Hz.Ebüdderdâ’nın son sözleri
Eshâb-ı kirâmın meşhurlarından olan, Ebüdderdâ hazretleri, Hicretin ikinci senesinde müslüman oldu. Daha önce ticaretle uğraşırdı. Bu sebeble çok yer gezmiş ve çok kimseler görmüştü. Öğrendiği bir çok mâlûmat neticesidne ticaretten vazgeçip, kendi kendine ibâdet etmeye başlamıştı.
Peygamberimiz Medine’ye hicret edince, Ebüdderdâ, İslâmiyetin üstünlüğünü görerek müslüman oldu. “Ticaretle ibâdeti birleştirmek istedim mümkün olmadı. Ticareti bırakıp ibâdete yöneldim.” buyurmuştur.
O müslüman olmadan önce Bedir savaşı yapılmıştı. Uhud savaşında ve diğer savaşların hepsinde bulundu. Uhud savaşında gösterdiği cesâret ve kahramanlığı çok dikkati çekmiştir. Peygamberimiz onu methetmiştir “Ne mükemmel süvâridir” buyurmuştur.
Ebüdderdâ Hendek savaşında, Hudeybiye andlaşmasında, Hayber’in fethinde, Mekke’nin fethinde, Huneyn ve Tebük gazvelerinde ve Veda Haccında da bulunmuştur. Peygamberimizin zamanında Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberlemiştir. Âyet-i kerîmelerin çoğunun tefsirini bizzat Peygamber efendimize sorarak öğrenmiştir.
Ebüdderdâ , Peygamberimizin vefâtından sonra Medine’de kalmaya tahammül edememiştir. Dolaştığı her yerde Resûlullahın hatırasını görüp, dayanamadığından Şam’a gidip, orada yerleşti. Hz. Ömer’in isteği üzere Şam’da ders vermeye başladı. Çok sayıda âlim yetiştirdi. Tefsir, hadîs, fıkıh ilimlerini öğretmesinin yanında, verdiği Kur’ân-ı kerîm dersleri meşhûrdur.
Ebüdderdâ, ömrünü dîne hizmet etmekle geçirdi. Nübüvvet kaynağından aldığı ilmi yaydı. Hz. Osman’ın halifeliğinin son yıllarında vefât etti. Abdullah bin Selâm’ın oğlu Yusuf şöyle anlatmıştır: “Ebüdderdâ vefât edeceği sırada ben yanında idim. Bana “Kalk benim vefât etmek üzere olduğumu halka ilân et” dedi. Ben kalkıp insanlara durumu bildirdim. İşitenler evine geldiler. Evin içi dışı insanla doldu. Sorna beni dışarı çıkarınız demesi üzerine dışarı çıkardık. Beni oturtunuz dedi. Oturttuk. Evinde toplanan büyük kalabalığa karşı şöyle dedi: “Ey insanlar Resûl-i Ekrem’den işittim şöyle buyurdu: “Kim kusursuz ve noksansız bir abdest alır, sonra da tam bir ihlâs ile namaz kılarsa Allahü teâlâ onun istediklerini ona ihsân eder.”
Bundan sonra gelenlere namazla ilgili bir miktar daha nasihâtta bulundu. Son sözleri bunlar oldu. 652 senesinde Şam’da vefât etti.
“Ümmetin hâkimi Ebüdderdâ’dır”
Ebüdderda hazretleri ömrü boyunca ilimle uğraştı. Derslerinde kırâat ilmi üzerinde durmuştur. Şam’da Câmii Kebir’de verdiği bu derslerine pek çok sayıda talebe katılırdı. Talebelerine onar kişilik halkalar halinde ders verirdi. Her ders halkasını ayrı ayrı kontrol ederdi. Bir defasında talebeleri sayıldığında binaltıyüz civarında oldukları görülmüştür. Ebüdderdâ ayrıca tebabet ilmini de bilirdi. Hastalarını tedavi eder, gerekli ilâçları yapardı.
Hz. Ömer’in halifeliği sırasında bir ara Medine’ye döndü. Hz. Ömer, O’na Bedir Eshâbından olanlara verilen maaş kadar maaş bağladı. Hz. Osman’ın halifeliği sırasında Şam’a vali tayin edilen Hz. Muaviye, halifeden bir kâdı istemişti. Hz. Osman bu vazifeyi en iyi Ebüdderdâ yapar buyurarak Ona verilmesini emretti. Bu vazifesi sırasında da ilim yaymaya devam etti. Şam’da bulunduğu sırada Kûfe’den ve diğer yerlerden çok kimse Ona fıkhî meseleler sormak üzere gelir, fetvasını alırdı. Peygamber efendimiz “Her ümmetin bir hâkimi vardır. Bu ümmetin hâkimi de Ebüdderdâ’dır” buyurmuştur.
Muaz bin Cebel de vefât ederken talebesi Amr bin Meymun’a, Ebüdderdâ’nın ilminden istifâde edilmesini vasiyet ederek, “Yeryüzü ondan daha âlim bir kimse taşımadı” buyurmuştur. Herkese iyilikle muamelede bulunurdu. Kızgınlıkları ve kırgınlıkları yatıştırır, hep güler yüz gösterirdi. Kimseyi incitmez kimseden incinmezdi. Çok tok gönüllü ve cömert idi. Kendisini ziyarete gelen her misafire çok ikramda bulunur, bizzat kendisi hizmet ederdi. İlmi, takvası, üstün ahlâkıyla ve daha bir çok vasıflarıyla çok sevilip, hürmet gösterilmiştir.
Hanımı Ümmü Derdâ şöyle anlatmıştır: “Ebüdderdâ bir şey anlatırken ve bir hadîs-i şerîf naklederken daima tebessüm ederdi. Bir gün sebebini sordum. “Resûl-i Ekrem her hadîs-i şerîf söyledikçe tebessüm ederdi.” dedi. Gelenlere, ilim öğrenmek için mi yoksa başka maksatla mı geldiklerini öğrenir sonra, pekiyi o halde dinle diyerek şu hadîs-i şerîfi okurdu.
“Bir insan ilim kazanmak için bir yola giderse, Allahü teâlâ ona Cennete doğru bir yol açar. Melekler, ilim peşinde koşanlardan hoşnut oldukları için kanatlarını onun altına gererler. İlim sahipleri için yerdekiler ve gökdekiler mağfiret niyâz ederler. Denizin diplerindeki balıklar bile ona duâ ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü, ayın yıldızlara üstünlüğü gibidir. Peygamberlerin vârisleri âlimlerdir. Bunlar dirhem ve dinar (para peşinde) koşmazlar. İlme koşarlar. Onun için onlar ilimden ne kadar fazla pay almak mümkünse o kadar alırlar.”
“Bir Müslüman hakkını helal ederse...”
Bir gün Ebüdderdâ hazretlerinin evine bir zât geldi. Ona eğer burada kalacaksan sana bir yer hazırlayayım yolcu isen geçip gideceksen sana azık hazırlayayım dedi. O zât yolcuyum gideceğim dedi. Ebüdderdâ öyle ise sana en güzel azığı hazırlayayım, bundan daha kıymetli azık olsa idi onu sana verirdim dedi.
Sonra şöyle devam etti: “Bir gün Resûlullahın huzuruna gitmiştim. Dedim ki, yâ Resûlallah zenginler dünyayı da ahireti de kazandılar, onlar hem namaz kılıyor hem oruç tutuyorlar, hem sadaka verebiliyorlar. Fakat biz fakir olduğumuz için sadaka veremiyoruz. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: “Sana bir şey söyleyeyim mi? Sen onu yapınca kavuştuğun şeye ancak onu yapanlar kavuşabilirler. Yapmayanlardan hiçbiri ona yetişemezler. Her namazdan sonra otuzüç kere tesbih (subhanallah) otuzüç kere tahmid (elhamdülillah) otuzüç kere tekbir (Allahü ekber) getir.”
Bir defasında Kureyş’ten bir zât Ensârdan bir zâtın dişini kırmıştı. Dişi kırılan zât Hz. Muaviye’ye gidip şikâyet etti. Hz. Muaviye helâllaşmalarını tavsiye etti. Fakat şikâyet eden kabul etmedi. Hz. Muaviye, o zâta Ebüdderdâ’yı göstererek bak bu zâta sor dedi. Bunun üzerine Ebüdderdâ şöyle dedi: Resûl-i ekrem’den işittim “Bir müslümanın bedenine bir zarar gelirde, buna sebeb olanı (yapanı) affeder, hakkını helâl ederse, Allahü teâlâ onu bir derece yükseltir. Onun bir hatasını affeder.” buyurdu.
Bunu dinleyenzât Ebüdderdâ’ya bakarak sen bunu bizzât Resûl-i ekrem efendimizden duydun mu? dedi. Evet kulaklarımla işittim, kalbimle kavradım dedi. Bunun üzerine o zât o halde ben şikâyetimden vazgeçiyorum, hakkımı da helal ediyorum dedi.
Ebüdderdâ bir gün Şam’da mescidde oturuyordu. Bir kişi mescide girdi ve şöyle duâ etti. Yâ Rabbi! Yalnızlıkta bana yardımcı ol, garibliğimde bana acı. Bana aziz ve sevimli bir dost ihsan et dedi.
Ebüdderdâ bu sözlerini duyunca o zâta dönüp şöyle dedi. Resûlullah’den işittim buyurdu ki: “İnsanlar içinde kendine zulmedenler var, bunlar gam ve keder içindedirler. İnsanlar arasında israftan sakınanlar var, bunlar iktisadlı ve mutedil hareket ederler. Bunların hesabı kolaydır. Sonra insanlar arasında hayır işlemek için yarışanlar var bunlar hesapsız Cennete girerler.”
“Üç şey olmasa yaşamak istemem!”
Ebüdderdâ hazretleri; bir şahsın işlemiş olduğu bir kötülükten dolayı insanlar tarafından sövülüp, kötülendiğine tesadüf etti. “Bu adam bir kuyuya düşmüş olsaydı, siz onu çıkarmak istemez miydiniz?” dedi. İnsanlar, evet çıkarmak isterdik, deyince Ebüdderdâ “Öyle ise, onu kötülemeyiniz, dil uzatmayınız, onun işlemiş olduğu kötülükten sizi korumuş olan Allahü teâlâya hamd ve şükr ediniz.” dedi. “Sen ona buğz etmez misin” diye sordular. “Ben onun kendisine değil yaptığı fenalığa buğz ederim” buyurdu.
Ebüdderdâ’nın rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bir kısmı da şunlardır.
“Cömertlik, imân sağlamlığından gelir. İmânı sağlam olan Cehenneme girmez. Cimrilik de şek ve şüpheden gelir. Şüphe içinde olan Cennete giremez.”
“Mizâna konacak amelleden en ağır geleni, güzel ahlâktır.”
“Zamanımızda şikâyetinize sebep olan şeyler, amellerinizin bozukluğundandır.”
“Dertli mü’minin duâsını ganimet bilin.”
“Kul bir şeye lânet ettiğinde, o lânet göğe çıkar. Gök kapıları kapanır. Giremez yere döner, yerin kapıları kapanır giremez, sağa sola gider. Gidecek bir yer bulamayınca lânet edilene gider. Lâyıksa onda kalır, lâyık değilse lânet edene döner.”
“Ey Ebüdderdâ! Cehennem ehlinin kimler olduğunu sana bildireyim mi? Her böbürlenen, kaba, büyüklük taslıyan, mal toplıyan, iyiliğe mâni olan kimsedir. Cennet ehlinin kimler olduğunu sana bildireyim mi? Her fakir kimse ki, Allah’a yemin etse, Allah onu doğru çıkarır.”
Ebüdderdâ hazretlerinin veciz sözlerin bazıları:
“Üç şey olmasa bir gün bile yaşamağı istemezdim. Bunlar sıcak ve uzun günlerde Allah için oruç tutup susuz kalmak, gece ortasında Allah için secde etmek ve meyvelerin iyisi arandığı gibi sözlerin de iyisini arayan kimselerle sohbet etmektir.”
“Aklında eksiklik olmayan hiç kimse yoktur. Çünkü dünyalıktan eline bir şey geçtiği vakit sevinir, fakat ömrünün azaldığına üzülmez.” “Bir âlim ilmiyle amel etmedikçe âlim sayılmaz.”
“Hayır, malı ve evlâdı çoğaltmakta değildir. Hayır, kulluk yükünün büyüklüğünü anlamak, ameli çoğaltmak, insanlarla oyalanmayı bırakıp, Allahü teâlâya ibâdete yönelmektir. Eğer iyilik yaparsan Allahü teâlaya hamd et, günah işlemişsen istiğfar et.”
“Ölümden sonra neler göreceğinizi, başınıza gelecekleri bilseydiniz, isteyerek ne yemek yiyebilir ne de su içebilirdiniz.” “Ölümü çok hatırlayan taşkınlıktan ve hasedden kurtulur.”
“Bu kılıcı benden kim alır?”
Ebû Dücâne hazretleri, Resûlullah efendimizin bütün gazâlarına iştirak etmiş ve canını Resûlullah ve din-i İslâm için hiçe saymış, edîp, şecâatlı ve kahraman bir zât idi. Bilhassa Uhud’da göstermiş olduğu kahramanlığı İslâm tarihinde dillere destan olmuştur. Bundon dolayı Peygamberimizin İltifâtına mazhar olmuştur.
Bu savaşta göstermiş olduğu kahramanlıklarla herkesi hayran bıraktı. Uhud Harbi’nin kızıştığı sırada Peygamberimiz elinde tuttuğu ve üzerinde “Korkaklıkta ar, ilerlemekte şeref ve itibâr var. İnsan korkmakla kaderden kurtulmaz” beyti yazılı kılıcını göstererek “Bu kılıcı benden kim alır?” buyurdular.
Eshâb-ı kirâmdan bir çokları “Ben, ben, ben” diye almak için ellerini uzattılar. Peygamberimiz tekrar “Bunun hakkını vermek üzere kim alır?” deyince Eshâb-ı kirâm sustular ve geri durdular. Kılıcı hararetle isteyenlerden Zübeyr bin Avvâm “Ben alırım Yâ Resûlallah” dedi. Peygamberimiz kılıcı Hz. Zübeyr’e vermedi. Hz. Ebû Bekir, Hz.Ömer, Hz.Ali’nin istekleri de Peygamberimiz tarafından kabul edilmedi.
Ebû Dücâne “Yâ Resûlallah bu kılıcın hakkı nedir?” diye sordu. Peygamberimiz “Onun hakkı eğilip bükülünceye kadar, onu düşmana vurmaktır. Onunh hakkı müslüman öldürmemen, onunla kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla Allahü teâlâ sana zafer yahud şehidlik nasib edinceye kadar Allah yolunda çarpışmandır” buyurdu.
Ebû Dücâne “Yâ Resûlallah ben onun hakkını yerine getirmek üzere alıyorum” dedi. Peygamberimiz elindeki kılıcı ona teslim etti.
Ebû Dücâne kılıcı alınca, harp meydanına doğru çalımlı ve gururlu bir şekilde yürümeye başladı. Ebû Dücâne hazretlerinin bu şekilde yürümesi Eshâb-ı kirâm arasında pek hoş karşılanmadı. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Bu bir yürü yüştür ki, bu yerler (harp meydanları) dışında Allahü teâlânın gadabına sebeptir.” buyurarak yalnız düşmana karşı çalımlı yürümenin câiz olduğunu, izin verildiğini beyan ettiler. Savaşta Resulullah efendimiz yaralanmış mübarek yanaklarından ve yüzünden akan kan, sakal-ı şerîflerini ıslatmıştı. Bu halde bile “Yâ Rabbi kavmimi affet. Çünkü onlar bilmiyorlar” diye duâ buyuruyordu
Ebû Dücâne savaşın en şiddetli zamanında Peygamberimizin üzerine eğilip atılan oklara karşı O’nu vücuduyla korumakta ve atılan oklar sırtına çarpıp düşmekte idi. Peygamberimiz bu olanları görüyordu ve “Allahım Ebû Dücâne’den ben nasıl râzı isem, Sen de râzı ol” diye duâ buyurmuştu. Savaşın hezimetle neticelenmemesinde, Hz. Dücanenin büyük katkısı oldu.
Ömrü savaş meydanlarında geçti
Hz. Ebû Dücâne Uhud’da çok kahramanlık gösterdi. Resûlullah Uhud gazâsından salimen dönünce, Peygamberimiz, Hz. Ali’ye “Sen muharebede sadakat gösterdin; Sehl bin Hâris ve Ebû Dücâne de sadakat gösterdi” buyurarak Ebû Dücâne ve Sehl hazretlerinin yapmış olduğu üstün hizmeti beyan buyurmuşlardır. Hz. Peygamber, Uhud gazâsından sonra müslümanlara ihanet eden ve Resûlullaha verdikleri sözde durmayan ve Resulullahı öldürmeye teşebbüs eden Beni Nâdir yahudilerinin üzerine yürüdü.
Yahudiler yenildiler. Yahudilere hiçbir mal götürmemek şartıyla eman verildi. Resûlullah Beni Nâdir yahudilerinin terkettiği malların hepsine el koydu. Bu ganimet mallarının hepsini muhâcirlere dağıtmak için istişâre etti. Böylece muhâcirler, ensârın evlerinde oturmakdan kurtulacaklardı.Ensârdan Sa’d bin Ubâde ile Sa’d bin Muaz: “Ya Resûlallah! Sen Benî Nâdir’in mallarını muhâcirlere dağıt. Onlar şimdiye kadar olduğu gibi yine evlerimizde oturmaya devâm etsinler” buyurdular. Resûlullah ensârdan Sehl bin Huneyf ile Ebû Dücâne hazretlerine fakir oldukları için bu ganimetlerden onlara da pay verdi.
Ebû Dücâne hazretleri Peygamberimizin vefatından sonra ortaya çıkan irtidât, dinden dönme fitnelerinin ortadan kaldırılmasında da çok büyük hizmet görmüştür. Dinden dönenlerin başında bulunan Müseylemet-ül Kezzâb, peygamber, olduğunu ileri sürerek büyük fitne çıkarmıştı.
Hz. Halid bin Velid komutasındaki İslâm ordusu bu fitnecinin üzerine sevk edilmişti. Harp esnasında Hz. Ebû Dücâne düşmana çok şiddetli hücum ediyordu. Mürtedler, Hz. Halid bin Velid’in çadırına girip yağma yapmaya başlamışlardı. Bu sırada İslâm askeri geri dönüp şiddetli bir hücum ile Müseylemet-ül Kezzâb’ın ordusunu bozdu. Hz. Vahşi, Müseylemet-ül Kezzâb’ı katletti. Müseylemet-ül Kezzâb’ın ordusunu teşkil eden Beni Hanife kabilesi yenilince etrafını duvarlarla çevirip tahkim ettikleri büyük bir bahçeye sığınmışlar ve kapısını kapatmışlardı.
Bu bahçeye duvardan ilk atlayarak giren Ebû Dücâne idi. Aşağı atlarken ayağı kırıldı. Buna rağmen gayretine zerre kadar eksiklik getirmeyerek, o muhkem bahçenin kapısını bekleyen müşrikleri dağıtıp, İslâm askerine bahçenin kapısını açtı. Tekrar düşmanın üzerine
hücum etti ve şehâdet şerbetini içinceye kadar savaştı ve burada hicretin onbirinci yılında şehid oldu.
“Güvenebileceğim iki amelin var!”
Hazret-i Dücane’nin şehid düştüğü Yemame savaşında, Müseylemet-ül Kezzâb’ın kırkbin kişilik ordusundan yirmi bini katledilmiş, fakat müslümanlardan da iki binden ziyade şehid verilmişti. Bunun üçyüzaltmışı muhâcirden, bir o kadarı da ensârdan ve kalanı da tabiînden idi. Şehid olanların içerisinde yetmişten ziyade hafız vardı.
Ebû Dücâne hazretleri cesaret ve kahramanılğı kadar da fazilet sahibi olup, hiç kimseye kötülük düşünmez ve boş ve faidesiz şey (mâlâya’nî) ile meşgûl olmazdı.
Zeyd bin Eslemi diyor ki, Ebû Dücane hazretleri hasta idi ve yüzü nurla parlıyordu. Huzuruna gelenlerden birisi “Bu yüzünüzün böyle nurlu olmasının sebebi nedir?” diye sordu. Buyurdu ki: Güvenebileceğim beni kurtaracak iki amelim var. Birisi mâlâya’nî ile meşgûl olmazdım. İkincisi hiçbir müslümana kalbimde en küçük bir kötülük bulundurmazdım ve hiçbir müslümana kötülük düşünmezdim.
Ebû Dücâne hazletleri anlatır: Yatıyordum; değirmen sesi gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi bir ses duydum ve şimşek gibi bir parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah bir şeyin yükseldiğini gördüm. Elimle yokladım, kirpi derisi gibi idi. Yüzüme kıvılcım gibi birşeyler atmağa başladı. Hemen Resûlullaha gidip olanları anlattım. Buyurdu ki, “Yâ Ebû Dücane Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!”
Sonra, kalem ve kâğıt istedi. Hz. Ali’ye bir mektup yazdırdı. Mektubu alıp, eve götürdüm. Başımın altına koyup uyudum. Feryad eden bir ses beni uyandırdı. Diyordu ki, Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektupla beni yaktın. Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu, bizim karşımızdan kaldırmakdan başka, bizim için kurtuluş yoktur. Artık seninle komşularının evine gelmiyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz”
Ona dedim ki, “sâhibimden izin almadıkça bu mektubu kaldırmam.” Cin ağlamasından, feryadından, o gece, bana çok uzun geldi. Sabah namâzını mescidde kıldıktan sonra, cinnin sözlerini Peygamberimize anlattım.
Resûlullah buyurdu ki: “O mektubu kaldır, yoksa, mektubun acısını kıyamete kadar çekerler.” Bir müslüman bu mektubu yanında taşısa veya evinde bulundursa; bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup, zarar veren cin de gider.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder