanunlar baz alınmıştır. Bu kanunların Avrupa’yı ne hale getirdiği ortadadır.
Avrupalı aklı selim sahibi ilim adamları, bu tahribatı nasıl telafi ederiz
düşüncesi ile çareler aramaktalar. Fakat ölçüleri yanlış olduğu için, çare diye
yaptıkları her değişiklik onları çaresizliğe sürüklemektedir.
Aile olmazsa insanlar canavarlaşır
Aileye önem verilmezse, cemiyetin düzeni bozulur;
filozofların dediği gibi, fert fert birer canavar olurlar. Batı, bu
canavarlaşmada hızla yol
almaktadır. Çünkü, aileyi yok etmek için
ne lâzımsa yaptılar bugüne kadar. Şimdi onlar da yaptıklarının yanlışlığını geç
de olsa anladılar. Fakat çok geç... Geriye dönüş çok zor bu saatten sonra ...
Fransa’da ve Almanya’da yayınlanan dergiler sık sık bu
konuları gündeme getiriyorlar. Giderek çöken aile kurumunu kurtarmaya
çalışıyorlar... Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, boşanma oranının çok
yüksek olduğu Avrupa’da, yakında aile mefhumunun kalmayacağı endişesini dile
getiriyorlar.
Yapılan araştırmalara göre, Türk aile yapısı Batı’ya göre
daha kuvvetli olduğundan, boşanma oranı en düşük düzeyde. Dünyada en yüksek
boşanma oranı İngiltere’de. Evliliği kurtarmak için seminerlerler düzenleyen
Laura, ABD’de yeni evlenenlerin % 50’sinin ayrıldığını, geriye kalan %
50’sinin ise huzursuz bir şekilde evliliğin devamı için kendilerini
zorladıklarını bildirmektedir..
İngiltere’de, yakın bir gelecekte aile mefhumunun kalmayacağı
görüşünden hareketle, yeni kanunlar hazırlanıyor. Boşanma oranının vahametini
gören İngiliz hükümeti, giderek çöken aile kurumunu koruma altına alma
gayretinde...
Aileyi otele çevirmek istiyorlar
Ne hazindir ki, Batı’nın hali bu durumdayken, onlar aileyi
kurtarmak için yeni arayışlar içindeyken, bizler olup bitenden ders almıyor,
sonu belli olan bu yanlış yolda hızla ilerlemeye çalışıyoruz. Batı, geri
dönemeyecek mesafede yol aldığı, geri dönüşü olmayan yola girdiği için, bir şey
yapamıyor. Biz, onlara göre daha avantajlıyız. Ne yazık ki, basiretimiz bağlanmış,
bunu değerlendirecek durumda da değiliz. Manevi değerlerimizi birer birer
peşkeş çekmeye devam ediyoruz. Sıra ailede artık; aileyi yıkmadıkça kendilerine tamamen benzetemeyeceklerini Batılılar
çok iyi biliyorlar.
Aile,
ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olur.
Bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar, ilk tahribatlarına aileden
başlarlar. Osmanlının son zamanlarında,
elit tabakanın evlerine giren yabancı mürebbiyeler, Batı kültürünü aşıladılar;
her türlü ahlaksızlığı, fuhuşu da bu
yolla yaydılar, 14 asırlık aile yapısını sarstılar. Şimdi yapılmak istenen
sarsılan aileyi tamamen çökertmek... Aile sıcaklığından uzak bir otel odasına
çevirmek...
AİLENİN ÇÖKTÜĞÜ TOPLUMLAR DA ÇÖKTÜ
Türkiye’de Batı kadar olmasa da ailede hızlı bir çöküş
yaşanıyor. “Önce ahlâk ve maneviyat”
diyen görüşün gittikçe dışlandığı ve hatta suçlandığı Türkiye’de “toplumun
temeli olan” aile büyük bir sarsıntı geçiriyor. Batı’nın teknolojisini alma yerine
yaşam tarzı benimsendiği için Türkiye’de, kendi öz değerlerinden uzaklaşma
başladı. Batı insanı gibi sorumsuz yaşama tercih edildi. İşte bunun sonucu:
Boşanma dâvâları, her yıl katlanarak artıyor!
Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) hazırladığı rapora göre
1999’da boşanma davalarında yüzde 6 artış olurken 2003 yılında bu rakam yüzde 21 çıktı. En çok boşanma olayı
İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde görülürken boşanmaların yüzde
45’i evliliğin ilk 5 yılında gerçekleşiyor.
İntiharlar yüzde altmış arttı
Olumsuz ekonomik ve sosyal şartların ve buna çare olabilecek
“manevî değerler”in olmaması ailede intiharları da artırdı. Dünya Sağlık
Örgütü’ne göre her 40 saniyede bir kişi intihar ederek ölüyor. Her 3 saniyede
bir kişi de intihara teşebbüs ediyor. Son 45 yılda tüm dünyada intihar olayları
yüzde 60 artmış durumda. Avrupa ülkelerinde en çok intihar görülme sıklığı
yüzbinde 25 ile İskandinav ülkelerinde, en az ise yüzbinde 10 ile İspanya’da
görülüyor. 2000 yılı verilerine göre Türkiye’de bu oran henüz kadınlarda
yüzbinde 3.4, erkeklerde ise 2.4. Türkiye Avrupa ülkelerine kıyasla intihar
vakalarında hâlâ en az durumda. Ancak Türkiye’de intihar olayları Avrupa
ülkelerine göre daha hızlı artıyor.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu uzmanlarınca hazırlanan
bir rapora göre, intiharların en önemli nedeni yüzde 36’lık bir oranla hastalık
olarak gösteriliyor. Aile geçimsizliği ve geçim zorluğu ise ikinci ve üçüncü
sırada yer alıyor. Rapora göre, son 30 yılda 40 bin kişinin intihar ettiği
Türkiye’de sadece 2003 yılında 8 bin 432 intihar girişimi, bin 661 intihar
olmak üzere toplam 10 bini aşkın intihar olayı yaşandı.
En çok ‘’intihara teşebbüs edilen iller’’ sıralamasında 850
kişiyle Ankara birinci, 585 kişiyle Bursa ikinci, 448 kişiyle Konya üçüncü, 430
kişiyle İstanbul dördüncü, 294 kişiyle İçel beşinci, 286 kişiyle İzmir altıncı
sırada yer aldı.
Türkiye’de ve dünyadaki bütün bu olumsuzlukların sebebi
aileye önem verilememesidir. Ailenin
çöküşünün altında da maneviyata önem verilmemesi ve kadının istismarı vardır.
Kadının yaratılış gayesinin dışında istihdamı vardır. Yerli yabancı birçok
aydın artık bu gerçeği görmektedir. Nitekim, İngiltere’nin önde gelen bayan
doktorlarından Prof.Carol Black,
kadın doktorların sayısının artmasının bu mesleğin etkinliğini yitirmesine
neden olduğunu söyledi.
Başarısızlığın sebebi
Royal College of Physicians (Kraliyet Doktorlar Koleji)
başkanı Black, "Bir meslekte erkek
egemenliği bittiğinde o meslek gücünü kaybediyor" dedi. Black, tepki
alan açıklamalarını, kadınların vakitlerinin çoğunu aileleriyle geçirme isteğine
ve özel yaşamlarını iş yaşamlarının üzerinde tutmalarına bağladı. "Kadınlar, gecelerini toplantılarda
geçirmek istemez" diyen Black, kadınların Rusya'da tıpta, İngiltere'de
de öğretmenlikte egemen olduğunu belirterek, bu ülkelerde bu iki mesleğin etkisini
kaybettiğini savundu. İngiltere'de yeni mezun olan doktorların yüzde 60'ından
fazlasını kadınların oluşturduğunu söyleyen Black, kadın tıp öğrencilerinin
artışı sürerse 8 yıl içinde ülkedeki kadın doktorların sayısının erkek
doktorlardan fazla olacağından İngiltere’de de tıbbın etkinliğinin azalacağı
endişesini belirtti. (Milliyet, 4.8.2004)
Böyle bir açıklamayı ülkemizdeki bir profesör yapsaydı
başına gelmedik kalmazdı. Hele bir de namazında abdestinde Müslüman bir
profesör yapsaydı, ne gericiliği ne de çağdışılığı kalırdı. İşte ülkemizdeki
aydınlarla Batı’daki aydınlar arasındaki tipik fark. Düşündüklerini rahat ifade
edebilme farkı. Bu önemli fark kalkmadıkça ülkemizde gerçek manada
demokrasiden, insan haklarından, din ve vicdan hürriyetinden bahsetmek mümkün
olmayacaktır.
KADININ CİNSEL YÖNDEN İSTİSMARI
İnsanlık tarihi boyunca en çok istismar edilen nedir? diye
sorsanız bana, hemen “kadın” diye cevap veririm. İslamiyet ve ondan önceki hak
dinler hariç her devirde kadın, devamlı sömürü vasıtası olmuş. İnsan yerine
bile konulmamış. Herhangi bir ev eşyasından farkı olmamış kadının.
Mesela, Roma kanunlarında
köle olarak kabul edilirdi. Vatandaşlık hakkından mahrumdu, ona, herhangi bir
ev eşyası gibi bakılırdı. Ev eşyası gibi alınıp satılırdı kadın. Budizm
inancında kocası ölen kadının yaşama
hakkı yoktu. Son zamanlara kadar ölen kocası ile beraber cayır cayır yakılırdı.
Şimdi gelelim günümüze... Çoklarının zannettiği gibi kadın
bugün de kölelikten kurtulamamıştır. Hatta, eski devirlerden daha çok istismar
edilmektedir; daha çok köleleştirilmiştir. Görünüşte kendilerine eşya oldukları
söylenmese de, eşya kadar bile önem verilmemektedir. Bunları yapanlar da daha
çok kadın hakları savunucuları. Kadın hakları, kadına özgürlük gibi sloganlarla
kadınlar aldatılmakta, daha çok sömürülmektedir. Bu sömürme çok iyi kamufle
edildiği için kadınlar farkında değil.
Kadın vitrin malzemesi
Yıllardır kadın, “kadına özgürlük” adı altında sanayide,
ticarette, reklamda, siyasette vitrin
malzemesi olarak kullanılmakta, sözde kadın hakları savunucularının,
feministlerin sesi çıkmamakta. İşlerini güçlerini bırakmışlar, evinde çoluk
çocuğu ile huzur içinde oturan kadınları nasıl sokağa dökeriz, nasıl kendimize
benzetiriz bunun hesabını yapmaktalar,
bunun mücadelesini vermekteler. Tabii, bunu yaparken de birilerinin kendilerini
kullandığından, siyasi, ticari faaliyetlerine alet ettiğinden haberleri yok.
Veyahut da bilerek bu oyunda yer almaktadırlar.
Televizyonlardaki reklamlara bakın, reklamı yapılan mal
ikinci planda, kadın hep ön planda. Reklamda
mal değil kadının orası burası gösteriliyor. Kadın unsuru olmayan reklam
nerdeyse yok gibi.
Hiçbir kadın hakkı savunucusu çıkıp bunu kınamıyor, protesto
etmiyor. Aksine bu tür istismarlara karşı çıkanları kınıyor, bunları çağ dışılık
ile suçluyorlar. Demek ki kadının çağdaş olabilmesi için, sömürülmesi, istismar
edilmesi onun bunun elinde oyuncak ve sermaye olması gerekiyor.
Çok şükür bu kepazeliklere bir tepki gösteren çıktı.
Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, söz konusu istismarı
RTÜK’e şikayet etti. “Bir ürünün
tanıtımından ziyade kadın bedeninin ön planda tutulduğu ve kadının cinsel
kimliğinin bir araç olarak sergilendiği” gerekçesiyle.
Kadın cinsel obje
Bir devlet kurumunun kadına sahip çıkması güzel bir şey.
Gönül isterdi ki, önce kadın hakları savunucuları sahip çıkıp, tepki göstersin.
Şikayet gerekçesi şöyle devam ediyordu: ``Kadınların cinsel obje olarak medyada
yer alması, toplumda var olan ayrımcı eğilimleri pekiştirmekte ve kadının birey
olarak kimliğini tahrip etmektedir. Bu duruma en son örnek ise bir cep telefonu
reklamında yaşanmaktadır. Söz konusu reklamda, bir ürünün tanıtımından ziyade
kadın bedeni ön planda tutulmakta ve kadının cinsel kimliği bir araç olarak
sergilenmektedir. Kadınlara yalnızca bedenleri aracılığıyla kimlik
kazandırılması, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için yoğun bir biçimde
sürdürülen kurumsal, gönüllü ve bireysel çalışmalara sekte vurmaktadır.``
Böylece kadının “cinsel
kimliğinin araç olarak” kullanıldığı, Devletin resmi kuruluşunca da açıkça ifade edilmektedir.
Sözde kadın hakları savunucuları, bu tepkiye de karşı çıktı.
Bunu kadın haklarına aykırı buldu. İnsan merak ediyor bunlar kadın hakları
denilince ne anlıyorlar? Her türlü ahlaksızlığı, kadının bedenini ortaya
koyarak para kazanmasını (daha doğrusu kazandırmasını), kadınların özgürlüğü
olarak mı algılıyorlar? Yoksa "Vücutlarımız bize aittir, onu dilediğimiz
şekilde kullanırız" şeklinde mi anlıyorlar?
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nü bu faydalı
tepkisi için tebrik ediyorum. RTÜK, inşaallah bunu ciddiye alır da bu ve
benzeri reklamlarla kadınların istismarına engel olur. Bunun, “ Kadın Hakları”
savunucularına örnek olmasını diliyorum. Tabii ki davalarında samimi iseler!..
OLİMPİYATLARDA FAHİŞE BULUNDURMA KURALI
Habertürk’ün 27.05.2004 tarihli haberinden öğrendim.
Olimpiyatların , olmazsa olmaz bir kuralı varmış. Olimpiyat kurallarına göre olimpiyatların yapılacağı
şehirde, gelenleri mutlu edecek sayıda fahişe bulunması gerekiyormuş...
Sıkıntı burada başlıyor... Belediye yetkilileri 50 -100 kişi
olsa kolay diyor. Fakat geleceklerin sayısı Atina nüfusunun yüzde 5'ini bulunca
iş zorlaşıyor. Tabii ki Atina kendi iç kaynaklarını kullanarak bu işin altından
kalkamıyor.. Bunun için Atina'nın kadın
belediye başkanı Dora Bakoyannis’ 2004 yılı olimpiyatları için çok
telaşlanmış. Oyunlara aylar kaldığı için de çaresiz kalıp Türkiye'ye ve diğer
komşu ülkelere haber yollayarak yardım talep etmişti. Duruma 'el atmalarını' ve
'fahişe açığını' kapatmalarını istemişti...
Başkanın başı derde girmişti
Bu arada başka bir iç problem baş göstermişti Atina’da.
Problem 'Yunan Fahişeler Hareketi'nin (kege) bayan başkanı Dımıtra Kanelepulo
tarafından şöyle açıklanmıştı; yeni açılacak genelevlerin okul, kütüphane ve
kilise gibi kamusal hizmet mekanlarının 200 metre yakınına açılmasının yasak
olmasından dolayı, bu karar kayıt dışı fuhuşu artıracak. Ve haksız rekabete yol
açacak. Olan Yunanlı fahişelere olacak, fiyat indirmek zorunda kalacağız'
diyordu başkan. Onun telaşı da fahişelik fiyatlarının aşağıya çekilmiş
olmasından.
Bugüne kadar ben zannederdim ki, Olimpiyat oyunlarında
sadece spor yapılır. Organizasyonun gayesi bu. Demek ki, binlerce kişiye yarı
açık genelevi sunma görevi de varmış. Aileyi, ahlakıi değerleri yok etme gibi
bir vazifesi de varmış.
Bu ve bunun gibi organizasyonlar, insanoğlunun maneviyattan,
dinin kontrolundan çıktığında neler yapabileceğini göstermesi bakımından çok
ibretli. İşin tuhafı bütün bunları, özgürlük ve medeniyet adına yapmaları. Bir
taraftan kadın haklarından bahsederlerken diğer taraftan kadını seks kölesi
yapmaları. İnsanı insan yapan, hayvanlardan ayırt eden hayayı, ahlakı yok
ediyorlar; bunu da insanlara iyilik olarak sunuyorlar. İşin garibi bu tür
istismarlara hiçbir kadın hakları savunucu derneğinden de tepki gelmemesi.
Demek ki olup bitenden onlar da memnun.
“Onlar hayvan gibidirler”
Hıristiyanlar, ellerindeki tahrif edilmiş İncil’de bile
geçen, Lut kavminin fuhuştan dolayı başlarına gelenler ile Pompei halkının
başına gelenlerden ibret almıyorlar. İnsan diyecek şey bulamıyor. Zaten Cenab-ı
Hak böylelerinin yerini bildirmiş, bize diyecek bir şey bırakmamış. Ayet-i
kerimede şöyle bildiriliyor: “ Onlar
hayvan gibidirler; hatta hayvandan daha aşağıdırlar.” (Furkan,44). Aslında bunların Hıristiyanlığa falan da
inandığı yok. Para ve şehvet, tapınakları olmuş bunların!..
Peygamber Efendimiz de , ahir zamanda fuhuşun, zinanın çok
yayılacağını, sokaklarda, caddelerde aleni olacağını haber veriyor. Hatta
yoldan geçenlerin, yolun kenarına çekilin de, yürümemize mani olmayın diyeceği
bildiriliyor. Artık hızlı bir şekilde, o günlere gittiğimiz anlaşılıyor.
AHLAKSIZLIK BATI MEDENİYETİNİN
BİR PARÇASI
Batı’nın, Hıristiyan aleminin ahlaksızlığı sadece bu
Olimpiyat Oyunları ile sınırlı değil
tabii ki. Her türlü kültürel, sportif
faaliyetlerde bu tür ahlaksızlık organizasyonun bir parçası haline gelmiş.
Kültürel, sportif, ticari... her yerde kadın istismarı var. Ahlaksızlık, fuhuş,
her türlü sapıklık Batı medeniyetinin bir parçası haline geldi.
Gittikleri her yere de bu ahlaksızlığı götürüyorlar. İsa
aleyhisselamın buyurduğu gibi, “İnsan kendinde olandan verir”. Mesela
Balkanlara girdikten sonra, fuhuş
dev boyutlara ulaştı. Artık 11 yaşındaki kız çocukları bile fuhuş
ağının içinde. Fuhuşa talep ise Birleşmiş Milletler ve NATO'nun Kosova'da görev
yapan kırkbin kişilik uluslararası barış gücünden geliyor. Sözde halkın
özgürlüğü için gidenler, onları fuhşun kölesi yapıyorlar.
Fuhuş çeteleri
Uluslararası Af Örgütü raporuna göre, yüzlerce kadın
bölgede, fuhuşu örgütleyen çeteler tarafından oradan oraya götürülüyor ve esir
muamelesi görüyorlar. Af Örgütü, Kosova'daki uluslararası güçleri bu kadınların
insan haklarını korumamakla ve bir çok olayda bizzat fuhuşun içinde yer almakla
suçluyor.
Doğu Avrupa ülkelerinden her yıl 120 bin dolayında kadın fuhuş için Batı Avrupa
ülkelerine getiriliyor. AB tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Doğu Avrupa
ülkelerinden getirilen yaklaşık 500
bin kadını fuhuşa zorlayan şebekelerin toplam geliri her yıl yaklaşık 15 milyar
euro'yu buluyor.
Almanya'da bulunan yaklaşık 200 bin yabancı hayat kadınının
çoğu Rusya, Litvanya, Polonya, Ukrayna ve Bulgaristan'dan getiriliyor.
Araştırmada, fuhuşa zorlanan
kadınların çoğunun ölümle tehdit edildiği, tecavüze uğradığı ve sürekli baskı
altında tutulduğu, fahişelik yapan her 2 yabancı kadından birinin kandırılarak
bir Batı Avrupa ülkesine getirildiği ifade edildi. Irak’a gidenlerin de yerli
halka yaptıkları, baskıları, genç kızlara- kadınlara olan tecavüzleri her gün
gazetelerden okuyoruz. Afganistana’a gittiklerinin haftasında, ilk yaptıkları
işlerden biri de güzellik salonları açmak oldu. Maksatları güzellik salonu adı
altında, randevu evi açmak tabii ki.
Avrupa’da aile hayatı artık bitti. Cinsi hayattaki sapıklık
hayvanlarda bile yok. Yapılan araştırmaya göre, Hollanda'da birlikte yaşayan
çiftlerin yaklaşık yarısının, partnerleriyle akit yaparak aynı evde oturdukları
tespit edildi. Bu oran, çiftlerin yaş grubu yükseldikçe daha da artış
gösteriyor. Merkezi İstatistik Bürosu'nca yapılan kayıt taramasına göre, Ocak
2003 itibariyle evlenmeden birlikte yaşayan eşlerin sayısı milyonlarla ifade
ediliyor.
Büroya göre, gençler arasında birlikte yaşama oranı daha
ileri yaş gruplarından yüksek olmasına karşı, bu grup içerisinde, eşiyle
birliktelik belge imzalayanların oranı oldukça düşük bir düzeyde kalıyor.
Gençlerin evlenmemekle, aile hayatının yok edilmesi için
ellerinden geleni yaptıkları gibi şimdi de, zar zor devam ettirilen az sayıdaki
evlilikleri yıkmak için yeni bir oyun sergileniyor. Almanya’da başlatılan 10
günlük misafir uygulamasına göre; bir ailenin kadını, başka bir aileye 10
günlüğüne misafir gidiyor. O ailenin kadını da, karşı aileye gidiyor. Bu
şekilde giden kadınlar, 10 günlük süre zarfında, gittikleri evdeki çocuklara
annelik, babalarına da eşlik yapıyorlar. Bu oyunu en iyi şekilde oynayan,
gittikleri evde en iyi şekilde uyum sağlayan kadınlara da yarışmalarla ödül
veriliyor. Bu, fuhşun girmediği az sayıdaki aileyi de pisliğe bulaştırmaktır.
Bu rezaletler şeytanın bile aklına gelmez. Bunlar şeytana bile parmak
ısırtıyorlar.
İşte aradaki fark
Osmanlı, Balkanlarda, Irakta, Ortadoğuda... asırlarca hüküm
sürdü. Hiçbir Türk askerinin
bırakın tecavüzü kadına kıza yan gözle bile bakmadığını kendi
tarihçileri söylüyor. İşte aradaki fark. Onların gayeleri gittileri yerleri
maddi manevi sömürmek. Osmanlı ise almak için değil vermek için gidiyordu.
Kendi isteği ile Müslüman olanlara dünya ve ahıret saadeti sunuyor. Müslüman
olmayanlara da, dünya rahatlığı. Osmanlı ister Müslüman olsun ister gayri
müslim, herkesi önce insan olarak görüyor. Bir insana nasıl muamele yapılacaksa
öyle davranıyordu. Gittiği ülkedeki insanın, malını, canını, namusunu korumak
onun birinci vazifesi idi. Çünkü mensubu olduğu İslamiyet böyle emrediyordu.
İnsanı insan yapan Hak dindir. Bu yoksa insan azgınlaşır, canavarlaşır.
Yapamayacağı bir şey olmaz. Vahşi hayvanların yaptığı bunların yaptıklarının
yanında çok hafif kalır. Sözde medeni insanların, özgürlük, insan hakları adına
yaptıkları vahşetleri her gün ibretle seyrediyoruz. Herhalde hayvanlar, böyle
insan olmaktansa, hayvan olarak yaratıldıklarına şükrediyorlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder