Yani hadis-i şerifle geleceği bildirilen, medhedilen imam-ı azam Ebu Hanife hazretlerinin yanlışı ve doğrusu varmış da, bu ilkokulu
dışarıdan bitirmiş eski artist yazarımız, doğrularını alıp yanlışlarını
almayacakmış! Pes doğrusu! Mezhebin, müctehidin, ictihadın ne olduğunu bilmeyen
bir kimseden başka ne beklenir. Buna değil de, bundan istifade etmek
istiyenlere acımak lazım! 
İnsan cahilliğin, haddini bilmezliğin kurbanı olup uçuruma
yuvarlanınca nerede duracağı belli olmuyor. Başka feminist islamcı bir kadın
da, işi daha ileri götürüp, Kur’an-ı kerimi sorgulamaya kalkışıyor: 
“Bir sene
yoğun bir şekilde sırf Kur’an üzerinde, onun kadına yönelik bakış açısını
yakalayabilmek için çalıştım. Kur’an’da gerçekten ataerkil bir fonun varlığını
farkettim. Kur’an-ı kerim, o gün orada yaşayan Arapların zihinlerine hitap
ediyor. Bu durumda da sorun çıkıyor. Örneğin miras konusunda, erkeğin
kavvamlığı noktasında, eşitlik konusunda, özetle pek çok konuda sorun çıkıyor.
Örneğin bu araştırmaya başlamadan önce, Nisa suresinin 34. ayetini hiç düşünmek
istemezdim. Bu ayet yokmuş gibi davranmak isterdim. Çünkü, bizim modern
bilincimizle böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil, ama bu ayet var!” (Hidayet Tuksal- Kadın ve İslam, Ruşen Şakır’ın röpörtajı,
Milliyet 2000)
Feminist islamcı aydın kadınlarımızın en önemli eksikliği
alt yapılarının olmaması. Dinin esasını, kaynaklarını bilmemeleridir. Bunun
için de bir bataklıktan kurtulup daha tehlikeli başka bir bataklığa
saplanıyorlar. 
Denebilir ki, birinci bataklık ikinciden daha az zararlı.
Hiçbir kadın yaşadığı gayri meşru hayattan memnun olmaz. Yaptığının farkındadır
bunun için de devamlı üzüntü içinde olur. Bu pişmanlık, üzüntü de onu o
hayattan kurtarabilir. Fakat, insan bid’atten, dini sapıklıktan pişmanlık
duymaz. Çünkü yaptığını doğru bilmektedir. Bunun için de tevbe etmek aklına
gelmez. Zamanla küfür bataklığında boğulur gider de haberi bile olmaz. 
Feminist enteller şeytana iş bırakmadı
İslamcı feminist aydın bayanlarımız, kafalarında kendilerine
göre, bir İslam şablonu çizmişler veya birileri çizdirmiş, bunun dışına
çıkamıyorlar. Kim derse desin eğer bir husus bu feminist şablona uymuyorsa
tanımıyorlar. Bunu dinde söz sahibi alim de söylese, Peygamber efendimiz de
söylese hatta Kur’an-ı kerimde bile geçse fark etmiyor.
Bu feminist islamcılara göre, âlim söylemişse, erkek olduğu
için erkekler tarafında yer alır gerekçesiyle red ediliyor. Hadis-i şerifte
geçiyorsa, mevdudur yani uydurmadır. Kur’an-ı kerimde geçiyorsa, erkekler
yanlış yorumlamışlardır. Hatta daha da ileri gidilerek, bilinen meşhur bir
hadis-i şerifse, Peygamber de olsa Kur’ana aykırı söz söylemeye yetkisi yok
diyerek red ediliyor, istedikleri gibi çarpıtamayacakları kadar açık ayet
varsa, ya görmemezlikten geliniyor ya da bu ayet o devirdeki Araplar içindir,
tarihsel sürecini doldurmuş diye yok farzediliyor. 
Bütün maksatları,kadını dinden imandan çıkartıp sokağa
dökmek. Bütün yollar buraya çıkıyor. Bu konuda epey de yol aldıkları
anlaşılıyor: Kadınlarla ilgili meselelerin tartışıldığı Kanal’7 deki
programında, bir feminist islamcı, "Biz
Gazali'nin anlattığı kadınlar değiliz! Müslüman kadın artık evin dışına çıkmak
istiyor!" diye bağırınca, kapalı seyirci kadınlardan büyük alkış aldı.
Bu konuda âyet olmasına rağmen programda sorulan "Kadın evde otursun mu?" sorusuna
kadınlarımızın yüzde 33'ü "evet", 66'sı "hayır" dedi. Eskiden, Müslüman kadınlar imam-ı Gazali, imam-ı Azam
gibi ehli sünnet büyüklerimizin isimlerini ağızlarına abdestle alırlardı.
Nereden nereye!
Bir entel bayan da, feministliğe aykırı gördüğü için,
kadınların dikiş nakış, örgü işleri ile ilgili hadis-i şerifleri mesela “Dikiş öğretin ve Nur Suresini de iyi
öğretin.” hadisini inkar ediyor. Yine Kur'an-ı kerimin ruhuyla uyuşmadığı
gerekçesiyle 'Bana dünyada üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve namaz'
hadisini inkar ediyor, güvenilir kaynaklarda yok diyor, (Cihan Aktaş- Kadının
Tarihi Dönüşümü) halbuki bu hadis-i şerif, Kütübü Sittede mevcuttur.
Nisa suresinin birinci ayetini de kendine göre yorumlayarak,
“Kadının erkekten bir farklılığı, erkeğin kadından bir üstünlüğü yoktur. Kadın
da erkekle aynı fıtrata sahiptir” derken, aynı surenin,  “Allah'ın
insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle erkekler kadınların
yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır.”
mealindeki 34. ayeti kerimesini görmemezlikten geliyor. Halbuki dinimiz, kadına
hiçbir düşüncenin vermediği kıymeti, değeri vermiştir. Verilen görevlerin
farklı olması bu kıymete zarar vermez.
O kadar çelişki içindeler ki, aynı pragrafta bile farklı
farklı şeyler ifade ediliyor. Bir taraftan, İslam kadının haklarını elde
etmesine engel değil, derken aynı paragrafta, “Zamanın değişen koşullarında sadece şeri hükümler yeterli olamazdı”
diyebiliyorlar.(Elif Toros-Kadının Tarihi Dönüşümü) 
Dönüp dolaşıp âlimlere ve ilmihal kitaplarına çatıyorlar.
Neymiş efendim, erkeklerin kadınlar üzerindeki zulmünü alimler
meşrulaştırmışlar. Kaynak olarak da, reformcu, sinsi din düşmanı, Carullah, Abduh, İkbal, Fazlurrahman
gibi kimselerden istifade ediyorlar. Yaptıkları bir alıntıda, Fazlurrahman diyor
ki, “ Müslüman alimler hiçbir zaman Kur’ana dayalı bir ahlak sistemi
oluşturmamışlardı. Kur’an ahlakı ile ahlaklanmaktan söz ettiler ama, bu ahlak
edinme çabası ne yazık ki ilmihal ahlakının ötesine geçmedi. Kadın-erkek
ilişkileri ve gündelik hayat ilmihal bilgileri düzeyinde kaldı. Herşey kitabına
uyduruldu” (Elif Toros-Kadının Tarihi Dönüşümü)
Burada akıllarınca bir taş ile iki kuş vuruyorlar. Hem
alimler kötüleniyor hem de asırlarca Müslümanlara doğru olarak dinlerini
öğreten ilmihal kitaplarını Müslümanların gözünden düşürmeye çalışıyorlar. 
Biliyorsunuz, bir kıssa var. Şeytanının boş oturduğunu
görenler şaşırıp, Müslümanları kandırmakla niçin uğraşmıyorsun diye
sorduklarında, bu zamanın kötü din adamları benim vazifemi fazlasıyla
yapıyorlar bana iş bırakmıyorlar, cevabını verir. Bugün, şeytanla iş birliği
yapıp asırlardır âlimleri, mezhepleri yok ederek islamiyeti içeriden yıkmaya
çalışan, siyonistlere, İngiliz casuslarına aynı soruyu sorsak, herhalde şöyle
cevap verirler: Sizin feminist entel islamcı aydın kadınlarınız, Müslüman
kadınları kandırıyor; reformcu, diyalogcu, mezhepsiz din adamları da Müslüman
erkekleri kandırıyor, bize iş bırakmıyorlar!.. 
TESETTÜR SADECE BAŞI ÖRTMEKTEN İBARET DEĞİLDİR
Her nedense iki asırdır, gelişimi, değişimi hep yanlış
uyguluyoruz veya uygulatıyorlar. Batı, değişimde teknolojiye yönelirken biz
dine, manevi değerlere yöneldik. Onlar dinlerine hiç dokunmazken biz
teknolojiyi bir tarafa bırakıp nasıl yaparız da dini değiştiririz, hep bunun
planı, projesi ile uğraştık. Çünkü kasıtlı olarak geri kalmanın müsebbibi
olarak din gösterildi.
Bu kadar yanlış zorlamanın çarpık neticeleri de artık
alınmaya başlandı. Manevi değerlerimiz, dinimiz, her kesim tarafından
tartışılmaya, sorgulanmaya başlandı. Eskiden bidatler, hurafeler sokularak
bozulmaya çalışılan din, şimdi iman esasları sarsılarak bozulmaya, yok edilmeye
çalışılmaktadır. 
Dikkat edilirse, televizyonlarda en çok tartışılan konular
dini konular. Halbuki dini inançlarda doğru, tartışmakla bulunamaz.
Bulunabilseydi bu kadar peygamberin, kitabın gönderilmesine lüzum kalmazdı. 
Aydın din adamı yetiştirmek ve dünyaya İslamiyeti tanıtmak
için açılan İlahiyat fakültelerinin bazılarında; derslerde, verilen
konferanslarda sistemli bir şekilde öğrenciler, değişim adı altında dinden,
namazdan, manevi değerlerden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Manevi değerlere
önem vermeyen, namaz kılmayan kimseler, imanı kuvvetli ideal insan olarak lanse
edilmektedir. Kabın içinde ne varsa dışarı onu sızdırır, bu normal. Beni
hayrete düşüren, konferansta, derste hiçbir öğrencinin söz isteyip, “Hocam siz hem namaz kılmayacak hem de imanı
kuvvetli olacak diyorsunuz, bu nasıl olur?” dememesi. 
Bir ilahiyatçı bayan çıkıyor, “ Benim başımı kapatmam sizi yanıltmasın; ben başı örtmenin farz
olmadığına inanıyorum, benim başımı kapatmam örfe dayalı” demesine de bir
itiraz gelmiyor öğrenciden. Böyle olaylar, dinin tahrip edilmesinde epeyce yol
alındığını göstermekte. 
Din tahripçilerinin hepsinin ortak özelliği, “doğruyu sadece
ben bilirim, sadece benim dediklerim doğru” demeleri. Bir taraftan, Kur’an
kafidir, herkes okuyup dinini buradan öğrenebilir; bir alime, bir mezhebe,
hatta peygambere ihtiyaç yok derken; diğer taraftan her biri İslamiyeti
anlatan, “İslamiyet budur” diyerek bir sürü kitap yazıyorlar. Bununla da
kalmıyorlar, konferanslarla, televizyon programlarıyla, gazete yazılarıyla dini
yorumluyorlar. Demek ki samimi değiller. 
Hani herşey açıktı, rehbere, alime ihtiyaç yoktu! Bir alime,
rehbere ihtiyaç olduğunu onlar da biliyorlar, fakat hinliklerinden öyle
söylüyorlar. 
Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşayan Ali askere gider. İlk
günlerde paşa teftişe gelir. Paşa, bizim saf Anadolu çocuğu olan Ali’nin
karşısında durup sorar: Oğlum benim adım ne? Bizim Ali, kendi kendine düşünür:
Koskoca paşanın adını bilmemesi mümkün değil. Bu işte bir bit yeniği var,
diyerek ne cevap vereceğini düşünmeğe başlar. Birden gözleri parlar, işin
sırrını çözmenin sevinciyle kendinden emin bir şekilde; komutanım der, sen
adını bilmesine biliyon da, bunu bana hinliğinden soruyon. Ali’nin bu saf ve
samimi cevabı paşanın çok hoşuna gider, kahkaha ile güler. 
Şimdi bana diyecesiniz ki, “Sen hep olumsuzları dile getiriyorsun, pek çok da iyi gelişmeler
oluyor. Mesela, son yıllarda, dine yöneliş arttı, namaz kılanlar çoğaldı,
başörtülülerde kayda değer artış oldu.” 
Böyle söyleyenler, görünüşte haklı olabilirler. Fakat,
sayıya değil kaliteye bakmak lazım. Adam namaz kılıyor ama, günde on defa küfre
dalıp çıkıyor haberi yok. Kadın başını
örtüyor ama, açıktan farkı yok. Hatta pek çok açık kadın bunlardan daha edepli.
Uzaktan bana bak dedirtecek, daracık bir elbise, uzun yırtmaçlı etek,
tesettürlü- tesettürsüz defileler, o toplantı senin bu toplantı benim akşama
kadar sokakta. Halbuki başı örtmek tesettürün bir parçasıdır. Tesettür sadece başı
örtmekten ibaret değildir. İnancı gereği başını örtenin, bunun diğer icablarını
da yerine getirmesi gerekmez mi? 
Tesettürün defilesi olur mu?
Her kuralın kendi içinde bir mantığı vardır. Bu mantığa
dikkat edilmezse, kuraldan istenilen netice alınamaz. Hatta kuralın neticesi
menfi olur, zarara dönüşebilir. Dinimizin emrettiği “tesettürlü olma” kuralı da bir hikmete dayanır. Buna uyulmazsa “sevap” almak için yapılan fiil “harama” dönüşebilir. 
Sık sık söylüyorum ya. Kadını sömüren sömürene. Son yıllarda,
sözde İslami kesim de, kadını sömürmeye başladı. Her kesimden tepki alan  “Tesettür
defileleri” buna örnek gösterilebilir. Az çok tesettür kuralının mantığını
bilen sol kesim bile buna tahammül edemedi. Haklı olarak tepkilerini dile
getirdiler. Mesela sosyal demokrat bir yazarımızın tepkisi özetle şöyle
oldu:  
“İnandığımız
gibi yaşayacağız” diyorlardı.
Haklarıydı. Bir süredir bu değişti. Artık, yaşadıkları şeye inanıyorlar. Dahil
oldukları hayatı, vicdanen meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Öyle olmasa “tesütter defilesi “ gibi ucubeyi
kabullenebilirler mi? Kadını iştahlı gözlerden sakınmayı amaçlayan “tesettür”ün
bizzatihi bir teşhir seansı olan “defileye” konu olması, başlı başına bir
çelişki değil mi? Mankenlerin dolaştığı, namahremlerin bakıştığı bir “gösteri”,
herkesin her şeyini sergilediği asrımızın gösteriş dünyasının dışında kalmayı
seçmiş mümin kadını bozmaz mı? İsrafı teşvik eden, hazları yücelten, nefsi
kışkırtan, tüketimi kamçılayan bir seyirlik, kanaatkârlığı, tevazuu, nefsin ve
hazların ıslahını tembihleyen islam terbiyesiyle bağdaşabilir mi? “ 
Evet bağdaşabilir mi? Tesettürü sadece başı örtmek olarak
görenler bağdaştırabilir. Bunlar, helal olan bir malın tanıtımının da helal
olacağına dair  fetva aldıklarını
söylüyorlar. Herhalde bunlar helal tanıtımla haram tanıtımı karıştırıyorlar. 
Aşağılık kompleksi
Son
yıllarda para hırsının yanı sıra bir de aşağılık kompleksi gelişti bazı
Müslümanlarda. Başka bir yazar da konuya bu açıdan yaklaşıyor. (Bazı ifadeler
için affınıza sığınıyorum)
“Müzik,
ışıklar, renkler... Manken kızlar... "Tak... tak... tak..."
yürüyecekler. Podyumun sonuna gelecekler... "Rak..." diye
dönecekler... Tesettürlü giysiler içinde endam kıracak, kalça sallayacaklar.
Abdestli, namazlı, örtünmüş hanımla evli erkekler, "tesettürlü mankenlerin"
bacaklarını, kalçalarını, mahrem yerlerini gözleriyle soyacaklar. Göz zinası
yapacaklar. Olacak sana tesettür defilesi. Hayata bak dincileri ne hale
getirdi. Laikler gibi olacaklar ya. Onlarla yarışacaklar ya. Örtünmenin
defilesini yapıyorlar. Örtünmenin defilesi mi olur? Altı kaval, üstü şişhane!
İslam kültüründe defile mi vardı? İslamcı kadın, laik kadına yaklaşıyor.
Aslında  İslamda reform yapıyorlar.
Aslında "Yapın yapın..." demeli... Daha çok tesettür defilesi yapın.
Ne kadar çok yaparsanız iyidir, demeli.”
Bu tür
faaliyetler İslamiyete büyük zarar vermektedir. Tesettür defilesi ve bunun gibi
gayri İslami davranışlar ya İslamın tesettür emrinin ne olduğunu bilmemenin
veya para hırsının gözleri bürüdüğünün ifadesidir. 
Tesettür yani hicab ayetinin içinde yapılanların tam aksıne;
kadının teşhir edilmemesi, gözden ırak olması, zaruret olmadıkça sesini
duyurmaması, erkelerin arasına karışmaması, sokağa çıktığında giyinişinin sade
olması, dikkati celbedici giyim ve hareketler içinde bulunmaması, tahrik edici
olmaması... gibi davranışlar da vardır.
Nitekim, Tergib’te bildirildiğine göre: Hz.Fâtıma’ya sorarlar: “Kadınlar
için en iyi olan nedir?” cevâbında, “Erkeklerden uzak durmalarıdır” buyurur.
Âişe validemize, kadın
sokağa çıkmak zorunda kaldığında nasıl olmalı diye sorulduğunda;
başörtüsünün üstüne eski bir örtü almalı, belini büküp yeni elbise
giymemelidir. Konuşmasının düzgün olmaması için ağzına bakla gibi bir şey
koymalıdır.” buyurur. Bugün belki böyle yapmak mümkün olmayabilir. Fakat,
dikkati çekmeyen “Ben buradayım bana
bakın!” dan uzak, sade bir giyim pek ala mümkün. Defilecilerin yaptığına
bir bakın bir de bu hükümlere. Nereden nereye değil mi?
Yanlış anlaşılmasın; İslamiyet, papazlar gibi kadından uzak
durun demiyor. Meşru şekilde evlenin, yuva kurun; komşunun karısını, kızını
baştan çıkarmayın, onların haya perdelerini parçalamayın, aile yuvalarını
yıkmayın diyor. Tesettürün gayesi de bu değil mi zaten!.. 
ANNELER GÜNÜ
Anneler Günü... Yılda bir gün de olsa, huzur evlerinin loş
köşelerindeki  annelerini hatırlamaları
Batı için önemli bir gelişme... Gerçi her işlerinde olduğu gibi bunda da samimi
olup olmadıkları tartışma götürür. Çünkü tarih boyunca kadını insan yerine
koymamışlar bunlar hiç. Hep sıradan bir eşya muamelesi görmüş kadın. Kırk
yıllık Kâni olur mu Yani, derler ya. Birden değişip kadına değer vereceklerine
inanmak zor geliyor insana...
Önce geçmişte, milletlerin kadına bakış açısını verip sonra da “Anneler Günü”nün mahiyetine dönmek
istiyorum.  
Yunanlılarda kadın; çok
hakaret görür hatta “Pislik” diye anılırdı. Bütün hürriyetlerden mahrum olarak
herhangi birşey gibi alınıp satılırdı. Miras hakkı yoktu. Kendi malını kullanma
hakkına bile sahip değildi kadın. Evlilikte hiçbir söz hakkına sahip değildi.
Romalılarda kadın;
mülkiyet hakkına malik değildi. Kazandığı herşey, aile reisinin sayılırdı. Roma
kanununda köle olarak kabul edilirdi. Vatandaşlık hakkından mahrumdu, ona,
herhangi bir ev eşyası gibi bakılırdı. Ev eşyası gibi alınıp satılırdı kadın. 
Yahudilere göre kadın,
hizmetçi sayılırdı. Babası tarafından satılırdı. Ayrıca bunlara göre kadın
“la’netli” idi. 
Hıristiyanlardaki durumu da
diğerlerinden farksızdı. Kadının statüsünü belirlemek için 15. asırda yapılan
bir toplantıda alınan karar aynen şöyleydi: “Kadın sadece bir cisimdir. Ateşten
kurtulabilecek bir rûha sahip değildir. Kadınlardan sadece hazret-i İsâ’nın
annesi hazret-i Meryem ateşten kurtulacaktır.” 
İslâmiyetten önce Arapların kadına
bakışı da şöyle idi: Kadının fikir beyan etme hakkı yoktu. Mirastan
mahrumdu. Zorla evlendirilirdi. Bir adam ölüp, geriye birkaç kadın bıraktığı
zaman onun en büyük oğlu, öz annesi hariç, babasının öbür hanımlarıyla
evlenebilirdi. Kızlarını diri diri gömerlerdi. 
İşte dünya bu haldeyken,
Sevgili Peygamberimiz gelip, ondört asır önce, “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurarak kadının gerçek
yerini ortaya koydu. İslamiyetten sonra, dünyanın en rahat anneleri İslam
toplumundaki anneler oldu. Çünkü, anneye hürmet dinimizin, Peygamberimizin
emirleridir.
Peygamber efendimiz, kadını aşağılayıcı durumdan kurtarıp, kadına yumuşak
davranıp, ona iyilik etme esasını getirdi. Peygamberimizin hicretin onuncu
yılı, veda haccındaki sözlerinden, son nasîhatlerinden biri, “Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar,
Allahü teâlânın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak olunuz, iyilik ediniz” olmuştur.
Peygamberimiz en iyi insan olmak için de, hanıma karşı faydalı olmayı şart
koşmuştur. Hadîs-i şerîfte “Müslümanların
en iyisi, en faydalısı, hanımına karşı iyi ve faydalı olandır” buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte de “Bir erkek,
hanımını döverse, Kıyâmette ben onun davacısı olurum” buyurmuştur. 
Dinimiz, dünya işlerindeki kusuru için, dövmek şöyle dursun, acı, sert bile
söylemeyi yasaklamıştır. 
Bütün bunlar insaflı bir şekilde göz önüne alınırsa, kadına kimin değer
verdiği, kimin vermediği açık bir şekilde görülür.
Anneler gününün tarihçesi
Anneler gününün esası Antik Yunan’a dayanır. İngiltere’de ise, şu olay
Anneler Gününün ilk nüvesi kabul edilir: 17. asırda, İngilizler hizmetçilerine,
lütfedip yılda bir gün annelerini ziyaret izni verdiler. Bu, zamanla adet
haline geldi. Daha sonra buna kilise de izin verdi. 
İlk defa, merasim şeklinde, Anna
Jarvis’in önayak olmasıyla, 1908’de ABD’de bazı eyaletlerde kutlandı
Anneler Günü... ABD senatosu, 1914’te Anneler Gününü bütün ülkede resmen kabul
etti. Daha sonra, diğer ülkeler bunu izledi. Türkiye’de Anneler Günü kutlaması
1955’te başladı. 
“Anneler Günü” artık sosyal bir vak’a haline gelmiş
bir adettir. Her ne olursa olsun yılda bir defa da olsa aziz varlık anne
hatırlanıyor. Batı bunu dini bir vazife olarak yapmadığı için Müslümanların
anneler gününü kutlamaları haram olmaz.
Çünkü “Anneler Günü” adettir. Yani “Adette bid’at”tır. Adette bid’at olduğu
ve zararlı olmadığı, çirkin ve dine aykırı yönü bulunmadığı için, Anneler Günü
tertip etmekte ve hediye vermekte mahzur yoktur.
Fakat gayrı müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri, mesela dini
bayramlarını kutlamak caiz olmaz. Doğum günü, evlilik yıldönümü, Anneler Günü
gibi günleri kutlamak caiz olur. Ancak faydası olmayan adetleri almak, Batı’yı
körü körüne taklid etmek, onlara özenmek uygun olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder