Bağış Yap

Amount :
Other : USD

5 Şubat 2014 Çarşamba

AHMED EZ-ZÂHİD

AHMED EZ-ZÂHİD
Mısır evliyâsından, fıkıh âlimi. İsmi Ahmed, babasınınki Süleymân'dır. Zâhid diye tanındı.
Doğum târihi ve yeri belli değildir. 1417 (H.820) senesinde vefât etti. Ders verdiği câminin
bahçesine defn edildi.
Ahmed Zâhid küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Şeyh Hasan Şüsteri ve zamânında bulunan
büyük velîler ile görüşüp onların sohbetlerinde yetişti. Birgün mektebe giderken, yolda
Allahü teâlânın evliyâ kullarından sâlih bir zât ile karşılaştı. O zât Ahmed Zâhid'den yiyecek
bir şey istedi. Maksadı bir şey istemek değil, onunla konuşmak idi. Kahvaltıda yiyeceğini o
zâta verdi. O zât da; "Ey Ahmed! Allahü teâlânın izni ile sen kısa zamanda yetişerek,
zamânının büyük velîlerinden olursun. Cömerdliğin, eli açık bir kimse olman sebebiyle
Allahü teâlâ yüksek dereceler ihsân eder. Zâhid lakabıyla anılırsın. Maksem bölgesinde senin
için bir câmi inşâ edilir. Bu câminin inşâsı sırasında seni anlayamayan bâzı zavallılar sana
îtirazları yüzünden Allahü teâlâ tarafından cezâlandırılırlar. Sen Mısır'ın her tarafında
parmakla gösterilen büyüklerden olursun. Senin vâsıtan ile çok kimse, âlî derecelere, yüksek
makamlara kavuşurlar." buyurdu. Bu zâtın söyledikleri zamanla çıktı. Bundan sonra Ahmed
Zâhid o zâtla ne kadar görüşmek istedi ise de nasîb olmadı.
Ahmed Zâhid, kâbiliyeti ve üstün gayretleri ile kısa zamanda yetişerek kemâle geldi. İlmi ile
âmil olan âlimlerin büyüklerinden, tasavvuf yolunda bulunan yüksek derece sahiplerinin
üstünlerinden oldu. Tasavvuf ehli arasında kendisi için, zamânında bulunan evliyânın
Cüneyd-i Bağdâdî'si denirdi.
Ahmed Zâhid hazretlerinin ders verip sohbet etmesi, insanlara dînimizin emir ve yasaklarını
anlatması için bir câmi yapılmasına karar verildi. Bu hazırlıklar yapılırken, sultanın yakın
adamlarından Cemâleddîn isimli birisi, Ahmed Zâhid'e karşı uygun olmayan düşünceler
içinde idi. Câminin inşâsına mâni olmak istedi. Ahmed Zâhid buna çok üzüldü. Diğer taraftan
bir sebepten dolayı Cemâleddîn sultan tarafından hapsedildi. İnşâata devam eden ustalar,
Cemâleddîn'in hapisten çıkıp, tekrar inşâata engel olmasından çekiniyorlardı. Ahmed Zâhid
onlara iltifat edip; "Merak etmeyin. Onun cezâsı hususîdir. Câminin inşâatı bitmedikçe
çıkamaz." buyurdu. Daha böyle îtiraz edenler oldu ise de hepsi cezâlarını buldular. Câmi
tamamlandıktan sonra Ahmed Zâhid hazretleri uzun seneler bu câmide yüzlerce talebe
yetiştirdi. Binlerce kişi sohbetlerinden istifâde etti. "Ehl-i sünnet îtikâdında olan sâlih biri;
benim bu mescidime gelip iki rekat namaz kılsa ve bu îtikâd üzere vefât etse, bana kıyâmet
gününde elinden tutmam, kendisini müşkilâttan korumam ve ona şefâat etmem için izin
verildi." buyururdu.
Çok kerâmetleri görüldü. O ise, bu yüksek hallerini gizler, anlatılması îcab ettiğinde, başka
bir kimseden naklediyor gibi anlatırdı.
Ahmed ez-Zâhid hazretlerinin en önde gelen talebelerinden olan Muhammed Gamravî, bir
ara, Kâhire'ye yüz doksan kilometre mesâfede bulunan Dimyât bölgesine gitmişti. Dönüşünde
hediye olarak yanına bir kova pekmez aldı. Gemiye binmek üzere Nil Nehrinin sâhiline geldi.
Pekmez kovası da yanında idi. Orada beklerken, oradan geçen birisi kovaya takıldı, kova da
yuvarlanıp nehre düştü. Muhammed Gamravî, Kâhire'ye hocasının yanına geldiğinde, hocası;
"Hediyen nerede?" diye sordu. O da mahcûb bir şekilde;
"Efendim, size getirmek üzere bir kova pekmez almıştım. Getiremedim. Birisi takılıp, kova
nehre yuvarlandı." dedi. Bunun üzerine Ahmed ez-Zâhid hazretleri, buna iltifât ederek;
"Sen gelmeden evvel hediyen gelip bize ulaştı." buyurdu ve kendisini başka bir odaya
götürdü. Muhammed Gamravî o odada rafta, nehre yuvarlanmış olan pekmez kovasını gördü.
Kovadan hâlâ sular damlıyordu. Bu hâlin hocasının bir kerâmeti olduğunu anlayıp çok
sevindi.
Bir defâsında kendisine küçük bir çocuk getirip, bunun için duâ etmesini istediler. O da;
"Yâ Rabbî! Bu çocuğu, dünyâ hayâtında şan ve şöhret âfetinden muhâfaza et!" buyurdu. O
çocuk, bu duâ bereketiyle sâlihlerden, velî bir zât olarak yetişti.
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.319
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c.2, s.81
3)İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.245

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder