Bağış Yap

Amount :
Other : USD

24 Mart 2013 Pazar

Huzurun Kaynağı Aile


“BİRLİKTE YAŞAMA” REZALETİ 

Kadın ve aile üzerine çok durmak lazım. Çünkü, gerçekten aile zor durumda. Aileyi yıkmak için ne gerekiyorsa yapılıyor. Bir milleti yıkmada aile özellikle de “kadın” son kale. Aile tamamen yıkıldığı takdirde, insanlar insan olmaktan çıkar.
 Bunun için aileyi çok titiz bir şekilde korumak ve kollamak zorundayız. Aileyi sarsacak, aile bağlarını zedeleyecek davranışlardan kaçınmak bir insanlık görevidir. Aile ile uğraşmak insanın kendi bindiği dalı kesmesi demektir.
Eskiden buna çok dikkat edilirdi; mesela evlenmeden önce  “Birlikte Yaşama” rezaleti yok denecek kadar azdı. Bu şekilde yaşayanlar da bunu söylemekten çekinirlerdi; çünkü toplumun genel ahlakına aykırıydı bu tür beraberlikler. Şimdi o kadar normal hale geldi ki, bütün kanallarda, kim kiminle birlikte yaşıyor o konuşuluyor, magazin haberlerinin çoğunu bu tür haberler teşkil ediyor. Programlarda utanmadan, “ Altı yıldır birlikteyiz, ileride evlenmeyi düşünüyoruz” diyebiliyorlar.

Aileyi yıkmada da kadın kullanılıyor
Bunlar hep aileyi yıkmanın, yok etmenin sinsi planlarıdır. Toplumu tahrip eden en önemli şey, anormal şeylerin normal şey gibi algılanmasıdır. Batı, yıllardır yaptığı bu tahribatın cezasını şimdi çekmektedir. Mesela, Amerika’da 70’li yıllara göre boşanma üç misli arttı. Evlilik dışı doğum oranı 1970’de % 11 iken, bugün bu rakam % 35’e sıçradı. Ortada kalan çocuklara bakma işi de büyük oranda kadınların üzerine kalmaktadır. Bu yük 1970’li yıllarda %10 iken, bugün yüzde 30’lara varmıştır. Görüldüğü gibi aile yıkım kampanyasından en büyük zararı kadın çekmektedir. Buna rağmen, ne yazık ki aileyi yıkmada en çok kullanılan da yine kadındır.
Batı’yı bu hale basın getirmiştir. Bizde de yıllardır basın bu yıkım görevini bütün gücüyle yerine getirmektedir. Haberlerde, köşe yazılarında devamlı bu konu işlenmektedir. Sıradan bir kimse bir yanlış yapıyorsa bunun zararı daha çok kendinedir. Fakat, bu kimse halkı yönlendirme, aydınlatma vazifesini üstlenmişse, bu yaptığı yanlışı da marifetmiş gibi, programında, köşesinde anlatıyorsa toplu katliama girer. Kimsenin böyle bir şey yapmaya hakkı yoktur.
Bakın bayan bir yazarımız aile mefhumu ile alay edercesine yaptığı marifetini(!) nasıl anlatıyor: “ Eşimle evlilik öncesi oturmuş, bir takım kararlar almıştık. Hayatlarımızı birleştirecektik ama evlerimizi değil. Haftanın dört günü o bana ait olacaktı, üç günü kendisine. Sokaklarda uyuyamayacağı için de adresi, kendi evi olacaktı. Özel durumlarda, acil durumlarda taraflar birbirlerinin yardımına koşacaklardı ama tabii ki saygı sınırları muhafaza edilecekti. Telefon etmeden, program öğrenmeden, çat kapı gelmek yoktu. Ama birlikte olunduğunda da taraflar birbirlerine büsbütün uyumlu davranacaklardı. Anlaşma gereği iki ayrı evde yaşamaya başladık. Kriz gelince işler değişti. Program önümüzde, yeniden masaya oturduk. Ailede küçülme ve tasarruf imkanlarını görüştük. Evet, kriz ortamında iki ev lükstü. Özgürlük uğruna bu kadar gereksiz harcamalı bir ilişkiyi sürdürmemiz şart değildi.”

Özenilen şeylere bakın
Bayan yazarımız yaptıklarının doğruluğunu İtalya’dan örnek vererek ispat etmeye de çalışıyor: “İtalya'daki araştırmanın psiko-terapistlerinden biri, özellikle kadınların tercih ettiği bu trendi yaşamak isteyenleri yargılamamak gerektiğini söylemiş... “
İnsanların özendiği şeylere bakın. Canlılar arasında “sürekli aile hayatı” sadece insanlara aittir. Ayrı ve özgürce yaşamak hayvanlara mahsustur. Bilim, teknoloji ilerledikçe insanlar, maalesef insanlıktan uzaklaşıyor. Bütün bunlar işin kolayına kaçmaktır aslında. Çünkü, aile hayatında, fedakarlık gerekir, özveri gerekir. Fakat kolayına kaçalım derken de, kimse işi daha da zorlaştırdığının farkında değil.
İnsanların toplu olarak, aileler halinde yaşamaları medeniyetin esasıdır. İnsanların teknolojiyi, ilimi bu yönde kullanacakları yerde, tam tersi aileyi parçalama, insanları hayvanlaştırma yönünde kullanmaları ne garip değil mi?
Sadece nefsini, kendini düşünen insandan başka ne beklenir. Çünkü nefsin istediği her şey kendi zararınadır. Ne demişler: “İnsanın kendine yaptığını, cümle alem toplansa yapamaz.”


KIRKBİN KİŞİ EVLENİYOR OTUZ BİNİ AYRILIYOR 

Temel ciddi bir hastalığa yakalanır. Fakat çevresindekileri bir türlü buna inandıramaz. Hastalığı iyice ağırlaşıp ölümünün yaklaştığını hissedince mezar taşını hazırlatarak şöyle yazdırır: “Hastayım hastayım dedum, inanmadınız! Gördünüz mi, ne oldi, şimdi inandınız mi?”
Yıllardır yazıyoruz, Batı bindiği dalı kesiyor bu gidişle Avrupa’da aile mefhumu kalmayacak, diye. Kendi yaptıkları son araştırmalarla, “Avrupa’da ailenin çöktüğünü” şimdi kendileri söylüyorlar. Buna çareler arıyorlar.
AB istatistik kurumu Eurostat'ın verilerine göre, AB ülkelerinde gençler arasında evlenme oranı giderek düşüyor. Güney Avrupa ülkelerinde evlenmeden birlikte yaşamayı tercih eden çiftlerin oranı yüzde 8 ila 15 olarak belirlenirken, bu oran Kuzey Avrupa ülkelerinde yüzde 53 ila 70'e kadar yükseliyor.

Evlilik dışı ilişkiler dünyayı tehdit ediyor
Veriler, 1970 yılında AB ülkelerinde çocukların yüzde 6'sının evlilik dışı ilişkilerden doğduğunu, bu oranın 2002'de yüzde 30'a yaklaştığını gösterdi. İsveç'te çocukların yüzde 56'sı, Danimarka, Fransa, Finlandiya ve İngiltere'de yüzde 40'ı ve Belçika'da yüzde 20'si evlilik dışı dünyaya geliyor.
Son 20 yılda evlilik dışı doğan çocuk oranının Yunanistan'da yüzde 1,5'tan yüzde 4,1'e, İtalya'da yüzde 4,3'ten yüzde 9,6'ya, İspanya'da yüzde 3,9'dan yüzde 17'ye yükseldiği belirlendi. AB ülkelerinin genelinde her 3 evlilikten 1'inin boşanmayla sonuçlandığı, nikah sayısında da sürekli düşüş olduğu belirtiliyor.
Eurostat'ın verilerine göre, AB ülkeleri genelinde boşanma oranları % 50’yi geçti. AB üyeleri arasında en fazla boşanma görülen ülkelerin, Belçika (yüzde 50'den fazla), İsveç (yüzde 50), Finlandiya (yüzde 49), İngiltere (yüzde 45) ve Danimarka (yüzde 41) olduğu belirtiliyor. ABD'de boşanma oranının Avrupa'dan daha fazla olduğunu ortaya koyan Eurostat'ın rakamlarına göre, evlenen her 2 Amerikalı çiftten 1'i boşanıyor.
Belçika Ulusal İstatistik Enstitüsü (INS) verilerine göre de, Belçika'da 2002 yılında 40 bin 400 çift evlendi, 30 bin 600 çift boşandı. Son 5 yılda evlilik oranının yüzde 20 azaldığını, boşanmaların yüzde 30 arttığını belirten INS'in verileri, Belçika'da boşanma ile sonuçlanan evlilik oranının yüzde 60'a yaklaştığını gösterdi. (AA. 17.09.2003)
Görüyorsunuz, 40 bin kişi evleniyor, 30 bini aynı sene ayrılıyor. Bunun başlıca sebebi, özgürlük adına yapılan serbestlikler, rezaletler. Siz özgürlük adına, erkek erkeğe evlenme dahil her türlü zinaya, her türlü sapık ilişkilere izin verirseniz bu neticeyi alırsınız.

Her iki çocuktan 1'i evlilik dışı

İşte, dinin dışlandığı, yok farzedildiği, her şeyin din dışı kurala göre tanzim edildiği Fransa’da ailenin içler acısı durumu:
 FRANSA'da geçen yıl doğan her 2 çocuktan 1'inin evlilik dışı ilişkilerin sonucu dünyaya geldiği ortaya çıktı.
Le Monde gazetesinin, Fransa Ulusal İstatistik ve Araştırma Kurumu verilerine dayanarak verdiği haberine göre, Fransa'daki evliliklerin sayısında son 4 yılda yüzde 6'lık bir azalma meydana geldi. Son 35 yıl baz alındığında ise bu oran yüzde 40'u buluyor. Son 40 yıl içinde dünyaya gelen evlilik dışı çocukların oranı da yüzde 6'dan yüzde 47'ye yükseldi. Evlenme yaşı da son 10 yıl içinde ortalama 3 yaş artarak, erkeklerde 30'a, kadınlarda ise 25'e çıktı.  (17.2.2005 Milliyet)

Sıkıntının esas sebebi
Batı, imal ettiği en küçük bir cihazın kutusuna bile, uzun uzun nasıl kullanılacağını gösteren kılavuz koyarken, bünyesinde milyarla cihazı, sistemi ihtiva eden ayrıca diğer varlıklardan farklı olarak ruha sahip olan insanın, yaratıcı tarafından nasıl hareket edeceğine dair gönderilen kullanma kılavuzu üzerinde hiç durmuyor. Bakınız, son devir İslam büyüklerinden Abdülhakimi Arvasi hazretleri, yaratıcının koyduğu kuralları yok farzedip, kendi düzenlerini kendileri kurmaya kalkanların neticesini nasıl ifade ediyor:
Gördüğünüz her musîbet ve felaket, hep kızgınlığın, nefretin, Hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır. Bu da, hukûku kendiniz kurmaya kalkışmanın, Hak teâlâ ile yarış etmenin netîcesidir. İnsanlığı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakka karşı gelmek, O’nun nizamına uymamaktır. Beşeriyyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Hak teâlâyı hâkim bilip, Ona kulluk edip emirlerine uymadıkça ızdırap ve felaketten kurtulamaz. Haktan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perîşanlık yoludur. Hak teâlâdan başka, her neye tâbi olur, her neye tapınır, Onun yerine, her neyi sever ve hakîkî hâkim tanırsanız, biliniz ki, onlar da sizinle berâber yok olacaklardır.”


KADINLAR PATRONLARIN OYUNCAĞI

Osman Yüksel Serdengeçti, "Özgürlük verme bahanesiyle; kadınları kafes arkasından çıkaranlar, şimdi onları sokakta kafesliyor" demişti.
Fakat, kadınlar bunun farkında değiller. Hatta bu istismarları, haklara, özgürlüklere kavuşma şeklinde algılıyorlar. Kadın bir kesimde değil hemen hemen her kesimde sömürülüyor; ticarette, reklamda, siyasette, köşe dönmede...
Bir gazetede çıkan şu haber bunu açıkça ortaya koymaktadır. Haber kısa ama başlığı da dahil sonuna kadar  istismar, yönlendirme, aldatma, kandırma üzerine bina edilmiş. Tam bir İngiliz siyasetiyle hazırlanmış. “İş yerinde flört faydalı çıktı” başlıklı haber şöyle:
“İngiltere’de çalışan 5 bin kadın arasında yapılan bir anket, çalışan kadınların iş yerinde flört etmeyi sağlıklı ve faydalı bulduğunu ortaya koydu. Ankete göre İngiliz kadınları, iş yerinde flört etmenin kendilerine güven kazandırdığına inanıyor ve çalışan her 10 kadından biri de, partner olarak ‘patronu’ seçiyor. Çalışan kadınların iş yerinden biriyle beraber olma oranları ise yüzde 28’e kadar çıkıyor. Ayrıca patronuyla beraber olan yüzde 10’luk bölümün yüzde 11’i evlenmeyi başarırken, yüzde 12’si de en azından ‘terfi etmeyi’ garantiliyor.”

Yönlendirmeli haber
Haberi gördünüz, başından sonuna kadar istismar ve yönlendirme demekle haksız mıyım? Haberi tahlil edecek olursak; önce “İş yerinde flört faydalı çıktı” şeklinde verilerek daha baştan bu gayri meşru beraberlik cazip hale sokuluyor.
İkincisi, anket tarafsız bir şekilde ilmi incelemelere dayandırılmadan, olayın içinde olan yani taraf olan kimselerle yapılıyor. Hırsıza, dolandırıcıya niçin bu işi yaptınız diye sorduğunuzda, kendini haklı çıkarmak için bir kılıf, bir bahane bulacak herhalde. Dolandırılan kimseye, hırsızlığın topluma verdiği zararları inceleyen ilim adamlarına sormadan hırsızın ifadesiyle yola çıkıldığında sağlıklı netice almak mümkün mü?
Üçüncüsü, % 28 gibi büyük bir oranla bu iş yapıldığına göre, siz de yapabilirsiniz mesajı verilerek ahlaksızlık meşrulaştırılıyor. 
Dördüncüsü, bununla da kalınmıyor, teşvik ediliyor, cazip hale getiriliyor. Flört neticesinde patronla evlenmek suretiyle servete, rahatlığa kavuşursunuz, bu olmazsa bile en azından, terfi edersiniz, şef olursunuz, müdür olursunuz mesajı veriliyor. Bu bir sömürü değil midir? Kadının cinsiyetini istismar değil midir? Bu arada, evli iseler patronun ve flörtçü kadının yuvasının yıkılacağından, çocukların perişan olacaklarından, genç kızların sokağa düşüp orta malı haline geleceğinden, fuhuşun yaygınlaşacağından niçin bahsedilmiyor? Çünkü, bahsederlerse kadını nasıl tuzaklarına düşürecekler? Bütün bunlar, insanları ahlaksızlığı, fuhuşu teşvik değil midir?
Halbuki, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1979'da kabul edilmiş, Devlet olarak bizim de imzaladığımız, 165 devlet tarafından da imzalanmış, kadınların korunması ile ilgili sözleşmenin 6. maddesine göre, kadının satışı, istismarı yasaktır.
Buna rağmen, sanki istismar yasaklanmayıp emredilmişcesine bütün dünyada kadınlar çok hızlı bir şekilde istismar edilmekte, adeta köleleştirilmektedir.
Kendilerini ilerici sayan, kadın hakları konusunda lâfa gelince mangalda kül bırakmayan bazı aydınlarımız, yazarlarımız, feminist kadın derneklerimiz nedense bu işlerle ilgilenmemektedirler. Çünkü bunlar kadını korumak için değil istismara destek olmaları için vardırlar. Kadının istismarı ile uğraşırlarsa faaliyet alanlarının dışına çıkmış olurlar.

Maksat kadını sokağa çekmek
Bakınız, araştırmacı-yazar Sayın Aytunç Altındal feminist hareketi kimlerin yönlendirdiğini nasıl anlatıyor: Feminist hareketler Masonluğun etkisi altındadır. Son 50 yıldaki feminist hareketlere baktığımızda bunların arasında ilaç ve kozmetik üreticileri olduğunu görüyoruz. ‘Kadına bir şey satabilmemiz için onu sokağa ve inançsız bir alana çekmemiz lazım’, diyorlar.  Onun için birçok paneller düzenliyorlar. Önde kadın var, arkada ise görünmeyen bir sponsor. Ya da çok agresif bir kadını köşe yazarı yaptırıyorlar. Bu yeni değerleri savunması için.”(Sabah,10.8.2005)
Kadının istismarından  herkes memnun. Çünkü; patronlar kadının cinselliğinden istifade ediyorlar, ucuz işçiliğinden istifade ediyorlar. Bedeni ön plana çıkartılarak fazla mal da satıyorlar ;bunun için kadının çalışmasından patronlar çok memnun. Ahlaksızlık, fuhuş yayıldığı için de egemen masonik çevreler, islam düşmanları da memnun... Bu kadar “memnuniyet” birliğinden kadının kurtulması çok zor. Allah yardımcıları olsun! Akıllarını başlarına toplayıp çevrilen dolapları anlamak nasip etsin! 

“KADININ HAL- İ  PÜR MEALİ”
(Kadının perişan hali)  
1850’li yıllara kadar, bütün dünyada ailenin yapısı hemen hemen aynıydı. Erkek evin geçimi sağlar, kadın da ev işleri ile, çocuklarının eğitimi ve yetişmesiyle uğraşırdı. Sanayi devrimi ile beraber evin geçimine kadın da dahil edildi. Bu, görünüşte kadına bir iyilik olarak sunuldu. Fakat patronların gizli niyeti başkaydı. Bu da, kadını ucuz işçi olarak gördüklerinden, kadını istismar ederek zenginliklerine zenginlik katmaktı. Bu maksatla, “Kadınlara özgürlük”, “Ekonomik bağımsızlık”  gibi cazip sloganlar ile zaten çok yorucu olan ev işlerine ilaveten kadına bir de geçim yükü yüklendi. Gücünün çok üzerinde yük yüklendiği için de kadının vücut kimyası bozuldu. Günümüz kadının bu halini, “Kadının Hal-i Pür Meali” (Kadının perişan hali) yazısı ile “Bazaar” moda dergisinde Candan Turhan hanım çok güzel dile getirmiş: 
Gidişat gidiş değil!
 “Ne olacak bu halimiz? Bir türlü olamadık, olduramadık, dolduramadık; olunması gere­ken halleri halledemedik. Boşa koyduk dolmadı, doluya koyduk almadı. Bizden önce, kadınların sorunu hiçbir şey olamamaktı; bizimki her şey olabilmek. Yaş geliyor kemale, biz hala kendimizi oradan buraya atıp, çırpınıp çabalayıp duruyoruz; böyle de olacağız, böyle de yapa­cağız diye diye perişan oluyoruz. Bu halimiz hal değil; gidişat gidiş değil!
Daha genç kızlardık; ilk seçeneğimiz annelerimiz gibi olmamak ya da annelerimizden farkı olmaktı. Hedef, annelerimizin tam tersi olmaktı: "Özgür kız" olacaktık. Okuyacak, çalışacak, gezip tozacak, günümüzü gün edecektik. Olunması gere­ken buydu. Evle, evlilikle, annelikle ilgili her şeyden uzak duracaktık. Bunun için, kendimizi eğitime verdik. Okuduk, öğrendik, doymadık, gidebileceğimiz kadar yükseldik.
Sonra çalışmaya giriştik. Bizden önceki neslin yapmadıklarını, yapamadıklarını yapmaya soyunduk. İşte yükseldik, kendimizle gurur duyduk. Ama bu durum da çabucak sıradanlaştı, tatminkarlığı azaldı, eksik bir seyler hissettik yine de.
Çevremizde­ki tüm kadınlar gibi iyi eğitimli, evli, süper kariyerli, kendini gelişti­ren bir kadındık! Boşluğa düşmek üzereydik ki "kendimizi geliştirebileceğimiz" yeni bir alana dikkat çekti egemen güçler: güzellik.  Ve daldık estetik girdaplarına.
Neyse: Biraz uğraş, biraz masrafla en gü­zel, en bakımlı da olundu. Ama çevredeki kariyersiz kadınlar çocuk yapmayı da beceriyordu arada. Elbette onu da yapabilirdik. Sağlıklı, akıllı, güzel hamileler olamaz mıydık? Olduk tabii. Eh, çocuğumuzu el yordamıyla, sıradan yön­temlerle yetiştirecek halimiz yok ya! Kitap­lar, dergiler, pedagoglar, konferanslar, danış­manlar, çocuğa bol zaman mı ayıralım, kalite­li zaman mı falan derken zaten ayıracak ne zaman kaldı ne enerji.
Bu böyle sürüp giderken  fark etmediğimiz,görmemezlikten geldiğimiz bir şey vardı ama; çok temel bir hata, ta başından itibaren oyunu geçersiz kılan: Erkeklerin kurallarıyla, erkeklerin oyunuyla oynuyorduk! Erkek dünyasının taleplerini ve gereklerini hiç tered­dütsüz birebir üzerimize almış, gereken bütün "safra"larımızı bırakmış, ve onlarla "bir"miş gibi onların oyununda onlarla aşık atmaya kalkıyorduk. Beceriyorduk da, iyi rekabet koyuyorduk, ama pozis­yon itibarıyla oyunun kazananı baştan belli değil mi? 
Sen kalk kendi canım niteliklerini hor görüp bir kenara koy, ondan sonra "Aman ne başarılıyım, ne güçlü kadınım, nasıl da kendi dünyalarında erkeklere kök söktürüyo­rum!" diye gurur duy, bravo vallahi... Oyuna geldik, oyuna! Oyun onların oyunu,  "kendinin" dişilik kısımlarını ezip erkek rolleri üstleniyorsun oynaya­bilmek için. Erkeklerin oyununu becerdin, aferin, ama içinde işkence çeken, küçük çürümüş, ezilip aşağılanmış, bir işe yaramaz sayılmış bir kadıncağız var şimdi, hayırlı uğurlu olsun...
Uyanalım bu tuhaf rüyadan
Haydi uyanalım bu tuhaf rüyadan: Daha fazlasını, daha iyisini, en mükemmelini istememiz en başta, bizim talebimiz değildi; bize ait olmayan bir dünyanın tale­biydi. Her alanda, her anlamda rekabete girmek kadınlara ait bir dürtü değil. Kendimizi böylesine kırbaçlamak, böyle zora koşmak hiç kadınsı bir yaklaşım değil. Kendimi­zi içinde bulduğumuz dünyaya ayak uyduralım derken kadınlığa ait tüm güzelliklerimizi, en güzel niteliklerimizi bir kenara bıraktığımızın farkına varan yok mu? Ve bu uğraşımız sonucu ortaya pek de şaşırılmaması gereken bir karmaşa çıktığının: "Kadınlığı" azalmış ama çok güzel, çok seksi, en maharetli, süper anne ve harika eş olduğuna ina­nan kadınlar. Karşısındakinin rakibi mi, kadını mı olduğunu anlaya­mayan, neye göre davranacaklarını bilemeyen erkekler.
Hep karşıt şeyler sokuldu kafamıza. Seçemedik bu kadar çok seçenek arasından, hepsini almak istedik, her şeyi birden arzu ettik. Ne çok vazife yük­lendik, ne beklentiler üstlendik: Muhteşem bakımlı ve çalışkan ve be­cerikli olduk, perişan olduk, sonra da ortaya agresif kadın türü çıktı, her zaman yırtıcı, savaşcı, istediğini elde etmeye odaklı, bunun için duruma göre ya aktif agresif, ya da pasif agresif olan. Hepsi bir yana: Mutsuz ve savaş içinde! “ 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder