Bağış Yap

Amount :
Other : USD

1 Temmuz 2014 Salı

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 42. Bölüm

Marifetnâme 42.Bölüm

BEŞİNCİ BÖLÜM

Beden uzuvlarındaki şekillerin hikmetini, kıyafetlerin farklılığı hasebiyle muhtelif olan canın vasıflarını, insan uzuvlarının seğirmesinin bükümlerini sekiz madde ile hakîmâne açıklar.

Birinci Madde

Baş uzuv şekillerinin hikmetini bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Cihanın yaratıcısı, insan bedenini kâmil bir güzellik üzere en latif cisimler ve en güzel şekiller kılmıştır. Onun uzuvlarının uygunluğu bir mertebe letafet, nezaket ve melahat olmuştur ki, onun vasıflarında nutuk ve açıklama âciz kalmıştır. Onun pâk ruhu, anlayış ve ferasetle, ilim ve hikmetle öyle dolmuştur ki, sonsuz bir deniz olmuştur. Güzel suret ve olgun siretle güzel bahçe ve fasih lehçe ile cihana benzersiz gelmiştir. Güzel yürüyüş, şirin söz, güzel eda ve latif seda ile âlemin aklını almıştır. Çekici güzellik ve tatlı can ile cihanın sevgilisi, irfan ehlinin rağbet edileni olmuştur. Onda âşıklara nice hâlet gelmiştir.

BEYT

Serv-i kadlerde olan şive-i reftarındır
Gonca-i femlerde olan lezzet-i güftarındır.

(Servi boylarda olan gidişinin şivesidir. Gonca ağızlarda olan sözlerinin lezzetidir.)

O halde imdi, nimet verici ve şekil verici Allah, insan bedeninde olan dört karışımın dumanından, şerefli başına latif saçlar ihsan edip, iki yumurta dumanından erkeklerin yüz ve göğsünde kıllar ortaya çıkarmıştır. Ta ki saç ile kadınlar süslenmiş ve sakalı erkekler belirlenmiştir. Kaşlar ile de hepsi ünvanlanmış olsun. Saçın siyah olması, dumanın çokluğundandır. Sarı olması balgamın çokluğundandır. Beyaz olması, tabiî hararetin zayıflığındandır. Hararetin zaafı, çok inzalden, çok cimadan ve şiddetli gamdandır.

Alnın nuru, gönüller sürûrudur. İki kaş, gözlere gölge olup, bir dolunay üzerinde iki hilal olmuştur. Gözlerin yeri kaşlar ve buruna arasında olduğu çarpmalardan korunmuş olmasına yarar. İki gözün önde yaratıldığı, cismin öne alacağı işlerde ona görücü olmak içindir. Göz kapakları, mekruhlara bakmaktan mâni olup, uyku hâlinde perde olmaktır. Kirpikler, ebru gibi gözü süsleyip, toplandığına gözleri toz ve dumandan korumuştur Aralarından bakan, yoluna doğru gitmiştir. göz bebeğinin siyah, gözün beyaz olduğu, süs içindir. İnsanın başının yuvarlak olduğu, çarpmalardan emniyet bulmak içindir. Ve dimağ azasına geniş mekan olmak içindir. büyüklüğü bu miktar olduğu uygun olmak içindir. İnsan yüzünün yuvarlak olduğu, güzellikle güneş ve aya benzemek içindir. Dudakların kırmızı, dişlerin beyaz inci olduğu, ziynet ve letafet içindir. Burnun iki delikli olduğu, biri teneffüs ve biri temizlik içindir. Kıkırdak olduğu, hafiflik ve çarpmalardan ihtiyat içindir. Burun kanatlarının geniş olduğu, fazla hava almak içindir. Bu yapıya bulunduğu, fazlalıkların inmesi ve nezle içindir. Dişlerin dar olanları, kesmek ve kırmak içindir. Genişleri, çiğneme ve öğütme içindir. Düzenli oldukları, konuşma anında sedanın cüzleri içindir. Dilin kemiksiz olduğu, lokmayı hareket ettirme ve harfleri eda içindir. ses, kelamı yükseltmek içindir. Dilin dişler ve dudaklarla hapis olduğu, az kelam içindir. Dilin bir, göz ve kulağın iki olduğu, çok görme ve çok dinleme içindir.

Kulakların iki tarafta oldukları, her taraftan gelen sesleri duymak içindir. Deliğinin çevresi bu yapıda olduğu, sesleri çekmekle uyanmak içindir. Kıkırdak olduğu,hafiflik, letafet ve çarpmalardan korunmak içindir. Boyun eni ve boyu bu miktar olduğu, baş ile uygunluk ve onu taşımaya metanet içindir. Tek kemik olmayıp, yedi omur olduğu, her tarafa dönme ile nezaket içindir. İnsan başının bütün azasından yüksek olduğu, şanının yüceliği ile mehabet içindir. Akıl cevherinin başında olduğu, ona tazim içindir. Bütün on hissi şerefli başında olduğu, onu şereflendirmek ve keremlendirmek içindir. Bunca aza ve kuvvetlerin birbirine topladığı, kerim Allah'ın kudretini ortaya çıkarma, hakim Allah'ın sanatını göstermek içindir.

İkinci Madde

İnsanın sair uzuvlarının şekillerinin hikmetini bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: bu insan türünün itidal üzere dik kılındığı ve iki ayağı ile yürür bulunduğu onu tadil ve faziletlendirmek içindir. İki omuz ve iki kolun bu şekil ve yapıda kılındığı, ahbabı sineye çekip, kabul etmek içindir. Ellerin, parmakların ve tırnakların böyle oldukları, yüz binler menfaat ve sanat içindir. Baş parmağın kalın ve kısa olduğu, dört parmağa karşı geldiğinde mukavemet içindir. Tırnaklar büyük ve yumuşak oldukları, uzuvların derilerini kaşımak eşyayı toplamak ve yarmak içindir. Çarpmalardan korunmak içindir. gümüş sine levhası üzerinde gül ve nar gibi iki meme erkeklerde güzellik, kadınlarda ziynet ve çocuklara süt içindir. Süt memesinin göğüste bulunduğu, otururken çocuğu emzirilmesi kolay olmak içindir. İnsan derisinin latif ve ince olduğu, ondan terin kolaylıkla seçilip, cisim ve can rahat bulmak içindir. Deri iç organları örtmek, dıştaki uzuvları süslemek içindir. Et, eden içini korumak ve dışını güzelleştirmek içidir. Meme ve göbek menfezlerinde çevredeki havanın beden içine ulaşması ruha ferah ermek içindir. Koltuk altlarında ve kasık gibi yerlerde kıl olduğu, menfezlerinden karışık kokuyu dışarıya vermek içindir. Aksırmak genze kaçan şeyi dimağa nüfuzdan men içindir. öksürmek,balgamın soğukluğunu yürekten atmak içindir.

Gülmek, gönülde olan sevinç ve hayreti ortaya çıkarmak içindir. Ağlamak, gönülde bulunan dert ve elemi dışa vurmak içindi. Titreme, sinirlerin gevşemesindendir ki, intizam ve sağlamlık isteği içindir. Esnemek, uyku ve yemeği istemek içindir. Uyuklama, beyin damarlarının gevşemesidir ki, yemeğin buharının çıkması içindi. Uyku ise, kuvvetlerin rahatını ve gıdanın hazmını, uzuvların olgunluğunu sağlamak içindir. Omurga kemiği, tek olmayıp, omurları ile nizam bulduğu, her tarafa bükülme ve eğilme içindir. Erkeklerde, âletin dik silindir şeklinde bulunduğu, yürüme ve oturma halinde, oyluklar arasında bulunduğundan hareketi kolay olmak içindir.

Cevheri kemik olmayıp, sinirler ve damarlar olduğu, yürekten damarlarla gelen şehvet rüzgârlarıyla büyüyüp, dolmak, ta ki, rahim ağzına ulaşıp, nutfeyi ona verip, ayrıldığına yine evvelki şekline gelip, kılıfına çekilip, rahat bulmak içindir. Kavga dolu başının et bulunduğu, bızırın iç etine uygun gelip, girme temasının tamamen hissedip, tam vuslat hasıl olmak içindir. Belalı başı kertek olduğu kendisinde ve bızır içinde bulunan can damarların sürtüşmesiyle meninin inmesi lezzetli olmak içindir.

Şehvet,yemek şehveti ve inzal içindir. İnzal şehveti, çocukların meydana gelmesi içindir. Eğer celal sahibi olan yaratıcı Allah, çocukların meydana gelmesini bu lezzetler ile kayıtlı ve bağlı kılmasaydı, bu lezzetlerin sonucu evlat olmasaydı, bir kime ihtiyar ve iradesiyle bu fitne ve belalara kail ve meyilli olmazdı. Şu halde insan nesli kesilip, yer yüzünde kimse kalmazdı.

Kadınlarda, ferç iki oyluk arasında bulunduğu, cebri cimadan emniyet gelip, sabit olmak içindir. ferç rutubeti, onda âletin cevelanı kolay olmak içindir. Bızırın harareti, ona can cana katılmak içindir. Tekrar tekrar ileri geri götürme, kavuşma ve birleşme bulmak içindir. Ama bızırın uzunlamasına olduğu erkeğin emnisinin incelmesinin kolaylıkla olması içindir. Bızırın sinir ve damarları, makat hizasına gelip, ondan geri dönüp, her biri kendisine yapışma ile yine bızırın içine katlanıp, katlanma yeri hurma şeklinde akıp, zekere uygun olduğu erkek aleti gibi rahim ağzına yakın gelip, nutfenin tabiatı bozulmadan onu selametle rahmine sokmak içindi. Rahim ağzının iki çeşme arasıda bulunduğu ondan doğan mütevazi olmak içindir. Erkeklerde yumurtaların dışarıda bulunduğu, büyük ve sert olmak içindir. Büyük oldukları, sahibi yiğit olup, cesaret bulmak içindir. Sert olmaları ,nutfe cevherine sertlik verip, kırmızı iken beyaz kılmak içindir. nitekim, meme eti ona gelen kırmızı kanı beyaz süt etmek içindir. Kadınların yumurtaları küçük ve yumuşak olduğundan, kendileri çekingen olup, nutfeleri sarı ve sıvı bulunmuştur. İki bulunmaları, mühim olan birleşme işinde ihtimam olunmak içindir. Eğer birine âfet isabete dese, biri selamet kalıp, nesli baki bulunmak içindir. Yumurta zarfının geniş bulunduğu, oyluklar arasında sıkıldığında zarfı içinde genişliğe erip, selamet bulmak içindir. Kadınlarda, tenasül uzuvlarının bızır içinde bulunduğu, tam vuslata imkan bulunmak içindir. Ama iki yumurta onlarda daha küçük ve daha yumuşak olduğu, yüz ve sineleri tüysüz, parlak, taze, temiz, güzel ve öpmeye layık olmak içindir. Derileri ince ve nazik olduğu, erkekler onlara meyil ve muhabbet kılmak içindir. Oyluklar, etli olduğu, oturma durumunda yumuşak döşek gibi makat halkasını korumak içindir. Zarta yani kavara (yellenme) geldiği midede gıdadan hasıl olup, kalbe ve karna ağırlık veren kötü rüzgâr çıkıp gitmek içindir. Oyluk adalelerinin kalın olması, ayaklara mukavemet verip, derece derece incelip, alttaki uzuvlar ve öteki uzuvları uygun kılmak içidir. Diz kapakları ve topuklar bu şekil üzere bulundukları, türlü yürüme ve oturma mümkün olmak içindir. Ayakların ön tarafa uzun olup, ayak parmakları bu yapılarında yaratıldığı dört ayaklılar gibi, ayakta durmak mümkün olup, yürüme bir karar üzere bulunmak içindir.

Açıklanan insan vücudu uzuvlarının hikmetinde mevcut olan fayda ve menfatalerin azının azıdır. Bütün cisimlerin en güzel duranı, en tamı, en önemlisi, en doğrusu, en güzeli, en sağlamı, en olgunu ve en güzeli insanın bedeninin olduğunun delili: İnsan, Rabbin binasıdır. Onu yıkan melundur,) Hadis-i Şerifi burhan ve delildir. Nitekim Hak Taâlâ Kitab,ı Kadîm'inde: "Gerçekten biz, insanları üstün kıldık, karada ve denizde taşıtlara yükledik ve onlara hoş rızık verdik. Kendilerini, yarattıklarımızdan çoğunun üzerine üstün kıldık," (17/70) buyurmuştur. O halde, bu insan türü bütün âlemin mahdum ve mükerremi, yaratıkların çoğunun en faziletlisi ve muhteremi olduğunu cümleye duyurmuştur. İnsanı en güzel şekilde yaratan Allah münezzehtir. Yaratıcıların en güzeli Allah, ne Yücedir.

NAZM

Muin etti bu mânâyı hüccet burhân
Ki zübde-i dü-cihândır hazret-i insân
Hezâr kerre sana bu sözü dedim tahkîk
Ki kendi kadrini bil ey hülasa-yi devrân
Bilinse meşreb-i irfân hayat-ı cân bulunur
Ki ayn-ı âb-ı hayât oldu meşreb-i irfân


 (Muin olan Allah bu mânâyı hüccet ve burhan etti; hazreti insan iki cihanın zübdesidir. sana bin kere bu sözü dedim; ey devranın özeti,kendi kadrini bil. İrfanın meşrebi bilinse, hayat ve can bulunur. Ab-ı hayatın gözü irfan meşrebi oldu.)
Üçüncü Madde

İnsan uzuvları şekillerinin kıyafetlerine anlayış ve ferasetle bakmanın gönül ve cana ola emniyet ve selametini, lütuf ve kerametini bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Alemi bu kapıda yaratan ve takdir eden hakîm ve kadîr Allah'ın, kendi benzeri olan insan âlemini, en güzel şekil üzere olduğu surette tasvir edip; ruh üflemekle süslemiş ve nurlandırmıştır. Hayvan cinsinde bu insanı güzellik ile en güzel ve en mutedil kılıp, nutuk ve beyan ile en faziletli ve en mükemmel kılmıştır. Gerçi adem oğlunun hepsini ziynet ve yaratılışta bir yaratmıştır. Lakin ademoğlu fertlerini suret ve sirette birbirine muhalif ve farklı etmiştir.

Sonra lütûf ve inayetiyle hikmetinin hakikatlerini ve sanatının inceliklerini bu insan âleminde açıklayarak ortaya çıkarıp; sureti sirete,e azayı ahlâka âlamet ve nişan etmiştir. Ta ki önce insan kendi kıyafetinden kendi vasıflarını tamamıyla bilip, ihtimamıyla ahlâkını güzelleştirsin. sonra akranı ve yârânı kıyafetlerine anlayış ve ferasetle bakıp, her birinin zatında gizli olan durumlarına ve ahlâkına vâkıf ve muttali oldukta; onlara ya ahlâkınca rağbet ve muhabbetle muamele etsin veya aklınca iyi idare ile geçinip gitsin. Veya hepsinden uzlet edip, emniyet ve selamete, izzet ve rahata yetsin. Ne kimseden incinip, ne kimseyi incitsin. Gönül boşluğuyla tenha oturup, yatsın.

NAZM

Cihan bağında ey âkıl budur makbul-i ins ve cin
Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin

Hadis-i şerifte: "Hayrı, güzel yüzlüler yanında arayın," buyurmuştur. Yani gökçek insandan güleç yüz ve şirin söz görülüp, işitildiğini; güzel huylar ve yahşi işler vücuda geldiğini herkese duyurmuştur.

BEYT

Kim ki hikmetle nâsal kıldı nazar
Her işi mukteza-ı zat sezer

(Hikmetle insanlara bakan, her işi atı gereğince sezer.) Hak Taâlâ kemal-i keremiyle: "De ki, herkes yaratılışına göre davranır," (17/84) vaat ve müjdesini işaret buyurmuştur. Şu halde herkese karşı gafur, halim, cevat, kerim, rauf ve rahim olduğunu lafzıyla duyurmuştur. Zira ki herkes kendi layığını işlediğini, herkes görmüştür.

Dördüncü Madde

Baş ve boyun uzuvlarının kıyafetini bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:

Boyu uzun olan güzel ve sâde dil olur. Boyu kısa olanın çok hilesi vardır. Boyu orta olan, akıllı ve hoş huylu olur. Saçı sert olan akıllı ve atılgan olur. Saçı yumuşak olan, ebleh ve arsız olur. Saçı sarı olan, kibirli gazalı olur. Saçı kara olan, sabırlıdır, onu ara. Saçı kumral ise güzeldir ve sahibi bedelsizdir. Sazı az olan lütufkâr, bilgili ve nazik olur. Saçı çok olan kadın, anlayışsız olur. Başı küçük olanın aklı azdır. ona sır söyleme. Başı büyük olanın, aklı çok olur. Başının tepesi yassı ise, sahibi keder çekmez. Başının derisi parlak olan, hayır yapar, ziyan vermez. kele yaklaşma sakın, kötü huylu olur alnı dar olanın ahlakı da dar olur Alnı yumru olan,kötü ve aldatıcı olur. Alnı normal olanı, emin olarak bil. Alnı kırışıksız olan, mutlaka tembel olur. alnı uzun olan anlayışlı, az ise cömert olur. Kaş arası kırışık olan, her zaman gam yüklüdür. Kulağı uzun ve bol  olan, cahil ve tembeldir. Küçük kulaklı olan uğursuz; orta olan doğrudur.

Kaş ucu ince olanın işi gücü fitnedir. Kaşının kılı çok olan, kırık ve gussalıdır. Kaşı açık olan doğrudur, çatma olan uğursuzdur. İnce kaş güzel olur; uzunu kibre delildir. Kaşı kavisli olan, her zaman dilber olur. Göz çukuru az ise, o kibre delil olmuştur. siyah gözlü olan itaatli, kızıl gözlü olan cesurdur. Gök gözlü olan zeki, ela gözlü olan edip (yazar) olur. Küçük gözlü olan, hafif; büyük gözlü olan zarif olur. Gözü yumru olan hasetçi, orta olan dost olur. Kıpık gözlü olan, yaramazdır; bakışı tembeldir.

Noktalı göz ok olur, demesi pek çok olur. Tek gözlüye yakın olma,sık bakan olmaz emin. Şaşıya bakma, çünkü sana eğri bakar. Güleç gözlü lan güzeldir, kirpiği sık olansa bedelsizdir. Büyük yüzlü olan illetlidir; küçük yüz kibre delildir. Yumru yülü olan cimridir, yassı olan güzeldir. Arık yüzlü olan borcuna sadık değildir; kalın ve etli yüzlü sevimsizdir. Uzun yüzlü olan,lafla yalan söyler. yüzü sert olanın, çoğu sözü acı olur. Yuvarlak yüzlü olan, aydan daha nurlu olsa gerektir. Çünkü böyleleri mütebessim olur ve onu gören kâm alır. Benzi kızıl olan edip (yazar), esmer olan zeki olur. Benzi sarı olan hastalıklı, siyahımsı olan tevekkeli olur. Gözleri gök ve mavi olsa, ondan ırak ol. Rengi normal olan hem ak, hem kızıl olur. Burun eğer uzun olsa, sahibinin anlayışı kıttır. Burnu kısa olan, çok korkak olur. Burun ucu top olan, neşeli olur.

Burun ucu ağza yakın olan adamdan sakın. Burun deliği bol olsa, o, kibir ve haset dolmuştur. Burun kanatları hareketli olanda kahır ve inat toplanmıştır. Burnu geniş olan, şehvet düşkünüdür. Burnu eğri olanın fikri himmettir. Küçük ağızlı olan güzel, fakat çok korkak olur. Ağzı büyük olan cesur, küçük olan kötü olur. Kadının tenasül uzvunun yapısı ağzı gibidir. Genizden gelen söz, kibirden olsa gerek. İnce sesli erkek, kadına düşkündür. Erkek seli kadınlar çoğunca yalan söyler. sözü seri olanın anlayışı yüksektir. Kaba sesli olanın himmeti vardır. Çatal sesli olan, sürekli halktan kuşkulanır. Gülmesi çok olandan haya umma. Yüz güleç, söz lezzetli olan, candır, azizdir. Yufka ve kırmızı dudaklı olan dersi iyi anlar. Kalın dudaklıların muzipliği ağırdır. İri dişli olan, çoğunca yaman işler yapar. Mutedil dişli olanın işi hoş ve doğrudur. Ağız kokusu hoş olanın, ahlakı da hoştur. İnce çeneli olanın aklı hafiftir. Enli çeneli olan, kaba olur. Çenesi normal olan, akıllı ve güzel olur. Uzun sakallı olan, hünersiz olur. Sık sakallı olan kabadır ve sohbeti uzatır. Siyah ve az sakal, zekaya delildir. Hiç kılı olmaya kösenin hilesi çok olur. Değirmi sakallının olgunluğu çoktur. Enli kafalı olan, ahmaktır. Boynu çok uzun olanın olguluğu azdır. Boynu ince olan, nâdân olur. Boynu kalın olan, gece gündüz obur olur. Boynu kısa olanın hilesi çok olur. boynu orta olanın işi hayır yapmaktır. Her yeri orta olan, şüphesiz dilber olur.

RUBAİ

Cehd eyle bir ârif-i dânâyı bul
Ya bir sanem-i latif ü ra'nâyı bul
Bu ikisinin biri nasip olmazsa
Evkatını zâyi etme tenhayı bul

(Çalış, bilgin bir ârif bul. Ya bir latif sevgili ve güzel sözlüyü bul. Bu ikisinin biri nasip olmazsa, vaktini zayi etme, tenhayı bul.)

Beşinci Madde

Kalan beden uzuvlarının kıyafetini bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:

BEYT

Ademi öldürür o reftarı Mürde ihya eder o güftarı

(Omuzu sivri olan hırsız ve işleri yaman olur. Eğri omuzlu kişinin, işi eğri olur. Kısa omuz eblehin, düşkün omuz, efilindir. Mutedil olan omuz sahibi, rumuz anlar. Kolu eğri ve kısa olsa, o şerli olur. Bileği uzun olursa, istemeden bahşiş verir. eğer küçük olduysa el, o misilsiz ve güzeldir. Parmağı uzun olan, bilgi sahibi ve hüner ehlidir. Parmağı yumuşak olan, şüphesiz zeyrek olur. Tırnağı geniş olmasa, akşam sabah sev onu. Tırnağı yumru ve çizik olsa, o bilmez yazık. Tırnağı yassı ve düz olsa, olur eli uz. Göğsü çıkık olanın ahlakı da kötüdür. Göğsü eğer dar olsa, gece gündüz o, gam yer. Geniş olsa, onun gönlü hiç melûl olmaz. Göğüs ve omuzdaki kıl, cürete delil olmuştur. Kadının göğsü büyük olsa, şehveti çok olur. Göğsü uzun olsa onda süt az olur. Kadının göğsü küçük olsa, süt onda çok olur. Sütlü memeli ve doğurgan kadın, eşine dosttur. Orta memeli olanın memesini eşi emer. Eti yumuşak olan tende, can ve lütuf olur. Eti hoş ve latif olan,bilgili ve zarif olur. Eti pek katı olanın kabalığı katı oldu.

Arkası yassı kişinin işi, sefahat oldu. Arkası kambur adamın huyu da kötü olur. Sırtı geniş olanın,kuvveti çoktur. Eğer beli ince olursa, şekli yerince olur. Arkada kıl bittiyse, şehvete delil olmuştur. Karnı büyük olan gabidir. Karnı küçük olan çelebidir. Karnı hem büyük hem kısa olursa, kötü huylu ve zorlu olur. Kasıkta kıl bitmezse, tabiatı vahşi olur. Oyluğu enli olan, şüphesiz tembel olur. Aleti küçük olan, olgu ve bilgili oldu. Aleti uzun olan, ahmaklığına delildir. Eğer aleti büyük olsa, çok kötülük sahibidir. Husyeler küçük olsa sahibi korkak oldu. Husyeler büyük olsa, o kişi pehlivandı. Ferci eğer küçük olsa, o kadın tehlikelidir. Eğer etli büyük olsa, kadının şehveti çoktur. Oyluğu pek uzun olanın şehveti az olur.

Bir kıçı eğri olanın içi kibir ve hasettir. Dizi büyük olan, hayli yük yüklenir. Baldırı kalın olanın, lütfu olmaz. topuğu etli kadını, şiveli say. ökçesi yufka olan, şüphesiz dilber olur. Ökçesi kalın olan mert, şecaatte tek oldu. Ayağı enli kişinin, cevr ve cefadır işi. Eğer ökçe uzun olursa, sahibi çok hâyâlıdır. Parmağı uzun olan, anlayışla bilgi doludur. Adımı dar olanın cünbüşü hoştur Çünkü salınarak yürür, akıl ona hayran olur.)

(Adamı öldürür o güzel yürüyüşü, ölüyü diriltir o güzel sözleri.)

Altıncı Madde

Kadınların güzellik alâmetlerini ve güzellik çizgilerinin delillerini bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar, kadın uzuvları kıyafeti konusunda demişlerdir ki:

Kadının güzelliğine delil olarak 32 resim bil. Dört yeri siyah lazım: Saç, kaş, kirpik ve göz. Dört yeri ak ola: Renk, diş, tırnak ve göz. Dört yeri kızıl lazım: Yanak, dudak, dişeti ve dil. Dört yeri geniş gerek: Kaş, göz, göğüs ve göbek. Dört yeri dar olmalı: Burun, kulak, koltukaltı ve ferç. Dördü de büyük olmalı: Göğüs, kasık, bız' ve diz. Dördü küçük olmalı: Burun, ağız, ayak ve el. Sesi ve beli ince, şekli de nice! Eti dolgun ve tazi olmalı, kıldan da beri olmalı. Böyle kıyafetli ten olsa, güzeldir o kadın. Böyle kadın güzel olur. Ahlakı da sevimli olur.) Nitekim Hamdi-i Sirin, kadınların güzellik belirtilerini, hazreti Züleyha'nın şanında şöyle açıklamıştır:

Zamane kadınları, merhametli olmayıp, başa kakıcı oldukları için, olgunluk ve güzellik emâlik olanın bile tatlı kavuşmasından ise, güzelliğini hayal etmek bin kat daha lezzetli ve evladır.

BEYT

Tahayyül eylesem anı gönül huzuru bulur
Tezekküründe visali kadar telezzüz olur

(Onu hayale etsem, gönül huzuru bulur; onu düşünmek, kavuşmak kadar lezzetli olur.)

BEYT

Bana biganedir dilber hayali cana mahremdir
Enisim munisim yarim odur kim dilde hemdem olur.

(bana yabancı olan dilberin hayali, cana mahremdir. Enisim, munisim ve yarim sürekli gönülde olandır.)

Gerçi kadın, dilberdir ve hoş resimdir, fakat inan ki, onda akıl ve din eksiktir. Zinhar, ey akıllı kişi zinhar! Olgun isen eksikle yâr olma. Ay ve yıl eksiğin büyüsüne tutulmak hiç olgunlara layık olur mu? Bu can yakasını nefs eline verme. Şehvet ateşiyle niçin can yakasın? Nutfe, tende can bahşeden sudur iyi binici, cevelanı çabuk attır. Onu Hak yolunda topal etme. Çünkü bineksiz süluk, edemezsin. Ne zaman ki dilber hayaline can meyleder; o kanadı ile en yüksek semte gider. Canın kanatları hayal sevgisi olur. O kanat, nutfeden peyda olur. Ruhun kanatlarına cima kırar. Halk ise onu faydalanma sanır. Kadın ve erkeğin arzusu birleşmedir. Aşıklara kadından murat hayal etmedir. Kadın, suretpereste kıble olduysa; Gönül ashabının kıblesi, ihsan verici Allah'tır. Suret nakşından aynanı uyup; sineni mânâların aynası eyle. Ta için hak nurundan dopdolu ola. Ruh kutun, onun marifetinden inci dola.

Yedinci Madde

Uzuvların kıyafet tadilinin zıt delillerini ve nefslerin ihtilafıyla olan hükümlerini bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Uzuvların kıyafetinde anılan zıt deliller, bir şahısta toplansalar, hepsini itidal üzere mamur ve şen eyler. Mesela kösenin boyu uzun olsa,o kösedir diye ona ta'n olunmaz. Zira ki itidal bulmuştur. Eğer yüzü de nurânî olduysa, görenler artık onu nur anlar. Şu halde bir kimsede hangi tarafın delilleri çok bulunduysa, o kimse o tarafta bilinmiştir. Eğer bir kimseye Hakk'ın nuru göz olsa, onun feraseti, adı geçen delillerden müstağni bulunmuştur. Zira ki haberde, Habib- i Ekrem (S.A.V.) hazretlerinden: "Mü'minin ferasetinden sakının, çünkü o Allah'ın nuruyla bakar," naklolunmuştur. Çünkü anılan alâmetlerin hepsi, hayvanî nefsin ahlak ve vasıflarının delilleridir. şu halde eğer insanî nefs, emmâre ise,o nefs, hayvanîye esiri olduğundan, onun hükmünün içindedir ki, zulüm ve zulmetten, cehil ve bulanıklıktan vasıfları arınmış değildir. Kâh şeytan sıfatlı, kâh yırtıcı hayvan sıfatlı, kâh hayvan sıftalı bulunmuştur. Halbuki sureta insan görünmüştür. Eğer insanî nefs, levvâme ise, kâh hayvanî nefsin mağlûbu olup, kâh ona galip olduğundan; bu nefs, kâh hayvan sıfatlı, kâh insan sıfatlı bilinmiştir. Eğer insanî nefs, mülhime ise, hayvanînin üzerine galip olup; mutmainne olduysa cengi sulha ve nizayı rızaya döndürüp, şerler ona hayır olur. bu hayır ve şer onun kaydı olmayı, nefsi, mutlak ruh olur. Bütün varını terk ettiğinden, ağyarı ona yâr olur. Kendinde nişan ve alâmet kalmaz. Onun vasfı, beyana gelmez.

Gel ey Hakkı, unu halkı Bu benlikten geçip, kendini toprak eyle ve nazargâhı Hüda olan kalbini, mâsivadan pak eyle. Ondan onun kalplerin enisi olduğunu idrak eyle. Muhabetiyle âdeti yırtıp, çâk eyle Kim ki isterse üns-i dildârın Vermesin mâsivaya dildârın

(Sevgilinin ünsiyetini isteyen, sevgilisini mâsivaya vermesin.)

KITA

Zamane halkını fehm eyle olma sen mağrur
Gönülde dostu buup her nazardan ol mestur
Ne lütfu var bir alay kalbi hasta bestelerin
Koy ehl,i gaflet ve cehli sen eyle dilde huzur
Çü nâsa nâsdır âfet bu nâsı ol nâsi
Ki Rabb-i nâs ile bulsun dil üns olup huzur

(Zamane halkını anla, sen mağrur olma. Gönülde dostu bulup, he bakıştan örtünmüş ol. Kalbi hasta ve bağlı olanların ne lütfu var? Gafilleri ve cahilleri bırak, gönülde huzur eyle. Çünkü insanlara insanlardır yâfet, bu insanları unut ki, insanların Rabbi ile gönül ünsiyet bulsun.)

Sekizinci Madde

İnsan bedeninde damarlar içinde akan kanın sebebiyle deri üzerinde görünen uzuvların ihtilacını (seğirme ve titreme gibi hareketleri hükümleriyle bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:

Başın tepesinin seğirmesi, makamdan haber verir. Başın önünün seğirmesi, devlete yeser oldu. Başın yan tarafının seğirmesi, gerek sağ ve gerek sol, hayırdır. Alın seğirmesinde; sağ iyş, sol haberdir Kaş seğirmesinde; sağ ve sol dostluktur. Kaşların ortası seğirirse; sağı zevk, solu kederdir. Dil seğirirse; sağı hüzün, solu şenliktir. Gözün dışının seğirmesinde; sağda kötüleme, solda ziynettir. göz bebeği seğirmesinde; Sağı ağrı, solu sürurdur. Göz kuyruğu seğirmesinde; sağda sevinç, solda maldır. Göz altı seğirmesinde; sağda sevinç, solda hışımdır. Yanak seğirmesinde; sağda hayır solda maldır. Burun kaşınması yoldur: Sağda kahır, solda mevkidir. Dudak üstü seğirmesinde; sağda rızık, solda şenliktir. Dudak ucu seğirmesinde; sağda zarar, solda şenliktir. Dudak altı seğirmesi; sağ ve solda yahşidi. Seğriyen çene; sağda iyş, solda güzelliktir. Kulak seğirir; sağ ve solda hoş haberdir. Boğaz da kulakla seğirirse; sağda mal, solda gamdır. Döş seğirirse; sağda hüzün, solda kederdir. Pazu ve el seğirmesi; sağda rızık, solda maldır. Dirsek seğirir; sağda ve solda hoş haberdir. Kolların seğirmesi; sağda kötüleme, solda manevî ayıptır. Bilek seğirmesi; sağda mal, olda meşakkattir. el üstü seğirmesinde; sağda hüzün solda şereftir. El seğirmesi; sağ ve sola rızık ve maldı. Başparmak seğirmesine; sağda yük, solda kâmdır. Şahadet parmağı titrerse; sağda ve solda sebeplerdir. Orta parmak; sağda hüzün, solda şenliktir. Serçe parmak seğirmesi; sağda mevki, solda gamdır. Yüzük parmağı seğirmesi; solda hayır, sağda maldır. Göğüs seğirmesi olur; ağı hüzün, solu sürurdur. Meme seğirmesi; sağda mevki, solda şenliktir. Karının tam seğirmesi; sağda birleşme, solda kâmdır. Göbek seğirmesi; sağda hüzün, solda sürurdur Bedenin bir yanının seğirmesi; sağı sevinç, solu maldı. Böğür seğirmesi, solu rızık, sağı mevkidir. oyluk seğirmesi; sağı mihr, solu oğuldur. Kasık seğirmesi; sağ cima, sol seferdir Husye seğirmesi; sağda çocuk, solda gamdır. Makat seğirmesi, solda yol, sağda maldır. Baldır seğirmesi; sağ iyş, sol seferdir. Diz seğirmesi; sağda hüzün, solda sürurdur. Diz alı seğirmesi; sağda yol, solda kaderdir. Bacak seğirmesi; sağda mal, solda mevkidir ve yolculuktur. Bacak dışı seğirmesi; sağda yol, solda erzaktır Bacak içi seğirmesi; sağda mal, solda ayrılıktır. Topuk seğirmesi; sağda kavuşma, solda seferdir. Ayak arkası seğirmesi; sağda hüzün, solda safadır. Topuk ve el seğirmesi; sağda yürüme, solda maldır. Taban seğirirse; sağda yürüme, solda şereftir. Başparmak seğirmesi; sağda mal, solda kâmdır. İkinci parmak seğirmesi; sağa ve solda hoş haberdir. Orta parmak; sağda ve solda cidaldir. Serçe parmak seğirmesi; sağda cidal, solda sürurdur. Serçe parmak yanındakinin seğirmesi; sağ ve solu rızık ve maldır. Eğer bir yerin seğirse, bak, burada hükümleri hatırla ve şüphesiz itimat et. Damar neden oynar? Hak'tır onu depreten O an işaretlerini anla ve müjdelerini bekle.

BEYT

«Her ne can kim duyar işâretten
Hürrem olsun dili beşaretten»

Anatomi ve bedenle canın özgürlüğünün faydaları ve menfaatleri; azanın kuvvetlerinin ayrıntılı olarak anlatılması uzun olup, bizim maksadımız olan Hakk'ı tanımaya bunca temsil ve teshille bu özetleme dahi yardımcı ve delil olmakla, beden durumlarının açıklanması, insanlık âleminde uzatılmadan kısa söz ile meramın elde edilmesi, izamın düzenlenmesi ve makamın tamamlanması olmuştur. Zira ki en güzel biçimde yaratılan ve iki cihanı toplamış bulunan insanın şerefi bedeninin, her bir latif uzvunda olan yaratıcı ve bâri Allah'ın ince kanatlarına hayretle bakıp, ibretle seyir ve temaşa kılınıp, düşünme ve fikretmeyle hayal olundukta; anlayış ve idrakte, akıllar âciz ve kısa kalıp, vasıf ve beyanında şaşkın bulunmuştur. insanı en güzel şekilde yaratan, benzersiz hakîm, şekil verici bâri ve yaratıcı olan Allah münezzehtir.O, ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır. Yaratıcıların en güzeli olan Allah yücedir

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 41. Bölüm

Marifetnâme 41.Bölüm

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İnsan bedeninde bulunan cinsleri ve kuvvet çeşitlerini, uzuvlarının içlerinin başlangıcını ve hayat verici dört nefsi, his ve kuvvet gibi hizmetçileri olan eşyayı altı madde ile açıklar.

Birinci Madde

İnsan bedeninde olan kuvvetlerin tür ve cinslerini, uzuvların içlerinin başlangıçlarını kısaca bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Kuvvetler ile fiiller birbirinden anlaşılmıştır. Zira ki, her bir kuvvetin başlangıcı bir fiil olup, her bir fiil ancak bir kuvvetten çıkmıştır. Şu halde fiiller gibi kuvvetler dahi iki cins olmuştur ki, biri tabii kuvvetler, biri nefsanî kuvvetler bulunmuştur. Bu kuvvetlerden her birisi için bir baş uzuv vardır ki, o uzuv o kuvvetin madeni olup, fiilleri o uzuvdan vücuda gelmiştir.

Tabii cins ki, bitkisel nefs olmuştur. O iki türü içine almıştır. Bir türünün gayesi, bedeni tedbir ile korumaktır. Bu tür gıda işinde mutasarrıftır ki, bedenin bekası sonuna dek ona gıda vermiştir. Büyümesi sonuna dek ona gelişme vermiştir. Bu türün yeri ve fiilinin çıkışı karaciğer bulunmuştur. ikinci türün gayesi bedenin o türünü korumak bilinmiştir. Bu tür tenasül işinde mutasarrıftır ki, beden karışımından meni cevherini ayırıp, ondan Hakk'ın emri ile bedenin benzeri şekillenmiştir. Bu türün yeri ve fiilini çıkışı tenasül organları bulunmuştur.

Nefsanî cins ki, ona hayvanî nefs denilmiştir. O iki türe kuşatıcı bilinmiştir. Onun bir türü müdrike kuvveti iki, bir tür hareket kuvveti bulunmuştur. Müdrike kuvveti ki, iki kısımdır. Birine dış ve birine iç denilmiştir. Bedenin dışında idrak edici olan beş kuvvettir ki: Duyma, görme, koklama, tatma ve dokunmadır. Bedenin içinde idrak eden dahi beş kuvvettir: His, hayal, fikir, vehim ve hafızadır. Bu tür müdrikenin yeri ve fiilinin çıkışı dimağ bulunmuştur. Ama hareket kuvveti bir türdür ki, hareketlerin başlangıcı hasebince kısımlara bölünmüştür. Zira ki her bir adale, bir başka tabiatta yaratılmıştır. Bir tür damarların hareketi olup, bedenin kirişlerini, titreşim ile kavrama ve salıvermeyle yayan kuvvetlerdir ki, bunlarla mafsallar yayılıp, uzuvlar hareket kılmıştır. Bu kuvvetlerin yerleri ve menfezleri adalelere bitişik olan sinirler olmuştur. Bu hareket kuvvetinin bir kısmı gazap kuvveti, bir kısmı şehvet kuvveti kılınmıştır.

Hayvanî nef gazabına ârız olan, kavrama bilinmiştir. Şehvet de ona ârız olan yayılma bulunmuştur. Gazapla şehvetin yerleri ve hareketlerinin çıkış yerleri yürek kılınmıştır. Hakikatte bütün kuvvetlerin başlangıcı yürek bulunmuştur. Lakin bu merkezler, nitelendirilen kuvvetlerin fiillerinin ortaya çıkış yeri bulunduğundan her biri başlangıç yeri adını almıştır.

Nitekim hislerin başlangıç yeri dimağ iken yine her his için tek bir uzuv olunmuştur. Zira ilk o hissin fiili kendine mahsus o uzuvdan meydana çıkmıştır. ama bazı tek fiiller, gıdayı hazmetmek gibi, tek bir kuvvet ile tamam olmuştur. Bazısı yemek iştihası gibi iki kuvvetle kemalini bulmuştur. Zira ki bu iştiha çekici bir kuvvetle, bir de hem midede konulan hassas kuvvetle tamam olmuştur. Çekme kuvvetini uzun lif, rutubetle harekete geçirir. Midenin girişindeki his kuvveti, bu işlemle iştihayı uyaran siyah köpüğü ekşidir. Zira ki bu hisse bir âfet ârız olsa, acıkma ve iştiha bâtıl olup gider. Sebeplerin müsebbibi Allah münezzehtir. Rablerin rabbi Allah münezzehtir.

İkinci Madde

insan bedeninde olan tabii nefsi ve bitkisel nefsi, bunların hizmetçileri bulunan kuvvetleri ayrıntılı olarak bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Ana karnından dünyaya gelen çocuk, dört can ile zinde olduğu halde doğmuştur. O dört ruhun birisi tabii nefs, biri bitkisel nefs, biri hayvanî nefs ve biri insanî nefs bilinmiştir.

Tabiî nefs: Bir kuvvetten ibarettir ki, cismin cüzlerini koruyup, birbirinden ayrılıp dağılmaktan mâni bulunmuştur. Bütün beden bu nefsin yeri kılınmıştır. Bunun iki hizmetçisi vardır. Birine hafiflik, birine ağırlık adı verilmiştir. Hafiflik o kuvvettir ki, çevreye meyilli bulunmuştur. Ağırlık, onun aksidir ki, merkez tarafına meyilli bulunmuştur.

Bitkisel nefs: Bir kuvvetten ibarettir ki, cismi, uzunluk, genişlik ve derinlikte uzatıp, miktarını büyük kılmıştır. Bu nefsin yeri kara ciğer olmuştur. Sözü edilen tabiî nefs, iki hizmetçisiyle birlikte bu bitkisel nefsin hizmetini kılmıştır. Bitkisel nefsin, bunlardan başka kendisi için dokuz yardımcısı dahi bulunmuştur: çekme kuvveti, tutma kuvveti, hazmetme kuvveti, ayırt etme kuvveti, itme kuvveti, üreme kuvveti, şekil verme kuvveti, gıda alma kuvveti ve büyüme kuvveti.

Çekme: Bir kuvvettir ki, faydalı gıdayı dışarıdan cismin içine çeker, demişler. Bu kuvvet bu fiili, kendi yeri olan idenin üst ağının uzun lifi ile işler.

Tutma: Bir kuvvettir ki, gıdayı içeride korur. Bu kuvvet bu fiili, kendi yeri bulunan midenin alt ağzının enlemesine kıvrık lifi ile eder.

Hazmetme: Bir kuvvettir ki, çekmenin çektiği, tutmanın koruduğu faydalı gıdayı değiştirir. Onu bir kıvama getirir ki, üremenin açıklanacak fiili için hazırlar. Kalanı karışıp, uzuvların gıdası olur, gider. Bu işleme hazım adı verilir. Bu kuvvet, bu pişirme ve karıştırmayı kendi yeri olan mide, karaciğer ve damarlar içinde onların hararetiyle işler.

Ayırma: Bir kuvvettir ki, gıdayı içeride korur. Bu kuvvet bu fiili, kendi yeri bulunan midenin alt ağzının enlemesine kıvrık lifi ile eder.

İtme: Bir kuvvettir ki, gıdadan gıda almaya layık olmayan fazlayı veya yeterli miktardan ziyade kalan fazlayı iki yoldan, ya ona mutad olan menfezlerden çıkarır. Nitekim ağaçtan zamkı çıkarır. Veya o ziyade yolan fazlayı, önemli azadan daha az önemli azaya ve katıdan yumuşağa iter. Bu kuvvet bu fiilleri, mide altında konulmuş olan enli ve sıkıcı lifin bir kirişinden toplamasıyla eder.

Üreme: Bir kuvvettir ki, en latif gıdayı toplar. Ta ki ondan o cismin benzeri hâsıl ola. Nitekim o toplama bitkilerde tohum, hayvanlarda nutfe denilmiştir. Bu kuvvet iki türdür ki, bir türü erkek ve dişide meniyi doğurur. Bir türü, rahmin içine gelen nutfede olan kuvvetleri, birbirinden ayırıp, her uzva mahsus bir mizaç hâsıl oluncaya dek meczeder. Bu kuvvet, bu fiilleri, kendi yerleri olan beden damarlarında işler.

Şekil verme: Bir kuvvettir ki, Hakk'ın kudretiyle bütün azanın teşekkül, karışım, miktar, yer, boşluk ve delikleri sonlarına bağlı olan bütün işleri görüp, korumak için gıda türünde tasarruf sahibi olup, onu cismin rengi eder. Bu kuvvet bu fiilleri, kendi yerleri olan atar damarlar içinde eder.

Gıda alma: Bir kuvvettir ki, alınan gıdanın benzerliğine çevirip, bedenden ayrılanın yerine verir. Bu kuvvet bu fiilleri, kendi yerleri olan bütün azalarda eder.

Büyüme: Bir kuvvettir ki, cismin bütün çaplarını tabii uygunluğu üzere ziyade eder. Büyümesinde imdat eder ki, cisme giren gıda ile gelişir ve büyür. Bu kuvvet bu fiilleri, kendi yerleri olan bedenin tümünde işler. Bu iki nefs, adı geçen hizmetçileriyle, açıklanacak hayvanî nefin hizmetçisi olmuştur. Hakîm ve kadîr olan Allah'ın boyun eğdirmesiyle, o nefse boyun eğerek itaat kılmıştır. Hayvanî nefs dahi, konuşucu nefsin binek ve atı olmuştur. (Bunu bizim emrimize veren ve bizi onun emrinde etmeyen Allah münezzehtir. Şüphesiz biz Rabbimize dönücüleriz.)

Üçüncü Madde

insan bedeninde olan hayvanî nefsi ve onun bedende olan hizmetçilerinden dıştaki beş duyuyu ayrıntılı olarak bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Hayvanî nefs, bir kuvvetten ibarettir ki, o bedenin tümünde sirayet kılmıştır. Beden onun ihtiyarıyla hareketli olup, hissiyle eşyayı bilmiştir. Bu hayvanî nefsin yukarıda açıklanan hizmetçilerinden başka 12 hizmetçisi dahi vardır ki; onu, on duyudur, biri gazap ve biri şehvettir. On histen beşi bedenin dışınadır ki, yerleri: Kulak, göz, burun, ağız ve bedenin tümüdür. Beşi bedenin içindedir ki; onların yerleri, dimağ boşluklarıdır. Onlar: Ortak his, hayal, vehim, fikir ve hâfızadır. Bütün bu on histen her birinin özel bir şuğulu vardır ki, onun işi o hizmettir.

Beş dış hissin biri işitme kuvveti, biri görme kuvveti, biri koklama kuvveti, biri tatma kuvveti ve biri dokunma kuvvetidir. İşitme kuvvetinin şuğulu budur ki, sesleri ve harfleri işitip, birbirinden ayırt eder. Ancak bunun vasıtasıyla kelam işitilip, anlanıp, intikal olunur. Bu idrak, bu kuvvete mahsustur ki, sair kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu işitmenin yeri, kulak içinde sıvı olmuştur. O bir nohut kabı kadar zarf içinde latif buhar dolmuştur.

Görme kuvvetinin şuğulu budur ki, şekilleri ve renkleri görüp, idrak eder ki; beyazı ve siyahı, uzun ve kısayı, büyük ve küçüğü, uzak ve yakını, güzel ve çirkini, aydınlık ve karanlığı birbirinden fark edip ayırmıştır. Bu idrak ise, bu kuvvetin kendine özgü şanına gelmiştir ki, sair kuvvetler, bu işten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin yeri, gözbebeği olmuştur.

Koklama kuvvetinin şuğulu bu olmuştur ki, güzel kokuları ve kötü kokuları idrak edip, birbirinden fark edip, ayırmıştır. Bu idraki bu özel kuvvet almıştır ki, sair kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin yeri, dimağın önünde meme ucu gibi iki pâre et gelmiştir.

Tatma kuvvetinin şuğulu, eşyanın tadını tatmaktır. Şu halde acıyı tatlıdan, ekşiyi tuzludan ayırmaktır. Bütün yiyecek ve meyvelerin tat ve lezzetleri idrakine yetmek bu kuvvete mahsus olmuştur. Bu idrak ancak bu kuvvetin şanına gelmiştir ki, sair kuvvetler bu tat ve lezzetten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin yeri, boğaz içi ile di üstüne yayılmış olan adale olmuştur.

Dokunma kuvvetinin şuğulu budur ki, yumuşağı sertten, sıcağı soğuktan, yaşı kurudan, hafifi ağırdan teşhis edip, ayırmıştır. Bu idrak ise ancak bu kuvvetle vücuda gelmiştir ki, sair kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin yeri, bedenin dışının tümü olmuştur. Lakin el ayasında ve parmaklarda ziyade ortaya çıkıp başın ortasında kemalini bulmuştur. Bu konum ve düzen, o yaratıcı Allah'ın kudretinin kemalini, nimet vericiliğinin nimetini açıklamıştır. Hayret ediciler bu sanattan nice ibret almıştır.



Dördüncü Madde

Hayvanî nefsin insan bedeninde olan beyan olunan hizmetçilerinden beş iç duyguyu ayrıntılı olarak bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Dimağın üç boşluğunda olan beş iç hissin biri müşterek his, biri hayal kuvveti, biri fikretme kuvveti, biri vehmetme kuvvet i ve biri hafıza kuvvetidir.

Müşterek his kuvveti: ilk hizmetçidir. Buna iki mânâ yönünden müşterek his denilmiştir. Birinci mânâ budur ki, iki gözün idrak eylediği bir nesnenin sureti, müşterek histe yine bir müşahede kılmıştır. Zira ki bir kimsenin gözüyle müşterek hissi arasında bir bozulma vâki olsa, o kimse şaşı olup, bir nesneyi iki görmüştür. İkinci mânâsı budur ki, müşterek his, dış hislerin sonunda ve iç hislerin evvelinde aracı olduğundan, dış hisler ile idrak olunan eşya, önce bu müşterek hisse gelip, o nehirler bu denizde toplandıkta; ondan iç hislere ulaşmıştır. Kalbe gelen fikirler, önce dimağa çıkıp, onda olan hisleri geçip bu müşterek hisse gelip, o pınar ve kaynaklar ona doldukta; ondan dış hislere ulaşmıştır. Şu halde onun için bu kuvvete üşüterek his denilmiştir. Bunun şuğulu, yazılan tercümanlık bulunmuştur. Bu kuvvetin şanı, bir tercümanlık bilinmiştir ki, sair kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin yeri, fiilin başlangıcı beyan olunduğu üzere üç boşluktan birinci boşluğun ön cüzü olmuştur. İkincisi hayal kuvvetidir. Bunun işi ve sanatı budur ki, dış hislerden bir nesne idrak olunsa, mesela bir kimseyi görmüş bulunsa, o kimse hazır bulunmasa, bu hayal kuvveti, onu kayıp iken müşahede edebilir. Yahut bir kimse bir şehri seyredip, bir başka yere gitmiş olsa, o şehri murat eyledikçe, gaip iken müşahede edebilir. Çünkü hayalin işi, hayal emekle mânâları idraktir. Şu halde hakikatte hayal, katip misalidir ki, mânâları suretten uzak etmek onun halidir. Yani madem ki bir kelam, telaffuzla suret bulmadıkça mânâsı hâsıl olmaz ve bir kimseye ulaşmaz. Lakin suretsiz, kâtip, suret ve lafız olan mânâları gayriye ulaştırabilir. Bunun gibi hayal de, sureti hazır olmayan eşyayı, diğer hislere gösterebilir. Bu mânâların idraki, bu kuvvete mahsus olmuştur. diğer kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu hayal kuvvetinin yeri ve fiilinin başlangıcı, müşterek hissin arkasında, ona bitişik olan birinci boşluğun diğer cüzü olmuştur.

Üçüncüsü fikretme kuvvetidir. Eğer bunu, insanî konuşma kuvveti kendi faydasına kullanırsa, o anda bu kuvvete mütefekkire, müfekkire, mutasarrıfa ve zâkire derler. Eğer hayvanî vehmetme kuvveti bunu kullanıp, onun fiili için hazır olursa, o durumda bu kuvvete, hayal etme derler. Bu fikretme kuvvetinin işi budur ki dış ve iç hislerden hafıza kuvveti de her ne yazılış ise, bu, o şekilleri görüp, okur. Bu kuvvetle, birinci ve ikinci kuvvetlerin farkı budur ki, hissolunanlardan çıkarak onlara gelenleri ancak biri kabul ve toplayıp, biri o toplamı hıfzeder Lakin bu üçüncü kuvvet, ikinci kuvvette olan suretlere mutasarrıf olduktan başka o suretlere uygun ve uygunsuz olan muhalleri dahi hazır edebilir. Onun için bu fikretme kuvveti, vehmetmeye âlet gibi gelmiştir. Bu idrak ancak buna mahsus olmuştur ki, sair kuvvetler bu sanattan âciz kalmıştır. Bu fikretmenin yeri ve fiilinin başlangıcı, dimağdan orta boşluğun ön cüzü olmuştur.

Dördüncü vehmetme kuvvetidir ki, bunun şuğulu ve sanatı odur ki, gördüğü ve görmediği nesneleri, doğruyu ve yalanı nefse gösterir. Şehadetler âleminde (dünyada) sureti olan ve olmayan mânâları idrak eder bulunmuştur. Vehmetme kuvveti, mesela âlemde 100.000 güneş vehmedebilir. Halbuki âlemde ütrü ferdine münhasır olan güneş, birden ziyade değildir. Veyahut cıvadan bin deniz vehmeder. Halbuki biri dahi bulunmaz. Veyahut altın ve gümüşten ve türlü cevherlerden binlerce tepe ve dağ vehmedebilir. Halbuki âlemde iri dahi olmaz. konuşmayan hayvanın aklı, ancak bu vehmetme kuvvetidir ki, bununla kuzu, bir sürüde annesi benzeri bin koyun içinde kendi annesini bilir. Çobanın sadakatiyle kurdun düşmanlığını bu kuvvetle hissedip, bilir.

Şu halde bu vehmetme kuvveti diğer hayvanlardan insana mahsus olan akıl makamında olur. Zira ki hisle değil akılla algılanan sadakat ve düşmanlığı, koç, vehmetmenin hükmüyle bilir. İnsan dahi bu kuvvetin bazı hükümlerine tâbi olup, hayvanlık eder. Zira ki vehmetme kuvveti, hayal etme kuvvetini kullanıp, olan duruma aykırı ve işin gerçeğine ters nice yollara gider Nice yalancı hayaller icat eder ki, akıl hükmünce muhal ve âtıldır. Nakil hükmünde sapık ve bâtıldır. Onun için vehmetme kuvvetine beden şeytanı adı vermişlerdir. Zira ki beden kuvvetlerinin tümü, insan aklının hükmü altında emriyle gitmişlerdir. illa ki, vehmetme insana itaatkâr ve boyun eğici değildi. Nice ki Rahman'ın meleklerinin tümü, hazreti Adem'e secde etmişlerdir, ancak iblis ona secde eder değildir. Habib-i Ekrem (S.A.V.) hazretleri, hadis-i şerifte0 "Her doğan ki, ana rahminden dünyaya gelir. Onunla şeytanı beraber doğar, " buyurduğu vehmetme kuvvetinden kinayedir, demişler. Zira ki vehmetme kuvveti, yalan söylemekten ve eşyayı ters gösterip, hile yapmaktan asla hâli kalmaz. Onun tasallutu oldukta; aklın hükmü kalmaz. Vehmin fehme galebesinden Allah'a sığınırız. Bu kuvvetin yeri, dimağı tümüdür. Lakin fiilinin başlangıcı, orta boşluğun sonu olmuştur.

Beşincisi hâfıza kuvvetidir. Bu kuvvet levhaya benzer olmuştur. İnsanın levh-i mahfuzu bilinmiştir. Zira ki iç ve dış hisler, buna her ne şekil ve suret gelirse, onun nakşı olduğu gibi bu levha üzerinde sâbit olup, görünmüştür. Mesela iki kimse birbirini bir kere görmüş olsalar, sonra bir dahi görüşmeseler, elbette birbirini tanıyıp bilirler. Zira ki önce görüştüğünde, ikisinin de sureti hâfıza kuvvetlerinde resim ve nakşolunmuştu. Şu halde o evvelki nakş ki, hâfızalarda yazılmıştı. Bu ikinci kerede yazılan nakşa tatbik olunduğunda, iki nakş uygun gelip, beraber olurlar. Ondan bilir ki, bundan önce bir dahi görüşmüşlerdir. Bu hâfıza kuvveti, hissolunan ve olunmayan suretlerden, vehmetme kuvvetine gelen mânâların hazinesi bulunmuştur. Nitekim hissolunan suretler müşterek hisse gelen mânâların hazinesi hayal bilinmiştir. Bu hıfz, ancak bu kuvvete mahsustur ki, sair kuvvetler bu işten meyustur. Bu hâfızanın yeri ve fiilinin başlangıcı, dimağın üç karnından son karnının cüzünün başlangıcıdır. Şu halde hakikatte bu hâfıza kuvveti yazılmış bir levha misalidir. Fikretme kuvveti onu okuyan âlim gibidir. Hayal kuvveti kâtip misalidir, vehmetme kuvveti şeytan gibidir, müşterek his bir deniz misalidir ki, dış nehirler ve iç kaynakların hem toplamı, hem taksim edicisi bulunmuştur. Hemen yukarıda açıklanmıştır. Beden şehrinin sultanı insanî ruh, nefsler ve kuvvetleri onun avenesi bilinmiştir.

NAZM

Tenin şehr oldu canın pâdişahı
Gönlün arş ve dimağın tahtgâhı
Hayalin katip hıfzın çü defter
Ulûm-u fikr o defterde musavver
Ases akl ve behimî nefs bîdad
Çü şeytan vâhime aşk oldu cellad

(Tenin şehir oldu, canın onun padişahı. Gönlün arş, dimağın onun tahtgâhıdır. Hayalin katip, hıfın defterdir. Fikrin ilimleri o defterde şekillenmiştir. Polisi akıldır. Hayvanî, adaletsiz nefstir. Vehmetme şeytan gibidir. Aşksa cellat gibidir.)

Beşinci Madde

Hayvanî nefsin insan bedeninde bulunan bu hizmetçilerinden, ahlakın kaynağı olan asabî kuvveti ve şehvanî kuvveti ayrıntılı olarak bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Her bir hareket ki o, muzırı def için veya gayre üstünlük için hayvanî nefsten yürekte meydana gelmiştir; o hareketin ismi gazap kuvveti olmuştur. Bu gazap, o def ve galebeyi, kendisine şuğul ve rehber kılmıştır. Bunun yeri ve fiilinin başlangıcı yürek olmuştur. Gazabın itidali şecaattir ki, onunla öne alınacak işler, öne alınmıştır. O övülmüş ahlak olup, şeriat ve mürüvvette makbul bulunmuştur. Gazabın ifratı, tehevvürdür ki, onunla öne alınmayacak iş, öne alınmıştır. O, kötü ahlak bilinmiştir. Gazabın azlığı cübündür. Onunla öne alınacak işlerden imtina olunmuştur. Bu kötü ahlak, tehevvür gibi bulunmuştur.

Her bir hareket ki, o menfaati çekmek için veya lezzeti istemek için hayvanî nefsten yürekte bulunmuştur.O harekete şehvet kuvveti denilmiştir. Bu şehvetin şuğulu ve sanatı o çekme ve isteme bilinmiştir. Bunun dahi yeri ve filinin başlangıcı yürek fiili bulunmuştur. Bu şehvetin itidali iffettir ki, onunla şeriat ve mürüvvete uygun olan arzulara girişilmiştir. Bu iyi ahlak, güzel bulunmuştur. Şehvetin ifratı şerehtir ki, onunla şeriat ve mürüvvete uygun gelmeyen arzulara girişilmiştir. O kötü ahlak bulunmuştur. Şehvetin azlığı hamuttur ki, onunla yararlanılması lazım gelen arzuları edadan kusur olunmuştur. Bu kötü ahlak, onun gibi kötü bilinmiştir.

Şu halde eğer gazap kuvveti ve şehevhi kuvvet, açıklanacak insani nefsin hükmü altına gelip, köleler gibi her durumda emrine itaatli ve boyun eğici oldularsa, ikisi dahi itidal bulup, iki iyi ahlak hâsıl olur ki, biri şecaat, biri iffettir. Gazap ve şehvete üstün ve mâlik olan insâni, nefs, hür ve olgundur. Eğer iş, aksine dönüp, gazap ve şehvet insani nefsin üzerine üstün gelip, onu hükümleri altına alıp, köleler gibi kullandılarsa, o zaman gazap ve şehve itidalden kalıp, ikisinden dört kötü ahlak vücuda gelir ki, onlar: Tehevvür, cübün, şereh ve hamuttur. Nice kötü ahlak, bu dördünden doğup, çoğalır. Gazap ve şehvete mağlup olan insanî nefs, esir ve eksiktir ki, kendini bilmez. Cahildir. Mevla'sından dahi gâfildir.

Çün nefs-i behimî kuluyuz kıl bizi âzad
Kul eyle sana kıl gazab ve şehvete mâlik

Altıncı Madde

İnsan bedeninde mutasarrıf olan dört nefin sonuncusu insanî nefsi, hizmetçileriyle hakimâne bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Konuşan insanî nefs ki, insanî ruh ve rabbanî emridir. O bir cevherdir ki, kendi zatında her maddeden mücerret iken aşk ile bağlandığı bedenin işlerini tedbir için hayvanî nefsin yeri olan yüreğin ortasında bulunan siyah nokta süveydada hayvanî nefs ile yakınlaşmış ve kucaklaşmıştır. Onun vasıtasıyla beden cüzlerenin tümünde mutasarrıf olmağa yer bulmuştur. Zira ki toprak cisim gayet kesif, pak ruh gayet latif ve hayvaî nefs önemli ve önemsiz arasında olduğundan ikisinin arasında aracı olmuştur. Bununla kesif bedene milli olan latif ruh münasebet kazanmıştır. Hayvanî nefs ile kucaklaşmaktan bu ulvi ruhun ismi gönül olmuştur. Bu şerifli nefsin bir semtini, hayvanî nefsin kesafeti karanlık kılmıştır. Onun için Cemal'in aynası ve Zü'l-Celal'in nazargâhı olmuştur. Bu mertebe itibar, izzet ve şeref bulmuştur. lakin bu ayna, hayvanî sıflarla tozlanmıştır. Enâniyet kılıfında örtülü kalmıştır. Onun içi bu ruh, kendini bilmez ve Mevla'yı bulmaz olmuştur. Kendi âleminden yüz çevirmiştir. hayvanî nefsin hükmü altına gelmiştir. Kendi hizmetçisinin hizetinde esir olup kalmıştır. Halbuki sözü edilen üç nefs, hizmetçilerle bile bu insanî nefs sultanı için, beden memleketine hizmetçiler ve reaya gelmiştir. Bu sultanın bunca hizmetçisinden başka üç özel hizmetçisi dahi vardır ki, biri nutuk, biri nazarî akıl ve biri amelî akıldır.

Nutuk, bir idrak kuvvetidir ki, onunla mânâların incelikleri birbirinden fark edilip, seçilir. Bu nutkun itidali hikmettir ki, onunla sevap hatadan fark olunmuştur. Nutkun ifratı cerbezedir ki, anlaşılması mümkün olmayan mânâların idraki arzu kılınmıştır. Nutkun azlığı, belâdettir ki, onunla hayır şerden farkolunmaz, ikisi eşit bilinmiştir. Şu halde nutkun durum ve şânı mânâları idraktir.

Nazarî aklın iş ve sanatı, nizam ve işleri tasavvur etmektir. Mesela bina olacak imaretleri, önce bu nazari akıl tasavvur eder ki, kaç oda ve kaç penceresi olmak lazımdır hepsini münasebeti ile tasavvur eder ki, bunun işi budur.

Amelî aklın şuğul ve rehberi budur ki, nutkun idrakini ve nazari akıl ile tasavvurunu kuvvetten fiile getirip, amel etmiştir. Şu halde bu yeryüzünde olan bütün şehir ve kasabalarda bulunan binalar, sanatlar, zinetler, lisanlar, lügatler, yiyecekler, giyecekler, kitaplar, ilimler, nakışlar, çizgiler, bostanlar, umumî ve hususî âdetler ki, âlemde vardır; hepsi nutuk kuvvetinden ve nazarî akıl kuvveti ile vücut bulmuştur. Ameli aklın onlara itaatinden bilfiil vücuda gelmiştir. Nitekim bu yaratıklar âlemi o emirler âleminden ortaya çıkmıştır. Bunun gibi adı geçen eşyalar, nazarî akıldan ve nutuk kuvvetinden amelî akıl vasıtası ile vücuda gelip, bu nizamı bulmuştur. Zira ki, amelî akıl ise nazarî akıl bilinmiştir. Hepsi ona boyun eğici ve itaatli bulunmuştu. Şu halde kendisine hizmet edilen bu mükerrem insanî nefs bedende bulunan hizmetçileri tamamen yirmisekiz kuvvettir ki,  açıklanmıştır. Bu insanî nefse gölge akıl odur ki, o akıl, vacib'ül-vücut olan Allah'ın nurundan vücut bulmuştur. Bu küllî akıl, izafî ruh ve ilâhî aşk namını almıştır. Şu halde iradî ölümle bu nefsten fena bulan o ruh ile zinde olmuştur. Her ne ki âlemde vardır, kendi vücudunda bulunmuştur Gönül yüzünde enaniyet perdesi kalkıp, kedini ve rabbini bilmiştir. Ruhu, dolunay gibi zevalsiz güneşe mukabil gelmiştir. Gönlü nûr, huzur ve sürûr ile dolmuştur. Bu cihan görüntülerinden, bu cisim ve candan geçip, kal âlemine göçüp aslî vatanına dönmüştür. Nereden gelip gittiğini bilip, muradını alıp, olmazdan evvel olup, ebedî ahayt bulup, düşmandan kurtulup, dostu ile kalmıştır. Meselâ insan bedeni bir duvar benzeridir ki, onun bir semti mücerret kayıplar âlemi, öbür semti şehadet alemidir. O duvarı yenilenmesi ve tamiri, yeme ve içme uyku ile gün gün adettir. Onun kalınlığı içinde bin kadar boş çatlaklar ve değişik açıları vardır ki; kemik boşlukları ve damarlara işarettir. O duvarın gayıp semtinde bir ayna konulmuştur ki, o gönülden ibarettir. Onun billûr yüzü gayba yöneliktir ki, o durum insanî ruhtur. Billûrun arkası duvar içinde gölgelidir ki, onu gazap ve şehvet sarmıştır. Aynanın arkası o yalımlı lambanın mekanıdır ki, hayvanî ruh misalidir. Onun bekası fitili ile yağın kavuşması zamanıdır ki, onlar hararet ve ruhî rutubettir. O lambanın nuru, hisler ve kuvvetlerdir ki, duvarın açıları ve yarıkları onunla aydınlanmıştır. O bütün azaların hayatıdır. O duvarın şehadet semtinde beş penceresi açık olup, onlar beş ruhî ış duyudur. O aynanın yüzüne tozlar durulmuştur ki, kötü ahlaktan ona bulanıklık gelmiştir. Kendi kılıfında örtülmüştür ki, enaniyetinde mahcup ve şaşkın kalmıştır. O halde, onun için gazap şehvetine mağlup ve enaniyetinde mahcup olan gönül, kendi nefsini cahildir ve Mevla'sından gafildir. Kendini duvar ve lamba anladığı bâtıl bir hayaldir. O ancak beş pencereden duvarın yüzüne eğiktir. Açık durumlar ise uyuyanın uykusu ve gidenin gölgesidir. Çünkü o aynanın kılıfı kendisi ile gayb âlemi arasında gölgedir. Şu halde o âlemden tamamıyla yüz çevirmekle zuhur etmiştir. Halkı tarafına dönücü ve beş his penceresinden şehadet âlemine tam bir iltifatla yönelik ve meyledicidir. Zira ki o gönül, bu dalı kök ve bu ayrılığı kavuşma, bu bulanığı saf ve bu karanlığı aydınlık, bu gurbeti vatan ve bu mezbeleyi mesken, bu gerilemeyi ilerleme ve bu noksanı kemal, bu nikbeti nimet ve bu hapishaneyi cennet sanıp, bu gurur dünyası ile mağrur olmuştur. Hayvanî nefsin esiri olup, kötü ahlakı ile dolmuştur. İnsan suretinde hayvan olup, iki âlemde ör kalmıştır. Enaniyet gölgesi ile cehalet karanlığında şaşkın olmuştur. Hakk'ı anmaktan yüz çevirip, nefsanî vesveselerle belasını bulmuştur. Cemiyet nimetinden mahrum olup, tefrika gazabına düşüp kalmıştır. Hakk'ın huzurunda uzak olup, masiva fikirlerine dalmıştır. Ömrünün vakitlerini ziyan edip, kendini yüksekten alçağa salmıştır. Zira ki Mevlâ'nın huzurundan düşmanın kucağına gelmiştir. Eşyanın en lezzetlilerini verip, dünya nimetini almıştır. işimiz hemen Hakk'ın hidayetine kalmıştır.

NAZIM

Ahir-i dirhem ki hemdir ahir-i dinar nâr
Ahir-i devlet ki lettir âhir-i timâr mâr
Zevk-i ruhâniden ol kim meyl-i zevk-i cism eder
Saltanattan eylemiştir irtikâb-ı zül-ü dâr
Iz ve câh-ı fâniyi bil zül-ü akl ve çah-ı cân
Ey azîzim çâh-ı zilletten hazer kıl zinhâr

Gazaba ve şehvet, nefse galip olur ve cihan nimetinden kendi âlemine kaçar. Mevlâ'nın muhabbet ve marifetini talip olan gönül enaniyet perdesini yırtıcı ve açıcı, nefsini ve Rabbini müahedeci ve ârif, bütün durumlarla anlatmıştır ki, gayb semasının nûrû o aynaya ulaşır. Ve kendisini ayın gözü bilmiştir ki, vacib'ü-l vücudun güneşine karşıdır. Küllî aklın ışığını kendinde bulmuştur ki, âleme şamildir. Küllî akıl ise ruhları vatanı benzerlerin aslıdır ki, onu bulan ârif ve Rabbi'ne ulaşıcıdır. Her muradı onunla hâsıldır. Şu halde o gönül ki, kendi âleminde bu devlete naildir. O duvar, lamba ve aynadan geçmiş dolunaydır.

NAZIM

Gnöül hülasa-i âlemsin esfer-i eflak
Veli ne faide kim kendin etmedin idrak
Çü âfitab-ı ıyansın zemin-i tende nihan
Misal-i gevherkânsın mekarin-i kül ve hâk
Cemal-i aşk-i ilâhî için bir âyinesin
Veli ne hâsıl ol âyineden ki olmaya pâk
Vücud-u cümle cihandan garaz vücudundur
Femâ tekünü fi'l-kevn keenne levlak
Cümle seninle olur şâd ve hurrem ve handan
Niçin yatıp oturursun hemişe sen gamnâk
O ruhu nur-u basit anla mevc-i bahr-i muhit
Bu cismi ko ki budur zulme ve has ve hâşâk
Hayat buldu o kim bildi nefsin ey Hakkı
Kim olduğun bilen asla ne gam görür ve helâk

(Gönül, âlemin hülasasısın ve feleklerin tacısın. Fakat ne fayda ki, kendini idrak etmedin. Güneş gibi açıksın, ten zemininde gizlisin. Benzersiz bir cevhersin, gül ve toprakla birliksin. İlâhî aşkın cemali için bir aynasın. Fakat pak olmayana aynadan ne hâsıl olur. Bütün cihanı varlığından maksat, senin varlığındır. Sen olmasaydın cihanda hiçbir şey olmazdı. Cihan seninle şâd, sevinçli ve handan olur. Niçin sürekli gam çekerek yatıp oturursun? O ruhu, basit bir nur anla, okyanus dalgası bil. Bu cismi kor ki, budur karanlık, yararsız ot ve çerçöp. O ki nefsini bildi, hayat buldu ey Hakkı! Kim olduğunu bilen asla ne gam ne helak görür.) [1]

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 38. Bölüm

Marifetnâme 38.Bölüm

DÖRDÜNCÜ BAHİS

Sinirlerin, atar ve toplar damarların keyfiyetini; bedenlerin kuvvetlerini, kıyafetle insanların ahlâk ve tavırlarının bilinmesini; uzuvların şekil farklılığı hasebiyle olan insanî vasıflar; uzuvların çekme ve seyrelmesine bağlı olan durumları beş bölüm ile hakimâne tafsil eder.

BİRİNCİ BÖLÜM

Sinirlerin bitme yerlerini ve faydalarını beş madde ile açıklar.

Birinci Madde

Sinirlerin konuluş hikmetlerini ve şekillerini bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Bedende olan sinirlerin bazısının faydası, bizzat; bazısının dolaylıdır. Zatî olan faydası budur ki, sinirler vasıtasıyla dimağ, diğer uzuvlara his ve hareket bahşeder. Dolaylı olan faydası budur ki, eti sağlam ve bedeni kuvvetli etmiştir. Sinirlerin köklerinin başlangıç yeri dimağ, dallarının bitiş yeri insan cildidir. Dimağ (beyin) iki yönle sinirlerin başlangıç yeri olmuştur. Zira ki dimağ sinirlerin bazısına bizzat başlangıç bulunmuştur. Bazısına, kendisinden omurga omurlarına akan omuriliğin vasıtasıyla başlangıç yeri bilinmiştir. Ama dimağın kendisinden biten sinirlerde ancak baş, yüz ve iç organlar his ve hareket bulmuştur.

Diğer uzuvların sinirleri, omurilikten his ve hareket almıştır. Gerçekte ki, o şânı celil olan, ihsanı genel olan Hannan ve Mennan Allah Teala hazretleri, lütuf ve inayet edip, dimağdan iç organlara inen hareket sinirlerini koruma ve himayede büyük ihtiyat etmiştir. Zira ki başlangıçlarından uzak oldukları için, ziyade metanet gerektiğinden, üç yerde kıkırdaklarla sinir arasında kıvamı orta olan cisimler ile perdelemiştir ki: Birinci yer hançere, ikinci yer kaburgaların kökleri, üçüncü yer göğsün altıdır.

Dimağın sair sinirlerinden o sinir ki, onun faydası azaya his vermektir. Ama başlangıç yerinde bulunan tesiri kavrayıcı ve kuvvetli olmak için o sinir kastedilen uzva en yakın tarafından girmiş ve bitişmiştir. Bu his sinirleri ziyade yumuşak oldukça, his kuvvetini ziyade eda ederler. Metanete muhtaç oldukları için bunlar, hareket sinirleri gibi sert ve metin olmayıp, latif ve yumuşak bulunmuştur. Dimağın önü, öbür tarafından daha yumuşak ve ziyade hassas olduğundan, his sinirleri önden, hareket sinirleri öbür taraftan yaratılmıştır. Yaratıcı ve şekil verici olan Allah Teala'nın bu işlerinden çok ibret alınmıştır.

İkinci Madde

Dimağdan biten karşılıklı sinirleri bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Dimağın kendisinden biten sinirlerin hepsi, yedi çift sinir bilinmiştir. Birinci çifti koklama âletinin başlangıcı olan, meme ucuna benzer iki çıkıntı yakınında dimağdan ön boşluğun içindendir ki, o bir küçük boşluktur. Bu çiftin solundan biten teki sağına, sağından biten teki soluna gelip, biri birine kavuşup, çapraz şekilde kesişmiştir. Sonra bükülüp, sağdan biten sağ göze, soldan gelen sol göze gitmiştir. Züccâciye (camsı) adı verilen rutubeti kuşatmak için ağızları geniştir. Bu kesişmenin faydası üçtür. Biri budur ki, iki gözün birine akan ruh, öbürüne dahi akmasın. Birine âfet erdiğinde, öbürü onun yerini tutsun. Onun için bir göz kapandığında, açık gözün görüşü kuvvet bulur. Zira ki kapalı gözün nuru ona akar. İkinci faydası, iki gözün kavraması birlikte olup, ikisinin görüşü, kesişme içinde tek görüş olsun. Ta ki görünen bir nesne müşterek çizgide bir şekillensin. Onun için şaşı kimse bir nesneyi iki görür zira ki, onun bir gözü üst tarafa, bir gözü alt tarafa kayıp, göz ile kanalın kesişmesine doğru nüfuzu bâtıl olmuştur. Müşterek çizgi önünde, sinir kırılmasından bir başka çizgiyi vücut bulmuştur. Üçüncü faydası budur ki, sözü edilen iki sinir, biri birine dayanak olup, biri birini dayanma ile kuvvet bulsun ve bir yaklaşma ile bitiş yerleri göze yakın olsun.

Dimağ sinirlerinin ikinci çifti, açıklanan birinci çiftin bitiş yeri arkasından, dış taraftan bitip, gözü kuşatan çukurun deliğinden çıkıp, göz adalelerine bölünmüştür. Bu çift sinir gayet kalın bulunmuştur. Ta ki onun kalınlığı başlangıcına yakınlığından lazım gelen yumuşaklığına mukavemet kılsın. Onunla kuvvet bulup, hareket ettirmeye gücü yetsin.

Gözün on tabakasının tafsili uzun olup, bu özetleme dahi Mevla'nın kudretinin kemaline delil olduğundan, azanın açıklanmasında uzatmaya hacet kalmamıştır. Yaratıcı, bâri, şekil verici ve güçlü olan Allah münezzehtir. Hiçbir şey onun dengi değildir. O işiticidir, görücüdür. Ne güzel Mevla, ne güzel yardımcı. Ey Rabbimiz, bağış senden, dönüş sana! Büyük ve yüce Allah'tan başka güçlü ve korkulacak yoktur.

Üçüncü Madde

Dimağdan biten sinirlerin geri kalan beş çiftini bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Dimağ sinirlerinden üçüncü çift, müşterek bir çizgiyle dimağın önü, arkası ve tabası arasından bitip, önce dördüncü çifte bir miktar karışıp, ondan ayrılıp, dört şubeye bölünmüştür. Evvelki şubesi, açıklanacak boyun damarı girişinden çıkıp, boyundan inip, mide zarını geçip, onun altında bulunan organlarda dağıtılmıştır. İkinci şubesi, elmacık kemiği deliğinden çıkıp, ayrıldıkta; açıklanacak beşinci çiftten ayrılan sinire bitişmiştir. Üçüncü şubenin maksadı, yüz önünde konulan sinirler olup, ikinci çift çıktığı delikten önemi sinirler olan birinci çiftin boş menfezinden geçmeyip, izdiham ile onun boşluğunu doldurmuştur. Şu halde bu şube, o delikten ayrıldıkta; üç kısma bölünmüştür. Birinci kısmı göz pınarına meyledip, elmacıklar, iki göz pınarı, iki göz kapağı, kaşlar ve alın adalelerine bitişmiştir. ikinci kısmı, göz ucu yanında olan deliklerden burun içine geçip, burnun içi tabakasında gömülmüştür. Üçüncü kısmı büyük olup, elmacık kemiğinde bulunan boşluğa inip, iki kol olmuştur. Bir kolu, ağız içi boşluğuna girip, üs dişlere ve onların köllerinde olan etlere dağılma ile ulaşmıştır. Öbür kolu, onda olan elmacığın, burun uçlarının ve dudağın derisi gibi görünen uzuvlara dağılmıştır. Bunlar, üçüncü çiftin üçüncü şubesinin üç kısmıdır. Ama onun dördüncü şubesi, üst çene deliğinden dile geçip, dış tabakasında dağılıp, dil ondan tatma duygusunu bulmuştur. Onun ziyadesi, alt dişler arasıda ve köklerinde bulunan etlerine, alt dudağın içine dağılmıştır. Dile gelen şube, göz sinirinden inme olduğundan daha sert olmuştur. Bunu sertliği, onun kalınlığına eşit olup, muadil gelmiştir. Dördüncü çiftin bitiş yeri, üçüncü çiftin gerisinden dimağın tabanına eğimli olmuştur. Üçüncü çifte bir miktar karışıp, sonra ondan ayrılmakla damağa çıktıkta, bundan damak his bulmuştur. Bu dördüncü çift, üçüncü çiftten daha küçük ve daha sert olmuştur.

Beşinci çiftin her bir siniri, bir çift olup, dimağın iki tarafından biterek vücut bulmuştur. Bunun her bir çiftinin birinci kısmı kulağın iç perdesine dayanıp, onun içinde hepsi dağılmıştır. Kulağa duyma hissi ondan gelmiştir. İkinci kısım, birinciden küçük olup, hançere kemiğinde âmâ adı verilen (kör delik) delikten girmiştir. Ortaya çıktıkta; üçüncü çiftin sinirine karışmıştır. İkisinin çoğu, elmacık adalesi tarafına gelmiştir. Diğerleri şakak adalelerine varıp, dağılmıştır.


 Altıncı çift, dimağın arka tarafından beşinci çifte bitişik bitip, lam kemiği yivinin sonunda olan delikten çıkıp, üç kısma bölünmüştür. Bir kısmı, yedinci çiftin hareket ettirmesine yardım için, boğaz adalelerine ulaşan dile gelmiştir. İkinci kısım, omuz adalelerine dağılmıştır. Üçüncü kısım, ikisinden daha büyük bulunup, boyun damarının yükseleceği yerde ona bağlanmıştır. Ondan iç organlara inerken, hançere paraleline geldiğinde, ondan şubeler ayrılmıştır. Hançereyi kıkırdaklarıyla kaldıran etrafı üstünde olan adaleleri bitişmiştir. Hançerden yükseldikte; ondan yine şubeler çıkıp, hançerenin üçüncü kıkırdağını kapayan ve açan alt çevresini kuşatmış olan adalelere gelmiştir. Onun için tıpçılar nazarında bunun ismi: Dönen sinir, olmuştur. Bu sinir, omurilikten çıkmayıp, dimağdan inip gelmiştir. Ta ki düz olup, çekilmesi sağlam olsun. Bu sinir, beşinci çiftten ve yedinci çiftten olmayıp, altıncı çiftten olmuştur. Zira ki bunun başlangıcı yumuşak, sonu kıvrımlı olduğundan, bunun gibi sertlik ve düzlükle inmezler ki, metanet bulup, yükselme ve dönüşe kabiliyetli olurlar. Bu dönen şubeleri, başlangıçlarından uzaklaştırmanın hikmeti, sertlik ve kuvvet kazandırmaktır. Dönen sinirlerin en sağlamı, hançereyi, adalelerin örtüsüne yayıcı olan sinirdir. Sonra bu sinirin ziyadesi, ondan inip, şubeleri diyafram ve göğsün zar ve adalelerine gidip, onda yürek, akciğer aort ve atar damarlara dağılmıştır. Ama kalanı diyaframa geçip, açıklanan üçüncü çiftten inen şubeye iştirakle, iç organların zarlarına dağılıp, kürek kemiğinde son bulmuştur.

Yedici çiftin bitişik yeri, dimağ ile omuriliğin ortaklaşmasından olup, çoğu, dili hareket ettiren adalelere gelmiştir. Ondan şubelere ayrılıp, kalkan kemiğiyle lam kemiğinin ortak olan adalelerine varıp, dağılmıştır. Azı, bunlara komşu olan sinirlere dağılmıştır. Bu şaşırtıcı tertip ve acayip bileşim, o yaratıcı Allah'ın kudret ve hikmetiyle nizam bulmuştur.
Dördüncü Madde

Boyun omurları omuriliğinden biten sinirleri bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Boyun omuriliğinden çıkıp, omurlarından ilerleyen sinirlerin hepsi sekiz çift sinir bilinmiştir.

Birinci çifti, birinci omurun iki deliğinden çıkıp, mücerret adale uçlarıyla dağılmıştır. Bu çift, ince ve küçük kılınmıştır. Ta ki çıkış yeri dar olsun ve omur kemiği metaneti üzere kalsın. İkinci çiftin çıkış yeri, birinci omur ile ikincinin aryasında açıklanan ortak deliklerden bulunmuştur. Bu çiftin çoğundan uzuv uçları his ve dokunma duygusu bulmuştur ki, kafanın üstü dolaşıp yükselip, baş önüne eğilmiştir. İki kulağın duş tabakalarında yerleşip, açıklanan küçük çiftin eksiğini tedarik kılmıştır. Bunun kalanı boyun arkasında olan adalelere ve geniş adaleye gelmiştir. Onlar onunla hareket bulmuştur.

Üçüncü çiftin çıkış yeri, ikinci omur ile üçüncü arasında müşterek olan deliklerdendir ki, her bir siniri, iki kola ayrılıp, bir kolu onda bulunan adalelere dağılmıştır. Özellikle aş ile boyunu bağlayan adalelere bu sinirin şuberi gelmiştir. Onda ola omurların dikenlerine yükselip, onların köküne yapışmıştır. Ondan onların başlarına çıkıp,o susamsılardan biten zar bağları ile karışmıştır. Ondan geçip, iki kulak etrafına eğilmiştir. Hayvanların bedenlerinde iki kulağı hareket ettirmek için, iki kulağa ulaşmıştır. İkinci kolu, ön tarafa eğilip, geniş adaleye gelmiştir. Çıkışa başladığında, ona damar ve adaleler rastlamıştır. Onlarla metanet ve sağlamlık bulmuştur. Bu ikinci kol, hayvanlarda şakak ve kulak adalelerine karışmıştır.

Dördüncü çiftin çıkış yeri, üçüncü omur ile dördüncü arasında müşterek olan Deliklerden olmuştur. Üzerinde bulunan üçüncü çift gibi bir cüzü öne, bir cüzü geriye bölünüp, ön cüzü küçük olduğundan, beşinci çifte karışmıştır. Öbür cüzü, geriye dönüp, o adalelere şubeler gönderip, ondan omurgaya inip, son bulmuştur.

Beşinci çiftin çıkış yeri, dördüncü omur ile beşinci arasında müşterek olan deliklerden olmuştur. Yine yukarıdaki gibi iki yok olup, ön kolu küçük olduğundan yanak adalelerine gelmiştir. Başı, ön tarafa eğilimli edip, baş ve boyun adaleleri ile müşterek olan adalelere dağılmıştır. Öbür kolu, iki şube olup, bir şubesi ön kol ile ikinci şube arasında aracı olmuştur. Omuzun üstlerine gelip, altıncı ve yedinci çiftin birer miktarına karışmıştır. İkinci şube dahi, altıncı ve yedinci çiftin şubelerine karışıp, diyafram ortasına geçmiştir. Altıncı ve yedinci çiftin çıkış yerleri, açıklanan deliklerin düzeni üzere altında bulunan deliklerden olmuştur.

Sekizinci çiftin çıkış yeri, boyun omurlarının cüzleriyle omurga omurlarının evvelsi arasında müşterek olan deliklerden olmuştur. Bu üç çiftin şubeleri, biri birine karışmıştır. Altıncı çiftin çoğu, omuz yüzeyine gelmiştir. Azı, dördüncü ve beşinci çiftin azlarıyla diyaframa inmiştir. Yedinci çiftin çoğu gelip, azı beşinci çiftin azlarıyla diyaframa inmiştir. Yedinci çiftin çoğu gelip, azı beşinci çiftin azıyla baş, boyun ve omurganın adalelerine ve ondan diyaframa ulaşmıştır. Sekizinci çiftin azı, omuza galip, çoğu adale ve kola dağılmıştır.

Diyafram, sözü edilen sinirlerden nasibini aldığından hikmet budur ki, diyaframa gelen yukarıdan indiğinden, bölünmesi kolay olmuştur. Diyaframın işi önemli olduğundan, sinirleri müteaddit yerlerden gelmiştir. Ta ki bu başlangıç yerlerine isabet eden âfetle işi bâtıl olmasın. Yaratıcı, bâri, şekil verici ve şanı yüce Allah her şeyden münezzehtir.

Beşinci Madde

Göğüs ve omurga omurlarının omuriliklerinden biten sinirleri bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Göğüs omurlarının iliğinden biten sinirlerin cümlesi 12 çift sinir yaratılmıştır.

Birinci çiftin çıkış yeri, göğüs omurlarından birinci omurla ikincinin arasında müşterek olan deliklerden bulunmuştur. iki cüze bölünmüştür. Büyük cüzü, sert adalelere ve kaburgalara dağılmıştır. Küçük cüzü, iki evvelki kaburgaya uzanıp, boyun sinirlerinin sekizinci çifti eşliğiyle birlik el taraflarına gelip, kol ve omuzlara ulaşmıştır. Sekizinci çiftin çıkış yeri ise açıklanan müşterek deliklerden olup, iki cüze bölünmüştür. Bir cüzü, pazunun dışına yönelip, ona his ve dokunma bahşetmiştir. Bir cüzü dahi diğer cüzlerle toplanıp, omuz mafsalını ve beli hareket ettiren adalelere gitmiştir.

Bel omurlarından biten sinirlerin omuza gelmeyen şubeleri, bel ve kaburga adalelerine gelmiştir. Kaburga omurlarından biten sinirler, ancak kaburgalar arasında bulunan adalelere ve karın adalelerine ulaşmıştır. Bu sinirlerin şubeleriyle beraber atar ve toplar damarlara akıp, açıklanan sinir çıkış yerlerinden hepsi içeri girmiştir. Katan (kasık) sinirleri, karın ve bel sinirleriyle müşterek bulunmuştur

Zira ki kasık sinirleri, iki cüze bölünmüştür. Onun bir cüzü, üç çift kılınmıştır ki, adaleler onlarla bilinmiştir. Diğer cüzü, iki çift bulunmuştur ki, karın adaleleri onlar kılınmıştır. Evvelki cüzüne dimağdan inip, sinir karışmıştır. İkini cüzü ki, karından gelen iki çift adale olmuştur. On baldırlar tarafına büyük şubeler gönderip, evvelki cüzünün ikinci çiftinden onlara şubeler gelmiştir. Bir cüzü dahi kuyruk sokumu sinirlerinin evvelkisinden gelip, hepsi biri birine karışmıştır. Bazıları kasıkta alıp, bazıları baldırlar aşağısına inmiştir. Ama bedenin arkasında ve oyluklar içinde çok damarlar ve çok adaleler olduğundan, kasık kemiği tarafından biten adalelerin bedenin gerisinden ve oyluklar içinden ayaklar tarafına yolu olduğundan, bacak adaleleri için özel sinirlerden bir cüz, husyeler içine inen kanala varıp, girmiştir. Ta ki kasık adalelerine yönelip, ondan dizlere inip gitsin.

Kuyruk sokumudur ki, adaleleri altı çift olduğu şaşırtıcıdır Onun ir çifti, kasık adalesine karışmıştır. Kalanı beş çift sinir, kuyruk sokumu yanından biten bir tek sinir, bunlardan hepsi makat, zeker, mesane ve rahim adalelerine, karın zarlarına, kasık kemiğinin içinin dışa bakan taraflarına ve kuyruk sokumu kemiğinden gelen adalelere, bütün bunlara dağılmıştır.

Bu bölümde açıklanan sinirlerin sayısı, daha önce anlatılan adalelerin sayısı miktarı tamamen, 530 sinirde son bulmuştur. Açıklanan bedenin ince sanatları, o sâni ve hakîm Allah'ın kudretinin kemaline delalet edip, insan türüne olan büyük nimetine, beden azalarının cüzleri her an şahadet kılmıştır. Şu halde bu surette toplanan sanatları seyreden uyanık kimse, yaratıcısını bilmiştir. Kendisini nimet denizine gark olmuş bulmuştur. Mevla'sına can ve gönülden muhabbet kılmıştır. Her halde ona yönelmiştir.[1]

Kaynaklar

[1] www.sevde.de/marifetname/bolum38.htm

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 40. Bölüm

Marifetnâme 40.Bölüm

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Sakın damarların bitiş yerlerini ve faydalarını altı madde ile ayrıntılı olarak açıklar.

Birinci Madde

Karaciğerden biten bâb damarının dallarını ve faydalarını bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, anatomi bilginleri emişlerdir ki: Sakin damarların hepsi karaciğerden bitmiştir. Karaciğerden önce iki damar vücuda gelmiştir ki, biri karaciğerden, dip tarafından vücudu bulmuştur. Onun çoğunlukla faydası, gıdayı mideden karaciğere çekmektir. Bu damar, hekimler arasında, bâb ismiyle şöhret bulmuştur. İkinci damar, karaciğerin yumru tarafından meydana gelmiştir. Onun çoğunlukla faydası, budur ki, gıdayı karaciğerden uzuvlara ulaştırmak ve dağıtmaktır. Bu damar, ecvef nâmını almıştır. Bâb olan damarın, karaciğer boşluğunda ayrılan tarafı, önce beş kısma yetmiştir. Uçları karaciğerin yumru tarafına yettikte; şubelere ayrılmıştır. Bir şubesi, öd kesesine gitmiştir. Bunun şubeleri, yeraltında olan kökler gibi karaciğer içinde dağınık bitmiştir. Ama babın karaciğer dibine bitişik olan ucu, ondan ayrıldıkta; sekiz kısım olmuştur. İki kısmı küçük, altı kısmı büyük suret bulmuştur. iki küçük kısmın biri, 12 parmak adı verilen bağırsağın kendisine bitişmiştir. Ondan gıdayı çeke gelmiştir. Bundan dahi şubelere ayrılıp, pankreas adı verilen cisme dağılmıştır.

İkinci kısım, midenin altına inip, idenin alt ağzı olan kapakçıklar yanında dağılıştır ki, ondan gıda cezbetmiştir. Ama geri kalan altı kısmın biri, mide yüzeyi tarafına gelmiştir ki, midenin dışında gıdasını ondan almıştır. Zira ki mideni n içinde gıdalara kavuşmakla gıdalanır olmuştur. Altı kısmın ikincisi, dalağa ulaşmıştır ki, dalağa ulaşmasından önce ondan şubeler ayrılıp, pankreasa gelmiştir ki, ona gıda vermiştir. Dalağa bitişmesiyle bile ondan bir şube geri dönüp, midenin sol tarafında bölünmüştür ki, o taraf ondan gıdasını bulmuştur. Dalağa giren şulbe ortaya geldikte; iki cüze bölünmüştür ki, bir cüzü yukarı çıkmış, bir cüzü aşağı inmiştir. Yukarı çıkan cüzü, iki cüze bölünüp, bir cüzünden dalağın üst cüzünde yani yarısında şubeler ayrılmıştır ki, o yarıya onlardan gıda gelmiştir. İkinci cüzü dışa gelip, midenin yumrusu sonuna erip, onda iki cüz olup, biri midenin sol dışı tarafına dağılmıştır ki, o taraf gıdasını ondan almıştır. Bir cüzü mide ağzına dağılmıştır ki, siyah köpüğün fazla asidini ona itmiştir. Fuduldan çıkıp, mide ağzını duraklatmaya ve hareket ettirmeye yetmiştir. Şehve ve iştihayı uyarıp, dalgalandırmıştır. Dalağın ortasında olan şubeden inen cüz dahi iki cüz olmuştur. Birinin şubeleri, dalağın alt yarısına dağılmıştır ki, o yarı ondan gıdalanmıştır. İkinci cüzü içyağından meydana çıkıp, onda dağılmıştır ki, ondan içyağına gıda gelmiştir.

Altı bölümün üçüncüsü, sol tarafa varıp, düz bağırsağın çevresinde olan damarların ince kanallarına dağılmıştır ki, gıdanın aşağıda bulunan hâsılından gıdasını almıştır. Altı kısmın dördüncüsü, saç gibi ince şubelere ayrılıp, bazısı midenin yumrusunun sağ tarafı dışında dalak tarafından idenin soluna gelen cüze karşılık olduğu halde dağılmıştır. Bazısı içyağının sağına yönelip, dalak damarının şubelerinden ve midenin solundan sağına gelen cüze karşı olduğu halde dağılmıştır.

Altı kısmın beşincisi, kalın bağırsakların çevresinde olan ince kanallara dağılmıştır ki, gıdayı ondan ala gelmiştir. Ama altıncı kısmın çoğu, yukarı çıkanın çevresinde, bazısı a'ver (coecum)e bitişik olan ince lifler çevresinde ağılmıştır ki, gıdayı onlardan almıştır. Sübhanallah! Kudreti kemal bulmuş, azameti celal bulmuş olan, rızık verici ve yaratıcı Allah münezzehtir.

İkinci Madde

Karaciğerden biten ecvef damarın bazı kollarını ve faydalarını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: ecvef damarın kökü önce karaciğer içinde kıl gibi dağılıştır ki, yine kıl gibi şubelere ayrılan bab damarının şubelerinden gıdayı çeke gelmiştir. Ecvef damarın şubeleri, karaciğerin yumru dış boşluğunda vârit olmuştur. Bab damarının şubeleri, karaciğerin dibinden boşluğa gelmiştir. Şu halde bu ecvefin gövdesi, karaciğerin yumru yüzünde doğup, iki kısım olmuştur ki, biri büyük, biri küçüktür. Küçük kısmı, yukarı çıkmış, büyük kısmı aşağı inmiştir. Yukarı çıkan küçük kısmı, diyafram içine geçip, ona iki damar verip, onda dağılmıştır ki, ona gıdayı lütfetmiştir. Sonra yukarı çıkan kısım, yüreğin örtüsü hizasına gelip, ona birçok kollar göndermiştir. Onda kıl gibi dağılmıştır. Diyaframa gıda ondan gelmiştir. Sonra yukarı çıkan kısım ikiye bölünmüştür ki, biri büyük, biri küçük suret bulmuştur. Ama büyük kısım yüreğe gelip, onun sağ kulakçığı yanında içine girmiştir. Bu damar, yürek damarlarının en büyüğü olduğunda hikmet bu olmuştur ki, diğer damarlar, havayı çıkarmak için bulunup, bu büyük damar, gıda için kalmıştır. Gıda ise havadan kalın olduğundan, menfezi daha geniş, zarfı daha büyük olmağa muhtaç olmuştur. Bu büyük damar yüreğe girdiğinde, ona üç perde vermiştir ki, faydaları dışarıdan içeriye gelmiştir. Bu üç perde, diğerlerinden daha sert olmuştur. Ta ki yürek uzama sırasında onardan gıdayı çekip, yayıldıkta, geri dönmesin. Ama küçük damar budur ki, öbürüyle birlikte çıktıkta, ona üç ısım damar göndermiştir ki, biri yürekten akciğere gitmiştir. Atar damarların bitiş yeri yanında yüreğin ağına yakın yerde bitmiştir. Sağ boşlukta akciğer tarafına dönüp, ona yetmiştir. Bu damar, atardamarlar gibi iki zardan bitmiştir. Onun için hekimler buna, şiryan (atar damar) adını vermişlerdir. Bunun faydası bu olmuştur ki, bundan saçılan kan oldukça incelmiştir. Akciğer cevherine benzemiştir. zira ki bu ince kan, yürekte çok az kaldığından, bunda pişme olmayıp, atar kan damarına girdikte, onda hararetle pişmiştir. Üç kısmın ikincisi, yürek çevresinde dolaşıp, içinde dağılmıştır ki, yüreğe gıda ondan gelmiştir. Üçüncü kısmı, özellikle insandan sol tarafa meyledip, göğüs omurlarından beşinci omura gidip, ona dayanıp, sekiz alt kaburgaya ve onlara yakın olan kaburgalara dağılmıştır. Yukarıya çıkan kısım, yüreğin nahiyesini geçtikte; ondan göğsü ikiye bölen perdelerin ve kılıfların yukarılarına ve tev'e adı verilen yumuşak ete saç gibi şubelerle dağılmıştır. Sonra yukarı çıkan kısım boyun kemiği hizasına geldikte; ondan iki şube ayrılmıştır ki, birbirinden uzaklaşarak, boyun kemiği nahiyesine gelmiştir. Her bir şube, iki kola bölünmüştür. Her taraftan, biri bağır kemiği üzerinde sağ ve soldan inmiştir. Ta ki hançereye varmıştır. Sonra yukarı çıkan, üç şubeye ayrılmıştır. iki şubesi, kaburgalar arasında bulunan adalelere dağılmıştır. Ağızları onda dağılmış olan atar damarların ağızlarına kavuşmak ile mutabık gelmiştir. Bu iki şubeden birçok damar, göğüsten dışarı olan adalelere dağılmıştır. Hançereyi tamamladıkta; bir bölük damar dahi omuzu tamir edip, onda sıralanan adalelere dağılmıştır. Bu iki şubeden bir bölük damar dahi, düz adalelerin altında aşağı inmiştir. Şubeleri onlara dağılmıştır. Sonları, açıklanacak kuyruk sokumu kan damarında, yukarı çıkan adalelere ve atar damarlara bitişmiştir. Yukarı çıkan kısmın üçüncü şubesi, iki omuza gıda vere gelmiştir. Yaratıcı, bâri ve şekil verici olan Allah münezzehtir. Bu ne yaratılıştır ve bu ne sanattır ve ne hikmettir ki, gerçeklerinin inceliğinde akıl sahipleri şaşırıp kalmıştır.

Sübhanehü ve Taâlâ!

Üçüncü Madde

Kara ciğerden biten ecvef damarın; göğüs, omuzlar, çeneler, boyun, baş ve yanak ayasına çıkan kıllarını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Göğüs ve omuz adalelerine dağılan iki şubenin geri kalanı bir çift şubedir ki, her bir damarı beşer şubedir. Her bir damarın birer şubesi, göğüste dağılmıştır ki, üstteki dört kaburgaya onlardan gıda gelmiştir. İkinci şubeleri omuzlara dağılmıştır ki, o iki yerde olan adaleler, onlardan gıdalarını almıştır. Üçüncü şubeleri, iki taraftan boyunda gömülmüş olan adalelere dağılmıştır ki, o adaleler onlardan gıda bulmuştur. Dördüncü şubeleri boynun üstteki dokuz omuru deliklerine bölünmüştür. İki tarafından onlara girip, başa yükselmiştir. Onda olan adalelere bunlardan gıda gelmiştir. Beşinci şubeleri, hepsinden daha büyük olup, iki taraftan omuz içine gelip, her biri dört kol olmuştur. Ama her şubenin birer koku, böğür kemiği üzerinde, omu mafsalını hareket ettiren adalelere dağılmıştır. ikinci kolları yumuşak ete ve atar damarlar içlerine dağılmıştır. Üçüncü kolları, göğü üzerinde geçip, yumuşak kısma inmiştir. Dördüncü kolları büyüktür ki, her biri üçer cüze bölünüp, ikişer cüzleri omuz diplerine gelmiştir. Onda olan büyük adalelere ve küçük adalelere ve içinde olan büyük adalelere dağılmıştır. Üçüncü cüzleri büyük olup, her biri ikişer şube olmuştur.


 Göğüs üzerinden geçip, iki el nahiyesine gidip, onlarda olan adalelere dağılmıştır. Tıpçılar onlara, ıbti (koltukaltı) adını vermiştir. Yukarı çıkan kısmın, üçüncü şubesi, boyuna çıkarken iki kısım olmuştur ki, biri dış, biri iç şah damarı suretini bulmuştur. dış damar, boyun kemiğine yükseldikte; iki kısım olmuştur ki, biri ondan ayrıldıkta, ön tarafa yükselmekle gelmiştir. İkinci kısmı, öne ön tarafa inip, ondan yükselip, boyun kemiğinin dışına ulaşmıştır. Ondan yükselip, boynun dışına gidip, evvelki kısma ulaşmış ve karışmıştır. Şu halde iki kısımdan, bilinen şah damarı meydana gelmiştir. Bu ikinci kısım, birinci kısma karışmadan önce, bundan iki cüz ayrılmıştır ki, bir cüzü enlemesine gidip, içeri gireceği yerde, iki boyun halka kemiğinin kovuştuğu yerde, yine birleşmiştir. İkinci cüz, boyunun dışında kıvrımlı olup, sonra iki damarından ayrılmıştır. Bu iki çift damardan örümcek ağı gibi dağılıp, omuz üzerinde uzadıklarından, her biri omuz damarı nâmıyla şöhret bulmuştur ki, baş damarı dahi bunda olmuştur. Bu iki omuz damarının iki tarafından iki damar, omuz üstüne dek buna eşlik etmiştir. Lakin biri onda hapsolup, dağılmıştır. biri omuz üstünü geçip pazu başına gidip, onda dağılmıştır.

Omuz damarı, ikisini dahi geçip, ellerin sonuna gitmiştir. Dış şah damarının iki damarı karışmalarından sonra iki kısım olmuştur. Biri içe gömülüp, küçük kollara ayrılmıştır ve üst çeneye dağılmıştır. Onlardan büyük şube ayrılmış ve alt çenede dağılmıştır. Bu iki sınıf şubelerden ince damar cüzleri dilin çevresine gelmiştir. İkinci kısım dışta olup, iki kulak ve başa şakın olan yerlere dağılmıştır İç şah damarı, yemek borusuna eşlik edip, onuna doğru üst tarafa gidip, şube göndermiştir ki, dış şah damarından gene şubelerle karışmıştır. Hepsi yemek borusuna, hançereye ve gömülmüş adalelere bölünüp, sonu nihayet lam yivine gelmiştir. Sonra ondan nice şubeler dağılmıştır ki, birinci ve sekizinci omurdan çıkan sinirle dağılmıştır. Ondan bir saç gibi baş damarı ve boyun mafsalanı gelmiştir. Ondan kollar hâsıl olup, beyin üstündeki kafa kemiği perdesi mahalline ulaşmıştır. Kafa kemiğinin iki hacminin birleştiği yere çıkıp onda kafa kemiğinin içine gömülmüştür. Adı geçen kolları gönderdikten sonra kalan damarlar, lam yivi sonunda, kafa kemiği boşluğuna girmiştir. Ondan dimağ zarlarına şubeler dağılmıştır. O zarlar gıdasını bu şubelerden almıştır. Sert zarları, çevrelerinde bulunan cüzlerle bu şubeler raptedip, ondan ayrılmıştır. Bunlardan kafatasının perde mahalline gıda gelmiştir. Sonra ince perdelerden dimağa inip, atar damarların dağılması gibi, onda dağılmıştır. Bütün atar damarları sağlam raptedip geniş yerde karşılamıştır ki, ağızlarına kan dökülüp, onlarda toplanıp, pişsin. Sonra iki tak arasına dağılmıştır ki, o, sıkıcı nâmını almıştır. Ondan kollanan kanallardan kanı çekip, ondan orta karından iki ön karna uzanıp, oraya yükselen atar damarlara kavuşmuştur. İşte bu perde meşime şebekesi ile örülmüştür. Bunların hepsi, Allah Teâlâ'nın kudretinin kemaline delalet kılmıştır. (Herkese rızık veren, şanı yüce olan, şekil verici ve yaratıcı Allah her şeyden münezzehtir.)
Dördüncü Madde

Karaciğerden biten ecvef damarın kol ve ellere gelen kollarını ve faydalarını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Kol damarının aslı, omuz damarıdır. Ondan ayrışan şulelerin başlangıcı kol damardır ki, o, pazuya hizalandıkta; ondan pazunun dış cüzlerine ve derisine dağılan şubelerdir. Sonra dirseğin mafsalın yakın olmasıyla üç kısım olmuştur ki, biri kol ipidir. Bu kısım üst oynağın dışı üzerinde uzanmıştır. Ondan dış tarafa dağılmıştır. İkinci kısmı kolun dışında dirsek boğumuna yönelip, içeriden bir şubeye bitişmeye gidip, ikisinden ekhal damarı vücut bulmuştur. Üçüncü kısmı derine inip, onda olan adalelere dağılıp, son bulmuştur. Ancak bir şubesi, kol kemiğine varmıştır. Bu, dirseğin iç mafsalına yakın geldikte; iki kısım olmuştur. Bir kısmı derine gidip, kafa damarından gömülen şubeye bir miktar bitişip, sonra ayrılmıştır. Şu halde bu mafsalın biri, iç tarafa inen serçe parmak ve yanındakinin hepsine ve orta yarıma varmıştır. İkici mafsala yükselen kemiklere temas eden et cüzlerine bölünmüştür. İçtekinin ikinci kısmı, kol içinde dört kol olmuştur ki, bir kolu, kolun aşağılarında bileğe varıncaya dek dağılmıştır. İkinci kolu, birinci kolun üstünde onun gibi dağılmıştır. Üçüncü kolu, hepsinden büyük gelip, üstte ve dışta olup, onun bir kolu, kol damarının bir şubesine bitişip, ikisinden ekhal hâsıl olmuştur. Kalanları, basilik damarıdır ki, bir dahi gömülüp, derine gitmiştir.

Ekhal damarı, iç taraftan bitip, üst oynağa çıkıp, ondan dış tarafa gidip, yunan lamı şeklinde iki kol olmuştur. üst kolu, üst oynağın tarafına inip, dirseğe yönelmiştir. Başparmağın arkasında ve onunla işaret parmağı arasına ve işaret parmağının kendinde dağılıştır. Aşağı kolu, aşağı oynağın tarafına inip, üç kol olmuştur ki, bir kolu, işaret parmağı ile orta parmağın arasına gelip, üst kolan işaret parmağına gelen damarın bir şubesine bitişip, onunla tek bir damar olmuştur. ikinci kolu ki, esîlmdir. Orta parmak ile yanındaki arasında dağılmıştır. Üçüncü kolu serçe parmak ile yanındaki arasına yönelmiştir. Bunların hepsi, parmak mafsallarına bölünmüştür. Bunlardan iki elin parmakları her an Allah'ın kudretiyle beslenmiştir. İnsanın en güzel şekilde yaratan hakîm ve sâni Allah münezzehtir.

Beşinci Madde

Ecvef damarın kara ciğerden bedenin aşağısına inen büyük kısmının kollarını ve faydalarını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki 0oEcvefin inen cüzü ki, büyü kısmıdır. O kara ciğerden doğdukta; omurgaya dayanmazdan önce, ondan bir büyük damar ayrılıp, kılcal damarlara dağılmıştır. Sağ böbreğin liflerine ulaşıp, onda ve ona yakın olan cüzlerde dağılmıştır. Hepsine gıda vermiştir. Sonra bu inen kısımdan bir büyük damar ayrılıp, yine kılcallar gibi damarlara dallanmıştır. Sağ böbreğe gelip, onun liflerini bulup, civarında olan cisimlerde dağılmıştır. Hepsine bu dallarla gıda gelmiştir. Sonra bu inen kısımdan büyük damar dağılmıştır ki, onlara doğnalar ismi uygun gelmiştir. Bunlar, gıda vermek için iki böbrek içine girmiştir. Zira ki açıklanan atar damarlar gibi, bu doğanlar dahi böbreklerin gıdalarını çekici olmuştur ki, karaciğer kan suyu onlara gıda gelmiştir. Bu doğnaların solundan bir damar ayrılıp, erkekler ve kadınlarda sol yumurtaya inmiştir. Bir damar dahi, sağdan şubelere ayrılıp, sağ yumurtaya gelmiştir. Böbreklerden, tenasül organları içine, sağdan sağa ve soldan sola gelen iki sert damar tarafına bükülmüş ve şekilleri yuvarlak olduğundan, böbreklerden onlarda yumurtalara akan halis kan sıcaklıkla pişip, kırmızı kan döken beyaz meni olmuştur. İki damar dahi omurgadan iki yumurtaya ulaşmıştır. bu duarlar zekerde, ferçte ve rahmin derinliğinde kaybolmuştur. Sonra bu inen kısım omurgaya dayanıp, inerken her bir omur yanında ondan yine şubelere ayrılmıştır ki, bazıları o omurlara girip, omuriliğe ulaşmıştır. Bazıları yanında konulan adalelere dağılmıştır. Bazıları iki leğen kemiğine gelip, karın adalelerinde son bulmuştur. Bu inen kısım anlatılan durumları ile omurga omurlarının sonuna ulaştığında, onda iki kısmı bölünmüştür ki, bir kısmı sağ oyluğa ve bir kısmı sol oyluğa yol bulmuştur. Bu iki kısım oyluklara inmezden önce her birinden on tabaka damar ayrılmıştır. Evvelki tabakaları sert yerlere gelmiştir. İkinci tabakaları kıllar gibi dağılıp, kuyruk sokumu altlarına yayılmıştır. Üçüncü tabakalar kuyruk sokumu kemiği üzerinde olan adalelere dağılmıştır. Dördüncü tabakaları makat adalelerine ve kuyruk sokumu dışına bölünmüştür. Beşinci tabakaları, kadınlarda rahme yönelip, bazısı onda ve ona bitişik olan cüzlerde dağılmıştır. Kalanları mesane tarafına gelip, iki kısım olmuştur. Biri mesanede dağılıp, biri mesanenin boynuna gelmişti. Bu beşinci tabaka erkeklerde çok olmuştur ki, hem mesaneyi kuşatıp, hem zeker olmuştur. Altıncı tabakaları oyluk kemiği üzerinde konulan adalelere yönelip, onda dağılmıştır. Yedinci tabakaları karın üzerinde beden doğrultusunda giden adalelere yükselmiştir. Bu damarlar, o damarların uçlarına bitişmiştir. Göğüsten onlar karın boşluğuna inmiştir. Bu damarların kökünden kadınlarda dört damar bitip, dört taraftan rahme gelmiştir. Onlardan sekiz damar iki meme tarafına yükselmiştir ki, bu damarlarla rahim, memelere eş olmuştur. sekizinci tabakaları erkeklerde zeere, kadınlarda bız'a gelip, onlarda dağılmıştır. Dokuzuncu tabakaları, oyluğun iç adalelerine inip, onlarda dağılıştır onuncu tabakaları iki leğen kemiğine çıkıp, eller tarafından inen damarların içlerine ulaşmıştır. Hepsinden bir cüz'ü büyük hasıl olup, yumuşak adalelere inip, onda bölünmüştür ki, yirmi tabakaya varmıştır. Bu damarların bu tevzi ve ayrılmalarından nice kimseler ibret almıştır. (Damarlarda kanı nehirler gibi akıtan kahredici ve tek olan Allah münezzehtir.)

Altıncı Madde

Ecvef damarın inen kısmında oyluklar altına giden dallarını ve faydalarını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Sözü edilen iki kısmın adı geçen tabakalarından arta kalanı, oyluklar içine inip, her bir kısım bir oyluk içinde 15'er şube olmuştur ki, biri oyluğun önü üzerinde konulan adalelere bölünmüştür. Biri oyluğun arkasında olan adalelere dağılmıştır. Biri iç taraf adalelerine dağılmıştır. Biri dış taraf adalelerine inmiştir. ikisi diz mafsalı adalelerine gelmiştir. Üçü şubenin kalanlarının dıştakileri küçük kemik üzerinde topuk mafsalına dek uzanmıştır. Orta şubesi diz sonundan baldır içi adalelerinde şubeler bırakarak inmiştir. Ondan iki şube kaldıkta, biri baldır cüzlerinin içinde kaybolur. Biri iki kemik arasında uzayıp, ayak önüne inişte sözü edilen dış damarın bir şubesine karışmıştır. üçüncü iç şubesi baldır derinliğine yönelip, büyük kemiğin yumru tarafından topuğun altına gidip, ayağın iç tarafına gelmiştir. Açıklanan üç şube, onda dört şueye bölünmüştür. ikisi içtedir ki, küçük kemiğin tarafından ayağa girmiştir. ikisi içtedir ki, iki dıştakinin birine içtekinin en içteki ulaşmıştır. Ayağın üstüne çıkıp, üstlerinde dağılmıştır. ikincisine iç kısmın dış şubesi bitişip, ayağın alt cüz'lerine dağılıp son bulmuştur. Şu halde insan bedeninin tümünde bulunan kan damarları bunlardır ki, açıklamaya gelmiştir. Hepsi tamam 360 kan damarına varmıştır. Hakîm ve şekil verici olan Allah'ın en güzel şekilde yarattığı insan bedeninde olan benzersiz sanatları fikretmeye ve düşünmeye vesile olmak için onda bulunan birbirine benzer parçaları bu miktarca açıklamakla yetinilmiştir. Bundan sonra bazı güç ve hisleri, uzuvların şekil farklılığını dahi iki bölüm ile açıklamağa lüzum görülmüştür. Bedende bulunan sonsuz ince sanatlardan açıklanan azaların anlatımı kısa kesilmiştir. Zira ki, bedende yaratılan bütün uzuvların çeşitli cüzlerinin uzun uzun anlatılması ve durumlarını filozoflar nice yüz kitap ile ancak açıklamışlardır. (Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yücedir.)