Bağış Yap
26 Haziran 2013 Çarşamba
AHMED-İ TİCANİ
AHMED-İ TİCANİ
Tîcâniyye tarîkatının (yolunun) kurucusu. İsmi, Ahmed bin Muhtâr, künyesi, Ebü'l-Abbâs'dır.
1737 (H.1150) senesinde Cezâyir'in güneyinde Ayn-ı Mâdî denilen yerde doğdu. Seyyiddir.
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek soyundandır. Dedelerinden
Seyyid Muhammed, Ayn-ı Mâdî'ye yerleşip, Berberî kabîlelerinden biri olan Tîcânlılardan bir
kadınla evlenmişti. Bu soydan geldiği için Ebü'l-Abbas Ahmed'e Ticânî denildi. Ahmed
Ticânî 1815 (H.1230)'de Fas'da vefât etti. Kabri buradadır. Soyu, oğulları Muhammed Kebîr
ve Muhammed Habîb ile devam etti. Mâlikî mezhebindeydi.
Dindâr bir âile ocağında yetişen Ahmed Ticânî'ye, Allahü teâlâ, parlak bir zekâ, zihin açıklığı
ve din gayreti ihsân etti. Yedi yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Yirmi yaşına varmadan dînî
ve edebî ilimleri öğrendi. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek işlerini
ve sözlerini içerisinde toplayan Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim ile Malîkî mezhebine ait
din bilgilerini anlatan Muhtasar adındaki fıkıh kitabını ezberledi.
Yirmi yaşına gelince ihlâsa (herşeyi Allah rızası için yapma) kavuşma yollarını öğreten
tasavvufa meyletti. Bu arada, talebelere ders okutur, sorulan suallere doyurucu cevaplar
verirdi. İlimde olduğu gibi ibâdetlerde, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmakta, O'nu anıp,
hatırlamakta da pek gayretli idi. Genç yaşta yüksek hallere ulaşma nîmetine kavuştu.
Sonra, âlim ve velîlerle görüşüp, onlardan istifâde için pek çok yolculuk yaptı. Görüştüğü
kimseler kendisine ileride büyük derecelere kavuşacağını müjdelediler. Önce; Ebû
Muhammed Tayyîb bin Muhammed, Ahmed Sakîlî ile Muhammed Zebîbî Vâncelî ile
karşılaştı. Muhammed Zebîbî Vâncelî'nin onu gördüğünde ilk sözü; "Sen ilerde yüksek bir
mertebeye kavuşursun." oldu. Abdullah bin Arabî; "Allahü teâlâ senin elinden tutar."
buyurup, bu sözünü üç defa tekrarladı. Ebü'l-Abbâs Ahmed Tavvâş ise, halveti (yalnızlığı),
zikri, (Allahü teâlâyı anmayı, hatırlamayı) tavsiye etti. "Sabret, kalp gözün açılır." dedi.
Bilâhare Sahrâ denilen yere gelip, beş sene kaldı. Sonra Tilmsân'a geçti. Tefsîr ve hadîs
dersleri verdi. Bu sırada bütün himmet ve gayreti, Allahü teâlâ ile beraber olmak, dâimâ O'nu
anıp, hâtırlamak, O'ndan başkasını unutmak oldu. Bu sebeble insanlardan ve onların arasına
karışmaktan uzak durdu. Sonra hacca gitmek Resûlullah efendimizi sallallahü aleyhi ve
sellem ziyaret etmek niyeti ile yola çıktı. Cezâyir yakınlarında Ezvâvâ denilen yere gelince,
Ebû Abdullah Muhammed bin Abdurrahmân Ezherî'nin adını duydu. Gidip onunla görüştü.
Ondan Halvetiyye tarîkatının yolunu öğrendi. Zikirler, tenhâda, insanlardan uzak ve yalnız
yapıldığı için bu tarîkata Halvetiyye denmiştir. Allahü teâlânın yedi ism-i şerîfini usûlüne
göre söylemek, kalb temizliği, "La ilâhe illallah" sözünü dilden düşürmemek, devamlı Allahü
teâlâyı hatırlamak, O'ndan başkasını gönlünden çıkarmak, bu tarikatın temel
husûsiyetlerindendir.
Yolculuğa devâm eden Ahmed Ticânî önceden ismini duyduğu Şeyh Mahmûd-i Kürdî ile
görüşmek üzere gemiyle Mısır'a geldi. Gelir gelmez ilk işi o zâtı bulmak oldu. Şeyh
Mahmûd-ı Kürdî onu görünce; "Sen Allahü teâlânın indinde sevilen birisin." buyurdu.
Ahmed-i Ticânî; "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordu. "Allahü teâlânın bildirmesi ile."
cevâbını verdi.
Bir müddet onun yanında kalıp, hac için Mısır'dan ayrıldı. Vedâlaşırken Şeyh Mahmûd-ı
Kürdî ona hayır duâda bulundu. Mekke-i mükerremeye varınca buradaki büyükleri aradı.
Ebü'l-Abbas bin Ahmed bin Abdullah isimli mübârek bir zâtın varlığını öğrendi. Ancak bu
zât mânevî bir işârete dayanarak kimse ile görüşmüyordu. Bu yüzden onunla bizzât
görüşemedi. Kalben ona teveccüh edip (yönelip) mânen istifâde etti. Pek çok sırlara kavuştu.
Hattâ hizmetçisi vâsıtasıyla mektuplaşırlardı. Ebü'l-Abbâs Ahmed bin Abdullah, Ahmed
Ticânî'nin ilerde yüksek derecelere kavuşacağını müjdeledi. "Sen benim ilmimin, sırlarımın,
kavuştuğum nûrlarımın vârisisin." dedi. Hizmetçi bunları duyunca üzüldü ve; "On sekiz
senedir sana hizmet ediyorum. Sen ise, mağribden gelen birini vâris ediniyorsun." dedi.
Ahmed bin Abdullah hazretleri hizmetçisine; "Eğer bu benim isteğimle olsaydı, ondan evvel
kendi evlâdımı bundan faydalandırırdım." dedi. Zilhiccenin onunda vefât edeceğini söyledi.
Dediği gibi oldu.
Ahmed Ticânî hac ibâdetini tamamlayınca, Medîne-i münevvereye gitti. Peygamber
efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Ahmed Ticânî hazretleri Medîne-i münevvereye
gelince, burada evliyânın büyüklerinden Mustafa Bekrî'nin talebesi Semmân diye tanınan
Muhammed bin Abdülkerîm ile görüştü. Teberrüken onun derslerinde ve sohbetlerinde
bulunup, istifâde etti. Ziyâretten sonra, hac kâfilesi ile Mısır'a döndü. Şeyh Mahmûd-ı
Kürdî'nin yanında bir müddet kaldı. Şeyh Mahmûd-ı Kürdî onun ilminin biraz daha gelişmesi
için, müşkil (zor) meseleleri sorup, ondan bunların çözülmesini istedi. Bu sûretle ilimde
yüksek bir dereceye ulaştı. Hocası, Halvetiyye yolu üzere insanları terbiye ve irşâd etmesine
izin verdiyse de o buna cesâret edemedi. Büyük velî Mevlânâ İdrîs'i ziyâret için 1777
(H.1191) senesinde Fas şehrine gitmek üzere yola çıktı. Bu sırada Vecde şehrine uğradı.
Orada Ali Harzim bin Arabî ile tanıştı. Ona ileride kendisi ile görüşeceğine işâret eden
unutmuş olduğu bir rüyâsını hatırlattı. Fas'a varınca Mevlânâ İdrîs'i ziyâret etti. Bir müddet
daha Fas'da kalıp, onu ziyâret için yanına gidip geldi.
Bundan sonra Tunus'a ve bilâhare Tilmsan'a geçti. Burada sekiz sene kaldı. İnsanlara Allahü
teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Bir çok yerleri dolaştıktan sonra, Sem'un köyünde
yerleşti. Burada halvete girerek insanlardan uzak durdu ve kimse ile görüşmedi. Devamlı
zikir ve ibâdetle meşgul oldu. Mânevî perdeler kalkıp, yüksek derecelere kavuştu. Mübârek
ceddi (dedesi) Resûlullah'ı sallallahü aleyhi ve sellem uyanık iken, baş gözü ile gördü.
Peygamber efendimiz ona görünüp çeşitli zikirler öğretti. Sonunda Resûlullah ona; "İnsanları
irşâd et. Onlardan uzak durma. Bu sûretle vâdolunduğun yüksek mertebeye ulaşırsın."
buyurdu. Resûlullah efendimizin izni ve emri olduğu için insanları irşâd ve terbiyeye başladı.
Tasavvufun esâsını teşkil eden tövbe (günahlardan pişmanlık), zühd, (dünyâya rağbet
etmeme), sabr, şükr, havf (Allahü teâlânın azabından korkma), recâ, (Allahü teâlâdan
rahmetini ümit etme), tevekkül (Allahü teâlâya güvenme), rızâ (Allahü teâlâdan gelen her
şeyden hoşnûd olma), muhabbet (Allahü teâlâyı sevme ve her an Allahü teâlâyı hatırlayıp,
O'ndan başkasını unutup gönlünden çıkarma) demek olan fenâfillah mertebelerine kavuştu.
Ahmed Ticânî bilâhare bulunduğu köyden 1213 senesinde Fas'a gitti. Fas Sultânı onu çok iyi
karşıladı. Kendisine bir ev tahsis etti. Fakat, kalbi bu ev hakkında huzurlu değildi. İçinde bir
tereddüd vardı. Bu sebeple orada kalmayı kabûl etmedi. Sultan bunun farkına varıp, onu bu
hususta rahatlatacak şeyler söyledi. Nihâyet Ahmed Ticânî o eve yerleşti. Birkaç gün sonra
yakınlarına; "Bu eve Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin izni ile yerleştim.
Fakat bana bir şey yerine getirmemi emretti." dedi. Yakınlarından birisi Resûlullah'ın ona
evin kirâsı mikdarı bir şeyi fakirlere tasadduk etmesini (vermesini) emrettiğini anlatmıştır.
Bundan dolayı Ahmed Ticânî hazretleri her ayın sonunda evin kirâsı kıymetinde ekmeği,
fakirlere verirdi. Vefâtına kadar buna devâm etti.
Ahmed Ticânî hazretlerinin talebelerine ve sevenlerine nasihat edeceği, onları terbiye ile
meşgul olacağı bir zâviyesi (dergâhı) olmamıştı. Bu işi bâzan evinde bâzan câmilerden
birinde yapardı. Bir gün Resûlullah efendimiz kendisine görünerek bir zâviye inşâ etmesini,
bunun için kendisine güzel, helâl bir arâzi seçmesini emretti. Ahmed Ticânî hazretleri yine
Peygamber efendimizin işâreti ile bugün Fas'ta Büleyde diye bilinen Derdâs mıntıkasında bir
yeri seçti ve burayı helâlinden kendi malı ile satın aldı. Bu arsa Akvemâ oğullarına ait harâbe
bir yerdi. Kimse oraya yalnız giremezdi. Güvenilir kimselerden nakledildiğine göre, bâzan
oradan bir kalabalığın zikir sesleri gelirdi. Fas meczûblarının (velîlerinin) çoğu buraya
uğrardı. Zâviye yapılmadan önceFas'ın Lehbî ismindeki meşhûr meczûbu, bu harabeye gelir,
kulağını kapısına koyar oradan geçenlere; "Buraya gelin, zikr seslerini dinleyin." derdi.
Ahmed Ticânî hazretleri daha sonra bu arsanın çevresindeki yerleri de satın aldı. Resûlullah
efendimiz, Ahmed Ticânî'ye orası için; "Burası benim mekânımdır." buyurdu.
Ahmed Ticânî (rahmetullahi aleyh) zâviyenin inşâsına başlayacağı zaman, hasedçiler hep
birlikte, zâviyenin yapılmasına karşı çıktılar. Durum sultana ulaştı. Sultan, Ahmed Ticânî'nin
çok kerâmetlerine şâhid olduğu için zâviyenin yapılmasını emretti. Bunun için Ahmed
Ticânî'ye bir mikdâr yardım ve başka lâzım olabilecek şeyler de gönderdi. Ahmed Ticânî
belki bizden daha muhtaç olanlar vardır diye bunları ona geri gönderdi. Onlara verilmesini
istedi. Sultan; "Yanındaki talebelerine dağıtırsın." deyince; "Hamdolsun hepsinin durumları
iyidir" buyurdu. Sultan; "Zâviyeye harcarsın." dediğinde; "Zâviye, Allahü teâlânın yardımı ile
ayakta durucudur." buyurdu. Fakat o sırada kimse bu sözün mânâsını anlamadı. Zâviyenin
işlerini yürüten talebeleri, sultandan gelen malın bu sefer de geri çevrilmesinden çekindiler.
Ahmed Ticânî hazretlerinin haberi olmadan gelen yardımı sultanın adamından alıp, onunla
abdesthâne yaptılar. İnşâat tamamlanınca, sultandan gelen para ile yapılan abdesthânenin
yıkıldığı, zâviyenin diğer kısımlarının ise ayakta durduğu görüldü. O zaman bu sözün mânâsı
anlaşılmış oldu.
Ahmed Ticânî hazretleri, bu zâviyede insanlara din bilgilerini Allahü teâlânın rızâsını
kazanma yollarını öğretti. Allahü teâlânın kendisine ihsân ettiği ilimler ve feyzlerden herkesi
faydalandırdı. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine uymakta, dinden
olmayıp, sonradan giren bid'atlerden sakınmakta, dünyevî alâkalardan kurtulmakta pek
gayretli olduğu gibi, insanları da bu hususda teşvik etti.
Ahmed Ticânî hazretlerinin Mûsâ ismindeki talebesi sohbet esnâsında çok suâl sorardı.
Muhammed Selâlî ismindeki zât ise ona bu sebeple darılırdı. Birgün Ahmed Ticânî hazretleri
ikisini de yanına çağırdı. Geldiklerinde Muhammed Selâli'ye; "Mûsâ'ya karışma. O ne yaparsa
yapsın ben onu severim." buyurdu.
Ahmed Ticânî hazretleri Halvetiyye tarîkatına göre insanları terbiye ve irşâd etti. Bu irşâd
kendine mahsus olduğundan Halvetiyye'nin Ticânîye kolu ortaya çıktı ve bu tarîkatın
Afrika'da İslâmiyet'in yayılmasına büyük hizmeti oldu.
Ahmed Ticânî hazretleri Fas'ta uzun müddet kaldıktan sonra çoluk çocuğu ile beraber Şam'a
yerleşmeye karar vermişti. Faslılara bu haber ağır geldi. Sanki içerlerinde ciğerleri
parçalanıyordu. Bütün hazırlıklar tamam olup sadece yola çıkmak kalmıştı. Faslılar, Ahmed
Ticânî hazretlerinin aralarında kalması için Resûlullah efendimizin rûhâniyetinden yardım
istediler. Peygamber efendimizin muvâfakatı ile Şam'a gitmekten vazgeçince halk çok
sevindi.
1230 yılında 80 yaşındaydı. Bereketli ömrünün son anlarına gelmişti. Gece boyunca; "Allah
Allah! Bir nûr kalbimi yaktı." sözünü tekrarladı. Sabaha yakın yanında bulunanlara dönüp;
"İşte Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem halîfeleri ile beraber geldi, hepiniz kalkınız."
buyurdu. Birkaç kişi hâriç diğerleri çıktılar. Bir müddet sonra rûhunu teslim etti.
Ahmet Ticânî hazretleri beyaz tenli nûrânî yüzlü, gür sesli, susması çok, tebessümü hoş, sözü,
sohbeti tatlı, heybet, vakar, hayâ, firâset ve kerâmet sâhibiydi. Allahü teâlânın izni ile kısa
zamanda uzak mesâfelere giderdi. Gizli şeyler kendisine mâlum olurdu. Şeyh İbrâhim
Reyyâhî isminde bir zât Fas'a geldiğinde, ilk önce Ahmed Ticânî hazretlerini ziyâret için
evine gitti. Kapıyı çaldığında, hizmetçi çıkıp; "Sen Tunuslu İbrâhim Reyyâhî misin?" dedi. O;
"Evet." deyince, hizmetçi; "Ahmed Ticânî hazretleri geleceğini söylemişti. Buyrun, girin."
dedi. İbrâhim Reyyâhî içeri girince, odada başkalarının da olduklarını gördü. Sonra ona bir
bardak süt ikrâm edildi. Hepsini içdikten sonra Ahmed Ticânî hazretleri oraya geldi ve ona,
hocası Şeyh Sâlih Kevvâş'ın vefât ettiğini, kendisinin de onun cenâzesinde bulunduğunu
haber verdi.
Cenâzesinde Fas âlimleri, eşrafı ve devlet ileri gelenleri de hazır bulundu. Cenâze namazını,
Müftü Muhammed bin İbrâhim kıldırdı.
Büyük âlimler Ahmed Ticânî hazretlerini medh u senâ etmişlerdir.
Mağrib âlimlerinden Câfer bin İdris Kettânî: "Büyük kutb gavs-ı rabbânî, vasıfları yüksek,
halleri garib, evliyâlık derecesi büyüktür."
Muhammed bin Câfer Fârîsî: "Nihâyete varmış velî, şerîatle hakîkatı bir araya getiren kâmil
(olgun) rehber."
Yûsuf-i Nebhânî: "Ârif denilen evliyânın önderidir. Zikirlerini ve virdlerini uyanık iken
Peygamber efendimizden alan büyüklerindendir." demiştir.
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.349
2) Târih-ul-Halef; c.2, s.38
3) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.183
4) El-A'lâm; c.1, s.248
5) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.2, s.143
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1077
7) Kıyâmet ve Âhiret; s.82
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.331
9) Gâyet-ül-Emânî fî Sîreti Seyyidî Ahmed et-Ticânî; (Muhammed bin Hasan Sânî, Beyrut,
Tarihsiz)
10) Cevâhir-ul-Mesnî (Ali Harezm, Kâhire, 1348)
11) The Tijaniyye (Jamil Abu'n-Nasr, Londra, 1965)
12) The Sufi Orders in İslâm; s.107
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder