Bağış Yap

Amount :
Other : USD

13 Nisan 2013 Cumartesi

ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ

ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ;
Anadolu'da yetişen büyük velîlerden. Kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen büyük âlim ve
velîler silsilesinin otuzuncusudur. Bu diyârda Nakşibendî, Müceddidî, Hâlidî kolunun önde
gelen temsilcisidir. İsmi Abdullah'tır. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin onuncu
torunu ve Seyyid Tâha-i Hakkârî'nin amcasıdır. Lakâbı, Sirâcüddîn ve Menba-ul-Hilm'dir.
Doğum târihi bilinmemektedir. Şemdinli civârında dünyâya gelmiş, 1813 (H.1228) senesinde
Şemdinli'nin Nehrî kasabasında vefât etmiştir. Kabri orada olup, ziyâret edilmekte ve
bereketleri hâsıl olmaktadır.
Şemdinli'de dünyâya gelen asîl, temiz ve şerefli bir âileye mensûb olan Seyyid Abdullah
Şemdînî, küçük yaşta ilim tahsîline yöneldi. Zamânının usûlüne göre ilk tahsîlini gördükten
sonra, Irak'ın Süleymâniye beldesine giderek oradaki medresede ilim öğrenmeye devâm etti.
Aklî ve naklî ilimleri tahsîl edip büyük âlim oldu. Bu medresede ilim öğrenmekle meşgûl
iken medrese arkadaşı Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ile bir kardeş gibi yaşadılar. Yüksek
yaratılışı olan bu iki gönül dostu zâhirî ilimleri tahsîl ettikleri sırada kalb ve gönül ilmi olan
tasavvufa karşı alâka duymaya başladılar. Bu alâka, muhabbet ve aşk derecesine ulaşıp,
kendilerini mânevî olarak terbiye edip, bâtınî ilimleri öğreterek yetiştirecek bir rehber, yol
gösterici aradılar.
Sonunda aradıkları rehberi hangisi daha evvel bulursa, o büyük zâttan alacağı mânevî feyz ve
bereketin aralarında müşterek olmasını kararlaştırdılar. Bu hususta birbirlerine söz verdiler.
Yâni aradıkları o büyük velîyi hangisi daha evvel bulur ve tanırsa hemen diğerinin de o zâtı
tanımasına, ona bağlanıp feyz almasına vâsıta olacaktı.
Kendilerine yol gösterecek mânevî bir rehberi aradıkları sırada Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
aldığı bâzı mânevî işâretler üzerine Hindistan'a gitmeye karar verdi. Zâhirî ilimlerde yüksek
bir âlim olan Abdullah-ı Şemdînî de onunla gitmek istedi. Fakat Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
ona; "Ben gideyim, oradan alıp getirdiklerime ortağız." dedi. Nihâyet Hindistan'a gitmek
üzere Süleymâniye'den yola çıktı. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Hindistan'a
ulaştı. Sonunda Nakşibendiyye mânevî yolunun mürşid-i kâmili Şâh Gulâm-ı Ali Abdullah-ı
Dehlevî hazretlerinin huzur ve sohbetleriyle şereflendi. Kısa zamanda lâyık ve müstehak
olduğu fazîlet ve olgunluğa ulaştı. Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlık derecesine yükseldi.
Hocası ona, İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak sûretiyle, insanların dünyâ ve âhiret
saâdetine kavuşmalarına vesîle olabilmek ve talebe yetiştirmek hususunda tam bir icâzet,
diploma ve hilâfet verdi. Hocasının tam ve mutlak vekili olarak aldığı yüksek feyz ve
kemâlâtı, ilim ve edeb âşıklarına sunmak ve onları yetiştirmekle vazîfeli olarak Bağdâd'a
gönderildi.
Bundan sonra bütün âlem, vâsıtalı vâsıtasız irşâd ve feyz kaynağı olan Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdî hazretlerinin mânevî nûru ile nûrlanmaya başladı. Böylece Bağdâd'da feyz ve nur
saçan rahmet güneşi doğdu.
Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, daha önceki anlaşmalarının gereği bir müddet Bağdâd'da
kaldıktan sonra Süleymâniye'ye dönen Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin ziyâretine gitti.
Mevlânâ'nın Hindistan'da elde ettiği mârifet ve kemâlâtı, olgunluğu görünce ona olan
muhabbeti daha da arttı. Medrese talebeliğinde arkadaşı olduğunu düşünmeyip o evliyâlık
güneşinin sohbetlerine devâm etmeye başladı. Onun önde gelen talebelerinden oldu. Bâzı
hasetçi ve inkârcı kimselerin, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin karşısına çıkıp, söz ve
yazı ile onu kötülemeye, türlü türlü iftirâlarla ve düzme yalanlarla, ona gönül verenlerin
yolunu kesmeye çalıştıkları sırada, o hep onun yanında bulundu. Kendisinde bulunan asâlet
ve yüksek kâbiliyet ile Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebe yetiştirmek husûsundaki
mahâretinin birleşmesiyle kısa zamanda bütün ilimlerde ve tasavvuf hallerinde yetişerek
olgunlaştı. Mevlanâ hazretlerinin binlerce talebesi arasında en yükseklerinden oldu. Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî hazretleri ona talebe yetiştirmek üzere icâzet, diploma verdi. Mevlânâ
hazretlerinden icâzet ve hilâfet alanların baştan üçüncüsü olan Seyyid Abdullah-ı Şemdînî,
kardeşi Seyyid Ahmed Geylânî hazretlerinin oğlu Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'yi de, Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî'nin sohbetlerine götürerek, onun da bu yolda yetişmesine vesîle oldu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bir ara, Bağdâd'a gitti. Bu sırada Abdullah-ı Şemdînî
talebelerin başına geçip onları yetiştirmekle meşgûl oldu. Daha sonra tekrar Süleymâniye'ye
dönen Mevlânâ hazretleri, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak üzere çeşitli
beldelere yetiştirip gönderdiği talebeleriyle birlikte, Seyyid Abdullah-ı Şemdînî'yi de
Şemdinli'ye gönderdi. Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, Şemdinli civârındaki Nehrî kasabasına
yerleşti. Nehrî'de medrese, tekke ve zâviyeler yaptırarak talebe yetiştirmeye başladı. Türkiye,
İran ve Irak'ın çeşitli yerlerinden ilim meclisine ve sohbetlerine koşan pekçok kimseyi zâhirî
ve bâtınî ilimlerde yetiştirdi. Peygamber efendimizden bu yana, evliyânın ve İslâm âlimlerinin
anlattığı ve yaşadığı İslâmiyeti, güzel ahlâkı insanlara anlattı. Bilhassa edeb ve ahlâktan
mahrûm aşîretler üzerinde çok tesirli olup, onların düzelmesine vesîle oldu. Kabîle ve
aşîretlere, anlayacakları şekilde güzel nasîhatlar vermek sûretiyle onların doğru yola
kavuşmalarına vesîle oldu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri onun hakkında Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'ye; "Seyyid
Abdullah ne güzel bir şeyhdir. Onda hiç kusûr yoktur. Yalnız kusûru, onun münkiri yâni
karşısına çıkıp onun büyüklüğünü inkâr eden kimseler bulunmamasıdır." buyurdu.
Yine buyurdu ki:
"Beni, Seyyid Abdullah ve Seyyid Tâhâ'dan üstün tutmayınız." Eshâbı; "Onlar sizin
talebenizdir, nasıl böyle dersiniz?" diye arz ettiklerinde; "Onlar şehzâdelerdir. Pâdişâh
olacaklardır. Biz ise, bir müddet onların terbiyesi ile meşgûl olan ve böyle yüksek bir
vazîfenin kendisine verildiği bir mürebbiyeyiz. Mürebbî, şah olacak şehzâdeden üstün olabilir
mi?" buyurdular.
Berdesûr kasabasında bir medrese yapıp, müderrislik yapan ve mezunlar vermeye başlayan
yeğeni Seyyid Tâhâ, arada bir huzûruna gelir, sohbetinde bulunurdu. Her defâsında kendisine
tasavvuf yoluna girmesi söylenir, o da; "Bir gün inşâallah o da olur." der ve kendi kendine;
"Peygamberlerin, âlimlerin ve evliyânın hep düşmanları, hasetçileri, sevmiyenleri olmuştur.
Amcam, dedikleri gibi büyük evliyâdan olsa, muhakkak hasetçisi, düşmanı, çekemeyeni
olurdu. Hele bu âhir zamanda ve kıyâmetin yaklaştığı, hakîkatın unutulup, bid'atin revâc
bulduğu böyle bir devranda acaba niçin hiç büyüklüğünü inkâr eden düşmanı yoktur?" diye
düşünürdü. Bir gün Berdesûr'da çarşıda birisinin, amcasının aleyhinde konuştuğunu gördü.
Bunun üzerine; "Sevmeyeni, kabûl etmeyeni olduğuna göre, evliyâdandır." deyip, Nehrî'ye
geldi. Amcasına teslîm olup, bir müddet istifâde etti. Sonra Mevlânâ'nın dâveti üzerine
Bağdâd'a gitti, orada kemâle geldi.
Ömrünü ilim tahsîl etmeye, İslâmiyeti öğrenmeye ve öğretmeye vakfetmiş olan ve pekçok
kerâmetleri görülen Seyyid Abdullah-ı Şemdînî hazretleri 1813 (H.1228) senesinde
Şemdinli'nin Nehrî kasabasında vefât etti. Nehrî kabristânının girişinde defn edildi. Kabrinin
üzerinde sâde bir türbe vardır. Mübârek kabri sevenleri tarafından ziyâret edilmekte, âşıkları
duâ edip mübârek rûhundan feyz almaktadır. Onu vesîle ederek duâ edenlerin maddî ve
mânevî dertlerine dermân buldukları dilden dile anlatılmaktadır.
Şemdinli'nin Nehrî kasabasında ilk defâ irşâd ve feyz kaynağı olan Seyyid Abdullah-ı
Şemdînî, Şâfiî mezhebi fıkhında ve diğer ilimlerde derin âlim olup, ilmiyle âmil, büyük veli,

peygamberlik sırlarına vâkıf ve hazret-i Osman'ın güzel ahlâkını hatırlatan güzel ahlâk sâhibi
olup, hayâ ve edebin kaynağı idi. Her hâli istikâmet ve doğruluk üzere idi. Sohbetleri hasta
ruhlara gıdâ, bakışları kararmış kalblere şifâ idi. İnsanların dünyâda ve âhirette kurtuluşa
ermelerinin, saâdet kapısının anahtarı idi. Allahü teâlâ şefâatine ve feyzlerine mazhâr eylesin.
Amin.
1) El-Minah; s.108
2) Şems-üş-Şümûs; s.136
3) Mecd-i Tâlid; s.106
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1128

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder