Huzurun Kaynağı Aile
- Kadın ve Ailenin önemi
- Evlilik
ve Aile Hayatı
- Çocuk
Eğitimi
MEHMET ORUÇ
Sipariş adresi:
------------------
Arı Sanat Yayınevi
0212 520 41 51
Huzurun Kaynağı Aile
- Kadın ve Ailenin önemi
- Evlilik
ve Aile Hayatı
- Çocuk
Eğitimi
MEHMET ORUÇ
Sipariş adresi:
------------------
Arı Sanat Yayınevi
0212 520 41 51
ÖNSÖZ
Aile, canlılar içinde sadece insanlara bahşedilmiş değerli
bir müessesedir. İnsanı diğer canlılardan ayırt eden önemli bir farktır. Bu
farkın yok olması insanı insanlıktan uzaklaştırır.
Aile toplumun temel taşıdır. Her bina temel taşlar üzerinde
yükselir. Bir binanın temel taşları sağlam değilse ömrü uzun olmaz, ufak bir
sarsıntıda yıkılır. 19.yüzyılda, Sanayi Devrimi ile beraber birçok ülkede,
özellikle de Batı ülkelerinde, kapitalist patronların kadını ekonomik yönden
istismara başlaması ile bu temel taşlar yerinden oynadı; aile büyük sarsıntı
geçirdi. Buna bağlı olarak toplumlar da sarsıntıya uğradı; huzursuzluk, manevi
boşluk had safhaya ulaştı.
Bu sarsıntı ülkemizde, biraz hafif seyir göstermekle beraber
gün be gün, şiddetini artırmakta, Batı ülkelerine erişebilme yarışını
sürdürmektedir. Bunun için de, aile geçimisizlikleri, aile içi şiddet
uygulamaları, boşanmalar hızla artmaktadır.
Bütün bunların sebebi, ailede köşe taşları mesabesinde olan,
anne, baba ve çocukların yerlerinden oynatılmasından ve yerli yerinde
olmamalarındandır. Çünkü her taş yerinde ağırdır, hele bu taş temelde köşe taşı
olursa. Ailede, toplumda tekrar huzurun sağlanması da, bu köşe taşlarının
yerine konulması ve tabii fonksiyonlarını yerine getirmelerinin sağlanması ile
mümkündür.
İşte biz, bu çalışmamızda, aile fertlerinin aile içindeki
rollerini ve ailenin toplumdaki yerini göstermeye çalışacağız. Bunu yaparken
de, kendi düşüncemizi değil, asırlardır oluşmuş, kemikleşmiş örf ve
adetlerimizi, mensubu olmakla iftihar ettiğimiz dinimizin emir ve yasaklarını
esas aldık. Bunun için bildirilenler; alışa geldiğimiz yaşayışımıza ters de
olsa, nefsimize ağır da gelse, “Bu zamanda böyle şey mi olur” demeden,
yapabildiğimiz kadarını yapıp, yapamadıklarımız için de, Cenab-ı Haktan af
dilememiz lazımdır.
Hepimiz, aldığımız bir cihazı kullanmadan önce, bunu imal
eden mühendislerin hazırladığı “kullanma kılavuzunu” okuruz. Çünkü bu cihazdan
en iyi bir şekilde verim alınabilmesi için nasıl kullanılması lazım geldiğini
en iyi bilenlerin onlar olduğuna inanırız.
Bunun gibi, insanı ve aile fertlerini yaratan, onlardan en
iyi şekilde nasıl istifade edileceğini, ailede huzurun sağlanması için
rollerinin ne olması lazım geldiğini en iyi Allahü teâlâ bilir. Bunun dışındaki
bilgiler deneme yanılmaya bağlı yarım yamalak bilgilerdir. Bu bilgiler
insanları, toplumları yanıltabilir. Bugün faydalı gibi görülen işlerin yarın ne
kadar zararlı olduğunu çoğu kez görmekteyiz.
Her meselede olduğu gibi, aile yaşayışımızda da, nasıl
hareket etmemiz gerekiyor, ailedeki rollerimiz nelerdir, bunları İslam
büyüklerinin kıymetli kitaplarından öğrenip yaşamaya çalışmamız lazımdır. Biz
bu kitabımızda bunu yapmaya; kıymetli kitaplardan istifade ederek, bu eşsiz
bilgileri sizlere sunmaya çalıştık.
Kur’an-ı kerimde, “Allah,
evlerinizi, sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı.” (Nahl-80)
buyurulmaktadır. Evlerimizin, huzur ve sükûn yeri olması da, Allahü telanın
bildirdiklerine uymaya bağlı. Bunlara ne kadar uyulursa, huzur ve sükûn da o
derece fazla olur. Uyulmazsa, her önüne gelen kural koymaya kalkışırsa, evlerde
huzur kalmaz. Evlerinde huzur olmayan toplumların sokaklarında da huzur olmaz.
Cemiyet, nerede, ne zaman infilak edeceği belli olayan serseri mayına döner.
Bundan bütün insanlık zarar görür.
Cenab-ı Hak, hepimizin evini, ailesini huzurlu eylesin.
Amin.
BİRİNCİ BÖLÜM
-----------------------
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ; AİLE
İnsanlar cemiyet, topluluk halinde yaşamak
mecburiyetindedirler. Cemiyetin en küçük birimi ailedir. Bu bakımdan aile,
toplumun temel taşıdır. Aile, insanların doğup büyüdüğü, yetişip geliştiği ve
terbiye gördüğü topluluktur. Bu, topluluğun küçük - büyük fertlerinin
olgunlaştığı, bir hayat okuludur. Aile içerisinde her ferd, birbirinin bilgi ve
tecrübesinden faydalanır. Bu faydalanma bir ömür boyu devam eder.
Şimdi çok küçülüp, anne, baba ve çocuklardan meydana gelir
hale gelmiş ise de; büyük baba, nine ve torunlar da aile ferdlerinden sayılır.
Bunlara kan, süt ve evlilikten doğan akrabalıklar katılınca, aile çevresi
genişler. Erkeğin anası, babası ve kardeşleri ile kadının anası, babası ve
kardeşleri en yakın akrabalardır.
İnsanlık aile ile başlar. Yüce kitabımız Kur’an-ı kerimde
bildirildiği gibi, bu aile, bir erkek ile bir kadından ibaretdir. Hucurat
suresi on üçüncü ayet-i kerimesinde mealen: “Ey insanlar! Biz sizleri bir erkek ile bir kadından yarattık.
Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.”
buyrulmaktadır.
Bugün yeryüzünde rastladığımız farklı renklere, kültürlere,
milletlere ve gruplara rağmen, insanlar temelde bir tek ailenin çocuklarıdır.
İlmin kesin olarak ortaya koyabildiği husus, farklı ırklara, renklere, kan
gruplarına ve iskelet yapılarına rağmen bütün insanların bir ana-babadan
çoğaldıklarıdır.
Bu sebeple ilk insan ve ilk peygamber hazret-i Adem ile eşi hazret-i
Havva yeryüzünde bulunan ve ilahi vahiy ile terbiye edilmiş olan ilk
ailedir. İnsan nesli (soyu) onlardan çoğalmıştır.
Buna göre, insanlık, ne Th.
Habbes’in dediği gibi vahşi ve egoist bir canavar olan fertler ve ne de E. Durkheim'in dediği gibi özel hayata
ve şahsiyete imkan ve fırsat tanımayan insan sürüleri demek olan klan ile başlamıştır.
Bu görüşlerin bugün ilmi bir değeri kalmamıştır. Eski ve köklü bir müessese
olan aile, değişik yer ve zamanlarda değişik görünüşler kazanmasına rağmen
daima var olmuştur.
Eski toplumlarda Aile
Aile, çeşitli dinlerde ve topluluklarda devirlere, bölgelere
göre farklılık arz eder. Baba hakimiyetine dayanan aileler (ataerkil-pederşahi)
yanında, ana hakimiyetine dayanan (anaerkil - maderşahi) aileler olduğu gibi,
tek evli aile (monogami) ve çok evli aileler (poligami) de görülmüştür.
İslamdan önceki topluluklarda genel olarak aile şöyledir:
Yahudilikte aile, baba
hakimiyetine dayanırdı (ataerkildi). Hem sosyal hem de dini bir müessese olup,
kadının miras hakkı yoktu. Çok evlilik vardı. İsrailoğullarının dışında biriyle
evlenmemek esastı. Boşanma normal görülürdü. Bu sebeple boşanma çok olurdu.
Hıristiyanlıkta aile sadece dini bir müessese idi. Kocanın hakimiyeti
esastı. Evlenen kadın ile erkek artık birbirinden ayrılamaz, boşanıp başkasıyla
evlenen eş zina etmiş sayılırdı. Çok evlilik olmakla beraber, aileler daha çok
tek evliliğe dayanırdı.
Romalılarda aile, sosyal ve dini bir kuruluştu. Ataerkil bir aile tipi
hakimdi. Baba, ailenin reisi idi. İlk devirlerde, çocuklarını öldürme yetkisine
bile sahipti. Evlatlık müessesesi vardı. Tek evlilik esas olup, çok evlilik
yoktu.
Araplarda, Peygamber efendimizden önceki Cahiliye devrinde aile
ataerkildi. Kadın ve çocukların değeri yoktu. Baba, kız çocuklarını öldürme
hakkına sahipti. Nitekim kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi.
İslamiyetten
önce Türklerde: Aile yapısı
ataerkildi; yalnız Roma’da olduğu gibi değildi. Tek evlilik esas olmakla
beraber fazla yaygın olmasa da çok evliliğe de rastlanılırdı.
Dinimize göre Aile
İslam hukukuna
gelince: İslam dini toplumun
huzuru ve insan neslinin sağlıklı bir şekilde devamı için, ailenin gerekli
olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple nikahı helal kılarak, zinayı ve zinaya yol
açan serbest ilişkileri yasaklamıştır. Kadına hiç bir dinin, hiç bir sistemin
vermediği değeri vermiştir. Peygamber efendimizin Veda hutbesindeki
nasihatlerinden biri: “Kadınlarınıza
eziyet etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak
davranınız, iyilik ediniz.” olmuştur. Başka bir hadis-i şeriflerinde de; “Cennet anaların ayakları altındadır.”
buyurarak, kadını korumada eşsiz bir hassasiyet göstermiştir.
Ancak erkekler İslamiyete göre, “ailenin reisi” olmak bakımından kadınlar üzerinde (daha üstün) bir
dereceye sahiptirler. Cenab-ı Hak, kadını erkeğin himayesine vermiştir. Ayet-i
kerimede, “Erkekler kadınlar üzerine
hakimdirler; kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar.” (Nisa: 34)
buyurulmaktadır. Bununla beraber, erkeklerin meşru surette kadınlar üzerinde
hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Ailenin
mutluluğu ve sosyal hayatın huzuru, aileyi meydana getiren kadın ve erkeğin,
vazife ve sorumluluklarını bilip, uygulamasına bağlıdır.
Aile içinde kadın ve erkeğin birbirlerini anlayıp hoşgörü
sahibi olmaları, aile saadeti için şarttır. Karşılıklı saygı ve vazifelerin ne
olduğunun bilinmesi, yuvanın huzurlu olması için önemli hususlardır. Ailede
disiplini baba sağlar. Baba adaletli davranırsa, ailede huzur olur. Akıllı
kadın ve erkek birbirlerini üzmezler.
Son devir İslam büyüklerinden Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh” erkeğin hanımına karşı davranışının
nasıl olması lazım geldiği hususunda buyuruyor ki:
“Aklı olan karı-koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını
üzmek, incitmek aile saadetinin bozulmasına sebeptir. Zalim, huysuz kimse,
hayat arkadaşını devamlı üzerek asabını bozar. Sinirler bozulunca, çeşitli
hastalıklar meydana gelir. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahv olmuştur.
Saadeti sona ermiştir. Eşinin hizmetlerinden, yardımlarından mahrum kalmıştır.
Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu
hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kadın
veya erkeğin huysuzluğu sebep olmuştur. Bunlardan uzak, saadetli bir yuvanın
esası, karşılıklı güler yüz, hep tatlı söz, anlayış ve hoşgörüdür. Bunları ise
dinimiz emretmektedir. Bunlara uyan dünya ve ahirette rahat eder.”
Aileden gaye, neslin devamını sağlayan çocuktur. İnsanın
öldükten sonra iyilikle anılması için; topluma faydalı bir eser veya faydalı
bir ilim yahut hayırlı evlat bırakması gerekir. Her şey bitip unutulduğu halde,
bunlar unutulmaz ve ölen insanın hayırlı işinin devamını temin eder.
O halde çocuğun örnek şekilde yetiştirilmesi, anne ve
babanın ortak vazifesidir. Anne çocuğunu bizzat emzirip büyüttüğü, devamlı iyi
ahlakı anlattığı gibi, bunların ev, yiyecek, giyecek ile manevi ve maddi
ihtiyaçlarını karşılamak da önce babanın vazifesidir.
İslamda, ailede sevgi saygı esastır
İslamiyet, ahlak ve ilme en büyük kıymeti verip, cahilliği
ve ahlaksızlığı reddeder. Onun için her anne ve baba, çocuğuna ilmi, ahlaki ve
dini görevlerini öğretmelidir. Öğretmezlerse mes’ul olurlar. Çünkü, her çocuk
sevmeyi, sevilmeyi, saygıyı burada öğrenir. Disiplin ve düzenli hayata burada
alışır.
Allahü teâlâya inanmayı, Peygamber sevgisini, vatan-millet
aşkını, gelenek ve göreneklerine saygıyı hep burada öğrenir. Çocuklar altı
yaşlarına kadar kişilik özelliklerini aileden alırlar. Bu sebeple ailenin
düzenli olması çok önemlidir.
Aile hayatının düzenli olması, çocukların şahsiyetli ve
güzel karakterli birer kişi olarak yetişmesini sağlar. Terbiye etmek için anne
- baba gerektiğinde evladına sertlik gösterebilir. Yalnız bu, masum yavrunun
körpe vicdanında derin yaralar açan dayak şeklinde olmamalıdır. Fazla sertlik
göstermek pek çok çocukta yalancılık, hilebazlık ve hareketlerinde
dengesizlikler meydana getirir.
Anne ve baba, kız ve erkek çocuklarını devamlı gözetmeli,
bilhassa onları kötü arkadaştan korumak için çok gayret göstermelidir. Kötü
arkadaş, çocuğun en büyük düşmanıdır.
Çocuklar küçük olsun, büyük olsun anne ve babalarına itaat
ve hürmette kusur etmemelidir. Hayatın çeşitli zorlukları içinde onları
büyütüp, her sıkıntıya katlanan anne ve babalar, her bakımdan hürmet ve itaate
layıktırlar. Kur’an-ı kerimde mealen; “Allahü
teâlâya ibadet ediniz.” buyrulduktan sonra, “Anne-babaya iyilik ediniz.” (Bakara suresi : 83) diye
emredilmiştir. Yine onlara “Öf!"
demek bile (İsra suresi: 23) yasaklanmıştır.
Başarıda ailenin önemi
Aile, ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller
üzerine kurulmuş olur. Bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar, ilk
tahribatlarına aileden başlarlar.
Alkol, uyuşturucu, kumar ve fuhşun en büyük tahribatı
(yıkımı) aile ve nesiller üzerindedir. Toplumun temeli aile, ailenin temeli ise
sadakat, iffet, haya, karşılıklı sevgi ve anlayış gibi manevi değerlerdir.
Ailenin zayıfladığı, zedelendiği, vazifelerini yapamadığı zamanlarda gayri
meşru serbest münasebetler artmakda, beden ve ruh sağlığı bozuk nesiller
toplumu işgal etmektedir. Bu sebeple, TC Anayasası, ailenin, annenin ve çocuğun
korunmasında devleti vazifeli kılmıştır.
Benliğinden, milli ve ahlaki faziletlerinden, örf ve
an’anelerinden uzaklaşarak, ruhsuz, köksüz ve inançsız yetişen nesiller,
aşağılık kompleksi içinde sapık fikir ve yabancı ideolojilerin esiri olmaya
mahkumdurlar.
Köklü, sağlam, milli ve manevi değerlerle teçhiz edilen
(donatılan) ailelere dayanan milletler, her türlü felaketlere karşı göğüs
gererler. Sağlam temellere dayanmayan aileler ve topluluklar, en küçük bir
zorlama karşısında dağılırlar.
Türk milletinin tarihi boyunca her sahada kazandığı zafer ve
başarılarda, Türk ailesinin çok büyük payı vardır. Türk aile yapısı, her türlü
kötülük ve tuzaklardan korunmalı, milli ve manevi yapısı kuvvetlendirilerek
sağlıklı bir şekilde devamı sağlanmalıdır.
Amerakilı bir sosyolog der ki: Türklerin tarihini tetkit
ettim. Dikkatimi bir şey çekti. Türkler kısa zamanda devletler kurup uzun
saltanatlar sürmüşler. Sebebini araştırdım, şu kanaata vardım: Türklerde çok
kuvvetli bir aile yapısı vardır. Kadınla erkeği birbirine bağlayan kanun
nizamından ziyade, din, namus, iffet ve sözdür. Her ne kadar geçmişte bir Türk
erkeği üçten dokuza şart olsun demek suretiyle karısını boşayabiliyor idiyse
de, karakter sahibi bir Türk erkeğinin ağzından bu bir çift sözü çekip
olabilmek için dokuz çift manda gücüne ihtiyaç vardır.
KADININ İSLAM TOPLUMUNDAKİ YERİ
Dinimiz
ailenin temel taşı olan kadına çok değer vermiş, onu en yüksek dereceye
çıkarmıştır. İslâmiyyetin kadına verdiği kıymeti hiçbir din, hiçbir düşünce
vermemiştir. Kadının erkekle eşit olduğunu, erkeğin bütün haklarına mâlik
olduğunu söyleyerek, kadına erkek işlerini yaptırmak insâfsızlıktır. Ona
yapmayacağı işleri yüklemek ağır işlerde çalıştırmak, kadına değer vermek
değil, ona zulmetmek olur.
Dinimize göre, kadın çalışmak zorunda da
değildir. Erkek akrabâsından, zengin olanlar kadına bakmaya mecburdur. Yakın
akrabâsı yoksa veya fakîr iseler, (Beytül-mâl) yâni devlet her türlü
ihtiyâçlarını karşılar.
Evli ise, kocası her şeyi getirmek, her
ihtiyacını görmek zorundadır.
İslâmiyyette kadın, geçim derdinden,
düşüncesinden kurtulmuştur. O, çalışarak, didinerek para kazanmağa mecbûr
değildir. Herşey ayağına gelecektir onun. Çünkü o kadındır.
Fakat kadının, islamiyeti, dînini, îmanını,
farzları, ibâdetleri, harâmları öğrenmesi farzdır. Babasının veya kocasının, bu
ilimleri ona öğretmesi lâzımdır. Öğretmezlerse, büyük günâha girerler. Kadının
gidip dışardan öğrenmesi lâzım olur. Dinimiz kadına çok değer verdiği için,
işlerini kolaylaştırmıştır onun. Kısacası kadının yapmak zorunda olduğu iki işi
var: Birisi, dinin emirlerine uymak, birisi de kocasının meşru emirlerini
yerine getirmek. Hepsi bu kadar.
Bugün
için beytül-mal olmadığına göre, bakacak kimsesi olmadığından kadın ne yapacak?
diye bir soru akla gelebilir.
Bir
kere, mecburiyet başkadır, emir başkadır, izin başkadır. Yâni, kadın çalışmaz
denilirken, çalışması yasaktır, çalışmamalıdır, denmek istenmiyor... Çalışmak
zorunda değildir deniliyor. Yâni kadın çalışmak için zorlanamaz... Öyleyse,
kimsesi olmayan Müslüman kadın, bugünkü şartlarda, ticâret, fen, san'at ve
zirâat ile uğraşmağa nasıl mecbûr değil ise, bunlarla meşgûl olması, para
kazanması da, yasak ve günâh değildir. Meselâ Hadîce-ül-kübrâ validemiz önceleri
ticaretle meşgûl oluyordu... Kâtibleri, memûrları, hizmetçileri çoktu. Hattâ
bir kere, sevgili Peygamberimizi ticâret kâfilesine reîs, başkan tayîn etmişti.
Yalnız, kadın, yukarıda saydığımız işlerle
meşgûl olurken veya ilim öğrenirken, harâmdan kesinlikle sakınması lâzım. Günah
işlememesi lâzım. Meselâ, Müslüman kadının başı, kolları, bacakları açık olarak
sokağa çıkması harâmdır, günâhtır. Hele bir de buna önem vermezse, aldırış
etmezse îmânı gider.
Erkek kadından mesuldür
Kadının yapacağı günâhlardan, ona izin
veren veya yaptığına razı olan erkekler de cezâ görecektir. Günahına ortak
olur. Fakat, erkeğin günâhları, kadına yüklenmez. Bakınız, dinimiz burada da
kadına sorumluluk yüklememiştir. İslâmiyyette kadın, harbe de gitmez. Dünyada
râhat ve mesûd olduğu için, Cennete gitmesi de çok kolaydır onun. Nitekim
Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Dört şeyi yapan, yâni kocasına hıyânet etmiyen, beş vakit
namaz kılan, Ramazan-ı şerîfte oruç tutan ve başkasına, açık olarak görünmiyen
kadın Cennete gidecektir.”
Çünkü,
doğru kılınan namaz, insanı günâh işlemekten korur ve İslâmın şartlarını yerine
getirmek sevgisini hâsıl eder.
İslâmiyyette,
dinimizde evlenmek, bir kızı mesûd etmek, ibâdettir ve bütün nâfile
ibâdetlerden daha sevâbdır.
Bazıları
"Kadının kapanması, ona eziyet oluyor. Kapanmanın namusla ilgisi
yoktur." diyorlar. "Eğer, küçük yaştan itibaren, kız erkek beraber
bulunursa birbirlerine alışır ileride kadının başına kötü iş gelmez. Ayrıca, bu
bir kültür meselesidir. Kültürlü olan kadın erkek, belli seviyede görüşmesini
bilirler." diyorlar.
Bu
sözlerin ne kadar basit bir yaklaşım olduğunu söylemeden önce, şunu ifade
edelim. Dinimizin emirlerini bir şeye bağlamak, sadece o iş için olduğunu
söylemek yanlış olur. Dinimizin emirlerinde bir değil birçok hikmet vardır.
Neticede iyi dikkat edilirse, her emir mutlaka faydasınadır kişinin. Dinimizin
hiçbir zararlı emri yoktur. Hiç kimse, dinin şu emri zararlıdır, diyemez
diyememiştir de. Zaten demesi de mümkün değildir.
İslâmın dışında, rahat huzur aramak,
seraptan su beklemek gibidir. Yâni hayaldir. Hayal peşinde koşmaktır.
İslam kadına değer verir
Avrupa'da
ve sosyete hayâtı bulunan yerlerde sevgi denilen şey yoktur. Çünkü, her tarafa
kadınlar, kızlar serpilmiştir. Hâlbuki islâm memleketlerinde, bir erkek,
evleneceği kadını görür beğenir, bir başkasını da görüp beğenerek, ilk hanımına
ihanet etme durumuna düşmez... Müslüman kadın da öyledir...
Tesettürlü
80 yaşındaki Müslüman kadının nurânî bir yüzü vardır. İnsan bakınca, iğrenme
gibi bir durum olmuyor. Aksine insan huzur buluyor. Fakat, Avrupa'dan gelen
70'lik 80'lik kadınlara bakılırsa, yüzleri buruşuk buruşuktur. İtici bir
halleri vardır.
Güzelliğine
güvenen, güzelliğini ön plana çıkartan ve bunun için de güzel olmağa çalışan
kadınların güzelliği de yaşlandıkça azalıyor. Hele pudra, ruj, boya kullanan
kadınların derisi aşındığı için daha çabuk çirkinleşiyor. Boya kullanmadıkları
gün yüzleri buruşuk oluyor. Erkeklerin şehvani bakışları, kadında zamanla,
manevi bir çirkinlik hasıl ediyor. Böyle kadınların güzelliği yaşlandıkça
kayboluyor. Müslüman kadınlarının ki ise, yaşlandıkça güzelleşiyor. Çünkü, o başkalarına
güzel görünmek endişesiyle yüzünü, o mahvedici şeylerle tahrip etmemiştir...
Bunun
için, her sabah kalkınca, saatlerce ayna karşısında, tuvalet, makyaj yapmak
zorunda kalıyorlar. Makyaj yaptıkça, daha da yıpranıyor ve ileride daha da
çirkinleşiyorlar. Güzel kadınlar, kızlar tezgahtar olarak çalıştırılıyor.
Burada da kadını istismar var. Kadını ticari bir emtia olarak kullanmak
düşüncesi var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder