ABDÜLLATÎF EFENDİ (Pamuk Kâdı);
Anadolu'da yetişen İslâm âlimlerinden ve büyük velîlerden. İsmi, Abdüllatîf olup, "Pamuk
Kâdı" diye tanınmıştır. Kastamonu vilâyetinden olup doğum tarihi bilinmemektedir. 1532 (H.
939) senesi Ramazân-ı şerîf ayında, Kadir gecesi Edirne'de vefât etti.
Abdüllatîf Efendi, zamânındaki âlimlerden okuyup ilk tahsîlini tamamladıktan sonra,
Mevlânâ Muslihuddîn Yârhisârî ve Anadolu kadıaskeri olan İmâm Şeyh Mahmûd'un sohbet
ve hizmetlerine girdi. İlim öğrenmekteki gayret ve istidâdının çokluğu sebebiyle, kısa
zamanda yetişerek kemâle geldi ve medreselerde ders verecek, talebe yetiştirecek seviyeye
ulaştı. Evvelâ Dimetoka Medresesinde müderris oldu. Bundan sonra; Edirne'de Ali Bey,
İstanbul'da Eski İbrâhim Paşa, Kalenderhâne, Ebû Eyyûb-i Ensârî ve Mahmûd Paşa, Edirne'de
Üçşerefeli, Manisa'da Manisa medreselerinde müderrislik yaptı. Bu medreselerde tam bir
muvaffakiyet ile vazîfe yaptıktan sonra, Heşt Behişt (Sekiz Cennet) ünvânıyla tanınan Sahn-ı
semân medreselerinden birinde müderris oldu. Bundan sonra, Edirne'de Sultan Bâyezîd Hân
Medresesine müderris oldu. Burada da bir müddet vazîfe yaptıktan sonra, kâdılık yapması
uygun bulunup, yine Edirne kadısı oldu.
Bu vazîfesi sırasında Pamuk Kâdı nâmıyla meşhur olan Abdüllatîf Efendi, haram ve
şüphelilerden çok sakınan, zühd ve takvâ sâhibi, çok ibâdet eden, duâsı makbûl bir zât idi.
Temizliğe çok riâyet ederdi. Allahü tealâya olan muhabbeti ve bu muhabbetin elden çıkmak
endişesinden meydana gelen korkusu pek fazla idi. Bu muhabbet ve korku ile, tam bir tevâzu
ve gönül kırıklığı içerisinde ibâdet ederdi. Gâyet yumuşak huylu, hoş tabiatlı, pek latîf, hoş ve
her yönden temiz, ince rûhlu bir kimse idi. Zamanının zâhirî ve bâtınî ilimlerinde ihtisas
yapmış, söz sahibi olmuştu. Ayrıca "ilm-i ledün" denilen, hikmet ve muhabbet-i ilâhiyeye âit
yüksek ilimde de çok ileriydi. Zamânının tamâmını ilim ve ibâdete ayırmıştı. Vaktinin hiçbir
ânını zâyi etmez, evinde bulunduğu müddetçe zikir ve tâat ile meşgûl olur, kitap mütâlaa
ederdi. Beş vakit namazda câmiye gider, bâzı zamanlarda da câmide îtikâf hâlinde bulunurdu.
Yâni ibâdet niyetiyle câmide bir müddet kalırdı.
Allahü teâlâya ve O'nun dostlarına karşı muhabbet kaynağı olan güzel meclisinde, âsî ve aşağı
kimselerle, itâatkâr ve yüksek derece sâhibi olanları hep hayır ile yâd eder, insanların,
beğenilen, uygun olan iyi taraflarını söylerdi. Eğlenceye, alaya sebeb olacak boş ve lüzumsuz
sözleri söylemekten nefret eder, böyle yapmanın çirkinliğini anlatırdı.
Hep dünyâ ile meşgûl ve dünyâya düşkün olanlar ile hiç alâkadâr olmaz, onlara rağbet
etmezdi. Onlarla yakınlık ve berâberlik hâlinde olmanın, onların bitmeyen işleriyle,
tükenmeyen sıkıntı ve gamlarıyla gamlanmak olacağını bildirirdi. Faydası, menfaati az olan
dünyâ malının hevesiyle, sâf, pâk, arı ve temiz kalbini doldurmazdı. Âhirete yarar işleri
yapmakta gâyet titizlik ve hassâsiyet gösterir, bu hususta hiçbir zaman gevşek davranmazdı.
Dünyâ ile âhiretin birbirine zıt olduğunu bilir, birini memnûn etmeye çalışılınca, diğerinin
güceneceğini bildirirdi. Dünyâya düşkün olanların âhıretlerini harâb ettiklerini, âhiretini
düzeltmeye gayret edenlere ise Allahü teâlânın dünyâyı hizmetçi kılacağını söylerdi.
Rivâyet edilir ki, evliyâlık meclisinin parlak kandili, kerâmet âleminin bağı ve gülşeni olan
İbrâhim Gülşenî hazretleri, Mısır'ın Kâhire şehrinden İstanbul'a geldiği zaman, Mevlânâ
Abdüllatîf Efendi ile karşılaştı. İlm-i ledün sâhibi ve Hak âşığı olan bu iki zât, birbirlerine çok
muhabbet ettiler. İbrâhim Gülşenî hazretleri, kerâmet olarak Abdüllatîf Efendiye vefât
edeceği seneyi işâret edip, bu çok gizli sırdan haber vermişti. Aradan zaman geçip, Abdüllatîf
Efendi Edirne'deki vazîfesinden ayrılarak ikinci defâ Sultan Bâyezîd Han Medresesine
müderris oldu. Vefât ettiği senenin Ramazân-ı şerîf ayının ortasında, o aya aid olan ücreti
kendisine verildiğinde; "İnşâallah biz, bu Kadir gecesi vefât etsek gerektir. Vakfın hakkı
üzerimizde kalmasın." diyerek, üç günlük ücreti geri verdi. Bunu duyanlar, hayret ve
üzüntüye kapıldılar. Pamuk Kâdı, bildirdiği şekilde, Kadir gecesinde vefât edip, Kasım Paşa
Câmiinin avlusunda defnedildi.
1) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.233
2) Sicilli Osmânî; c.3, s.359
3) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.459
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.183
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder