Bağış Yap
5 Mayıs 2013 Pazar
Silsile-i aliyye - Diğer Büyük Evliyalar
Diğ er büyük evliyalar
İ mam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri
Peygamber efendimiz, mâm-ı a’zam hazretlerinin gelece ini birkaç hadis-i erifle haber
vermi tir. Diyâ-i manevî, Mevduat-ül-ulûm, Hayrat-ül-hisân, Mirât-i kâinat ve Dürr-ülmuhtar’da
yazılı olan hadis-i erifte, (Ebû Hanîfe ümmetimin ı ı ı olacaktır.) buyuruldu.
Dün hayatını bildirdi imiz hadis ilminde de icazeti bulunan büyük fıkıh alimi seyyid bni
Âbidin hazretleri, bu hadisi erifin sahih oldu unu bildirmektedir.
Bu hadis-i erif, büyük âlim Ebülleys-i Semerkandî hazretlerinin Mukaddime kitabında
ve bunun erhi Tekaddüme kitabında da yazılmı tır. Gaznevî’nin Mukaddime adındaki fıkıh
kitabının önsözünde mâm-ı a'zam’ı öven hadis-i erifler yazılıdır. Bunun erhi olan Diyâ-i
manevî kitabında kâdı Ebülbekâ hazretleri, ( bni cevzî, bu hadise mevdu demi ise de, bu
sözü taassuptur. Çünkü bu hadis, çe itli yollardan gelmi tir.) buyuruyor.
Hayrat-ül-hisan kitabını müellifi bni Hacer-i Mekki hazretleri, âfiî fukahasının
büyüklerindendir. afii olmasına ra men, mezhepsizlerin dedi i gibi, mezhep taassubu
olsaydı, Hanefi mezhebinin kurucusu hakkındaki hadisi erifleri kitabına almazdı.
Mevduat-ül-ulûm kitabının sahibi Ta köprü Zade, Ahmed bin Mustafâ, Osmanlı
âlimlerindendir. akâik-i Numâniyye tarih kitabı ile Miftah-üs-seâde kitabı me hurdur. O lu
Kemaleddîn Muhammed, Miftâh-üs-seâde kitabını Türkçeye tercüme ederek Mevduat-ül
ulûm ismini vermi tir.
Mirât kâinat kitabının sahibi Ni ancı Zade, Muhammed bin Ahmed bin Muhammed bin
Ramazan, Edirne kadısı idi. Mirât kâinat kitabı me hurdur.
Dürr-ül-muhtar kitabının sahibi Alaüddin Haskefi, am müftîsi idi. Bunun Dürr-ülmuhtar
kitabına bni Âbidîn, Burhaneddin brahim bin Mustafa Halebî ve Ahmed Tahtâvî
kıymetli hâ iyeler yapmı lardır.
Bu âlimlerin do rulu unu tasdik etti i hadis-i eriflere uydurma demek büyük bir
insafsızlıktır. Hanefilere göre, deniz ha aratı yenmez, di er üç mezhebe göre yenir. Hanefi,
di er üç mezhebe sizin ictihadınız yanlı diyemedi i gibi, üç mezhep de, Hanefi’ye sizinki
yanlı diyemez. Bir hadisi bir âlim mevdu derken, öteki sahih diyebilir. Bu âlimler, birbirine
dil uzatmaz.
Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dedi i bir hadise mevdu diyebilir.
Müctehidin böyle demesi; bu hadis, Peygamber efendimizin sözü de ildir" anlamında
de ildir. Bu hadis benim usulüme göre hadis de ildir demektir. Farklı ictihadlar da böyledir.
Bana göre do rusu bu der, fakat farklı ictihadda bulunan müctehide dil uzatmaz. Bazı
kimseler, âlimin birisi, bir hadise mevdu dese, sanki bütün âlimlerce o hadis mevdu imi
gibi, o hadise hemen uydurma damgasını vuruyorlar. Halbuki hiçbir Ehl-i sünnet âliminin
kitabında uydurma hadis olmaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dil uzatmamalı ve
onların kitaplarında uydurma hadis var sanmamalıdır.
slâm âlimleri, hadis uydurmanın ve uydurulmu hadisi nakletmenin vebalinin
büyüklü ünü bildikleri için, kitaplarına uydurma hadis almazlar. Çünkü hadis-i
erifte, (Benden duydu unuz ayet ve hadisi tebli edin! Beni srailden bildirdiklerimi
de söyleyin! Yalnız bana bilerek yalan isnat eden, cehennemdeki yerine hazırlansın!)
buyuruluyor. (Buharî)
Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri
Evliyanın büyüklerinden. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Muhyiddin, Gavs-ül-a'zam,
Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır. ran'ın Geylan ehrinde
1078 (H.471)de do du. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Hazret-i Hasanın o lu
Hasan-ı Müsenna'nın o lu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ülhayr
olup seyyidedir. Bunun için Abdülkadir Geylani, hem seyyid, hem erifdir.
AbdülkadirGeylani hazretleri 1166 (H.561)'da Ba dad'da vefat etti. TürbesiBa dad'dadır.
Fıkıh ve hadis ilimlerinde müctehid idi. Kadiriyye tarikatının kurucusudur. Ehl-i sünnet
itikadını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Orta boylu, zayıf bünyeli, geni gö üslü, ilim için
vefakarlıkta emsali az bulunur bir veli idi.
Abdülkadir Geylani hazretleri daha do madan, ilerde büyük bir zat olaca ına dair
alametler, i aretler görülmü tü. Babası rüyasında Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve
sellem, Eshab-ı kiramı radıyallahü anhüm ve evliyayı gördü. Peygamber efendimiz
kendisine; "Ey Ebu Salih! Allahü teâlâ bu gece sana kamil, olgun ve derecesi yüksek bir
erkek evlad ihsan etti. O benim o lum ve sevdi imdir. Evliya arasında derecesi yüksek
olacak." buyurdu. Yine o lu hakkında;"On iki imam dı ında bütün veliler do acak olan
o luna itaat edecekler, onun ayaklarını boyunlarına koyacaklar. O yüksek derecelere
kavu acak, ona itaat etmeyenler Allahü teâlâya yakınlık devletinden mahrum kalacaklar."
diye müjdelendi. Do duktan sonra yüksek halleri ile dikkatleri çekti. Ramazan-ı erifte gün
boyunca süt emmez, iftar olunca emerdi. Bu halini u beyti ile anlatır:
Ba langıcım öyleydi, dillerde söylenirdi
Be ikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.
Do du u senenin ramazan-ı erif ayının sonunda havalar bulutlu geçmi ti. Bunun için
ramazanın çıkıp çıkmadı ında tereddüd edildi. Halk annesine çocu un süt emip emmedi ini
sordular. Emmedi ini ö renince, ramazan-ı erifin henüz çıkmadı ını anlayıp oruca devam
ettiler.
On ya ında mektebe giderken etrafında meleklerin kendisi ile beraber yürüdüklerini
görür, onlardan; "Yer açın evliyadan bir zat geliyor." dediklerini duyardı. Meleklerin
söylediklerini duyan birisi; "Bu çocuk kimdir?" diye sordu. Meleklerden birisi; "Bu asil bir
ailenin çocu udur. lerde büyük bir zat olacak. Arzu edenlere hep verecek ve hiç kimseyi
kapısından bo çevirmeyecek. Her gün Allahü teâlâya yakınlı ı artacak ve çok yüksek
derecelere ula acak." dedi. Çocuklarla beraber oynamak istedi inde; "Bana gel ey mübarek,
bana gel." diyen bir ses i itir, korku ve heyecanla annesine ko ardı.
Abdülkadir Geylani on sekiz ya ında Ba dad'a geldi. Buradaki me hur alimlerden ders
almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yeti ti. Fıkıh ilmini; Ebu Hattab
Mahfuz, Ebü'l-Vefa Ali bin Ukayl, Ebu Hüseyin bin Kadı Ebu Ya'la ve di er fıkıh
alimlerinden ö rendi. Hadis ilmini; Hasan-i Bakıllani, Ebu Said Muhammed bin
Abdülkerim, Ebu Ganim Muhammed bin Muhammed, Ebu Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebu
Cafer, Ebu Kasım bin Ali, Ebu Talib Abdülkadir, Ebu Bekr Hibetullah ibni Mübarek, Ebü'l-
zz Muhammed bin Muhtar, Ebu Nasr Muhammed, Ebu Galib Ahmed, Ebu Abdullah Yahya
ve di er hadis alimlerinden ö rendi. Tasavvuf ilmini ise; eyh Ebu Said Mahzumi ile
Hammad-i Debbas'tan almı tır.
lim tahsilini tamamlayıp yeti tikten sonra, vaz ve ders vermeye ba ladı. Hocası Ebu
Said Muhzumi'nin medresesinde verdi i ders ve vazlarına gelenler medreseye sı maz
sokaklara ta ardı. Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese
geni letildi. Bu i için Ba dad halkı çok yardımcı oldu. Zenginler para vererek, fakirler
çalı arak yardım ettiler. Hatta bir kadın, mehir bedelini, kocasının orada çalı masına saydı.
Derslerine devam edenler arasında pekçok alim yeti ti.
Abdülkadir-i Geylani hazretleri, bir müddet ders verip insanları ir ad ettikten, hak ve
hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vaz vermeyi bıraktı. nzivaya çekilip, yalnızlı ı seçti.
Sonra sahralara çıktı. Ba dad'ın Kerh harabelerinde ya amaya ba ladı. Bütün vaktini ibadet,
riyazet ve mücahede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla
geçirmeye ba ladı. Buyurdu ki:
Irak'ın sahra ve harabelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden,
kimsenin benden haberi yoktu. Bazan uzun müddet yemezdim ve "açım açım" diye içimin
feryadını duyardım. Bazan üzerime öyle a ırlıklar gelirdi ki, bunlar bir da ın üstüne konsa,
tahammül edemeyip, paramparça olurdu. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla beraber bir
kolaylık vardır, üphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır." mealindeki n irah suresinin
be inci ve altıncı ayet-i kerimelerini okudu umda üzerimdeki a ırlıklar da ılıp, giderdi."
eytanlar çe itli kılık ve kıyafetlere bürünüp toplu halde yanıma gelir, beni yolumdan
çevirmek için u ra ırlardı. Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim. çimden bir ses;
"Ey Abdülkadir! Onlarla mücadele et, onlara galip geleceksin." derdi. çlerinde bir eytan
durmadan bana gelir; "Buradan git, öyle yaparım, böyle yaparım." diye beni tehdit ederdi.
Canu gönülden, "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" okuyunca, onun tamamen
yandı ını görürdüm.
Bir kere Abdülkadir Geylani öyle bir ses i itti: "Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim!
Sana haramları mubah, serbest kıldım." Bir rivayete göre; "Ba kasına yasak olan eyleri sana
helal kıldım." diyordu. Bunun üzerine Abdülkadir Geylani Euzü çekti. "Kovulmu eytandan
Allahü teâlâya sı ınırım. Sus ey mel'un!" diye ba ırdı. Bunun üzerine aynı ses; "Ey
Abdülkadir! Rabbinin izni ile çe itli yerlerde bana aldanmayarak, errimden, kötülü ümden
kurtuldun. Halbuki ben bu yolda yetmi ki iyi yoldan çıkardım." dedi. Onun eytan
oldu unu nasıl anladı ını sorduklarında; "Sana haramları helal ettim, sözünden anladım.
Çünkü Allahü teâlâ böyle eyleri emretmez." buyurdu.
Ba ka bir kere gayet çirkin ve pis kokulu birisi geldi. "Ben iblisim, eytanım. Sana
hizmet etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı çok yordun." dedi. "Sana inanmıyorum,
buradan uzakla ." dedim. Bana vuracak oldu ise de onu peri an ettim. kinci defa elinde
büyük bir ate kıvılcımı ile hücum etmeye ba ladı. Bu esnada elinde kılıç bulunan atlı birisi
bana yardıma geldi. Yine onu ma lub ettim. Üçüncü olarak iblisi çok uzakta a lar gördüm.
Gayet üzgün olarak; "Senden ümidimi kestim. Galiba seni yoldan çıkaramayaca ım." dedi.
"Sus ey mel'un!" dedim ve kovdum. Allahü teâlâ her seferinde beni onlara kar ı üstün kıldı.
eytanı ba ımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak eyler göründü.
"Bunlar nedir?" dedim; "Dünya zevkleri ve zinetleridir." denildi. Dünya ve onun göz
kama tırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nimetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni
onlardan da korudu. Onlara hiç kıymet vermedim. Bunun için kaybolup gittiler. Sonra
Allahü teâlânın rızasına kavu ma yolunda insanın önüne çıkan manileri, engelleri gördüm.
"Bunlar nedir?" dedim. "Senin içinde bulunan manilerdir." denildi. Bunlara üstün gelebilmek
için bir sene u ra tım.
Sonra içimi seyrettim. Kalbimin birçok eylere ba landı ını bo hayaller kurdu unu,
kendini saraylarda sandı ını gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Arzu ve isteklerindir." denildi.
Tam bir yıl u ra tıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim.
Yine nefsim kendi eklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı. Yüz
vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri
dipdiri, eytanları emrine hazır olarak gördüm. Bir sene mücadele ettim. Allahü teâlânın izni
ile hastalıklarını iyile tirdim, arzu ve isteklerini kırdım, eytanlarını kovdum. Kısaca
nefsimle tedricen, safha safha mücadele ettim. Onu iki elimle sımsıkı yakaladım. Yıllarca
ıssız, sessiz, sadasız yerlerde kalmaya mebcur ettim. So uk bir gece kırk defa ihtilam oldum,
havanın so uklu una bakmadan her seferinde, hemen yıkandım. Kerh harabelerinde yıllarca
kaldım. Yiyecekler malum; otlar, a aç yaprakları... Dünya sevgisinden kurtulabilmek, nefse
üstün gelebilmek için her çareye ba vurdum. Gördü üm her yoku a tırmandım. Nefsime hiç
fırsat vermedim. Bir gece merdivende kitap mütalaa ediyordum. Nefsim; "Biraz uyu, sonra
kalkarsın." dedi. Ona muhalefet olsun diye tek aya ım üzerinde durdum. Kur'an-ı kerimi
hatmedinceye kadar uyumadım.
Bütün bunlara ra men, henüz matluba, maksada ve asıl istedi ime varamamı tım.
Bunun için, tevekkül, ükür ve zenginlik gibi kapıları denedim. Aradı ımı fakirlik kapısında
buldum. Burada büyük bir erefe kavu tum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ula tım.
Bütün arzu ve isteklerim buz gibi eridi. Bütün be eri sıfatlarım kayboldu. Gönülden Allahü
teâlâdan ba ka her eyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ula tım".
Nihayet bütün varlıklardan yüz çevirdim. Her eyim Allah için oldu. Sahralarda cezbe
halinde kendimden geçmi olarak dola ırdım. Kendime geldi imde kendimi bulundu um
yerlerden çok uzaklarda bulurdum. Bir gün bu halde bir saat kadar yürümü tüm. Sonra
kendimi Ba dad'a on iki günlük uzaklıkta bir yerde buldum. Dü ünceye daldı ımda bir ses
bana; "Sen ki Abdülkadir'sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi.
Sahralarda dola ırken "Ol" sözü ile ihsan olundum. Allahü teâlânın izni ile istedi im
olurdu. Bunun için çok yiyecek buldum. Da dan bir parça koparırdım, helva olur, yerdim.
Kuma deniz suyu dökerdim, tatlı su olurdu. Sonra böyle yapmaktan haya ettim. Allahü
teâlâya kar ı edebi gözeterek hepsini terk ettim.
Abdülkadir Geylani hazretleri bu uzun dola malardan sonra Ba dad'a dönüyordu.
Hazret-i Hızır önüne çıkıp, ehre girmesine mani oldu. "Emir var. Yedi sene Ba dad'a
girmeyeceksin." dedi. Bu sebeple, Ba dad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mübah
bakliyatı yiyerek bekledi. Bildirilen müddet bitince; "Ey Abdülkadir! Ba dad'a gir,
serbestsin." diye bir ses duydu. So uk ve ya murlu bir gecede Ba dad'a girdi. Do ru eyh
Hammad bin Müslim Debbas'ın zaviyesine (dergahına) geldi ve geceyi orada geçirdi.
Sabahleyin eyh Hammad Debbas onu görünce a layarak; "O lum Abdülkadir! Bu devlet
bugün bizim, yarın sizin olacaktır." dedi.
Bir müddetten beri Ba dad'da bulunan Abdülkadir Geylani hazretleri fitne ve
karı ıklıklar olunca tekrar sahralara çıkmak istedi. Hibe kapısı denilen yere gelince; "Nereye
gidiyorsun? Dön, herkes senden faydalanacak." diyen bir ses i itti. "Ben dinimi kurtarmak
istiyorum." dedi inde; "Korkma, dinine bir zarar gelmeyecek." denildi. Dü ünmeye ba ladı
ve bu i in hakikatını bildirmesi için Allahü teâlâya yalvardı. Bu esnada Muzafferiyye denilen
yerden geçerken birisi kapıyı açıp; "Ey Abdülkadir! Buyurun." dedi. Yanına varınca; "Söyle,
dün Allahü teâlâdan ne istemi tin?" dedi. Abdülkadir Geylani hazretleri a ırıp cevap
veremedi. Bunun üzerine o zat kapıyı iddetle yüzüne çarptı. Dün Allahü teâlâdan ne
istedi ini dü ünerek yürümeye ba ladı. Biraz sonra o zatın eyh Hammad Debbas oldu unu
hatırladı.
Bundan sonra onun sohbetlerine gider, halledemedi i, çözemedi i esrarı, gizli eyleri
ondan sorardı. O da ona bir bir açıklardı. Bazan ilim ö renmek için ba ka taraflara
gitti inden onunla görü emezdi. Dönünce hocası ona; "Allah a kına nerelere gidiyorsun? Bu
civarda senden daha alim birisi var mı?" derdi. eyh Hammad'ın müridleri ona bazan; "Sen
alim birisin. Burada ne i in var, buradan gitsene." derler; eyh Hammad da onlara;
"Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz. çinizde onun gibisi yok.
Benim ona eziyet etti ime bakmayın. Onu imtihan etmek, denemek, manen kemale ermesi,
olgunla ması için böyle yapıyorum, mana aleminde onu koca bir da gibi görüyorum." derdi.
Yine bir sohbet toplantısında, Abdülkadir Geylani hazretleri dı arı çıkmı tı. eyh
Hammad; " u genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek aya ı bütün velilerin boynunda
olacak, her veli ona itaat edecek." dedi.
Ba ka bir gün o gelince aya a kalkıp; "Ho geldin Abdülkadir! Sen ariflerin, Allahü
teâlâyı tanıyanların seyyidi, efendisisin. Senin sanca ın do udan batıya kadar dalgalanacak.
Bütün boyunların sana e ilece ini ve akranlarının üstünde bir dereceye ula aca ını
müjdelerim." dedi.
Zamanındaki di er evliya da keramet olarak ilerde onun derecesinin yüksek olaca ını
haber verdiler. Abdülkadir Geylani hazretleri zaman zaman eyh Tacül arifin Ebü'l-Vefa
hazretlerinin yanına giderdi. Ebü'l-Vefa hazretleri o gelince aya a kalkar, yanındakilere;
"Aya a kalkın, evliyadan biri geliyor." derdi. Ona kar ı bu ekilde iltifat etmesine hayret
eden talebelerine; "Henüz zamanı var. Vakti gelince, okumu , cahil herkes bu gence muhtac
olacak, onun feyzinden, manevi ilminden faydalanacaktır. Sanki u anda onun Ba dad'da
cemaatlere vaz ve nasihat etti ini, "Aya ım bütün velilerin boynundadır." dedi ini ve bütün
velilerin boyunlarını ona uzattıklarını, görüyorum." derdi.
Bir defasında da; "Ey Ba dadlılar! Allahü teâlâya yemin ederim ki, onun ba ında bir ucu
do uda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır." dedi ve Abdülkadir Geylani
hazretlerine dönüp; "Bugün söz bizim fakat ilerde senin olacak. O zaman bu ihtiyarı
hatırlarsın." diye hitab etti.
Nihayet Abdülkadir Geylani hazretleri Ba dad'da insanları ir ada, Allahü teâlânın
be endi i yolda bulunmaya davete ve nasihat etmeye ba ladı. Bir gün kendini nurların
kapladı ını gördü. Bu hal nedir diye sorunca, Resulullah efendimiz Allahü teâlânın sana
verdi i yüksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi. Nurun git-gide ço aldı ı bir anda
Resulullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler. Sonra; "Bu, kutubluk denilen velilere ait
evliyalık elbisesidir." buyurdular.
Resulullah efendimizden hazret-i Ali vasıtasıyla gelen feyzler, manevi ilimler ondan
sonra hazret-i Hasan ile Hüseyin ve on iki imamdan di erleri ile devam etti. Bunlardan sonra
gelen evliyaya feyzler hep on iki imam vasıtasıyla geldi. Abdülkadir Geylani hazretleri
dünyaya gelip veli oluncaya kadar hep böyle idi. Fakat o evliyalıkta yüksek dereceye
kavu unca, on iki imamdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun vasıtasıyla geldi. Ba ka
hiç bir veli bu makama ula amadı. Bunun için; "Önceki velilerin güne i battı. Bizim
güne imiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır." buyurdular. Kıyamete kadar, her
veliye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir. Bunun için kendisine "Gavs-ül-A'zam; En büyük
Gavs" denildi. Yalnız mam-ı Rabbani hazretleri bu hususda onun vekilidir.
Abdülkadir Geylani hazretlerinin evliyalıktaki derecesinin yüksekli ini zamanındaki
bütün evliya kabul etmi ti. Bir gün Ba dad'da sohbet ediyordu. Meclisinde pekçok alim ve
veli vardı. Bir ara; " te u aya ım her velinin boynu üzerindedir." buyurdu. Orada
bulunanların hepsi bu sözü tasdik ettiler.
eyh Halifet-ül-Ekber anlatır:
Rüyamda Resulullah efendimizi gördüm. "Ya Resulallah! eyh Abdülkadir, aya ım
bütün velilerin boynu üzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum. "Do ru
söylemi tir. O benim himayemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?" buyurdu."
Adiyy bin Müsafir; "Bu sözü yalnız o söyledi, ba kasından duymadım. O bununla kendi
zamanındaki ferdiyet denilen makamını açıklar. Onun gibi hiç kimse böyle söyleme e
mezun, izinli de ildir." der.
Ahmed Rufai hazretleri; "O bu sözü manevi emirle söyledi." dedi.
bn-i Hacer-i Askalani hazretleri de; "Bunun manası, ilerde o kadar keramet
gösterecektir ki, inad eden ve do ru yoldan sapanlardan ba kası onu inkar etmeyecektir."
dedi.
Büyük alim zzeddin bin Abdüsselam; " üphesiz o, evliyanın sultanı idi." demi ti.
Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki:
"Abdülkadir Geylani bu sözü söyleyince, bütün velilerin kalblerindeki nurlar arttı.
limlerinde bereket, hallerinde yükseklik görüldü. Çünkü onlar istisnasız, ba larını onun
aya ına do ru uzatmı lardı."
Abdülkadir Geylani bu sözü söyledi inde, yeryüzünde veliler boyunlarını ona do ru
uzattı. O anda boynunu uzatanlardan biri Ahmed Rufai hazretleridir. Ona niçin böyle
yaptı ını sorduklarında öyle dedi:
" u anda Abdülkadir Ba dad'da "Aya ım, her velinin boynundadır" diyor.
Ebu Medyen Ma ribi de; "Evet ben Ma rib'de ona boynunu uzatanlardan biriyim."
buyurdu.
Abdülkadir Geylani hazretlerinin tasavvuftaki yoluna Kadiriyye tarikatı denir.
Tarikatının hususiyeti, dinin emir ve yasaklarına uymak, devamlı zikir, Allahü teâlâyı
anmak, gönlü Allahü teâlâdan ba kasından kurtarmaktır.
Abdülkadir Geylani hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayaca ı ekilde sundu.
Peygamber efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi. Kendileri öyle anlatır:
Hicri be yüz yirmi bir senesi evval ayının on altısı olan Salı günü ö leden önce,
Resulullah efendimizi rüyamda gördüm.
"Ey o lum, niçin konu muyorsun?" buyurdu. "Babacı ım ben yabancıyım. Ba dad
fasihlerinin yanında nasıl konu urum?" dedim. "A zını aç!" buyurdu. A zımı açtım. Yedi
defa mübarek a zının suyundan a zıma saçtı ve; " nsanlarla konu , onları güzel hikmet ve
vazlar ile Rabbinin yoluna ça ır." buyurdu. Ö le namazını kıldım. Yanımda kalabalık
insanlar gördüm. Nutkum tutuldu. Ali bin Ebi Talib'i gördüm. Mecliste benim kar ımda
ayakta duruyor ve bana; "Ey o lum niçin konu muyorsun?" diyordu. "Babacı ım! Nutkum,
konu mam tutuldu, konu amıyorum." dedim. "A zını aç." buyurdu. Açtım. A zının
suyundan a zıma altı defa saçtı. "Niçin yediye tamamlamadınız?" dedim. "Resulullah'a kar ı
olan edebimden." buyurdu ve gözden kayboldu. Bundan sonra en fasih bir dille konu ma a
ba ladım.
Birgün, minberde oturmu vaz ediyordu. Birden süratle en son basama a indi. Ayakta,
elini elinin üstüne koyarak, mütevazi bir ekilde durdu. Bir müddet sonra minbere çıktı. Eski
yerine oturdu ve vazına devam etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye sual edince; "Ceddim
Resulullah'ı gördüm. Geldi ve minber önünde durdu. Haya edip, son basama a indim.
Kalkıp, gitmeye ba layınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vaz etmemi emr etti, dedi.
Sohbetlerinde bazan birkaç ki i co arak kendinden geçerdi. Haftada üç gün, cuma, salı
ve pazartesi gecesi halka vaz ederdi. Vazında, alim ve evliyadan zatlar da bulunur, hepsi
büyük bir huzur içerisinde dinlerlerdi. Kırk sene böyle devam etti. Ders ve fetva vermeye
yirmi sekiz ya ında ba lamı olup, bu hal altmı ya ına kadar devam etti. Huzurunda Kur'anı
kerim tegannisiz gayet sade, tecvide riayetle okunurdu. Dört yüz alim onun anlattıklarından
notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı. Sorulan suallere
gayet açık ve doyurucu cevaplar verirdi.
Derin ilim sahibi idi. On üç çe it ilimde ders verirdi.
Bir gün birisi huzurunda Kur'an-ı kerim okudu. Abdülkadir-i Geylani hazretleri okunan
ayet-i kerimeleri tefsir etmeye ba ladı. Kırk ekilde tefsir yaptı ve hepsinin delilini gösterdi.
Orada bulunanlar yalnız on bir tefsiri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı. Sonra;
"Sözü burada bırakıyorum. imdi kelime-i tevhide geldik"La ilahe illallah" dedi. Bunları
söyler söylemez cemaatı bir hal kapladı, hepsi kendilerinden geçti.
Önce lazım olan din bilgilerini ö renmeyi tavsiye ederdi. Cubbai ismindeki bir zat
anlatır:
Evliyanın hayatından ve sözlerinden bahseden arabi Hilyet-ül-Evliya kitabını birisinden
dinlemi tim. Kalbim yumu adı ve halktan uzakla ıp yalnız ibadetle me gul olmak istedim.
Gidip Abdülkadir Geylani'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzurunda oturdum. Bana
bakıp; "E er inzivaya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da yeti mi ve yeti tirebilen rehber
zatların, yani mür id-i kamillerin huzurunda edeb ö ren. Daha sonra inzivaya, yalnız ibadete
ba la. Yoksa, ibadet ederken dinde bilmedi in bir eyi ö renmek icabeder de, yerinden
ayrılmak durumunda kalırsın." buyurdu.
Ebu Muhammed Ha ab der ki:
Gençken nahiv okuyordum. Bana bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerinin vazlarında
çok tesirli konu tu unu söylediler. Vakit bulamadı ım için gidemezdim. Nihayet bir gün vaz
verdi i yere gittim. Beni görünce; "Bizim sohbetimizde bulun, seni Sibeveyh yapalım." dedi.
O günden sonra yanından ayrılmadım. Din bilgilerinde ve akli ilimler denilen di er yardımcı
ilimlerde çok istifade ettim. O kadar kavaid (kaideler) ö rendim ki, ba kalarından
ö rendiklerimi unuttum."
Ba dad'ın ileri gelen alimleri, herbiri bir mesele sorup imtihan etmek için huzuruna gelip
oturdular. Bu esnada Abdülkadir Geylani hazretlerinin gö sünden ancak kalb gözü açık
olanların görebildi i bir nur çıktı ve alimlerin gö sünden geçip gitti. Alimleri bir hal
kaplayıp, Abdülkadir Geylani hazretlerinin ayaklarına kapandılar. Bunun üzerine onları tek
tek ba rına bastı ve imdi suallerinizi sorun buyurdu. Her biri suallerini sorup, hemen
cevabını aldı. Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildi inde; "Huzurunda oturdu umuzda,
bütün bildiklerimizi unuttuk. Bizi ba rına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık.
Suallerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık." dediler.
Ebu Sa'id Kilevi öyle anlatmı tır:
Ben, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin meclisinde iken, Resulullah efendimizi ve
enbiyayı gördüm. Melekler onun meclisine gelmek için bölük bölük gök yüzünden inerlerdi.
Bir defasında da Hızır aleyhisselamı görmü tüm. "Her kim dünyada kurtulu a ermek ve
saadete kavu mak isterse, eyh Abdülkadir'in meclisine devam etsin!" buyurmu tu.
bn-i Kudame öyle söylemi tir:
"1166 (H.561) yılında Ba dad'a girdi imizde, Abdülkadir-i Geylani hazretlerini ilmin
zirvesine yükselmi gördük. O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu
cevaplar verirdi. Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sahipti. Onun gibi bir zata daha hiç
rastlamadık."
Abdülkadir Geylani hazretleri felsefe ile me gul olmayı ho görmezdi, ondan men
ederdi. Felsefenin kayna ı akıldır. Filozof, çe itli bilgileri düzene koyarak madde, hayat,
yaratılı , dünya ruh, alem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya
çalı ır. Bunu yaparken buldu u cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup
uymamasına bakmaz. Bu sebeple do ru yoldan ayrılırlar. Felsefecilerin ortaya koydu u
bilgiler, gerek fen bilgilerinin de i mesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı
dü ünmesi sebebiyle ya kısmen yahut tamamen de i ir. Bu itibarla sonra gelenler önce
gelenleri daima tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla i e ba larlar. Akıl yalnız
ba ına yol gösterici de ildir. Dinin rehberli ine muhtaçtır. Yoksa sapıtır. Bunun için din
büyükleri itikadın bozulabilece ini bildikleri için, felsefe ile u ra maktan men etmi lerdir.
Nitekim bn-i Sina ve Farabi gibi zatlar felsefecilerin kitapları ile çok me gul
olduklarından sapıtmı lardır.
eyh Muzaffer Mansur der ki:
Birkaç ki i ile Abdülkadir Geylani hazretlerinin yanına gitmi tik. Elimde, felsefe ile
ilgili kitaplar vardı. Bizi süzdükten sonra kitabı görmeden bana; "O elindeki kitap ne kötü
bir arkada tır." buyurdu. Bu esnada oradan ayrılıp kitabı bir yere koymak ve bir daha
ta ımamak hatırıma geldi. Kitabı çok seviyordum. çerisindeki çok eyi de ezberlemi tim.
Tam kalkacaktım, bana dikkatli dikkatli bakmaya ba ladı. a ırıp kalkamadım. " u kitabı
bana versene."buyurdu. Vermek için kitabı açtım. Bir de ne göreyim kitabın sahifeleri
bembeyaz olup, hiçbir ey yazılı de ildi. Kitabı kendisine verdim. Tek tek sahifelerine
baktıktan sonra bana geri verdi. " te bn-i Daris'in Fedail-ul-Kur'an (Kur'an-ı kerimin
faziletleri) kitabı." buyurdu. Baktım gerçekten onun güzel bir hatla yazılmı bir nüshası idi.
Bana; "Kalb ile tövbe etmek ister misin?" buyurdu. "Evet." dedim. "Öyleyse kalk!" dedi.
Kalktım. Zihnimde felsefe ile ilgili bütün ö rendiklerimi unuttum. Daha önce onları hiç
okumamı gibi oldum.
Dine uygun olmayan bir eye müsaade etmezdi. Bir gün yanında; "Falanca çok ibadeti
ve kerametleri ile me hurdur." diye konu uldu ve bu arada;"Ben derece bakımından Yunus
aleyhisselamı geçtim." dedi i nakledildi. Bunu duyunca yüzünde öfke eserleri görüldü.
Yaslandı ı yastı ı yere do ru attı. Gidip baktıklarında adamın öldü ünü gördüler.
Vefatından sonra o ahıs rüyada ne eli olarak görüldü. "Nasılsın?" diye soruldu unda; " eyh
Abdülkadir hem Allahü teâlânın, hem Yunus aleyhisselamın yanında bana efaatçı oldu u
için, Allahü teâlâ beni affetti. Yunus aleyhisselam hakkında söyledi im o söz sebebiyle
hesaba çekmedi." dedi.
Çok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara
sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı. Bir gün ders
sırasında bn-üs-Semhal isminde bir zat gelmi ti. Abdülkadir Geylani hazretlerinin onun
dersi geç anlamasına kar ı gösterdi i tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp çıktıktan
sonra, gösterdi i sabra hayret etti ini söyleyince, Abdülkadir Geylani hazretleri; "Bir hafta
daha yorulaca ım, ondan sonra vefat edece im." buyurdu. Dedi i gibi bir hafta sonunda
vefat etti.
Abdülkadir Geylani hazretleri heybetli idi. Az konu ur, çok sükut eder, konu tu unda
gayet cazib, açık ve net konu urdu. ahsı için kızmaz. Din hususunda asla taviz vermezdi.
Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu. steyeni geri
çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; "Ondan
daha kerim ve lütufkar kimse olamaz." kanaati hakim olurdu. Sevdiklerinden biri gurbete
çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alakasını muhafaza ederdi. Kendisine kötü davrananları
affederdi. Kötülüklere dalmı çok kimse, hırsız ve e kıya onun vasıtasıyla tövbe etti.
Köleleri satın alıp, azad ederdi. Verdi i sözü tutar,kimseye kar ı kötülük dü ünmezdi.
Ambarında helalden kazandı ı bu day bulunurdu. Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve
halka öyle seslenirdi:
"Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"
Kendisine hediye gelse, yanındakilere da ıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı.
Hediyeye, mutlaka kar ılık verirdi.
Fakirlerin ve dervi lerin nafakasını satın almak için, vazifeli hizmetçilerinin, bir ba ka
i i olsa, yahut hastalansalar, kendisi çar ıya çıkar, ceddi Resulullah efendimize sallallahü
aleyhi ve sellem uyarak, ev için lüzumlu eyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve
bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el de irmeninde bu day ö ütür, hamur yapar, ekmek
pi irir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyarete gelenlere saygı gösterir, tevazu ederdi. Çok
günler, et ve ya yemezdi. Bir gün yedi çocuk, ellerinde yarım ar dirhem ile gelip, her biri
yarım dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri eyleri söylediler. Çar ıya gidip,
istedikleri eyleri satın alarak getirip çocuklara verdi. Gönüllerini ho etti.
Sıkıntısı ve dile i olanlar onu vesile ederek, araya koyarak Allahü teâlâya dua
ettiklerinde dileklerine kavu urlardı. Buyururdu ki:
"Sıkıntıda olan bir kimse beni vesile edip Allahü teâlâya yalvarsa derhal sıkıntısı
gider. iddet anında her kim benim ismimi ansa derhal rahata kavu ur. Abdülkadir
Geylani hazretlerinin yüzü suyu hürmetine diyerek, her kim Allahü teâlâdan dilekte
bulunursa, derhal i i görülür."
Bir kere de; "Her kim her rekatında Fatiha'dan sonra on bir hlas okuyarak, iki
rekat namaz kılarsa, selamdan sonra da on bir defa Allah'ın Resulüne salat ve selam
getirip benim ismimi anarak yalvarırsa, Allahü teâlânın izni ve yardımıyla derhal i i
görülür." buyurdu.
Temiz bir hanım, Abdülkadir-i Geylani hazretlerine talebe olmu tu. Bu kadın da da
iken, ihtiyaç için ma araya girdi inde daha önce ona a ık olan bir ahlaksız da ardından girdi.
Kadına yana ıp, onun namusunu kirletmek istedi. Kadın kaçıp saklanacak bir yer bulamadı.
Gavs-ül-a'zamın ismini söyleyip; "Yardım et (yeti , imdad) ey Gavs-ül-a'zam, ey insanların
ve cinlerin gavsı, yardımcısı, yeti ! Yeti ey eyh Muhyiddin (dinin ihya edicisi), yeti ey
Seyyid Abdülkadir!" deyip feryad etti. O anda Gavs-ül-a'zam medresede abdest alıyordu.
Ayaklarında tahtadan nalınlar vardı. Onları çıkarıp ma ara tarafına savurdu. Ahlaksız,
arzusuna kavu amadan, nalınlar kafasına ula tı ve ölünceye kadar ba ına vurdular. Kadın, o
mübarek nalınları alıp hazret-i Gavs'a getirdi ve ba ından geçeni anlattı.
Müridlerinin, talebelerinin tövbesiz vefat etmemeleri için dua etti:
"Allah'ım! Ceddim, Habibin Muhammed aleyhisselam ve kullarından takvaya
erenlerin hatırı için, hiç bir müridimin, talebemin ruhunu tövbesiz alma." diye yalvardı.
Bir defasında; " yi müridlerin hali malum, ya kötülerinki ne olacak?" diye
sorduklarında; " yi olanlar kendilerini bize adamı lardır. Kötülere gelince biz de
kendimizi onları kurtarmak için adadık." buyurdular.
Bir kere de; "Bana gözün alabilece i kadar bir kitap verildi. Onda kıyamete kadar
talebelerimin isimlerini gördüm." buyurmu tur.
Cinler de kendisinden çekinir, itaat edip sözünü dinlerlerdi.
Ebu Said Abdullah bin Ahmed isminde birinin kızına cinler musallat olmu tu. Halini,
Seyyid Abdülkadir Geylani hazretlerine arz etti. O da; "Falanca yere git. Oraya cinlerin reisi
u rayacak. Ona benim gönderdi imi söylersin, halini anlatırsın. O sana yardımcı olur."
buyurdu. O ahıs denilen yere gitti. Kendisini Abdülkadir Geylani'nin gönderdi ini ve
kızının durumunu anlattı. Cinlerin reisi kızına musallat olan cini cezalandırdı. Ebu Said
cinlerin reisine;"Bugüne kadar senin kadar Abdülkadir'in emrine canu gönülden itaat eden
görmedim." deyince; "Abdülkadir Geylani hazretleri her gece evinden bakar, cinleri
seyreder. Cinler onu görünce korkularından sa a sola kaçı ırlar. Allahü teâlâ sevdi i kulun
emrine birçok insan ve cin verir." dedi.
Duası makbul idi. Ba dad halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyada azab içerisinde
gördüm. Bana eyh Abdülkadir'e git, bana dua etsin. Belki Allahü teâlâ beni azapdan
kurtarır." dedi. Bunun için sana geldim. Babama dua ediverin de azaptan kurtulsun." dedi.
Abdülkadir Geylani hazretleri sükut buyurdu. Bir ey söylemedi. O ahıs ikinci gece
babasını rüyasında ye il bir cübbe içerisinde ne eli ne eli görünce hayret edip; "Baba, dün
azab içindeydin, bugün ise ne elisin. Sebebi nedir?" diye sordu. Babası; " eyh Abdülkadir
bana dua etti. Allahü teâlâ onun duası hürmetine beni azaptan kurtardı." dedi.
Tabiblerin tedavi edemedi i hastalar ona gelirler, duası bereketiyle ifa bulup giderlerdi.
Bir defasında Halife Mustencid'in akrabasından karnı i bir hastayı getirdiler. Elini sürüp,
dua etti inde Allahü teâlânın izni ile iyile ti.
Bir seferinde Dicle Nehri ta mı , sular Ba dad sokaklarına kadar gelmi ti. Herkes
korku ile Abdülkadir Geylani hazretlerine ba vurdu. Abdülkadir Geylani hazretleri oraya
geldi. Bastonunu nehrin kenarına dikti. "Daha ileri gitme!" dedi. Allahü teâlânın izni ile
nehrin suyu o andan itibaren azalmaya ba ladı.
Muhammed Ezher öyle anlatır:
Bir sene Allahü teâlâdan devamlı bana evliyasından birini göstermesini istedim. Bir gece
rüyamda mam-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyaret ettim, orada birisi vardı. çimden onun
evliyadan biri oldu unu geçirdim. Uyanınca Ahmed bin Hanbel'in kabrine ko tum. Rüyada
gördü üm zat orada duruyordu. Önümden geçip Dicle'ye do ru gitti. Ziyaretimi acele yapıp
onu takib ettim. Dicle Nehrinin iki tarafı, bir adımlık mesafe oluncaya kadar yakla tı ve
adımını atarak geçiverdi. Sonra o zat medresesine gitti inde rüyada ve uyanık iken gördü ü
zatın Abdülkadir Geylani hazretleri oldu unu anladı.
Onu gören tesiri altında kalır, mübarek biri oldu unu hisseder, kalbi katı ise, yumu ardı.
Cuma günleri camiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu.
Kendisi hakkında kötülük dü ünene merhamet eder, onun iyili ini isterdi.
Gavs-ül-azam, Medine-i münevvereden Ba dad-ı Darüsselama gelirken, yolda
hırsızlardan birine rastladı. Hırsız soyacak adam arıyordu. Gavs-ül-azam ona; "Sen kimsin?"
buyurdu. Hırsız; "Ben çölde ya ıyanlardanım." dedi. Gavs-ül-azam ona, isminin masiyet,
günah mürekkebi ile yazılmı oldu unu açıkladı. Hırsızın kalbinden, bu heybet ve azamet
sahibi ki inin Gavs-ül-azam olması muhtemeldir dü üncesi geçti. Hırsızın kalbinden geçeni
kendisine söyledi ve; "Evet, ben Abdülkadir'im." buyurdu. Hırsız, derhal mübarek ayaklarına
kapandı ve dilinden; "Ey Seyyid Abdülkadir! Allah için bana bir ihsanda bulun!" sözleri
çıktı. Gavs-ül-azam, haline acıdı ve kabinin düzeltilmesi için, Allahü teâlâya dua etti. Hitab
geldi; "Ey Gavs-ül-azam, hırsızı do ru yola ula tır. Onu sevgililer hidayetine ir ad eyle, onu
kutublardan biri eyle!" Hırsız, e siz teveccühleri ile kutublardan oldu.
Müslüman olan bir rahip öyle anlatır:
Ben Yemenliyim. çimden müslüman olmak geldi. Bunun için Yemen'deki slam
alimlerinden birine müracaat etmek istedim. Böyle dü ünürken, uyuya kaldım. Rüyamda sa
aleyhisselamı gördüm. Bana; "Irak'a git, orada Abdülkadir isminde biri var, onun
huzurunda müslüman ol. Çünkü o zamanındaki alimlerin en büyü üdür." buyurdu.
Yine on üç ki ilik bir Hıristiyan cemaati müslüman olmayı kararla tırdılar. Kimin
yanında müslüman olacaklarını dü ünürlerken sahibini görmedikleri bir ses; "Ba dad'a
gidin. Abdülkadir Geylani ismindeki zatın huzurunda müslüman olun. Onun bereketiyle
kalbinizde öyle bir iman nuru parlar ki, ba kasının yanında böyle olmaz." diyordu.
Bu hadiseler, Abdülkadir Geylani hazretlerinin büyüklü ünü, derecesinin yüksekli ini
göstermektedir. Yoksa, slamiyette, müslüman olmak için, müftüye, imama gitmek ve
formaliteye ihtiyaç yoktur. Bir kimse kelime-i ehadeti söyleyip manasına inanınca
müslüman olur.
Allahü teâlânın izni ile bir anda birçok yerde bulunurdu.
Ramazan-ı erifte bir gün, ayrı ayrı yetmi ki i, birbirinden habersiz, Gavs-ül-a'zamı
iftara davet etti. Herbiri kendi evini ereflendirmek, bereketlendirmek istiyordu. Her birinin
davetini kabul etti, aynı anda davet edenlerin evlerinde iftarda bulundu, onlarla birlikte
yemek yedi. Bu haber, bu büyük ve havsalaya sı maz keramet, bir anda Ba dad'a yayıldı.
Huzurunda hizmet eden hizmetçilerden biri, Gavs-ül-azam o ak am tekkesinden çıkmadı ı,
iftarı burada yaptı ı halde, o kimselerin evlerine girip, onlarla yemek yemesi ve bu yeme in
aynı anda olması nasıl olur? diye dü ündü ü zaman, Gavs-ül-azam, o hizmetçisine dönerek;
"Onlar do ru söylüyorlar, herbirinin davetinde bulundum, ayrı ayrı, fakat aynı zamanda
herbirinin evlerinde yemek yedim" buyurdu.
Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ula ılamıyaca ını söylerdi.
Bir kadın, çocu unu Abdülkadir-i Geylani'ye getirip; "O lumun kalbini size tutulmu
gördüm; bana hizmetinden onu azad edip, size getirdim." dedi. eyh hazretleri bu genci
yanına aldı. Ona nefsin istemediklerini yapmasını emretti. Tarikatta süluke ba lattı. Bu
ekilde devam ederken, bir gün annesi çıka geldi. O lunu, az yemek ve uyumak sebebiyle,
zayıf ve sararmı , arpa ekme i yer halde buldu. Bu hal ona dokundu. Çocu unu bırakıp,
Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin yanına girdi. eyh hazretleri oturmu , tavuk yiyordu.
"Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim o lum ise, arpa ekme i yer." dedi. eyh bunu
duyunca, elini, tavuk kemiklerinin üzerine koyup; "Kum bi-iznillah!" yani Allahü teâlânın
izni ile kalk, diril! buyurdu. Tavuk hemen dirildi. eyh, kadına hitaben; "Senin o lun böyle
oldu u zaman, diledi ini yesin!" buyurdu.
Bazan sevdiklerine mana aleminde çe itli eyleri gösterirdi. Ali bin Yakub anlatır:
Bir kere daha yanına gitmi tik. Ba ını e ip, murakabeye dalınca, ondan bir nurun
yükseldi ini gördüm. Gözümden perde kalktı, melekleri, onların tesbihlerini ve
kabirdekileri, onların hallerini, derecelerini, tesbih ettiklerini gördüm. Her insanın alnındaki
yazıları okumaya ba ladım. Hulasa bana gaybi, gizli pekçok ey malum oldu. Beni oraya
götüren Hocam Ali bin Hiti, aklıma bir ey olmasından korkuyorum deyince, gö süme
vurdu ve ondan sonra gördüklerimden dolayı hiç korkmadım.
Ebü'l-Hacer Hamid Hirani anlatıyor:
Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerinin medresesine gittim ve huzurunda oturdum.
Bana; "Ey Hamid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın." buyurdu.
Aradan epeyce zaman geçip, Hiran'a dönünce, Sultan Nureddin beni ça ırıp yanına oturttu
ve evkaf bakanı yaptı. O günden beri devamlı Abdülkadir Geylani hazretlerinin o sözünü
hatırlarım.
Bir gün bir cemaatle terasta durup, Buhara tarafına dönerek, güzel bir koku aldı ve;
"Benim vefatımdan yüz elli yedi sene sonra, dünyaya Muhammedi me reb birisi gelir, ismi
Behaeddin Muhammed Nak ibendi'dir. Bana mahsus nimetlere kavu ur." buyurdu ve dedi i
gibi oldu.
Evliyanın büyüklerinden ve mür id-i kamillerin en me hurlarından olan bu zat,
Muhammed Behaeddin-i Buhari Nak ibend hazretleri idi.
Allahü teâlâ ona e yanın aslını, neden meydana geldi ini gösterirdi.
Bir gün devlet ileri gelenlerinden birisi huzuruna gelmi ti. Tesirli nasihatlarını
dinledikten sonra memnuniyetinden on kese altını ortaya koyup, bunlar senindir." dedi.
Abdülkadir Geylani hazretleri almak istemedi. Çok ısrar edince, içinden ikisini aldı ve sıktı.
Elinin altından kan akmaya ba ladı. O ahsa; "Bunları bana getirmekten hiç mi haya
etmedin?" dedi. Onları helalden kazanmadı ını göstermi oldu.
Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü. Abdülkadir Geylani hazretleri buyurur ki:
"Kerametler ancak bir hayır, hikmet için gösterilir. Kerametini gizlemeyen
dünyaya dü kündür. Bana talebe olan yahut evladımdan ve halifelerime ba lı olup,
keramet derecesine ula ıp, maksatsız keramet izhar edenin yüzü iki dünyada kara
olur."
Abdülkadir Geylani hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesile
olan pekçok sözü vardır. Bunlardan bazıları unlardır:
" nsanlara rehberlik eden kimsede u hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz.
Kusurları örtücü ve ba ı layıcı olması, efkatli ve yumu ak olması, do ru sözlü ve
iyilik yapıcı olması, iyili i emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve
geceleri insanlar uyurken ibadet edici olması, alim ve cesur olması."
" ükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille
söylemektir."
"Büyük alimlere tabi olunuz; bid'at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan
eylere sapmayınız. taat ediniz, muhalefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sabit
kalınız, ayrılıp da ılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahdan
temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız."
"Kalb dünya arzularından birine ba lı kaldı ı ve geçici lezzetlerden birinin pe ine
takılıp gitti i müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmi olamaz."
"Mümin, insanlara kar ı yüzünden sevinçli oldu unu gösterir. Fakat kendi
mahzundur. Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki kalbi
mahzundur." buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, dü ünmesi, a laması çok, gülmesi
azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dı arıda geçimini temin etmekle
u ra ıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla me guldür. Çoluk çocu u ile u ra ıyor
görünür, kalbi Rabbi iledir."
" nsanlara gösteri için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini
istemek yakı ır mı? Hırsı, ımarıklı ı, azgınlı ı ve dünyaya dü künlü ü bırak.
Sevincini ve ne eni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber efendimiz ba kasının
kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı."
lk önce yapılması lazım olan eyler hususunda:
"Mü'minin, en önce farzları yapması lazımdır. Farzları bitirdikten sonra, vacib ve
sünnetleri yapar. Ondan sonra, nafilelerle me gul olur. Farz borcu varken sünnet ile
me gul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabul olmaz. Ali bin Ebi
Talib'in rivayet etti i hadis-i erifte, Resulullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde
farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, bo yere zahmet çekmi olur.
Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez."
Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermayesi, nafileler de kazancıdır. Sermaye
kurtarılmadıkça, kazancı olamaz." buyurdu.
Kötü arkada lardan uzak olmayı tavsiye eder, öyle buyururdu:
"Kötü arkada ları terket. Onlara sevgi duyma, salihleri sev. Yakının bile olsa, kötü
arkada tan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkada larla beraber ol. Kimi seversen, seninle
onun arasında bir yakınlık hasıl olur. Bu bakımdan, sevgi besledi in kimsenin kim
oldu una iyi bak.
Ey o ul! Kötü kimselerle dü üp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna
dü ürür. Allahü teâlânın kitabının ve Resulünün sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında
yürü, felah, bulur kurtulu a erersin."
Ey o ul! Senin dü üncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünya lezzetleri olmasın.
Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istedi i eylerdir. Kalbin dü üncesi nerede,
nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin dü üncesi Allahü teâlâdır. Senin dü üncen,
Rabbin ve O'nun katında bulunan nimetler olmalıdır. Dünyadan (haram ve
üphelilerden) ne terkedersen, mutlaka bunun kar ılı ında ahirette ondan daha
hayırlısı vardır. Ömründe sadece u içerisinde bulundu un günün kaldı ını farz et de
ahiret için hazırlık yap."
Faydasız eyleri bırakmak hususunda:
"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen eyler hakkında konu mayı bırak. Dünya ve
ahirette sana fayda verecek i lerle u ra . Bo i lerle u ra mayı bırak. Kalbinden dünya
dü üncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin.
Dünyada rahat ve ho bir hayat arama. Resul-i ekrem; "Hayat, ahiret hayatıdır"
buyurdu."
yi zan sahibi olmak hakkında:
"Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her
türlü hayır i i yapmaya ko . Bilmedi in hususlarda ahireti dü ünen alimlere sor."
Dua hakkında:
"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat
Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyece im." deme. Duaya devam et.
E er istedi in ey ezelde senin için takdir edilmi ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra,
Allahü teâlâ onu sana gönderir. E er istedi in o rızık ezelde senin için takdir edilmemi
ise, Allahü teâlâ seni o eye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme
nimetini ihsan eder. E er Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemi ise, sen de
Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü
teâlâ sana razı ve memnun olaca ın bir hal verir. E er, ezelde borçlu olmak takdir
edilmi se ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana
kötü muamele etme halinden vaz geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini
ba ı lama haline çevirir. E er dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna kar ılık sana
bol sevap verir.
Ahiret i lerini önce yapmak hususunda:
"Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap. Zamanını, önce ahireti
elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyanı
sermaye, ahiretini onun karı eklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyadan artan
zamanını, ahiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalı ırsın.
Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riayet etmezsin. Sonra dünya i lerinden
dolayı yorulur ve bitkin dü ersin. Geceleri kaza namazı kılmaya fırsat bulamazsın.
Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, heva ve iste ine
hatta eytana tabi olursun. Ahiretini dünyaya kar ılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun
bine i olursun. Halbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selamet
yoluna sokmakla emrolunmu sun. Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur. Sen,
nefsinden gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin. pini onun eline verdin.
steklerinde, lezzetlerinde, hevasında ona uydun. Sonunda dünya ve ahiretin hayırlısını
kaçırdın. Dünya ve ahiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya
bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyadan
fazla bir eye ula amadın. E er nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve
sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden
korunur, iyilerden olurdun. E er dünyaya ra bet etmeyerek, kötülüklerden uzak
kalarak Allahü teâlâya itaat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun."
Yapılan nasihatı kabul etmek hakkında:
"Karde inin sana yaptı ı nasihatı kabul et. Ona muhalefet etme. Çünkü o, senin
kendinde göremedi in eyleri görür. Bunun için Resul-i ekrem; "Mümin, müminin
aynasıdır." buyurmu tur. Mümin, din karde ine yapmı oldu u nasihatlerde
samimidir. Onun göremedi i eyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki
farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan eyleri anlatır."
Acele etmemek hususunda:
"Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. A ır ve
temkinli hareket eden, o i te ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yakla ır. Acele
eytandandır. A ır ve temkinli hareket etmek. Allahü teâlâdandır. Umumiyetle aceleye
sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir."
Gaflet hakkında:
"Allahü teâlâdan hakkıyla haya ediniz. Gaflette olmayınız. Zamanınız, zayi olup
gidiyor. Halbuki siz, yiyemeyece iniz eyleri toplamak, ula amayaca ınız eylerin
pe inde ko mak, oturamayaca ınız binaları kurmakla me gul oluyorsunuz. Bütün
bunlar size, Rabbinizin huzurunda hesap vermek için duraca ınızı unutturuyor.
Halbuki Allahü teâlâyı anmak, ariflerin kalblerinde yerle ir. Onların kalblerini
ku atır. Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mani olan her eyi unutturur."
Allah için yapılmayan i ler hakkında:
"Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmu gibi gülüyor, ya
kalbinin hali nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok
iken nasılsın? Göründü ün gibi de ilsin. Sen namaz kıldı ın, oruç tuttu un, hayır i leri
yaptı ın zaman, e er bunları sırf Allahü teâlânın rızasını gözeterek yapmazsan, nifak
üzere ve Allahü teâlâdan uzak olaca ını bilmiyor musun? imdi Allah için yapmadı ın
bütün i lerin, bütün sözlerin, adi ve baya ı niyetlerin için tövbe et.
nsanlara gösteri için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da bunu
Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakı ır mı? Hırsı, ımarıklı ı, azgınlı ı ve
dünyaya dü künlü ü bırak. Sevincini ve ne eni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Çünkü
sen, hüzün evinde ve dünya hapishanesindesin. Resul-i ekrem daima tefekkür ederdi.
Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az gülerdi. Sadece ba kasının kalbini ferahlandırmak
için tebessüm buyururlardı."
Allahü teâlânın sevgisinde samimiyetin nasıl belli oldu u hususunda:
"Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samimi olup olmadı ı, ba ına bela ve musibet
geldi i zaman ortaya çıkar. Bela ve musibet geldi inde sabır ve sükun halini muhafaza
edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir. Musibet ve fakirlik
zamanında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alamet yapıldı. Birisi Peygamber
efendimize;"Ben seni seviyorum." deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla." buyurdu.
Bir ba kası gelip Peygamber efendimize; "Ben Allahü teâlâyı seviyorum." deyince;
"Bela için elbise hazırla." buyurdu."
Sabır ve tahammüllerin kar ılıksız kalmayaca ına dair:
"Halinizden ikayette bulunmayın. Sabredin, feryad etmeyin. Do ruluk üzere
devam edin. steyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. çinde bulundu unuz istenmeyen
hallerden dolayı ümitsizli e dü meyin. Daima ümitli olun. Birbirinize dü man de il,
karde olun. Birbirinize bu z etmeyin.
Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla kar ılıksız kalmaz.
Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükafatını
görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla me hur olan, bu lakabı, bir anlık
cesareti neticesinde kazanmı tır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen; " üphesiz ki,
Allah sabredenlerle beraberdir." buyuruyor (Bekara suresi: 153)
Hayatı fırsat bilmeye dair:
"Hayatta oldu unuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı
kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız. Gücünüz yetti i müddetçe hayırlı i ler
yapmayı ganimet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkan varken bunu fırsat
biliniz. Tövbe ediniz. Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz. Salih kimselerle
beraber olmayı fırsat biliniz."
Kabir ziyaretine dair:
"Kabirleri ziyaret ediniz. Salih kimseleri de ziyaret ediniz. Hayırlı i ler yapınız. Böyle
yaparsanız, her eyiniz düzelir."
Günahlardan sakınmak hususunda:
"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; "Mümin
kimse, günahını da gibi görüp, kendi üzerine dü ece inden korkar. Münafık ise,
günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür." buyurdu."
Vefatı: Abdülkadir-i Geylani hazretleri vefat edece i sırada, o ullarına buyurdu ki:
"Yanımdan ayrılın! Çünkü zahirde, görünü te sizinle, batında sizden ba kasıyla yani Allahü
teâlâ ile beraberim." Yine o esnada buyurdular: "Yanımda sizden ba kaları da vardır. Onlara
yer açın. Onlara edebi gözetin. Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkı tırmayın!" Yine;
"Aleyküm-üs-selam ve rahmetullahi ve berekatühü. Allahü teâlâ beni ve sizi magfiret etsin!
Allahü teâlâ benim ve sizin tövbelerimizi kabul etsin!" Bir gün bir gece hep böyle
buyurdular.
O lu eyh Abdürrezzak anlatır:
Gavs-ül azam, o esnada, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleyküm selam ve rahmetullahi
ve berekatühü! Tövbe ediniz!" buyurdu.
Vefat ederken iki defa; "Allahümme refik al a'la." deyip; "Size geliyorum, size
geliyorum." buyurdu. Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından, ona ölüm ve sekerat hali
geldi. Bu halde iken; "Bana kimse bir ey sormasın. Ben, Allahü teâlânın ilminde bir halden
ba ka bir hale geçmekteyim." buyurdu.
Son anlarında, o lu Abdülcebbar; "Babacı ım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz
edince; "Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allahü teâlâ
iledir." buyurdu.
O lu eyh Abdülaziz; "Hastalı ınız nasıldır?" diye sorunca; "Benim hastalı ımı, insan,
cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz. Allahü teâlânın ilmi, hükmü ile nakıs
olmaz. Hüküm de i ir, ilim ise de i mez. Allahü teâlâ, diledi ini siler, diledi ini yazar.
Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na yaptı ından sual olunmaz. Kullara ise, yaptıkları sorulur."
buyurdu.
Daha sonra; "Kudret ile hakim, kullarına ölüm ile galib olan Allahü teâlâ, her ayıp ve
kusurdan münezzehdir. La ilahe illallah Muhammedün Resulullah!" Sonra da; "Allah Allah
Allah..." deyip sonra sesini kesti, dilini dama ına yapı tırıp, mübarek ruhunu teslim eyledi.
Vefatı büyük bir üzüntüyle kar ılandı. Cenaze namazını kılmak üzere, görülmemi bir
kalabalık toplandı. Cenaze namazını o lu Abdülvehhab kıldırdı. O kadar insan toplanmı tı
ki, kalabalık sebebiyle ancak gece defn edilebildi. nsanlar, büyük kalabalıklar halinde
ziyaretine geldiler. Bu ziyaretler günlerce devam etti.
Abdülkadir Geylani hazretlerinin kız ve erkek pek çok çocu u vardı. Nesli onlar
vasıtasıyla dünyanın çe itli yerlerine Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs ( spanya), Irak, Suriye ve
Anadolu'da yayılmı tır. O ullarından Ebu Abdurrahman erefeddin sa Mısır'a hicret
etmi olup imdi Mısır'daki Kadiri eriflerin dedesi odur. Torunları, Kuzey Afrika'da daha
çok erif ve urefa gibi isimlerle, Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylani diye
anılmaktadır.
Eserlerinden bazıları unlardır:
1) El-Gunye liTalibi Tarik-ıl Hak: man, ibadet ve ahlaki konuları ihtiva eder. 2)
ElFethurrabbani vel-Feyz-ur-Rahmani: Vazlarından meydana gelir. 3) Fütuh-ul-Gayb:
Bu eser vazlarından ve o lu Abdurrezzak'a vasiyetinden meydana gelir. 4) El-Fuyuzatu'r-
Rabbaniyye fi Evrad-il-Kadiriyye: Dua ve virdlerden meydana gelir. 5) Mektubat: On be
mektuptan meydana gelir.
ALTININ VAR MI?
Bir gün Abdülkadir Geylani'ye; "Bu i e ba ladı ınızda, bu yola adım attı ınızda, temeli
ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ula tınız?" diye
sordular. Buyurdu ki:
"Temeli sıdk ve do ruluk üzerine attım. Asla yalan söylemedim. Yalanı ka ıda bile
yazmadım ve hiç yalan dü ünmedim. çim ile dı ımı bir yaptım. Bunun için i lerim hep rast
gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim ö renmek, onunla amel etmek, ö rendiklerime
göre ya amaktı. Küçüklü ümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün
kuyru undan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun
için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın." dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına
çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat'ta vakfeye durmu lardı. Anneme gidip; "Beni
Allahü teâlânın yolunda bulundur. zin ver, Ba dad'a gidip ilim ö reneyim. Salih zatları ve
evliyayı bulup ziyaret edeyim." dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım.
A ladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının yarısını karde ime ayırdı. Kalanını bana
verip, altınları elbisemin koltu unun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun
do ruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. "Haydi Allah selamet versin o lum.
Allahü teâlâ için ayrıldım. Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem." dedi. Küçük bir
kafile ile Ba dad'a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan'ı geçince, altmı atlı e kıya çıka
geldi. Kafilemizi bastılar. Kervanı soydular. çlerinden biri benim yanıma geldi. "Ey dervi !
Senin de bir eyin var mı?" diye sordu. "Kırk altınım var." dedim. "Nerededir?" dedi.
"Koltu umun altında dikili." dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir ba kası
geldi, o da sordu. Fakat, o da bırakıp gitti. kisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler.
Reisleri beni ça ırttı. Bir yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim.
"Altının var mı?" dedi. "Kırk altınım var." dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini
söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. "Neden bunu söyledin?" dediler. "Annem, ne olursa
olsun yalan söylemememi tembih etti. Do ruluktan ayrılmayaca ıma söz verdim. Verdi im
sözde durmam lazım." dedim. E kıya reisi, a lamaya ba ladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni
yaratıp, yeti tiren Rabbime verdi im sözü bozuyorum." dedi. Bu pi manlı ından sonra tövbe
edip, haydutlu u bıraktı ını söyledi. Yanındakiler de, " nsanları soymakta, yol kesmede sen
bizim reisimiz idin, imdi tövbe etmekte de reisimiz ol" dediler. Sonra, hepsi tövbe ettiler.
Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. lk defa benim vesilemle tövbe edenler,
bu altmı ki idir."
ATE N ODUNU Y Y P B T RD G B
Abdülkadir Geylani'nin sohbetleri ile hasta gönüller ifa bulur, katı kalpler yumu ardı.
nsanların manevi hastalıklarını tek tek bildirir, onları tedavi ederdi. Hasedin, kıskançlı ın
Allahü teâlânın gazabına sebeb olaca ını öyle anlatır:
Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, kom unu; yemede, içmede, giymede ve ba ka eylerde
kıskanır görüyorum. Bu nasıl i ? Bilmiyor musun ki, bu senin imanını zayıflatır. Mevlanın
yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allahü teâlânın gazabına u ratır. Peygamber efendimiz;
"Allahü teâlâ, hasetçi kimse nimetimin dü manıdır," buyurdu." diye bildirmi tir. Resul-i
ekrem bir hadis-i erifte; "Ate odunu yiyip bitirdi i gibi, haset de iyilikleri yer." buyurdu.
Sen, haset etti in kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa
kendi kısmetin hususunda mı haset ediyorsun? E er onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak
verdi i eyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmi olursun. Haset etti in kimse, Allahü
teâlânın kendisi için takdir ve taksim etti i nimetin içerisinde bulunmaktadır. Sen onu,
Allahü teâlânın bu ihsanından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptı ını,
ne kadar akılsızlık etti ini biliyor musun? E er onu, sana takdir edilenin onun eline
geçece inden endi e ederek kıskanıyorsan, bu senin çok cahil oldu unu gösterir. Çünkü
senin kısmetini ba kası yiyemez. Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ
senin için takdir etti ini, sana nasib olarak verdi ini, senden alıp ba kasına vermez.
BU HT YARI H MAYE ETS N!..
Gavs-ül-a'zam bir gün, mam-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyaret etti. Yanında
evliyadan bir cemaat da vardı. Kabrin ba ında okudular. mam-ı Ahmed bin Hanbel kabirden
çıktı, elinde gömlek vardı. Gömle i verdi ve birbirlerinin boynuna sarıldılar. Sonra mam-ı
Ahmed; "Ey Seyyid Abdülkadir! Fıkıh, tasavvuf ile helalin, haramın ilmi sana muhtaçtır."
buyurdu.
Bir gece Resulullah efendimizi rüyada gördü. Bu arada mam-ı Ahmed bin Hanbel'i de
gördü. Bir eliyle sakalını tutmu , Resulullah efendimizden rica ediyor ve; "Ey Allah Resulü!
O lun Muhyiddin Seyyid Abdülkadir'e buyur da, bu zayıf ihtiyarı himaye etsin." diyordu.
Resulullah efendimiz tebessüm buyurarak: "Ey Seyyid Abdülkadir! Bu eyhin ricasını kabul
et." buyurdu. Resulullah'ın emri ile, onun ricasını kabul etti ve sabah namazını Hanbelilerin
namazgahında kıldı. Halbuki Hanbeli namazgahında imamdan ba ka kimse olmazdı.
Abdülkadir-i Geylani hazretleri oraya gelince, pek çok kimse de ardından gelip, mescidi
doldurdu ve bo yer kalmadı. "E er Gavs-ül-a'zam hazretleri o gün, Hanbeli namazgahında
hazır olmasaydı, Hanbeli mezhebi unutulacaktı." denilmi tir. Bundan sonra Hanbeli
mezhebine göre ibadet etti.
Seyyid bni Abidin
am'da yeti en âlimlerin en büyüklerinden, velî. Osmanlıların en me hur fıkıh
âlimlerindendir.
1784’de am'da do du. Mevlana Halid-i Ba dadî hazretlerinin sohbeti ile ereflenmi tir.
Küçük ya ta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Bir müddet babası ile birlikte, ticaretle me gul
oldu. Bu sırada bir taraftan da Kur'ân-ı kerimi okumaya devam ediyordu.
Fen ve sosyal ilimlerin yanı sıra; tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerini de ö rendi. Hocası
Mevlana Halid-i Ba dadî hazretlerinin tavsiyesi üzerine, afii mezhebinden, Hanefî
mezhebine geçti.
Daha 17 ya ındayken, fıkıh kitapları üzerine ha iye ve erhlerle açıklamalar yaptı.
Kıymetli eserler yazmaya ba ladı.
Fıkıh ilminde oldu u gibi, hadîs ilminde de mahir idi. am'da bulunan muhaddis
Kuzberî hazretlerinden icazet aldı.
lim dallarında o kadar yükseldi ki, daha hocaları hayattayken büyük bir öhrete kavu tu.
Zahir ilimlerini ö rendikten sonra, kelam ve tasavvuf ilimlerini de zamanın en büyük
âlimi ve tasavvuf ehli, Mevlana Halid-i Ba dadî hazretlerinden ö rendi. Onun mübarek
sohbeti ile kemâle geldi.
bni Abidîn hazretlerinin dîne uymaktaki halleri me hurdur. Haram, mekruh ve
üphelilerden kesinlikle uzak durur, mübahları çok az kullanır, ibadetlerinde sünnetlere,
müstehaplara, edeplere uymakta son derece titiz davranırdı.
Be vakit namazda; ettehiyyatüyü okurken, sa tarafa selam verirken Resûlullah
efendimizi ba gözü ile görürdü. Göremedi i zaman o namazı yeniden kılardı.
Bir gece rüyada Hz. Osman'ın vefat etti ini ve Cami-i Emevî'de namazını kendisinin
kıldırdı ını gördü. Sabahleyin hocası Mevlana Halid-i Ba dadî hazretlerine bu rüyayı
anlatınca, o da; "Allahü teâlâ bilir ki, ben yakında vefat ederim, sen benim cenaze namazımı
Câmi-i Emevî'de kıldırırsın. Çünkü ben, Hz. Osman'ın torunlarındanım." buyurdu.
Aradan birkaç gün geçince hocası vefat etti. Namazını bni Abidîn hazretleri kıldırdı.
1836’da 54 ya ında am'da vefat etti. Çok kitap yazdı. En me hûr eseri Redd-ül-Muhtar
isimli kitabıdır. Bilhassa bu eseriyle tanınmı tır. Bu kitabı, Dürr-ül-Muhtar kitabına yaptı ı
be ciltlik ha iyesidir. Bu ha iye, bni Abidîn ismiyle me hûr olmu tur. Tam ilmihal
Seadet-i Ebediyye kitabının büyük kısmı bu kıymetli eserden, yani bni Abidin’den
alınmı tır.
Mevlana Halid-i Ba dadî hazretleri kendisine yazdı ı bir mektupta, (Her sözü senet
olan büyük âlim Mevlana Muhammed Emîn Abidîn'e en güzel duâlarımı ve en latîf
övgülerimi bildiririm. Yazdı ınız pek kıymetli eserlerle slâm âlemine yaptı ınız büyük
hizmet için, pek çok duâlara mazhar oldunuz.) buyurmaktadır.
Dört mezhebin inceliklerine vakıf, derin âlim, kâmil velî Seyyid Abdülhakîm efendi
hazretleri; "Hanefî mezhebindeki fıkıh kitaplarının en kıymetlisi, en faydalısı bni
Abidîn'dir. Her sözü delîl, her hükmü senettir." buyurdu. Seadet-i Ebediyye bu
bakımdan da, çok kıymetli eserdir.
Feridüddin genc-i eker hazretleri
Hindistan'da yeti en Çe tiyye evliyasının büyüklerindendir. Asıl adı Feridüddin
Mesuddur. Daha do madan kerâmetleri görülürdü. Ramazan hilâli görülmemi , ertesi gün
oruç tutup tutmamakta tereddüt olmu tu. Genc-i ekerin babası Cemâleddin Süleymandan
fetva sormaya geldiler. O esnada bir zat ortaya çıktı. "Niye merak ediyorsunuz? Bu gece
Cemaleddin Süleyman'ın evinde bir çocuk do du. E er çocuk bu gece yarısından sonra
annesini emmemi se, hilal görünmü demektir." dedi. Seher vakti Cemaleddin Süleyman'ın
evine gidip, annesine sorduklarında, yeni do an bebe in gece yarısından sonra annesini
emmedi ini ö rendiler ve oruca ba ladılar. Daha sonra o gün, di er yerlerden hilâlin
göründü ü haberi geldi. Ramazan ayı boyunca bu bebek, gündüz annesini hiç emmedi.
Sadece iftar ve sahurda emerdi.
Neden eker genç?
1- Dergaha giderken, yolda aya ı kayıp çamur dolu bir çukura dü tü. A zına kaçan
çamur, eker hâline geldi. Hocası Kutbüddin-i Bahtiyar buyurdu ki: "Çamur a zında eker
oldu una göre, Allahü teâlâ seni tatlı biri yapacak, tatlı dilli olacaksın." dedi. nsanlar onu
eker Genc diye anmaya ba ladılar.
2- Çok oruç tutuyor ve iftarda da yiyecek bir ey bulamıyordu. Bir gece çok açken
a zına küçük ta lar koydu. Bunlar, eker parçaları haline geldi. Hocası ona; (O genc-i eker,
yani eker hazinesidir) dedi.
3- Tüccarın biri, eker çuvalları yüklü bir deve kervanı götürüyordu. Genc-i eker,
develerle ne ta ıdı ını sormu tu. Tacir alay ederek; "Tuz." dedi. "Peki tuz olsun.” dedi. Tacir
Delhi’ye varınca, ekerlerin tuz haline geldi ini görüp a kına döndü. Hemen geri döndü.
Genc-i eker'den, yaptı ından özür diledi. Genc-i eker de, "Peki eker olsun." dedi. Tacir
Delhi'ye dönünce tuzların ekere döndüklerini görüp sevindi.
4- Bir gün çok susamı tı. Fakat kuyudan su çekecek kovası yoktu. a kın halde iken, iki
ceylanın oraya geldi ini ve kuyudaki suyun yükseldi ini gördü. Ceylanlar su içip oradan
ayrıldılar. Genc-i eker kuyunun yanına varınca, su a a ı çekildi. Buna a ırıp, "Ya Rabbi,
bunun hikmeti ne?" dedi. "Hayvanlar rahmetime güveniyorlar, suya kavu uyorlar. Ama sen,
kovaya güvendi in için, sudan mahrum kalıyorsun." nidasını duyunca, çok üzüldü. Kırk gün
oruç tuttu. Sonra a zına toz aldı ve toz ekere döndü. Bir nida i itildi: "Ya Ferid, tuttu un
oruçları kabul ettik, seni dostlarımızın arasına aldık ve seni genc-i eker yaptık."
Derdine çare bulamıyan bir hasta, Feridüddin eker'e gitti. O da bir kâ ıda; "Allah kâfi,
Allah âfi" yazıp, hastaya verdi. Hasta bu yazılı kâ ıdı boynuna takınca, devasız hastalıktan
kurtuldu.
Bir genç, talebe olmak üzere eyhe giderken yolda bir kadın, ona musallat oldu. Genç,
kadından kurtulamadı. Tam elini kadına uzataca ı sırada, bir zat aniden gencin suratına bir
tokat attı. "Bu yolda günah i lemeye utanmıyor musun?" diyerek kayboldu. Genç çok utanıp
kadından uzakla tı. Huzura çıkınca eyh; "O lum, Allahü teâlâ seni a ına dü tü ün
kadından korudu." dedi. Tokat atanın kim oldu u böylece belli oldu.
htiyar bir kadın a lıyarak; "Biricik o lum yirmi yıldır eve u ramadı. Ayrılık acısı beni
peri an etti." dedi. eyh murakabeye dalıp, "Git, o lun geldi." dedi. htiyar kadın eve
giderken o luyla kar ıla tı. O lu; "Çok uzaktaydım. Bugün içime seni görme iste i dü tü.
Seni dü ünürken, muhterem bir zat göründü. Sıkıntımı ona anlatınca, Gözlerimi kapamamı
söyledi. Gözlerimi açtı ımda, kendimi burada buldum." dedi. htiyar kadın, sevinç göz
ya ları içinde eyhe te ekkür etti.
Buyururdu ki: Sana hürmet edene hürmet et! Sıhhatinin kıymetini bil! Senden
korkandan kork! nsan ne kadar çok üzüntü ve acı çekerse, Allahü teâlâya o kadar
yakla ır.
Allah ile konu mak isteyen, Kur'an-ı kerim okusun.
Altı çe it tevbe vardır:
Kalb ile tevbe: Kalben bütün kötü arzuların firenlemektir. Nefsin kötü arzularını
öldürür.
Dil ile tevbe: Kötü sözlerden dili alıkoymak ve onu devamlı Allahü teâlâyı zikre ve
Kur'an-ı kerim okumaya alı tırmak demektir.
Göz ile tevbe: Harama bakmamak ve ba kalarının kusurlarını görmemektir.
Kulak ile tevbe: Allahü teâlânın zikrinden ba ka bir ey duymamaktır.
Ayak ile tevbe: Ayakları kötülüklere gitmekten korumaktır.
Nefs ile tevbe: Nefsin arzularını firenliyerek yapılan tevbedir.
Feridüddin Attar hazretleri
Evliyanın büyüklerindendir. Babası attar, yani ilaç, esans satardı. Feridüddin-i Attar,
zühd ve takva sahibi idi, haramlardan sakınıp ibadetle u ra ırdı. Küçüklü ünde adbah
kasabasında bir yandan babasının yanında attarlık ö reniyor, bir yandan da Kutbüddin
Haydar isimli büyük bir zatın sohbetlerine devam ediyordu. Babasının vefatı üzerine onun
yerine geçip, attarlı ı bir süre devam ettirdi. Attarlıkla u ra ırken, bir taraftan da kıymetli
dini kitapları, velilerin hayatlarını ve menkıbelerini okuyordu.
Bir gün bir dervi dükkanının önüne gelip, kapıdan içeriye bakarak, gözleri dolup bir ah
çekti. Feridüddin Attar ona, (Neden öyle bakınıp duruyorsun?) dedi. Dervi , (Ben yükü hafif
biriyim. Dünyada bu hırkadan ba ka bir eyim yok. Böyle olunca, bu dünya pazarından
çabuk ve kolaylıkla geçip giderim. Fakat sen bu a ır yükleri derleyip topla kendi ba ının
çaresine bak!) dedi. Feridüddin-i Attar, (Sen bu dünyadan nasıl geçip gidersin?) dedi. O zat
da, (Bu hırkayı sırtımdan çıkarır, ba ımın altına yastık yapar, canımı Hakka teslim ederim.)
dedi ve hırkasını ba ının altına koyup, Allah diyerek ruhunu teslim etti. Bu durum
kar ısında, evliyaya olan ba lılı ı, dinini ö renme istek ve arzusu dayanılmaz hale geldi.
Artık attarlı ı terk etti. Dükkanında bulunan e yayı sadaka olarak da ıttı. Bir zata giderek
talebelerinden oldu.
Riyanın, korkunç bir afet oldu unu, Allahü teâlânın rızasına uygun olmayan i lerin,
amellerin bo oldu unu söylerdi. Bir defasında unları anlattı:
Bir zat, bir mescide ibadet etmek için girmi ti. Geceleyin bir ses duydu. Demek ki
mescide biri girdi. O ki i, büyük bir zatın geldi ini zannetti. (Böyle yere büyük zatlar ancak
Allahü teâlâya ibadet etmek üzere gelir. Bu zat beni görür, halime nazar kılar.) diye
dü ündükten sonra, bütün geceyi seher vaktine kadar ibadetle geçirdi. Kendini nasıl
göstermek istiyorsa öyle yaptı. Seher vakti etraf a arınca geriye dönüp baktı ında bir
köpe in yattı ını gördü. Çok utanıp kendi kendine, (Ey edepsiz, Allahü teâlâ seni u köpekle
terbiye etti. Bütün gece köpek görsün diye ibadette bulundun. Ne olurdu bir gececik de sırf
Allahü teâlâ için uyanık kalsaydın. Ey nefsim! Senin bir gece bile Allahü teâlâ için riyasızca
ibadet etti ini görmedim. Sen, Allahü teâlâdan utanmaz mısın? Kendi kadrini mevki ve
dereceni imdi gördün. Gelse bile ancak köpeklere layık olur.) dedi.
Mo ol istilasında, bir Mo ol askerinin eline esir dü tü. Askere halk, (Bu ihtiyarı
öldürmekten vazgeçersen, sana bin altın veririz.) dediler. Mo ol askeri razı olmu tu. Fakat
Feridüddin-i Attar ona, (Sakın beni bu fiata satma. Çünkü kanımın de eri bu de ildir.) dedi.
Asker de satmaktan vazgeçti. Bir süre sonra ba ka bir ahıs gelerek askere, (Bu ya lı zatı
öldürmekten vazgeç. Onun kanına kar ılık sana bir torba saman vereyim.) dedi. Feridüddin-i
Attar, ( te beni imdi sat. Çünkü esas fiatımı buldum. Bundan fazla para etmem.) dedi.
Buna sinirlenen Mo ol askeri onu 1229’da ehid etti. O da, kesik ba ını elleri arasına alarak
3 km'lik bir mesafeye ko tu. imdi türbesinin bulundu u yere varınca, oraya dü üp ruhunu
teslim etti. Kabri adbah kasabasına yakın olup, ziyaretgahtır.
Buyururdu ki: ( Ey gafil, bu dünyada kendini hesaba çek. Kalbinin pasını temizlemek
için mücahede et. Büyükleri de kendine kıyas etme. Zira bir veli, zehir de yese o bal olur.)
Yazdı ı iirlerinde üstün bir akıcılık, arifane sözlerinde akılları hayrette bırakacak bir hal
vardır. Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi büyükler onun eserlerinin tesiri altında kalmı lardır.
Yazdı ı eserlerden Tezkiret-ül-Evliya hariç, hepsi manzumdur. Tezkiret-ül-Evliya’da seksen
kadar velinin hal tercümesi ile menkıbeleri ve veciz sözlerini yazmı tır. Bir iirinin
tercümesi öyledir:
Sırlar alemine uçan ku idim.
Alçaktan yükse e çıkmak istedim.
Sırra mahrem kimse bulamayınca,
Girdi im kapıdan ben yine çıktım.
Hallac-ı Mansur
Ası adı Hüseyin bin Mansur’dur. Hallac denilmesinin sebebi udur: Bir gün, arkada ı
olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir i inin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat
hallacın gitti i yerden dönü ü biraz uzun sürdü. Geldi inde; "Ya Hüseyin, senin için bugün
i imden oldum." diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endi eli hâline bakarak gülümsedi;
"Üzülme senin i ini de biz halledelim." diyerek parmaklarını pamuk yı ınlarına do ru
uzatıverdi. O anda henüz atılmamı pamuk yı ınları harekete geçti. Ka la göz arasında, tel
tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise di er tarafa ayrıldı. Hallaç a ırıp
kalmı tı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur
dendi.
Pekçok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kı , kı ın yaz meyveleri ikram
ederdi. nsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konu tuklarını ve kalplerinden
geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi. 400 ki i ile birlikte çöle açılmı tı. Birkaç gün
geçti. Yiyecek hiçbir ey bulamadılar. Açlıktan peri an bir hâle geldikleri sırada Ona gelerek
hallerini arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 ki inin her birine bir kelle ile iki pide
verdi.
Enel Hak dedi
Allahü teâlânın a kı ile kendinden geçti i bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı,
(Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan ba ka hiç kimse yok) demek istemi ti. Bu sözü için
katline fetvâ verdiler. Halîfe, Onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona
gidip bazı meseleler soruyordu. Daha sonra ziyaret de yasaklandı. eyh Ebu Abdullah-i
Hafîf anlatır: "Hile ile Hallac-ı Mansur'u görmeye gittim. Yumu ak halılar ve dö eklerle
dö enmi , güzel bir oda gördüm. Orada ki köleye " eyh nerede?" dedim. "Abdest alıyor."
dedi. "Bu zindanda ne i yapıyor?" dedim. "13 batman a ırlı ında bir demir ba ile, her gün
bin rekat namaz kılıyor." dedi. Sonra, "Bu zindanda e kıya ve hırsız çok dedi. Onlara nasihat
eder." dedi. Biz konu urken o abdest alıp geldi. Bana: "Ey genç nerelisin?" dedi.
" irazlıyım" dedim. Me ayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince, "Onu görürsen, o
mektupları” yakmasını söyle." Tam bu sırada zindancıba ı içeri girdi. Saygı gösterdikten
sonra, "Dü manlar beni halîfeye gammazlamı lar. Güya ben, ululardan birini buradan bin
dinar alarak salmı ım. Yerine de halktan birini hapsetmi im. te imdi beni katledecekler."
dedi. eyh: "Var selametle git." dedi. O gittikten sonra, eyh hücrenin ortasında dizleri
üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Ba ını önüne e di. ehadet parma ı ile i aret
ederek a ladı. Öyle a ladı ki, gözya ından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek
yüzünü yere koydu. O sırada zindancıba ı içeri girdi. eyh: "Ne oldu?" diye sordu.
Zindancıba ı: "Kurtuldum." dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye sordu. Halife; "Seni
öldürecektim. imdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim." dedi.
Yüz kırbaç vurun
Halife, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar
dövün." emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmedi ini görünce,
ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardı ımı sanmayın. Kan kaybetmekten
sararıyorum." buyurdu. Dara acında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en a a ı
derecesi, i te bende gördü ünüz bu haldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye
tahammülünüz olmaz." dedi.
dam edilmeden önce halk ta atmaya ba ladı. Atılan ta lara hiç ses çıkarmıyor, hatta
tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi soruldu unda; "Ta atanlar
beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti." Dedi. Ellerinden, bacaklarından
sonra dilini de kesmek istediler. zin isteyip; "Allahım, bana senin için bu i kenceyi reva
görenleri affet!" diye yalvardı.
Daha sonra dili ve ba ı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller
dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya ba ladı. Kabaran Dicle'nin suları Ba dat'ı
basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski
normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, ehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı,
ba ımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir ta ıp
Ba dat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at." buyurmu tu.
Ahmed Yesevî hazretleri
Türkistan'da yeti en büyük velîlerdendir. 1194’de Yesi'de vefât etti. Tîmûr Han onun
için muhte em bir türbe yaptırmı tır. Ahmed Yesevî'de çocuklu unda garib görülüyordu.
Hızır aleyhisselâm ile görü üp sohbet ediyordu. Türkistan'da Yesevî adında bir hükümdar
var idi. Ceylan avına çıkan hükümdarın yolu Karaçuk da ına çıktı. Da çok sarp idi. Atı, kan
ter içinde kaldı ve avını kaçırdı. Buna üzülen hükümdar; "Bu da ı ortadan kaldırmalı" diye
söylendi. Ülkesindeki velîleri toplayıp, duâlarını almayı dü ündü. Toplanan velîler, duâ
ettiler. Da yerinden ayrılmadı. Oraya gelmeyen bir velînin olup olmadı ı ara tırıldı. Ahmed
Yesevî küçük oldu undan ça rılmadı ı anla ıldı. Onun da gelmesi istendi. O da,
hükümdarın istedi i yere geldi. Velîlere sofradaki bir parça ekme e duâ edildi. O da ekme i
oradakilere taksim etti ve hepsine kâfi geldi. O toplantıda binlerce ki i vardı. Bu kerâmeti
görenler, Hâce Ahmed'in büyüklü ünü anladılar. Hâce Ahmed, sırtındaki babadan kalma
hırkasına bürünmü tü. Birdenbire ya mur ya dı, her yer suya garkolunca, velîlerin
seccâdeleri su üstünde yüzmeye ba ladı. Sonunda Ahmed hırkasından ba ını çıkarınca,
ya mur durdu, güne çıktı. Karaçuk da ının ortadan kalktı ı görüldü. Bunu gören hükümdar,
Hâce Ahmed'den, kendi adının kıyâmete kadar bâkî kalmasını istedi. Hâce Ahmed de; "Kim
bizi severse, senin adınla bizi ansın" dedi. Bundan sonra kendisine "Ahmed Yesevî" denildi.
Geçimini sa lamak üzere tahta ka ık yaparak satardı. Öküzünün sırtına bir heybe asar,
içine de yaptı ı ka ıkları koyup, Yesi çar ısına salıverirdi. Kim ka ık alırsa ücretini heybenin
gözüne bırakırdı. Mal alıp da, ücretini vermeyen olursa, öküz onun pe ini bırakmaz, nereye
gitse onu takip ederdi. Adam ücreti heybeye koymadıkça, o kimsenin yanından ayrılıp ba ka
yere gitmezdi. Ak am olunca da evine dönerdi. Hattâ heybenin gözüne fazla para bırakanlar
da olurdu. Bunları muhtaçlara sarf ederdi.
Merv ehrinde Mervezî isimli bir müderris, Ahmed Yesevî hazretlerini imtihân etmek,
üphesini gidermek niyetiyle, 400 mü âvir ve 40 müftü ile yola çıktı. "Ben üç bin mesele
bilirim. Hepsine ayrı suâl sorar, imtihan ederim." diye dü ündü. Ahmed Yesevî hazretleri,
talebesi Muhammed Dâni mend'e; "Bir bak, bize kimler geliyor?" buyurdu. Mervezî'nin
mâiyetiyle geldi ini bildirdi. Hâce hazretlerinin emri ile M. Dâni mend, o üç bin meseleden
binini, Mervezî'nin hâfızasından sildi. Sonra talebelerinden Hakîm Atâ'ya aynı ekilde
emretti. O da öyle yaptı. Mervezî, hâfızasında kalan bin mesele ile Yesi ehrine geldi. Hâce
hazretlerinin yanına gelip, "Demek sen Allah'ın kullarını do ru yoldan ayırıyorsun" dedi.
Hâce, hiç kızmadı. imdilik üç gün misâfirimiz ol, sonra görü ürüz." buyurdu. Üç gün sonra
bir kürsü kuruldu. Mervezî kürsüye çıktı. Hâce hazretleri, Hakîm Atâ'ya tekrar emredip, o
bin meseleyi Mervezî'nin hâfızasından silmesini emretti. Hakîm Atâ, Allahü teâlâya duâ etti.
Hafızasındaki bin mesele de silindi. Mervezî, kürsüde konu mak istedi. Fakat hatırına bir ey
gelmedi. Defterinden okumak istedi. Fakat oradaki yazıların da silindi ini gördü. O zaman
Mervezî, kusurunu anlayıp hemen tevbe etti. Talebeli e kabulü için yalvardı. 5 yıl kaldı.
Yüksek derecelere kavu tu.
Buyururdu ki: "Câhillerle dostluk kurmaktan sakının. slâmiyeti tam bilmiyen,
tatbik etmeyen bir kimse, evliyâlık yolunda bulunmaya kalkarsa, bunun îmanını eytan
çalar. Kendisinde keramete benziyen bazı haller görülürse de bu, eytanın oyunudur.
Evliyalık taslayan böyle eyhler için der ki:
Nafile oruç tutar herkese eyhlik satar
lmi yok, körden beter, ahir zaman eyhleri.
Beline ku ak ba lar, para toplarken a lar,
Kendini adam sayar ahir zaman eyhleri.
Ba ına sarık sarar, ilmi yok neye yarar
Oku yok yayı gerer ahir zaman eyhleri.
Paraya kucak açar, zoru görünce kaçar,
Ömrünü bo a harcar ahir zaman eyhleri.
eyhlik ulu bir i tir, Hakka do ru gidi tir
A vermez ba rı ta tır, ahir zaman eyhleri.
Miskin Ahmed nerdesin, Hak yolunda n’idersin?
Böyle nere gidersin ahir zaman eyhleri.
Somuncu baba
Alim ve velî bir zattır. Asıl ismi Hamid’dir."Somuncu Baba" lakabıyla me hurdur.
1349’da Kayseri'de do du. am'a gidip ilim ö rendi. Orada pek çok velînin sohbetlerine
katıldı. Mânevî yol ile Bâyezîd-i Bistâmî'den feyz aldı. Tebrîz yakınlarında Hâce Alâeddîn-i
Erdebîlî’den ilim ö rendi. Tasavvufta üstün derecelere kavu tu. Hâce Erdebîlî, bir gün
Hamid-i velî'ye; "Artık ö rendi in ilmi, insanlara ö retmek üzere Anadolu'ya git" buyurup,
ona izin verdi. Hâce, onu talebeleriyle birlikte, " emseddin-i Tebrizî Makâmı" denilen yere
kadar u urladı. Sonra onu haset edenlerin de bulundu u toplulu a dönerek; "Hamid'in
arkasından bakın. E er dönüp bizden tarafa bakarsa, Anadolu'da onun ilminden istifâde
ederler. Bakmazsa, onun ilminden hiç kimse istifâde edemez." buyurdu. Oradakiler merakla
Hamîd'in arkasından bakmaya ba ladılar. Hamid-i velî, gözden kaybolmadan önce iki defa
arkasına baktı. Onu haset edenler, yanlı lıklarını anladılar.
Kayseri'de talebeleri, ondan feyz almaya ba ladı. Talebelerinden ücâ-i Karamânî'ye;
"Ankara'da Numan isminde bir müderris var. Onu buraya dâvet et" buyurdu. O da Ankara'ya
gitti. Müderris Numan; "Bu dâvete icâbet lâzım" diyerek, beraberce Kayseri'ye geldiler.
Bayram günü bulu tukları için, hocası ona "Bayram" lakabını verdi. Müderris, sohbetlerini
dinleyince, onun büyük bir âlim ve velî oldu unu anladı. Hocasından zâhirî ve bâtınî ilimleri
ö renerek kısa zamanda büyük mesâfeler aldı. Hâcı Bayram, kendisini tasavvufa verdi ve bu
yolda yüksek derecelere kavu tu.
Somuncu Baba, Tebrîz'e ve oradan da Anadolu'ya gelip, Bursa'ya yerle ti. Hâcı Bayramı
velî, sık sık Bursa'ya gelip onu ziyâret ederdi. Bursa'da ilmini kimseye söylemedi. Halk
içinde Hak ile olmaya gayret etti. Bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle da dan odun getirir,
onunla ekmek pi irirdi. Somun satarak geçimini sa lardı. Halk, buna "Somuncu Baba" der
ve pi irdi i ekme in lezzetine doyamazdı. Fırını, Ali Pa a Çınarı civârında olup, iki gözlü
idi. Fırının biti i inde de, ibâdet etti i bir odası vardı.
Yıldırım Bayezid han, Bursa'da Ulu Câmiyi yaptırırken, çalı an i çilerin ekmek
ihtiyâcını Somuncu Baba temin etti. Câminin yapılması bittikten sonra, bir Cuma günü açılı
merâsimi yapıldı. O gün ba ta Yıldırım Bayezid han, damadı Seyyid Emîr Sultan, Molla
Fenârî, ulemadan pek çok kimse Ulu Câmiyi doldurdu. Padi ah, câminin açılı hutbesini
okumak üzere Emîr Sultan'a vazîfe verdi. O da "Sultânım! Zamanın büyük âlimi burada
iken, bizim hutbe okumamız uygun de il. Hutbeyi okumaya lâyık zât udur" diyerek,
Somuncu Baba'yı gösterdi. Somuncu Baba, Padi ahın emri üzerine minbere giderken Emîr
Sultan'ın yanına gelince; "Emîr'im, niçin beni ele verdin?" dedi. O da; "bu i e senden daha
layık olanı yok." dedi. Bu konu maları dinleyen cemaat, Somuncu Baba'nın hutbesini
merakla bekliyordu. Somuncu Baba, hutbede; "Bâzı âlimlerin, Fâtiha-i erîfenin tefsirinde
anlayamadı ı kısımlar vardır. Onun için bu sûrenin tefsirini yapalım" buyurarak, Fâtiha
sûresinin, yedi türlü tefsirini yaptı. Herkes a ırıp kaldı. Molla Fenârî hazretleri; "Somuncu
Baba, önce bizim Fâtiha sûresindeki mü külümüzü halletti. Onun büyüklü üne, bu yedi çe it
tefsir kâfidir." dedi. Namazdan sonra bütün cemaat, Somuncu Baba'nın elini öpmek istedi.
Onların bu arzusunu kıramayıp, kapıda durdu. Caminin üç kapısından çıkan herkes; "Ben
Somuncu Baba'nın elini öptüm." diyordu. Somuncu Baba, Allahü teâlânın izniyle her üç
kapıda da aynı anda bulunarak herkese elini öptürmü tü. Molla Fenârî'nin, ondan aldı ı feyiz
ile yazdı ı tefsirini âlimler çok be enmi , mûteber bir tefsir oldu unu söylemi lerdir.
Somuncu Baba, durumunun anla ılması üzerine, bir sabah erkenden, birkaç talebe ile
yola çıktı. Aksaray'a geldi. 1412’de, bir gün tanıdıkları ile helâlle ti. ki rekat namaz kıldı.
Uzun bir duâdan sonra kelime-i ehadet getirerek vefât etti.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder