Bağış Yap

Amount :
Other : USD

30 Nisan 2013 Salı

Silsile-i aliyye - 27- Mazher-i Cân-ı Canan


27- Mazher-i Cân-ı Canan
Mazher-i Can-ı Canan hazretleri, evliyanın büyüklerinden. nsanları Hakk'a davet eden,
do ru yolu göstererek hakiki saadete kavu turan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen
alim ve velilerin me hurlarındandır. smi, emseddin Habibullah'tır. Babası Mirza
Can'dır. Onun ismine izafeten Can-ı Canan denilmi tir. 1699 (H.1111) veya 1701 (H.1113)
senesinde Ramazan-ı erifin on birinde Cuma günü do du. 1781 (H.1195) senesinde ehid
edildi. Hazret-i Ali'nin neslinden olup, seyyiddir. Ceddi, ileri gelen devlet adamlarından
olup, Teymuriyye sultanlarına yakınlıkları vardı. Babası Mirza Can, mevki ve makamı
terkedip, fakirli i ve kanaatı tercih etti. Servetini Allah için fakirlere da ıttı. Kızının nikahı
için ayırdı ı yirmi be bin rub'iyye mikdarındaki altını, bir dostunun iddetli bir sıkıntıda
oldu unu i itince, tamamen ona hediye etti. Babası, memleketinde, merhameti, üstün ahlakı,
insani meziyetlerinin üstünlü ü ile tanınmı bir zattı. Zamanın mür id-i kamillerinden olan
ah Abdürrahman Kadiri'nin sohbetinde kemale geldi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, Zeka, fehm ve anlayı ının parlaklı ını gören firaset
erbabı, onun yüksek bir fıtrata, yaratılı a sahib oldu unu söylerlerdi. Babası, onun terbiye ve
taliminde, ilim ö renmesi hususunda çok dikkat gösterdi. Daha küçük ya ta ilim, marifet
ö renmeye ve çe itli maharetler kazanma a ba ladı.Kıymetli ömrünü çocuklu undan
itibaren gayet iyi de erlendirip, heba etmedi. lim ve marifeti yanında ayrıca çe itli sanat ve
maharetleri ö rendi. Kendisi öyle demi tir: "Çocuklu umda brahim aleyhisselamı rüyamda
görüp, çok iltifat ve ihsanlarına kavu tum. Yine çocuklu umda hazret-i Ebu Bekr'i ne zaman
hatırlayıp ismini ansam, mübarek sureti kar ıma çıkardı. Ruhaniyetini gözümle görürdüm.
Bana çok iltifatta bulunurdu."
Yine öyle anlatmı tır: "Çocuklu umda idi. Bir kimse babamla konu uyordu. mam-ı
Rabbani hazretlerinden bahsettiler. Ben o anda mam-ıRabbani hazretlerinin ruhaniyetini
gördüm. Bana oradan kalkmam için i aret etti. Bu hali babama söyleyince; "Anla ıldı ki, sen
onların yolundan istifade edeceksin." dedi. Allahü teala benim tinetime, sünnet-i seniyyeye
ittiba etme, uyma hasletini yerle tirmi ."
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin fıtratında, yaratılı ında bir yükseklik, büyükler
yolunda ilerlemeye büyük bir kabiliyet, onları sevmek ve muhabbet gösterme hususiyeti
vardı. "A k ve muhabbet, benim tinetimin hamurunun mayasıdır." buyurdu. Zamanın me hur
alimlerinden onun halini görenler; "Bu çocuk, a ıkane bir mizaca sahibdir." demi lerdir.
Babası ona; "Senin dünyaya geli in benim için çok mübarek oldu. Çünkü senin do du un
sene, ben dünyaya ait ba lılıkları, dünyaya dü kün olmayı terkedip, kanaatı tercih ettim."
demi tir.
Kendisi ilim tahsilini öyle anlatmı tır: "Farisi lisanını ve di er bazı bilgileri babamdan,
Kur'an-ı kerimi, tecvid ve kıraat ilmini Kari Abdürresul'den, akli ve nakli ilimleri de
zamanımızın alimlerinden ö rendim. Hacı Muhammed Efdal'den, tefsir ve hadis ilmi
ö rendim. On be ya ında iken kendisinden ilim ö rendi im hocam Hacı Muhammed Efdal,
bana bir takke hediye etmi ti. Bunun bereketi ile zihnim iyice açıldı. Hiçbir eyi okuyup
ö renmekte zorluk çekmedim. Tahsilimi tamamladıktan sonra, bir müddet de talebelere ders
verdim. On altı ya ında babam vefat etti. Vefat etmeden önce öyle vasiyyet etti: "Bütün
vaktini, kemalatı, olgunlukları ve üstün dereceleri elde etmek için harca. Kıymetli ömrünü
bo eylerle geçirme." Babamın vasiyetine uyarak, ilim ö renmeye ve ö rendi im ilimle
amel etmeye devam ettim. Bir gece rüyamda evliyadan bir zatı gördüm. Mezarından kalkıp
yanıma geldi ve kendi külahını ba ıma koydu." Bu rüyadan sonra gönlümde makam ve
mevki arzusu hiç kalmadı. Tasavvufa yönelme arzusu iyice fazlala tı. Bir defasında rüyamda
gaybdan bir ses; "Bizim seninle i imiz var. nsanların hidayete kavu ması ve onları hidayete
kavu turacak yolun yayılması senin sebebinle olacak!" dedi. Bu rüyayı da görünce tasavvufa
yönelip, batın nisbetini elde etmek arzum iyice kesinle ti. Bu maksadıma kavu mak için
Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin huzuruna gittim. Mübarek yüzünü görünce marifet
sahibi bir zat oldu unu anladım. Sünnet-i seniyyeye son derece ba lı, dinin emirlerine tam
uyan, yüksek ahlak sahibi bir zat idi. Sohbeti kalbe safa veriyor, cana can katıyordu. yice
anla ılmı tı ki, arayanlar maksada onun huzurunda kavu uyor, ölmü kalb onun huzurunda
dirilip itminana eriyor. Hakk'a kavu mak orada müyesser oluyordu. Beni talebeli e kabul
etmesini arzedince, istiharesiz talebe kabul etmedi i halde beni derhal kabul etti. Feyzleri o
kadar bereketli ve tesirli idi ki, bir teveccüh ile talebesinin kalbi zikretmeye ba lardı. Ona
talebe olup feyzlerine kavu unca gönlüm aydınlandı. Çok iltifatına kavu tum.
Kısa zamanda Nur Muhammed Bedayuni hazretlerinin sohbetinde yeti tim. Tasavvuf
hallerine gark olmu tum. Ben, muhabbet-i ilahinin sarmasından, cezbenin çoklu undan
uykuyu, istirahati, yemeyi, içmeyi terk etmi tim. nsanlardan uzakla ıp yalnız ba ıma
dola maya ba ladım. Açlı ın iddetinden a aç yapra ı yemi tim. Vaktim hep kendimden
geçmi bir vaziyette ve murakabe halinde geçiyordu. Asıl maksada kavu mayı böylece
bekledim. Nihayet o hale geldim ki; "Rabbini görüyormu gibi ibadet et" hadis-i erifinde
istenen vasfa ula tım. Mahviyyet, fena ve beka hallerine kavu tum. Büyüklerin tarif etti i
maksada, sırr-ı tevhide yükseldim.
Nur Muhammed Bedayuni, benim hallerime bakıp, bana kar ı tevazu ile, büyük bir sevgi
ve alaka gösterdi. Bir gün, ikimiz kar ı kar ıya otururken; " ki güne kar ı kar ıya gelmi ,
birinin nurundan di eri görülmüyor. E er taliblerin terbiyesine yönelsen alem nurlanır."
buyurdu. Yine bir gün bana; "Sende Allahü tealaya ve Resulüne kar ı muhabbet yüksek
derecededir. Bizim yolumuz, senin teveccühlerin ile yayılacak. Sana emseddin Habibullah
ismi verildi." buyurdu ve talebelerinden bir kısmının yeti tirilmesini bana havale etti.
Hocamın sohbetine devam ederken, havale etti i o talebeleri de yeti tirdim ve hocamın
sohbetine bıraktım. Her ne kadar Resulullah efendimizin zamanında bulunup görmekle
ereflenmedik ama, Allahü tealaya binlerce ükürler olsun ki, Resulullah'ın naiblerinden olan
(O'nun yolunu anlatan) hocam Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin sohbetinde bulunmakla
eref- lendim. Hayatın meyvesi, asıl maksad ele geçti. Büyüklerin çok iltifatına kavu tum.
Hocam Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin sohbetine dört sene devam ettim. Sonra
bana icazet verdi. Bana Ehl-i sünnet itikadı üzere olmamı, sünnet-i seniyyeye uymamı ve
bidatlerden sakınmamı vasiyet etti."
Hocası Seyyid Nur Muhammed'in vefatından sonra, altı sene eyh Gül eni ve on iki
sene Muhammed Efdal veHafız Sa'dullah'ın, sekiz sene Muhammed Abid-i Senami'nin
sohbetlerine devam ederek tasavvufda Müceddidiyye yolunda yüksek derecelere kavu tu.
Ayrıca Kadiriyye, Çe tiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye yollarından da icazet, diploma
aldı. Zahiri ve batıni ilimleri ö rendikten sonra insanları ir ada ve do ru yolu anlatmaya
ba ladı. Derslerine, sohbetlerine alimler, amirler, veliler ve halk devam edip ondan feyz
aldılar. Mir Müsliman, Senaullah Pani-püti, Gulam Kaki, SeyyidAlimullah, Seyyid Abdullah
Dehlevi gibi büyük alimler ve veliler yeti tirdi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri buyurdu ki: "Allahü teala bize en olgun aklı, do ru ve
keskin görü ü ihsan etti. Saltanat i lerinin idaresi ve memleketin nizamı hususunda, herkesin
haline uygun en güzel usulü ö renmi idim. Bunun için zamanın me hur devlet adamları,
alacakları silahları ve di er mühim eyleri bizden sorar ve bizden aldıkları cevaba göre
hareket ederlerdi." Yine öyle buyurmu tur: "Muhterem babamın bereketli terbiyesiyle
yeti tikten sonra bende öyle bir hal hasıl oldu ki, bir bakı la herkesin ne oldu unu ve
kalbindekini anlardım. Bulundu um yolun nuruyla insanların saadet veya ekavet, (Cennet
veya Cehennem) ehli oldu unu, alınlarından okurdum."
Nevvab Han Firuzcenk, Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerini, so u u iddetli bir kı
gününde, üzerinde eski bir elbiseyle gördü. Bu halini görünce a ladı. Yanında bulunan
adamlarından birine; "Biz ne bedbaht insanız ki büyüklerimizden bir zat hediye kabul
etmiyor ve ona hizmet etmekle ereflenemiyoruz." dedi. Bu hadise üzerine Mazhar-ı CanıCanan
hazretleri; "Biz, zenginlerden bir ey kabul etmeme e, almama a kararlıyız. Hayat
güne imiz batmaya yüz tuttu, ömür bitmek üzere. imdiye kadar kabul etmedik." buyurdu.
Sonra Nevvab Han Firuzcenk, otuz bin rubiyye para hediye etmek istedi. Kabul buyurmadı
ve; "Biz sizin servetinizin yiyicisi de iliz, onu fakirlere da ıtınız." dedi.
Yine Afgan serdarlarından biri, e refi denilen üç yüz altın göndermi ti. Bunu da kabul
buyurmayıp; "Her ne kadar hediyeyi kabul etmek lazımsa da, mutlaka kabul etmek lazım
oldu una dair bir emir yoktur. Bize kendi talebelerimiz, ihlas ve ihtiyatla, haram
karı maması için dikkat ederek hazırladıkları hediyeleri getiriyorlar, onları bile kabul
etmiyoruz. Kaldı ki, ümeranın ve zenginlerin hediye edece i eylerin tam helalden
hazırlanmı oldu u üpheli olanları hiç kabul etmeyiz. Onda insanların hakkı vardır.
Kıyamet günü onun hesabını vermek zordur. mam-ı Tirmizi'nin, Ebu Berze'den getirerek
yazdı ı hadis-i erifde Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Kıyamet günü herkes, dört suale
cevap vermedikçe hesapdan kurtulamayacaktır: Ömrünü nasıl geçirdi. lmi ile nasıl amel etti.
Malını nereden nasıl kazandı ve nerelere harcadı. Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı."
Bunun için çok dikkat etmek lazımdır" buyurdu.
Mazhar-ı Can-ı Canan'a yine devlet adamlarından biri Hindistan'ın me hur meyvesi olan
"Enbe"den (Hint kirazı) bir mikdar hediye göndermi ve kabul etmesi için de çok
yalvarmı tı. Bunun üzerine iki tane "Enbe" alıp gerisini iade etmi ve; "Bu fakirin gönlü,
bunları kabul etmek istemiyor." buyurmu tu. Biraz sonra huzuruna bir bahçe sahibi gelip;
"Falan emir, size gönderdi i enbeleri bizden zulüm ile alıp size hediye etti." dedi. Bunun
üzerine mazlumun hakkının verilerek, himaye edilmesini söyledi. Sonra da; "Sübhanellah,
onun getirdi i bu yiyecek bizim batınımıza zararlı oldu." buyurdu. Ondan sonra da malı
üpheli kimselerin ikramını hiç kabul etmedi. Yine bu hadise üzerine; "Yiyeceklerin en
zararlısı kazançları üpheli olan zenginlerin ikram etti i yiyeceklerdir. Hatta fakirlerin
ikramları da üphelidir. Çünkü onlar da, bu yemekleri hazırlamak için, kazançları üpheli
olan zenginlerden borç alıyorlar." buyurdu.
Bir defasında bir iftar vaktinde yemek yerken, gafil birine aid olan bir ekme i talebeleri
payla mı lar, bir parça da Mazhar-ıCan-ıCanan hazretlerine vermi lerdi. O gece teravih
namazından sonra yenilen o ekmek sebebiyle, batınlarına tesir edip zarar verdi ini belirterek;
"Bu zarardan ancak namaz kılmak ve okunan Kur'an-ı kerimi dinlemekle kurtuldum."
buyurdu. Talebesi Abdullah-ı Dehlevi hazretleri bu söz üzerine: " üpheli bir lokma, onların
mübarek batınlarında nur deryalarında böyle bir de i meye, zarara sebeb olursa bizim
halimize ne denir!" buyurmu tur. Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri bu hususta öyle
buyurmu tur: "Yenilen lokmalar insanı muvaffakiyete kavu turmalı, taat ve ibadetin nurunu
arttırmalıdır. Fakirli i zenginli e tercih etmeli, sabır ve kanaatı seçmeli. Teslimiyeti ve rızayı
seciye haline getirmelidir. Resulullah efendimizin; "Allah'ım! Al-i Muhammed'in rızkını kafi
gelecek kadar kıl." buyurdu u duasına uygun olarak, insan için lazım olan eyleri yeteri
kadar istemelidir.
Eshab-ı kiram da böyle dua ederdi. srafa dü ürecek kadar zengin; sıkıntıya, borca
dü ürecek kadar da fakir olmamalıdır. Kulluk vazifesini yerine getirip, ölüme hazır
beklemeli, gönlü ba ka arzulara ba lamamalıdır. Ölüm, ilahi bir hediyedir. Allahü tealaya
kavu mak ve Resulullah efendimizin didarını, mübarek yüzünü görmektir."
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, hocalarına büyük bir muhabbet ve ihlas ile ba lıydı.
Bilhassa mam-ı Rabbani hazretlerine derin bir muhabbeti vardı. "Her neye kavu mu sam,
hocalarıma olan muhabbetim sebebiyle kavu tum. Kulun amelleri nedir ki, Allahü tealanın
rızasına kavu tursun! Fakat Allahü tealanın rızasına kavu mu ve makbul kullarından olan
zatları sevmek, onlara muhabbet beslemek, Allahü tealanın rızasına kavu mak için en
kuvvetli vasıtadır." buyurdu.
Mazhar-ıCan-ı Canan hazretleri öyle anlatmı tır: "Bir defa cihanın süsü ve kainatın
serveri olan Peygamber efendimizi rüyada görmekle ereflendim. Yanyana uzanmı
yatıyorduk. O kadar yakındık ki, mübarek nefesi yüzüme geliyordu. Bu esnada susadım.
Serhend büyü ünün o ulları, yani mam-ı Rabbani hazretlerinin evladı da orada idiler.
Resulullah, onlardan birine su getirmesini emir buyurdu. Fakir; "Ya Resulallah, onlar benim
pirimin evladıdır." diye arzettim. "Onlar bizim sözümüzü tutarlar." buyurdu. Onlardan bir
aziz, kalkıp su getirdi. Kana kana içtim. Sonra; "Ya Resulallah, hazretiniz Müceddid-i elf-i
sani hakkında ne buyurursunuz?" diye arzettim. "Ümmetimde onun bir benzeri yoktur."
buyurdu. "Ya Resulallah! mam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat'ı, mübarek nazarlarınızdan
geçti mi?" dedim. Buyurdu ki: "E er ondan hatırladı ın bir yer varsa oku!" Ben de, mam-ı
Rabbani hazretlerinin bazı mektuplarında geçen ve Allahü teala için; "O, vera-ül-vera sonra
yine vera-ül-vera'dır, yani Allahü teala ötelerin ötesidir. Akıl neyi dü ünür ve neyi tasavvur
ederse O de ildir" buyurdu unu okudum. Resulullah efendimiz bunu çok be endi ve;
"Tekrar oku!" buyurunca, tekrar okudum. Bu ifadeleri çok güzel buldu. Bu hal epey bir
müddet devam etti. Sabah olunca büyüklerden bir zat erkenden gelip bana; "Ben bu gece
rüyamda sizin bir rüya gördü ünüzü gördüm. O rüyayı bana anlat!" deyince, anlattım. Çok
be enip, hayret etti. Ben gördü üm bu rüyada, Resulullah efendimizin mübarek nefesinin ve
sohbetinin bereketiyle kendimi tamamen nur ve huzur içinde buldum. Uyanık iken ele geçen
eylerden daha çok bereketli olan bu rüyanın bereketiyle günlerce acıkmadım ve
susamadım."
Bir gün Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin talebelerinden biri huzuruna gelip;
"Efendim! Karde im, Azimabad'a gitmi ti. Sevenlerinizdendir. Bir iftiraya u rayıp haksız
yere hapsedilmi . Kurtulması için dua ve teveccühde bulunmanızı istirham ederiz." dedi.
Bunun üzerine Mazhar-ı Can-ı Canan bir mektup yazıp, karde ine ula tırması için ona verdi
ve; "Bu eline geçtikten bir saat sonra hapisten kurtulur" buyurdu. O talebe mektubu
karde ine ula tırınca, i aret edildi i gibi hapisten kurtuldu.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, büyük günah i lemi bir kadının kabri yanına
oturmu tu. Kabre teveccüh eyledi. Yani hatırına ba ka hiçbir ey getirmeyip yalnız onu
dü ündü. "Bu mezarda Cehennem ate i var. Kadının imanlı olmasında üphe ediyorum.
Ruhuna hatm-i tehlil, yetmi bin Kelime-i tevhid sevabı ba ı layaca ım. manı varsa
affolur." buyurdu. Hatm-i tehlilin sevabını ba ı ladıktan sonra; "Elhamdülillah, imanı
varmı . Kelime-i tayyibe, tesirini gösterip azabdan kurtuldu" buyurdu.Hadis-i erifde; "Bir
kimse, kendisi için veya ba kası için yetmi bin adet Kelime-i tevhid okursa, günahları
affolur." buyruldu.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerini sevenlerden bir zat, bir gün mübarek ete ini tutup;
"Kızımın bir o lu olaca ını bana müjdelemezsen ete ini elimden bırakmam." dedi. Mazhar-ı
Can-ı Canan hazretleri biraz murakabeden sonra; "Gönlün ho olsun! Cenab-ı Hak senin
kızına bir erkek çocuk ihsan eyledi." buyurdu.Hakikaten bu adamın kızının dokuz ay sonra
bir erkek çocu u oldu.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri talebeleri ile birlikte bir yolculu a çıkmı tı. Yanlarında
azık olarak hiç bir yiyecek yoktu. Gittikleri yerde de misafir kalabilecekleri bir tanıdıkları
bulunmuyordu. Talebeleri bu durumu bildiklerinden merak edip; "Bakalım halimiz ne olur?"
diyerek yola devam ettiler. Her yemek vakti geldi inde, Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin
kerameti ile gaybdan önlerine sofra kuruluyordu. Sofra üzerinde çe it çe it ve gayet nefis
yemekler bulunuyordu. Bu nefis yemekleri yiyip yolculu a devam ettiler. Talebeleri
hayatlarında öyle güzel ve çe itli yemekler yememi lerdi. Bu hal, seferlerinden dönünceye
kadar devam etti.
Bir kimse, ölüsünün azabda oldu unu rüyada görüp, Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerine
magfiret olunması için dua etmesini istirham etti. Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri de dua
edip; "Allahü teala, ölünün günahlarını magfiret eyledi." diye de ona müjde verdi. O kimse
tekrar ölüsünü rüyada görünce, kendisine; "Hazret-i Mazhar'ın duası bereketi ile, azabdan
kurtuldum." dedi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, ehid olarak vefat etti. Vefatından birkaç gün önce, bu
fani dünyadan gitme zamanının geldi i ve Allahü tealaya kavu aca ı için bamba ka bir a k
ve evk içindeydi. O günlerde ibadet ve taatlarını daha da artırmı tı. Bir taraftan da talebeleri
ve sevenleri akın akın sohbetine geliyorlardı. Sohbetleri ve murakabeleri büyük bir huzur
hali içinde geçiyordu. Sohbetleri sırasında huzurunda toplananlar yüz ki iden ziyade olur,
bereketlere ve feyzlere kavu urlardı. Vefatının yakla tı ı günlerde talebelerinden Molla
Nesim, memleketine gidip dönmek üzere izin istedi inde, bu talebesine; "Artık seninle bir
daha görü ece imiz malum de ildir!" buyurdu. Bu sözleriyle vefat edece ine i aret etmi ti.
Bunu i iten talebeleri a la maya ba layıp gözya larını tutamadılar. Yine vefatının yakla tı ı
günlerde talebelerinden Molla Abdürrezzak'a yazdı ı bir mektupda; "Ömrüm seksen ya ını
geçti. Ecelim yakla tı. Bize hayır duada bulun!" diye yazmı tı. Bu sıralarda talebelerinden
di erlerine yazdı ı mektuplarında da aynı ekilde i aret etmi tir.
Yine vefatının yakla tı ı günlerde kavu tu u nimetleri dile getirerek ve ükrederek öyle
buyurdu: "Kalbimden her ne geçtiyse ve her ne nimete kavu mak istediysem, Allahü teala
onları bana ihsan etti. Beni slam-ı hakiki ile ereflendirdi ve çok ilim ihsan etti. Salih amel
üzere istikamet verdi. Büyüklerin tasavvuf yolunda bildirdi i eylerin hepsini verip ke f,
tasarruf ve keramet ihsan etti.Beni dünyaya dü kün olmaktan ve dünyaya dü kün olanlardan
da uzak eyledi. Ancak Allahü tealaya yakla makta, yüksek derece olan ehitlik derecesine
kavu amadım. Hocalarımın, mür idlerimin ço u ehitlik erbetini içmekle ereflendiler. u
anda ben ya landım, vücudum zayıf dü tü. Cihad edecek ve böylece ehitli e kavu acak
gücüm, takatim kalmadı. Ölümü sevmeyen, istemeyenlere a ılır. Ölüm Allahü tealaya
kavu maya sebeptir. Ölüm, Resulullah efendimizi ziyaret etmeye, evliyaya kavu maya,
onların mübarek yüzlerini görerek mesrur olmaya sebeptir. Ölüm; Resulullah efendimiz,
Halilürrahman brahim aleyhisselam, Emirul-müminin hazret-i Ebu Bekr-i Sıddik, mam-ı
Hasan, Cüneyd-i Ba dadi, ah-ı Nak ibend Bahaeddin Buhari ve Müceddid-i elf-i sani
mam-ı Rabbani hazretleri ile görü meye, onlara kavu maya vesiledir. Kalbimde bu
büyüklere kar ı hususi bir muhabbet vardır. Onlar zahiri ve batıni ehadete kavu tular, en
yüksek mertebelere ula tılar."
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri böylece, ehitlik derecesine kavu mayı çok arzu etti ini
dile getirmi ti. Ömrünün son günlerini ya adı ı sıralarda huzuruna gelip gidenler iyice
artmı tı. 1781 (H.1195) senesinin Muharrem ayının yedisinde Çar amba gecesi kapısının
önünde pekçok kimse toplanmı tı. Bunlar arasından üç ki i ısrarla içeri girmek istiyorlardı.
Nihayet izin alıp içeri girdiler. Bunlar Mo ol ve Mecusi idiler. Huzuruna girince, Mazhar-ı
Can-ı Canan sen misin?" dediler. Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri de; "Evet benim."
buyurdu. Me er bunlar Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerine kastedip, öldürmek üzere
gelmi lerdi. çlerinden biri üzerine hücum edip hançer vurmaya ba ladı. Vurulan hançer
darbesi kalbine yakın bir yere isabet etmi , a ır yaralanmı ve yere yıkılmı tı. Durumdan
haberdar olan Nevvab Necef Han, sabah erkenden frenk bir tabib gönderdi. Tabibe; "Çabuk
gidip bu mübarek zatı tedavi et, onu yaralayanlar da yakalanınca kısas yapılsın." dedi. Frenk
tabib gidip Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin yarasına baktı ve geri dönüp kasden Nevvab
Necef Hana; " yile ip kurtulur, ba ka tabib göndermeye lüzum yok." dedi. Mazhar-ı Can-ı
Canan hazretleri bu yaralı haliyle üç gün daha ya adı. Yaralarından devamlı kan aktı.
Üçüncü gün, Cuma günü idi. Ö le vakti ellerini açıp Fatiha-i erifi okudu. kindi vaktinde;
"Günün bitmesine kaç saat vardır?" buyurdu. Dört saat vardır dediler. O gün hem Cuma,
hem de A ure günü idi. Ak am olunca üç defa derin nefes aldı ve ehid olarak vefat etti.
Vefatında ebced hesabında tarih olarak mealen: "Allah'a ve Peygambere itaat edenler, i te
bunlar Allah'ın kendilerine nimet verdi i, peygamberlerle, sıddiklarla, ehidlerle ve iyi
kimselerle beraberdirler. Bunlarsa ne güzel birer arkada !" buyurulan Nisa suresi 69. ayet-i
kerimesinden; "Ülaike ma'allezine en'amellahü aleyhim" kısmı söylendi. Yine Peygamber
efendimizin bir hadis-i erifinde; "Methe ayan olarak ya adı ve ehid olarak öldü."
manasında; "A e hamiden mate ehiden." buyurdu u kısım ile ebced hesabına göre vefat
tarihi söylendi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin ehid olarak vefat etmesinden sonra, sevenleri, onun
büyük bir kayıb oldu unu ifade eden rüyalar görmü lerdir.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, slamiyetin yayılması ve insanların hakiki saadete
kavu maları için çok üstün hizmetler yapmı tır. Her biri üstün birer cevher olan kıymetli
zatlar yeti tirmi ve onları insanlara rehberlik yapmakla vazifelendirmi tir. Talebeleri de
bulundukları yerlerde insanlara slamiyeti ö retmi ler, imanlarının vicdanile mesini
sa lamı lardır. Böylece her biri bulundu u yerde slamiyete uyulmasına, güzel ahlakın
yayılmasına ve insanların birbirlerine kar ı iyi muamelede bulunmalarını sa lamı lardır.
Onları tanıyıp seven insanlar, onların sebebiyle temiz bir hayat ya amak ve saadete
kavu makla ereflenmi lerdir.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri buyurdu ki: "Her kim ki dünyaya dü kün olanlar
arasına karı ırsa, sohbetin bereketlerine ve tasavvufun nurlarına kavu amaz! Bir kimse
dünyaya dü kün olanlar arasına ihtiyaç oldu u kadar karı ır ve halis niyetle ve batıni
nisbetini muhafaza ederek aralarında bulunursa zararı yoktur."
"Dünya mel'undur ve dünyada olan eylerden Allah için yapılmayanlar da mel'undur.
Allahü tealanın sevgisi ile dünya sevgisi bir araya gelmez. Allahü tealanın rızasına
kavu mak için masivayı yani Allahü tealadan ba ka her eyi ve bütün maksatları terketmek
lazımdır."
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin kendi eshabına, talebelerine nasihatları öyledir:
"Takvanın ve veranın, haramlardan ve üpheli eylerden sakınmanın yolu, Resulullah
efendimize mütabeat yani tam uymak ve onun bildirdiklerini candan kabul etmektir. Kendi
halinizi, Kitab ve sünnette bildirilen hususlar ile kar ıla tırınız. E er haliniz, Kitab ve
sünnette bildirilen hususlara yani dinin emirlerine uygun ise makbuldür. Uygun de ilse
merduddur, reddedilecekdir. Ehl-i sünnet ve cemaat itikadı üzere olmak lazımdır."
EVL YAYA HÜRMET
Seyyid Gulam Ali (Abdullah-ı Dehlevi) hazretleri anlatır: "Bir gün Mazhar-ı Can-ı
Canan hazretlerinin sohbetinde bulunuyordum. htiyar bir adam gelip; " eyhin öhreti
Rahmani mi, yoksa de il mi? Onu anlama a geldim." dedi. Bu küstahça söz kar ısında,
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri son derece müteessir oldu ve öfkelenerek o ihtiyara, keskin
ve dik dik baktı. O esnada ihtiyar yere dü üp çırpınma a ba ladı. Sonra; "Tövbe ettim. Allah
için beni affet." diye yalvardı. Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, Allahü tealanın ismi araya
girince, kalktı ve ihtiyarın kolundan tutarak kaldırdı. htiyar hemen düzeldi."
DÜNYA METAI PEK AZDIR
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri kemal derecede zühd ve tevekkül sahibiydi. Dünyadan
ve dünyaya dü kün olanlardan son derece sakınırdı. Kendisine verilmek istenen hediyeleri
kabul etmezdi. Kabul etti i çok nadir olurdu. Zamanın padi ahı Muhammed ah, veziri
Kameruddin Han ile Mirza Can-ı Canan'a haber gönderip, öyle dedi: "Allahü teala bize öyle
bir mülk verdi ki, hatırlarından her ne geçerse hediye olarak göndeririz, yeter ki istesinler."
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri bu teklif üzerine u cevabı verdi: "Allahü teala Kur'an-ı
kerimde mealen; "...Onlara öyle de; dünyanın metaı pek azdır..." (Nisa suresi: 77)
buyurarak dünyanın yedi iklimindeki mal ve mülkün az bir ey oldu unu bildirdi. Az bir ey
olan bu yedi iklimden biri de Hindistan olup, o da senin elinde bulunmaktadır. Bunun
kıymeti nedir ki? Büyüklerin himmetinin esası ise, ondan uzak durmaktır."
Yine o havalinin devlet adamlarından biri, Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri için bir
dergah yaptırdı ve bütün dervi lerin ihtiyacını da kar ılıyaca ını bildirerek kabul etmeleri
için arzetti. Fakat Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri kabul etmedi ve; "Bizim için her yer
birdir. Allahü tealanın indinde herkesin rızkı takdir edilmi tir. Vakti gelince herkes rızkına
kavu ur. Dervi lerin hazinesi sabır ve kanaat olup, bu kafidir." buyurdu.
HAK K LAÇ
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin seksen yedi mektubu ve melfuzatı, Kelimat-ı
Tayyibat denilen kitapta vardır. Mektuplarından biri:
"Karde im, zamanımız talebesinin zaifli inden, evliyadan ke f ve keramet
istediklerinden ve birinci asrı göz önünde tutmadıklarından bahseden mektubunuz geldi.
Biliniz ki, ba ka eyhlere meyli olan sefihleri, akılsız kimseleri talebe edinmeye lüzum
yoktur. Akıllı ve muhlis kimselerden, bu i e talib olanları kabul etmelidir. Üzülmeyiniz.
Allahü teala hakiki hakimdir. Al-i mran suresi 31. ayetinde mealen; "Ey Habibim! Onlara
de ki, e er Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olunuz. Allah da sizi sever." buyrulması, bütün
yollardaki saliklerin, talebelerin maksadı olan Allahü tealanın sevgisini ve rızasını
kazanma ı, Peygamber efendimize tabi olmaya ba lı kıldı. O mütehassıs doktor, kulları
gaflet ve günah hastalıklarından kurtarmak için, ilaç ve perhiz yerinde olan emir ve yasakları
gönderdi. Bu reçeteyi tatbik edip, uygun ilaçları alan, perhize riayet eden sıhhat ve ifa bulur.
Kaçınan kendini ziyan ve telef etmi olur.
Bu reçetenin bir sureti, bir de hakikati vardır. Sureti ile avam müslümanları hareket eder.
Bu da, itikadını düzelttikten sonra kitab ve sünnete uygun olarak amel edip, emir ve
yasaklara uymakla olur. Kar ılı ı da Cennet'in nimetleri ve Cehennem'den kurtulmaktır.
Hakikati ise havassa, seçkinlere mahsus olup, kalblerin nurlanması, parlaması ve nefslerin
tezkiyesi, temizlenmesidir. Bunda bildirilmi olan suret bulunmakla beraber, riyazet ve
mücahedelerde de vardır. Burada ele geçen, tecelli ve ke flerdir. Surete iman ve slam,
hakikate ise ihsan denir. Nitekim Hadis-i erifde; " hsan; Rabbine, onu görür gibi ibadet
etmendir." buyruldu. Hakikatsız suret, derideki hastalıklara çare bulmada, çıban ve yaralar
üzerine konulan merhem ve ilaçlar gibidir. Yarayı iyile tirir, çıbanı geçirir. Elbette faydasız
de ildir. Hakikatın ise, suretsiz hiç faydası yoktur. Belki o hakikat de il, mekr-i ilahidir.
Bundan Allahü tealaya sı ınırız.
Hakikat, temizlemek, yani hastalıklı, mikroplu, bozuk maddeleri çıkarıp atmak gibidir.
Çünkü yerinde kalırlarsa, yine hasta edebilirler. Tam sıhhate kavu mak, büsbütün ifa
bulmak, bu iki tedavinin birlikte yapılmasıyla olur. Bu açıklamadan, Peygamber efendimizin
tedavisinin, Eshab-ı kiramın tabiatlarında nasıl sıhhat ve ifa tesirleri yaptı ı kolaylıkla
anla ılabilir. Muhakkak ki, o tedavi ve ilaç, Allahü tealayı çok sevmek, bütün gayretiyle
Resulullah'a tabi olmak, taat ve ibadetlerden lezzet duymak ve günahları çirkin görüp, nefret
etmekten ba kası de ildi. Bu da onlarda kalblerin huzuru ve nefslerin temizlenmesi tesirini
yapıyordu. Resul-i ekremin bereketli sohbeti ve slamiyet reçetesinin tatbiki ile, bu
mertebelere pek kısa zamanda, belki bir anda kavu uyorlardı. Onlar, daha sonraki asırlarda
söylenen zevk ve mevacidlerden ziyade, suret ve hakikate son derece riayet ve ihtimam
gösterip, hakikati koruyan sureti muhafaza edip, ke f ve keramete itina göstermediler.
Bunları kemalin, olgunlu un icab ve artlarından saymadılar.
O halde, tam sıhhate kavu mak yani Muhammedi nisbet isteyen bir talib, Resulullah'ın
sünnetine uymayı, bütün riyazet ve mücahedelerden üstün ve buna aid olan nur ve
bereketleri, bütün feyzlerden efdal bilmelidir. Bütün zevk ve mevacidlere, batın cemiyyeti ve
devamlı huzur yanında de er vermemeli ve bu öz ve hakikatlerin elde edilmesine sebeb olan
büyü ü, Resulullah efendimizin vekili bilmeli, ona canla ba la hizmet edip, bu yolda,
çocuklar gibi, ele geçen ceviz-meviz gibi eylerle, tatlı olsa da, yetinmemelidir.
Hadis-i erifi ve fıkıh bilgilerini ö reniniz. Alimlerin sohbetine devam ediniz.
Amellerinizi Allahü tealanın habibi olan Peygamber efendimize ittiba, uymak niyetiyle
yapınız." (21. mektup)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder