18- Ubeydüllah-i Ahrâr
Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri, Türkistan'ın büyük velilerindendir. Kendilerine "Silsile-i
aliyye" adı verilen ve insanlara slamiyetin emir ve yasaklarını anlatarak dünya ve ahirette
saadete kavu malarına vesile olan büyük alim ve velilerin on sekizincisidir. 1403’te
Ta kent'te do du. 1490’da Semerkant'ta vefat etti. Kabri oradadır.
Do umundan itibaren üstün halleri görüldü. Annesi nifastan temizlendikten sonra
emmeye ba lamı tır. Yüzünde öyle bir nur parlardı ki, görenler hayran kalıp, ona duâ
ederlerdi. Dilinden Allahü teâlânın ismi hiç dü mezdi. Dedesi de, alim ve veli idi. Vefat
edece i sırada, torunları ile tek tek vedala tı. Ubeydullah-ı Ahrar o zaman çok küçüktü. Onu
görünce, kuca ına aldı. Sarılarak a ladı ve öyle dedi: "Ben, bunun büyük bir zat oldu u
zaman hayatta olmam. Bu slamiyete hizmet edecektir. Cihan padi ahları bunun sözünü
dinleyecekler." dedi.
Tasavvufta yüksek derecelere kavu tuktan sonra, helâl kazanmak için tarımla me gûl
oldu. Kısa zamanda zengin oldu. 1300'den fazla çiftli i vardı. Herbirinde üç bin amele
çalı ırdı. Allahü teâlâ onun mahsûlüne öyle bir bereket verdi ki, her yıl 800 bin batman [700
ton] zahire u ur verirdi. Ambarlarına konulan mahsul, çıkardıklarında, koyduklarından fazla
geliyordu. Kendisi bu konuda; "Bizim malımız, fakirler içindir. Bunca malın hassası i te bu
noktadadır" buyururdu.
Yakınlarından biri, bir gece birini kendisine arap alıp getirmesi için gönderdi. O kimse
arabı alıp gelince, onun bulundu u evin önünde durup, arap testisini yukarıdan sarkıttı ı
bir sepete koydu. O da sepeti yukarı çekmeye ba ladı. Çekerken, sepet duvara çarpıp ipi
koptu, yere dü tü ve testi kırıldı. arap isteyen kimse, kimse bilmesin diye, sabahleyin
erkenden kalkıp kırılan testisinin parçalarını topladı. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri o
kimsenin evine geldi. "Gece yukarı çekti in testinin sesi kula ıma geldi. E er o testi
kırılmasaydı, benim kalbim kırılırdı ve bir daha seninle bulu mama imkân kalmazdı.”
buyurdu.
Bu talebesi anlatır: Seferde idik. Gece yarısı bana "Hemen kalk, e yalarını topla ve
derhal dı arı çık!" buyurdu ve kendisi de çıktı. Bu çevrede olanları da uyandır. Beni takip
edin" dedi. bir tepeye do ru yürüdü, biz de hemen toparlanıp onu takip ettik. Tepeye çıkınca,
durdu. Biz de yanında durduk. Bir kısmı da, gelmemi ti. Biz tepede iken, birdenbire korkunç
bir sel geldi. Önüne gelen a aç, kaya, duvar, ne varsa süpürüp götürüyordu. Ayrıldı ımız ev
de sel suları içinde kalmı , gelmeyenler de sele kapılmı tı. Sele kapılmaktan kurtulanlar,
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin bu kerâmetini görerek, onun büyük bir velî oldu unu bir
kere daha anlamı oldular. Buyururdu ki:
“Kalbin kararmı olmasının alâmeti, günahlardan, üzüntü duymaması, günahta
ısrar etmesidir. i ledi i günahlardan dolayı kalbi o kadar kararır ki, artık nasihat tesir
etmez, gafletten uyanmaz."
"E er biz eyhlik yapsaydık, zamanımızda hiçbir eyh kendisine talebe bulamazdı.
Fakat bize ba ka i emredildi. Bizim i imiz, müslümanları zulümden korumaktır."
“Tasavvuf, vakti, en de erli olan eye sarfetmektir."
"Tasavvuf, herkesin yükünü çekmek ve kimseye kendi yükünü çektirmemektir."
"Tasavvuftan maksat, kendini zorlamadan her an Allahü teâlâyı hatırlamaktır."
" nsanın kıymeti; idrâkinin, bu yolun büyüklerinin hakikatlerini anladı ı
kadardır."
"Belâlara sabretmek hatta ükretmek gerekir. Çünkü, Allahü teâlânın birbirinden
acı belâları vardır."
" nsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır. Kulluktan maksat ise, her
hâlükârda Allahü teâlâyı unutmamaktır."
"Bütün kerametleri bize verseler, fakat itikadımız düzgün de ilse, hâlimiz
haraptır. E er bütün harablıkları, çirkinlikleri verseler itikadımız düzgün ise, hiç
üzülmemeliyiz"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder