Bağış Yap

Amount :
Other : USD

31 Mart 2013 Pazar

KABİR HAYATI


 
                                                                                                 

KABİR HAYATI
Kabirde neler sorulacak
Kabir azabı
Kabir Suali
Kabirden Kalkarken
Yanıp ölene kabir azabı
Akıl, Göz Gibidir
Türbe Ziyareti
Kabr-i erifi ziyaret
Ziyarette duru ekli
Yalnız senden yardım isteriz
Evliya Vesiledir
Ruhlar yardım eder
Her Ölü itir
Ruhların Kerametleri
Dünya ahiretin tarlasıdır
Bir Kabre ki Ki i
Mezar Nakli
Mezar Ta ı
Ölü için iskat yapılmalıdır
Kitab ve Sünnette skat
Günümüzde skat i
Samimiyetsizler
Ölü için a lamak
Ölümü hatırlamak, ölüden ibret almak
Kabirde neler sorulacak
Sual: 
Ölüye kabirde neler sorulacaktır? Birkaç gün tabutta kalan cenazeye kabir suâli
olur mu? Mumyalanıp kabre konulmazsa yine suâl olur mu?
CEVAP
Kabirde akaidden veya çe itli akaid ile amelden veya herkese ba ka eylerden suâl
edilece i (Feraid-ül-fevaid) kitabında yazmaktadır.
( man ve ibâdet) kitabında, kabirde münker ve nekir meleklerine cevap olarak
Rabbimizin Allahü teâlâ, Peygamberimizin Muhammed aleyhisselam, dinimizin slâm,
kitabımızın Kur'an-ı kerim, kıblemizin Kâbe-i erif, itikadda mezhebimizin Ehl-i sünnet
velcemaat oldu u, amelde ise dört hak mezhebden hangisi ise, onu ö renmek gerekti i
bildirilmektedir.
Salih kimse için kabir suâli kolaydır. Bu bakımdan dinimizin emir ve yasaklarını ö renip
ona göre amel etmeye çalı malıyız. Birkaç gün tabutta kalan ölüye kabir suâli olmaz. Fakat
mumyalanıp hep dı arıda kalan ölüye ve yanıp kül olan kimselere de kabir suâli olur. (Siracül-
vehhac ve Camiussagir erhi)
Kabir azabı
Sual:
Geçen günkü yazınızda kabir azabının hak oldu unu bildirdiniz. Fakat bu hususta
ayet-i kerime yok mudur? Kabir azabını kimler inkar ediyor?
CEVAP
Mutezile fırkası, kabir hayatını ve kabir azabını inkar etmi tir. Ehl-i sünnet âlimleri ise,
bunların vaki ve hak oldu unu vesikalarla bildirmi lerdir. Birkaç vesika:
1- mam-ı a'zam hazretleri buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimde (Onlar, sabah-ak am ate e sokulurlar. Kıyametin kopaca ı günde,
"Firavn hanedanını azabın en çetinine sokun!" denilecek) buyuruldu. (Mümin 46)
Sabah-ak am görecekleri azab, Kıyamet gününden öncedir. Ayetin devamında onların
iddetli azaba sokulaca ı bildiriliyor. Birincisi kabir azabını, ikincisi ise Cehennem azabını
gösteriyor. (El-Kavlülfasl)
mam-ı Gazalî hazretleri de, (Bu ayet-i kerime kabir azabını gösteriyor) buyurdu. ( hya)
2- (Günahları yüzünden suda bo uldular, ardından da ate e atıldılar.) [Nuh 25]
Ayet-i kerimede geçen "Feüdhılu" kelimesindeki F harfi, hiç ara verilmedi ini gösterir.
Yani (Suda bo ulduktan hemen sonra kabirdeki azaba maruz kaldılar.) demektir. (El-
Kavlülfasl)
3- Kabir hayatını bildiren ayetlerden biri de udur: (Allah yolunda öldürülenleri
[ ehidleri] ölü sanmayın! Bilakis onlar diridir.) [A. mran 169]
4- brahim suresinin 27. ayet-i kerimesinde kabir hayatının ve kabir suâlinin hak oldu u,
müminlere kavl-i sabit ihsan edildi i bildiriliyor. Buharî ve Müslimdeki hadis-i eriflerde
kabir suâlinde müminlerin kavl-i sabit yani kelime-i tevhid üzere olacakları, zâlimlerin
a ıracakları bildirildi. (Celaleyn)
5- mam-ı aranî hazretleri, (Taha suresinin 124. ayet-i kerimesindeki "Mai eten
danken" kabir azabını bildiriyor.) buyurdu. Hadis-i erifte buyuruldu ki:
(Mümin kabrinde yemye il bir bahçe içindedir. Ayın ondördü gibi aydınlatılır.
"Feinne lehü mai eten danken" ayeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azabı bildirir.
Kâfire 99 tinnin musallat olur. Tinnin, yedi ba lı bir yılandır. Kâfirleri kabirlerinden
kalkacakları zamana kadar sokup azab ederler. [Tirmizî]
6- (Tekasür 3)deki, bu övünmenizin kötü akıbetini " leride bileceksiniz!" demek,
"Ölürken" demektir. 4. ayetindeki "Yine ileride bileceksiniz" ise "Kabirde" demektir.
(Celaleyn, Medarik)
[M.Tezkire-i Kurtubide de böyle bildiriliyor.]
7- (Ölü iken sizi diriltti. Tekrar öldürecek ve tekrar diriltecek) [Bekara 28]
kinci dirilme kabirde olacaktır. mam-ı Nesefi de bu ayetin kabir azabı ve nimetine
i aret etti ini bildirmi tir. ( eyhzade)
8- (Orada ya ayıp, orada öleceksiniz, yine oradan dirilip çıkarılacaksınız) [Araf 25)
mam-ı Nesefi hazretleri, "Orada"dan maksat "kabir" oldu unu bildiriyor. ( eyhzade)
9- (Allah sizi diriltir, sonra öldürür.) [Casiye 26]
mam-ı Nesefi, buradaki diriltmenin kabirde olaca ını bildiriyor. ( eyhzade)
10- (Onları iki defa azaba u rataca ız.) [Tevbe 101]
Bu azablardan biri kabir azabıdır. (Kadi Beydavi)
mam-ı Süyutî hazretleri "Kabir azabı" ile ilgili ( erhussudur) isminde müstakil bir eser
yazmı tır. Buharî ve Müslim ve daha bir çok hadis kitabından kabir azabı ile ilgili hadisler
nakletmi tir. Her hadis kitabında kabir azabı ile ilgili hadisler vardır. Kabir azabını inkar
eden, bütün bu hadis kitaplarını inkar etmi olur.
Hz. Ai e validemiz, (Ya Resulallah, bu ümmet, kabirde çe itli felaketlerle
kar ıla acak, benim gibi zayıf kadınların hali ne olacak?) diye suâl etmi , Peygamber
efendimiz cevap olarak, [a a ıda meali bulunan] ayet-i kerimeyi okumu tur. (Bezzar)
(Allahü teâlâ, iman edenlere, dünya ve ahırette de sabit sözlerinde sebat ihsan
eder.) [ brahim 27]
slâm âlimleri, kabir hayatının ahıret hayatından oldu unu, kabir azabının da ahıret
azablarından oldu unu bildirmi lerdir. (Mektubat-ı Rabbanî)
Kabir Suali
Sual: 
Tabutla defnedilene kabir suâl olmaz mı?
CEVAP
Tabutla veya tabutsuz defnedilse de kabir suâli olur. O yazıda (Birkaç gün tabutta kalan
ölüye kabir suâli olmaz. Fakat mumyalanıp hep dı arıda kalan ölüye ve yanıp kül olan
kimselere de kabir suâli olur) denmi ti.
Bir ölü tabuta konsa, hiç defnedilmese, dı arıda kalsa, çürüse veya çürümese yine kabir
suâli olur. (Emali) erhinde, "Bir kimseyi kurtlar yese, yahut ate te yansa, denizde çürüse,
kabir suâli olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavu ur." buyuruldu. Hadis-i erifte
buyuruldu ki:
(Kabir, ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizî]
Ruhun mahiyetini bilmiyen veya Allahın kudretinden üphe eden kimse, insan yanınca
yok oldu unu, kabir suâli ve kabir azabının olmadı ını zanneder. Hâlbuki kabir azabının
oldu unu dinimiz açıkça bildiriyor. Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Kabir azabı haktır.) [Buharî]
(Namaz kılmıyanın kabrine konan ate , gece-gündüz onu yakar. Bir ejderha da,
her gün her namaz vaktinde onu sokar.) [Kurretüluyun]
(Yemin ederim ki, kâfire kabrinde 99 ejderha, Kıyamete kadar azab eder.) [Ebu
Yala, bni Hibban]
Kabirden Kalkarken
Hz. Muaz, Nebe suresinin (Sura üflendi i gün takım takım kabirlerden kalkıp
Mah ere geleceksiniz.) mealindeki 18. ayet-i kerimenin tefsirini Peygamber efendimize
sormuş ve şu cevabı almış tır:
(Kıyamette ümmetim 12 sınıf olarak ha r edilecektir:
1- Kabrinden karnı yılan ve akreplerle dolu ha redilecek olan, zekât vermiyen.
2- Domuz suretinde ha redilecek olan, namaza gev eklik gösteren.
3- A zından kan gelerek ha redilecek olanlar, alı -veri te yalan söyleyip
aldatanlardır.
4- El ve ayakları kesik ha redilecek olan, kom ularına eza edendir.
5- Le ten daha pis kokar hâlde ha redilecek olanlar, Allahü teâlâdan korkmayıp
gizlice günah i leyendir.
6- Dili kesik ha redilecek olan, yalan söyleyen, yalancı ahidli i yapan.
7- Dilsiz ha redilecek olan, haklı bir ahidli i yapmıyan.
8- Avret yerinden irin akarak ha redilecek olan, zina eden.
9- Karnı ate le dolu ha redilecek olan, haksız yere yetim malı yiyen.
10- Yüzleri kızarmı ; gözleri yerinden fırlamı ; di leri öküz boynuzu gibi sivrilmi ;
duda ı karnına, karnı da uylu una sarkmı bir ekilde ha redilecek olanlar, içki
içenlerdir.
11- Cüzzamlı, baraslı ha redilecek olan, ana-babasına asi olan.
12- Yüzü dolunay gibi ha redilecek olan, Sıraı im ek gibi geçip, iyi i ler yapan,
namazı cemaatle kılan ve günaha tevbe edip ölendir.) [Tibyan]
Burada bildirilenler, günah i leyip de tevbe etmeden ölenler içindir. Tevbe edenler veya
sevabı günahından daha fazla olan kimseler o ekilde ha redilmezler.
Yanıp ölene kabir azabı
Sual: 
Yanarak ölene kabir suâli ve kabir azabı olur mu?
CEVAP
(Emali) erhinde, "Bir kimse kurtlar tarafından parçalanıp yense, yahut ate te yansa,
denizde çürüse, kabir suâl olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavu ur." buyuruldu.
Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir
çukurdur.) [Tirmizî]
Peygamber efendimiz, iki kabir yanında durup, (Biri, idrardan sakınmadı ı için,
di eri ise, söz ta ıdı ı için kabir azabı çekiyor.) buyurdu. (Taberânî)
mam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Kabir azabı, ahıret azablarındandır. Dünya
azabına benzemedi i gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını
bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmıyan bid'at sahibi olur. Bir kimse, "Hakkında
hadis olsa da, olmasa da, kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez." derse
kâfir olur. (C.3, m.17- 31)
Akıl, Göz Gibidir
Aklın almadı ı eyleri akılla çözmeye kalkı mak çok yanlı tır. Akıl, göz gibi, din
bilgileri de ı ık gibidir. Göz, ı ık olmadıkça, karanlıkta görmez. Göz, karanlıkta görmedi i
eylere "Yok" diyemez. Akıl da, manevîyatı, fizik-ötesini anlıyamaz. Aklımızdan
faydalanmamız için Allahü teâlâ, din ı ı ını gönderdi. Göz, ı ık olmadan karanlıkta cisimleri
göremedi i gibi, din bilgileri olmadan da akıl, manevî eyleri anlıyamaz.
Amerikadaki vah ilerin, oklarının uçlarına sürdükleri, "Kürar" ismindeki zehir,
sinirlerin uçlarını felce u ratır. Adale hareket edemez. A rı yapmadı ından insan
zehirlendi ini anlamaz. Elini, aya ını oynatamaz, yere yıkılır, ta gibi kalır. Görür ve i itir
ise de, gözünü kırpamaz, dilini oynatıp ba ıramaz. Kabir azabı da buna benzetilebilir. Ölü,
acı duyar, fakat kıpırdayamaz.
nsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, dü üncesi, ruhu sayesinde vardır. nsanın,
vücudu bir marangozun aletleri gibidir. nsan ölünce, aletleri olmadı ından, ruh bir i
yapamaz. Bir kimseye, ba kasının bütün organları takılsa, o insanın aklında, dü üncesinde
de i iklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmi demektir. Alet
de i mekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet de i mez. Kesmiyen bir testere yerine, iyi kesen
bir testere gelirse, daha kolay i yapar. Görmiyen gözün yerine sa lam göz takılırsa görür.
Kanı, kalbi, beyni de de i se, yine dü ünceye tesir etmez. Sa lam organ takılmı sa, daha
kolay i görür. Çünkü insan, ruh demektir. Bir insan yanmakla yok olmaz. Sadece aletleri
elinden alınmı olur. Ahırette ona yeni aletler verilir. Mümin ise Cennete, kâfir ise
Cehenneme gider. Ruh, kendisine verilen vücut sayesinde, ya nimete kavu ur veya azaba
düçar olur. Ruhun mahiyetini bilmiyen veya Allahın kudretinden üphe eden kimse, insan
yanınca yok oldu unu, kabir suâli ve kabir azabının olmadı ını zanneder. Hâlbuki kabir
azabının oldu unu dinimiz açıkça bildiriyor. Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Kabir azabı haktır.) [Buharî]
(Gizliyebilseydiniz, kabir azabını i itmeniz için Allaha duâ ederdim.) [Müslim]
Türbe Ziyareti
Sual: 
Milliyet Gazetesi verece i tefsiri tanıtırken "Kur'anda 19 mucizesi yok" diye bir
ba lık atmı . Sanki 19 bir mucize de, bu mucize Kur'anda yokmu gibi bir mana çıkıyor.
Ayrıca "Türbe e i i öpmek, örtüsüne dokunmak, o e yadan medet ummak, içinde yatan zatı
tanrıla tırmak, bunlar küfürdür" deniyor. Bir evliyanın kabrini ziyaret edip örtüsüne
dokunmanın küfür oldu u hangi kitapta vardır?
CEVAP
Bir eyin küfür olu u, edille-i eriyye denilen 4 delilden birisi ile anla ılır. Türbe
örtüsüne dokunmanın küfür oldu u hiçbir kitapta yazılı de ildir. Bu, Kur'an-ı kerime yapılan
bir iftiradır.
En cahil bir insan bile, türbede yatan zatı tanrıla tırmaz, ona yaratıcı demez. O zatı
yaratıcı bilmek elbette küfür olur. Fakat türbe örtüsüne dokunmak küfür olmaz. Bir kimse,
türbedeki zatı yaratıcı bilirse, isterse, hiçbir yere dokunmasın zaten kâfir olur. O zatı yaratıcı
bilmeden örtüye dokunmak niye küfür olsun?
Fetava-i Hindiyyede ana-babanın kabrini öpmenin caiz oldu u bildiriliyor. Ana-babanın
kabrini öpmek caiz olunca, onlardan daha kıymetli olan evliya veya peygamber türbesini
öpmek niçin caiz olmasın?
Türbede yatan evliya veya peygamberi vesile ederek duâ etmek de caizdir. Bu hususu
vesikaları ile daha önce bildirmi tik.
Kabr-i erifi ziyaret
Sual: 
Hacca gidenin Resulullahın kabrini ziyaret etmesi gerekir mi?
CEVAP
Resulullahın, kabr-i erifini ziyaret etmek, çok erefli bir ibâdettir. Bunu kabul etmiyen,
Allah ve Resulüne muhalefet etmi olur. Kabr-i erifi ziyaret etmenin vacip oldu unu
bildiren âlimler de vardır. mam-ı Nevevî buyurdu ki: (Resulullahın yattı ı yer müstesna,
gök yerden üstündür.)
Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Hac edip de, beni ziyaret etmiyen bana cefa etmi olur.) [M. Ledünniyye]
(Beni vefatımdan sonra ziyaret eden, hayatımda ziyaret etmi gibidir.) [Beyhekî]
(Kabrimi ziyaret edene, efaatim vacip olur.) [ bni Huzeyme]
(Sadece beni ziyaret için gelene kıyamette efaat etmem vaciptir.) [Taberânî]
( mkânı varken, beni ziyarete gelmiyen, bana cefa etmi olur.) [ .Neccar]
(Sevap umarak beni ziyaret eden, kıyamette bana kom u olur.) [M. Ledünniyye]
Hasan-ı Basrî hazretleri bildiriyor:
(Hatem-i Esam, kabr-i erifin yanına varıp dikildi, “Ya Rabbi, Peygamberinin erefli
kabrini ziyaret ettik. Bize rahmet et) diye duâ etti. O anda öyle bir nida geldi: (Biz, seni
kabul etti imiz için, Habibimizin kabrini ziyaret etmene izin verdik. Sen ve seninle beraber
olan ziyaretçiler, affedildi.)
Ziyarete giderken, çok salevat getirmeli, Medine-i münevvere görülünce, yine salât ve
selam etmelidir! (Ya Rabbi, sen bu ziyaret sebebiyle, bana iki cihan saadetini müyesser eyle)
demelidir!
Gusletmeli ve temiz elbiseler giyinmeli, vasıtadan inerek ehre girinceye kadar
a layarak yaya yürümelidir!
Benî Abdül-Kays elçisi Medine'ye geldiklerinde Fahr-i kainat efendimizi görünce,
develerini çöktürmeden, yere atlayıp, Resulullaha do ru ko u tular. Fahr-i âlem efendimiz,
onların bu davranı larını çirkin görmedi. Selef-i salihin, Medine-i münevvereye yakla ınca,
inip yaya yürürlerdi. Böyle yapmak edep gere idir.
Allame Ebu Abdullah b. Re id anlatır:
(Hicri, 684'de Medine'ye geldim. Vezir Ebu Abdullah bin Ebil-Kasım benimle idi.
Gözleri a rıyordu. Medine'ye yakla ınca, bineklerimizden inip yaya yürümeye ba ladık.
Vezir de, Kabr-i erifin evkiyle yaya yürüdü. Hemen o saat gözlerine ifa ihsan edildi.
Kendi hâlini anlatan çok güzel bir kaside yazdı.)
Ziyaretten önce iki rekat namaz kılmak müstehaptır. Bazı âlimler dedi ki:
(Bu, efendimizin, erefli yönünden de il de, ba ka yönden gelen içindir. Fakat Onun
kar ısından gelenler için müstehap olan, ziyareti namazdan önceye almaktır.)
Eshab-ı kiramdan Hz. Cabir diyor ki:
(Seferden gelmi tim. Hemen geldi im gibi gidip Resulullaha selam verdim. O da
mescidin önlerinde duruyordu. (Mescidde namaz kıldın mı) buyurdu. Ben de: Hayır,
dedim. (Hemen git, mescide gir, namaz kıl. Ondan sonra gel, bana selam ver) buyurdu.
( bni Hubeyb)
Ziyaretçi, hu û ve hudû ile selam vermelidir! Sesini ne çok yüksek, ne de fısıltı
derecesinde alçak etmeli, orta derecede çıkarmalı ki, edebe uygun olsun.
Hz. Ömer, Resulullahın mescidinde, Yüksek sesle konu an Taifli iki ki iye; “E er bu
ehir halkından olsaydınız, Resulullahın mescidinde böyle yüksek sesle konu tu unuz için
sizi döverdim” dedi. (Buharî)
Ziyarette duru ekli
Fahr-i kainat efendimizi ziyaret ederken, Mübarek yüzüne kar ı durup, arkasını kıbleye
vermelidir! Halife Mansur, (Ziyarette, Kabr-i erife mi, kıbleye mi döneyim) diye sorunca,
mam-ı Malik, (Fahr-i kainat, sana ve baban Hz. Âdem'e kıyamette efaatçıdır. Ona arka
dönülmez) buyurdu.
erefli kabre çok yakına varmamalı, sa lı ında, erefli huzurunda nasıl durulursa, öyle
edepli durmalı, önüne bakmalı, etrafa bakmaktan sakınmalıdır!
Ziyarette, Peygamber efendimizin güzel yüzünü zihninde canlandırıp, derecesinin
büyüklü ünü, makamının yüceli ini ve hürmetinin üstünlü ünü hatırına getirmelidir!
Nurlu Ravdaya varınca, Peygamber efendimize, (Esselamü aleyke eyyühen-nebiyyü ve
rahmetullahi ve berekâtüh) diyerek selam vermelidir! Sonra, sa tarafındaki Hz. Ebu
Bekir'e, ondan sonra yine onun sa ındaki Hz. Ömer'e selam vermeli. Ondan sonra yine
Resulullah efendimizin güzel yüzüne mukabil olan yere gelip Allaha hamd, Resulüne salevat
getirmeli, duâ ve isti far etmeli, (Allahım, Efendimizin mübarek makamında etti im
tevbemi kabul eyle) demelidir!
Peygamber efendimiz i itir ve cevap verir. Hadis-i erifte buyuruldu ki:
(Bana selam verilince, Hak teâlâ ruhumu iade eder, selamını alırım.) [E.Davud]
Yalnız senden yardım isteriz
Sual: 
Fatiha suresinde "Yalnız Senden yardım isteriz" dendi i için, Peygamber kabrine
veya bir yatıra gidip onu vasıta ederek duâ etmek irk olmaz mı?
CEVAP
Duâların kabul olması için bazı artlar vardır. Herkeste bu artlar bulunmadı ı için
duâların kabul olmadı ı görülüyor. Onun için, ulemanın ve evliyanın duâ etmesi için onlara
yalvarmak, onları vasıta kılmak gerekir. Evliyanın diri veya ölü olması arasında fark yoktur.
Zira (Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, hatta artar) buyuruldu. ( r ad-üttalibin)
Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına i ittirir. Onların hatırı için istenileni yaratır. Diriler,
Allahü teâlânın yaratmasına sebep oldu u gibi, ruhları da diri oldu u için, Allahü teâlânın
yaratmasına sebep olur. Hz.Âdem, Muhammed aleyhisselamın hürmeti için duâ etti, duâsı
kabul oldu. Allahü teâlâ da, (Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismi ile, her ne
isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı, seni yaratmazdım) buyurdu.[Hakim, Beyhekî]
Ölü-diri her velînin ruhundan yardım istenir. Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Çölde yalnız kalan kimse, bir ey kaybederse, "Ey Allahın kulları, bana yardım
edin" desin! Çünkü Allahü teâlânın sizin göremedi iniz kulları vardır.) [Taberânî]
(Halil-ür-rahman [Hz. brahim] gibi 40 ki i her zaman bulunur. Onların sebebiyle
yardım görülür ve zafere kavu ulur. Onların bereketiyle gökten ya mur ya ar.
Onların yerine yeni birisi gelmedikçe, ölen olmaz.) [Taberânî]
Diri de Bir ey Yapamaz
Fatihadaki (Yalnız senden yardım isteriz) ayet-i kerimesi, ölünün de, dirinin de bir ey
yapmasına tesir eden kudretin, yalnız Allahü teâlâdan oldu una inanmaya mani de ildir.
Mesela acıkan, hiçbir sebebe yapı madan (Ya Rabbi beni doyur) demesi, bu ayete uygun
de ildir. Çünkü Cenab-ı Hak, doyurmak için yemek yemeyi sebep kılmı tır. Yemek yiyip
doyan da, doymayı Allahtan bilmesi gerekir. Rabbimiz, yemek yemeden de doyurur. Fakat
yemek yenmesini sebep kılmı tır. Yalnız senden yardım isteriz diyen kimse, fırıncıya gidip
(Bana ekmek ver) diye ondan yardım istemesi Allahtan gayrısından yardım istemek
sayılmaz. Allahü teâlânın emretti i sebeplere yapı mak demektir. Ölü veya diri evliyadan
yardım istemek de, sebeplere yapı maktır. Abdülaziz-i Dehlevi hazretleri Fatihanın
tefsirinde buyuruyor ki:
Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahü teâlânın yardımına
mazhar oldu u dü ünülmezse, haramdır. E er yalnız Allahü teâlâya güvenilip, o kulun
Allahın yardımına mazhar oldu u, Allahü teâlânın her eyi sebep ile yarattı ı, onun da bir
sebep oldu u dü ünülürse, caiz olur. Enbiya ve Evliya da, böyle dü ünerek ba kasından
yardım istemi tir. Bu dü ünce ile birisinden yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur.
Çok tecrübe ettim, Musa Kazımın kabri, duâmın kabul olması için ilaç gibidir.( . afiî)
Büyük bir zat "Diri iken tasarruf [yardım] yaptı ı gibi, öldükten sonra da yapan
evliyadan Maruf-i Kerhi ile Abdülkadir-i Geylaniyi gördüm" buyurmu tur. ( .Gazali)
Ke f ehli evliyanın ço u, ruhlardan feyz alarak olgunla tı ını bildirmi ler, bunlara
"Üveysi" demi lerdir. (E iat-üllemeat)
Evliya Vesiledir
Mevlana Abdülhakim-i Siyalkuti hazretleri buyuruyor ki:
(Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının kabul olması için, Allahü teâlânın
sevdi i bir kulunu vasıta yapmaktadır. (Ya Rabbi, bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti
için bana da ver) demektedir. Yahut evliyadan bir zata, (Ey Allahın velîsi, bana efaat et,
bana vasıta ol, benim için duâ et) demektedir. Dile i veren, yalnız Allahü teâlâdır. Velî,
yalnız vesiledir, sebeptir. O da fânîdir, tasarrufu, gücü yoktur. Böyle inanmak irk olsaydı,
Allahtan ba kasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir ey istemek yasak olurdu.
Diriden de duâ istemek, bir ey istemek, yasak edilmedi. Bir cahil, dile ini Allahın
kudretinden beklemeyip (Velî yaratır) derse, bu dü ünce ile ondan isterse, bu elbette
yanlı tır. Bunu ileri sürerek, islâm âlimlerine dil uzatılamaz.) [Zad-üllebib]
Ebul Hasan-ı Harkani hazretleri, sefere çıkan talebelerine, (Sıkı tı ınız zaman benden
yardım isteyin) buyurur. E kıya talebeleri yakalar. Allahü teâlâya duâ ederlerse de,
kurtulamazlar. Bir talebe (Ya Ebel Hasan imdat) der. O talebeyi e kıya göremez.
Di erlerinin nesi varsa alırlar. Seferden dönünce hocalarına, (Biz Allahtan yardım istedik,
kurtulamadık. Fakat u arkada , sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?)
derler. O da (Allahü teâlâ günahkârların duâsını kabul etmez. Bu talebe, benden yardım
isteyince, onun duâsını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, (Ya Rabbi imdat diyen talebemi
kurtar) diye duâ ettim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, duâ ettim.
Kurtaran Rabbimizdi) diye cevap verir. (T. Evliya)
Ruhlar yardım eder
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir ve
rızıklandırılmaktadır.) [Al-i mran 169]
(Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; fakat siz bunu
anlıyamazsınız.) [Bekara 154]
ehidler diri oldu u gibi, ehidlerden üstün olan ve Allah yolunda ölen peygamberler,
elbette diridir. Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Dâvud]
(Her peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyhekî, Ebu Yala]
(Kim, bir tanıdı ının kabrine u rayıp selam verse, ölü onu tanıyıp cevap verir.
Tanımadı ı ölüye selam verirse, o da sevinir, cevap verir.) [ bni Ebiddünya]
(Ölü kabre konurken, oradan da ılırken, onların ayak seslerini i itir.) [Buharî]
(Ölüler yaptı ınız iyi i lerinizi görünce sevinir, kötü i lerinize üzülürler.)
[ .Ebiddünya]
Peygamber, ehid ve müslüman her ölü i itti i gibi, kâfir olan her ölü de i itir. Çünkü
ruh ölmez. Peygamber efendimiz, Bedirde bir çukura gömülü olan mü riklerin yanına varıp
(Rabbinizin size vâdetti ine kavu tunuz mu?) buyurunca, Hz. Ömer, (Ya Resulallah le lere
mi söylüyorsun?) dedi. Cevaben buyurdu ki: (Siz beni onlardan daha iyi i itmezsiniz.)
[Buharî]
Her Ölü itir
(Sen ölüye i ittiremezsin) ayetinde, diri olup, gözü kula ı ve beyni olan kâfirler ölüye
benzetiliyor, (Ölü kalblileri [kâfirleri] imana kavu turamazsın) deniyor. (Ölülere,
sa ırlara i ittiremezsin) buyurulduktan sonra, ancak iman edenlere i ittirebilece i
bildiriliyor. (Rum 52, 53)
Fatır suresinin (Diri ile ölü [mümin ile kâfir] bir olmaz. Allah diledi ine i ittirir. Sen
kabirdekilere [ natçı kâfirlere] i ittiremezsin [imana kavu turamazsın]) mealindeki 22.
ayet-i kerimesinde de, kâfirler, ölülere benzetilmi tir. (Beydavi)
(Sen ölülere i ittiremezsin, ancak ayetlerimize iman edeceklere i ittirebilirsin)
buyurulup, kâfirlerin i itmiyece i, yani hakkı kabul etmiyece i, ancak müminlerin
i itecekleri bildirildi. (Neml 80, 81)
(Kâfirlerin gözleri de il, gö üslerindeki kalbleri kördür) buyurulup, hakkı
görmedikleri için kâfirlere kör denildi i bildiriliyor. (Hac 46)
Ayrıca 2/18, 5/ 71, 6/ 50, 7/ 64, 10/ 42, 11/24, 13/16, 17/72, 27/ 66, 41/ 17, 43/40 ve
daha ba ka ayet-i kerimelerde, kâfirler ölüye benzetilmi , onların kör, sa ır ve dilsiz
oldukları yani hakkı görmedikleri, i itmedikleri, söylemedikleri, yani hidayete
kavu madıkları bildirilmektedir. Buradaki i itmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)
Ruhların Kerametleri
Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: ( nsan ölürken ruhunun ölmedi ini, uur
sahibi oldu unu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıklarını ayet-i kerimeler ve
hadis-i erifler açıkça bildiriyor. Evliyanın ruhları, diri iken oldu u gibi, öldükten sonra da,
yüksek mertebededir. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet
sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yaratan, yalnız Allahü
teâlâdır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti kar ısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun
için, Allahü teâlâ, diriler vasıtası ile çok ey yaratıp verdi ini, herkes, her zaman
görmektedir. nsan diri iken de, ölü iken de bir ey yaratamaz. Ancak Onun yaratmasına
vasıta olmaktadır.) [Mi kat]
Resulullahı ve evliyayı vesile ederek duâ etmek caizdir. (Hülasat-ül-kelam)
Hadis-i erifte buyuruldu ki:
(Ya Rabbi, senden isteyip de, verdi in zatların hatırı için, istiyorum.) [ .Mace]
Ben ölünce, beni dü ünün, imdadınıza yeti irim. (Mevlana C. Rumi)
Ruhaniyetime teveccüh edin veya Mazhar-ı Cananın kabrine gidin! Ondan hasıl olan
faide, bin dirinin faidesinden daha çoktur. (Mektubat-ı Dehlevi)
Evliya, peygamberler yaratıcı de ildir. Allahü teâlâ istenilen eyi onların hürmetine
yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir. Cenab-ı Hak, her eyi yoktan yarattı ı hâlde,
yaratmasına bazı eyleri sebep kılmı tır. Mesela Hz. Ademi ana-babasız yaratmı , fakat
çamuru vesile kılmı tır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır. Fakat çocukların
yaratılması için, ana-babayı vesile, vasıta kılmı tır. Hz. Ademi yarattı ı gibi, bütün insanları
da ana-babasız yaratabilirdi. Fakat ana-babayı sebep vasıta kılmı tır. Onun adeti böyledir.
Onun için Kur'an-ı kerimde (Allaha yakla mak için vesile arayın) buyuruldu (Maide 35)
Her eyi yaratan Allahtır. "Sebeplere yapı ın" buyurdu u için bir sebebe yapı ılır. Hz.
bni Kemalpa azadenin Hadis-i erbaindeki (Bir i inizde, sıkı ıp bunalınca,
kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemînin bildirdi i (Kabirdekiler olmasa,
yeryüzündekiler yanardı) hadis-i erifleri de, Allahü teâlânın izni ile, ölülerin dirilere
yardım etti ini göstermektedir. (M.Nasihat)
Dünya ahiretin tarlasıdır
Peygamber efendimiz, (Dünya ahiretin tarlasıdır) buyuruyor. Ahireti kazanabilmek
için dünyamızın iyi, huzurlu olması gerekir. Evliya kabrine giden kimse, hastalı ına çare,
hayırlısından olmak üzere bir ev, bir evlat, bir araba, bir gelin, bir i veya bir e v.s.
isteyebilir. Zaten oraya bir derdi olan, bir arzusu olan gider.
Bazı bid'at fırkaları, vefat etmi olan peygamber veya evliyadan yardım istemenin irk
oldu unu söylüyorlar. Halbuki Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, vefat etmi enbiya veya
evliyadan yardım istemenin caiz oldu u açıkça bildirilmektedir. eyh-ül islâm ibni
Kemalpa azade hazretleri, (Bir i inizde a ırırsanız ölmü lerden yardım isteyiniz) hadis-i
erifini açıklarken buyuruyor ki: Ölmek, ruhun bedenden ayrılması demektir. Ruhun bedene
olan sevgisi, öldükten sonra da devam eder. Bir insan, gerçekten velî olan bir zatın kabri
yanında durup, o zatı dü ünse, o zatın ruhundan istifade eder.
mam-ı Razi buyurdu ki: Gelen insanın ruhu ile, kabirdeki zatın ruhu, birer ayna gibidir.
Birbirinin kar ısına gelince herbirinin ı ı ı, ötekinde akseder, yansır. Ziyarete gelen ki i velî
zattan istifade eder. (Metalib-i aliyye)
Diriye, ölüye ve her eye yardım ancak Allahtan olur. Kur'an-ı kerimde, (Yardım ancak
ve yalnız Allahtandır) buyuruldu. (Al-i mran 126)
Kabirdeki peygamber veya velî, ancak Allahü teâlânın izni ile yardım etmektedir.
Allahın bu kudretinden üphe eden mü rik olur.
r ad-üt-talibin kitabında, (Vefat eden evliyanın, feyz vermesi kesilmez, hatta artar)
buyuruluyor. Bunun için kiralık ev arıyan kimsenin, bir evliyanın kabrine giderek, (Ey
mübarek zat, Allahü teâlâya duâ et u sıkıntıdan kurtulayım) gibi sözler söylemesinin caiz
oldu u, (Et-tevessül-ü bin-Nebi...) kitabında da yazılıdır.
Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına i ittirir, onların hatırı için istenileni yaratır. Ölülerin
dirilere yardım etmesi yine Allahü teâlânın dilemesi ile olur.
Hadika’da, (Ölülerden bir ey isterken bu i leri sebeplerin de il, Allahın yaptı ına
inanmalı) buyuruluyor.
Bir Kabre ki Ki i
Sual: 
Bir kabre iki akraba gömülebilir mi?
CEVAP
Akraba da olsa, zaruret olmadıkça, bir kabre, iki ki i gömülmez. Bir ölü çürüyüp,
kemikleri toprak olmadan, bu mezara ba kası gömülemez. Ba ka mezar kazılamazsa,
kemikler toplanıp, mezar içinde, toprakla örtülerek, ba kası, bu örtülen topra ın öte yanına
gömülebilir. Ölü çürüyüp, toprak olunca, bu mezara ba kası defnedilebilir. (Hadika)
Di er suâllerinizin cevabı da öyle:
1- Ölü çürüyüp toprak olduktan sonra, buraya tarla, bina yapmak caiz olur.
2- Mezarlar, sel, ırmak suları altında kalırsa, çıkarıp ba ka yere gömmek caiz de ildir.
3- Eski kâfir mezarlarında, kâfirlerin alametleri kalmayınca, buraya müslümanlar
gömülebilir ve cami yapılabilir. Nitekim, Medinede Mescid-i nebinin yeri önce kâfirlerin
kabristanı idi. Kazılıp, kemikler ba ka yere götürülüp, buraya mescid yapıldı.
Mezar Nakli
Sual: 
Babamı Bulgaristanda gayr-i müslim mezarlı ına gömmü ler. Rüyamda babamı
gördüm. Kendisinin kurtarılmasını istedi. Babamın mezarını müslüman mezarlı ına
nakletmem caiz midir?
CEVAP
Zulmetten kurtulması için nakletmeniz çok iyi olur. (Tahtavi)
Mezar Ta ı
Sual: "Biri ba , di eri ayak ucuna olmak üzere, iki tane mezar ta ı dikmek art" deniyor.
Bir tane mezar ta ı dikilse mahzuru olur mu?
CEVAP
Mezar ta ı dikmek art de il, sadece caizdir. Yani dikilse de, dikilmese de olur. Mezar
ta ı, bir tane de olur, iki tane de olur. Hatta kabri korumak için etrafını ta la, betonla, demir
parmaklıkla çevirmek caizdir. Ta üzerine ayet-i kerime, methiye gibi eyler yazmak caiz
de il, fakat ölenin ismini ve öldü ü hicri tarihi yazmak caiz görülmü tür.
Ölü için iskat yapılmalıdır
Sual: 
Bir hoca, ölü için yapılan iskata, bid'at dedi. skat caiz de il midir?
CEVAP
skat, Kitab ve Sünnet ile sabittir. Kur'an-ı kerimde namazların nasıl kılınaca ını açıkça
anlamamıza imkan yoktur. Kur'an-ı kerimde namazın nasıl kılınaca ı bildirilmemi diye,
namaz kılma ekli inkar edilebilir mi? Her husus Kur'an-ı kerimde açıkça anlatılmamı tır.
Bunlar, hadis-i eriflerle, icma ile bildirilmi tir.
Vücuddan kan çıkınca abdestin bozulup bozulmayaca ı, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i
eriflerde açıkça yoktur. Fakat âlimler bu hususu, ayetten ve hadisten çıkartıp hükme
ba lamı lardır. Buna Kıyas-ı fukaha denir. Dinimizde dört delil vardır: Kitab, Sünnet,
cma ve Kıyas. Dinimiz bize, bu dört vesika ile gelmi tir. Bu dört vesikaya Edille-i
erıyye denir.
Kitab ve Sünnette skat
Âlimler, Kitab ve Sünnete dayanarak iskatın hükmünü bildirmi lerdir. Mesela Nur-ülizah,
Ha iye-i Tahtavi, Halebi, Dürr-ül-muhtar, Mülteka, Dürr-ül münteka, Vikaye,
Dürer, Cevhere ve Birgivi vasiyetnamesi erhi gibi kıymetli kitaplarda, meyyit için iskat
ve devrin gerekti i bildirilmektedir.
Tahtavi ha iyesinde buyuruluyor ki: (Bir kimsenin, kaza edemedi i namazlarının
iskatının yapılması için bütün âlimlerin sözbirli i vardır. Namazın iskatı olmaz demek çok
yanlı tır. Çünkü bu hususta mezheblerin sözbirli i vardır. [Nesâîdeki] hadis-i erifte (Bir
kimse, ba kası yerine oruç tutamaz ve namaz kılamaz. Ama onun orucu ve namazı için
fakir doyurur) buyuruldu.) [s.356]
Nimet-i slâmdaki bu hadis-i erif, Dürerde de mevcuttur.
Görüldü ü gibi, iskat Kitab ve Sünnette vardır. Ancak, iskatın hükmü Kur'an-ı kerimden
açıkça anla ılmadı ı için, âlimler, ictihad ve istinbat yolu ile çıkarmı lardır. Âlimlerin bu yol
ile çıkardı ı hükümlere Kıyas-ı fukaha denir. Kıyas-ı fukahayı inkar edene Mezhepsiz denir.
Mecmaul-enhürda diyor ki: (Nefsine ve eytana uyarak namazlarını kılmamı , ömrünün
sonuna do ru buna pi man olup kılmaya ve kaza etmeye ba lıyan kimsenin, kaza edemedi i
namazlarının iskatının yapılması için vasıyyet etmesi caizdir.)
Oruç, namaz, zekât borcundan ba ka, kul hakları, ödenecek borçlar, emanet, hırsızlık,
dö mek, sö mek, alay, iftira, gıybet gibi hakların da iskatı yapılır. (Cila-ül-kulub)
Günümüzde skat i
Bazı din cahilleri ise, iskatı kabul ediyorlar, fakat iskat devrini kısa akıllarına
sı dıramayıp (Parayı, bir ba ka fakire hediye etmekle iskat nasıl yapılır, kim kandırılıyor?)
diyorlar. bni Abidin hazretleri buyurdu ki:
(Bir kimse, zekâtını fakire verse, fakir de zekâtı aldıktan sonra, getirip zengine
hediye etse, zekât verilmi olur.) [Zekât bahsi]
skat i inde de, fakirin parayı, gönlü ile hediye etmesi gerekir. Gönlü ile hediye ederse,
(Kimi kandırıyor?) denilemez. Herkes mülkünü diledi ine hediye edebilir. (Hidaye)
Bugün çok yerde iskat i leri dine uygun yapılmamaktadır. Zekât da ekseriya dine uygun
verilmemektedir. Dine uygun verilmedi i için (zekât kaldırılmalı) denemiyece i gibi, uygun
yapılmadı ı için de (iskat kaldırılmalı) denemez. Dine uygun olarak nasıl yapılaca ı anlatılır.
Samimiyetsizler
Bazı mezhepsizler, (Orucun iskatına dair ayet vardır. Bekara suresinin "Hasta veya
yolcular, tutamadı ı günler kadar, di er günler oruç tutar. [Ya lılık veya ifa ümidi
kalmamı hastalık gibi devamlı mazereti olup da] oruç tutmaya güçleri yetmiyenlerin bir
fakir doyumu fidye vermeleri gerekir" mealindeki 184. ayeti, oruç iskatının gerekti ini
emrediyor. Ancak namaz için böyle bir ayet yok) dedikleri hâlde, samimiyetsiz oldukları
için, hiçbir mezhepsizin oruç için fidye verip iskat yaptıkları ve oruç iskatını dahi tavsiye
ettikleri görülmemi tir.
skatın dinin emri oldu una dair âlimler sözbirli inde bulunmu lardır. Kıyas-ı fukaha
dinin dört delilinden biridir. Bunu inkar edip ( skat bid'attır) diyen türedilere kanmamalı,
slâm âlimlerinin kitapları esas alınmalıdır!
Ölü için a lamak
Sual: Ölü için a lamak uygun mudur?
CEVAP
Ölü için sessiz a lamak câizdir. ( erh-us-sudûr) ve (Berekât)da, (Müminin ölümüne
gökler a lar) yazılıdır. Ölü için yüksek sesle a lamak, matem tutmak, siyah elbise giymek,
siyah perdeler ve rozetler, i aretler asmak, matem i aretleri, resmini ta ımak câiz de ildir.
(Hazânet-ür-rivâyât) kitabında, (Cenâzeye ve cenâze çıkan yere siyah örtmek ve siyah
giyinmek câiz de ildir.) diyor. Bütün hadis kitapları, Peygamber efendimizin ölü için yüksek
sesle a lamanın ölüye sıkıntı verece ini bildirmektedir. Bu hadis-i eriflerde bazıları
öyledir:
( u dört ey cahiliyet mirasıdır: Soyu ile övünmek, bir kimsenin soyuna sövmek,
ya muru yıldızlardan aramak, ölüleri methederek a lamak.) [Buhârî]
(Ölü, yakınlarının kendisine ba ırarak a lamasından azap [sıkıntı] duyar) [Buhârî]
(Birinin yüksek sesle a laması ile, ölünün üzerine kaynar su dökülür.) [Bezzâr]
(Ölülerinize feryat ederek a lamayın, çünkü ölü, bundan azap duyar.) [ irazî]
(Matem tutan, ölmeden tövbe etmezse, kıyamette iddetli azap görür.) [Müslim]
(Bir kimsenin soyuna sövmek ve ölü için matem tutmak insanı küfre sürükler.)
[Müslim]
(Yüksek sesle a layarak "Kolum kanadım kırıldı, yardımcım gitti” gibi sözler
söylemek ölüyü sıkıntıya sokar.) [ bni Mâce]
(Ölü arkasından a lamayı sanat edinen kadın, tövbe etmezse, çe itli azaba maruz
kalır.) [Müslim]
(Çı lık atarak ölü için a layan kadına, Allahın, meleklerin ve bütün insanların
lâneti olsun.) [Teberânî]
(Nimete kavu unca [davul] zurna çalmak, musibet anında ba ırıp ça ırmak caiz
olmaz.) (Bezzar)
(Rahmet melekleri ölünün arkasından feryat edip a layanlara dua etmez.)
[ .Ahmed]
(Ölü için a layana da, onu dinleyene de lanet olsun.) [Ebu Davud]
(Üzülünce, yüzünü yolan, elbisesini yırtan ve ba ırıp ça ıran bizden de ildir.)
[Buharî]
(Felakete u rayınca, saçlarını yolan, elbisesini yırtan yüksek sesle ba ırıp a layan
bizden de ildir.) [Nesaî]
Ebu Seleme’nin kızı Hz.Zeynep anlatır: Babası ölünce ba sa lı ı dilemek için
Resulullahın zevcesi Ümmü Habibe validemizin yanına gitmi tim. Güzel koku istedi. Safran
esansından, bir genç kıza, sonra da kendi yüzüne sürdü ve öyle dedi: Vallahi benim güzel
kokuya ihtiyacım yok. Fakat Resulullahın, (Allah’a ve âhiret gününe inanan bir kadının,
ölen yakını için üç günden fazla yas tutması helâl de ildir. Yalnız kocası ölen kadın
iddeti kadar, dört ay on gün süslenmez.) dedi ini duydum. Cah kızı Zeynebin karde i
ehit olunca, o da aynı eyleri söyledi. (Buhari)
Yunus Emre diyor ki:
A k ate ine yandı ım, a lamak oldu güldü üm,
Ah edip feryat kıldı ım, bilmeyene sava gelir.
Halimizi bilen yoktur, a kı inkâr eden çoktur,
Bizim sevdi imiz Haktır, ama halka göz ka gelir.
Kim ki erenlerden ola, oyalanmaz dü er yola
Hakkı seven sadık kula, bütün âlem karda gelir.
Miskin Yunus bil özünü, yerinde kullan sözünü
Tehlikeye aç gözünü, sanma belâ yava gelir.
Ölümü hatırlamak, ölüden ibret almak
Sual: 
Canımız sıkılınca ailece kabristana gidiyor, ibret almaya çalı ıyoruz. Gerçi
tanıdıklardan gülenler çıkıyor ama iyi de oluyor, biraz kendimize geliyoruz. Böyle
yapmamız uygun mu? Gidince nelere dikkat edelim?
CEVAP
Ölümü hatırlamak, ölüden ibret almak ve ahireti dü ünmek için kabir ziyaret etmek
sünnettir. bret almak için, ölünün çürüdü ü, yanaklarının, dudaklarının döküldü ü, a zından
pis sular aktı ı, karnının i ip patladı ı, içine kurtların, böceklerin doldu u dü ünülür.
Böylece kendisinin de aynı hallere dü ece ini hatırına getirir. Kimseye kötülük dü ünmez.
yi bir müslüman olarak ya amaya çalı ır. Hanefide, per embe, cuma ve cumartesi günleri
kabirleri ziyaret etmek sünnettir. afiîde, per embe günü ikindiden cumartesi günü güne
do uncaya kadar ziyaret etmek sünnettir.
Ziyaret edenin, ölü için Kur'an-ı kerim okuması, ona duâ etmesi gerekir. Bunların ölüye
faydası çok olur. Kabristana girince, (Esselamü aleyküm ya Ehle-daril kavmilmüminin!
nna in aallahü an karibin biküm lahikun) demek sünnettir. Hadis-i erifte buyuruldu ki:
(Bir müminin kabrini ziyaret ederken, Allahümme inni eselüke-bi-hurmet-i
Muhammed aleyhisselam en la tüazzibe hazelmeyyit denirse, o ölünün azabı kıyamete
kadar kaldırılır.) [Etfal-ül müslimin]
Evliyayı ziyaret için uzak yere gitmek ve kabirlerini, bereketlenmek, yani istifade etmek
niyetiyle ziyaret etmek müstehaptır. Resulullahın mübarek kabrini ziyaret etmek, ibâdetlerin
en kıymetlilerindendir. Hadis-i erifte buyuruldu ki: (Kabrimi ziyaret edene efaatim vacip
olur.)
Ziyaret ederken, kabir etrafında tavaf etmek, kabri öpmek caiz de ildir. Hindiyyede,
ana-babanın kabrini öpmenin caiz oldu u bildiriliyor. Ana-babadan daha kıymetli olan
evliya veya peygamber türbesini öpmek de caizdir. Evliyadan, efaat etmesi, Allahü teâlânın
vermesine vesile olması istenir.
(Kabirleri ziyaret eden kadınlara Allah lânet etsin) hadis-i erifi, a lamayı yenilemek
için kabir ziyaret eden kadınları kasdetmekte olup, bu cahiliyet devri adetlerindendir.
(Kabirleri ziyaret etmenizi yasak etmi tim, bundan sonra ziyaret edin; zira size ahireti
hatırlatır) hadis-i erifi, kadınların da kabir ziyaret edebilece ini göstermektedir.
Kadınların, kapalı olarak, fitneye sebep olmadan, ara sıra kabir ziyaretleri caizdir. Yunus
Emre diyor ki:
Sabah mezarlı a vardım baktım herkes ölmü yatar
Her biri çaresiz olup ömrünü yitirmi yatar.
Kimi yi it, kimi koca kimi vezir kimi hoca
Gündüzleri olmu gece karanlı a girmi yatar
Vardım onların katına baktım ecel heybetine
Ne yi itler muradına daha ermemi yatar.
Nicelerin ba rın deler, kurtlar üstünde gezeler,
Gepegencecik tazeler, gül gibice solmu yatar.
Yarı kalmı tüm i leri, dökülmü inci di leri,
Da ılmı sırma saçları hep yerlere dü mü yatar.
Çürüyüp durur tenleri, Hakka ula mı canları,
Görmez misin sen bunları nöbet bize gelmi yatar.

24 Mart 2013 Pazar

Huzurun Kaynağı Aile


Îmânın muhafazası                               
Sahip olunan şey ne kadar kıymetli olursa, onun korunması, muhafaza edilmesi de o derece önem kazanır. Eline çok kıymetli bir mücevher geçen bunu nasıl koruyacağını bilemez. Çaldırma korkusundan uykuları kaçar.
İnsanın en kıymetli şeyi îmânıdır. Bunu korumak için her türlü gayreti göstermesi lâzımdır.
Resûlullahın sözlerinden birine bile inanmamak veya iyi ve doğru olduğunda şüphe etmek küfür olur, ya'nî insanı dinden çıkarır. Din bir bütündür. Kısaca, inanılması zarûrî olan şeylerden birine bile inanmıyan dinin tamamına inanmamış olur.
Meselâ kişi, ben dinin her emrine inanıyorum, ancak görmediğim şeye de inanmam, cinni görmediğim için inanmam dese, İslâm dininin tamamına inanmamış olur. Bu kimse, sabahlara kadar namaz kılsa, oruç tutsa, herkese iyilik yapsa bunların hiçbir faydası olmaz.

İmanda şüphe olmaz
Îmânda şüphe de olmaz. Şüpheli îmâna îmân denmez. Biraz inanıyorum biraz inanmıyorum şeklinde îmân olmaz. Meselâ, bir kimse herşeyi dünyadaki şartlara göre düşünüp: "Öldükten sonra dirilmeye inanıyorum ama, bu kadar insan tekrar nasıl dirilecek, hepsinden nasıl hesap sorulacak, acaba bu mümkün olur mu?" şeklinde tereddüt etse, bu kimse âhırete inanmamış olur. Bu düşüncede cenâb-ı Hakkın kudretinden şüphe vardır. Dinimizde hürmet edilmesi, saygı gösterilmesi gereken şeylere hürmetsizlik eden, saygısızlık yapan, kötülenmesi, beğenilmemesi gereken şeylere hürmet eden, beğenen dinden çıkar.
Dinimizin açık şekilde harâm ettiği bir şeyi, inkâr eden de dinden çıkar. Meselâ domuz etini dinimiz harâm etmiş. Ama bir kişi, bunun sebebini trişine, tenyaya bağlayıp:
"Zamanımızda fen ilerledi. Domuzdaki trişinler rahatlıkla zararsız hâle getiriliyor. Dolayısıyle artık harâm olması ma'nâsızdır" dese, dinden çıkmış olur. Çünkü, dinimiz domuz etini harâm ederken, trişin gibi herhangi bir sebebe bağlamamıştır.

İnkar etmeyen kafir olmaz
Ancak kişi, harâm olan şeyin harâmlığına inanır, nefsine uyarak yaparsa günâhkâr olur. Dinden çıkmaz. Çünkü ameller îmândan parça değildir. Ya'nî, kişi ne kadar büyük günâh işlerse işlesin, bunun günâh olduğuna inanır, yaptığından pişmânlık duyarsa, o kimse îmânlıdır. Buna îmânsız denemez.
Dinimizin harâm ettiği bir şeyi yapanlar hangi hâllerde küfre düşerler, konusunun iyi bilinmesi lazım. Bunun iyi anlaşılabilmesi için şöyle bir misâl verelim:
İki kimse düşünün. Birisi, alkol bağımlısı olmuş. Hergün içiyor. Sizi gördüğünde de mahçup oluyor:
- Bu zıkkımı içmenin harâm olduğunu biliyorum. Fakat bir türlü kurtulamıyorum, ne olur kurtulmam için bana yardımcı olun, diyor.
Diğeri ise her zaman içmiyor. Ayda yılda bir içiyor. Kendisine yaptığının uygun olmadığını söylediğinizde:
- Ben her zaman içmiyorum. Ayda yılda bir içiyorum. Bu kadarcık içmek harâm olmaz! diyor.
Bu durumda, birinci kimse, ikincisinden daha çok şarap, içki içtiği hâlde günâhkâr oluyor, dinden çıkmıyor. Ama ikinci kimse, arasıra içtiği hâlde, dinin açık bir emrini hafife aldığı için dinden çıkıyor.

  1. Farzlarda da durum aynıdır. Meselâ bir kimse, Ramazanda oruç tutmadığı gibi, ayrıca müslümanların gözü önünde sokakta, açıkça yiyip içiyorsa, dinin bir farzını hafife almış olduğundan dinden çıkar. Ancak herhangi bir özründen dolayı hattâ nefsine zor geldiği için tutmaz, ama orucunu gizli gizli yerse, bu günâhkâr olmuş olur; fakat dinden çıkmaz.

Huzurun Kaynağı Aile


Huzurun Kaynağı Aile
- Kadın ve Ailenin önemi
- Evlilik ve Aile Hayatı
- Çocuk Eğitimi




MEHMET ORUÇ



Sipariş adresi:
------------------
Arı Sanat Yayınevi
0212 520 41 51
                                                                                                   ÖNSÖZ
Aile, canlılar içinde sadece insanlara bahşedilmiş değerli bir müessesedir. İnsanı diğer canlılardan ayırt eden önemli bir farktır. Bu farkın yok olması insanı insanlıktan uzaklaştırır.
Aile toplumun temel taşıdır. Her bina temel taşlar üzerinde yükselir. Bir binanın temel taşları sağlam değilse ömrü uzun olmaz, ufak bir sarsıntıda yıkılır. 19.yüzyılda, Sanayi Devrimi ile beraber birçok ülkede, özellikle de Batı ülkelerinde, kapitalist patronların kadını ekonomik yönden istismara başlaması ile bu temel taşlar yerinden oynadı; aile büyük sarsıntı geçirdi. Buna bağlı olarak toplumlar da sarsıntıya uğradı; huzursuzluk, manevi boşluk had safhaya ulaştı.
Bu sarsıntı ülkemizde, biraz hafif seyir göstermekle beraber gün be gün, şiddetini artırmakta, Batı ülkelerine erişebilme yarışını sürdürmektedir. Bunun için de, aile geçimisizlikleri, aile içi şiddet uygulamaları, boşanmalar hızla artmaktadır.
Bütün bunların sebebi, ailede köşe taşları mesabesinde olan, anne, baba ve çocukların yerlerinden oynatılmasından ve yerli yerinde olmamalarındandır. Çünkü her taş yerinde ağırdır, hele bu taş temelde köşe taşı olursa. Ailede, toplumda tekrar huzurun sağlanması da, bu köşe taşlarının yerine konulması ve tabii fonksiyonlarını yerine getirmelerinin sağlanması ile mümkündür.
İşte biz, bu çalışmamızda, aile fertlerinin aile içindeki rollerini ve ailenin toplumdaki yerini göstermeye çalışacağız. Bunu yaparken de, kendi düşüncemizi değil, asırlardır oluşmuş, kemikleşmiş örf ve adetlerimizi, mensubu olmakla iftihar ettiğimiz dinimizin emir ve yasaklarını esas aldık. Bunun için bildirilenler; alışa geldiğimiz yaşayışımıza ters de olsa, nefsimize ağır da gelse, “Bu zamanda böyle şey mi olur” demeden, yapabildiğimiz kadarını yapıp, yapamadıklarımız için de, Cenab-ı Haktan af dilememiz lazımdır.
Hepimiz, aldığımız bir cihazı kullanmadan önce, bunu imal eden mühendislerin hazırladığı “kullanma kılavuzunu” okuruz. Çünkü bu cihazdan en iyi bir şekilde verim alınabilmesi için nasıl kullanılması lazım geldiğini en iyi bilenlerin onlar olduğuna inanırız.
Bunun gibi, insanı ve aile fertlerini yaratan, onlardan en iyi şekilde nasıl istifade edileceğini, ailede huzurun sağlanması için rollerinin ne olması lazım geldiğini en iyi Allahü teâlâ bilir. Bunun dışındaki bilgiler deneme yanılmaya bağlı yarım yamalak bilgilerdir. Bu bilgiler insanları, toplumları yanıltabilir. Bugün faydalı gibi görülen işlerin yarın ne kadar zararlı olduğunu çoğu kez görmekteyiz.
Her meselede olduğu gibi, aile yaşayışımızda da, nasıl hareket etmemiz gerekiyor, ailedeki rollerimiz nelerdir, bunları İslam büyüklerinin kıymetli kitaplarından öğrenip yaşamaya çalışmamız lazımdır. Biz bu kitabımızda bunu yapmaya; kıymetli kitaplardan istifade ederek, bu eşsiz bilgileri sizlere sunmaya çalıştık.
Kur’an-ı kerimde, “Allah, evlerinizi, sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı.” (Nahl-80) buyurulmaktadır. Evlerimizin, huzur ve sükûn yeri olması da, Allahü telanın bildirdiklerine uymaya bağlı. Bunlara ne kadar uyulursa, huzur ve sükûn da o derece fazla olur. Uyulmazsa, her önüne gelen kural koymaya kalkışırsa, evlerde huzur kalmaz. Evlerinde huzur olmayan toplumların sokaklarında da huzur olmaz. Cemiyet, nerede, ne zaman infilak edeceği belli olayan serseri mayına döner. Bundan bütün insanlık zarar görür.
Cenab-ı Hak, hepimizin evini, ailesini huzurlu eylesin. Amin.






BİRİNCİ BÖLÜM

-----------------------

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ; AİLE

İnsanlar cemiyet, topluluk halinde yaşamak mecburiyetindedirler. Cemiyetin en küçük birimi ailedir. Bu bakımdan aile, toplumun temel taşıdır. Aile, insanların doğup büyüdüğü, yetişip geliştiği ve terbiye gördüğü topluluktur. Bu, topluluğun küçük - büyük fertlerinin olgunlaştığı, bir hayat okuludur. Aile içerisinde her ferd, birbirinin bilgi ve tecrübesinden faydalanır. Bu faydalanma bir ömür boyu devam eder.
Şimdi çok küçülüp, anne, baba ve çocuklardan meydana gelir hale gelmiş ise de; büyük baba, nine ve torunlar da aile ferdlerinden sayılır. Bunlara kan, süt ve evlilikten doğan akrabalıklar katılınca, aile çevresi genişler. Erkeğin anası, babası ve kardeşleri ile kadının anası, babası ve kardeşleri en yakın akrabalardır.
İnsanlık aile ile başlar. Yüce kitabımız Kur’an-ı kerimde bildirildiği gibi, bu aile, bir erkek ile bir kadından ibaretdir. Hucurat suresi on üçüncü ayet-i kerimesinde mealen: “Ey insanlar! Biz sizleri bir erkek ile bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.” buyrulmaktadır.
Bugün yeryüzünde rastladığımız farklı renklere, kültürlere, milletlere ve gruplara rağmen, insanlar temelde bir tek ailenin çocuklarıdır. İlmin kesin olarak ortaya koyabildiği husus, farklı ırklara, renklere, kan gruplarına ve iskelet yapılarına rağmen bütün insanların bir ana-babadan çoğaldıklarıdır.
Bu sebeple ilk insan ve ilk peygamber hazret-i Adem ile eşi hazret-i Havva yeryüzünde bulunan ve ilahi vahiy ile terbiye edilmiş olan ilk ailedir. İnsan nesli (soyu) onlardan çoğalmıştır.
Buna göre, insanlık, ne Th. Habbes’in dediği gibi vahşi ve egoist bir canavar olan fertler ve ne de E. Durkheim'in dediği gibi özel hayata ve şahsiyete imkan ve fırsat tanımayan insan sürüleri demek olan klan ile başlamıştır. Bu görüşlerin bugün ilmi bir değeri kalmamıştır. Eski ve köklü bir müessese olan aile, değişik yer ve zamanlarda değişik görünüşler kazanmasına rağmen daima var olmuştur.

Eski toplumlarda Aile
Aile, çeşitli dinlerde ve topluluklarda devirlere, bölgelere göre farklılık arz eder. Baba hakimiyetine dayanan aileler (ataerkil-pederşahi) yanında, ana hakimiyetine dayanan (anaerkil - maderşahi) aileler olduğu gibi, tek evli aile (monogami) ve çok evli aileler (poligami) de görülmüştür. İslamdan önceki topluluklarda genel olarak aile şöyledir:
Yahudilikte aile,  baba hakimiyetine dayanırdı (ataerkildi). Hem sosyal hem de dini bir müessese olup, kadının miras hakkı yoktu. Çok evlilik vardı. İsrailoğullarının dışında biriyle evlenmemek esastı. Boşanma normal görülürdü. Bu sebeple boşanma çok olurdu.
Hıristiyanlıkta aile sadece dini bir müessese idi. Kocanın hakimiyeti esastı. Evlenen kadın ile erkek artık birbirinden ayrılamaz, boşanıp başkasıyla evlenen eş zina etmiş sayılırdı. Çok evlilik olmakla beraber, aileler daha çok tek evliliğe dayanırdı.
Romalılarda aile, sosyal ve dini bir kuruluştu. Ataerkil bir aile tipi hakimdi. Baba, ailenin reisi idi. İlk devirlerde, çocuklarını öldürme yetkisine bile sahipti. Evlatlık müessesesi vardı. Tek evlilik esas olup, çok evlilik yoktu.
Araplarda, Peygamber efendimizden önceki Cahiliye devrinde aile ataerkildi. Kadın ve çocukların değeri yoktu. Baba, kız çocuklarını öldürme hakkına sahipti. Nitekim kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi.
İslamiyetten önce Türklerde: Aile yapısı ataerkildi; yalnız Roma’da olduğu gibi değildi. Tek evlilik esas olmakla beraber fazla yaygın olmasa da çok evliliğe de rastlanılırdı.

Dinimize göre Aile
İslam hukukuna gelince: İslam dini toplumun huzuru ve insan neslinin sağlıklı bir şekilde devamı için, ailenin gerekli olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple nikahı helal kılarak, zinayı ve zinaya yol açan serbest ilişkileri yasaklamıştır. Kadına hiç bir dinin, hiç bir sistemin vermediği değeri vermiştir. Peygamber efendimizin Veda hutbesindeki nasihatlerinden biri: “Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak davranınız, iyilik ediniz.” olmuştur. Başka bir hadis-i şeriflerinde de; “Cennet anaların ayakları altındadır.” buyurarak, kadını korumada eşsiz bir hassasiyet göstermiştir.
Ancak erkekler İslamiyete göre, “ailenin reisi” olmak bakımından kadınlar üzerinde (daha üstün) bir dereceye sahiptirler. Cenab-ı Hak, kadını erkeğin himayesine vermiştir. Ayet-i kerimede, “Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler; kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar.” (Nisa: 34) buyurulmaktadır. Bununla beraber, erkeklerin meşru surette kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Ailenin mutluluğu ve sosyal hayatın huzuru, aileyi meydana getiren kadın ve erkeğin, vazife ve sorumluluklarını bilip, uygulamasına bağlıdır.
Aile içinde kadın ve erkeğin birbirlerini anlayıp hoşgörü sahibi olmaları, aile saadeti için şarttır. Karşılıklı saygı ve vazifelerin ne olduğunun bilinmesi, yuvanın huzurlu olması için önemli hususlardır. Ailede disiplini baba sağlar. Baba adaletli davranırsa, ailede huzur olur. Akıllı kadın ve erkek birbirlerini üzmezler.
Son devir İslam büyüklerinden Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh” erkeğin hanımına karşı davranışının nasıl olması lazım geldiği hususunda buyuruyor ki:
“Aklı olan karı-koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek aile saadetinin bozulmasına sebeptir. Zalim, huysuz kimse, hayat arkadaşını devamlı üzerek asabını bozar. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar meydana gelir. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahv olmuştur. Saadeti sona ermiştir. Eşinin hizmetlerinden, yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kadın veya erkeğin huysuzluğu sebep olmuştur. Bunlardan uzak, saadetli bir yuvanın esası, karşılıklı güler yüz, hep tatlı söz, anlayış ve hoşgörüdür. Bunları ise dinimiz emretmektedir. Bunlara uyan dünya ve ahirette rahat eder.”
Aileden gaye, neslin devamını sağlayan çocuktur. İnsanın öldükten sonra iyilikle anılması için; topluma faydalı bir eser veya faydalı bir ilim yahut hayırlı evlat bırakması gerekir. Her şey bitip unutulduğu halde, bunlar unutulmaz ve ölen insanın hayırlı işinin devamını temin eder.
O halde çocuğun örnek şekilde yetiştirilmesi, anne ve babanın ortak vazifesidir. Anne çocuğunu bizzat emzirip büyüttüğü, devamlı iyi ahlakı anlattığı gibi, bunların ev, yiyecek, giyecek ile manevi ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak da önce babanın vazifesidir.

İslamda, ailede sevgi saygı esastır
İslamiyet, ahlak ve ilme en büyük kıymeti verip, cahilliği ve ahlaksızlığı reddeder. Onun için her anne ve baba, çocuğuna ilmi, ahlaki ve dini görevlerini öğretmelidir. Öğretmezlerse mes’ul olurlar. Çünkü, her çocuk sevmeyi, sevilmeyi, saygıyı burada öğrenir. Disiplin ve düzenli hayata burada alışır.
Allahü teâlâya inanmayı, Peygamber sevgisini, vatan-millet aşkını, gelenek ve göreneklerine saygıyı hep burada öğrenir. Çocuklar altı yaşlarına kadar kişilik özelliklerini aileden alırlar. Bu sebeple ailenin düzenli olması çok önemlidir.
Aile hayatının düzenli olması, çocukların şahsiyetli ve güzel karakterli birer kişi olarak yetişmesini sağlar. Terbiye etmek için anne - baba gerektiğinde evladına sertlik gösterebilir. Yalnız bu, masum yavrunun körpe vicdanında derin yaralar açan dayak şeklinde olmamalıdır. Fazla sertlik göstermek pek çok çocukta yalancılık, hilebazlık ve hareketlerinde dengesizlikler meydana getirir.
Anne ve baba, kız ve erkek çocuklarını devamlı gözetmeli, bilhassa onları kötü arkadaştan korumak için çok gayret göstermelidir. Kötü arkadaş, çocuğun en büyük düşmanıdır.
Çocuklar küçük olsun, büyük olsun anne ve babalarına itaat ve hürmette kusur etmemelidir. Hayatın çeşitli zorlukları içinde onları büyütüp, her sıkıntıya katlanan anne ve babalar, her bakımdan hürmet ve itaate layıktırlar. Kur’an-ı kerimde mealen; “Allahü teâlâya ibadet ediniz.” buyrulduktan sonra, “Anne-babaya iyilik ediniz.” (Bakara suresi : 83) diye emredilmiştir. Yine onlara “Öf!" demek bile (İsra suresi: 23) yasaklanmıştır.

Başarıda ailenin önemi
Aile, ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olur. Bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar, ilk tahribatlarına aileden başlarlar.
Alkol, uyuşturucu, kumar ve fuhşun en büyük tahribatı (yıkımı) aile ve nesiller üzerindedir. Toplumun temeli aile, ailenin temeli ise sadakat, iffet, haya, karşılıklı sevgi ve anlayış gibi manevi değerlerdir. Ailenin zayıfladığı, zedelendiği, vazifelerini yapamadığı zamanlarda gayri meşru serbest münasebetler artmakda, beden ve ruh sağlığı bozuk nesiller toplumu işgal etmektedir. Bu sebeple, TC Anayasası, ailenin, annenin ve çocuğun korunmasında devleti vazifeli kılmıştır.
Benliğinden, milli ve ahlaki faziletlerinden, örf ve an’anelerinden uzaklaşarak, ruhsuz, köksüz ve inançsız yetişen nesiller, aşağılık kompleksi içinde sapık fikir ve yabancı ideolojilerin esiri olmaya mahkumdurlar.
Köklü, sağlam, milli ve manevi değerlerle teçhiz edilen (donatılan) ailelere dayanan milletler, her türlü felaketlere karşı göğüs gererler. Sağlam temellere dayanmayan aileler ve topluluklar, en küçük bir zorlama karşısında dağılırlar.
Türk milletinin tarihi boyunca her sahada kazandığı zafer ve başarılarda, Türk ailesinin çok büyük payı vardır. Türk aile yapısı, her türlü kötülük ve tuzaklardan korunmalı, milli ve manevi yapısı kuvvetlendirilerek sağlıklı bir şekilde devamı sağlanmalıdır.
Amerakilı bir sosyolog der ki: Türklerin tarihini tetkit ettim. Dikkatimi bir şey çekti. Türkler kısa zamanda devletler kurup uzun saltanatlar sürmüşler. Sebebini araştırdım, şu kanaata vardım: Türklerde çok kuvvetli bir aile yapısı vardır. Kadınla erkeği birbirine bağlayan kanun nizamından ziyade, din, namus, iffet ve sözdür. Her ne kadar geçmişte bir Türk erkeği üçten dokuza şart olsun demek suretiyle karısını boşayabiliyor idiyse de, karakter sahibi bir Türk erkeğinin ağzından bu bir çift sözü çekip olabilmek için dokuz çift manda gücüne ihtiyaç vardır.

KADININ İSLAM TOPLUMUNDAKİ YERİ          

Dinimiz ailenin temel taşı olan kadına çok değer vermiş, onu en yüksek dereceye çıkarmıştır. İslâmiyyetin kadına verdiği kıymeti hiçbir din, hiçbir düşünce vermemiştir. Kadının erkekle eşit olduğunu, erkeğin bütün haklarına mâlik olduğunu söyleyerek, kadına erkek işlerini yaptırmak insâfsızlıktır. Ona yapmayacağı işleri yüklemek ağır işlerde çalıştırmak, kadına değer vermek değil, ona zulmetmek olur.
Dinimize göre, kadın çalışmak zorunda da değildir. Erkek akrabâsından, zengin olanlar kadına bakmaya mecburdur. Yakın akrabâsı yoksa veya fakîr iseler, (Beytül-mâl) yâni devlet her türlü ihtiyâçlarını karşılar.
Evli ise, kocası her şeyi getirmek, her ihtiyacını görmek zorundadır.
İslâmiyyette kadın, geçim derdinden, düşüncesinden kurtulmuştur. O, çalışarak, didinerek para kazanmağa mecbûr değildir. Herşey ayağına gelecektir onun. Çünkü o kadındır.
Fakat kadının, islamiyeti, dînini, îmanını, farzları, ibâdetleri, harâmları öğrenmesi farzdır. Babasının veya kocasının, bu ilimleri ona öğretmesi lâzımdır. Öğretmezlerse, büyük günâha girerler. Kadının gidip dışardan öğrenmesi lâzım olur. Dinimiz kadına çok değer verdiği için, işlerini kolaylaştırmıştır onun. Kısacası kadının yapmak zorunda olduğu iki işi var: Birisi, dinin emirlerine uymak, birisi de kocasının meşru emirlerini yerine getirmek. Hepsi bu kadar.
Bugün için beytül-mal olmadığına göre, bakacak kimsesi olmadığından kadın ne yapacak? diye bir soru akla gelebilir.
Bir kere, mecburiyet başkadır, emir başkadır, izin başkadır. Yâni, kadın çalışmaz denilirken, çalışması yasaktır, çalışmamalıdır, denmek istenmiyor... Çalışmak zorunda değildir deniliyor. Yâni kadın çalışmak için zorlanamaz... Öyleyse, kimsesi olmayan Müslüman kadın, bugünkü şartlarda, ticâret, fen, san'at ve zirâat ile uğraşmağa nasıl mecbûr değil ise, bunlarla meşgûl olması, para kazanması da, yasak ve günâh değildir. Meselâ Hadîce-ül-kübrâ validemiz önceleri ticaretle meşgûl oluyordu... Kâtibleri, memûrları, hizmetçileri çoktu. Hattâ bir kere, sevgili Peygamberimizi ticâret kâfilesine reîs, başkan tayîn etmişti.
Yalnız, kadın, yukarıda saydığımız işlerle meşgûl olurken veya ilim öğrenirken, harâmdan kesinlikle sakınması lâzım. Günah işlememesi lâzım. Meselâ, Müslüman kadının başı, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkması harâmdır, günâhtır. Hele bir de buna önem vermezse, aldırış etmezse îmânı gider.

Erkek kadından mesuldür
Kadının yapacağı günâhlardan, ona izin veren veya yaptığına razı olan erkekler de cezâ görecektir. Günahına ortak olur. Fakat, erkeğin günâhları, kadına yüklenmez. Bakınız, dinimiz burada da kadına sorumluluk yüklememiştir. İslâmiyyette kadın, harbe de gitmez. Dünyada râhat ve mesûd olduğu için, Cennete gitmesi de çok kolaydır onun. Nitekim Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Dört şeyi yapan, yâni kocasına hıyânet etmiyen, beş vakit namaz kılan, Ramazan-ı şerîfte oruç tutan ve başkasına, açık olarak görünmiyen kadın Cennete gidecektir.”
Çünkü, doğru kılınan namaz, insanı günâh işlemekten korur ve İslâmın şartlarını yerine getirmek sevgisini hâsıl eder.
İslâmiyyette, dinimizde evlenmek, bir kızı mesûd etmek, ibâdettir ve bütün nâfile ibâdetlerden daha sevâbdır.
Bazıları "Kadının kapanması, ona eziyet oluyor. Kapanmanın namusla ilgisi yoktur." diyorlar. "Eğer, küçük yaştan itibaren, kız erkek beraber bulunursa birbirlerine alışır ileride kadının başına kötü iş gelmez. Ayrıca, bu bir kültür meselesidir. Kültürlü olan kadın erkek, belli seviyede görüşmesini bilirler." diyorlar.
Bu sözlerin ne kadar basit bir yaklaşım olduğunu söylemeden önce, şunu ifade edelim. Dinimizin emirlerini bir şeye bağlamak, sadece o iş için olduğunu söylemek yanlış olur. Dinimizin emirlerinde bir değil birçok hikmet vardır. Neticede iyi dikkat edilirse, her emir mutlaka faydasınadır kişinin. Dinimizin hiçbir zararlı emri yoktur. Hiç kimse, dinin şu emri zararlıdır, diyemez diyememiştir de. Zaten demesi de mümkün değildir.
İslâmın dışında, rahat huzur aramak, seraptan su beklemek gibidir. Yâni hayaldir. Hayal peşinde koşmaktır.

İslam kadına değer verir
Avrupa'da ve sosyete hayâtı bulunan yerlerde sevgi denilen şey yoktur. Çünkü, her tarafa kadınlar, kızlar serpilmiştir. Hâlbuki islâm memleketlerinde, bir erkek, evleneceği kadını görür beğenir, bir başkasını da görüp beğenerek, ilk hanımına ihanet etme durumuna düşmez... Müslüman kadın da öyledir...
Tesettürlü 80 yaşındaki Müslüman kadının nurânî bir yüzü vardır. İnsan bakınca, iğrenme gibi bir durum olmuyor. Aksine insan huzur buluyor. Fakat, Avrupa'dan gelen 70'lik 80'lik kadınlara bakılırsa, yüzleri buruşuk buruşuktur. İtici bir halleri vardır.
Güzelliğine güvenen, güzelliğini ön plana çıkartan ve bunun için de güzel olmağa çalışan kadınların güzelliği de yaşlandıkça azalıyor. Hele pudra, ruj, boya kullanan kadınların derisi aşındığı için daha çabuk çirkinleşiyor. Boya kullanmadıkları gün yüzleri buruşuk oluyor. Erkeklerin şehvani bakışları, kadında zamanla, manevi bir çirkinlik hasıl ediyor. Böyle kadınların güzelliği yaşlandıkça kayboluyor. Müslüman kadınlarının ki ise, yaşlandıkça güzelleşiyor. Çünkü, o başkalarına güzel görünmek endişesiyle yüzünü, o mahvedici şeylerle tahrip etmemiştir...
Bunun için, her sabah kalkınca, saatlerce ayna karşısında, tuvalet, makyaj yapmak zorunda kalıyorlar. Makyaj yaptıkça, daha da yıpranıyor ve ileride daha da çirkinleşiyorlar. Güzel kadınlar, kızlar tezgahtar olarak çalıştırılıyor. Burada da kadını istismar var. Kadını ticari bir emtia olarak kullanmak düşüncesi var.