Bağış Yap
26 Haziran 2013 Çarşamba
AHMED ŞEYBANİ
AHMED ŞEYBANİ
Hindistan evliyâsından. İsmi Ahmed olup, babasının ismi Kâdı Mecdüddîn'dir. İmâm-ı A'zam
hazretlerinin en yüksek talebelerinden olan İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin soyundandır.
Hindistan'ın Nârnûl beldesinde doğup yetişti. Doğum târihi belli değildir.
Küçük yaşta ilim tahsîline başlayan Ahmed Şeybânî Hâce Hüseyin Nâgûrî'nin talebesi oldu.
Zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsîl etti. Ayrıca başka âlimlerin de sohbetlerinde bulundu. İlim
tahsîlini tamamladıktan sonra, Ecmîr'e yerleşti. Orada yetmiş seneden fazla kaldı. Dünyâya
düşkün olmaktan, haramlara ve şüphelilere düşmekten uzak bir şekilde, nefsin isteklerine
muhâlefet ederek, ibâdet ve tâat ile meşgûl olarak yaşardı. Haramlara düşmekten son derece
sakınır, takvâ üzere bulunurdu. Tasavvuf yolunda ilerlemiş olup, yüksek derece sâhibi idi.
Dünyâya düşkün olmamakla birlikte, dünyâya düşkün olanlardan da uzaktı. Sohbetinde
bulunanlara; dînimizin hükümlerini, tasavvuf yolunda bulunmanın husûsiyetlerini ve bu yola
âit ince bilgileri anlatırdı. Meclisi, Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin meclisi gibiydi. Emr-i mârûf
ve nehy-i münkerde, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmede çok gayretliydi. Zengin,
fakir, tanıdık ve yabancı, herkese karşı, fitne çıkarmadan emr-i mârûf yapardı ve bu hususta
hiçbir zaman gevşeklik göstermezdi. Arabî ve Fârisiyi çok güzel konuşurdu.
Ahmed Şeybânî, küçüklüğünde akrabâları ile birlikte alışveriş için Mendev beldesine gitmişti.
Şeyhülislâm Şeyh Mahmûd Dehlevî de oradaydı. Cemâat ile namaz kılındı. Namazda
Mahmûd Dehlevî en ön safta başka âlim zâtlar ile birlikte bulunuyordu. Mahmûd Dehlevî,
namaza dururken iftitâh tekbîrini imâmdan önce aldı ve bu hâl Ahmed Şeybânî'nin dikkatini
çekti. Namazdan sonra, başka âlimlerin, bu hâli Şeyhülislâm'a söylemekte gevşek
davrandıklarını görünce çok hayret etti. Nihâyet dayanamayıp yanına giderek; "Sizin bu
namazınız olmadı. İmâmdan evvel tekbîr aldınız." dedi. Bu hâli öğrenen Şeyhülislâm, bu
çocuk yaşta, fakat dînini bilen ve çok uyanık olan Ahmed Şeybânî'ye teşekkür edip, namazını
iâde etti.
Ahmed Şeybânî hazretleri, öğünme vesîlesi sayılabilecek gösterişli elbiseler giymezdi.
Namazlarda sarık sarardı. Cumâ ve bayram günlerinde, sünnet olduğu için ve dünyâ ehlinden
yanına gelenler olursa onlara karşı da heybetli olmak, İslâmın şerefini, vakarını korumak için
kıymetli elbise giyerdi. "Din ehlini dünyâ ehline aşağı göstermemelidir. Zîrâ dünyâ ehli,
görünüşe bakarlar." buyururdu.
Sohbetlerinde, Allahü teâlâ buyurdu ki, Resûlullah efendimiz buyurdu ki gibi ifâdeleri,
ehemmiyetine binâen tam bir azamet ve heybetle söylerdi ve böyle söylemesi, insanlara çok
tesirli olurdu.
Fakirlere, tasavvuf yolunda bulunanlara çok hürmet ederdi.Hayvanına binmiş olarak
giderken, böyle zâtlardan birini görse, hemen iner, onun geçmesini bekler, ellerini bağlamış
olarak hürmetle dururdu.
Huzûrunda gıybet konuşulsa, hattâ lüzûmsuz bir şey söylense aslâ müsâade etmez, derhâl;
"Baba sus!" diyerek îkaz ederdi. Talebelerinden birisi edeb ve hürmetle duyacağı şekilde
ismini söylese hemen gözleri yaşarır ve kendisini aşağılayarak; "Ahmed kim oluyor, o
zarardadır." derdi.
Ahmed Şeybânî hazretleri, gece yarısı geçtikten sonra kalkıp, Hâce Muînüddîn hazretlerinin
türbesine gider, orada teheccüd namazını kılıp, kuşluk vaktine kadar zikir ve tesbîh ile meşgûl
olurdu. Bu arada hiç konuşmazdı. Kuşluk vaktinde duhâ namazını kıldıktan sonra,
talebelerine ilim öğretir, ders verirdi. Bundan sonra, sünnet olduğu için kaylûle yaparak öğle
üzeri bir mikdâr uyur, kalktıktan sonra öğle namazını kılar, ikindiye kadar zikir ve tesbîhle
meşgûl olurdu. İkindi namazından sonra meclisinde bulunanlara Tefsîr-i Medârik'den okur,
anlatırdı. Allahü teâlânın îmân sâhipleri için Cennet'te hazırladığı nîmetlere ve din düşmanları
için Cehennem'de hazırlanan sonsuz azâba âit haberleri okuyunca çok ağlar, bu ağlaması
sebebiyle gözleri kızarırdı.
Ahmed Şeybânî hazretleri Ecmîr'deyken bir gün dostlarına; "Bu birkaç gün içinde, bu şehre
celâl nazarı vardır. Bir belâ ve musîbet gelmesi yakındır. Müslümanların şehirden çıkmaları
lâzımdır." buyurdu. Acele hazırlıklar yapılıp, Ahmed Şeybânî, müslümanlardan bir cemâat
ile, 1516 (H.927) senesinde bir pazar günü Ecmîr'den çıktı. Bundan sonra gelen ilk cumartesi
günü, din düşmanları Ecmîr şehrini istilâ edip, şehrin altını üstüne getirdiler. Ecmîr'de kalan
birçok müslümanı şehîd ettiler. Bu istilâdan beş gün evvel Ecmîr'den ayrılmasının, onun bir
kerâmeti olduğu anlaşıldı.
Ahmed Şeybânî hazretleri Ecmîr'e geldiğinde, on sekiz yaşındaydı. Çıktığında ise, doksan
yaşına yaklaşmıştı. Ecmîr'den ayrıldıktan sonra, doğum yeri olan Nârnûl'de kaldı. Üç-dört
sene sonra bir gün, meczûb bir kimse gelerek; "Ahmed Şeybânî! Seni göğe çağırıyorlar.
Hocanın huzûruna git!" dedi. O da, o gece rüyâsında buna benzer şeyler görmüştü. Hemen
hazırlanıp, hocasının memleketi olan Nâgûr'a geldi.
Nâgûr'a geldikten birkaç gün sonra hastalanan Ahmed Şeybânî, hastalığı ağırlaşıp ölüm hâli
yaklaşınca, ellerini kaldırarak namaza başlıyormuş gibi tekbîr aldı ve kendinden geçti. 1521
(H.927) senesi Şubat ayının dördünde Cumâ günü bu hâlde iken, "Allahü ekber" diye diye
rûhunu teslim eyledi. Hocasının kabrinin ayak ucuna defnedildi.
Ahmed Şeybânî hazretlerinin, Peygamber efendimize olan muhabbet ve aşkı pek çokdu.
Kendisine bir kimse gelerek; "Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm." dese, derhâl
kendisini toparlar, o kimsenin karşısında ayakta durur, elleri bağlı olarak, büyük bir hürmet
ve edeb ile anlatmasını beklerdi. O kimse anlattıkça, ellerine, ayaklarına kapanır, o zâtın
elbisesini yüzüne gözüne sürerdi. O kimse; "Filan yerde gördüm." derse, o yere gider, orayı
öper, yüzünü sürerdi. Orada bir taş varsa, taşı yıkar, suyunu içer, o suyu gülsuyu ile elbisesine
sürerdi.
1) Ahbâr-ul-Ahyâr; s.190
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder