Bağış Yap

Amount :
Other : USD

23 Nisan 2013 Salı

Silsile-i aliyye - 1- Ebubekr-i Sıddîk


1- Ebubekr-i Sıddîk
Hz. Ebû Bekir, daha Müslüman olmamı tı. Çok te’sîrinde kaldı ı bir rü’yâ gördü. Gökten dolunay
inip, Kâ’be-i muazzamaya gelmi ve sonra parça parça olmu , parçalar Mekke’deki her evin üzerine
dü mü , sonra da tekrar bir araya gelip gö e yükselmi ti. Fakat, kendi evine dü en ay parçası evde
kalmı tekrar gö e yükselmemi ti. Hz. Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına
mâni olmu tu.
Kavminden Peygamber gelecek
Sabahleyin heyecanla uyanan Hz. Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü’yâsını anlattı. O da
dedi ki:
- Bu rü’yâ karı ık rü’yâlardan biridir. Bunun ta’bîri yapılamaz.
Fakat bu söz O’nu tatmin etmemi ti. Devamlı bu rü’yânın ta’bîrini dü ünüyordu.
Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gitti i yerde, râhip Bahîra’ya rü’yâsını anlattı. Rü’yâ Bahîra’nın
çok dikkatini çekti. Bunun için Hz. Ebû Bekir’e sordu:
- Sen nerelisin?
- Kurey ’tenim.
- Tamam. imdi rü’yânı ta’bîr edeyim. Mekke’de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O’nun hidâyet
nûru her yere yayılacak. Sen, O hayatta iken O’nun vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın!..
Hz. Ebû Bekir ne yapaca ını a ırmı hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine öyle devam etti:
- imdi sen hemen memleketine dön! O’na ula ! O’na vahiy gelmeye ba ladı ında, git herkesten
önce O’na îmân et!
Hz. Ebû Bekir bu ta’bîri kimseye anlatmadı. Peygamber efendimiz, peygamberli ini teblî e
ba layınca sordu:
- Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır. Senin delîlin nedir?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Peygamberli ime delîl, o rü’yâdır ki, bir Yahûdî âliminden ta’bîrini istedin. O âlim, “Karı ık bir
rü’yâdır, i’tibâr edilmez” dedi. Sonra râhib Bahîra, do ru ta’bîr etti. Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü
teâlâya ve Resûlüne îmân etme e da’vet ederim.
Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir, kelime-i ehâdet getirerek Müslüman oldu. Zaten bir gece önce öyle
dü ünmü tü:
Aklıma yatmıyor
“Baba ve dedelerimizin seçti i din, hiç aklıma yatmıyor. Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir
olmayan bir heykele tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir i de ildir. Bu kadar muazzam bir kâinâtın bir
yaratıcısı olması lâzımdır. Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün de ildir. Yarın gidip durumu
Muhammed aleyhisselâma anlatayım. Bu durumu ancak O’na arz edebilirim. Zîrâ, olgun ve akıllı,
do ru görü lü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir. Herkes O’ndan Muhammed-ül emîn diye
bahsetmektedir. O, ne yapmamı isterse ona göre hareket ederim.”
Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hz. Ebû Bekir’i slâm’a da’veti dü ünmü tü. Sabah olunca her
ikisi de aynı dü ünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çıktılar. Yolda kar ıla tıklarında,
“Sözle meden birle tik” dediler.
Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen yakın arkada ları
hatırına geldi:
- Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkada larımı da huzûrunuza getirip, onların da
Müslüman olmalarını arzû ediyorum. Onların da ebedî saâdete kavu malarını istiyorum, diyerek
arkada larına ko tu.
Arkada larım dedi i, Hz. Osman, Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahmân bin Avf,
Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-ı kirâmın ileri
gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi.
Gelin îmân edin
Hz. Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasının a k ve evkiyle, Mescid-i Harâma vardı ında,
dayanamayıp, mü rikler tarafına dönerek seslendi:
- Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Allahü teâlâyı bırakıp, niçin gidip, bu âciz putlara tapıyor,
onlara yüz sürüyorsunuz. Gelin, Allaha ve O’nun resûlü Muhammed aleyhisselâma îmân edin!
Bunun üzerine mü rikler, hep birlikte üzerine yürüdüler. Kendisini çok fecî ekilde dövdüler.
Kabîlesinden gelen ba’zı kimseler, kendisini baygın bir hâlde evine götürdüler.
Hz. Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi. Ayılması için yapılan bütün gayretlerden bir netîce
alınamıyordu. Artık, ümitsiz bir ekilde ba ında beklemeye ba ladılar. Nihâyet ak am üstü biraz
kendine gelir gibi oldu. Gözünü açar açmaz, a zından çıkan ilk kelâm u oldu:
- Resûlullah, ne yapıyor, O ne hâldedir? O’na bir ey oldu mu?
Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki:
- Yavrum, bir ey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin?
- Anneci im, ben Resûlullaha bir ey oldu mu diye soruyorum. O’nun hakkında bana bilgi getirmedi in
takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de bir ey içerim.
- Evlâdım, vallahi, O’nun hakkında bir bilgim yok. Onun için sana cevap veremiyorum. Sen biraz ye,
kendine gel. Sonra O’nun durumunu ö renirsin.
- Hayır anne!.. Sen Ümm-i Cemil’e git ve de ki: O lum Ebû Bekir, senden Resûlullahı soruyor. Acaba
ne hâldedir?
Annesi de îmân etti
Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil’e durumu anlattı.
Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil’in yardımıyla, yava yava Hz. Erkam’ın evine vardı.
Peygamber efendimizi sa sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarıldı. Artık bütün a rılarını
unutmu tu. Peygamber efendimize dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bu benim annem Selmâ’dır. Ona duâ etmenizi istiyorum. O da hidâyete kavu sun!
Peygamber efendimiz duâ buyurdu. Böylece annesi de, îmân ile ereflendi ve ilk Müslümanlardan
oldu.
Resûlullah efendimiz Mi’râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ’be yanında mi’râcını anlatınca, i iten
mü rikler, inkâr edip, alay etmeye ba ladılar. Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler.
Mü rikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladık” diyerek Hz. Ebû Bekir’e gidip sordular:
- Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs’e gidip geldin. yi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek, ne
kadar zaman sürer?
- yi biliyorum. Bir aydan fazla.
Mi'râcınız mübârek olsun!
Kâfirler bu söze sevindi. “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler. Gülerek, alay ederek ve
Hz. Ebû Bekir’in de kendi kafalarında oldu una sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip
geldi ini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygı gösterdiler.
Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını i itince;
- E er O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmi tir, deyip içeri girdi.
Kâfirler neye u radıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:
- Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imi . Ebû Bekir’e de sihir yapmı .
Hz. Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi
ki:
- Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz ükürler ederim ki, bizleri, senin
gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla ereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan,
rûhları çeken tatlı sözlerini i itmekle ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün do rudur.
nandım. Canım sana fedâ olsun!
Böylece Hz. Ebû Bekir, o gün tereddüde dü en Müslümanların tereddütlerini giderdi, di erlerinin
ma’nevîyatlarını güçlendirdi. Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hz. Ebû
Bekir’e Sıddîk dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi.
Beraber hicret ederiz
Mekke’de mü riklerin, Müslümanlara yaptıkları baskılar ve i kenceler üzerine, Müslümanların ço u,
Resûlullah efendimizin izniyle Medîne’ye hicret etti. Hz. Ebû Bekir de hicret için izin istedi inde,
Resûl-i ekrem buyurdu ki:
- Sabreyle. Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir. Beraber hicret ederiz.
- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var mıdır?
- Evet vardır.
Peygamber efendimizin bu cevapları, Hz. Ebû Bekir’i sevindirmi ti.Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir
hazırlıklara ba ladı. Hicret için iki deve satın aldı ve o günü beklemeye ba ladı. Artık Mekke’de
sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve mü riklerin
hapse attı ı mü’minler kalmı tı.
Di er taraftan Medîneli Müslümanlar, ya’nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri ya’nî Muhâcirleri çok iyi
kar ılayıp, misâfir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi.
Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânın emriyle evinde Hz. Ali’yi bırakıp, mü riklerin
üzerine toprak saçarak uzakla ıp, Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Hz. Ebû Bekir’e buyurdu ki:
- Hicret etmeme izin verildi.
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu:
- Mübârek aya ınızın tozuna yüzümü süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim?
Efendimiz cevap verdiler:
- Evet...
Anam-babam fedâ olsun
Hz. Ebû Bekir sevincinden a ladı. Gözya ları arasında dedi ki:
- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazır. Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl
buyurunuz.
- Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alırım.
Bu kesin emir kar ısında mecbur kalan Hz. Ebû Bekir, devenin bedelini söyledi.
Hz. Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzlu u ile me hûr olan zâtı ça ırıp, yol göstermesi
için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr da ındaki ma araya getirmesini emretti.
Safer ayının 27’si per embe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk, yanlarına bir miktar
yiyecek alarak yola çıktılar. zleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Hz. Ebû Bekir,
Resûlullahın çevresinde, ba’zan sola, ba’zan sa a, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin
böyle yaptı ını sorunca dedi ki:
- Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. E er bir zarar gelirse önce bana gelsin. Canım yüksek
zâtınıza fedâ olsun yâ Resûlallah!
- Yâ Ebâ Bekr! Ba ıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin ba ına gelmi olmasını
ister misin?
- Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim
ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim ba ıma gelmesini isterim.
Ma ara kapısı önüne geldiklerinde, Hz. Ebû Bekir dedi ki:
- Allah için yâ Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir ey varsa, bana gelsin,
mübârek zâtınıza bir keder, bir elem de mesin.
Aya ını yılan soktu
Sonra içeri girip, süpürüp temizledi. Sa ında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı. Hırkasını
parçalayıp, delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri da’vet
eyledi.
Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek ba ını Hz. Ebû Bekir’in kuca ına koyup uyudu. O
zaman, Hz. Sıddîk’ın aya ını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket
etmedi. Fakat gözya ı Resûlullahın mübârek yüzüne damlayınca buyurdu ki:
- Ne oldu yâ Ebâ Bekr?
- Aya ım ile kapattı ım delikten, bir yılan aya ımı soktu.
Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir’in yarasına, iyi olması için mübârek a zının ya ından sürünce, acısı
hemen dindi, ifâ buldu.
Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içerde iken, mü rikler, iz takip ederek ma aranın önüne
geldiler. Ma aranın a zının bir örümcek tarafından örüldü ünü ve iki güvercinin de yuva yaptı ını
gördüler. z sürücü Kürz bin Alkama dedi ki:
- te burada iz kesildi.
Mü rikler dediler ki:
- E er, onlar buraya girmi olsalardı, kapının üzerindeki örümcek a ının yırtılmı olması lâzım gelirdi.
Bu örümcek, a ını, Muhammed do madan önce örmü tür.
çeri bakmadan geri döndüler
Mü rikler kapı önünde münâka a ederken, içeride Hz. Ebû Bekir endi eye kapıldı. Kâinâtın sultânı
efendimiz buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! üphesiz Allahü teâlâ bizimledir.
Mü rikler içeri bakmadan geri döndüler.
Ma arada üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıktılar. Eylül ayının 20 ve Rebî’ul-evvelin 8. pazartesi
günü Medîne’de Kubâ köyüne geldiler. O gün, Müslümanların Hicrî emsî sene ba langıcı oldu.
Hz. Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrılmadı. Ona her zaman arkada lık etti. Her
zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında beklerdi.
Bedir sava ında bir ara, slâm askeri zorlanmaya ba ladı. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz,
Sa’d ve Sa’îd hazretlerini gönderdi. Sonra Hz. Ebû Zer’i gönderdi. Daha sonra da Hz. Ömer’i
gönderdi. Bir saat geçti i hâlde, zorlanma devam ediyordu. Bunu gören, Hz. Ebû Bekir, kılıcını çekip
atına binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:
- Yanımdan ayrılma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübârek
yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor.
Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekir’i a larken görünce buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Bekir, a lama! Arkada lı ı ve malı, bana, senden daha bereketli olanı yoktur.
Hz. Ebû Bekir'in îmânı
Hz. Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir ey konu mamak için mübârek a zına ta
koyardı. Mecbûr kalmadıkça aslâ dünya kelâmı konu mazdı. Hadîs-i erîfte buyuruldu ki:
(Ebû Bekir’in îmânı, bütün mü’minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir’in îmânı a ır gelir.)
Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmak fazîleti,
üstünlü ü, sadece Hz. Ebû Bekir’e nasîb olmu tur. O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi
memnûn etmek için malını vermekte, dü mana kar ı cihâd etmekte, hep önde olmu tur.
Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki:
(Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra
malını da ıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır. Allahü teâlâ hepsine Cenneti
va’detti.)
Bu âyet-i kerîmenin, Hz. Ebû Bekir’in fazîletini ve derecesinin yüksekli ini gösterdi ini âlimlerimiz söz
birli i ile bildirmi lerdir.
Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânın râzı
oldu u bildirilmi tir.
Tebük gazâsında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını
getirip verdi. Hz. Ömer, her zaman en çok yardımı yapan Hz. Ebû Bekir’i, bu defa geçeyim diye,
malının yarısını alıp getirdi. Sonra Hz. Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti. Peygamber efendimiz
sordu:
- Yâ Ömer, evine ne kadar mal bıraktın?
- Yâ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım.
Allah ve Resulünü bıraktım
Sonra Hz. Ebû Bekir’e dönüp sordu:
- Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne bıraktın?
- Yâ Resûlallah, evime bir ey bırakmadım. Tamamını buraya getirdim. Onlara Allah ve Resûlünü
bıraktım.
Resûlullah efendimiz Hz. Ömer’e dönerek buyurdu ki:
- kinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.
Hz. Ebû Bekir’in, Peygamber efendimizin vefâtından sonra da çok büyük hizmetleri oldu. Zîrâ
Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı ba ından gitti. Mescidde a la maya
ba ladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.
Hele Hz. Ömer tamamen kendinden geçmi bir hâlde idi. Peygamber efendimizin mübârek yüzüne
bakıp diyordu ki:
- Resûlullah bayılmı , fakat baygınlı ı çok a ır.
Ölüm sözünü a zına almadı ı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu. Dı arı çıkıp dedi ki:
- Kim “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!
Resûlullah da vefât edecektir
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm arasında bir a ırlı ı vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar
teskin edebilirdi. Bunun için beraber mescide gittiler. Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:
- Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyece im” dedi ini içinizde duyan var mı?
- Hayır, böyle bir söz duymadık.
Sonra Hz. Ömer’e dönüp sordu:
- Yâ Ömer, bu husûsta sen bir ey duydun mu?
- Hayır duymadım.
Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:
- Hiç kimse, Resûlullahın vefât etmiyece ini söyliyemez. Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah
ölümü tatmı bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da
ölecektir” buyurmaktadır. Resûlullah, slâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra, aramızdan
ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin i lerini tamamlayalım.
Sonra, Hz. Abbâs da buna benzer konu malar yaptı. Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı ba larına geldi.
Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “ ehîdli in fazîletlerini”
anlatıyorlardı. ehîdlerin efâ’ati hakkında buyurdu ki:
- Kıyâmet gününde ehîdler, mah er yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler aya a
kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin ki iye efâ’at ederler.
Gazânız mübârek olsun
Bu sözleri i iten Hz. Nevfel, Resûlullah efendimizden, ehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah
efendimiz de duâ ettiler.
Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu
muhârebe Hz. Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hz. Nevfel ehîd
dü erek, arzûsuna kavu tu.
Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Kar ılamaya gelenler arasında, Hz.
Nevfel’in hanımı, çocukları ve ya lı annesi vardı.
Ya lı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, o lunu sordu. Peygamber
efendimizin gözleri nemlendi. O lunun ehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı.
Elleriyle arkayı i âret edip, yoluna devam etti.
Hz. Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz. Ali’ye de
aynı ekilde o lunu sordu. O da ehîdlik haberini veremeyip, arkayı i âret etti.
Ya lı kadın daha sonra, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a rastladı. Onlara da o lunun durumunu sordu.
Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptı ı gibi arkayı i âret ettiler.
En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadınca ız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkada ına
yakla arak aynı eyleri sordu.
Hz. Ebû Bekir kendi kendine dü ündü:
“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. E er do ruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmü
olaca ım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasıl aykırı davranabilirim. Sen
bana öyle bir ey ilhâm et ki, bu gariplerin yüre i daha fazla yanmasın Allahım!”
Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..
Daha sonra, Hz. Ebû Bekir, bütün kalbiyle:
- Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye ba ırdı.
te o sırada, yaydan fırlamı ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yeti erek dedi ki:
- Buyur yâ Sıddîk, beni mi ça ırdın?
Bu atlı, Hz. Nevfel’den ba kası de ildi.
Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize unları söyledi:
- Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var. “E er Peygamberin ma ara arkada ı Sıddîk, bir kere
daha (ALLAH) deseydi, yüceli im hakkı için, bütün ehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir,
câhiliyye devrinde bile yalan söylememi tir” buyurdu.
Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce ya adı. Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar ehîdlik
erbetini içti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder