Bağış Yap

Amount :
Other : USD

5 Haziran 2013 Çarşamba

AHMED BİN HANBEL


AHMED BİN HANBEL;
Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî
mezhebinin imâmı. Künyesi, Ebû Abdullah'tır. 780 (H.164) senesinde Bağdat'ta doğdu. Aslen
Basralıdır. Babasının ismi Muhammed bin Hanbel'dir. Dedesi Hanbel bin Helâl, Basra'dan
Horasan'a yerleşmiş ve Emevî Devletinde Serahs şehri vâliliği yapmıştır. Babası asker
(subay) idi. Ahmed bin Hanbel'in âilesi, annesi ona hâmile iken, Merv'den Bağdat'a göçmüş
ve o Bağdât'ta doğmuştur. Soy îtibâriyle, anne ve babası tarafından Arap asıllıdır. Nesebi,
İslâmiyetten önce ve sonra Araplar arasında meşhûr bir kabîle olan Şeyban kabîlesine
dayanır. Bu kabîle Adnan kabîlesinden gelen Rebîa'nın bir kolu olup, Nizar kabîlesinde
Peygamber efendimizin soyu ile birleşir.
Ahmed bin Hanbel'in babası, daha o çok küçük yaşta iken, vefât etti. Otuz yaşında vefât eden
babasından, önemli bir mîrâs da kalmadı. Onun yetişmesi ile annesi ilgilendi. Küçük yaşta,
ilim tahsiline başladı. Bu sırada Bağdat önemli bir ilim merkeziydi. Burada hadîs ve kırâat
âlimleri, tasavvufta yetişmiş büyük zâtlar ile diğer ilimlerde yetişmiş kıymetli âlimler
bulunuyordu. Önce Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Bundan sonra lügat, hadîs, fıkıh, Sahâbî ve
Tâbiîn rivâyetlerini öğrendi.
Ahmed bin Hanbel, emsâli arasında ciddiyeti, takvâsı, sabrı, metânet ve tahammülü ile
meşhûr oldu. Bu hâli, henüz 15-16 yaşlarında iken temas kurduğu âlimlerin dikkatini çekti.
Heysem bin Cemil onun hakkında, daha o sırada şöyle dedi:
"Bu çocuk yaşarsa, zamânındakilerin ilimde hucceti, rehberi olacaktır."
Henüz 15 yaşlarında İmâm-ı A'zâmın talebesi olan Ebû Yûsuf'tan fıkıh ve hadîs dersi aldı.
Bundan sonra da üç sene Huşeym'in derslerine devâm ederek ondan hadîs-i şerîf dinledi.
Bundan başka Bağdat'ta bulunan meşhûr âlimlerden de ders aldı.
7 yıl Bağdat'ta ilim öğrenen Ahmed bin Hanbel daha sonra ilim tahsili için seyahatlere
başladı. Önce Basra'ya, bir yıl sonra da, Hicaz'a gitti. Böylece Kûfe, Basra, Mekke-i
mükerreme, Medîne-i münevvere, Şam ve el-Cezîre'ye giderek hadîs ilmini öğrendi. Hadîs
râvilerini bizzât görerek, onlardan hadîs-i şerîf dinledi. Basra ve Hicaz'a beşer defâ seyahat
yaptı. Hicaz'a yaptığı ilk seyâhatinde, fıkıh ilminde hocası olan, İmâm-ı Şâfiî ile görüştü. Bu
görüşme Mekke'de Mescid-i Harâm'da oldu. İkinci defa ise, Bağdat'ta buluştular.
Ahmed bin Hanbel, ilk hac seferini 830 senesinde yaptı. Daha sonra birkaç defâ daha hacca
gitti. Bu hac seferlerinden birinde yolunu şaşırdı. Yolda yaşlı bir köylü gördü. Gidip ona yolu
sordu. Köylü gür bir sesle; "Ey Ahmed! Sen kim oluyorsun ki, Allahü teâlânın evine
(Beytullah'a) gidiyorsun! Allahü teâlâ oraya gitmene râzı olmayınca, elbette ki yolunu
şaşırırsın!" dedi. Bunun üzerine Ahmed bin Hanbel; "Ya Rabbî! Senin köşelerde, kenarlarda
sakladığın, halkın gözünden örttüğün böyle kulların da varmış." deyince o zât; "Ne
zannediyorsun Ahmed, ne zannediyorsun? Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, eğer Allahü
teâlâdan isteseler, bütün gökler ve yerler onun hürmetine altın olur." dedi. O anda toprak ve
dağlar altın oldu. Ahmed bin Hanbel kendinden geçerek düştü. Daha sonra o zâtın göstermesi
ile yolunu buldu.
Hac seferlerinden birinde, hac yaptıktan sonra bir müddet, mücâvir olarak Mekke'de kaldı. Bu
zaman zarfında hadîs-i şerîf öğrenme faâliyetlerini sürdürdü. Sonra Yemen'in San'a şehrinde
bulunan meşhûr hadîs âlimi Abdürrezzâk bin Hemmam'dan hadîs-i şerîf öğrenmek için
San'a'ya gitti. İlim öğrenmek için çıktığı bu yolculukta çok sıkıntı çekti. Yolda yiyeceği bitti.
Parası da olmadığı için, San'a şehrine varıncaya kadar, nakliyecilerin yanında ücretle hamallık
yaptı. Ticâret ve kazanç için elverişli olmayan San'a'da iki sene kalıp, sıkıntılara katlandı.
Abdürrezzâk bin Hemmam'dan hadîs-i şerîf dinledi. Böylece İmâm-ı Zührî ve İbn-i Müseyyib
yoluyla rivâyet edilen, birçok hadîs-i şerîfi işitip öğrendi.
Ahmed bin Hanbel, ilim öğrenmek için pekçok İslâm beldesini dolaştı ve bu uğurda pekçok
meşakkate katlandı. Kitap çantalarını sırtında taşırdı. Bir seferinde onu tanıyan biri,
ezberlediği hadîs-i şerîfin ve yazdığı notlarının çokluğunu görerek; "Bir Kûfe'ye, bir Basra'ya
gidiyorsun! Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?" deyince, Ahmed bin Hanbel hazretleri
"Hokka ve kalem ile mezara kadar..." diyerek cevap verdi.
Ahmed bin Hanbel'in kuvvetli hâfızasının yanında dikkati çeken bir vasfı da, işittiği bütün
hadîs-i şerîfleri yazmaya çok önem vermesiydi. Yaşadığı devir, ilmin tedvin edilip toplandığı
ve kısımlara ayrılıp, yazıldığı bir devirdi. Fıkıh ve lügat ilmi derlenmiş, hadîs ilmi
derlenmekte, yazılan hadîs-i şerîfler toplanmakta idi.
Ahmed bin Hanbel, böyle bir zamanda din ilimlerini öğrenip, bilhassa tefsîr, hadîs ve fıkıh
ilimlerinde yüksek seviyeye ulaştı. Daha sonra Bağdat'a döndü ve ilmini yayıp, insanlara çok
faydalı oldu.
Ahmed bin Hanbel hazretleri, ders ve fetvâ verme işine, kırk yaşında başladı. Bundan sonra
hadîs rivâyetinde ve fetvâda başvurulan önemli bir kaynak oldu.
İki çeşit ders halkası (meclisi) vardı. Biri, talebelerine verdiği muntazam dersler, diğeri, hem
talebelerinin, hem de halktan isteyenlerin katıldığı derslerdi. Onun ilim meclisine pekçok
kimse katılırdı. Bâzı rivayetlere göre, dersini dinleyenlerin sayısı beş bini bulmuştur. Ahmed
bin Hanbel'den ders alıp, ilim öğrenen talebenin çokluğu, ondan hadîs-i şerîf rivâyet edenlerin
ve fıkhî meseleler nakledenlerin çok sayıda olmasından da anlaşılmaktadır. Onun meclisine
gelip, derslerini dinleyenlerin bir kısmı, sâdece ondaki üstün hâllere ve yüksek ahlâka hayran
kaldıklarından sohbetine katıldılar. Böylece bir kısmı hem ilmini hem ahlâkını alırken, bir
kısmı da onun yaşayaşına göre yaşamak, onu tanımak, ahlâk ve edeb husûsunda yaptığı vâz
ve nasihatten istifâde etmek için huzûruna geldiler.
Ahmed bin Hanbel'in meclisinde, derslerinde vekar, ciddiyet, tevâzu ve gönül huzûru
hâkimdi. Dinleyenlere ve katılanlara saâdet vesilesi olan derslerini, ikindiden sonra Bağdat'ta
büyük bir mescidde verirdi.
Ders meclisine dâimâ kitaplarıyla, yazıp kaydettikleri ile çıkardı. Çok kuvvetli bir hâfızaya
sâhip olmasına rağmen, hadîs-i şerîf rivayet ederken, yine de yazdıklarına bakardı. Kitabından
okur, talebelere yazdırırdı. Derslerinde hadîs-i şerîf rivâyetinden başka, bir de fıkhî meseleler
hakkında verdiği cevaplar yer almaktaydı. Ondan ders alıp, ilimde yetişenlerin sayısı 900
civarındadır.
Ahmed bin Hanbel rahmetullahi aleyh mezheb sâhibi bir âlimdir. Mezhebi, İslamiyette Ehl-i
sünnet îtikâdı üzere olan dört hak mezhebden biri olup, ismine nisbetle Hanbelî mezhebi
denir. Daha çok Şam, Bağdat ve Mısır'da yayılmıştır. Dört hak mezheb, müslümanlar için
rahmet ve kolaylıktır. Nitekim Peygamber efendimiz; "Ümmetimin (müctehidlerinin)
mezheplere ayrılması rahmettir." buyurmuştur.
Allahü teâlâya olan bağlılığı sebebiyle son derece tevâzu sâhibiydi. İnsanlara yardım etmeyi
severdi. Herkesin derdine derman olmaya çalışırdı. Yoksulları korurdu. Son derece halîm
selîm, yumuşak huyluydu. Aceleci değildi. Çok alçak gönüllüydü. Ağır başlı ve vakarlıydı.
Câmiye gittiği zaman ön safa geçmeye çalışmazdı. Mecliste nerede yer bulursa oraya
otururdu.
Ahmed bin Hanbel çok ibâdet ederdi. Her gece Kur'ân-ı kerîmin yedide birini okur, her yedi
günde bir hatmederdi. Yatsı namazını kılınca biraz istirahat eder, sonra kalkıp sabaha kadar
ibâdet ve tâatla meşgûl olurdu. Gece namazını hiç bırakmazdı. Halka dâimâ kolaylık yollarını
gösterir, ağır vazîfeleri yüklemezdi. Acıktığı zaman bir şey bulamazsa, kimseden yiyecek
istemez ve rahatsız etmezdi. Çoğu zaman ekmeğine sirke katık olurdu. Yolda yürürken, hızlı
adımlarla yürürdü. Onu daha çok, mescidde, cenâze namazında ve hasta ziyâretinde
görürlerdi. Giydiği elbiseyi en ucuz kumaştan yaptırırdı. Çok kere az şey yer; "Ölecek kimse
için bunlar çok bile." derdi.
Allahü teâlâdan korkması, verâ ve takvâsı çoktu. Fakir bir hayat yaşadı. Haram şüphesi olan
şeyi reddederdi. Haram mala sâhib olmaktansa, onu almamayı tercih ederdi. Borç karşılığı bir
malı alacaklıya rehin bıraktı. Parayı bulunca alacaklıya gidip borcunu verdi. Rehin bıraktığı
malı alacağı zaman alacaklı olan iki mal gösterip, rehin bıraktığının hangisi olduğunu kesin
bilmediğinden; "Bunlardan birini seç, ikisi de aynı." dedi. Fakat Ahmed bin Hanbel rehin
bıraktığı malın hangisi olduğunu bilemediği için kendi malı yerine başkasının malını almış
olurum korkusu ile ikisini de bıraktı, almadı. Başkasının hakkı geçer diye kendi hakkından
vazgeçti.
Ahmed bin Hanbel, Peygamber efendimizin sünnetine son derece bağlıydı; "Hiç bir hadîs-i
şerîf yazmadım ki, onunla amel etmeyeyim." buyururdu.
Ahmed bin Hanbel talebeliği sırasında bir grup kimseyle bir su kenarında bulunuyordu. Onlar
soyunup, suya girdiler. Ahmed bin Hanbel ise, Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfine
uyarak soyunmadı: "Kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, hamama (avret yerlerini
örtmeden) girmesin." O gece rüyâsında bir kimse ona; "Ey Ahmed! Sana müjdeler olsun! Zîrâ
Allahü teâlâ, Resûlullah'ın sünnetine uyduğun için seni bağışladı. Seni imâm kıldı. İnsanlar
sana tâbi olurlar." dedi. "Siz kimsiniz?" diye sorunca o zât; "Cebrâil'im." cevâbını verdi.
Ehl-i sünnet îtikâdından aslâ tâviz vermezdi. Bağdat'ta Mu'tezile fırkası mensupları;"Kur'ân-ı
kerîm mahlûktur." diyerek, bu yanlış îtikâdlarına Abbâsî halîfesi Me'mûn'u da inandırdılar.
Bunu kabûl etmesi için, Ahmed bin Hanbel hazretlerini de zorlayıp, Me'mûn vâsıtasıyla bu
hususta baskı ve işkence yaptılar ve 28 ay hapsettiler. Bütün bunlara rağmen O; "Kur'ân-ı
kerîm, Allahü teâlânın kelâmıdır. Mahlûk değildir." dedi. Bu sırada kendisine İmâm-ı Şâfiî
Mısır'dan mektup göndermişti. Okuyunca ağladı. Sebebi sorulunca; "Rüyâsında Resûlullah
efendimizi görmüş, Ahmed bin Hanbel'e mektup ile benden selâm yaz ve de ki, Kur'ân-ı
kerîmin mahlûk olup olmadığı kendisinden sorulacak. Cevâb vermesin buyurmuş." dedi.
Bir gün Ahmed bin Hanbel hazretleri bir cemâatle berâber oturuyordu. İçeriye bir zât girip;
"Ahmed bin Hanbel kimdir?" dedi. Orada bulunanlar susup bekledi. "Ahmed bin Hanbel
benim, ne istiyorsun?" dedi. Gelen zât şöyle anlattı:
Dört yüz fersah uzaktan geliyorum. Cumâ gecesi uyumuştum. Rüyâmda biri gelip bana;
"Ahmed bin Hanbel'i biliyor musun?" dedi. "Hayır tanımıyorum." dedim. "Bağdat'a git, onu
sor ve bulunca, Hızır aleyhisselâm sana selâm söyledi de. Semâvâttaki, gökteki melekler
ondan râzıdır. Çünkü o, nefsine aslâ uymadı, Allahü teâlâya itâat husûsunda çok sabırlı
davrandı." dedi.
Ahmed bin Hanbel; "Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billah." dedi. Sonra o zâta; "Başka
bir söyleyeceğin ve ihtiyâcın var mı?" dedi. "Hayır sâdece bunun için geldim." dedi ve o gün
Bağdat'tan ayrıldı.
Bir kere hadîs âlimleri, Ebû Âsım Dahhak ibni Mahled'in meclisinde toplanmıştı. Onlara;
"Fıkıh öğrenmek istemez misiniz? Halbuki aramızda fıkıh âlimi yok." dedi. Onlar; "Aramızda
bir kişi var." dediler. "Kimdir o?" dedi. "Birazdan gelir." dediler. Biraz sonra Ahmed bin
Hanbel karşıdan göründü. "Karşılayalım." dedi. Oradakiler; "O böyle şeyden hoşlanmaz."
dediler. Gelince, Ebû Âsım onu yanına oturtup, fıkhî meseleler sormaya başladı. Bir suâl
sordu ve cevap aldı. Sormaya devâm ederek, birkaç kere sorup cevap aldı. Sonra da; "Bu
deryâ gibi bir âlimdir." dedi.
Ahmed bin Hanbel'in, yevmiye ile çalışan bir işçisi vardı. Akşam talebesine; "Bu işçiye
ücretinden fazla ver." dedi. Talebe, ücretinden fazla para verdi. İşçi almadı ve gitti. Hazret-i
İmâm; "Arkasından yetiş, şimdi alır." dedi. Dediği gibi, işçi parayı aldı. Hazret-i İmâm'a
sebebi suâl edildiğinde buyurdu ki: "O zaman böyle bir şey aklından geçiyordu... Şimdi ise bu
düşünce onda yok oldu. Alması tevekkülünü bozmayacağı için aldı." Tevekkül nedir diye suâl
ettiler: "Rızkın Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır." buyurdu.
Zamânın meşhûr bir falcısı vardı. Fal baktırmak istiyenler her taraftan gelir kendisini
bulurlardı. Bu şahıs falcılığı meslek hâline getirmişti. Bir ara hastalandı. Yirmi sene
iyileşemedi. Biri ziyâretine gelmişti. Hâlini görünce; "Senin iyileşmenin tek yolu var, o da
zamânımızın en büyük âlimlerinden ve evliyâsından biri olan Ahmed bin Hanbel
hazretlerinin duâ etmesidir." dedi. Bu falcı da annesini gönderip, duâ etmesini istedi. Annesi
Ahmed bin Hanbel'in huzûruna varınca; "Oğlum yirmi senedir hasta yatıyor. İyileşmesi için
sizden duâ istemeye geldim." deyince; "Herkes iyileşmek için oğluna gelirdi. Senin oğlun da,
her şeyi bildiğini zannederdi. Kendi hastalığını tedâvî etmeyip de, seni bana mı gönderdi?"
buyurdu. Kadının defalarca ısrârı karşısında dayanamayıp, falcılığı bırakması şartıyla, duâ
edeceğini söyledi. Hazret-i İmâmın bu sözü üzerine falcılığı bıraktı. Tövbe istigfâr etti ve
sıhhate kavuştu.
Bir gencin, felç olmuş, hasta bir annesi vardı. Bir gün oğluna; "Ey oğlum! Eğer benim rızâmı
almak, beni sevindirmek istersen, İmâm-ı Ahmed'in huzûruna git ve sıhhate kavuşmam için
bana duâ etmesini söyle. Belki Allahü teâlâ beni bu hâle getiren bu hastalıktan kurtarır." dedi.
Genç, İmâm-ı Ahmed'in kapısına geldi ve seslendi. İçerden bir ses; "Kimsin?" dedi.
Cevâbında; "Size muhtâcım, hasta bir annem var, sizden duâ istiyor." dedi. İmâm çok üzüldü.
Kendi kendine; "Beni nereden biliyor?" dedi. Sonra kalktı, abdest aldı, namaza durdu.
İmâmın hizmetçisi o gence; "Sen geri dön, İmâm duâ ediyor." dedi. Genç geri döndü, evin
kapısına geldiği zaman, annesi Allahü teâlânın izniyle tam sıhhate kavuşmuş olarak kalktı ve
oğlunu kapıda karşıladı.
Hazret-i İmâm, Abdullah bin Mübârek hazretlerinin gelmesini ve onunla görüşmeyi çok arzu
ediyordu. Nihâyet bir gün oğlu; "Babacığım! Abdullah bin Mübârek geldi, kapıdadır, sizi
görmek istiyor." dedi. İmâm-ı Ahmed; "İçeri alma!" dedi. Oğlu; "Babacağım, bunda ne
hikmet vardır ki, senelerdir onu görmek arzusu ile yanıyordun, bugün bu saâdet, bu nîmet
kapınıza geldi de içeri almıyorsunuz?" dedi. Ahmed bin Hanbel; "Evet, söylediğin gibidir.
Ama korkarım ki, onu gördükten sonra ayrılığına dayanamam. Onun kokusu için bir ömür
harcadım. Onu ayrılmak olmayan yerde görmek isterim." dedi.
Ahmed bin Hanbel sık sık talebesine buyururdu ki:
"İlim, insanlara, ekmek ve su kadar lâzımdır. İlim, rivâyet, kuru mâlûmât ve bilgi çokluğu
değildir. İlim, faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir."
"Kulun kalbini ıslâh etmesi, düzeltmesi için, iyilerle berâber olması kadar faydalı bir şey
yoktur. Yine kulun fasıklarla berâber olup, onların işlerine dikkat ve nazar etmesi kadar
zararlı bir şey yoktur."
"Günahlar îmânı zayıflatır."
"Yemeği, din kardeşleriyle sürûr içinde, fakirlerle ikrâm ve cömertlikle, diğer insanlarla da
mürüvvet içinde yemek lâzımdır."
"Her şey için kerem vardır. Kalbin keremi Halıktan râzı olmak, kadere rızâ göstermektir."
"Sizde olmayan meziyetlerle sizi metheden kimsenin, sizde olmayan kötülüklerle de bir gün
kötüleyeceğini unutmayınız."
"İstediklerini vermediğiniz zaman kızan, kırılan veya küsen arkadaş, gerçek arkadaş değildir."
"Kibir taşıyan kafada, akıla rastlayamazsınız."
"İnsanların ahmak sınıfı, kendilerinin medh edilmesinden hoşlananlarıdır."
"Tevekkül, her şeyi Allah'tan bilmek ve rızkı O'nun verdiğine inanmaktır."
"Tevekkül, bütün işlerinde Allahü teâlâya teslim olmak, başa gelen her şeyi O'ndan bilip
katlanabilmektir."
"İnsana az bir mal yetişir. Çok mal ise kâfi gelmez."
"Bir kimse, sadık bir arkadaşını kaybederse, kendisi için zillettir."
"Hüsn-i zannı olanın hayatı hoş geçer."
"Yalan söylemek, emniyeti giderir."
"Meziyet, fazîlet, ilim ve irfân tamamlığı iledir."
"Ayıplardan uzak arkadaş arayanlar, arkadaşsız kalır."
855 (H.241) senesi Cumâ günü vefât etti. Vefât haberi, bütün Bağdat halkını ağlattı. Cenâze
namazını kılmak üzere çevreden gelenlerle birlikte, binlerce insan toplanmıştı. Bağdatlılar
evlerinin kapısını açıp; "Cenâze namazı için abdest almak isteyen gelsin." diye bağırdılar.
Cenâze namazı kılınınca, kuşlar tabutu üzerinde uçuşup, kendilerini tabuta vurdular. Cenâze
namazında yüz bine yakın kişi bulundu. O gün yâhûdî ve hıristiyanlardan pekçok kimse, bu
hâdiseyi görerek müslüman oldu. Ağlayıp, bağırarak; "Lâ ilâhe illallah." dediler.
Vefâtından sonra Muhammed ibni Huşeyme hazret-i İmâm'ı rüyâsında gördü. "Nereye
gidiyorsun?" dedi. "Cennet'e." dedi. "Allahü teâlâ sana ne muâmele etti?" diye sorunca,
cevâbında; "Allahü teâlâ beni mağfiret etti. Başıma taç giydirdi ve; "Ey Ahmed! Kur'ân-ı
kerîme mahlûk demediğin için, bu nîmetleri sana verdim." buyurdu." dedi.
Ahmed bin Hanbel'in vefât haberini İskenderiye'de iken duyan Muhammed bin Huzeyme, çok
üzülmüştü. Rüyâsında Ahmed bin Hanbel'in salına salına yürüdüğünü görüp kendisine; "Ey
İmâm! Bu böyle ne biçim yürüyüş?" dedi. O da; "Dünyâda Allahü teâlânın dînine hizmet
edenlerin, Cennet'teki yürüyüşleri böyledir." buyurdu. O; "Allahü teâlâ sana nasıl muâmele
etti?" diye sual etti. İmâm hazretleri; "Allahü teâlâ beni affetti, başıma bir taç, ayağıma
altından iki ayakkabı giydirdi ve; "Ey Ahmed! Kur'ân-ı kerîm benim kelâmımdır, diye
inandığın için, bu iltifâtlara kavuştun. Ey İmâm! Süfyân-ı Sevrî'den sana ulaşan duâlar var,
onlarla dünyâda duâ ettiğin gibi, şimdi de duâ et." dedi. Bu emir üzerine; "Ey âlemlerin Rabbi
olan Allah'ım! Bizleri af ve magfiret eyle. Bizlere suâl sorma." diye duâ ettim. Bu duâdan
sonra; "Ey Ahmed! İşte Cennet, gir oraya buyurdu ve ben de Cennet'e girdim." dedi.
Ahmed bin Hanbel'in pek çok eseri vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1) Müsned; 30 bin hadîs-i şerîfi içine almıştır. Matbûdur. 2) Kitâb-üs-Sünne. 3)
Kitâb-üz-Zühd: Matbûdur. 4) Kitâb-üs-Salât. 5) Kitâb-ül-Vera' ve'l-Îmân. 6)
Kitâb-ür-Reddi ale'l- Cehmiyye ve'z-Zenâdıka: Matbûdur. 7) Kitâb-ül-Eşribe: Matbûdur.
8) Kitâb-ül-Mesâil. 9) Cüz-fi Usûl-üs-Sünne. 10) Fadâil-üs-Sahâbe: 2 cilt hâlinde
matbûdur. 11) Er-Reddü A'lâ men-Tenâkua fi'l-Kur'ân. 12) Et-Tefsir. 13) En-Nâsih
ve'l-Mensûh. 14) Et-Târih. 15) Hadîsu Şu'be. 16) Mukaddem ve'l-Muahhar fi'l-Kur'ân.
17) Vücûbât-ül-Kur'ân. 18) Menâsik-ül-Kebîr ve's-Sagîr. 19) El-Cerhu ve't-Ta'dîl. 20)
Kitâb'ül-ilel ve Ma'rifet-ür-Ricâl: Matbûdur.
*"-(%&&5,3"'7
Ahmed bin Hanbel vefât ederken eliyle işâret edip; "Hayır olmaz!" dedi. Oğlu; "Babacığım
bu ne hâldir?" diye sorunca; "Şu an tehlike zamânıdır, duâ ediniz. Şeytan felâket toprağını
başıma saçmak istiyor. Ey Ahmed! Benim elimde can ver, diyor. Ben de; "Hayır olmaz! Hayır
olmaz!" diyorum. Bir nefes kalıncaya kadar tehlike vardır. Şeytanın aldatmasından emîn
olmak yoktur." buyurdu.
<5%.,"%
Ahmed ibni Hanbel'e; "Her gün sabahtan akşama kadar câmide ibâdet edip, Allahü teâlâ
benim rızkımı nereden olsa gönderir, diyen bir kimse nasıl bir adamdır?" diye sorulduğunda;
"Bu kimse câhildir. İslâmiyetten haberi yoktur. Çünkü, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem
buyurdu ki: "Allahü teâlâ benim rızkımı süngümün ucuna koymuştur." Yâni rızkım cihâd ile
gelmektedir." buyurdu.
İhlâs nedir? sorusuna; "Amellerin âfetlerinden kurtulmaktır." Tevekkül nedir? sorusuna;
"Rızkın Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır." cevâbını verdi.
Zühd nedir? sorusuna;"Zühd üç türlüdür; câhilin zühdü, haramları terk etmektir. Âlimlerin
zühdü, helal olanların fazlasından sakınmaktır. Âriflerin zühdü, Allahü teâlâyı unutturan
şeyleri terk etmektir." buyurdu.
Ebû Hafs Ömer bin Sâlih Tarsûsî isimli velî bir zât, Ahmed bin Hanbel'e; "Kalbler ne ile
yumuşar?" diye sordu. Başını eğip biraz düşündükten sonra; "Evlâdım! Helâl yemekle
yumuşar." buyurdu.
Ahmed bin Hanbel hazretlerine bir gün; "Tevekkül nedir?" diye sordular. "İnsanlardan
istemeyi ve onlara yalvarmayı terk etmektir." buyurdu.
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.9, s.161
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.1, s.72
3) Târih-i Bağdâd; c.4, s.412
4) Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.4
5) Tezkiret-ül-Huffâz; c.2, s.431
6) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.96
7) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.2, s.96
8) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.290
9) Kâmûs-ul-A'lâm; c.1, s.788
10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.980
11) Vefeyât-ül-A'yân; c.1, s.36
12) Rehber Ansiklopedisi; c.1, s.121, c.7, s.84
13) El-Bidâye ve'n-Nihâye; c.10, s.325
14) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.1, s.195
15) Miftah-us-Seâde; c.2, s.232
16) Hidâyet ül-Müvaffıkîn; s.63
17) Tabakât-ül-Müfessirîn; c.1, s.70
18) Mir'ât-ül-Cinân; c.2, s.132
19) Eshâb-ı Kirâm; s.310
20) Fâideli Bilgiler; s.13,44,73,87,91,143,158
21) Vehhâbîye Nasîhat; s.13,24
22) El-A'lâm; c.1, s.203
23) Sıfât-us-Safve; c.2, s.190
24) Sebîl-ün-Necât; s.25
25) Eşedd-ül-Cihâd; s.7
26) Mukaddimet-ül-Müsned (Zehebî); s.82
27) En-Nücûm-üz-Zâhire; c.2, s.304
28) Menâkıb-ı Ahmed bin Hanbel (İbni Cevzî)
29) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.209
30) En-Na't-ül-Ekmel; s.31

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder