“SERBEST
YAŞAMA” VE
“CİNSEL ÖZGÜRLÜK” REZALETİ
Dünya hızla manayı bırakıp taparcasına maddeye koşmakta...
Herşeye para olarak bakmakta; gelsin de nereden nasıl gelirse gelsin
düşüncesinde. İnsan maddenin esiri olma yolunda. Bu da insanı “Eşrefi mahluk” yaratılmışların en
şereflisi olma makamından uzaklaştırmakta. Başka bir ifade ile insanı hayvanlaştırmaktadır.
Çünkü hayvanların dünyası, yeme içme ve çiftleşmeden
ibarettir. Zamanımızın insanı da koşar adımla buraya doğru koşmakta.
Dolayısıyla sonunu hazırlamaktadır. Çünkü bu düşünceye sapmış hiçbir topluluk,
hiçbir devlet, hiçbir medeniyet ayakta kalamamış yok olup gitmiştir. Bu
maddenin esiri olma hali Amerika’da başlayıp, Avrupa’ya, buradan da ülkemize
geçmiştir.
Çıplaklar kampı
Eskiden ülkemizde bazı kuruluşlar tarafından gündeme
getirilen, savunulan bu gayri insanı düşünceler, son zamanlarda resmi
makamlarca da savunulmakla; savunulmakla da kalmayıp fiiliyata geçirilmesi için
ön ayak olunmaktadır. Bunun en açık örneği gazetelerde çıkan şu haberdir.
Haberin özeti şöyle: “Turizm Bakanının Türkiye'de ‘‘çıplaklar kampı’’ kurulabileceği
yolundaki açıklaması, turizm beldelerinde destek buldu. Bodrum, Marmaris,
Kuşadası, Kemer gibi, turizm sektörünün başı çeken turistik beldeleri çıplaklar
kampı kurulmasına ‘‘evet’’ dedi. Alanya ve Kaş ise karşı çıktı. “(Hürriyet –
30.4.2001)
Görüldüğü gibi bu hayvanî yaşayışa kimsenin karşı çıktığı
yok. Karşı çıkanlar da yer müsait olmadığından veya daha sırası değil türünden
mazeret beyan ediyorlar, haberin devamında. Bir toplum bu kadar nasıl değişir
anlamak mümkün değil. Turist ve para gelsin de nasıl gelirse gelsin;
dinimizden, örfümüzden neler alıp götürüyor bu hiç önemli değil.
Sayın Belediye başkanları, bu toprakları almak için binlerce
şehid veren ecdadımızı hiç düşünmüyorlar mı? Mezarlıkların, türbelerin yanından
geçerken vicdanları hiç sızlamayacak mı? “Evet” diyebiliyorlarsa diyecek bir
şey yok. Herkes kendine yakışanı yapar deriz. Bu aynı zamanda işin kolayına
kaçmaktır. Aslında turist herşeyden önce altyapı ister, temizlik ister, en
önemlisi de iyi muamele ve insanlık ister. Bunları yapabilmek kolay değil.
Bunları yapmaktan aciz olanlar işte böyle gayri insani girişimlere yönelir.
İsterseniz, bu tür serbestliklerin toplumu nasıl etkilediği konusunda ilim
adamlarının görüşüne başvuralım:
Büyük bir sosyoloji âlimi olan P. Orokin, dört ciltlik “Dinamics”
adlı eserinde, bütün bu konuları ele almakta, Amerikan ve Batı kültürünün
çöküşü olarak yorumlamaktadır. Pitirim
Sorokin, Amerika’dan başlayarak, aşağı yukarı bütün Avrupa’yı sarma
temayülü gösteren “Serbest yaşama” ,
“cinsel özgürlük” gibi akımları,
Amerikan ve Batı cemiyetleri için bir “Çöküş
yıkılma alâmeti” olarak değerlendirmektedir. P. Sorokin’e göre, bu tür yaşayışlar yaygınlaştıkça, yuvalar
yıkılmakta, boşanmalar ve evi terk etmeler çoğalmakta, zina, fuhuş ve fücur
artmakta, çocuksuzluk dikkati çekmektedir.
Sorokin’e göre “serbest
yaşayışlar”, cemiyetin aleyhine gelişmelere kaynak olmakta, beden ve ruh
sağlığını bozmakta, ahlâkî yaşayışı bertaraf etmekte, insanın verimini
düşürmekte, ferdî ve sosyal saadeti yok etmektedir. Şimdi, birçok ülkede,
“Çıplaklığı” “cinsel özgürlüğü”, yani “serbest
fuhşu” savunan birçok film çevrilmekte, romanlar, hikâyeler ve yazılar
yazılmakta, güzel sanatlar adına, bu konu, istismar edilmektedir.
Kültürel verimliliğin düşüş sebebi
Bu propagandalar, bazı ülkelerde pervasızca, bazılarında
bizde olduğu gibi sinsice yürütülmektedir. Bu durum, şüphesiz, yalnız gençleri
ve halkı etkilemekle kalmamakta, kendini ilericilik kompleksine kaptırmış
“yarı-aydınları” da sürükleyip götürmektedir. Netice olarak P. Sorokin, “son derece sıkı cinsî kontrolün mevcut
olduğu ve aile hayatına önem verildiği devrelerin, kültür bakımından en verimli
devreler olduğu; aksine, aşırı, kanunlara, nizama aykırı cinsî faaliyetlere
müsait devrelerin ise kültürel verimliliğin düşmesine yardım ettiği”
görüşündedir ve o, bu görüşlerini, tarihî olaylarla ispat etmektedir.
İnsanı hayvandan ayıran, “Ahlak”tır. Bu kaldırılınca insanın hayvandan farkı kalmaz. Hatta
hayvandan daha kötü duruma düşer. Çünkü, insan sınırsız, başıboş değildir.
Sınır tanımayan kimseler için Kur’an-ı kerimde, “ İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar.” (Araf
179) buyurulmaktadır. Tabii ki bu bir tercih meselesi, benim tercihim böyle
diyene ne denebilir ki.
HAYÂ PERDESI KALKINCA...
Bilhassa son
yıllarda internetin ülkemizde yaygınlaşmasıyla hayasızlık çok hızlı bir şekilde
artış göstermektedir. Toplumumuzda, edeb dışı görüntüler ve yazılar gün
geçtikçe sıradan, normal bir hayat tarzı şeklinde sunulmaktadır. Bazan daha
ileri gidilerek dini günlerde yapılmaktadır bu sunum.
Örnek mi istiyorsunuz, işte size “Feshane Direklerarası” şenlikleri. Mübarek ramazan ayı münasebetiyle düzenlenen, “Feshane Direklerarası” şenliklerinde kadın şarkıcıların, transparan denebilecek kıyafetlerde sahneye çıkartılması en başta ramazan ayına hakarettir, dolayısıyla dinle alay etmektir. Bununla yapılmak istenen; orucunu tutan, hatta namazını da kılan fakat, akşam olunca da içkisini içen, haram helal demeden her türlü eğlencenin içinde olan bir toplum ortaya çıkartmak. Eğer bir toplum bu hale gelirse zaten iş bitmiş demektir. Çünkü hayasızlık ile iman bir arada kalamaz.
Üç hediye
Cebrâil
aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve îmânı Âdem aleyhisselâma getirip,”Yâ Âdem!
Allahü teâlâ sana selâm ediyor. Getirdiğim şu üç hediyeden birini kabûl etmeni
emir buyurdu” dedi.
Âdem
aleyhisselâm, ”Getirdiğin bu üç hediyeden aklı kabûl ediyorum” deyip aklı aldı.
Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm îmân ile hayâya, “Siz gidebilirsiniz” dedi.
Îman, “Allahü teâlâ bana emreyledi ki, akıl nerede ise, sen orada ol!
Bunun için ben akıldan ayrılıp gidemem!” dedi. Hayâ
da, “Allahü teâlâ bana da aynı şekilde emreyledi. Ben de, akıldan
ayrılıp gidemem” dedi. Allahü teâlâ kime akıl verirse, hayâ ile îmân
da onunla beraber bulunur. Aklı olmıyanın ne hayâsı ne de îmânı bulunur.
Birgün,
Hasen-i Basrî hazretleri, “Din temizliği nedir? Din cevheri nedir? Din hazînesi
nedir?” sorusuna şöyle cevap verdi:
“Din
temizliği abdest almaktır. Din cevheri, Allahü teâlâdan korkmak ve hayâ
etmektir. Din kuvveti ise, namazdır. Çünkü, Allahü teâlâ, hayâ eden kulunu
medhetmiştir. Din hazînesi ilimdir. Her kimin hayâsı olmazsa, onda dinin
cevheri olmaz. Kimde Allahü teâlânın korkusu olmazsa onda dinin cevheri olmaz.
Her kimin ilmi olmazsa dinin hazinesi olmaz.”
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Hayâ imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.”
“Hayâ ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.”
Dinimizde
hayânın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna,
hayâsızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayâsız kimse, zamanla küfre
kadar gidebilir. Hayâ, imanın esasındandır. Hayâsı olan Allahtan utandığı için
günahtan çekinir. İnsanlardan utanmıyan Allahtan da utanmaz. İnsanlardan
utanarak günahı gizlemek de hayâdandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan
da utandığı anlaşılır.
“Hayâ on kısımdır”
Şu dört
hasleti kendisinde bulundurmayan kimseye akıllı ve ilim sâhibi denmez: Birincisi; Allah
korkusu. Bütün hayır ve fazîletlerin başı budur. İkincisi; güzel bir
hayâ, utanma duygusu. Asâlet bununla anlaşılır. Üçüncüsü;
yumuşaklık. Dördüncüsü; emri altında bulunanlara
cömertlik yapmak.
Hayâ,
insan ile kötü olan şeyler arasında bir perdedir. Hayâ, kötü ve beğenilmeyen
şeylerin en güzel ilâcıdır. Ancak, hayâ gidince, artık onların ilâcı kalmaz.
“Hayâ on
kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir”
hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, kadınların hayâsı erkeklerden çoktur. Yine
hadis-i şerifte, “Hayâ güzeldir, fakat
kadında daha güzeldir” buyuruldu. Bununla beraber şehvetin de onda dokuzu
kadındadır. Bunu frenleyen ise kadının hayasıdır. Haya perdesi yıkılınca her
türlü rezalet, ahlaksızlık toplumu kuşatır. Sosyetede olup bitenlerin yer
aldığı magazin haberleri bunun en güzel ispatıdır.
“CHAT’ÇİLERE MESAJ VAR!”
Teknoloji, her zaman söylediğimiz gibi ikiyüzü keskin bıçak
gibidir. Dikkatli olunmazsa, kullanana zarar verir. Son yılların en gelişmiş
teknolojisi internet de böyledir. Bu çok faydalı teknoloji, dikkatli
kullanılmadığı zaman, telafisi mümkün olmayan sayısız zararlar vermektedir. Bu
zararlardan sadece biri olan “chatleşme” üzerinde durmak istiyorum.
Bununla ilgili gördüğüm, işittiğim, okuduğum birçok olumsuz
gelişmeler meydana geldi. Birçok ailede huzur bırakmadı. Hatta, chat yüzünden
yuvasını dağıtanlar oldu. Bununla ilgili bir yazı yazmak isterken, mail
adresime “Chat’çilere mesaj” geldi. Chatleşmeden canı yanan, bir bayan tarafından
kaleme alınan bu uzun yazıyı özetleyerek sizinle paylaşmak istedim: Chatleşmek
bir çeşit sanal beraberlik haline geldi günümüzde.
“Eşim benimle ilgilenmiyor”
Adam, saatlerce bilgisayar başında oturup hanımını,
çocuklarını bir kenara itip başka bir alemde geziyor. Eşiyle ilgileneceğine,
onun can yoldaşı olacağı yerde, gidiyor bilgisayarla arkadaşlık ediyor. Daha
doğrusu bilgisayardakilerle... “Bu yaptığın uygun mu?” dediğin zaman da, “Ben
faydalı olmak, emri marufta bulunmak için yapıyorum” deniyor.
Bir kere, en büyük hatamız, faydalı olmaya 'evden' başlamak
yerine 'elden' başlamak... Evdekiler dururken, eh nefsimize de hoş geliyor,
önce ellerle uğraşıyoruz. Kişinin önce kendisine, ailesine, sonra da diğer
yakın çevresine, daha sonra da uzak çevresine faydalı olması gerekir. Şimdi,
chat hastalarına sormak lazım:
Elinizi vicdanınıza koyun ve itiraf edin, eşinizle,
çocuğunuzla mı daha çok meşgulsünüz, yoksa bilgisayarınızla mı? Bazı chat
hastası erkekler diyebilir, “Benim eşim benimle ilgilenmiyor, ben de o yüzden
chatlerde sürünüyorum..." Etmeyin, siz gerçek manada eşinizle ilgilendiniz
de o sizinle ilgilenmedi mi? Bu kabul edilebilir bir mazeret değildir.
İnsanların kadın olsun erkek olsun, ilgiye, sevgiye ihtiyacı
vardır. Siz verirseniz, alırsınız; ilgi,sevgi karşılıklı olur. Arkadaşlık,
sevgiyi paylaşmak gibi değerlerimizi TV ve bilgisayar öldürüyor, güzelim aile
yuvaları buzdolabına dönüyor adeta. Chat yüzünden kocasının yüzünü göremeyen,
bunun için ruhi dengesini bozan çok kadın var. Yazık değil mi bizlere.
Bekarlara gelince; art niyetli olanları bir tarafa bırakıp, olayı iyimser bir
şekilde ele alacak olursak bunlar da genelde evlilik hayali ile chatleşiyorlar.
İşi ileri götürüp tanıştıktan sonra da sükutu hayale uğruyorlar. Çünkü iki
taraf da tam dürüst davranmıyor chatte. Sanki chatleşme yalan üzerine kurulmuş.
Erkek kadın, kadın erkek numarası çekiyor. Daha nice yalanlar, her şey toz pembe.
Chatçilerle evlilik
Chatte tanışılan bir kişiyle gerçek bir evlilik kurulmaz, bu
kadar da hayalperest olmayın; artık milenyumdayız, dünya acımasızlaştı, güven
duygusu öldü.Chatte tanışıp mutlu bir yuva kuranlar var demeyin, bu sadece bir
kumar olur. O ancak binde birdir. Binde birin size isabet etmesini mi
bekliyorsunuz yani? Bekarlar da, “Faydalı olma” mazeretini öne sürebilirler.
Faydalı olma, emri maruf her yiğidin harcı değildir. Biliyorsan öğretirsin,
bilmiyorsan , avlayacağın yerde, avlanırsın. Her taraf sinsi din düşmanları ile
dolu. Öyle sorular sorarlar ki bunlar, eğer itikadi meselelerde sağlam bilginiz
yoksa, eyvaahhh yandınız demektir. Aklınıza binbir çeşit vesvese takılır.
Bir de işin şu yönü var; yanlış bilgi vermek büyük bir
sorumluluk. Ayrıca, fikrinde sabit olan ve karşısındakine onu aşılamaya çalışan
kimselerle saatlerce konuşulsa hiçbiri diğerini chat ortamında ikna edemez.
Olacak iş değil, ancak havanda su dövülmüş olur. Adam zaten fikrini isbat için
gelmiş, sıkı da hazırlanmış, ikna olması çok zor...
Chat gerçeği aslında bu kadarla da bitmiyor, chat vakti
öldürmekten pek de öteye geçen birşey değil. Ve öldürdüğü şey sadece vakit de
değil, insanın ailesiyle, akrabasıyla, arkadaşlarıyla ilgisini hatta sevgisini
de öldürüyor. Hangi iş olursa olsun, yapılmasındaki zararı faydasından çoksa, o
işi yapmamak aklın gereğidir. Buna göre tüm chatçiler; elinizi vicdanınıza
koyup düşünün; eksiniz mi fazla, artınız mı? Tamam mı, devam mı? Kararınızı
buna göre verin!
TELAFİSİ OLMAYAN PİŞMANLIKLAR!
Teknoloji ilerledikçe, sosyal ve ticari hayatta tuzaklar da
şekil değiştirerek artmaktadır. Bu tuzaklar birçok ticari şirketi ve şahısları
iflas noktasını getirdiği gibi, sahıslar üzerinde de ahlaki yönden telafisi
mümkün olmayan yaralar açmaktadır.
Bilhassa iyi niyetli insanlar herkesi kendisi gibi kabul
ettikleri için, büyük zarara uğramaktatırlar. Ticari yöndeki tuzaklar daha
sonra bir şeklide telafi edilmektedir. Fakat ahlaki yöndeki tuzaklar, namus ve
iffetle ilgili olduğu için telafisi mümkün olmamaktadır.
Tuzağa düşen genç kadınlarımız
Bu tuzağa daha çok, genç kızlarımız ve kadınlarımız
düşmektedir. Son yıllardaki, kadınlara yönelik, “Özgürlük” ,“Eşitlik”, “Kadınlar da toplumda yerini almalıdır” gibi “sokağa” yönlendirici propagandalarla
genç kızlarımız ve kadınlarımızda kendi başına hareket etme alışkanlığı
gelişti. Benim de aklım var, ben de doğruyu yanlışı bilirim, tehlikelerden
kendimi korurum, anne-babamın, kocamın yardımına ihtiyacım yoktur... gibi
yanlış ve yanlış olduğu kadar tehlikeli düşüncelere kapıldılar. Bu yanlış
düşüncelerin tabii sonucu olarak da ağır bir bedel ödemektedirler. Bu bedel
hayatlarına mal olmaktadır.
Halbuki anne-baba şöyle yap, şöyle yapma derken
kendilerinden ziyade çocuklarını düşünmekte. Onların iyiliği için nasihat
etmekte. Bu yönlendirme de yılların tecrübesine dayanmakta. Bilgisayar,
internet çok faydalı bir teknoloji ürünüdür. Fakat kontrollu olarak
kullanılmadığı zaman da akıllara durgunluk verecek derecede zararlı olmaktadır.
Bir cahilliğin, bir gafletin nelere mal olacağı göstermek
açısından iki haber sunmak istiyorum
“Benim başıma gelmez” demeyin
“Ben 29 yaşında, 10 yıllık evli, 9 yaşında bir oğlu olan,
çalışan bir kadınım. Eşim oldukça hoşgörülü bir insan ama ben onun sevgisine
ihanet ettim. Sırf o görevde olduğunda benim canım sıkılmasın, oğlumuz öğrensin
diye, evimize bilgisayar almıştı. O yokken, ben sık sık internete girer, bazen
de chat yapardım.
Bir gün bir tavla sitesinde rakibimle konuşup, onun dünya
görüşü, terbiyesi, zekası ve düşünce yapısını öğrendikçe, onu daha da çok merak
etmeye başladım. Uzun bir süre yazıştıktan sonra, onu tanımak istediğimi
söyledim. Benim evli bir kadın olduğumu biliyordu. İki arkadaş gibi buluşmaya
başladık. Bir akşam beni lüks bir restorana davet etti. Ardından birer kahve
içmek için evine gitmiştik. Evine önce de gitmiş, ters bir hareketini
görmemiştim. Ama o gün çok farklı olacaktı. Kahvelerimizi içip sohbet ederken,
birden evin içinde hiç tanımadığım yedi erkek peyda oldu. Bağırırsam beni
öldüreceklerini söylüyorlardı. Kaçamadım. Bunların tecavüzüne uğradım. Ve o
güvendiğim, saygı duyduğum adam, benim bu durumda resimlerimi çekti, kasete de
aldı. Sabaha karşı bıraktılar, yüzüne tükürdüm ama ‘Aşkım, artık her çağrışımda
geleceksin, sıkıysa gelme de göreyim’diye, beni tehdit etti. Şimdi bu şerefsiz
adamın kölesi oldum. Kocamın ve oğlumun yüzüne bakacak halim kalmadı. Resim ile
kaseti alabilmek uğruna, her çağrışında gidiyorum, bazen yalnız onunla, bazen
de bulduğu erkeklerle birlikte olmak zorunda kalıyorum. Bu durumdan nasıl
kurtulacağımı da bilemiyorum.” (Hürriyet, 4.6.2004)
***
“Almanya'da yaşayan Zeliha Kaste, internette
"chat" (sohbet) yaparken tanıştığı İzmirli Ö.T.G.'i, tecavüzüne
uğradığı, cep telefonu ve parasını aldığı, çektiği çıplak resimleriyle şantaj
yaptığı iddialarıyla savcılığa şikâyet etti.
Zeliha, G.'le geçen yıl internette tanıştı. Bizzat görüşmek
için İzmir'e geldi ve onunla buluştu. İkili akşam yemeğine çıktı. G. yemeğine
uyku ilacı attığı genç kadını Gaziemir'deki bir eve götürdü. Gözünü Bornova'da
bir parkta açan Zeliha, tecavüze uğradığını, cep telefonu, parası ve kredi
kartlarının çalındığını fark etti.
Bir arkadaşının yardımıyla Almanya'ya dönen Zeliha’yı bir
süre sonra telefonla arayan tecavüzcü, tecavüz sırasında çektiği çıplak
fotoğraflarla tehdit ederek para istedi. Bunun üzerine, İzmir Cumhuriyet
Savcılığı'nda ,"Alıkoymak, ırzına geçmek, gasp" suçundan dava
açıldı.” (Milliyet, 14.2.2005)
İşte kocadan, anne-babadan habersiz yapılan işin bedeli. Kimse;
ne yaptığımı bilirim, benim başına böyle bir şey gelmez demesin. Dinimize, örf
adetimize aykırı davranan eninde sonunda bunun bedelini acı bir şekilde öder.
Tabii ki bu sadece dünyadaki cezası, ahıretteki cezası ayrı...
“HATTA HAYVANLARDAN DAHA AŞAĞIDIRLAR”
Yeryüzünde, insanoğlu kadar zararlı, tehlikeli, vahşi ikinci
bir varlık yoktur. Vahşi hayvan dediğimiz hayvanların yaptığı zararlar bile
insanın yaptığı vahşetlerin yanında çok
hafif kalır. En vahşi hayvan bile karnı doyunca durur. Tabii şekilde cinsel
ihtiyacını karşılayınca başka aşırılıklara, sapıklıklara yönelmez. Mesela, siz
hiç hayvanlarda sapık (Homoseksüel) ilişki olduğunu duydunuz mu? Yine yetişken
bir erkek hayvanın üç beş aylık dişi yavruya tecavüz ettiğini gördünüz mü,
duydunuz mu? Görmezsiniz, duymazsınız. Çünkü evcil olsun, vahşi olsun her
hayvan nerede duracağını, ne yapacağını bilir. Bunun ötesinde bir şey yapmaz.
Sınır tanımaz insan
Ya insanoğlu? Ne doyunca durmasını bilir ne de, tabii cinsi
ihtiyacını normal bir şekilde karşılamasını.
Tıka basa, midesini çatlatana kadar yemek insana ait bir marifet. Yine cinsi
sapıklıkların her türlüsü insanoğluna ait bir vahşet. İnsanoğlu Cenab-ı Hakkın,
bildirdiği sınırı aşınca, insanlıktan çıkıyor, hayvandan daha aşağı duruma
düşüyor.
Bunun çeşitli örneklerini hergün görüyoruz, yaşıyoruz. Bir
Türk iş adamı ile yapılan röportaj (İmedye,11.6.2004) bu vahşetlerin ne safhaya
geldiğini göstermesi bakımından çok ibretlidir. Bu kadarına da pes doğrusu
dedirtecek cinsten bir iğrençlik. Türkiye de dahil pek çok ülkedeki insan
olduklarını unutmuş zenginler, Tayland’daki fakir, çaresiz ailelerin 10-12
yaşlarındaki kız çocuklarının başına leş kargaları gibi üşüşmüş durumdalar.
Bakınız bir iş adamımız yaptığı iğrençlikleri nasıl anlatıyor:
“Geceleri açılan ünlü alışveriş pazarı Patpong’a gidiyorum.
Go go barlarda, Taylandlı yüzlerce kız çocuğu müşteri avına çıkıyor. Bar
tezgahı üzerinde tangalı kızlar dans ederken ben içerek ortama ayak uydurmaya
çalışıyorum.
Bardan beğendiğin kızla çıkmanın bir bedeli var. Bu da 1000
ile 1500 baht (20-25 dolar) arasında değişiyor. Sadece go go barlar değil,
şehirdeki birçok gece kulübü, hatta dünyaca ünlü Hard Rock Cafe’nin Bangkok
şubesi de çocuk fahişelerle dolu. Çocuklar çok rahat davranıyor. Kapıdan girer
girmez boynunuza sarılıyor.
Tayland’ta fuhuş çok yaygın. Kızlar birkaç dolar için her
türlü cinsel fanteziyi rahatlıkla kabul ediyor. Marketlerde bile satılan
kitaplarda pazarlıkların İngilizce ve Tayland dilinde nasıl yapılacağı
anlatılıyor: “Bana içki ısmarlamalısın. Bardan birlikte çıkmak istiyorsan şu
kadar ödemelisin. Gecelik ücretin ne kadar?” gibi kalıp cümleleri kullanarak
anlaşıyoruz.
Bu esnada kendi çocuklarım gözümün önüne gelmiyor değil.
Ayrıca bu işi yapan tek Türk de ben değilim. Oraya giden bütün iş adamları bu
tür maceralar yaşıyor ama hepsi benim gibi açık sözlü davranıp size konuşmaz.
Erkeklerin şehvet duygusunu dizginlemesi çok zor. Ben de içimdeki şeytanı
zaptedemedim o kadar... “
Seks işcisi çocuklar
Son yıllarda Türk iş adamlarının da rağbet ettiği bu
sektörde liderlik Amerikalı erkeklerde. Kamboçya, Filipinler, Tayland ve Kosta
Rika olmak üzere fakirliğin ve eğitimsizliğin yaygın olduğu ülkelere seks
turizmi için akın eden bu insanların amacı, birkaç dolar karşılığında yaşları
13'ün altındaki çocuklarla her türlü cinsel fanteziyi yaşamak. Dünya çapında
seks işçisi olarak çalıştırılan çoçuk sayısı ise 10 milyonun üzerinde.
Bu organizasyonlar çoğunlukla internet üzerinden
gerçekleştiriliyor. Bangkok sokakları Uzakdoğu'da adım başı Türk erkeklerine rastlanan
yerlerin başında geliyor. Fiyatlar bazan 4-5 dolara kadar düşüyor.
Aracıların çocuk için ailelerin ellerine birkaç dolar
sıkıştırması yeterli. Satın alınan çocuklar bir yere kapatılıyor. Kaldıkları
yerler elektrikli çitle çevriliyor. Kendilerini değersiz hissetmeleri için
düzenli olarak aşağılanıyor. O hale getirilmiş ki, zavallı çocuklar ne
yaptıklarının farkında bile değiller. Onlar için sıradan bir iş. Çocuklar
farkında değil, peki o koca koca adamlar da mı farkında değil? Şimdi siz
bunlara insan diyebilir misiniz? Bunlara hayvan denildiği takdirde, hayvanlara
hakaret olmaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder