Bağış Yap

Amount :
Other : USD

24 Mart 2013 Pazar

Huzurun Kaynağı Aile


“SERBEST YAŞAMA” VE

“CİNSEL ÖZGÜRLÜK”  REZALETİ

Dünya hızla manayı bırakıp taparcasına maddeye koşmakta... Herşeye para olarak bakmakta; gelsin de nereden nasıl gelirse gelsin düşüncesinde. İnsan maddenin esiri olma yolunda. Bu da insanı “Eşrefi mahluk” yaratılmışların en şereflisi olma makamından uzaklaştırmakta. Başka bir ifade ile insanı hayvanlaştırmaktadır.
Çünkü hayvanların dünyası, yeme içme ve çiftleşmeden ibarettir. Zamanımızın insanı da koşar adımla buraya doğru koşmakta. Dolayısıyla sonunu hazırlamaktadır. Çünkü bu düşünceye sapmış hiçbir topluluk, hiçbir devlet, hiçbir medeniyet ayakta kalamamış yok olup gitmiştir. Bu maddenin esiri olma hali Amerika’da başlayıp, Avrupa’ya, buradan da ülkemize geçmiştir.
          
           Çıplaklar kampı
Eskiden ülkemizde bazı kuruluşlar tarafından gündeme getirilen, savunulan bu gayri insanı düşünceler, son zamanlarda resmi makamlarca da savunulmakla; savunulmakla da kalmayıp fiiliyata geçirilmesi için ön ayak olunmaktadır. Bunun en açık örneği gazetelerde çıkan şu haberdir. Haberin özeti şöyle: “Turizm Bakanının Türkiye'de ‘‘çıplaklar kampı’’ kurulabileceği yolundaki açıklaması, turizm beldelerinde destek buldu. Bodrum, Marmaris, Kuşadası, Kemer gibi, turizm sektörünün başı çeken turistik beldeleri çıplaklar kampı kurulmasına ‘‘evet’’ dedi. Alanya ve Kaş ise karşı çıktı. “(Hürriyet – 30.4.2001)
Görüldüğü gibi bu hayvanî yaşayışa kimsenin karşı çıktığı yok. Karşı çıkanlar da yer müsait olmadığından veya daha sırası değil türünden mazeret beyan ediyorlar, haberin devamında. Bir toplum bu kadar nasıl değişir anlamak mümkün değil. Turist ve para gelsin de nasıl gelirse gelsin; dinimizden, örfümüzden neler alıp götürüyor bu hiç önemli değil.
Sayın Belediye başkanları, bu toprakları almak için binlerce şehid veren ecdadımızı hiç düşünmüyorlar mı? Mezarlıkların, türbelerin yanından geçerken vicdanları hiç sızlamayacak mı? “Evet” diyebiliyorlarsa diyecek bir şey yok. Herkes kendine yakışanı yapar deriz. Bu aynı zamanda işin kolayına kaçmaktır. Aslında turist herşeyden önce altyapı ister, temizlik ister, en önemlisi de iyi muamele ve insanlık ister. Bunları yapabilmek kolay değil. Bunları yapmaktan aciz olanlar işte böyle gayri insani girişimlere yönelir. İsterseniz, bu tür serbestliklerin toplumu nasıl etkilediği konusunda ilim adamlarının görüşüne başvuralım:
Büyük bir sosyoloji âlimi olan P. Orokin, dört ciltlik “Dinamics” adlı eserinde, bütün bu konuları ele almakta, Amerikan ve Batı kültürünün çöküşü olarak yorumlamaktadır. Pitirim Sorokin, Amerika’dan başlayarak, aşağı yukarı bütün Avrupa’yı sarma temayülü gösteren “Serbest yaşama” , “cinsel özgürlük” gibi akımları, Amerikan ve Batı cemiyetleri için bir “Çöküş yıkılma alâmeti” olarak değerlendirmektedir. P. Sorokin’e göre, bu tür yaşayışlar yaygınlaştıkça, yuvalar yıkılmakta, boşanmalar ve evi terk etmeler çoğalmakta, zina, fuhuş ve fücur artmakta, çocuksuzluk dikkati çekmektedir.
Sorokin’e göre “serbest yaşayışlar”, cemiyetin aleyhine gelişmelere kaynak olmakta, beden ve ruh sağlığını bozmakta, ahlâkî yaşayışı bertaraf etmekte, insanın verimini düşürmekte, ferdî ve sosyal saadeti yok etmektedir. Şimdi, birçok ülkede, “Çıplaklığı” “cinsel özgürlüğü”, yani “serbest fuhşu” savunan birçok film çevrilmekte, romanlar, hikâyeler ve yazılar yazılmakta, güzel sanatlar adına, bu konu, istismar edilmektedir.

Kültürel verimliliğin düşüş sebebi
Bu propagandalar, bazı ülkelerde pervasızca, bazılarında bizde olduğu gibi sinsice yürütülmektedir. Bu durum, şüphesiz, yalnız gençleri ve halkı etkilemekle kalmamakta, kendini ilericilik kompleksine kaptırmış “yarı-aydınları” da sürükleyip götürmektedir. Netice olarak P. Sorokin, “son derece sıkı cinsî kontrolün mevcut olduğu ve aile hayatına önem verildiği devrelerin, kültür bakımından en verimli devreler olduğu; aksine, aşırı, kanunlara, nizama aykırı cinsî faaliyetlere müsait devrelerin ise kültürel verimliliğin düşmesine yardım ettiği” görüşündedir ve o, bu görüşlerini, tarihî olaylarla ispat etmektedir.
İnsanı hayvandan ayıran, “Ahlak”tır. Bu kaldırılınca insanın hayvandan farkı kalmaz. Hatta hayvandan daha kötü duruma düşer. Çünkü, insan sınırsız, başıboş değildir. Sınır tanımayan kimseler için Kur’an-ı kerimde, “ İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar.” (Araf 179) buyurulmaktadır. Tabii ki bu bir tercih meselesi, benim tercihim böyle diyene ne denebilir ki.


HAYÂ PERDESI KALKINCA...   


Bilhassa son yıllarda internetin ülkemizde yaygınlaşmasıyla hayasızlık çok hızlı bir şekilde artış göstermektedir. Toplumumuzda, edeb dışı görüntüler ve yazılar gün geçtikçe sıradan, normal bir hayat tarzı şeklinde sunulmaktadır. Bazan daha ileri gidilerek dini günlerde yapılmaktadır bu sunum.
Örnek mi istiyorsunuz, işte size “Feshane Direklerarası” şenlikleri. Mübarek ramazan ayı münasebetiyle düzenlenen, “Feshane Direklerarası” şenliklerinde kadın şarkıcıların, transparan denebilecek kıyafetlerde sahneye çıkartılması en başta ramazan ayına hakarettir, dolayısıyla dinle alay etmektir. Bununla yapılmak istenen; orucunu tutan, hatta namazını da kılan fakat, akşam olunca da içkisini içen, haram helal demeden her türlü eğlencenin içinde olan bir toplum ortaya çıkartmak. Eğer bir toplum bu hale gelirse zaten iş bitmiş demektir. Çünkü hayasızlık ile iman bir arada kalamaz.

Üç hediye
Cebrâil aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve îmânı Âdem aleyhisselâma getirip,”Yâ Âdem! Allahü teâlâ sana selâm ediyor. Getirdiğim şu üç hediyeden birini kabûl etmeni emir buyurdu” dedi.
Âdem aleyhisselâm, ”Getirdiğin bu üç hediyeden aklı kabûl ediyorum” deyip aklı aldı. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm îmân ile hayâya, “Siz gidebilirsiniz” dedi. Îman, “Allahü teâlâ bana emreyledi ki, akıl nerede ise, sen orada ol! Bunun için ben akıldan ayrılıp gidemem!” dedi. Hayâ da, “Allahü teâlâ bana da aynı şekilde emreyledi. Ben de, akıldan ayrılıp gidemem” dedi. Allahü teâlâ kime akıl verirse, hayâ ile îmân da onunla beraber bulunur. Aklı olmıyanın ne hayâsı ne de îmânı bulunur.
Birgün, Hasen-i Basrî hazretleri, “Din temizliği nedir? Din cevheri nedir? Din hazînesi nedir?” sorusuna şöyle cevap verdi:
“Din temizliği abdest almaktır. Din cevheri, Allahü teâlâdan korkmak ve hayâ etmektir. Din kuvveti ise, namazdır. Çünkü, Allahü teâlâ, hayâ eden kulunu medhetmiştir. Din hazînesi ilimdir. Her kimin hayâsı olmazsa, onda dinin cevheri olmaz. Kimde Allahü teâlânın korkusu olmazsa onda dinin cevheri olmaz. Her kimin ilmi olmazsa dinin hazinesi olmaz.”
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Hayâ imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.”
“Hayâ ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.”
Dinimizde hayânın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayâsızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayâsız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Hayâ, imanın esasındandır. Hayâsı olan Allahtan utandığı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmıyan Allahtan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayâdandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır.

“Hayâ on kısımdır”
Şu dört hasleti kendisinde bulundurmayan kimseye akıllı ve ilim sâhibi denmez: Birincisi; Allah korkusu. Bütün hayır ve fazîletlerin başı budur. İkincisi; güzel bir hayâ, utanma duygusu. Asâlet bununla anlaşılır. Üçüncüsü; yumuşaklık. Dördüncüsü; emri altında bulunanlara cömertlik yapmak.
Hayâ, insan ile kötü olan şeyler arasında bir perdedir. Hayâ, kötü ve beğenilmeyen şeylerin en güzel ilâcıdır. Ancak, hayâ gidince, artık onların ilâcı kalmaz.
“Hayâ on kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir” hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, kadınların hayâsı erkeklerden çoktur. Yine hadis-i şerifte, “Hayâ güzeldir, fakat kadında daha güzeldir” buyuruldu. Bununla beraber şehvetin de onda dokuzu kadındadır. Bunu frenleyen ise kadının hayasıdır. Haya perdesi yıkılınca her türlü rezalet, ahlaksızlık toplumu kuşatır. Sosyetede olup bitenlerin yer aldığı magazin haberleri bunun en güzel ispatıdır.

“CHAT’ÇİLERE MESAJ VAR!” 

Teknoloji, her zaman söylediğimiz gibi ikiyüzü keskin bıçak gibidir. Dikkatli olunmazsa, kullanana zarar verir. Son yılların en gelişmiş teknolojisi internet de böyledir. Bu çok faydalı teknoloji, dikkatli kullanılmadığı zaman, telafisi mümkün olmayan sayısız zararlar vermektedir. Bu zararlardan sadece biri olan “chatleşme” üzerinde durmak istiyorum.
Bununla ilgili gördüğüm, işittiğim, okuduğum birçok olumsuz gelişmeler meydana geldi. Birçok ailede huzur bırakmadı. Hatta, chat yüzünden yuvasını dağıtanlar oldu. Bununla ilgili bir yazı yazmak isterken, mail adresime “Chatçilere mesaj” geldi. Chatleşmeden canı yanan, bir bayan tarafından kaleme alınan bu uzun yazıyı özetleyerek sizinle paylaşmak istedim: Chatleşmek bir çeşit sanal beraberlik haline geldi günümüzde.

“Eşim benimle ilgilenmiyor”
Adam, saatlerce bilgisayar başında oturup hanımını, çocuklarını bir kenara itip başka bir alemde geziyor. Eşiyle ilgileneceğine, onun can yoldaşı olacağı yerde, gidiyor bilgisayarla arkadaşlık ediyor. Daha doğrusu bilgisayardakilerle... “Bu yaptığın uygun mu?” dediğin zaman da, “Ben faydalı olmak, emri marufta bulunmak için yapıyorum” deniyor.
Bir kere, en büyük hatamız, faydalı olmaya 'evden' başlamak yerine 'elden' başlamak... Evdekiler dururken, eh nefsimize de hoş geliyor, önce ellerle uğraşıyoruz. Kişinin önce kendisine, ailesine, sonra da diğer yakın çevresine, daha sonra da uzak çevresine faydalı olması gerekir. Şimdi, chat hastalarına sormak lazım:
Elinizi vicdanınıza koyun ve itiraf edin, eşinizle, çocuğunuzla mı daha çok meşgulsünüz, yoksa bilgisayarınızla mı? Bazı chat hastası erkekler diyebilir, “Benim eşim benimle ilgilenmiyor, ben de o yüzden chatlerde sürünüyorum..." Etmeyin, siz gerçek manada eşinizle ilgilendiniz de o sizinle ilgilenmedi mi? Bu kabul edilebilir bir mazeret değildir.
İnsanların kadın olsun erkek olsun, ilgiye, sevgiye ihtiyacı vardır. Siz verirseniz, alırsınız; ilgi,sevgi karşılıklı olur. Arkadaşlık, sevgiyi paylaşmak gibi değerlerimizi TV ve bilgisayar öldürüyor, güzelim aile yuvaları buzdolabına dönüyor adeta. Chat yüzünden kocasının yüzünü göremeyen, bunun için ruhi dengesini bozan çok kadın var. Yazık değil mi bizlere. Bekarlara gelince; art niyetli olanları bir tarafa bırakıp, olayı iyimser bir şekilde ele alacak olursak bunlar da genelde evlilik hayali ile chatleşiyorlar. İşi ileri götürüp tanıştıktan sonra da sükutu hayale uğruyorlar. Çünkü iki taraf da tam dürüst davranmıyor chatte. Sanki chatleşme yalan üzerine kurulmuş. Erkek kadın, kadın erkek numarası çekiyor. Daha nice yalanlar, her şey toz pembe.
          
           Chatçilerle evlilik
Chatte tanışılan bir kişiyle gerçek bir evlilik kurulmaz, bu kadar da hayalperest olmayın; artık milenyumdayız, dünya acımasızlaştı, güven duygusu öldü.Chatte tanışıp mutlu bir yuva kuranlar var demeyin, bu sadece bir kumar olur. O ancak binde birdir. Binde birin size isabet etmesini mi bekliyorsunuz yani? Bekarlar da, “Faydalı olma” mazeretini öne sürebilirler. Faydalı olma, emri maruf her yiğidin harcı değildir. Biliyorsan öğretirsin, bilmiyorsan , avlayacağın yerde, avlanırsın. Her taraf sinsi din düşmanları ile dolu. Öyle sorular sorarlar ki bunlar, eğer itikadi meselelerde sağlam bilginiz yoksa, eyvaahhh yandınız demektir. Aklınıza binbir çeşit vesvese takılır.
Bir de işin şu yönü var; yanlış bilgi vermek büyük bir sorumluluk. Ayrıca, fikrinde sabit olan ve karşısındakine onu aşılamaya çalışan kimselerle saatlerce konuşulsa hiçbiri diğerini chat ortamında ikna edemez. Olacak iş değil, ancak havanda su dövülmüş olur. Adam zaten fikrini isbat için gelmiş, sıkı da hazırlanmış, ikna olması çok zor...
Chat gerçeği aslında bu kadarla da bitmiyor, chat vakti öldürmekten pek de öteye geçen birşey değil. Ve öldürdüğü şey sadece vakit de değil, insanın ailesiyle, akrabasıyla, arkadaşlarıyla ilgisini hatta sevgisini de öldürüyor. Hangi iş olursa olsun, yapılmasındaki zararı faydasından çoksa, o işi yapmamak aklın gereğidir. Buna göre tüm chatçiler; elinizi vicdanınıza koyup düşünün; eksiniz mi fazla, artınız mı? Tamam mı, devam mı? Kararınızı buna göre verin!


TELAFİSİ OLMAYAN PİŞMANLIKLAR! 

Teknoloji ilerledikçe, sosyal ve ticari hayatta tuzaklar da şekil değiştirerek artmaktadır. Bu tuzaklar birçok ticari şirketi ve şahısları iflas noktasını getirdiği gibi, sahıslar üzerinde de ahlaki yönden telafisi mümkün olmayan yaralar açmaktadır.
Bilhassa iyi niyetli insanlar herkesi kendisi gibi kabul ettikleri için, büyük zarara uğramaktatırlar. Ticari yöndeki tuzaklar daha sonra bir şeklide telafi edilmektedir. Fakat ahlaki yöndeki tuzaklar, namus ve iffetle ilgili olduğu için telafisi mümkün olmamaktadır.
          
           Tuzağa düşen genç kadınlarımız
Bu tuzağa daha çok, genç kızlarımız ve kadınlarımız düşmektedir. Son yıllardaki, kadınlara yönelik, “Özgürlük” ,“Eşitlik”,Kadınlar da toplumda yerini almalıdır”  gibi “sokağa” yönlendirici propagandalarla genç kızlarımız ve kadınlarımızda kendi başına hareket etme alışkanlığı gelişti. Benim de aklım var, ben de doğruyu yanlışı bilirim, tehlikelerden kendimi korurum, anne-babamın, kocamın yardımına ihtiyacım yoktur... gibi yanlış ve yanlış olduğu kadar tehlikeli düşüncelere kapıldılar. Bu yanlış düşüncelerin tabii sonucu olarak da ağır bir bedel ödemektedirler. Bu bedel hayatlarına mal olmaktadır.
Halbuki anne-baba şöyle yap, şöyle yapma derken kendilerinden ziyade çocuklarını düşünmekte. Onların iyiliği için nasihat etmekte. Bu yönlendirme de yılların tecrübesine dayanmakta. Bilgisayar, internet çok faydalı bir teknoloji ürünüdür. Fakat kontrollu olarak kullanılmadığı zaman da akıllara durgunluk verecek derecede zararlı olmaktadır.  
Bir cahilliğin, bir gafletin nelere mal olacağı göstermek açısından iki haber sunmak istiyorum

“Benim başıma gelmez” demeyin

“Ben 29 yaşında, 10 yıllık evli, 9 yaşında bir oğlu olan, çalışan bir kadınım. Eşim oldukça hoşgörülü bir insan ama ben onun sevgisine ihanet ettim. Sırf o görevde olduğunda benim canım sıkılmasın, oğlumuz öğrensin diye, evimize bilgisayar almıştı. O yokken, ben sık sık internete girer, bazen de chat yapardım.
Bir gün bir tavla sitesinde rakibimle konuşup, onun dünya görüşü, terbiyesi, zekası ve düşünce yapısını öğrendikçe, onu daha da çok merak etmeye başladım. Uzun bir süre yazıştıktan sonra, onu tanımak istediğimi söyledim. Benim evli bir kadın olduğumu biliyordu. İki arkadaş gibi buluşmaya başladık. Bir akşam beni lüks bir restorana davet etti. Ardından birer kahve içmek için evine gitmiştik. Evine önce de gitmiş, ters bir hareketini görmemiştim. Ama o gün çok farklı olacaktı. Kahvelerimizi içip sohbet ederken, birden evin içinde hiç tanımadığım yedi erkek peyda oldu. Bağırırsam beni öldüreceklerini söylüyorlardı. Kaçamadım. Bunların tecavüzüne uğradım. Ve o güvendiğim, saygı duyduğum adam, benim bu durumda resimlerimi çekti, kasete de aldı. Sabaha karşı bıraktılar, yüzüne tükürdüm ama ‘Aşkım, artık her çağrışımda geleceksin, sıkıysa gelme de göreyim’diye, beni tehdit etti. Şimdi bu şerefsiz adamın kölesi oldum. Kocamın ve oğlumun yüzüne bakacak halim kalmadı. Resim ile kaseti alabilmek uğruna, her çağrışında gidiyorum, bazen yalnız onunla, bazen de bulduğu erkeklerle birlikte olmak zorunda kalıyorum. Bu durumdan nasıl kurtulacağımı da bilemiyorum.” (Hürriyet, 4.6.2004)
***
“Almanya'da yaşayan Zeliha Kaste, internette "chat" (sohbet) yaparken tanıştığı İzmirli Ö.T.G.'i, tecavüzüne uğradığı, cep telefonu ve parasını aldığı, çektiği çıplak resimleriyle şantaj yaptığı iddialarıyla savcılığa şikâyet etti.
Zeliha, G.'le geçen yıl internette tanıştı. Bizzat görüşmek için İzmir'e geldi ve onunla buluştu. İkili akşam yemeğine çıktı. G. yemeğine uyku ilacı attığı genç kadını Gaziemir'deki bir eve götürdü. Gözünü Bornova'da bir parkta açan Zeliha, tecavüze uğradığını, cep telefonu, parası ve kredi kartlarının çalındığını fark etti.
Bir arkadaşının yardımıyla Almanya'ya dönen Zeliha’yı bir süre sonra telefonla arayan tecavüzcü, tecavüz sırasında çektiği çıplak fotoğraflarla tehdit ederek para istedi. Bunun üzerine, İzmir Cumhuriyet Savcılığı'nda ,"Alıkoymak, ırzına geçmek, gasp" suçundan dava açıldı.” (Milliyet, 14.2.2005)
İşte kocadan, anne-babadan habersiz yapılan işin bedeli. Kimse; ne yaptığımı bilirim, benim başına böyle bir şey gelmez demesin. Dinimize, örf adetimize aykırı davranan eninde sonunda bunun bedelini acı bir şekilde öder. Tabii ki bu sadece dünyadaki cezası, ahıretteki cezası ayrı...

“HATTA HAYVANLARDAN DAHA AŞAĞIDIRLAR” 

Yeryüzünde, insanoğlu kadar zararlı, tehlikeli, vahşi ikinci bir varlık yoktur. Vahşi hayvan dediğimiz hayvanların yaptığı zararlar bile insanın yaptığı  vahşetlerin yanında çok hafif kalır. En vahşi hayvan bile karnı doyunca durur. Tabii şekilde cinsel ihtiyacını karşılayınca başka aşırılıklara, sapıklıklara yönelmez. Mesela, siz hiç hayvanlarda sapık (Homoseksüel) ilişki olduğunu duydunuz mu? Yine yetişken bir erkek hayvanın üç beş aylık dişi yavruya tecavüz ettiğini gördünüz mü, duydunuz mu? Görmezsiniz, duymazsınız. Çünkü evcil olsun, vahşi olsun her hayvan nerede duracağını, ne yapacağını bilir. Bunun ötesinde bir şey yapmaz.

Sınır tanımaz insan
Ya insanoğlu? Ne doyunca durmasını bilir ne de, tabii cinsi ihtiyacını normal bir şekilde  karşılamasını. Tıka basa, midesini çatlatana kadar yemek insana ait bir marifet. Yine cinsi sapıklıkların her türlüsü insanoğluna ait bir vahşet. İnsanoğlu Cenab-ı Hakkın, bildirdiği sınırı aşınca, insanlıktan çıkıyor, hayvandan daha aşağı duruma düşüyor.
Bunun çeşitli örneklerini hergün görüyoruz, yaşıyoruz. Bir Türk iş adamı ile yapılan röportaj (İmedye,11.6.2004) bu vahşetlerin ne safhaya geldiğini göstermesi bakımından çok ibretlidir. Bu kadarına da pes doğrusu dedirtecek cinsten bir iğrençlik. Türkiye de dahil pek çok ülkedeki insan olduklarını unutmuş zenginler, Tayland’daki fakir, çaresiz ailelerin 10-12 yaşlarındaki kız çocuklarının başına leş kargaları gibi üşüşmüş durumdalar. Bakınız bir iş adamımız yaptığı iğrençlikleri nasıl anlatıyor:
“Geceleri açılan ünlü alışveriş pazarı Patpong’a gidiyorum. Go go barlarda, Taylandlı yüzlerce kız çocuğu müşteri avına çıkıyor. Bar tezgahı üzerinde tangalı kızlar dans ederken ben içerek ortama ayak uydurmaya çalışıyorum.
Bardan beğendiğin kızla çıkmanın bir bedeli var. Bu da 1000 ile 1500 baht (20-25 dolar) arasında değişiyor. Sadece go go barlar değil, şehirdeki birçok gece kulübü, hatta dünyaca ünlü Hard Rock Cafe’nin Bangkok şubesi de çocuk fahişelerle dolu. Çocuklar çok rahat davranıyor. Kapıdan girer girmez boynunuza sarılıyor.
Tayland’ta fuhuş çok yaygın. Kızlar birkaç dolar için her türlü cinsel fanteziyi rahatlıkla kabul ediyor. Marketlerde bile satılan kitaplarda pazarlıkların İngilizce ve Tayland dilinde nasıl yapılacağı anlatılıyor: “Bana içki ısmarlamalısın. Bardan birlikte çıkmak istiyorsan şu kadar ödemelisin. Gecelik ücretin ne kadar?” gibi kalıp cümleleri kullanarak anlaşıyoruz.
Bu esnada kendi çocuklarım gözümün önüne gelmiyor değil. Ayrıca bu işi yapan tek Türk de ben değilim. Oraya giden bütün iş adamları bu tür maceralar yaşıyor ama hepsi benim gibi açık sözlü davranıp size konuşmaz. Erkeklerin şehvet duygusunu dizginlemesi çok zor. Ben de içimdeki şeytanı zaptedemedim o kadar... “

Seks işcisi çocuklar
Son yıllarda Türk iş adamlarının da rağbet ettiği bu sektörde liderlik Amerikalı erkeklerde. Kamboçya, Filipinler, Tayland ve Kosta Rika olmak üzere fakirliğin ve eğitimsizliğin yaygın olduğu ülkelere seks turizmi için akın eden bu insanların amacı, birkaç dolar karşılığında yaşları 13'ün altındaki çocuklarla her türlü cinsel fanteziyi yaşamak. Dünya çapında seks işçisi olarak çalıştırılan çoçuk sayısı ise 10 milyonun üzerinde.
Bu organizasyonlar çoğunlukla internet üzerinden gerçekleştiriliyor. Bangkok sokakları Uzakdoğu'da adım başı Türk erkeklerine rastlanan yerlerin başında geliyor. Fiyatlar bazan 4-5 dolara kadar düşüyor.
Aracıların çocuk için ailelerin ellerine birkaç dolar sıkıştırması yeterli. Satın alınan çocuklar bir yere kapatılıyor. Kaldıkları yerler elektrikli çitle çevriliyor. Kendilerini değersiz hissetmeleri için düzenli olarak aşağılanıyor. O hale getirilmiş ki, zavallı çocuklar ne yaptıklarının farkında bile değiller. Onlar için sıradan bir iş. Çocuklar farkında değil, peki o koca koca adamlar da mı farkında değil? Şimdi siz bunlara insan diyebilir misiniz? Bunlara hayvan denildiği takdirde, hayvanlara hakaret olmaz mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder