İslamiyete
göre, kadınların, kızların, yabancı erkeklere örtüsüz görünmesi, erkeklerin de
bunlara bakması harâmdır, büyük günâhtır. Harâm vâsıtası ile dünya malı
kazanmak Müslümana yakışmaz. Böylece kazanılan malların faydası ve bereketi
olmaz. Harâma ehemmiyyet vermiyenin îmânı gider.
Hazret-i Âişe validemizin kızkardeşi Esmâ,
Resûlullahın yanına geldi. Arkasında ince elbise vardı. Derisinin rengi belli
oluyordu. Resûlullah efendimiz mübârek yüzünü çevirdi ve:
“Yâ Esmâ! Bir kız, namaz kılacak yaşa geldiği zaman, onun,
yüzünden ve iki elinden başka yerlerini erkeklere göstermemesi lâzımdır.”
buyurdu.
Bu hadîs-i şerîften anlaşılıyor ki,
kadınların yabancı erkekler yanına açık saçık çıkmaları büyük günâhtır.
Rus elçisi II.Abdülhamid Hana sorar:
Kadınlarınızı böyle fazla sokağa çakartmamak suretiyle onlara eziyet etmiş
olmuyor musunuz? Cevap: Ekselans, siz kıymetli mücevherlerinizi ortada mı
tutarsınız. Elçi, hayır, sağlam kasalarda saklayarak onları koruruz cevabını
verince, Abdülhamid Han, kadınlar bizim en kıymetli mücevherlerimiz olduğu için
böyle koruma altına alırız, der.
Bunları
söylemekten maksat, açık gezen kadınları aşağı, kötü, kapalı kadınların her
yönü ile iyi kimseler olduğunu söylemek değildir. Müslüman, açık gezenleri,
içki içenleri, dine aykırı iş yapanları görünce, onlara acır, imkân bulursa
tatlı sözler ile nasîhat verir. Hiç olmazsa, zararlı yoldan kurtulmaları için
duâ eder. Günâh işliyeni görünce, kendi günâhlarını hâtırlar. Başkalarını
ayıplamak, kötülemek, gıybet etmek harâmdır. Onların günâhlarından daha büyük
günâh işlemiş olur. Müslümanın maksadı herkese iyilik yapmak olmalıdır.
Bâzıları,
"Umacı gibi, örtünmüş kadını görmek, insana sıkıntı veriyor. Süslü, açık,
güzel kadına, kıza bakmak ise, insana ferahlık, neş'e veriyor. Güzel bir çiçeğe
bakmak, koklamak gibi tatlı oluyor." diyorlar.
Burada bir incelik var. Çiçeğe bakmak, onu
koklamak rûha tatlı gelmektedir. Rûhun Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü
anlamasına, O'nun emirlerine uymasına sebep olmaktadır.
Fakat, açık, süslenmiş kadına bakmak ise,
nefse hoş gelmektedir. Kulak, renkten zevk almaz. Göz de sesten zevk almaz.
Çünkü, anlamazlar. Nefs Allahü teâlânın düşmanıdır. Zevklerine kavuşmak için
her kötülüğü yapmaktan çekinmez. İnsan haklarını, kanûnları çiğner. Onun
zevklerinin sonu yoktur. Kadına kıza bakmakla yetinmediği gibi onunla buluşmak, beraber olmak ister.
Bunun içindir ki, nefslerin taşkınlıklarını
önlemek için yapılır bütün kanûnlar... Nefsin taşkın istekleri, insanı
felakete, hastalıklara, âile fâcialarına, sürüklemektedir. Allahü teâlâ, bu
fâcialara mâni olmak için, kızların
açılmalarını, yabancı erkeklere yaklaşmalarını, içkiyi, kumarı yasak etmiştir.
Nefslerinin esîri olanlar, bu yasakları beğenmiyorlar.
Birçokları, bilhassa Batı fikirli din
bilgisi olmayan kimseler de diyorlar ki: "Gençler önceden görüşür, flört
ederse, birbirini yakından tanıma imkanları olur. Eğer huyları, anlayışları
farklı ise evlenmeden önce daha işin başındayken, işi bitirmiş olur."
diyorlar.
Fakat tatbikatta hiç de böyle olmadığı
ortaya çıkmaktadır. Bugün en çok boşanma batı ülkelerinde olmaktadır. Bu
gerçek, bu tür firiklerin yanlış olduğunu ispata kafidir.
İki taraf da birbirlerine hoş görünmek için
berâber bulundukları sırada, gâyet ihtiyâtlı davranıp, kötü huylarını
birbirlerine hissettirmemeğe çalışır, birbirlerini aldatırlar. Bunun için, gençlikten
gelen duyguların ve şehvânî kuvvetlerin tesîri ile önceden tanışmalarının
faydası olmaz. Bunun da delîli, Hıristiyan âilelerin çoğunda, evlendikten sonra
görülen hoş olmıyan hâllerdir.
Her memlekette, bilhâssa Avrupa'da, sâdece
hanımı ile ömrünün sonuna kadar berâber yaşayıp, başka bir kadınla ilgisi
olmamış güçlü, kuvvetli kimse pek azdır. Orada, kendi hanımı ile berâber
oturmak ayıp olduğu için, herkes hanımını başka bir erkekle oturtur. Kendisi
de, bir başkasının hanımını alarak dans eder. Böyle bir görüşmede, gerek erkek,
bir diğer kadına ve gerek kadın, bir diğer erkeğe çâresiz meyleder. Bunun için
Hıristiyan memleketlerinde, kadınlar ve erkekler, birbirleri ile karıştıkları,
görüştükleri ve konuştukları için, zina etmeden ömür geçirmiş bir erkek ve
kadın pek nâdir bulunur.
Müslüman
hanımlarının durumuna gelince, Müslümanların hanımları, ırz, nâmûs ve hayâ
sâhibi olarak, kocalarının yanında ve her yerde muhterem olduğundan, onları
böyle tehlikelere ve hakâretlere lâyık görmezler. Herkes, en çok sevdiği ve
kıymetli olan şeyleri kendi nefsi için sakladığı gibi, Müslümanlar da,
kendilerine her şeyden kıymetli, azîz ve muhterem bildikleri hanımlarını uçan
kuştan esirgerler.
Bu ise,
muhabbetin, sevginin çokluğundandır. Avrupalılar, bu husûsta ahlâk ve nâmûs
duygusundan uzaklaşmışlardır. Erkeğin, hanımını veya kadının kocasını
kıskanması, çok gülünç ve alay konusu olan bir ahmaklık kabûl edilmektedir. O
hale gelmiş ki, bir kimse hakkında, filan kıskanç imiş denilince, terbiyesiz ve
ahmak sayılır. Batı ülkeleri, Müslüman ülkeleri de kendilerine benzetmek
istiyorlar. Bütün gayretleri bundandır. Çeşitli isimler altında, dernekler
kurup asil milletimizi kendi ahlâksızlıklarına alıştırmak istiyorlar. Hadîs-i
şerîfte, “Hayâ îmândandır.” buyuruldu. Maksatları önce hayayı yıkmak
sonra da dini, îmânı...
Evliler daha uzun ömürlü
“Sadece bedensel sağlığa odaklanmanız yetmez. Duygusal ve zihinsel
sağlığın da önemli olduğunu gösteren yüzlerce çalışma var. Bu çalışmaların ortak
noktası, zihinsel sağlık için güçlü sosyal bağların çok önemli olduğudur. Güçlü
sosyal ilişkiler, sağlıklı yaşlanmanın başlıca unsurlarından biridir. Sosyal
bağlarınız, ilişki ağınız en az kolesterol, hipertansiyon veya kan şekeriniz
kadar önemlidir.
EVLİLİK kurumu, sosyal ilişki ağınızın
önemli bir parçasıdır. Evlilik, yaşam kalitesi ve süresi üzerinde etkili bir
faktördür. Özellikle erkeklerde evli olup olmamak, yaşam kalitesini derinden
etkiler. Evliler, duygusal ve bedensel açıdan kendilerini daha iyi ve mutlu
hisseder.
Yalnızlık
hiçbir canlı için iyi değildir ama insanlar için dayanılması en güç durumlardan
biridir. Güçlü sosyal bağlar, yalnızlık duygusunu azaltır. Bazen sıradan
kalabalıklar içindeyken bile rahatlamamız bundandır. Yaşınız ilerledikçe
mükemmelliğe olan tutkunuz törpülenmekte, huzur anlayışınız sadeleşmektedir.
Kişisel kusurlarınızı yaşlandıkça daha kolay fark eder, başkalarının
kusurlarını sorunsuzca affedersiniz. Eğer iyi ilişkiler kurabilen biriyseniz ve
yalnızlığınızı azaltabilecek güçlü sosyal bağlara sahipseniz, yaşlanma
yolculuğunuz daha kolay ve neşeli olacaktır. Evlilik, yalnızlığı azaltmakta ve
güçlü sosyal bağlar kurdurmakta çok güçlü bir çözümdür. Güvenebileceğiniz,
birlikte yürüyebileceğiniz, paylaşabileceğiniz, zorluklara birlikte
katlanabileceğiniz bir hayat arkadaşınız varsa hayatınızın daha sağlıklı,
keyifli, huzurlu ve hafif geçeceğinden hiç kuşkunuz olmasın.” (Hürriyet,
Prof.Dr.Osman Müftüoğlu, 18.7.2006)
Kapitalist Batı’nın bugün ilâhı, mabudu, her şeyi paradır,
menfaattir. Aslında geçmişte de pek farklı değildi. Batı’da menfaat her şeyin
üzerindedir. Para kutsaldır onların gözünde...
Menfaatin dışındaki bütün kavramların hiçbir değeri yoktur.
Başta, dillerinden hiç düşürmedikleri demokrasi olmak üzere, insan hakları,
kadın hakları, hayvan hakları, çevrecilik, velhâsıl aklınıza ne geliyorsa hepsi
göstermeliktir. Bunları gayelerine ulaşmada birer paravan olarak kullanırlar.
İstismarda üzerlerine yoktur.
En çok istismar ettikleri de kadın konusudur... Aslında,
kadın hakları savunuculuğu altında, kadınlara en büyük zulmü kendileri
yapıyorlar. Fakat bunu öyle bir kılıfa sokuyorlar ki, zulüm altında inim inim
inleyen kadınlar bile bunun farkına varamıyorlar. Az da olsa bunun farkına varan
kültürlü kadınlar çıkmış Batı’da... Fakat bunlar istisna kabilinden olduğu için
neticeyi değiştirememişler...
Batılı kadınların acınacak hâllerini yine Batılı olan bir
kadından dinleyelim. Fransa’nın meşhur şairi Madam Mardirous, Müslüman kadınlara bakınız nasıl sesleniyor:
“İçinde
bulunduğunuz nimetin kıymetini biliniz!... Burada kadına hürriyet adı altında
yapılan işkenceleri bilemezsiniz siz. Ah, şu omuzumda hıçkırarak ağlamış
kızların adedini bir bilseniz... Kulaklarım, kızların çok feci, kalbleri yakan
bağırışları ile dolu... Evet, ışıklar ve çiçeklerle dolu bir baloya girebilmek,
çok tatlı gibi görünür. Kadınlara verilen bir hak gibi sunulur. Aslında
buralar, kadınların sömürüldüğü, erkeklere sunulduğu, şehvetlerin tatmin
edildiği yerler... Türk erkeklerine sesleniyorum: Kadınlarınıza, kızlarınıza
bunları anlatın! Sakın bu yapılanların kadınlara iyilik olarak yapıldığını
zannetmesinler! Bunların sadece ve sadece kadını istismar için yapıldığını
bilsinler, sakın bunlara özenmesinler!” (Faideli
Bilgiler, 290)
Şimdi de size, Avrupa’nın kadınlar hakkındaki atasözlerini
sunacağım. Malûm olduğu üzere, atasözleri belli bir şahsın düşüncesini değil, o
toplumun ortak düşüncesini gösterir. Atasözleri bir kültürün aynasıdır.
Toplumların hayat felsefesi, en kestirmeden atasözlerinde saklıdır.
Aşağıdaki atasözleri, Fransız yazar Quitard’ın “Proverbes sur
les femmes” kitabından alınmıştır:
* Şeytanın
yapamadığını kadın yapar.
* Kadın,
erkeği tuzağa düşüren bir örümcektir.
* Kadının
vücudunun üstündeki baş, şeytan kafasıdır.
* Karısı
olanın arısı var demektir; onu devamlı sokar.
* Kadın zarurî
bir baş belâsıdır.
* Kadın takvim
gibidir, sadece bir yıl işe yarar.
* Erkek kadın
için değil, kadın erkek için yaratılmıştır.
* Kadın dili
kesilse bile susmaz.
* İyi kadın
kafası olmayan kadındır.
* Kadın
dövülür, fakat öldürülmez.
* Horozun
karşısında tavuk ötmemelidir.
Şimdi Avrupa’nın anlı şanlı kadın hakları savunucularına ve
bizdeki temsilcileri olan feministlere sormak lâzım: Kadının şeytandan daha
kötü olduğunu, baş belâsı olduğunu, belli bir süre sonra değiştirilmesinin
gerekli olduğunu, kadını dövmenin tabiî bir şey olduğunu ve benzeri konuları
savunmak mıdır kadın hakları?
Kadını bu derece aşağı gören ve ona, ihtiyaç için alınıp
satılan herhangi bir eşya muamelesi yapan toplumların kadın hakları
savunuculuğuna soyunmaları ne derece inandırıcı olur?
Zavallılar, Müslümanlıkta kadını aşağılamanın, onu ezmenin,
sömürmenin yasak olduğunu bilmiyorlar. Kültürümüzden, dinimizden uzak
yetiştikleri için, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizin
kadınlar hakkında buyurdukları mübarek sözleri nereden bilecekler? Peygamber
efendimizin bu hususta buyurduğu sözlerden birkaçı şöyle:
“Cennet
anaların ayağı altındadır.”
“Ahirette,
kocası tarafından dövülen kadının davacısı ben olacağım.”
“Müslümanların
en iyisi, hanımına karşı iyi ve faydalı olandır.”
“Kadınlarınıza
eziyet etmeyiniz! Onlar Allahü teâlânın emanetleridir. Onlara yumuşak olunuz,
iyilik ediniz!”
Bir vesile ile tanıştığım bir konfeksiyon atölyesi sahibine,
kaç kişi çalıştırdığını sorduğumda, “25’i kadın 5’i erkek olmak üzere, toplam
30 kişi” dedi. Sonra da, “İhtiyaç sahibi, çaresiz birçok kadının, kızın ekmek
kapısı oluyorum, çok dua ediyorlar zavallılar.” diye ilâve etti. Yanımdaki
arkadaş, müdahale ederek konfeksiyoncuya sordu:
- Size bir şey
soracağım. Burada biz bizeyiz. Lütfen soruma samimî bir şekilde cevap verin.
Özellikle kadın çalıştırmanızdaki gerçek sebep nedir?
Adam önce cevap vermekte tereddüt etti. Arkadaş tekrar ikaz
etti:
- Cevap vermek zorunda değilsiniz. Fakat cevap verecekseniz,
gerçek sebebi söyleyin lütfen.
- Madem ısrar
ediyorsunuz, söyleyeyim. Kadın çalıştırmamın bir değil birçok sebebi var. Kadın,
ucuz işçi demektir. Ortalama verdiğim ücret erkeğin yarısıdır. Ayrıca kadın,
problemsiz işçi demektir. Sigorta istemez, istediğin zaman işine son
verebilirsin. Kadınları disiplin altına almak, erkeklere göre çok daha
kolaydır. Erkek işçi birçok problemi de beraberinde getirir. Yalnız ben değil,
başkaları da bu sebeplerden dolayı kadın işçi çalıştırır.
Böylece durum açık ve net olarak anlaşılmış oldu. Zaten
mesele burada düğümleniyor. Üzerinde durulması gereken husus; kadının çalışıp
çalışmaması değil; çalışması gerekiyorsa, tabiî ki çalışacak kadın. Üzerinde
durulması gereken asıl mesele, kadının istismar edilmesi ve bu sayede köşe
dönülmesi... Kadının hakkını, hukukunu düşünen kim? Yalnız bizde mi? Hayır,
bütün dünyada durum aynı. Özellikle de istismarın üretim merkezi Batı’da.
İsterseniz biraz daha gerilere giderek, bu istismarı kim ve ne zaman başlattı;
ona bir bakalım.
Ondokuzuncu yüzyılda, Sanayi Devrimi ile berber, Batı’da,
kapitalistler arasında amansız bir rekabet başladı. Ucuz maliyet için çareler
aranıyordu. Kadın devreye sokulursa, bu sağlanabilirdi. Fakat çalışmaya alışkın
olmayan kadını, evinden çıkarabilmek pek kolay değildi o zamanın Batı’sında.
Kapitalistler buna bir kılıf buldular. Ekonomik özgürlük,
kadın hakları, kadın erkek eşitliği gibi konuları gündeme getirip; kadın
çalıştığı takdirde, bu haklara kavuşacağı propagandası yapıldı. Bu sinsi plân,
onlara bir lütuf, bir ihsan gibi gösterildi. Bu tuzakla evlerinden çıkardıkları
kadınların sayesinde zenginliklerine zenginlik kattılar.
Bununla da kalınmadı. Üretilen malların tüketilmesi için de,
kadınların tüketici olarak devreye sokulması ve verilenin elinden geri alınması
plânları yapılmaya başlandı.
Bunun için dergiler çıkarıldı. ABD’de yayınlanan, Dial, Godey’s Lady’s book, Ladies’
Magazine’ gibi dergiler piyasaya sürüldü. Pahalı, fakat pratik değeri
olmayan giyecekler, “Güzel giyim”
olarak lânse edildi. Giyim, kocasına karşı şirin görünmek olarak değil, sokağa
şirin görünmek şekline dönüştürüldü sinsice. Neticede, gardroplar elbiselerle
dolup taşmaya başladı. Bununla da kalınmadı. Üretilen malların satılmasında,
kadının reklâm malzemesi olarak kullanılması gündeme geldi. Kadın,
cinselliğinden istifade edilerek, sadece kadın giysilerinde değil, her cins malın
reklâmında kullanılmaya başlandı.
Bütün bu yapılanlarda istismar, ikiyüzlülük hep ön plânda
oldu... Adalet, eşitlik adı altında, zulüm gördü kadın. Kadın hakkı denilip,
haksızlığın daniskası yapıldı.
Bu yapılanlar ister istemez aileye de yansıdı. Aileyi
temelinden sarstı. Dallas gibi TV dizileriyle, aile bombardımana tutuldu.
Evlilik dışı ilişkilere göz yummak, eşler arasında, uygarlık kabul edildi. ABD’de yapılan bir araştırmada,
erkeklerin % 46’sının, kadınların
ise % 41’inin evlilik dışı gayri
meşru hayat yaşadıkları tespit edilmiştir.
Kadınların gerçek durumları böyleyken, sözde kadın hakları
savunucuları feministler ve çeşitli dernekler bunlara mâni olacaklarına, aksine
istismarcılar ile kol kola girip, bindikleri dalı kesme gafletine düştüler.
Kim ne derse desin, bütün bu olup bitenleri tarafsız bir
şekilde inceleyen kimsenin, tarih boyunca kadını sadece İslâm dininin istismar
etmediğini, ona lâyık olduğu değeri verdiğini görecektir. Bugün tarafsız
gözlemciler, kadını, aileyi, korumak için İslâmdaki aile yapısını incelemekte
olup, bunu kendilerine nasıl adapte edebilecekleri arayışı içindeler. Batı şunu
açık bir şekilde gördü ki, acil tedbir alınmazsa, çok kısa zamanda, aile diye
bir kurum kalmayacak... Ailenin ortadan kalkması da bir toplum için büyük bir
felâket olacaktır...
Filozoflara göre, insanlar, tarih öncesi çağlarda, birer
canavar gibi vahşiymiş... Daha sonraları aile, cemiyet ve toplum hâline
gelmişler...
Sosyologlara göre ise, insanlar önce hayvan gibi sürüler
hâlinde yaşarlarmış; daha sonra fertler haline gelmişler...
Halbuki aile, cemiyet ilk insan Hz. Adem’den beri vardır.
Fakat bunlar, Hz. Adem’i ilk insan ve peygamber olarak kabul etmedikleri için
pusulalarını şaşırıyorlar.
İlk zamanlarda; şehirlerde yaşayan medenî insanlar olduğu
gibi, çöllerde, dağlarda ilkel hayat süren insanlar da vardı. Bugün bile
Afrika’da Amerika’da böyle insanlar yok mu? Dağda yaşayan ilkel insanları esas
alıp, bütün insanlar ilkeldi demek ilim adamına yakışmaz.
Yüce Allah, aileyi toplumun temel taşı olarak yaratmıştır.
Tarih boyunca aile hep var olmuştur. Çünkü yaratan böyle yaratmıştır. Âyet-i
kerîmede mealen, “Ey insanlar, biz
sizleri bir erkek, bir kadından yarattık” (Hucurat-13) buyurulmaktadır.
Eğer toplum, yaratılışına uygun olarak, aileye önem verirse,
sağlam olarak ayakta kalabilir. Aileye önem vermezse, cemiyetin düzeni bozulup,
işte o zaman filozofların dediği gibi, fert fert birer canavar olurlar.
Batı, hızla bu canavarlaşmaya doğru gitmektedir. Çünkü,
aileyi yok etmek için ne lâzımsa yapılmış bugüne kadar. Şimdi onlar da
yaptıklarının yanlışlığını geç de olsa anladılar. Fakat çok geç... Geriye dönüş
olmaz bu saatten sonra artık...
Fransa’da yayınlanan Ça
M’İnteresse ve L’Evenement du Jeudi dergileri
ile Almanya’da yayınlanan Focus
dergisi sık sık bu konuları gündeme getiriyorlar. Giderek çöken aile kurumunu
kurtarmaya çalışıyorlar... Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, boşanma
oranlarının çok yüksek olması sebebiyle, yakında aile mefhumunun kalmayacağı
endişesini dile getiriyorlar.
Yapılan araştırmalara göre, Türk aile yapısı Batı’ya göre
daha kuvvetli olduğundan, boşanma oranının Türkiye’de çok düşük olduğu tespit
edildi.
Yine araştırmalara göre, Türk aile yapısının sevindirici bir
özelliği de evliliklerin oldukça dayanıklı olması... Mevcut evliliklerin, yüzde
93’ünü birinci evlilikler, yüzde 4’ünü ikinci evlilikler, geri kalan oranlarını
ise üçüncü veya dördüncü evlilikler teşkil ediyor.
Etme bulma dünyası... İslâm düşmanlığı uğruna nice
medeniyetleri ve aile mefhumunu yok eden İngiltere’de, yakın bir gelecekte aile
mefhumunun kalmayacağı görüşünden hareketle, yeni kanunlar hazırlanıyor.
Boşanma oranının vahametini gören İngiliz hükümeti, giderek çöken aile kurumunu
koruma altına alma gayretinde...
İngiltere’de, evlilik dışı çocuk oranı yüzde 35’e ulaşmış
durumda. Yeni düzenlemelerle, evlilik konusuna daha sıcak bakan eski
kuşaklardan da evliliklerin korunması için daha fazla destek sağlanması
hedefleniyor.
Büyükanne ile büyükbabaların hem evlilik, hem de bu
evlilikten doğan çocukların üzerindeki etkilerinin artırılması için, aile
büyüklerinin çocuklarına yakın yerlerde yaşamaları teşvik edilmekte...
Bunlar hep dinimizin emrettiği, bu sebeple de İngilizlerin
düşman olduğu değerler değil mi? Körü körüne düşmanlık insanı ne hâllere
düşürüyor?
Netice olarak; Batı ülkeleriyle kıyaslanınca Türkiye’nin
durumu sevindirici... Ama bu nereye kadar? Batılılaşma bu hızıyla devam ederse,
eninde sonunda bizim varacağımız nokta da aynı olmayacak mı?!.