Bağış Yap

Amount :
Other : USD

16 Nisan 2013 Salı

ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ


ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ;
Anadolu velîlerinden. Sivrice ilçesine bağlı Çöke köyünde 1756 (H.1169) târihinde doğdu.
Doğum târihi ihtilaflıdır. Küçük yaşta Elazığ Medresesinde tahsîle başladı. Sonra tahsîl
hayatına Diyarbakır'da devâm etti.
Diyarbakır'da tahsîli sırasında, bütün derslerden geri kalması üzerine, arkadaşları onunla alay
ederlerdi. Bu durumu hocası öğrenince, onun daha çok rencide olmaması için, yanına
çağırarak; "Şimdiye kadar okudukların ve öğrendiğin bilgi sana kâfidir. Köylerde çok rahat
imamlık yapabilirsin. Var git oralarda kısmetini ara." dedi. Bunun üzerine medrese tahsîlini
bırakarak, şehirden ayrıldı. Yolda bir hanın önünden akmakta olan bir çayın kenarında oturup
düşünürken, çayın içerisindeki taşların, suyun şiddetli akıntısından yusyuvarlak olduklarını ve
pırıl pırıl parladıklarını gören genç Abdurrahmân, üzüntü ve kırık bir kalb ile; "Yâ Rabbî!
Beni sen yarattın. Bu dersleri anlayamamam da senin kudretin iledir. Senin emrinde akan
sular, şu taşları nasıl yusyuvarlak yapıyor ve parlatıyorsa, sen de benim zihnime kuvvet ihsân
et de, rızâna kavuşturacak ilim deryâsından biraz nasîb alayım." diye Allahü teâlâya yalvardı.
Daha sonra yorgunluğu sebebiye uykuya daldı. Rüyâsında, yanına nûrânî üç zât gelerek,
yanlarında getirdikleri bir çuval darıyı Abdurrahmân Molla'ya nöbetleşe yedirdikten sonra,
kaybolup gittiler. Abdurrahmân Harpûtî uyanınca, içinde bir ferahlık bir sevinç duydu ve
zihninin açıldığını hissetti.
Abdurrahmân-ı Harpûtî bu hâdiseden sonra medreseye geri döndü. Arkadaşları onu aralarında
görünce yine alay etmeye başladılar. Fakat bunlara hiç aldırış etmedi. Ders saatinde hocasının
huzuruna çıkarak elini öptü ve müsâade isteyerek yerine oturdu. Cevapsız kalan bâzı sorulara,
Abdurrahmân Efendi cevap verince, hocası dâhil herkes hayret içinde kaldı. Hocasının
geçmiş derslere âit sorularını da rahatlıkla cevaplandırdı. Aradan kısa bir zaman sonra yapılan
imtihanda birincilik alınca, hocası ona icâzet, diploma vererek İstanbul'a gönderdi.
Abdurrahmân-ı Harpûtî, İstanbul'a gitti ise de bir vazîfe verilmemesi üzerine memleketine
döndü. Burada tâliblere ders vermekle meşgûl oldu. Bir müddet sonra tekrar memleketini terk
ederek İstanbul'a gitti. Bir gün vakit namazını kılmak için girdiği Ayasofya Câmiinin
duvarında asılı bir levhaya gözü takıldı. Levhanın altındaki kâğıtta; "Bu levhadaki ibâreyi, her
kim doğru olarak hâllederse, mükâfatlandırılacaktır." yazıyordu. Hemen bir kâğıda ibâreyi
bütün kâideleri ile çözen Abdurrahmân-ı Harpûtî, kâğıdın altına "Daha başka mânâların da
mevcûd olduğu ibâreden anlaşılmakta ise de, kâğıdım olmadığı için bu kadarıyla iktifâ
edilmiştir." diye bir şerh koyarak adını ve adresini yazdı ve tahlilnâmelerin içine bıraktı.
Ertesi gün kâğıtlar sultânın huzûrunda teker teker tetkik edildi. Bu tetkik esnasında
Abdurrahmân Efendinin yaptığı tahlilin diğerlerine göre, daha yüksek bilgilerle donatılmış
olduğu anlaşıldı ve Abdurrahmân Efendi irâde-i seniyye ile saraya dâvet edildi. Kendisine
mesleğinin gereği kıyâfetler giydirilerek sultânın huzûruna çıkarıldı. İkinci Mahmûd Han;
"Siz benim hocamsınız." diyerek yanına oturttu ve büyük iltifâtlarda bulundu. Üsküdar'da bir
ev verildi ve evlendirildi.
Bu sırada Osmanlı Devleti içerisinde yeniçeri isyân ve zorbalıklarının önü alınamaz bir hâle
gelmişti. Tâlim ve eğitim kabûl etmiyorlar, savaşa çıkmayı da reddediyorlardı. Kendilerine
harp fenlerinin öğretilmesini isteyen din ve devlet adamlarına karşı harekete geçtiler. Bunun
üzerine İkinci Mahmûd Han vezirleri ve ulemâ sınıfını toplantıya çağırdı. Abdurrahmân-ı
Harpûtî hazretleri de bunlar arasında idi. Yeniçerilerin artan zorbalıklarından bahisle ne
yapılması gerektiği soruldu. Mesele son derece nâzikti. Yeniçeriler tekrar isyân ederek devlet
ileri gelenlerinin kellelerini istemeye başlamışlardı. Tamâmen bid'at yuvaları hâline gelen
bektâşî tekkeleri de kendilerini tahrik ediyordu. Sonuçta ulemâ birlik içerisinde bunların
öldürülmeleri câizdir diye fetvâ verdi. Savaşın başlangıcı olmak üzere sancak-ı şerîfin
çıkarılması kararlaştırıldı. Fakat sancağı şerîfin açılması çok önemli bir olaydı. Bu işin
dönüşü yoktu. Yeniçeriler ile yapılacak mücâdelenin sonu ise kestirilemiyordu. Bu sebepten
karar alınmasına rağmen herkeste bir tereddüd vardı. İşte bu devlet adamlarının çekingen ve
kararsız hâlleri sırasında Abdurrahmân Harpûtî hazretleri söz aldı.
"Bu din ve devletin ayakta kalması Allahü teâlânın istediği şeyse yeniçerileri vururuz, yok
ederiz. Değilse biz de bu din ile berâber batıp gideriz, daha ne ihtimâl kaldı?" diyerek
kalplerdeki şüpheleri giderdi. Herkes tek bilek tek yürek oldu. Nitekim bu inanç ve îmânla
harekete geçerek yeniçeri ocağını ortadan kaldırdılar ve bozulmuş bektaşî yuvalarını
kapattılar.
Kürd Hoca ünvânı ile de meşhûr olan Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri sonra Şam'a giderek
Emevîyye Câmii İmâmı Saîd Efendinin derslerinde bulundu. Ayrıca Nakşibendiyye yolunu
Muhammed Sâdık Erzincânî'den öğrenerek icâzet, diploma aldı.
Abdurrahmân Efendi 1851 (H.1267) senesinde Üsküdar'daki evinde vefât etti. Karacaahmet
mezarlığındaki türbesine defnedildi.
1) Sicilli Osmânî; c.3, s.327
2) Harput Yollarında; c.2, s.134
3) Tahrirü'l-Veciz; s.26
4) Tarih-i Cevdet; c.12, s.138

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder