Bağış Yap

Amount :
Other : USD

24 Mart 2013 Pazar

Huzurun Kaynağı Aile


KIZLARIN UTANMA DUYGUSU NASIL YOK EDİLİYOR?


Kokain hakkında ne biliyorsunuz?.. Ve de kokain ticareti.. Pazarlaması..
Yazarken, konuşurken hepimiz öyle kullanıyoruz, ben de.. "Uyuşturucu" genel
adı altında...
Kokain bir uyuşturucu değil oysa... Uyarıcı...
Özellikle seks konusunda...
Erkeklerin gücünü artırıyor. Kadınları tahrik ediyor.. Bunu nasıl
yapıyor?.. Beyni etkileyerek..
İktidarsızlığın baş sebebi psikolojik değil mi?.. "Ya başaramazsam..."
Kokainin verdiği rahatlık korku ve endişeleri yok ediyor.
Kadının direnme sebeblerinin başında toplumsal kurallar, değerler, aile
terbiyesi gelmiyor mu?.

Kokainin verdiği rahatlık tüm ahlaki değerleri, tüm sınırları kaldırıyor.
Bu yüzden kokain gençlik ve sosyete partilerinin bulunmaz ilacı oluyor...
Neden sosyete... Çünkü kokain tiner gibi ucuz değil... Pahalı... Hedefi orta ve
üst sınıfların evlatları en başta...
Herhangi bir partiye bir tutam kokain götürdünüz mü ... her türlü seksüel
fanteziyi gerçekleştirmek mümkün oluyor..

Bekaret engeli kokainle aşılıyor

Bu yüzden de özellikle gençler arasında çok popüler... Lise ve üniversite
düzeyinde bekaret engeli de kokainle kolayca aşılıyor...
Böylece kokain deneyenlerin sayısı hızla artıyor...
Peki nasıl hızla artıyor?..
Bunca eğitim, öğretim, bunca iyi yetişmişlik, kokain kullanımını niye
engelleyemiyor?..
Tıpta Kokainman diye bir deyim yok... Kullananlar yanlış kullanıyor... "..man"
eki, tutku için kullanılır... Bağımlılık ifade eder...
Nedir bağımlılık...
Onu almadınız mı, kriz geçirirsiniz...
Sigara içenler bilmezler ama, nikotinmandırlar. Sigara bırakmanın güçlüğü de
bundandır. Bıraktınız mı, küçük çapta krizler geçirirsiniz. Bazan farkında
da olmaz, başka şeye yorarsınız..
En korkunç bağımlılık eroindir. Eroinman, almadığı zaman korkunç krizler
geçirir. Eroinsiz yaşayamaz olur. Eroin bulma onun tüm ahlak değerlerini yok
eder... Öz karısını satanlar, ana babasını soyanlar bunlardır. Eroin bulma
uğruna cinayet bile işlerler... Tedavi edilmezse, sonu çoğu zaman ölümdür.
Giderek artan dozdan, ya da vücut fevkalade zayıf düştüğü için, mesela en
ufak mikrop, en basit hastalıktan...
Eroin denemesi teklif edilenlerin önünde hayatın bu korkunç gerçekleri
vardır. Ve de bilirler ki, eroin denenecek şey değildir. İnsan bir deneme
ile de müptela olabilir...
Eroinin yayılma hızının yavaş oluşu, işte bu korku ve dehşettir.
Oysa kokain bağımlılık yapmaz... Kullanmadığınız zaman kriz geçirmezsiniz...
Kokain kullandıktan sonra, sizi yeniden çekmeye iten şey, yaşadığınız keyif
anlarıdır. O seks alemlerini yeniden yaşamak isterseniz yeniden satın
alırsınız. İstemezseniz almazsınız... Bu kadar basit...
Ama gerçekten o kadar basit mi?..
* * *
Okul önlerinde kokain satanlar, sınırsız bir seks gücü vaad ediyorlar... Hem de en
tehlikesizinden...
Alışkanlık yapmaz, kriz yapmaz... Canınız ne zaman isterse
bırakabilirsiniz...
O zaman bu zevk alemlerini bir defa yaşamaktan ne çıkar?..
Bu son cümleye dikkat edin...

Hedef Türk gençliği

Kokain satıcıları, işte bu sloganla satıyorlar mallarını...
"Korkmayın... Alışkanlık yapmaz. Ne zaman isterseniz bırakırsınız..."
"Peki bıraktık diyelim... Peki ya toplumdaki yerimiz... "Çekici diye adımız
çıkarsa ne olur?.."
Kokainle ilgili tek çekince işte bu...
Peki kokainin gerçekten zararı yok mu?..
Olmaz olur mu?.. Olmasa viagra gibi eczanelerde satılır... Yasal olur... Zehir
olduğu için mafyanın elinde ticareti... Dünyanın en büyük mafyasının...
Amerika'nın bile durduramadığı mafya...
Vücudu zehirliyor... Daha kötüsü... Kendisi olmasa da, yaşattığı alemler özlem
meydana getiriyor... Bir defa daha... Son bir defa daha... Ama giderek eski dozlar
yetmez oluyor... Daha büyük dozlar... Onlar da yetmez oluyor... Burun eriyor.
Koku almaz oluyorsunuz. Burnun içine çelik astar takmak zorunda kalıyorlar...
Gene fayda etmiyor... Daha fazlası, en fazlası da fayda etmiyor... O zaman
satıcılar önünüze yeni ilacınızı sürüyorlar...
Eroin...
Kokain tüm ahlak değerlerinizi yok ettiği için, artık çekinmiyorsunuz eroin
kullanmaktan...
Bir gençlik hevesi, seks alemi için başlayan kokain, potansiyel eroin
müşterisini ve altın vuruşu hazırlıyor.
... Hedef kim kokain pazarında... Gençlik... Dünyanın her yerinde olduğu
gibi... Hedef Türk Gençliği... ( Hıncal Uluç-Sabah)


GÜZELLİK YARIŞMALARI


Dünya Güzeli” yarışmasında, Hollanda’da öğretmenlik yapan bir karı-kocanın kızı Azra Akın dünya güzeli seçildi. Kendisi de Hollanda’da bir koleji bitirmiş. 
Terzisinin anlattığına göre, güzelin elbisesi Türkiye'de orta ve alt sınıfların kumaşı olarak bilinen metresi 1.5 milyon liraya olan Tahtakale kumaşıymış. Kıyafetin üzerindeki süslemeler de Tahtakale malıymış. 7 metrelik kumaş 10 milyona alınmış. Elbise, üzerindeki incik-boncuğu ve el işçiliğiyle birlikte toplam 50 milyona mal olmuş. Yarışmada yalnız 92 güzel değil 92 kıyafet de yarışmış. Bunların arasında 30-40 bin dolardan başlayan Versace, Armani gibi markalar da varmış.
Hollanda’da yaşayan, Batı kültürü ile yetişmiş " Birinci olacağım aklımdan bile geçmemişti, AB öncesinde Türkiye'nin adını bu şekilde duyurduğum için çok mutlu ve gururluyum" diyen Azra Akın bu elbiseler ile birinci olmuş. Babası da "Hâlâ inanamıyorum” diyor. 
Bu haber dış basında geniş yer aldı. İngiliz OBSERVER gazetesi, “Türkiye Avrupa'da” başlığı ile haberi verdi. Gazete, yarışmanın, politik ve dini pek çok tartışmanın sonucunda yapılabildiğini de hatırlatıyor.

“Bu kara kızı mı seçecekler?”
Bütün bunları alt alta koyduğumuzda ister istemez insanın aklına “Acabalar” geliyor. Güzellik yarışmasında neden politik ve dini tartışmalar yapılıyor. Bu da, Keriman Halis Ece’nin birinci seçilmesi gibi mi oldu diye sorular kafaları meşgul ediyor.İsterseniz geçmişte bir Türk kızının Dünya güzeli seçilmesi olayını size  nakledeyim, bu yarışmada da bir art niyet olup olmadığına siz karar verin!
1913 senesinde İstanbul’da doğan ve “Feyziye Mektebi”nde tahsil hayatına başlayan Keriman Halis 1932’de Cumhûriyet Gazetesi tarafından tertiplenen güzellik yarışmasında Türkiye güzeli seçilmişti. Babası Tevfik Hâlis’e; “Keriman’ı güzellik yarışmasına sokacağız.” dediklerinde; “Bu kara kızı mı?” diye alay etmişti. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde yapılan dünyâ güzellik yarışmasında 28 ülkenin temsilcileri arasından Keriman dünyâ güzeli îlân edilmişti.
O günlerin canlı şahidi emekli öğretmen Hâlid Turhan Bey, hatıralarında Keriman Hâlis Ece’nin dünya güzeli seçilmesininin perde arkasını şu şekilde anlatır: 1932 senesinde Cumhuriyet Gazetesinin tertiplediği güzellik yarışmasını Keriman Hâlis kazanmıştı. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla dünya güzellik yarışması düzenlenmişti. Keriman Hâlis bu yarışmaya Türkiye’yi temsilen katıldı. Günlerce Spa şehrinde kalan güzeller, çeşitli kimselerle görüştü ve konuştular. Yarışma gününde jürinin önünden kızlar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar. Jüri salona geçip puan değerlendirmesi yapmak istedi. Başkan kürsüye geçerek şöyle konuştu:

“Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz”

“Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın, Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 600 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren Osmanlı artık bitmiştir. Onu Avrupa Hıristiyanları bitirmiştir. Elbette Amerika’nın ve Rusya’nın hakkını inkar edemeyiz. Neticede bu, Hıristiyanlığın zaferidir. Müslüman kadınlarının temsilcisi, Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış, yokmuş bu önemli değil. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. Avrupa’nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdâhale eden Kanûnî Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sütyen ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de bize uyan bu kızı beğendik, Müslümanların geleceğinin böyle olması temennisiyle, Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”
İşte ilk Türkiye güzeli seçilmesi olayının perda arkası bu. Batı bugüne kadar  hep kaçak güreşti. Tarihte meydana mertçe çıkıp savaşarak elde edemediklerini ikiyüzlülükle, sahtekârlıklarla elde ettiler. Bunları bildiğimiz için ister istemez akla geliyor acaba bunun içinde de bir bit yeniği mi var?

HAZİN İKİ HAYAT HİKAYESİ

Sizlere ibretli iki hayat hikayesi ...Aileden, örf - adetten, inançtan uzak; anne-baba bedduası almış iki gencin hazin hayat hikayeleri bu.
Babası, 1902 doğumlu oğlu Selahattin’in hukukçu olmasını istiyordu. O ise, Ticaret Mektebi'ni bırakıp müziğe başlamıştı. Bir gün sofrada dostları oğlunu sordular. Selahattin de sofradaydı.  "Selahattin çalgıcı oldu" dedi. Selahattin ayağa fırladı ve "Babacığım, rica ederim, ben çalgıcı değil, sanatkârım" diye diklendi. Babası diklenmesine çok kızdı. Bunun üzerine Selahattin, ceketini alıp evi terk etmek üzere kapıya yöneldi. Babası, yanı başında bulunan gaz lambasını oğluna doğru fırlattı. Çıkan yangını güç bela söndürdüler. Selahattin kapıyı çarpıp çıkmıştı bile...Seneler sonra besteleri ile meşhur Selahattin Pınar oldu...

"Benim Afife diye bir kızım yok"
Selahattin ile aynı yaşta olan  Afife Jale ise, İstanbul Kız Sanayi Mektebi'nde okuyordu. Ama onun aklı tiyatrodaydı. Halbuki o yıllar Müslüman kadınlara sahneye çıkma yasağı vardı. Buna rağmen 16 yaşında talebe olarak gayri müslimlerin devam ettiği Darülbedai'ye tiyatrocu olmak için başvurdu.  Babası, kızını bu sevdadan vazgeçirmek için çok uğraştı. Başaramayınca sertleşti. Ona "Fahişe" dediği bir gün "Benim Afife diye bir kızım yok" diye gürledi. Zaten Afife artık sahnede, "Jale" adını kullanıyordu. Sanatı için baba evini terk etti.
Afife ve Selahattin bir bahar akşamı karşılaştılar bir konserde. Selahattin Pınar tambur çalıyordu. Afife Jale ise sahnedeydi. Afife, "Tiyatrodaki ilk Müslüman kadın oyuncu" olarak tarihe geçmiş, ancak tiyatro zaptiye tarafından basılınca kapı önüne konulmuştu.
İşsiz, sahnesiz ve kimsesizdi. Acısını, yatıştırıcı haplarla dindirmeye çalışıyordu. İkisi de 25 yaşındaydı. Evden kovulmuş bu iki genç, tanışmalarının ardından evlendiler. Pınar çaldı; Afife dinledi...
Ancak bu günler uzun sürmedi. Afife, tiyatrosuz yaşayamıyordu ve tiyatronun boşluğunu uyuşturucularla dolduruyordu. Suriyeli bir eczacı onu morfine alıştırmıştı. Selahattin Pınar, bir gün eşinin öğle uykusu için çekildiği odasının anahtar deliğinden içeri baktığında, damarına morfin şırınga ettiğini gördü ve çöktü. Morfin için eczacıyla ilişkiye girmişti Afife...
Ama Pınar, eşine öfkeden çok, merhamet duyuyordu...Onu hayata döndürebilmek için çırpınmaya başladı. Sürekli melankolik besteler yapar olmuştu.
Çırpındılar, bu gidişi geri çevirebilmek için... Olmadı! Selahattin Pınar, kendisi de morfin tuzağına düşer gibi oldu. Bunun üzerine Afife, "Terk et beni" diye yalvardı ona... "Yoksa sen de mahvolacaksın, bırak beni gideyim" dedi.

           Biri Rum hastanesinde diğeri meyhanede öldü
Pınar, 6 ay sonra Afife Jale'yi terk etti. Şimdi ikisi için de en kötü yıllar başlıyordu. Afife, kimsesiz ve beş parasız, tenha parklarda yatıp kalkar, aşevlerinde karnını doyururken ayrıldığı eşinin kendisinin ardından yazdığı şarkıları taş plaktan dinleyip ağladı. Ayrılık acısını yeni bir evlilikle dindirmeyi deneyen Selahattin Pınar ise hiç birlikte olmadığı bu kadından kısa sürede ayrıldı.
Afife Jale, kimsesizliğinin, terk edilmişliğinin, yoksulluğunun son durağı Balıklı Rum Hastanesi'nde, bir deri bir kemik veda etti hayata...Ölümü, gazetelere haber bile olmadı. Cenazesine 4 kişi katıldı. Mezar yeri de mektupları ve fotoğraflarıyla birlikte kaybolup gitti.
Unutuldu.
Selahattin Pınar ise, bir süre sonra müdavimi olduğu Todori meyhanesinden çıkmaz oldu. Doktorların yasak ettiği ne varsa hepsini ısmarlayıp sofrayı döşetti. Rakısını yudumlarken son nefesini verdi. "Her yıl ölüm yıldönümümde mezarıma bir büyük rakı dökün" diye vasiyet etti. Can Dündar’ın, “Yüzyılın aşıkları” belgeselinden özetlediğim bu iki hazin hayat hikayesi gerçekten çok ibretli. Tabii ki ibretlerden kendisine ders çıkartanlara!..

ESKİ KAVİMLERİ AHLÂKSIZLIK HELÂK ETTİ 

Bir ara çamışır makinesi bozulmuştu. Servise haber verdik. Eleman geldi. Arızayı tespit ettikten sonra, normal şartlarda bu arızanın olmaması lazım, en son ne yıkamıştınız diye sordu. Paspasların yıkandığını öğrenince, bu makine çamaşır yıkamak içindir, paspas için halı için ayrı makinemiz var, lütfen makineyi yapılış gayesine uygun işlerde kullanın ikazında bulundu. Tabii ki, kullanım dışı iş yaptığımız için de masrafları ödemek zorunda kalmıştık.
Bütün makinelerin, vasıtaların yapılış maksadına uygun kullanılması lazımdır. Örneğin, kamyon yük taşımak içindir, otobüs insan taşımak içindir. Kamyonla insan, otobüsle taş toprak taşımaya karkarsak, vasıtalar da insanlar da zarar görür.
Bu kural insan için de geçerlidir. Bir asırdır, feminizm akımı ile bilhassa Batı’da kadına yaratılış gayesine aykırı yük yüklenmektedir. Bunun için de kadınlar bunalıma girmiştir. Ruh dengeleri, kimyaları bozulmuştur. Kadınların yüzde doksanı psikolog ve sosyologların kapılarını aşındırmaktadırlar. Arızanın, sıkıntının asıl sebebine inilmediği için de sinir ilaçları ile kadınlar sadece uyutulmakta tedavi olmadıkları için de sıkıntı çoğalarak devam etmektedir.
             Vatikan yeni mi uyandı?
Kadınların ruh dengesinin bozulması cemiyetin temel taşı olan aileyi yıktı, aile toplumun çekirdeğini teşkil ettiği için de toplumun yapısı bozuldu. Toplumlar ahlaki ve sosyal yönden hızlı bir şekilde çöküntü içine girdi. Fuhuş ve sapık ilişkiler alabildiğine yayıldı. 
Çöküntünün farkına varan birçok kuruluş bu tehlikeli gidişe dur demeleri için ilgilileri uyarmaktadır. Gerçek İncil ile, gerçek İsevilik ile ilgisi kalmayan Papalık bile gerçek İncil’den kalma kırıntılar ile Batı’daki bu gelişmenin zararlarını dile getiren bir bildiri yayınladı.
Vatikan, bu bildiri ile kilise liderlerini küresel feminist hareketlere karşı tedbir almaya çağırdı. Kadın ve erkeklerin temelde eşit olduklarını savunan feminist hareketlerin dünya toplumlarını tehdit ettiğini söyleyen Papa, bu konuyla ilgili 37 sayfalık bir mektup yayınladı. Mektupta ağırlıklı olarak feminizmin, kadınları annelik görevlerini ve sorumluluklarını göz ardı ettiğini, kadın ve erkeklerin biyolojik farklılıklarının feminizm tarafından bulandırıldığını bildirdi.
Vatikan mektupta, günümüz kadınlarının evi ve işi arasında kaldıkları, bunun sonucunda da çocuk doğurma, annelik ve ev bakımı gibi geleneksel rollerini bir kenara ittikleri ifade edildi. Bunun son yıllarda özellikle Avrupa'daki doğum ve doğurganlık oranlarındaki dramatik düşüşlerin temel nedeni olduğunu belirten Papa, kadınları "ev"e çağırdı.
Kilise yetkililerince yapılan açıklamalar da, geleneklerin ve ahlaki değerlerin genç kadınların artan "bencillikleri"yle paraya ve rahatlarına daha çok değer vermeleri sonucunda paramparça olduğu bildirildi. Vatikan, Hıristiyan ülkelerin hükümetlerine de çağrıda bulunarak bu tehlikeli gidişe çare bulunmasını istedi.

Atı alan Üsküdarı geçti
Vatikan’ın açıklamalarında eşcinselliğe de yer verildi. Cinselliği yanlış yönlendiren tüm düşünce ve eylemleri "kınayan" Papa, eşcinsel evliliklerinin toplumun ahlaki değerlerini çürüttüğüne işaret etti. Vatikan, kilise liderlerini acilen harekete geçmeleri ve etkili tedbirler almaları konusunda sert şekilde uyardı. Papa, "cinsiyetin doğuştan gelen bir özellik olduğunu ancak cinsel kimliğin tümüyle toplumun yönlendirmesi sonucu oluştuğunu" söyledi.
Pek çok papazın homoseksüel olduğu bir camianın lideri olan  Papanın bu bildirisinin ne kadar etkili olacağı pek tahmin edilemez. Ancak, toplumların ayakta kalabilmesi için aileye sahip çıkmanın, ailenin temel taşı olan kadını, feministlerin, istismarcıların elinden kurtarmanın zamanı geldi ve geçiyor bile. Çünkü geçmişteki bütün toplumlar aileye önem verilmemesi sebebiyle ortaya çıkan ahlaki çöküntüden helak olmuşlardır.
Bu arada şunu da ifade etmeden geçemiyeceğim. Papa’nın yaptığı bu açıklamayı Diyanet İşleri Başkanı yapsaydı, laikliğin elden gittiği, şeriat özlemi, kadının dört duvar arasına habsedileceği gibi akıl almaz suçlamalara maruz kalırdı Diyanet İşleri Başkanı. Bu da, ülkemizde ne diyanet işleri başkanın ne aydınların düşüncelerini rahat bir şekilde açıklayamadığını göstermektedir. Çünkü ülkemizde yıllardır bazı kesimler düşüncelerini istedikleri gibi açıklama hakkına sahiptirler. Bunlar birinci sınıf vatandaş diğerleri ikinci sınıf. Diğerleri ancak bunların uygun gördüğü kadar düşüncelerini açıklayabilirler. Herkes birinci sınıf vatandaş olma hakını elde ettiği gün ülkemizde gerçek demokresidin söz edelebilir. Zaten AB’ye karşı çıkanlar da bu imtiyazlı sınıfa mensup olanlardır.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder