Bağış Yap

Amount :
Other : USD

13 Mayıs 2013 Pazartesi

ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ


ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ;
Evliyânın büyüklerinden. Şirvan'da doğdu. Doğum târihi belli değildir. Künyesi
Ebü'l-Mehamid, lakabı, Nurullah'dır. Babası Şeyh Veliyyüddîn Şirvan bölgesinin en büyük
velîsi idi. İlim, fazîlet, şüpheli şeylerden sakınma ve takvâda çok yüksekti. Devamlı insanlara
vâz ve nasîhat eder, ders verirdi. "İnsanların en hayırlısı, onlara faydalı olandır." hadîs-i
şerîfinin açık bir nümûnesi idi.
Oğlu Abdülmecîd de küçük yaştan îtibâren böyle bir ilim ve sohbet halkasında yetişti. Zekâsı
yüksek, anlayış ve kavrayışının fevkalâde keskinliğinden kısa sürede akranlarını ve
emsallerini geçti. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde ilerledi. Genç yaşta Şirvan'ın Şemahı şehrine gitti
ve burada ders vermeye başladı. Kendisi bu yıllarını şöyle anlatmaktadır:
Şemahı'da talebelere bir şeyler anlatmak husûsunda çok gayret sarfediyordum. Zâhirî ilimlere
olan rağbetim ve onları öğrenme husûsundaki şevkim öyle artmıştı ki, gecelerimin çoğunu
kitapları mütâlaa ve okumakla geçirirdim. Bir mübârek gecede, mütâlaa ettiğim kitap hareket
edip şöyle konuştu:
"Ey Abdülmecîd! Ben senin Rabbin miyim ki, gece gündüz bana bakıyorsun? Var git, bu
bağlılığını Rabbine yap. Bu bağlılığı Rabbine yapman daha münasiptir."
Kitaptan gelen sesi duyunca, onu bir kenara bıraktım ve dağlara gittim. Oralarda bir mağara
buldum. O mağarada, tam dört sene gece-gündüz Allahü teâlâyı zikr ile meşgûl oldum. Bu
esnâda bana kerâmetler ihsân edildi. Abdest almak için dışarı çıktığım zaman, yırtıcı ve vahşî
hayvanlar bana saldırmaz ve benden kaçmazlardı. Hattâ bana yaklaşırlar, abdest aldıktan
sonra biriken suları içerlerdi. Bâzı yerlerde uçardım. Bir ânda bir vâdiden diğer vâdiye
geçerdim. Bu hâlleri, asıl maksad zannedip böyle kemâle erileceğini düşünüyordum. Bu
sebepten, tasavvuf yoluna girmek isteyene bir mürşid, yol göstericinin lâzım olmadığı
şeklinde yanlış bir düşünce içerisindeydim.
Ben bu hâl içerisinde iken, Şirvan mıntıkasının mürşid-i kâmili, büyük velî Şehkubâd
hazretleri, talebeleri ile bulunduğum mağaraya yakın nehrin kenarına gelip yerleşmişler,
ibâdet ve zikirle meşgûl oluyorlardı. Onların zikrettiklerini görüp, kalbimde berâber
zikretmek düşüncesi hâsıl olunca, şeytan kalbime vesvese vererek:
"Tâbi oldukları şeyh ümmîdir okuma yazması yoktur. Ona uyanların çoğu da câhil
kimselerdir. Bunlar arasına karışmaktansa, kendi başına oturup riyâzet, nefse karşı gelme ve
nefs muhâsebesi yapmak, vahşî ve yırtıcı hayvanlarla yakınlık kurmak daha iyidir." dedi.
Fakat bu sırada Allahü teâlânın tevfîk ve inâyeti yardıma yetişti ve kendi nefsime; "Zâhirleri
ile İslâmın emir ve yasaklarını yerine getirmeye çalışan, gece-gündüz Allahü teâlâyı zikreden
şu insanlara sû-i zanda, kötü düşüncelerde bulunmak yakışmaz. Hele onların hâllerini bir gör.
Mümin olan, insanların hâllerini ve hareketlerini görmeden karar vermez." diyerek, onlara
yakın bir yere gizlendim. Hâl ve hareketlerini, ne yaptıklarını iyice gördüğüm zaman,
kalbimden önceki tereddüt ve şüphelerin hepsi gitti. Sonra yanlarına varıp, bir kenara
oturdum. Mûtad zikirleri bittikten sonra, Kelime-i tevhîd söylemeye başladılar. Ben de elimde
olmadan Kelime-i tevhîd söylemeye başladım. Ansızın bende vecd, kendinden geçme hâli
meydana geldi, düşüp bayıldım. O zaman talebeleri, beni Şehkubâd hazretlerinin huzûruna
götürmüşler. Biraz sonra kendime gelip gözümü açınca, başımı Şehkubâd hazretlerinin
dizinde buldum. Derhâl Mevlânâ Şehkubâd'ın elini öptüm. Beni talebeliğe kabûl etmesini ricâ
ettim. Talebeliğe kabûl edince, emrettiği şekilde hareket etmeğe başladım. Ondan sonra
benden, önceki keşf ve kerâmetler kayboldu. İçimde öyle bir ilim hâsıl oldu ki, o mağarada
yalnız başıma nefsimi terbiye etmekle çok hatâlı bir yolda olduğumu anladım. Şehkubâd
hazretleri, bir ânda beni içerisinde bulunduğum o karanlık durumdan çıkarıp, himmetleri ile
kalbimi temizledi. Eğer hocam Mevlânâ Şehkubâd'ın sohbetleri ile şereflenmeseydim, Allahü
teâlâ korusun çok aşağı derecelerde kalacaktım.
Böylece Mevlânâ Şehkubâd hazretlerinin derslerinde kemâle eren Abdülmecîd Şirvânî
hocasının vefâtından sonra onun yerine geçti. İnsanlara nasîhat etmeye başladı. Abdülmecîd
Şirvânî, asîl, cömert, af ve mâzeretleri kabul edici, sohbetleri tatlı, halîm, selîm, merhametli
idi. Kendisine has bir üslub ile çok güzel vâz ve nasîhat ederdi. Minberlerde ve kürsülerde,
kalabalık cemâate, tasavvuf ve ibâdetle alâkalı meseleleri anlatırdı. Anlattıklarını, âlim, fâzıl
ve tahsili olmayanların hepsi anlardı. Herkes onun vâz ve nasîhatlerinden, öğrenmeyi istediği
bilgileri öğrenir, öyle ayrılırdı. Ramazân-ı şerîf ayında devamlı Mesnevî'den anlatırdı.
Mevlânâ hazretlerinin şu sözünü sık sık söylerdi.
"Men bende şüdem, bende şüdem, bende, şüdem
Men bende behaclet beser efkende şüdem
Her bende şeved şâd ki âzad şeved
Men şâd ezânem ki türâ bende şüdem"
(Allahım ben kul oldum, kul oldum, kul oldum. Kulluktaki vazîfemi yapamadığımdan
utanarak başımı eğdim. Her kul kapısından âzâd olduğunda sevinir mesrûr olur. Bense ne
zaman sana tam kul olursam o vakit şad olur, neşelenirim.)
Öyle tatlı Kur'ân-ı kerîm okurdu ki, yerdeki vahşi hayvanlar ve gökteki uçan kuşlar, onun
okuduğu Kur'ân-ı kerîmi dinlemek için etrafına toplanırlardı.
Abdülmecîd Şirvânî hazretleri Şirvân yöresinde ders verirken Tokat'ta tasavvuf ateşiyle yanan
ve sonradan Kara Şems diye meşhur olan Şemseddîn Ahmed Sivasî ismindeki genç, Şeyh
Mustafa Kirbâsî hazretlerinin huzûruna vararak kendisine talebe olmak isteğini bildirir. Şeyh
Mustafa Kirbâsî bu sırada yüz yaşını geçmiş durumda olduğundan ona şöyle buyurur:
"Evlâdım sen gençsin; ben ise ihtiyar ve hastalıklıyım. Riyâzet çekmeye, nefsin
istemediklerini yapmaya tâkatim ve kuvvetim yoktur. Senin terbiyen ile meşgûl olamam.
Lâkin sâdık bir talebeysen Cenâb-ı Hak mürşidini ayağına gönderir. Bekle bu mürşid altı ay
sonra Tokat'a gelecektir."
Kara Şems altı ay sonrasını şöyle anlatır:
Hocamın sözlerinden sonra Zile'ye giderek altı ay daha ilim öğretmekle meşgûl oldum. Altı
ay sonra Tokat'a döndüğümde Abdülmecîd Şirvânî adlı bir zâtın şehre geldiğini duydum.
Derhal huzurlarına gittim. Beni gördüklerinde:
"Ey Kara Şems! Benim Allahü teâlânın emri ve Sevgili Peygamberimizin işâreti ile kendi
memleketimi, âilemi ve sevenlerimi terk edip; dağ, tepe ve beldeleri aşıp gelmem sâdece seni
mânevî ilimlerde ilerletme ve terbiye içindir." buyurdular.
Böylece Abdülmecîd Şirvânî hazretleri bundan sonra bilhassa Kara Şems hazretleri olmak
üzere Anadolu'da talebeler yetiştirmeye ve doğru yolu göstermeye başladı.
Tokat'a gelmesi ile ismi ve yüksekliği, talebeleri terbiyedeki üstünlüğü kısa zamanda her
tarafta duyuldu. Çevresi sevenleri ile doldu. Katı kalpleri, sohbetinde, Allahü teâlânın ihsan
ettiği tesirli sözleri ile mum gibi etti. Talebelerini kısa zamanda evliyâlık derecelerine
ulaştırırdı. Bu sebeple sohbetlerine koşanların çokluğundan Tokat sanki bir evliyâ dergâhı
olmuştu.
Gaflet ehlinden birisi bir gün insanlık îcâbı Abdülmecîd Şirvânî hazretlerine muhalefet
ederek kalbini kırdı. Sonra da yakınlarını ziyâret maksadıyla Tokat dışına çıktı. Bu arada
kendini yokladı kalbinde ilâhî feyz ve bereketlerden hiçbir şey kalmadığını anladı.
O gece rüyâsında tamâmen som altın dolu bir hazîneye rastladı. Hazînenin bulunduğu yere
girdi. O sırada birisi; "Bu hazîne senin iken, niçin, parasız pulsuz geziyorsun?" dedi. O da;
"Evet öyle, fakat böyle basılmamış altınlarla pazara çıksam, belki bana onlarla bir şey
vermezler. Hatta, sen bunu nereden aldın diye, beni yakalıyabilirler. Bunları, sikkehâneye
götürüp sikke vurdurmam gerekir." dedi. Uyanınca, Sikkehânenin Mevlânâ Abdülmecîd'in
dergâhı olduğunu anladı. Mevlânâ Abdülmecîd'den özür dilemek için yola çıktı. Tokat'a
varınca, doğru bulunduğu mescide gitti. Mevlânâ Abdülmecîd, o sırada talebelerine ders
veriyordu. O şahıs bir köşeye gizlenip, dinlemeye başladı. Bu sırada Mevlânâ Muhammed, o
şahsın bulunduğu yöne doğru dönüp; "Bir hazîne altına sâhip olduğunu kabûl edelim. Mâdem
ki sikkesi yoktur, kendine güveniyorsan, sultânın çarşısına bir götür de gör, başına ne belâlar
gelir bakalım." diyerek, o şahsın rüyâsının tâbirini yaptı. O şahıs hemen kalkıp, Mevlânâ
Abdülmecîd'in ellerini öptü ve af diledi. Mevlânâ Abdülmecîd de onu affetti.
Makam sâhibi birisi, bir yolculuğu sırasında Tokat yolu üzerinde konaklamıştı. Bu sırada
Tokat eşrâfının ileri gelenleri, hoş geldin demek için yanına gittiler. Hoşgeldiniz deyip,
duâlarda bulundular. Teşrif ettiklerinden dolayı memnûniyetlerini belirttiler. Fakat o, kendini
beğenen, gurur ve kibir sâhibi birisiydi. Ziyârete gelenlere hiç iltifatta bulunmadı. Bir müddet
sonra; "Bizi karşılaması lâzım gelenlerin hepsi sizler misiniz?" diye sordu. Onlar da; "Evet
efendim." diye cevap verdiler. Makam sâhibi ısrarla; "Doğru söyleyin, beni ziyâret etmesi
gereken başka kimse kaldı mı?" dedi. Orada bulunanlar; "Hayır efendim! Fakat sâdece takvâ
sâhibi, haramlardan kaçmaya çok dikkat eden ve kerâmet ehli velî bir zât kaldı. O da zâten
dergâhından dışarı çıkmaz." deyince, kibir ve gurur içerisinde çok kızıp; "O nasıl adamdır?
Hemen, birkaç kişi gitsin, zorla da olsa, onu bana getirsinler. Onun hakkından geleyim." diye
emir verdi. Bunun üzerine orada bulunanlar, şöyle dediler:
"Efendim sizden daha önce gelen vezirler ve diğer devlet ileri gelenleri, onun bulunduğu
dergâha varıp, ellerini öptüler, ona çok hürmet ve ikrâmda bulundular. Onun için size de lâyık
olan, onu ziyâret edip ellerini öpmek ve hayır duâlarını almaktır."
Onlardan bu sözleri duyan kibirli ve gururlu şahıs, daha da kızdı. "Yarın dergâhına gidip,
lâzım gelen cezâyı vereyim de görün." dedi ve huzûrunda bulunanları kovdu.
Abdülmecîd Şirvânî hazretlerini sevenler durumu hemen ona bildirdiler. Mevlânâ
Abdülmecîd onlara; "Sizler gam çekmeyin ve üzülmeyin. Bizim onun yanına varmamız, onun
da bize gelmesi imkânsızdır." buyurdu.
Makam sâhibi zât sabah olunca Abdülmecîd Şirvânî hazretlerini cezâlandırmak üzere
harekete geçti. Yanına hizmetçilerini ve adamlarını da alarak dergâha doğru yola çıktı. Henüz
yolu yarılamıştı ki o zamâna kadar sâkin duran atı birden bire huysuzlanarak şaha kalktı ve
sâhibini yere vurdu. O zât "ah!" bile diyemeden can verdi.
Mevlâna Abdülmecîd'i sevenler ve ona bağlı olanlar sevinçle hâdiseyi kendisine
naklettiklerinde; "Benim bir veli kuluma düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur."
hadîs-i kudsîsini okudu.
1564 senesinde Tokat'ta şiddetli bir tâûn salgını başladı. Her gün pekçok insan vefât ediyor
gün geçtikçe hastalık daha da yaygınlaşıyordu. Kırk-elli gün süren tâûn salgınında, hastalıktan
binlerce kimse vefât etmişti.
Bunun üzerine şehir halkı; "Şeyh hazretlerinden duâ isteyelim. İnşâallahü teâlâ tâûn salgını
onun hayır duâları ile durur." dediler. Şehrin ileri gelenlerinden meydana gelen kalabalık bir
cemâat, durumu Mevlânâ Abdülmecîd'e arzettiler. Bunun üzerine Mevlânâ Abdülmecîd şöyle
duâ buyurdu:
"İlâhî! Bu musîbet bulutunu, kerem ve ihsân rüzgârınla def eyle."
O ânda Allahü teâlânın izni ile tâûn salgını durdu. O günden sonra, otuz sene Tokat şehrine
tâûn hastalığı isâbet etmedi. Tâûn yüzünden Tokat halkı orayı terk etmeye karar vermiş iken,
Mevlânâ Abdülmecîd'in duâsı bereketi ile, memleketlerini terk edip gurbette birçok eziyet ve
sıkıntılarla karşılaşmaktan kurtuldular. Mevlânâ Abdülmecîd'in bu kerâmetini gören Tokat
halkı, tövbe edip daha çok ibâdet etmeye başladılar. Ona olan muhabbet ve sevgileri arttı.
Abdülmecîd Şirvânî hazretleri de tâûn salgınından bir süre sonra aynı yıl içerisinde 1564 (H.
972) vefât etti. Kabri vasiyeti üzerine Kelkit Irmağının kıyısına yaptırıldı.
Vefâtından önce:
"Bizi sevenler kabrimizin üzerine türbe yapmak sûretiyle, bu âcizi diğer müslümanlardan
ayırmasınlar." diye vasiyet etmişti. Fakat Mevlânâ Abdülmecîd'i çok seven zenginlerden
bâzıları kabrinin üzerine türbe yaptırmak istediler. Kubbe tamamlandığı gece temelinden
yıkıldı. Birkaç kere kubbe yaptılar ise de aynı şekilde yıkıldı. Bunun üzerine kabri belli olsun
diye etrafını taşlarla çevirdiler. Hâlen bu kabir Tokat ve çevre halkı tarafından ziyâret
edilmektedir.
Abdülmecîd Şirvânî hazretleri talebelerine âhirette pişmân olmamaları ve istenmeyen
durumlarla karşılaşmamaları için devamlı nasîhatlerde bulunurdu. Bu hususta şöyle
buyururdu:
"Maksada ulaşmak ve kurtuluşa erişmek iki şekilde olur.
Birisi Cennet'te, Cennet'in yüksek derecelerine kavuşmaktır. Bu, seçilmiş kimselerin hâlidir.
Diğeri ise, zamansız ve mekânsız, nasıl olacağı bilinmiyen bir şekilde Allahü teâlânın cemâl-i
ilâhîsini görmektir. Bunu elde edebilmek için şu dört sebep vardır: 1) Îmân. 2) Takvâ.
Mürşid-i kâmilin yetişmiş ve yetiştirebilen rehberin işâreti ile nefsle mücâdele yapılarak ahlâk
güzelleştirilir. Günahlardan tamâmen sakınılır. Allahü teâlâdan başka her şeyden tamâmen
yüz çevrilir. 3) Allahü teâlâya kavuşmak için vesîle aramaktır. Birinci vesîle; Mürşid-i
kâmilin terbiyesinde olmaktır. İkinci vesîle; hoca, talebesini Resûlullah efendimize ulaştırıp,
irtibâtını temin etmesidir. Bu iki vesîle ile, îmânın ve takvânın kemâline erilir. İslâmın bütün
emir ve yasaklarına ve tasavvuf yolunun bütün âdâblarına uyulur. Böylece talebede
mârifetullah, muhabbet, sevgi hâsıl olur. 4) Allah yolunda cihâd."
Yine buyurmuşlardır ki:
"İblisin en mühim işi talebe ile hoca arasında soğukluk meydana getirmektir. Böylece talebe,
dünyâda ve âhirette hüsrana uğrayarak bedbaht olur. Bu durumda sâdık talebenin ilacı sevgi
ile hocasına bağlılığını yenileyip, aradaki soğukluğu gidermek ve ona tam teslim olmaktır.
Böylece şeytanın vesvesesini yıkmak, dünyâ ve âhiret saadetine kavuşmak nasîb olur."
"Müşfik ve şefkatli rehber yâni mürşid talebesini alçak dünyâ için kızıp azarlamaz.
Onların azarlamaları dünyâ için değildir. Zîrâ dünyânın onların yanında sivrisinek
kanadı kadar kıymeti yoktur. Onlar talebede gördükleri bozuk ve uygun olmayan
hallere kızarlar. Kısaca kızmaları, dînin emirlerine uymakta ve tasavvuf yolundaki
edeplerde olan kusurları sebebiyledir."
Mevlânâ Abdülmecîd hazretlerinin vefâtından sonra da görülen kerâmetleri talebeleri
tarafından anlatılmıştır. Nitekim talebelerinden birisi şöyle nakletmektedir:
Mevlânâ Abdülmecîd hayatta iken, bende kelâm ilmi ile alâkalı bâzı şüpheler meydana
gelmişti. Ancak meclisinde ve sohbetlerindeki heybetinden dolayı, suâllerimi arzedip
cevâbını alma imkânı bulamadım. Her zaman, bundan sonraki meclislerinde sorarım der, bir
türlü soramazdım. Mevlânâ Abdülmecîd âhirete intikâl edince, sorma fırsatını kaçırdığım için
çok üzüldüm ve pişmân oldum. 1574 senesinde hacca gitmek üzere yola çıktım. Şam'a
geldiğim zaman, gece rüyâmda, kendimi bir nehrin kenarında, hocam Mevlânâ Abdülmecîd'i
de karşı kıyısında gördüm. Bir sebze bahçesinde, ağacın gölgesi altında, çok güzel bir sûrette
olduğu hâlde oturuyordu. Ansızın bana seslenip; "Şüphelerini arzet ve cevaplarını al artık.
Zamânı gelmiştir." buyurdu. Ben de derhâl yanlarına gittim ve şüphelerimi bir bir arzettim. O
da her birine, kalbe şifâ olan cevaplar verdiler. Onun sözlerinin ve cevaplarının lezzeti ile
yavaş yavaş kendime geldim. Rüyamda öğrendiğim şüphelerin cevaplarını, uyandığımda
Allahü teâlânın izni ile aynen hatırladım.
1) Hediyyetü'l-İhvân (Süleymâniye Kütüphânesi); no:4587)
2) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.186, c.16, s. 15
3) Ziyârât-ül-Evliyâ; s.97

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder