Bağış Yap

Amount :
Other : USD

24 Mart 2013 Pazar

Huzurun Kaynağı Aile


Yani hadis-i şerifle geleceği bildirilen, medhedilen imam-ı azam Ebu Hanife hazretlerinin yanlışı ve doğrusu varmış da, bu ilkokulu dışarıdan bitirmiş eski artist yazarımız, doğrularını alıp yanlışlarını almayacakmış! Pes doğrusu! Mezhebin, müctehidin, ictihadın ne olduğunu bilmeyen bir kimseden başka ne beklenir. Buna değil de, bundan istifade etmek istiyenlere acımak lazım!
İnsan cahilliğin, haddini bilmezliğin kurbanı olup uçuruma yuvarlanınca nerede duracağı belli olmuyor. Başka feminist islamcı bir kadın da, işi daha ileri götürüp, Kur’an-ı kerimi sorgulamaya kalkışıyor:
“Bir sene yoğun bir şekilde sırf Kur’an üzerinde, onun kadına yönelik bakış açısını yakalayabilmek için çalıştım. Kur’an’da gerçekten ataerkil bir fonun varlığını farkettim. Kur’an-ı kerim, o gün orada yaşayan Arapların zihinlerine hitap ediyor. Bu durumda da sorun çıkıyor. Örneğin miras konusunda, erkeğin kavvamlığı noktasında, eşitlik konusunda, özetle pek çok konuda sorun çıkıyor. Örneğin bu araştırmaya başlamadan önce, Nisa suresinin 34. ayetini hiç düşünmek istemezdim. Bu ayet yokmuş gibi davranmak isterdim. Çünkü, bizim modern bilincimizle böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil, ama bu ayet var!” (Hidayet Tuksal- Kadın ve İslam, Ruşen Şakır’ın röpörtajı, Milliyet 2000)
Feminist islamcı aydın kadınlarımızın en önemli eksikliği alt yapılarının olmaması. Dinin esasını, kaynaklarını bilmemeleridir. Bunun için de bir bataklıktan kurtulup daha tehlikeli başka bir bataklığa saplanıyorlar.
Denebilir ki, birinci bataklık ikinciden daha az zararlı. Hiçbir kadın yaşadığı gayri meşru hayattan memnun olmaz. Yaptığının farkındadır bunun için de devamlı üzüntü içinde olur. Bu pişmanlık, üzüntü de onu o hayattan kurtarabilir. Fakat, insan bid’atten, dini sapıklıktan pişmanlık duymaz. Çünkü yaptığını doğru bilmektedir. Bunun için de tevbe etmek aklına gelmez. Zamanla küfür bataklığında boğulur gider de haberi bile olmaz.

Feminist enteller şeytana iş bırakmadı
İslamcı feminist aydın bayanlarımız, kafalarında kendilerine göre, bir İslam şablonu çizmişler veya birileri çizdirmiş, bunun dışına çıkamıyorlar. Kim derse desin eğer bir husus bu feminist şablona uymuyorsa tanımıyorlar. Bunu dinde söz sahibi alim de söylese, Peygamber efendimiz de söylese hatta Kur’an-ı kerimde bile geçse fark etmiyor.
Bu feminist islamcılara göre, âlim söylemişse, erkek olduğu için erkekler tarafında yer alır gerekçesiyle red ediliyor. Hadis-i şerifte geçiyorsa, mevdudur yani uydurmadır. Kur’an-ı kerimde geçiyorsa, erkekler yanlış yorumlamışlardır. Hatta daha da ileri gidilerek, bilinen meşhur bir hadis-i şerifse, Peygamber de olsa Kur’ana aykırı söz söylemeye yetkisi yok diyerek red ediliyor, istedikleri gibi çarpıtamayacakları kadar açık ayet varsa, ya görmemezlikten geliniyor ya da bu ayet o devirdeki Araplar içindir, tarihsel sürecini doldurmuş diye yok farzediliyor.
Bütün maksatları,kadını dinden imandan çıkartıp sokağa dökmek. Bütün yollar buraya çıkıyor. Bu konuda epey de yol aldıkları anlaşılıyor: Kadınlarla ilgili meselelerin tartışıldığı Kanal’7 deki programında, bir feminist islamcı, "Biz Gazali'nin anlattığı kadınlar değiliz! Müslüman kadın artık evin dışına çıkmak istiyor!" diye bağırınca, kapalı seyirci kadınlardan büyük alkış aldı.
Bu konuda âyet olmasına rağmen programda sorulan "Kadın evde otursun mu?" sorusuna kadınlarımızın yüzde 33'ü "evet", 66'sı "hayır" dedi. Eskiden, Müslüman kadınlar imam-ı Gazali, imam-ı Azam gibi ehli sünnet büyüklerimizin isimlerini ağızlarına abdestle alırlardı. Nereden nereye!
Bir entel bayan da, feministliğe aykırı gördüğü için, kadınların dikiş nakış, örgü işleri ile ilgili hadis-i şerifleri mesela “Dikiş öğretin ve Nur Suresini de iyi öğretin.” hadisini inkar ediyor. Yine Kur'an-ı kerimin ruhuyla uyuşmadığı gerekçesiyle 'Bana dünyada üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve namaz' hadisini inkar ediyor, güvenilir kaynaklarda yok diyor, (Cihan Aktaş- Kadının Tarihi Dönüşümü) halbuki bu hadis-i şerif, Kütübü Sittede mevcuttur.
Nisa suresinin birinci ayetini de kendine göre yorumlayarak, “Kadının erkekten bir farklılığı, erkeğin kadından bir üstünlüğü yoktur. Kadın da erkekle aynı fıtrata sahiptir” derken, aynı surenin,  “Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır.” mealindeki 34. ayeti kerimesini görmemezlikten geliyor. Halbuki dinimiz, kadına hiçbir düşüncenin vermediği kıymeti, değeri vermiştir. Verilen görevlerin farklı olması bu kıymete zarar vermez.
O kadar çelişki içindeler ki, aynı pragrafta bile farklı farklı şeyler ifade ediliyor. Bir taraftan, İslam kadının haklarını elde etmesine engel değil, derken aynı paragrafta, “Zamanın değişen koşullarında sadece şeri hükümler yeterli olamazdı” diyebiliyorlar.(Elif Toros-Kadının Tarihi Dönüşümü)
Dönüp dolaşıp âlimlere ve ilmihal kitaplarına çatıyorlar. Neymiş efendim, erkeklerin kadınlar üzerindeki zulmünü alimler meşrulaştırmışlar. Kaynak olarak da, reformcu, sinsi din düşmanı, Carullah, Abduh, İkbal, Fazlurrahman gibi kimselerden istifade ediyorlar. Yaptıkları bir alıntıda, Fazlurrahman diyor ki, “ Müslüman alimler hiçbir zaman Kur’ana dayalı bir ahlak sistemi oluşturmamışlardı. Kur’an ahlakı ile ahlaklanmaktan söz ettiler ama, bu ahlak edinme çabası ne yazık ki ilmihal ahlakının ötesine geçmedi. Kadın-erkek ilişkileri ve gündelik hayat ilmihal bilgileri düzeyinde kaldı. Herşey kitabına uyduruldu” (Elif Toros-Kadının Tarihi Dönüşümü)
Burada akıllarınca bir taş ile iki kuş vuruyorlar. Hem alimler kötüleniyor hem de asırlarca Müslümanlara doğru olarak dinlerini öğreten ilmihal kitaplarını Müslümanların gözünden düşürmeye çalışıyorlar.
Biliyorsunuz, bir kıssa var. Şeytanının boş oturduğunu görenler şaşırıp, Müslümanları kandırmakla niçin uğraşmıyorsun diye sorduklarında, bu zamanın kötü din adamları benim vazifemi fazlasıyla yapıyorlar bana iş bırakmıyorlar, cevabını verir. Bugün, şeytanla iş birliği yapıp asırlardır âlimleri, mezhepleri yok ederek islamiyeti içeriden yıkmaya çalışan, siyonistlere, İngiliz casuslarına aynı soruyu sorsak, herhalde şöyle cevap verirler: Sizin feminist entel islamcı aydın kadınlarınız, Müslüman kadınları kandırıyor; reformcu, diyalogcu, mezhepsiz din adamları da Müslüman erkekleri kandırıyor, bize iş bırakmıyorlar!..


TESETTÜR SADECE BAŞI ÖRTMEKTEN İBARET DEĞİLDİR


Her nedense iki asırdır, gelişimi, değişimi hep yanlış uyguluyoruz veya uygulatıyorlar. Batı, değişimde teknolojiye yönelirken biz dine, manevi değerlere yöneldik. Onlar dinlerine hiç dokunmazken biz teknolojiyi bir tarafa bırakıp nasıl yaparız da dini değiştiririz, hep bunun planı, projesi ile uğraştık. Çünkü kasıtlı olarak geri kalmanın müsebbibi olarak din gösterildi.
Bu kadar yanlış zorlamanın çarpık neticeleri de artık alınmaya başlandı. Manevi değerlerimiz, dinimiz, her kesim tarafından tartışılmaya, sorgulanmaya başlandı. Eskiden bidatler, hurafeler sokularak bozulmaya çalışılan din, şimdi iman esasları sarsılarak bozulmaya, yok edilmeye çalışılmaktadır.
Dikkat edilirse, televizyonlarda en çok tartışılan konular dini konular. Halbuki dini inançlarda doğru, tartışmakla bulunamaz. Bulunabilseydi bu kadar peygamberin, kitabın gönderilmesine lüzum kalmazdı.
Aydın din adamı yetiştirmek ve dünyaya İslamiyeti tanıtmak için açılan İlahiyat fakültelerinin bazılarında; derslerde, verilen konferanslarda sistemli bir şekilde öğrenciler, değişim adı altında dinden, namazdan, manevi değerlerden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Manevi değerlere önem vermeyen, namaz kılmayan kimseler, imanı kuvvetli ideal insan olarak lanse edilmektedir. Kabın içinde ne varsa dışarı onu sızdırır, bu normal. Beni hayrete düşüren, konferansta, derste hiçbir öğrencinin söz isteyip, “Hocam siz hem namaz kılmayacak hem de imanı kuvvetli olacak diyorsunuz, bu nasıl olur?” dememesi.
Bir ilahiyatçı bayan çıkıyor, “ Benim başımı kapatmam sizi yanıltmasın; ben başı örtmenin farz olmadığına inanıyorum, benim başımı kapatmam örfe dayalı” demesine de bir itiraz gelmiyor öğrenciden. Böyle olaylar, dinin tahrip edilmesinde epeyce yol alındığını göstermekte.
Din tahripçilerinin hepsinin ortak özelliği, “doğruyu sadece ben bilirim, sadece benim dediklerim doğru” demeleri. Bir taraftan, Kur’an kafidir, herkes okuyup dinini buradan öğrenebilir; bir alime, bir mezhebe, hatta peygambere ihtiyaç yok derken; diğer taraftan her biri İslamiyeti anlatan, “İslamiyet budur” diyerek bir sürü kitap yazıyorlar. Bununla da kalmıyorlar, konferanslarla, televizyon programlarıyla, gazete yazılarıyla dini yorumluyorlar. Demek ki samimi değiller. 
Hani herşey açıktı, rehbere, alime ihtiyaç yoktu! Bir alime, rehbere ihtiyaç olduğunu onlar da biliyorlar, fakat hinliklerinden öyle söylüyorlar.
Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşayan Ali askere gider. İlk günlerde paşa teftişe gelir. Paşa, bizim saf Anadolu çocuğu olan Ali’nin karşısında durup sorar: Oğlum benim adım ne? Bizim Ali, kendi kendine düşünür: Koskoca paşanın adını bilmemesi mümkün değil. Bu işte bir bit yeniği var, diyerek ne cevap vereceğini düşünmeğe başlar. Birden gözleri parlar, işin sırrını çözmenin sevinciyle kendinden emin bir şekilde; komutanım der, sen adını bilmesine biliyon da, bunu bana hinliğinden soruyon. Ali’nin bu saf ve samimi cevabı paşanın çok hoşuna gider, kahkaha ile güler.
Şimdi bana diyecesiniz ki, “Sen hep olumsuzları dile getiriyorsun, pek çok da iyi gelişmeler oluyor. Mesela, son yıllarda, dine yöneliş arttı, namaz kılanlar çoğaldı, başörtülülerde kayda değer artış oldu.”
Böyle söyleyenler, görünüşte haklı olabilirler. Fakat, sayıya değil kaliteye bakmak lazım. Adam namaz kılıyor ama, günde on defa küfre dalıp çıkıyor haberi yok. Kadın başını örtüyor ama, açıktan farkı yok. Hatta pek çok açık kadın bunlardan daha edepli. Uzaktan bana bak dedirtecek, daracık bir elbise, uzun yırtmaçlı etek, tesettürlü- tesettürsüz defileler, o toplantı senin bu toplantı benim akşama kadar sokakta. Halbuki başı örtmek tesettürün bir parçasıdır. Tesettür sadece başı örtmekten ibaret değildir. İnancı gereği başını örtenin, bunun diğer icablarını da yerine getirmesi gerekmez mi?

Tesettürün defilesi olur mu? 
Her kuralın kendi içinde bir mantığı vardır. Bu mantığa dikkat edilmezse, kuraldan istenilen netice alınamaz. Hatta kuralın neticesi menfi olur, zarara dönüşebilir. Dinimizin emrettiği “tesettürlü olma” kuralı da bir hikmete dayanır. Buna uyulmazsa “sevap” almak için yapılan fiil “harama” dönüşebilir.
Sık sık söylüyorum ya. Kadını sömüren sömürene. Son yıllarda, sözde İslami kesim de, kadını sömürmeye başladı. Her kesimden tepki alan  “Tesettür defileleri” buna örnek gösterilebilir. Az çok tesettür kuralının mantığını bilen sol kesim bile buna tahammül edemedi. Haklı olarak tepkilerini dile getirdiler. Mesela sosyal demokrat bir yazarımızın tepkisi özetle şöyle oldu: 
“İnandığımız gibi yaşayacağız” diyorlardı. Haklarıydı. Bir süredir bu değişti. Artık, yaşadıkları şeye inanıyorlar. Dahil oldukları hayatı, vicdanen meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Öyle olmasa “tesütter defilesi “ gibi ucubeyi kabullenebilirler mi? Kadını iştahlı gözlerden sakınmayı amaçlayan “tesettür”ün bizzatihi bir teşhir seansı olan “defileye” konu olması, başlı başına bir çelişki değil mi? Mankenlerin dolaştığı, namahremlerin bakıştığı bir “gösteri”, herkesin her şeyini sergilediği asrımızın gösteriş dünyasının dışında kalmayı seçmiş mümin kadını bozmaz mı? İsrafı teşvik eden, hazları yücelten, nefsi kışkırtan, tüketimi kamçılayan bir seyirlik, kanaatkârlığı, tevazuu, nefsin ve hazların ıslahını tembihleyen islam terbiyesiyle bağdaşabilir mi? “
Evet bağdaşabilir mi? Tesettürü sadece başı örtmek olarak görenler bağdaştırabilir. Bunlar, helal olan bir malın tanıtımının da helal olacağına dair  fetva aldıklarını söylüyorlar. Herhalde bunlar helal tanıtımla haram tanıtımı karıştırıyorlar.

Aşağılık kompleksi
Son yıllarda para hırsının yanı sıra bir de aşağılık kompleksi gelişti bazı Müslümanlarda. Başka bir yazar da konuya bu açıdan yaklaşıyor. (Bazı ifadeler için affınıza sığınıyorum)
“Müzik, ışıklar, renkler... Manken kızlar... "Tak... tak... tak..." yürüyecekler. Podyumun sonuna gelecekler... "Rak..." diye dönecekler... Tesettürlü giysiler içinde endam kıracak, kalça sallayacaklar. Abdestli, namazlı, örtünmüş hanımla evli erkekler, "tesettürlü mankenlerin" bacaklarını, kalçalarını, mahrem yerlerini gözleriyle soyacaklar. Göz zinası yapacaklar. Olacak sana tesettür defilesi. Hayata bak dincileri ne hale getirdi. Laikler gibi olacaklar ya. Onlarla yarışacaklar ya. Örtünmenin defilesini yapıyorlar. Örtünmenin defilesi mi olur? Altı kaval, üstü şişhane! İslam kültüründe defile mi vardı? İslamcı kadın, laik kadına yaklaşıyor. Aslında  İslamda reform yapıyorlar. Aslında "Yapın yapın..." demeli... Daha çok tesettür defilesi yapın. Ne kadar çok yaparsanız iyidir, demeli.”
Bu tür faaliyetler İslamiyete büyük zarar vermektedir. Tesettür defilesi ve bunun gibi gayri İslami davranışlar ya İslamın tesettür emrinin ne olduğunu bilmemenin veya para hırsının gözleri bürüdüğünün ifadesidir.
Tesettür yani hicab ayetinin içinde yapılanların tam aksıne; kadının teşhir edilmemesi, gözden ırak olması, zaruret olmadıkça sesini duyurmaması, erkelerin arasına karışmaması, sokağa çıktığında giyinişinin sade olması, dikkati celbedici giyim ve hareketler içinde bulunmaması, tahrik edici olmaması... gibi davranışlar da vardır.
Nitekim, Tergib’te bildirildiğine göre: Hz.Fâtıma’ya sorarlar: “Kadınlar için en iyi olan nedir?” cevâbında, Erkeklerden uzak durmalarıdır” buyurur.
Âişe validemize, kadın sokağa çıkmak zorunda kaldığında nasıl olmalı diye sorulduğunda; başörtüsünün üstüne eski bir örtü almalı, belini büküp yeni elbise giymemelidir. Konuşmasının düzgün olmaması için ağzına bakla gibi bir şey koymalıdır.” buyurur. Bugün belki böyle yapmak mümkün olmayabilir. Fakat, dikkati çekmeyen “Ben buradayım bana bakın!” dan uzak, sade bir giyim pek ala mümkün. Defilecilerin yaptığına bir bakın bir de bu hükümlere. Nereden nereye değil mi?
Yanlış anlaşılmasın; İslamiyet, papazlar gibi kadından uzak durun demiyor. Meşru şekilde evlenin, yuva kurun; komşunun karısını, kızını baştan çıkarmayın, onların haya perdelerini parçalamayın, aile yuvalarını yıkmayın diyor. Tesettürün gayesi de bu değil mi zaten!..


ANNELER GÜNÜ

Anneler Günü... Yılda bir gün de olsa, huzur evlerinin loş köşelerindeki  annelerini hatırlamaları Batı için önemli bir gelişme... Gerçi her işlerinde olduğu gibi bunda da samimi olup olmadıkları tartışma götürür. Çünkü tarih boyunca kadını insan yerine koymamışlar bunlar hiç. Hep sıradan bir eşya muamelesi görmüş kadın. Kırk yıllık Kâni olur mu Yani, derler ya. Birden değişip kadına değer vereceklerine inanmak zor geliyor insana...
Önce geçmişte, milletlerin kadına bakış açısını verip sonra da “Anneler Günü”nün mahiyetine dönmek istiyorum. 
Yunanlılarda kadın; çok hakaret görür hatta “Pislik” diye anılırdı. Bütün hürriyetlerden mahrum olarak herhangi birşey gibi alınıp satılırdı. Miras hakkı yoktu. Kendi malını kullanma hakkına bile sahip değildi kadın. Evlilikte hiçbir söz hakkına sahip değildi.
Romalılarda kadın; mülkiyet hakkına malik değildi. Kazandığı herşey, aile reisinin sayılırdı. Roma kanununda köle olarak kabul edilirdi. Vatandaşlık hakkından mahrumdu, ona, herhangi bir ev eşyası gibi bakılırdı. Ev eşyası gibi alınıp satılırdı kadın.
Yahudilere göre kadın, hizmetçi sayılırdı. Babası tarafından satılırdı. Ayrıca bunlara göre kadın “la’netli” idi.
Hıristiyanlardaki durumu da diğerlerinden farksızdı. Kadının statüsünü belirlemek için 15. asırda yapılan bir toplantıda alınan karar aynen şöyleydi: “Kadın sadece bir cisimdir. Ateşten kurtulabilecek bir rûha sahip değildir. Kadınlardan sadece hazret-i İsâ’nın annesi hazret-i Meryem ateşten kurtulacaktır.”
İslâmiyetten önce Arapların kadına bakışı da şöyle idi: Kadının fikir beyan etme hakkı yoktu. Mirastan mahrumdu. Zorla evlendirilirdi. Bir adam ölüp, geriye birkaç kadın bıraktığı zaman onun en büyük oğlu, öz annesi hariç, babasının öbür hanımlarıyla evlenebilirdi. Kızlarını diri diri gömerlerdi.
İşte dünya bu haldeyken, Sevgili Peygamberimiz gelip, ondört asır önce, “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurarak kadının gerçek yerini ortaya koydu. İslamiyetten sonra, dünyanın en rahat anneleri İslam toplumundaki anneler oldu. Çünkü, anneye hürmet dinimizin, Peygamberimizin emirleridir.
Peygamber efendimiz, kadını aşağılayıcı durumdan kurtarıp, kadına yumuşak davranıp, ona iyilik etme esasını getirdi. Peygamberimizin hicretin onuncu yılı, veda haccındaki sözlerinden, son nasîhatlerinden biri, “Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak olunuz, iyilik ediniz” olmuştur.
Peygamberimiz en iyi insan olmak için de, hanıma karşı faydalı olmayı şart koşmuştur. Hadîs-i şerîfte “Müslümanların en iyisi, en faydalısı, hanımına karşı iyi ve faydalı olandır” buyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte de “Bir erkek, hanımını döverse, Kıyâmette ben onun davacısı olurum” buyurmuştur.
Dinimiz, dünya işlerindeki kusuru için, dövmek şöyle dursun, acı, sert bile söylemeyi yasaklamıştır.
Bütün bunlar insaflı bir şekilde göz önüne alınırsa, kadına kimin değer verdiği, kimin vermediği açık bir şekilde görülür.

Anneler gününün tarihçesi
Anneler gününün esası Antik Yunan’a dayanır. İngiltere’de ise, şu olay Anneler Gününün ilk nüvesi kabul edilir: 17. asırda, İngilizler hizmetçilerine, lütfedip yılda bir gün annelerini ziyaret izni verdiler. Bu, zamanla adet haline geldi. Daha sonra buna kilise de izin verdi.
İlk defa, merasim şeklinde, Anna Jarvis’in önayak olmasıyla, 1908’de ABD’de bazı eyaletlerde kutlandı Anneler Günü... ABD senatosu, 1914’te Anneler Gününü bütün ülkede resmen kabul etti. Daha sonra, diğer ülkeler bunu izledi. Türkiye’de Anneler Günü kutlaması 1955’te başladı.
“Anneler Günü” artık sosyal bir vak’a haline gelmiş bir adettir. Her ne olursa olsun yılda bir defa da olsa aziz varlık anne hatırlanıyor. Batı bunu dini bir vazife olarak yapmadığı için Müslümanların anneler gününü kutlamaları haram olmaz.
Çünkü “Anneler Günü” adettir. Yani “Adette bid’at”tır. Adette bid’at olduğu ve zararlı olmadığı, çirkin ve dine aykırı yönü bulunmadığı için, Anneler Günü tertip etmekte ve hediye vermekte mahzur yoktur.
Fakat gayrı müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri, mesela dini bayramlarını kutlamak caiz olmaz. Doğum günü, evlilik yıldönümü, Anneler Günü gibi günleri kutlamak caiz olur. Ancak faydası olmayan adetleri almak, Batı’yı körü körüne taklid etmek, onlara özenmek uygun olmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder