Bağış Yap

Amount :
Other : USD

12 Mayıs 2013 Pazar

ABDÜLLATÎF CÂMÎ


ABDÜLLATÎF CÂMÎ;
İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. Şeyhülislâm Ahmed-i Nâmıkî Câmî'nin
soyundandır. Bunun için Câmî nisbet edilmiştir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1555 (H.963)
senesinde Hârezm'de vefât etti.
Aslen Horasanlıdır. Eshâb-ı kirâm düşmanları Horasan'ı istilâ edince âilesi Mâverâünnehr
bölgesine hicret etti. Dedeleri ve babası âlim olup Semerkand ve Buhârâ'da pekçok talebe
yetiştirmişlerdir.
Abdüllatîf Câmî ilk tahsilini babasından aldı. Daha sonra devrin büyük âlimlerinden
Muhammed bin Sıddîk Hubûşânî'nin talebeleri arasına katıldı. Onun huzur ve sohbetlerinde
olgunlaşıp kemâle geldi. Zamânında bulunan âlim ve evliyânın önde gelenlerinden oldu.
Haramlardan ve şüphelilerden sakınmaya çok dikkat ederdi. Şüpheli olmak korkusu ile
mübahların bir çoğunu terk ederdi. Her hâli ve hareketi dînimizin emirlerine tam uygun idi.
Abdüllatîf Câmî hazretleri bundan sonra hocasından aldığı icâzetle, İslâmiyeti yaymaya
başladı. Çok sabırlı ve cömert olup güler yüzü, tatlı dili ile insanlara emr-i mârûf yapar, doğru
yolu gösterirdi. Talebelerini devamlı Allahü teâlânın dînine hizmet etmeye ve yaymaya teşvik
ederdi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bilmeyenlere öğretmeyenlerin mesûliyetten
kurtulamayacaklarını anlatırdı.
1550 senesinde hocasının mânevî işâretleri ile Anadolu'ya geldi. Zamânın pâdişâhı Kânûnî
Sultan Süleymân Han ile görüşüp sohbet etti. Kânûnî, sohbetlerinden çok istifâde eder ve
lezzet alırdı.
Osmanlı Devletinde Peygamber efendimizin mübârek neslinden olanların her türlü işleri ile
ilgilenip, onların kayıtlarını tutan Nakîb-ül-eşrâflık müessesesi vardı. Bu teşkilâtın başında
bulunan Nakîb-ül-eşrâfın vazîfesi, halîfelikten sonra en yüksek hizmetlerden biri kabul
edilirdi. Diğer büyük zatlar gibi, Abdüllatîf Câmî de Resûlullah efendimize ve O'nun temiz
nesline âşıktı. Bir gün Kânûnî Sultan Süleymân'a Nakîb-ül-eşrâf Seyyid Muhammed
Efendiyi; "O, Resûlullah efendimizin neslinden çok kıymetli bir zâttır. Eğer onların
(seyyidlerin) arzusu olmasaydı, Anadolu'ya gelmezdim." şeklinde medh etti. Bu sözleri ile
Nakîb-ül-eşrâflık müessesesinin ve Muhammed Efendinin, dolayısıyle seyyidlerin mevkiini
yükseltmiş, onlara verilen kıymet ve îtibârın daha da artmasına vesîle olmuştu.
Şeyh Abdüllatîf Câmî hazretleri 1551 senesinde Edirne'den Semerkand'a gitmek üzere iki yüz
dervişten fazla bir toplulukla Dobruca'ya doğru yola çıktı. Kendisini uğurlamak üzere
kazasker Abdurrahmân Efendi, Câfer Efendi, bâzı vezirlerle emirler hazır idiler. Ancak
dervişler pek yoksul olup yanlarında kendilerine yol azığı yapabilecek hiçbir şeyleri yoktu.
Atı olanlar atlarına verecek arpadan mahrumdular. Şeyh hazretleri de atını dervişlerden birine
verdiği için yaya kalmıştı. Bu hâl onları yolcu edenlerin üzülmelerine yolaçtı. Onların bu
üzüntülü hâlleri Şeyh'in gözünden kaçmadı. Muhabbet nazarı ile Edirne tarafına baktı. Kısa
bir müddet sonra Sultanın hazinedar başısı gelerek herkesin hayret dolu bakışları arasında,
yüz bin akçeden fazla bir parayı Şeyh hazretlerine teslim etti. Hazret-i Şeyh bu parayı yanında
bulunan yardımcısı Mevlânâ Şihâbüddîn'e vererek dervişlerin ihtiyâçlarını karşılattı. Herkes
ziyâdesiyle memnun olup Sultan'a hayır duâlar etti. Bunun gibi nice kerâmetleri görülmüştür.
<B'&:$),131!788
Abdüllatîf Câmî hazretleri birkaç defâ hacca gitti. Bir sene hac dönüşünde, yolda düşman
ve eşkıyâ tehlikesi olduğunu haber aldılar. Memleketlerine başka bir yoldan geldiler.
Yolda gelirken, bir yerde mola verip; "Burada birkaç gün istirahat etmemiz îcâb ediyor."
dedi. Yol arkadaşları kabûl edip, orada konakladılar. Fakat Hâce Selâhaddîn isminde bir
vezîr ve yanındaki birkaç kişi, yola çıkmakta acele ettiler. Onlar yola çıkınca, geride
kalanlardan birkaçı biz de çıkalım diye Abdüllatîf Câmî hazretlerine arzettiklerinde,
müsade etmedi ve gitmede yine acele etmedi. Fakat acele ile yola çıkanlar, eşkıyâ eline
düşüp şehîd edildiler. O büyük zâtı dinlememeleri sebebiyle, başlarına bu hâdise geldi.
Abdüllatîf Câmî ise birkaç gün sonra yola çıktı. Tehlike de geçmiş idi. Sâlimen
memleketlerine döndüler.
1) Dekâik-ul-Ahbâr (Süleymâniye Kütüphânesi Yazma Baðýþlar
kýsmý, No: 1978); Varak: 105 b.
2) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Zeyli (Atâî); s. 72
3) Kevakib-us-Sâire; c. 3, s. 66
4) Menâkýb-i Ýbrâhim Gülþenî; s. 193, 423
5) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c. 13, s. 184

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder