FEMİNİZM
Kadınların hayalarının, utanma duygularının yok edilmesinde,
aileden uzaklaştırılmasında “Feminizm”
in önemli bir rolü vardır. Bunun için feminizmin ne olduğunu, hedefini bilmemiz
gerekiyor: 
Feminizm, felsefî bir fikir hareketi olarak ilk defa
Batı’da, kadınlara hiçbir değer verilmemesi, insan olarak sayılmaması sonucu
Fransız devriminden sonra ortaya çıktı. Fransız devriminin etkisiyle, feminist
düşünce İngiltere’ye de sıçradı. Daha sonra ABD ve bütün Avrupa ülkelerine
yayılarak kadın, siyâsî çalkantının içine sokuldu. 
Günümüzde ılımlı feminizm, radikal feminizm gibi sıfatları
kullanan bu akım; iyice çığırından çıkartılarak erkeklere düşmanlık,
sokakları-barları-geceleri erkeklerle paylaşmak, analıktan, ev kadınlığından
nefret etmek, aileyi, nikahı red etmek gibi insan tabiatına tamamen aykırı bir
akım haline geldi. Bu kadar zararlı bir akım haline gelmesine de Feminizmi
ticari, siyasi, idelojik maksatlarına alet eden sosyalist ve siyonist
kuruluşlar sebep oldu.. 
Araştırmacı-yazar Aytunç
Altındal feminist harekete kimlerin destek verdiğini şöyle ifade eder: “Feminist hareketler Masonluğun etkisi
altındadır. Son 50 yıldaki feminist hareketlere baktığımızda bunların arasında
ilaç ve kozmetik üreticileri olduğunu görüyoruz. ‘Kadına bir şey satabilmemiz
için onu sokağa ve inançsız bir alana çekmemiz lazım, diyorlar'  Onun için birçok paneller düzenliyorlar. Önde
kadın var, arkada ise görünmeyen bir sponsor. Ya da çok agresif bir kadını köşe
yazarı yapıyorlar. Bu yeni değerleri savunması için.” (Sabah,10.8.2001)
Başlangıçta haklı sebepler öne sürmüşlerdi. Çünkü, eski
Hind, Yunan ve Roma hukukunda kadın hiçbir hakka sâhip değildi. Meşhur Yunan
filozofu Eflâtun’a göre: “Kadın elden ele, orta malı olarak gezmeli.”;
Aristo’ya göre de: “Kadın, yaradılışta yarı kalmış bir erkek”ti.
Eski Çin’de kadın, insan bile değildi; ona isim bile verilmezdi. Islâm'dan
önceki Cahiliyyet Toplumunda kadının durumu ise herkesin malûmudur. 
İngiltere’de 18. asırda bile kocalar kadınlarını pazara
götürüp satardı ve onlara şeytan nazarıyla bakılırdı. Hattâ 1830’lara kadar
Avrupa’da beyaz kadın ticâreti yapılırdı. Avrupa’da
kendilerine göre bazı haklı sebeplerle ortaya çıkan feminizmde ölçü
kaçırılınca, ahlaki ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğdu. Feminizm
hareketine kapılan kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük anlayışı ile
hayatta hiçbir insan için geçerli olmayan "Hayatımı istediğim şekilde
yaşamak hakkımdır!" düşüncesine kapıldı. 
Bu düşünce, toplumun temel taşı olan aile
yuvasının iğreti bir hal almasına, kadın ve erkeğin, aile sorumluluklarını
çekilmez bir yük ve bir tür esirlik gibi algılamalarına yol açtı. Bu da,
nikahsız beraberlikleri getirdi. Böylece sözde kadın özgürlüğünü savunan
feminizm sebebiyle aile yıkılmış oldu, bunda da en büyük zararı “orta malı” haline gelen kadın
çekmiştir. 
Feminizm, Batıda bir felsefî hareket olarak doğarken, İslâm
memleketlerinde kadın, asırlardır huzur dolu bir hayat yaşadı. Müslüman erkek,
hanımını mesud etmek için elinden gelen her türlü gayreti gösterdi. Hanımına
karşı dâimâ güleryüzlü oldu. İslam ahlakı ile ahlaklanmış bir Müslüman onu
değil dövmek, üzmekten bile çekindi. Bu yüzden İslâm ülkelerinde feminizm
îtibâr görmemişti. Fakat son yıllarda, İslamiyetten habersiz sosyete arasında
ilgi görmeye başladı; arkasından din cahili, aile mefhumundan uzak entel
“İslamcı” entel kadınlar arasında da yayılmaya başladı.
Dinimizde, dinsizliği esas alan feminizmin yeri yoktur.
Dinimiz, kadına layık olduğu değeri vermiştir. Peygamber efendimiz; “Müslümanların en faydalısı, hanımına
karşı iyi ve faydalı olandır.” ve “Cennet,
anaların ayakları altındadır.” buyurmuştur. Ayrıca Vedâ Hutbesi’nde
kadınların haklarının gözetilmesini, bu hususta Allah’tan korkmayı, kadınların
erkekler üzerinde, erkeklerin kadınlar üzerinde haklarının bulunduğunu
belirtmiştir. Avrupa’nın kadın haklarını savunmayı yeni yeni düşündüğü bir
zamanda İslâmiyet, daha 14 asır  önce
âilenin temelini meydana getiren kadına şeref ve îtibârını kazandırmıştı. 
Feminizmin yaptığı yıkım!
Batı’da kadını kurtarma amacı ile ortaya atılan “feminizm”, kadını kurtarmayı bırakın,
onu daha kötü duruma düşürdüğü gibi, toplum dengelerini de alt üst ederek
sosyal barışı yıktı. Dinsiz bir temele dayandığı için önce din hedef seçildi.
Kadınlar sokağa dökülerek aileye savaş ilan edildiği için aile de yıkıldı.
Çocuklar ailenin sıcak kucağından her türlü kötülüğün kol gezdiği sokağa
bırakıldı. Alkolik, uyuşturucu bağımlısı dinsiz bir gençlik yetişti.  
Aile yok edilince, cinsel sapıklıklar tarihin hiçbir
döneminde görülmeyen boyutlara vardı; eşcinsellik yer yer kanunlaştı,
kadınlarda erkeklerden nefret duyguları gelişince lezbiyencilik yaygınlaştı. 
Kadına fıtratına, yaratılışına aykırı yük yüklendiği için
ailenin temel direği olan kadın dengesini kaybetti. Perişan bir hale düştü.
Eski günlerini mumla arar hale geldi; fakat geri dönüşü olmayan bir yola
girildiği için dönüş yapamadı. 
Kadının bu perişan halini ve istismarını bir araştırmacı
şöyle dile getirmektedir: “Kadının
istikrarsız duygusallığı, güzel bir kazanç aracı olmaya çok elverişli idi. Yani
Batı’da kadın, yine kazanç aracı, yine zevk aracı olarak kullanılacaktı. Yine
ezilecekti ve horlanacaktı ama, bunun yöntemi değişecekti. Yani kadın yine
erkeğin arabasına koşulan at durumunda kalacak, ama ne var ki, arabayı arkadan
kırbaçlanarak çekmesi yerine, önüne yeşil bir gözlük takılarak yeşil ota
kavuşmak ümidiyle koşturacak ve yine aynı arabayı çekecekti. Değişen sadece buydu.”
Kadın, istismar edilip sıcak aile ortamından sokağa
çekilerek ucuz işçilik temin edildi. Kapitalistler ceplerini doldurdu. Yeni
yeni endüstri kolları geliştirildi. Kozmetikler ve moda gündeme geldi. Bunlar
aracılığıyla kadın süslenip-püslenip erkeğin bulunduğu her yere girebiliyor,
ayrıca defilelere ve yarışmalara çıkarılıyor, bunlar diğer kadınların bu
yoldaki tutkularını artırıyordu. Böylece erkekler, hem cebini dolduruyor, hem
de erkekler gibi her alanda görev alma hakkını (!) elde eden kadını her aradığında
elinin altında bulundurup zevklerini 
tatmin edebiliyorlardı. 
Yani yine erkelerin arabası tıkırında gidiyordu. Şirketler,
ürünlerinin tanıtımında kadını ön plana itip akıl almaz bir şekilde onu
istismar ediyorlardı. Kadın derneklerini kadından çok, onu sömüren erkek
örgütlemişti ve sömürünün yöntemi bilimselleşmişti. Zavallı kadın ise, yeşil
gösterilen kuru otun peşinde koşabilmeyi hak olarak görüyor ve bu hakkı
koruyabilmek ve daha ilerilere götürebilmek için dernek üzerine dernek
kuruyordu. 
Batı’da Uzakdoğu'nun zenginliklerinin Avrupa'ya taşınmasıyla
kurulan fabrikalar, tek geçim kaynağı hâline gelmiş ve işçi olarak erkeğin
yerine, köle gibi çalıştırdıkları, buna rağmen çok az ücret verdikleri
kadınları tercih eder olmuşlardı.
Fakat, George Gilder
gibi iktisatçıların hesaba vurarak ortaya koyduğu ve herkesin de fiilen tecrübe
ettiği üzere, istismar edilen  kadın,
aile bütçesine katkıdan ziyade, kapitalizmin menfaat çarkına katkıda
bulunuyordu. Bu vesileyle, elbiseden deodoranta, ayakkabıdan kreş ve yuvalara
bir dizi harcama kalemi ortaya çıkıyordu. 
Feminizm kadının
sağlığını bozuyor
İsveç araştırmasına göre, erkeklerle rekabet eden kadınlar stres ve uzun çalışmadan sağlıksız oluyor. İsveç Ulusal Sağlık Enstitüsü'nün araştırmasına göre kadınlar işyerinde yükselmeyle birlikte karşılaştıkları stres yüzünden sağlıklarından oluyor. Erkeklerin sağlığı da alışık oldukları düzenin kadınlar tarafından bozulması ve sahip oldukları hakları kaybetmeleri yüzünden bozuluyor. Kadının iş hayatındaki yeri konusunda halen pek çok sıkıntının yaşandığına dikkat çekilen araştırmada, bu dönemin hem kadın hem de erkek için zor olduğuna vurgu yapıldı. (Sabah, 27.3.2007)
İsveç araştırmasına göre, erkeklerle rekabet eden kadınlar stres ve uzun çalışmadan sağlıksız oluyor. İsveç Ulusal Sağlık Enstitüsü'nün araştırmasına göre kadınlar işyerinde yükselmeyle birlikte karşılaştıkları stres yüzünden sağlıklarından oluyor. Erkeklerin sağlığı da alışık oldukları düzenin kadınlar tarafından bozulması ve sahip oldukları hakları kaybetmeleri yüzünden bozuluyor. Kadının iş hayatındaki yeri konusunda halen pek çok sıkıntının yaşandığına dikkat çekilen araştırmada, bu dönemin hem kadın hem de erkek için zor olduğuna vurgu yapıldı. (Sabah, 27.3.2007)
Feminizm
hatası
Feminizm en büyük hatası fıtrata, yaratılışa karş
çıkmalarıydı. Dolayısı ile, fıtrata uygun değil, “fıtrata karşı” bir faaliyet içine girdiler. Hal böyle olunca
beraberinde pek çok problemler ortaya çıktı. Bu problemler çözülmeye
çalışılırken yeni sıkıntılarla karşılaşıldı. Ailenin önemi kavranıp, kadın
layık olduğu konuma getirilmedikçe toplumda huzur olmaz. Problemler bitmez. 
Bütün bunlardan feministliğe özenen Müslüman kadınların
mutlaka ders çıkartmaları gerekir. “Allah,
evlerinizi, sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı.” (Nahl-80) ayeti kerimesi ve Peygamber efendimizin, kadının evinde kıldığı namazın, mescidde
kıldığı namazdan kat kat daha sevab olduğunu, kadının huzuru ancak evinde
bulabileceği yönündeki tavsiyeleri, kadını sokağa dökmek istiyenlere önemli bir
mesajdır. 
Dinimize göre ilk âile ilkel değil, medenî ve yüksek değerlerle
donatılmış bir kurumdur. Âileler, dolayısıyla toplum hazret-i Âdem’den îtibâren
doğru yolu gösteren Peygamberlerin nasîhatlarına uydukları müddetçe mesut ve
huzurlu bir hayat yaşadı. Eskisi gibi huzurlu bir toplum isteniyorsa, huzurun
adresi belli!.. 
Hidayete kavuşmuş (!) feminist kadınlar
İnsanın haddini bilmesi üstün bir meziyettir. Haddini bilmek
gibi üstün irfan olamaz. Hadis-i şerifte, "Haddini
bilene ne mutlu!”  buyurulmuştur.
Hatta bazıları bunun önemini bildirmek için, "İslâmın şartı beş, altıncısı ise haddini bilmektir" diye de
bir latife ederler. İnsanın haddini bilmemesi 
büyük bir noksanlıktır. Böylesine üstün bir meziyetten mahrum olanlar
kendine de topluma da büyük zarar verirler. Kimin başına ne gelmiş ise haddini
bilmediğinden dolayıdır.
Bunun için, kişi, sınırını iyi bilmeli, çapına göre hareket
etmeli, boyundan büyük işlere girişmemelidir. Burnunu her yere sokmamalıdır.
Bilmediği konuda ahkam kesmemeli; "Ne
oldum delisi" olmamalıdır. Güç ve kapasitesinin üzerindeki işlere
talip olan herkes sonunda hem rezil hem de perişan olmuştur.
Son yıllarda, manken, şarkıcı, artist, müzisyen... pek çok entel bayanın,”Hidayete kavuşma” gerekçesiyle tesettüre girip İslamı savunduklarını(!) görüyoruz. Ayrıca bu entel bayanların, her birinin dini gazetelerde bir köşe kaptıklarını; sunucu, programcı, bilirkişi sıfatıyla da, TV’lerde İslami programlarda ön planda yerlerini aldıklarını görüyoruz. Bu hızlı entellerimiz bunlarla da yetinmeyip, İslam hakkında kitap üzerine kitap yazıp ahkam kesiyorlar...
Son yıllarda, manken, şarkıcı, artist, müzisyen... pek çok entel bayanın,”Hidayete kavuşma” gerekçesiyle tesettüre girip İslamı savunduklarını(!) görüyoruz. Ayrıca bu entel bayanların, her birinin dini gazetelerde bir köşe kaptıklarını; sunucu, programcı, bilirkişi sıfatıyla da, TV’lerde İslami programlarda ön planda yerlerini aldıklarını görüyoruz. Bu hızlı entellerimiz bunlarla da yetinmeyip, İslam hakkında kitap üzerine kitap yazıp ahkam kesiyorlar...
Diyeceksiniz ki, bunda ne var, sevinilecek gelişmeler değil
mi? Evet, sadece görünüşe, görüntüye bakarsak öyle. Fakat, faaliyetlere,
konuşmalara, yazılan kitaplara baktığımızda hadlerini fersah fersah aştıklarını
görüyoruz. Bu sanatçı; müzisyen, manken, artist   bayanlarımızın, kafalarının içinin
değişmediği, değişikliğin sadece başlarını örtmekten ibaret kaldığı şüphesini
akla getiriyor. 
Gerçekten iyi bir performans gösteriyorlar. Fakat, bu
gayret, maalesef, geldikleri çevredeki insanları, içine düştükleri bataklıktan
kurtarmaya yönelik değil. Aksine, yeni çevrelerindeki insanların, kafalarını
karıştırıp, bunlara geldikleri çevrenin zihniyetini aşılamaya yönelik.
Muhafazakâr, mütedeyyin kadınlarımızı sokağa dökmeğe endekslemişler
kendilerini.  
Mübarek hanımları istismar
İstismar ettikleri de, Hz.
Hadice, Hz. Aişe ve Hz.Fatıma
gibi mübarek insanlar. Bu mübarek validelerimizi kendileri gibi sokağa dökülmüş
“Entellektüel” “Siyasi lider”  olarak takdim
ediyorlar. Müslüman hanımları en hassas noktalarından vurup onları meydanlara
çekmek istiyorlar. 
Meşhur “Liberal” bir yazarın köşesinde, hararetle böyle bir
kitabı tavsiye ettiğini gördüm. (Entelektüel ve siyasi kişilik olarak Hz.Aişe -
M. Canan Ceylan) 
Beni en çok da, yazının sonunda yaptığı yorum etkiledi.
Çünkü önemli ipucu veriyordu. Yorum mealen şöyleydi: ” Görüldüğü gibi Müslüman entel kadınlar istediğimiz konuma
kendiliklerinden hızla geliyorlar. Başörtüsü ve irtica suçlaması ile üzerlerine
gidilmesi bu süreci uzatıyor. Kendi hallerine bırakırsak neticeye ulaşmamız
daha çabuk olacak!” 
Bu yorum üzerine kitabı alıp, baştan sona dikkatlice okudum.
Tahmin ettiğimden daha bozuk ve zararlı gördüm. Aslında hepsini okumaya lüzüm
yok. Önsözü okuyunca işin vahameti hemen anlaşılıyor. Çünkü, kitabın yazılmasına
destek veren, alkış tutanlar, İslamda nakli değil mezhepsizliği, reformculuğu
esas alan kimseler.(Prof. Mehmet S. Hatipoğlu, Prof. Mehmet Aydın, Prof.
Hayrettin Karaman, Ekrem Sağıroğlu, Ali Bulaç, Yaşar Kaplan) 
Sözde hazret-i Aişe validemiz methediliyor, fakat sinsice,
bu mübarek annemizin, ulviliği, yüceliği, âlimliği, müctehidliği yok ediliyor.
Hafızalara, feminist, müzik, eğlence, süs düşkünü sıradan “entel” bir kadın
imajı yerleştiriliyor. Kendisinden, sanki rol arkadaşı gibi, Aişe, geldi, Aişe
gitti gibi saygısızca bahsediliyor. Peygamber efendimizden, dört büyük
halifeden ve Eshab-ı kiramdan bahsederken de aynı saygısızlık sürdürülüyor.
“Hazreti”, “aleyhisselam”, “Radıyallahü anh” 
gibi ifadelerle saygı olmayacağı iddia ediliyor. 
Bu entel bayanımız da, Seyyid
Kutub gibi, Eshab-ı kiram ve Türk düşmanı, fitneci, isyancı, sosyalist
fikirli birini kendine kılavuz edinmiş. Hal böyle olunca başka ne beklenir? 
Feminist entellektüellerin marifetleri!
 “Hidayete
kavuşmuş(!)” Müslüman entel bayanların ortak özelliklerinden biri, 1400 yıllık
geçmişi, birikimi bir kenara itip akıllarınca, doğrudan Kur’an-ı kerime ve
hadis-i şeriflere ulaşıp buradan neticeye varmak. Çünkü bunlara göre,
asırlardır, âlimler genellikle erkek oldukları için dini yanlış anlattılar;
kadınların aleyhine hüküm verdiler. 
Bunun için de, dini baştan alıp kadınların lehine yeniden yorumlamak
lazım, diyorlar. 
Bu düşünceleri ya bilgi eksikliğinden veya birilerinin
kasıtlı olarak onları yönlendirmesinden ileri geliyor. İnanıyorum ki çoğunun
bundan haberleri bile yok. Bunun için de hem kendilerine hem de topluma zarar
veriyorlar. 
Hz. Aişe validemizin “Siyasi kişiliği” nin anlatıldığı kitapta
işlenen konular, İslam büyüklerinin bildirdiklerine tamamen ters şeyler: Aişe
validemiz, ataerkil aileye karşıymış, bunun mücadelesini vermiş, müminlerin
annesi kadın filozof’ tanımına uyarmış, Kur’an ile yetinmemiş... erkek
despotizmini yıkmış, dogmatizmi eleştirirmiş, müziğe karşı değilmiş, müziği
severmiş...Ensardan bir kadının kızı olan, Esma şarkıcıymış. Peygamber
efendimiz, şarkı söyleyen kadına, devam etmesini, şarkısını icra etmesini
söylemiş! Müzikten etkilenmeyen kimseler, kaba yaratılışlıymış, hayvanlardan
daha az ince ruhluymuş. Çünkü bütün hayvanlar müzikten hoşlanırlarmış...vs.
Müslüman kadına
tuzak
Peygamberimizin döneminde, Müslüman kadınlar makyaj
yaparlarmış, Peygamberimizin huzuruna makyajlı gelirlermiş... Bu kitabın bazı
konu başlıklarına baktığımızda muhafazakar Müslüman kadınların hangi yöne
çekilmek istendiği daha iyi anlaşılıyor: "Kadın
Lider, Eğlence ve Sanat Anlayışı, Hz. Peygamber’in Müzik Esprisi, Peygamber
Devrinde Kadın Evde mi Oturuyordu?, Kadın Hakları, Kadının Toplumda Yerini
Alması...vs"
Bu konuları işlerken de istifade ettiği kimselerin çoğu
dinle ilgisi olmayan, meyhaneden çıkmayan mason Ömer Rıza Doğrul ve Ali
Şeriati gibi şii inançlı kimseler. Ama, İmam-ı azam, İmam-ı Gazali
gibi asırlardır sözleri, kitapları dinde senet kabul edilmiş Ehli sünnet
âlimlerden istifade edilmemiş. 
Bırakın böyle büyük âlimlerin sözlerini, işine gelmeyen
feministliğe aykırı gördüğü hadis-i şerifleri bile kabul etmiyor. Mesela,
Peygamber efendimizin “Dul kadınla
evlenmeyin... “ sözünü anlamak mümkün değil, diyor. Halbuki bu bir emir
değildir, tavsiyedir, tercih meselesidir. 
Yine Peygamber efendimizin, Hz. Aişe’ye olan sevgisini,
sokaktaki bir insanın aşkı gibi ele alıyor, Aişe validemizi görünce herşeyi
unuttuğunu, yanından ayrılmak istemediğini söylüyor. 
Entel bayana göre, dört büyük halife ve diğer Eshabı kiram
mal, makam  için birbirleri ile kıyasıya
mücadele edip, birbirlerini itham ediyorlar. Dönüp dolaşıp, Hz.Osman’a ve Hz.
Muaviye’ye çatıyor. Hz. Osman’ın Kur’an-ı kerimi değiştirmeye teşebbüs ettiği
bile iddia ediliyor. Hz. Osman için bu nasıl söylenebilir?. 
Peygamberlerden sonra insanların en üstünleri olan, Eshab-ı
kiram öyle tanıtılıyor ki, kitabı okuyanlar, Eshab-ı kiram bunları nasıl yapar,
bunu ben bile yapmam, noktasına getiriliyor. Yazara göre, Hz. Muaviye ve
taraftarları, Kisra, Herakliyus yolunda zorba, zalim birer melik; Hz. Ali
çevresindekiler ise cahiliyye devri çekişmeleri içinde. Halbuki, başta Hz. Aişe
validemiz olmak üzere bunların her biri müctehid olduğu için, ictihad
farklılıkları suç, günah değil. Bundan dolayı suçlamak İslami ölçülere uymaz.
Kitapta birçok çelişkiler de mevcut. Bir taraftan,
okuyucusuna, Hz.Aişe gibi meydana çıkın siyasete karışın telkinini verirken,
diğer taraftan Aişe validemizin, zamanındaki savaşları  yaşamaktansa ölmeyi tercih ettiğini, her
zaman, “ Peygamber eşleri, evlerinizde
oturun!” (Ahzab-33) ayetini okuyarak başörtüsü ıslanacak kadar ağladığını
söylüyor. 
Bu ne perhiz
bu ne lahana turşusu demezler mi? Maksat belli; bilerek veya bilmeyerek
Müslüman kadının en hassas noktası olan inancını kullanarak, onu sokağa dökmek,
siyasete bulaştırmak. Asırlardır huzur yuvası olan
aileyi bozmak. Ailenin, İslamın düşmanı olan feminizmi hakim kılmak! 
Feminist entellerin yanlışı
Müslüman “entel”
bayanlarımızın, bilhassa genç kızlarımız üzerinde büyük etkileri var. Sözde
bataklıktan dine dönüş yaptıkları için onlara “Sempati” duyuyorlar. Bunun için de dinlerini bunların yazdığı
kitaplardan öğrenmek istiyorlar. Halbuki dinin emir ve yasakları bellidir. Bu,
bir bayanın, bir erkeğin anlatması ile değişmez. Değişiyorsa o zaten din
olmaz.Yorumcunun kendi sapık görüşü olur. 
Bu entel bayanlarımızın en büyük yanlışı, feminist
inançlarından dolayı, âlimlerimize, İslam büyüklerine karşı peşin hükümlü
olarak karşı çıkmalarıdır. Alimler erkek oldukları için dini, erkeklerin lehine
anlattıkları iftirasıdır. Halbuki, beğenmedikleri kadınlarla ilgili hükümlerin
tamamını başta Hz. Aişe validemiz
olmak üzere Peygamber efendimizin mübarek hanımları rivayet etmişlerdir. Bakın
bu entellerden biri işi hangi boyuta vardırıyor: 
 “Şüphesiz kadınlar geçmiş asırlarda bugünkü
haklarını bilseler ve bilinçli olarak bu hakların gerçekleşmesini talep
etselerdi; bilimsel olarak Kur'an ve Sünnet'e başvurma gücüne sahip olsalardı,
bugünkü İslami fıkıh, özellikle boşanma ve evlilik gibi konularda çok daha
farklı olurdu.” (Cihan Aktaş-
KadınınTarihi Dönüşümü)
Allahım, bu ne büyük iftira! Bu ne büyük cür’et! Yani
alimlerimiz, mesela, ehli sünnetin göz bebeği, Müslümanların önderi büyük imam İmam-ı azam hazretleri diğer mezhep
imamları ve onların talebeleri ve de bugüne kadar gelmiş geçmiş milyonlarca
âlim, dini yanlış anlatmışlar. Erkek oldukları için taraf tutmuşlar, evlenme,
boşanma, miras gibi fıkhi hükümleri hep kadınların aleyhine bildirmişler. 
Silsileyi uzatacak olursak, bu âlimler dinimizi Eshab-ı
kiramdan öğrendiler. O zaman o mübarek insanlar da zan altında. İşi daha da
ileri götürmek mümkün, haşa sümme haşa, Eshab-ı kiram da dini peygamberimizden
öğrendiğine göre ve bu çarpık mantık neticesinde Peygamberimiz de buna dahil.
Zaten bazı entel bayanlar bunu ima ediyorlar, hatta bazıları da açıkca
söylüyorlar. Aklı başında bir Müslüman bunu nasıl söyleyebilir?
Ekol haline gelmiş onlarca kitabı olan başka bir İslamcı
bayan yazar da bakınız neler söylüyor: “Kur'an
ve sünnete iman ediyoruz, yetmiyor. Mezheplere iman etmemiz isteniyor. Mezheplere
inandığımızı, ama mezhepleri din ile aynı görmediğimizi, dinin hatasız
olduğunu, ama mezheplerin hata yapabileceğini, biz bu bilinçle mezheplerin
İslam'a uygun olan yönlerini aldığımızı söylüyoruz, yetmiyor...”  (emineşenlikoğlu.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder