Bağış Yap
2 Mayıs 2013 Perşembe
Silsile-i aliyye-33- Seyyid Sıbgatullâh-i Hîzânî.
33- Seyyid Sıbgatullâh-i Hîzânî.
Seyyid Sıbgatullah-i Hizani hazretleri, Osmanlı alim ve velilerinden. Büyük alim ve
evliya Seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinin talebelerindendir. smi Sıbgatullah olup "Gavsü'l-
Azam", "Gavsu Hizani" veya "Gavs" lakablarıyla me hur olmu tur. "Arvasi" nisbesiyle
bilinir. Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir. Babası, Seyyid Lütfullah Efendi,
dedesi Seyyid Abdurrahman Kutub'dur. Do um tarihi bilinmemektedir. 1870 (H.1287) de
vefat etti. Kabri, Hizan'ın Gayda köyündedir.
Seyyid Taha hazretlerinin "Abdurrahman Nigunam Abdurrahman iyi isimli, yüce
anlıdır", yahut "Kutb-ı Arvasi" buyurarak medhetti i Abdurrahman Kutub'un torunu olan
Sıbgatullah Arvasi küçük ya tan itibaren ilim tahsiline ba ladı. Babası Seyyid Lütfullah
Efendi onun yeti mesi için hususi gayret sarf etti. Çok zeki olan Seyyid Sıbgatullah Arvasi,
kısa zamanda kelam, tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri tahsil etti. Zamanının fen
bilgilerinde de mütehassıs oldu. Bid'atten uzak olup, Peygamber efendimizin sünnetine
uygun bir hayat ya amaya çalı tı.Tasavvufa kar ı büyük alaka duydu. Birçok alim ve veli
zatın ilim meclislerinde ve sohbetinde bulundu. Van'a giderek Seyyid Muhyiddin Efendinin
hizmetine girdi. Seyyid Sıbgatullah, hocasının verdi i vazifeleri yapmak için canla ba la
çalı tı. A ır riyazetler ve mücahedeler çekti. Yani nefsinin istediklerini yapmayıp,
istemediklerini yaparak nefsini terbiye etti. Uzun yıllar hocasının hizmet ve sohbetiyle
ereflendi. Nihayet bir gün hocası ona; "Vefat etmi velilerden istifade edecek, faydalanacak
makama geldin." buyurdu. Seyyid Muhyiddin vefat edince, eyh Halid-i Cezri'ye gitti. Bu
mübarek zatın vefatına kadar sohbetleriyle ereflendi. Sonra Seyyid Taha'nın, Molla Murad
Hurusi'yle gönderdi i; "Kendi yuvana dön!" haberiyle, Taha-i Hakkari'nin erefli hizmetine
ko up, hakiki ve esas yuvaya kavu tu. Onun paha biçilmez sohbetlerini, çölde susuz kalmı
kimseler gibi ruhuna hayat verici buldu. Seyyid Taha hazretleri,Resulullah efendimizden
mür idleri vasıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı. Kalb gözü açılıp yüksek
makamlara kavu tu. Öyle ki, Hızır aleyhisselam ile görü ür, sohbet ederdi. Mür idi Seyyid
Taha hazretleri vefat edince, onun yerine geçen Seyyid Salih hazretlerinin sohbetine devam
etti. Seyyid Taha'nın huzurunda kemal ve ikmal mertebelerine ula an Seyyid Sıbgatullah,
Hizan ve Gayda'da halkı ir ad eyledi ve insanlara slamiyetin emir ve yasaklarını anlattı.
Sohbetinde bulunup bir teveccühüne mazhar olanın kalbinde, Allahü teâlânın muhabbeti
yerle irdi. Dinin emirlerine son derece uyar, yasaklarından sakınırdı.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, geceleri hep ibadetle geçirirdi. Uykusunu, ö leye yakın
kısa bir müddet kaylule yaparak telafi ederdi. Hep kıbleye dönerek otururdu; buna son
hastalı ında dahi çok dikkat etti. Dostlarıyla sohbetinden sonra murakabe halinde olur,
Allahü teâlânın mahlukatı hakkında tefekkür ederdi.
Yakın talebelerinden biri anlattı: "Abdürrahman Tahi (Tagi), henüz hocamıza ba lanıp
talebesi olmak erefine kavu mamı tı. Hocamızın, zamanın gavsı olup olmadı ı hakkında
tereddüdü vardı. Bir gün gavslık alametlerini kitaptan okuyarak huzuruna gitmeyi, bu
alametlerin üzerinde olup olmadı ını görmeyi arzu etti. Kitapta; "Gavs olanın üzerine
ya mur ya maz." ibaresi vardı. O, kitaplarla me gul iken evine bir talebe geldi ve; "Hocam
Sıbgatullah hazretlerinin selamı var; "Misafirlerimin kalabalık olması sebebiyle ziyaretine
gelemiyorum. Lütfen kendisi buraya kadar zahmet etsin." buyurdu." dedi. Abdürrahman
Tahi de; "Ben de onu ziyaret etmeyi dü ünüyordum. Bugün bizde misafir ol da yarın beraber
gideriz." dedi. Sabahleyin yola çıktılar. Seyyid Sıbgatullah, onların gelmekte olduklarını
haber alınca, talebeleriyle kasabanın dı ına çıkıp, bir tepenin ba ında beklemeye ba ladılar.
Mevsim ilkbahardı, gökyüzünde hiç bulut yoktu. Nihayet beklenen misafirler geldiler.
Tepenin ba ında güzel bir sohbet ba ladı. Bu sırada masmavi olan gökyüzünde bulutlar
birikmeye, im ekler çakıp gök gürleme e ba ladı. Derken sa nak halinde iddetli bir
ya mur ba ladı. Abdürrahman Tahi, kitaptan okudu u gavs olanın alametlerini hatırladı ve
dikkatle Sıbgatullah hazretlerini takib etmeye ba ladı. Semadan inen ya mur taneleri
mübarek Seyyid'in üzerine inmeden etrafına meylederek yere dü üyor, hiç üzerine
ya mıyordu. Herkes sırılsıklam ıslandı ı halde onun üzeri kupkuru idi. Abdürrahman Tahi,
bu hali görünce bir anda kendini kaybederek bayıldı. Oradakiler tela a kapıldılar ve;
"Herhalde öldü." diyorlardı. Seyyid Sıbgatullah ise; "Korkmayın, tela a kapılmayın, Allahü
teâlânın sevdi i veli kullarının himmeti bereketli, yardımı kuvvetlidir." buyurdu. Biraz
sonraAbdürrahman Tahi kendine geldi ve hocamın büyüklü ünü kabul ederek, en önde gelen
talebelerinden oldu.
Seyyid Sıbgatullah'ın talebelerine teveccühü, sohbetinden daha ziyade ve faydalı idi.
Onun için sohbet süresi çok az olurdu. Talebeleriyle sessiz otururken talebelerinden pek
ço u cezbeye kapılır, kendinden geçerdi. Bir defasında o lu Behaeddin, babasından izin
alarak vaza ba ladı. ki saat kadar kalpleri aydınlatan güzel sözler söyledi. Fakat hiç kimsede
muhabbet ve cezbe eseri yoktu. Sohbet bittikten sonra, Seyyid Sıbgatullah; "Haydi kalkınız,
ikamet getiriniz de namazımızı kılalım." der demez, cemaat cereyana kapılmı gibi cezbeye
tutuldu.
Sevdi i talebelerinden biri anlattı: "Hocamız bir gün murakabe halinde otururken
tebessüm ettiler. Bu hali daha önce hiç görmedi imiz için merak ettik ve; "Tebessüm
etmenizin hikmeti ne idi efendim?" diye sual ettik. Buyurdular ki: "Bir talebemiz Botan
Çayı'nda ba ını yıkamı , saçını tararken, tarak saçına takıldı. Canı acıyınca bizden yardım
istedi. Onun için tebessüm ettim."
Talebelerinden biri anlattı: "Molla Abdülgafur isminde, hocamızın büyüklü üne
inanmayan biri vardı ki, de il kendisiyle, bizimle bile namaz kılmaya tahammül edemezdi.
Cuma günleri namazını kılar kılmaz camiden hemen çıkıp giderdi. Bir gün caminin
kapısında Seyyid Sıbgatullah ile kar ıla tı. Seyyid Sıbgatullah ona; "Molla Abdülgafur! Sen
bizden ne kötülük gördün ki, arkamızdan konu up gıybetimizi yaparsın?" buyurdu. O da
Seyyid Sıbgatullah'ın kolundan tutarak itti ve; "Bunca insanı aldatıp pe inde ko turdu un
yetmez mi ki, beni de onların arasına katmak istersin." diyerek itmeye devam etti. Kolunu
onun elinden kurtaran Seyyid Sıbgatullah, ona öyle bir celal ile baktı ki, Abdülgafur,
yıldırım isabet etmi çınar a acı gibi yere yıkıldı. Sonra da kalkıp hocamın elini öpmeye
ba ladı. Bir taraftan da; "Ne olur efendim beni affediniz. Kötü ve yalancı benim.
Yaptıklarıma pi man oldum. Sizin büyüklü ünüzü anlayamadım, beni affediniz." diyordu.
Sonra Abdülgafur'a; "Ne gördün ki, böyle birdenbire de i tin?" diye sordular. O da; "Gavs
bana öyle celalli bakınca, yemin ederim ki, ba ım ta Ar a kadar yükseldi, sonra tekrar yere
dü tüm. Gavs'ın büyük kerametini gördükten sonra, nasıl pi man olmam?" dedi.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri bir gün talebelerine; "Filan tepeye çıkalım, orada sohbet
edelim." buyurdular. O gün talebeleriyle yola çıktılar. Tepenin eteklerine gelince,
talebelerden bazıları önden yürüyüp, oturulacak yerleri, hocaları tepeye çıkıncaya kadar
düzeltmek istediler. Seyyid Sıbgatullah, o lu ve yakın talebesi Abdürrahman Tahi, en arkada
ve a a ıda idi. Önden giden talebelerin birinin aya ının altından koca bir ta yuvarlandı.
Gittikçe hızlanıyor, hocaları Seyyid hazretlerinin üzerine do ru geliyordu. Bütün talebeler
korkuya kapıldılar. Abdürrahman Tahi ise birden hocasının önüne geçerek, ta ın Seyyid
hazretlerine de mesine engel olmak istedi. Ta , hikmet-i ilahi tam önlerindeki bir kayaya
çarparak arkasında kaldı. Hadiseyi seyretmekte olan Seyyid Sıbgatullah, Abdurrahman
Tahi'nin, canı pahasına yaptı ı bu hareketten son derece memnun oldu.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, Allahü teâlânın bütün mahlukatı üzerine çok
merhametliydi. Sıla-i rahm yapardı. Dostları vefat etti inde onların çocuklarını arar, gözetir
ve taziyede bulunurdu. Sohbetlerinde kendisine kar ı çıkanlara çok efkatli ve nazik
davranırdı. Kendisine kötülük yapanlara iyilik yapardı. Yemekte kendisinden evvel kimsenin
sofradan kalkmamasını emrederdi. Kalkan olursa onu men ederdi. Allahü teâlânın emirlerine
ve sevgili Peygamberimizin sünnetine tam olarak uyardı. Hatta bir gün çoraplarını giyerken
unutarak önce sol aya ından ba layan bir talebesini iddetle azarlamı tı. slamiyetin
emirlerini okumadın veya duymadın mı da böyle yaparsın. Bir ey giyerken önce sa taraftan
ba lanılaca ını ve çıkarırken de sol taraftan ba lanılaca ını bilmez misin? buyurdu.
Teheccüd ve Evvabin namazlarına devam ederdi.
Gavs hazretleri talebeleriyle olan sohbeti sırasında; "Bizim yolumuzun esası sohbet ve
muhabbettir. Sohbet muhakkak lazımdır." buyurdu.
"Sohbet, dünya ba lılıklarını keser ve hakiki imanı kazandırır. Eshab-ı kiramdan
bazılarının; "Gelin bir saat iman edelim." sözlerindeki imandan maksat, sohbettir. (Yani bir
saat sohbet edelim de imanımız yenilensin, kuvvetlensin.)"
"Talebe, tavus gibi olmalıdır. Güzel kanatlarına, renk renk tüylerine de il, siyah
bacaklarına bakmalıdır. Nefsini son derece kusurlu görmedikçe istikamet ele geçmez. Bu
ekilde görmemek büyük günahtır. Muhabbet, ihlaslı amel ve gayret talebeli in artıdır.
Bunlardan birinin eksik olması manevi felaket alametidir."
"Nefsin katli ve ölümü, müslüman olmasından ve kötü sıfatlarının de i mesinden
ibarettir."
Kom u kasabadaki talebelerinden biri hastalanmı tı. Ölüm dö e inde iken;
"Himmetinizi istirham ediyorum, ya mübarek hocam!" diyerek yardım istedi. Seyyid
Sıbgatullah, o anda talebeleriyle sohbet ediyorlardı. Bir ara sohbeti yarıda keserek,
Abdurrahman Tahi'yi o talebesine gönderdi. Hemen yola çıkan Abdurrahman, kısa bir zaman
sonra hasta talebenin evine vardı, onu iyile mi oturuyor gördü.
Bazı sohbetlerinde uzun zaman konu mazdı. Bu yüksek zümrenin hallerini bilmeyen
bazı zahir alimleri, acaba eyh niçin bize bir eyler anlatmıyor dediklerinde; "Sükutumuzdan
istifade edemeyen, konu mamızdan da edemez." buyururdu.
"Bu zamanda di er yollardan istifade edilememesi, kamil velilerin kalmamasından mı,
yoksa bid'atler sebebiyle midir?" sualine, u cevabı verdiler:"Bid'atler karı ması
sebebiyledir. Zira bu zamanda bid'atler ço aldı. Bu bid'atlere kar ı koyabilecek bir yol,
ancak fayda verir."
Kabir azabıyla ilgili olarak buyurdu ki:
Kabir azabı, dünya sevgisini ahiret sevgisine tercih edenlere olur. kisinin sevgisi
müsavi, yahut ahireti dünyadan çok sevene kabir azabı yoktur."
Bid'atlerden ve kötülüklerden sakınmak hususunda buyurdu ki:
"Bid'atlerin hepsi karanlıktır. Onlarda güzellik yoktur. Bizim yolumuzun üstünlü ü,
bid'at karı mamı olmasıdır. Ortadan kalkan her yol, bid'at yüzünden kalkmı tır. Farzlarla
yetinip, bid'atlerden kaçınan kimse, bir bid'at i leyip, birçok taatler yapıp hal ve mevacide
kavu andan üstündür."
"Bu son zamanlarda sünnet, bid'atler arasında, gece karanlı ında ı ık saçan inci gibidir.
Zaman, dinin garib oldu u zamandır. Bunun için bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta
zamanlardaki çetin mücahedelerle elde edilenden daha çok sevab verilir."
"Bir ey için olan hırs ve gayret, ona olan sevginin neticesidir."
"Müminin kabrinde yüzünün kıbleden çevrilmi görünmesi, dünya sevgisi üzerine
ölmesindendir."
"Hasedden zararlı kalb hastalı ı yoktur. Alimlerin afeti de ondandır."
Evliyanın hallerini anlatmak ve dinlemek hususunda buyurdu ki:
"Evliyanın menkıbelerini dinlemek, muhabbeti artırır, Eshab-ı kiramın menkıbeleri
imanı kuvvetlendirir, günahları mahveder."
Seyyid Sıbgatullah'ın hocası Taha-i Hakkari hazretleri kendisine; "Ne kendin sesli zikret,
ne de ba kasına ettir." buyurdu. O da ona uydu. Öyle ki, insanlar sesle olan bütün zikirleri
mezmum (kötülenmi ) sandılar. Seyyid Sıbgatullah hazretleri gönüllerinden geçeni anlayıp
öyle buyurdu: "Bütün zikirler mezmum de ildir. Te rik tekbirleri, ölüye telkin, aksırıp
"elhamdülillah" diyene, "yerhamükellah" demek derin vadiye inerken, yükse e çıkarken
okunacak tesbihler ve benzerlerini sesli söylemek sevab olup, eserde gelmemi ve sabit
olmamı olanlar mezmumdur."
Seyyid Taha hazretleri kendisine yazdı ı mektubda; "Talebenin hocasına ihlas ve
muhabbeti tam, tabili i dürüst olup, hal sahibi olmasa zararı yoktur. Bu üçünden birinde
noksanlık olup, hal var ise Allah korusun istidractır. ekavet alametidir." diye yazdı. Bu
mektubdaki mana o kadar büyüktür ki, bir sene sohbete bu sözlerle ba lamı tır.
Gavs hazretleri, ömrü boyunca slamiyeti ö rendi, ö retti. nsanlara anlatarak onların iki
cihan saadetine kavu maları için çalı tı. Bir gün talebelerine öyle anlattı: "Sırri-yi Sekati
buyurdu ki: "Korku, küfürden ba ka kalb hastalıklarını giderir. Muhabbet bunu da siler."
Bunun için biz yolumuzda muhabbeti esas aldık. Talebelerinden Abdurrahman Tahi;
"Muhabbet ve ihlastan hangisi üstündür?" diye sorunca; "Bu ikisi yemek ve su gibidir. Yani
bu ikisi olmadan tasavvuf yolculu u olmaz." buyurdu.Abdurrahman Tahi; "Hangisi asıldır?"
dedi. Ona cevaben; " hlas" buyurdu.
Tasavvuf yolcusunun durumuyla ilgili olarak buyurdu ki: "Fıkıhta bir mezhebe uyup
amel edenin ictihad derecesine varmadıkça, imamından ayrılıp nasslara uyması do ru
olmadı ı gibi, tasavvuf yoluna intisab eden bir kimsenin de, hocasının ve hocasının
halifelerinin koydu u usul ve edeplerden dı arı çıkması uygun de ildir. Bununla meclisinde
bulunan ve aya ını öpmek isteyen bir talebesine mani olmak istedi. Abdurrahman Tahi; "Bu
hususta hadis-i erif vardır. Birisi Resulullah'tan elini öpmek için izin istedi, müsade
buyurdu. Aya ını öpmek istedi, müsade buyurdu.Secde için izin istedi, müsade etmedi."
dedi. Bunun üzerine Gavs buyurdu ki: "Bu yolun geçmi büyüklerinin birinden ve kendi
hocası Seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinden bahs edip; "Bu i e mani olurlardı. öyle ki,
Muhammed Parisa hazretleri vefat edince, o lu babasının aya ını öpmek için e ildi inde,
öptürmemek için aya ını çekmi tir." buyurdu.
Vefat etmeden önce; "Amel ediniz?" buyurdu. "Amel nedir?" diye sordular. "Amelden
maksad rabıtadır, yani mür idini dü ünüp ona ba lanmaktır." buyurdu. Devam ederek;
"Maksad, slamiyet'in bildirdi i yönde istikamet üzere olmaktır. Bid'atten ve slamiyet'e
aykırı olarak yapılan amellerden feyz alınmaz. Tasavvuf, slamiyete uymak demektir. Molla
Yusuf Ali; "Evliyalık, slamiyetin emirlerini yapmakla kazanılır." buyurdu. Fakat kalb
hastalıklarının izalesi için hocasıyla sohbet de arttır. slamiyete uymadan vilayete, yani
velili e kavu ulur diyen sapıktır, zındıktır. Namazlardan hemen sonra istigfar ediniz.
slamiyetin bildirdi i hususlara uymayan ve sünneti terk eden mür id, yol gösterici olamaz."
buyurdu.
HalifelerindenAbdurrahman Tahi'ye vasiyet ederken; "Büyüklerin yolunu de i tirme.
Ben hocamın bana emretti i gibi de i tirmedim. O da hocasından aldı ı gibi hiç
de i tirmedi. Rüyada hocam Seyyid Taha hazretlerini gördüm, buyurdu ki: "Talebenin
hocasına saygılı olmasının faydası, onun büyüklü ünün ortaya çıkması ve olabilecek
edepsizliklerden kurtulmasıdır."
Seyyid Sıbgatullah hazretleri Bitlis'de bulundu u sırada bir gün sabah namazından
sonra; "Ölümüm sonbaharın sonuna do ru olacak." Ba ka bir zaman Abdurrahman Tahi'nin
de bulundu u bir sırada oturdu u odanın bo altılmasını emir buyurdu ve vasiyetini
yazdıraca ını bildirdi. Abdurrahman Tahi; "Efendim bu vasiyet de ne oluyor?" dedi. "Bana
ilham yoluyla ya amayı veya ölmeyi tercih etmem istendi. Ruhum ahireti diledi." buyurdu.
Abdurrahman Tahi hazretleri; "Efendimiz sizin hayatta olmanız insanların hayrını ço altır.
Sadaka veriniz, zira sadaka kaderin hükmünü önler. Kaderin hükmünün kesin olmayıp,
sadaka verip vermemeye ba lı olması muhtemeldir." dedi. Bunun üzerine Sıbgatullah Arvasi
hazretleri emir verip çokça sadaka da ıttırdı. Fakat ertesi gün saliha bir kadın gelip; "Eyvah!
Eyvah! Gavs-ı Azam u alçak dünyadan ayrılıp, Hakk'a kavu ma yolculu unun e i indedir."
dedi. "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordular. Kadın; "Gavs bana dedi ki: Daha önce
hastalanınca sadaka veriliyor ve ecel tehir ediliyordu. Halbuki bu sefer ecelim kesindir. Zira
Kaza-i mübremdir. Ona hiçbir ey engel olamaz, buyurdu." dedi.
Hazret-i Gavs'a halifesi Abdurrahman Tagi, Te rin-i saninin (Kasım ayının) dokuzunda;
"Daha önce belirtti iniz ecelinizin vakti geçti." dedi. "Hayır geçmedi. Çünkü Kanun-ı
evvelin (Aralık ayının) ilk on günü de sonbahardan sayılır." buyurdu. Bir gün; "Cuma günü,
ölüm için güzel bir gündür. Fakat Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Pazartesi günü
vefat etmi tir. eyhim Seyyid Taha iseCumartesi günü vefat etti." buyurdu. "Cumartesi
günü" sözünü bir kaç kere tekrar etti. Kendisinin bu günde vefat edece ini tahmin etti.
Ölüm öncesi hastalı ı sırasında kendisini ziyarete gelen kimselere hastalı ının
iddetinden bahsetmedi i gibi, aksine iyi oldu undan bahsederdi. Hatta vefat etti i gün,
akrabaları izin isteyip köylerine gittiler. Çünkü sıhhatinin yerinde oldu unu gördüler. O
günlerde çorba suyundan ba ka bir ey yemiyordu. Hastalı ı sırasında hiç uyumuyor, sadece
kıbleye kar ı oturuyor, bazan sa ına, bazan sol tarafına yaslanarak murakabede bulunuyordu.
Ölüm hastalı ı sırasında hiç inlemedi. Sekerat-ı mevtinden önce yerine halife bıraktı ı o lu
SeyyidBehaeddin'i yanına ça ırdı. "Evladım! Talebelerim sana emanet. Onları büyük bir
itina ile yeti tir. Gözün gibi koru. Sohbet ve teveccühlerini üzerlerinden esirgeme. Sakın
öhret isteme. Allahü teâlânın emirlerini yap, yasaklarından kaçın. Dine muhalif i yapma.
Seni yeti tiren hocanı ve Allahü teâlânın dostlarını incitme, onların her zaman gönüllerini
almayı ihmal etme." buyurdu. Dostlarıyla vedala tıktan sonra da; "Ben ölünce arkamdan
a lamayınız." buyurdu. Sonra bir müddet murakabe halinde kaldı.
ki küçük o lunu Seyyid Nur Muhammed ve Seyyid Burhan'ı zahiri ve manevi
terbiyeleri için Molla Abdurrahman-ı Meczub'a teslim etti. Seyyid Taha hazretlerinden
naklederek; "Kılıç kınından çıkmadıkça, bir ey kesemez." buyurdu. Vefat etti i Cumartesi
günü ö leden sonra Sekerat-ı mevt haline girdi. Bu halinde yanına giren Abdurrahman Tagi
ve MollaAbdurrahman Meczub, sessizce "Yasin" suresini okudular. "Beni do rultun."
buyurdu. Do rulttular. Tekrar; "Beni yata ıma uzatın." buyurdu. Birkaç defa do rulttular ve
tekrar yata a uzattılar. Ölüm hastalı ının ızdırabı fazlala ınca, Abdurrahman Tagi'ye
bakarak; "Böyle olsun bakalım." dedi ve ölümü tercih etti ini belirtti. Sarı ını çıkardı.
Gö süne buz koydular. Yasin-i erif suresini yüksek sesle okumalarını tavsiye buyurdu.
Rabbine bir an evvel kavu ması ve ecelinin çabuk son bulması için dua edilmesini ve bunun
için, o luna sadaka vermesini emretti. Bu sırada yanına girenlere oturmalarını söyledi. A ır
sekerata girip ruhunu teslim edece i zaman, sekeratın iddet ve a ır hallerinden hiç ikayetçi
olmadı. Kendisini yata ına koymalarını isteyince, kollarından tuttular. Lakin yata a kadar
yürüyerek gitti. Yüksekli i bir dirsek boyu olan sedirine kendisi çıktı. Sa yanına
yaslandıktan sonra tebessüm eder bir vaziyette Kelime-i ehadet getirerek ruhunu teslim etti.
O anda odanın içine bir güzel koku yayıldı. Bu kokuyu odanın dı ında duran di er talebeleri
de duydular. Bu koku defin esnasına kadar devam etti.
O lu Celaleddin Efendi, cenazesini yıkadı. Yıkama esnasında yakın hizmetçisi Ali
Efendi ve Abdurrahman Tagi ona yardım ettiler. Techiz ve kefenlenmesi yapıldıktan sonra
talebeleri ve sevenleri tarafından cenaze namazı kılındı ve Gayda'da defnedildi.Mübarek
kabri sevenleri tarafından ziyaret edilmekte feyz ve bereketlerinden istifade edilmektedir.
Seyyid Sıbgatullah Arvasi hazretlerinin yolu, ba ta halifesi ve o lu Seyyid Behaeddin
hazretleri, di er halifeleri Abdurrahman Tagi, eyh Halid-i irvani, eyh Abdurrahman
Behtani, Sofi Mustafa Kulati, Ali Can Külpiki gibi zatlar tarafından devam ettirildi.
Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin on karde i vardı. Bunlardan birisi; zahid yani dünyaya
ehemmiyet vermeyen, cömert ve veli bir zat olan Seyyid Molla Resul Zeki idi. Di erleri;
Seyyid Cemaleddin, Seyyid Nureddin, Seyyid Abdülmelik, Seyyid Abdülkahhar, Seyyid
Abdülgaffar, Seyyid Muhammed, Seyyid Abid, Seyyid Abdülgani, Seyyid Mevlana'dır.
Bunların hepsi alim ve zahid olup, zamanlarını medreselerde geçirirlerdi.
Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin, Seyyid Celaleddin, Seyyid Behaeddin, Seyyid Hamza,
Seyyid Nur Muhammed ve Seyyid Hasan adlı o ulları vardı. Ayrıca Seyyid Bahri, Sultan
Veled ve Burhaneddin adlı üç o lu ise küçük ya ta vefat etmi lerdir.
GERÇEK L M
eyh Halid isminde büyük bir alim vardı. ark vilayetinin adliye müfetti li ini yapardı.
Tefsir, hadis ve fıkıh gibi zahiri ilimlerde, bn-i Hacer ve Seyyid erif Cürcani hazretleri
kadar alim oldu unu iddia ederdi. "Bütün din kitapları ortadan kalksa, bu ilimleri yeniden
ihya ederim." derdi. te bu eyh Halid, Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin ismini ve namını
i itmi , gidip görmeyi niyet etmi ti. Giderken de bazı zor sorular hazırlayıp sormayı ve onu
mü kil durumda bırakmayı dü ündü. eyh Halid geldi inde, Seyyid Sıbgatullah onu yolda
kar ıladı, güzelce misafir edip a ırladı. Sohbet esnasında da Seyyid Sıbgatullah; "Bir kimse
bir talebemize öyle bir sual sorsa, talebemiz o sorana u ekilde cevap verir diyerek, eyh
Halid'in gelirken hazırladı ı bütün soruları teker teker, pek güzel cevaplandırdı. Son soruyu
cevaplandırdı ında, Halid; "Üstadım! Beni affediniz, tövbe ettim." diyerek ellerine sarılıp
öptü. Birkaç gün sonra müfetti lik gibi dünya makamlarını terkederek, Seyyid Sıbgatullah
hazretlerinin huzurunda diz çöktü. Pek çetin riyazet ve mücahedeler çekerek nefsini terbiye
etmeye ba ladı. Nefsinin kötülüklerinden kurtulmak için nefsin istediklerini hiç yapmaz,
istemedikleri yapardı. Seyyid Sıbgatullah ata binerken, sırtıma basarak binsin diyerek ko ar,
önünde e ilirdi. Sıbgatullah hazretleri ise, onu bundan meneder, bir daha böyle yapmamasını
tenbih ederdi. eyh Halid bu ihlaslı hareketleri ile pekçok teveccühlere kavu arak,
evliyalıkta yüksek makamlar sahibi oldu.
34- Seyyid Fehîm-i Arvâsî
Seyyid Fehim-i Arvasi hazretleri, Do u Anadolu'da yeti en büyük velîlerden. Silsile-i
aliyye adı verilen büyük evliyânın otuz üçüncüsüdür. Osmanlı Devletinin son devirlerinde
ya amı tır. Seyyiddir. "Hazret-i eyh" ve "Allâme" lakapları vardır. "Arvâsî" denmekle
me hûr olmu tur. Babası, Seyyid Abdülhamîd Arvâsî'dir. Annesi aynı âilenin Do ubâyezid
kolundan SeyyidHacı brâhim Efendinin kızı Seyyide Emine Hanımdır. 1825 (H.1241)
senesinde Van'ın Bahçesaray (Müküs) ilçesine ba lı Arvas (Do anyayla) köyünde do du.
1895 (H.1313) senesinde aynı köyde vefât etti. Kabri oradadır ve sevenleri tarafından ziyâret
edilmektedir.
Temiz ve asîl âilesi Anadolu'nun do u vilâyetlerinin ilim, irfân ve güzel ahlâk
vasıflarının timsâli (sembolü) idi. Zamanlarının âlimi, fazîlet örne i olan dedeleri Kâdirî ve
Çe tî yollarına mensûb idiler. Babası, Arvas'ın tekke, zâviye ve medresesinin sevk ve
idâresini yürütürdü. Seyyid Fehim, küçük ya ta babası Seyyid Abdülhamîd Efendiyi
kaybetti. AnnesiSeyyide Emine Hanım, zâhide, takvâ ve verâ sâhibi sâlihâ bir hanım idi.
Pekçok kadın hizmetçileri oldu u halde ilim talebesinin elbisesini kendisi eliyle yıkar ve
yardım ederdi.
Küçük ya tan îtibâren ilim ö renmeye ba layan Seyyid Fehîm, kısa zamanda Kur'ân-ı
kerîmi hatm ve hıfzetti. Sonra dedelerinin kurdu u ve öteden beri ilim yayan büyük âlimler
yeti tiren Arvas Medresesi ile Müküs'teki Mîr Hasan Velî Medresesinde temel dînî bilgileri
ve Arabî âlet ilimlerini okudu. Kısa bir müddet ilim tahsîline ara verdi.
Sonra Cizre'ye gidip Mevlânâ Hâlid-i Ba dâdî hazretlerinin halîfelerinden eyh Hâlid-i
Cezerî'nin ders halkasına dâhil oldu. Kısa zamanda emsallerini geçip ilimde ilerledi. Dînî
ilimleri ve zamânın fen bilgilerini ö rendi.
Seyyid Fehim, Cezire'de ilim tahsîli ile me gûl oldu u sırada, amcao lu Seyyid
Sıbgatullah Efendi de Cezire'ye gelip, Mevlânâ Hâlid-i Ba dâdî hazretlerinin talebelerinden
eyh Sâlih Sibkî hazretlerinden ilim ö rendi. Cezire dönü ünde Van'a u radı. Van'da
bulundu u günlerde büyük velî Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretleri de Nehrî'den Van'a
gelmi ti. Seyyid Tâhâ hazretlerinin en seçkin eshâbından olan amcası Seyyid Muhammed
Efendi, Seyyid Sıbgatullah Efendiye, Seyyid Tâhâ-yıHakkârî hazretlerine talebe olmasını
tavsiye etti. Seyyid Tâhâ'ya talebe olan Seyyid Sıbgatullah, onun hizmetinde ve sohbetinde
bulunarak, tasavvuf yolunda ilerledi. Kısa zamanda olgunla arak insanlara slâmiyetin emir
ve yasaklarını anlatmak husûsunda icâzet, diploma ve hilâfet aldı. Van vâlisi ve halkı Van'da
kalmasını ısrarla istediler. Fakat o; "Nehri'ye gidiyorum. Seyid Tâhâ hazretleri uygun
görürlerse burada kalırım." buyurdu. Van'da kalmak istedi ini Seyyid Tâhâ hazretlerine
arzedince, buyurdu ki: "Yok Molla Sıbgatullah! Van halkı dûn-himmettir (eksik, kısa
himmetlidir). Van'ın fethi benim ve senin elinde olmaz. Mükâ efe âleminden mâlûmata göre
sizin sülâlenizden, yâni Arvâsî hanedânından, ilim ve irfânı ile tanınmı , Allah bilir ama
onun [Seyyid Fehimi kasdediyor] vâsıtasıyla, Van'ın ir âdı geçici olarak mümkündür. O
zâtın hayatta olup olmadı ını bilmiyorum." buyurdu. Seyyid Sıbgatullah Arvâsî hazretleri;
"O zât amcamın o ludur. Cezire'de ilim tahsîli ile me gûl, ilim ve irfânla me hûrdur." dedi.
Seyyid Tâhâ; "Bir ba ka geli inde o zâtı muhakkak bana getir." diye emir buyurdu.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, hocasını ikinci defâ ziyârete geli inde, genç ya taki
Seyyid FehimArvâsî'yi de Nehri'ye getirdi. Seyyid Tâhâ hazretlerinin huzûruna gidip
sohbetiyle ereflendiler. Kalma zamânı bitip ayrılacakları sırada, Seyyid Sıbgatullah ve
yanındakiler Seyyid Tâhâ hazretlerinin elini öpüp izin aldıktan sonra, sıra Seyyid Fehime
gelince, Seyyid Sıbgatullah geride kaldı ını görüp, Seyyid Tâhâ hazretlerinden onun için de
izin istedi. Fakat Seyyid Tâhâ hazretleri, Seyyid Fehim'in kalmasını münâsip gördü ve; "O
burada kalsın." buyurdu. Seyyid Tâhâ'nın hizmetinde kalan Seyyid Fehim, kısa sürede
kemâle geldi. Seyyid Tâhâ hazretleri onun hakkında; "Ba kalarının altı ayda aldı ı mesâfeyi,
Seyyid Fehim yirmi dört saatte aldı." buyurdu.
Seyyid Tâhâ hazretleri bir gün Câmi-i erîfin duvarına dayanarak Seyyid Fehim
hazretlerine i âret ederek yanına ça ırdı. O da yanına gelince; "Çok zekîsin, ilme istekli ve
kâbiliyetlisin. Muhakkak Mutavvel kitabını okumalısın." buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri;
"Kitabım yok. Bizim taraflarda Mutavvel okunmaz." diye arz edince, kendi kitabını hediye
etti.Mu 'un Bulanık kazâsının Âbirî köyünde MollaResûl Sibkî ismindeki büyük âlime gidip
okumasını tavsiye buyurdu. Huzûrundan ayrılırken; "Sen zekî ve tedkik edici bir ilim
tâlibisin. Suâllerine hocalar tatmin edici cevap veremezler ve rahatsız olurlar. Derslerin
tâkibi esnâsında bir zorlukla kar ıla ırsan, onları rahatsız etme. Elini gö süne koy ve beni
hatırla. n âallah derhal mü kilini hallederim." buyurdu.
Hocasının elini öpüp duâsını alan Seyyid Fehim Arvâsî, Mutavvel okumak üzere
zamânın Do u Anadolu'daki en büyük âlimlerinden olan Molla Resûl Sibkî'nin huzûruna
vardı. Molla Resûl; "Ben Arvas âilesinden birisine ders okutmak arzusundaydım. Çünkü,
Arvas'ta MollaResûl Zekî'den okudum. O âileden gelen bu zâtta zekâ eseri göremiyorum.
Hayret o âilenin fertleri çok zekî olurlardı." dedi. Seyyid Fehim Arvâsî, Molla Resûl'den ders
almaya ba ladı. Fakat Seyyid Tâhâ hazretlerinin tavsiyesine uyarak ders esnâsında suâl
sormamaya dikkat ediyordu. Hattâ Molla Resûl, Seyyid Fehim'in talebelerinden Molla
Hâlid'e; "Senin hocan suâl sormuyor. Zekâsız mıdır, yoksa utanıyor mu?" diye sordu. Molla
Hâlid de; "Evet ben ba langıçtan beri bu zâtın yanında okuyordum. Bir zaman hocalarına
çok suâl sorar, hocalar ona cevap vermekten âciz kalırlardı. Fakat Nehri'den döndükten sonra
ne hikmetse suâl sormayı terk etti. lim ö renmedeki kâbiliyetine gelince: "Kusura
bakmayın, bendeniz onun sizden yüksek oldu unu tahmin ederim." diye arz etti.
Bir gün Molla Resûl'den Mutavvel'i okurken hocasına; "Burayı anlayamadım." dedi.
Molla Resûl tekrar anlattı. Fakat Seyyid Fehim-i Arvâsî yine anlayamadı ını söyledi. Molla
Resûl cümleyi birkaç defa okuduktan sonra; "Bugün yoruldum, yarın anlatırım." dedi.Ertesi
gün okudu fakat yine açıklayamadı. O gece Molla Resûl de, Seyyid Fehim de dü ündüler.
Üçüncü gün aynı yere gelince, Molla Resûl oradaki inceli i yine açıklayamadı. O sırada
Seyyid Fehim hocası Seyyid Tâhâ hazretlerinin; "Ders okurken anlayamadı ın yer olursa,
beni hatırla." sözünü hatırladı. Molla Resûl dersi mütâlaa etmekle me gûlken, Seyyid Fehim
gözlerini kapayıp, mür idi Seyyid Tâhâ hazretlerini gözünün önüne getirdi. Seyyid Tâhâ
elinde bir kitab ile göründü. Kitabı Seyyid Fehim'in önüne açtı. Mutavvel'in o sayfasıydı. O
satırları açık olarak okudu. Seyyid Fehim merakla dikkat ediyordu. O cümlenin arasında bir
atıf vavı (ve harfi) fazla okudu. Seyyid Tâhâ hazretleri kaybolunca, Seyyid Fehim gözlerini
açtı. Molla Resûl'ün o satırları okuyup dü ünmekte oldu unu gördü. Molla Resûl'den izin
isteyip, hocasından duydu u gibi bir (ve) ekleyerek okudu. Molla Resûl bunu i itince;
"Mânâ imdi anla ıldı." dedi. kisi de iyice anlamı tı. Molla Resûl; "Bu satırları yirmi
senedir okudum, anlattım. Fakat hep anlamadan anlatırdım. imdi iyi anladım. Söyle
bakalım bunu do ru okumak senin i in de il. Ben senelerce bunu anlayamadım. Sen nasıl
anladın? Bu (ve)yi okudun, mânâ düzeldi." dedi. Seyyid Fehim, mür idi Seyyid Tâhâ
hazretlerini hatırlayıp yardım istedi ini söyledi. Mür idinden nasıl ö rendi ini anlattı. Molla
Resûl; "Îmândan sonra küfür yoktur." diyerek kitabı kapattı. Seyyid Fehim ile birlikte
Nehrî'nin yolunu tuttular. Onlar yolda iken Seyyid Tâhâ hazretleri; "Hazret-i Seyyid Fehim
güzel bir hediye ile geliyor." buyurdu. Kısa bir müddet sonra Seyyid Fehim'le birlikte gelen
MollaResûl de Seyyid Tâhâ hazretlerinin sohbetine kavu up, talebelerinden oldu. Onun
huzûrunda mânevî olgunlu a eri ip, zâhirî ilimlerde oldu u gibi, tasavvuf ilminde de yeti ti.
Seyyid Tâhâ hazretleri Molla Resûl'e hilâfet vererek insanlara slâmiyetin emir ve
yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi.
Hocası ve mür idi Seyyid Tâhâ hazretlerinin huzûruna tekrar dönen Seyyid Fehim, onun
hizmet ve sohbetlerinde bulundu. Seyyid Tâhâ hazretlerine olan muhabbet ve ba lılı ı
sebebiyle onun yattı ı odanın dı tarafında pencereye yüzünü döner ve sabahlara kadar
ayakta durup, onun güne gibi nûr saçan feyizlerinden istifâdeye çalı ırdı. Hattâ bir
defâsında bununla yetinmeyip, so uk bir gecede iddetli kar ya arken, kapının dı ında
uzandı. Mübârek ba ını kapının e i ine koyarak yattı. iddetli ya an kar, mübârek vücûdunu
örttü. Fakat muhabbetle yanan kalbi ile kar altında çe it çe it feyz ve bereketlere kavu tu.
Seyyid Tâhâ hazretleri teheccüd namazını kılmak için mescide gitmek üzere kapıyı açtı.
Aya ını kapıdan dı arı atınca, Seyyid Fehim'in sırtına bastı. Seyyid Fehim hemen aya a
kalkıp edeple mür idinin kar ısında durdu. Seyyid Tâhâ hazretleri; "Yeter Molla Fehim.
Benim kanâatime göre bugün ilimde bir ummânsınız. Seyyid erîf Cürcânî hazretlerinden
sonra ilimde seyyidlerin yüzünü siz güldürdünüz. Bu ilmi bu kadar yere sermeyiniz."
buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri ise; "Bu ilimden bütün istifâdem, hazretinizin bir nazarıyla
olana yeti ememi tir. Bendeniz menfaatimi arıyorum." diye cevap verdi. Bunun üzerine
Seyyid Tâhâ hazretleri onu kucakladı, gecenin karanlı ında cihânı aydınlatacak mânevî
nûrları ihsân etti. Elini tutarak berâber mescide gittiler.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin hizmet ve sohbetinde tasavvuf yolunun en yüksek derecelerine
kavu an Seyyid Fehim "kuddise sirruh" , büyük bir velî oldu. Mutlak hilâfetle ereflenme
zamânı gelince, üstadı Seyyid Tâhâ onu huzûruna ça ırdı ve insanlara slâmiyetin emir ve
yasaklarını anlatmak, onların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtulu a kavu malarına vesîle
olmakla vazîfelendirdi. Fakat Seyyid Fehim; "Bu bir a ır yüktür. Ben bunu kaldıramam.
Hem de buna lâyık de ilim." deyip çekingen davrandı. Seyyid Tâhâ hazretleri; "Bu bir emr-i
ihtiyârî, iste e ba lı bir i de il, emr-i zarûrî olup, mecbûrî i tir." buyurdu. Memleketi olan
Arvas'a gitmesini emretti. Yola çıkaca ı zaman tekrar huzûruna ça ırdı, kitapların içindeki
mektuplarını kendisine göstererek; "Bu ihlâs ve muhabbet sizin de il midir? Neden imtinâ
ediyorsunuz. Yemin ederim ki sizin hilâfetiniz, Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem
efendimiz tarafından tasdik buyrulmu ve bütün sâdât-ı kirâm büyükler tasdik buyurmu , ben
de tasdik etmek zorundayım. Siz de kabûl etmek mecbûriyetindesiniz." buyurdu.
Kanâat, tevekkül, zühd, muhabbet, rızâ ve teslimiyette çok yüksek bir mür id-i kâmil
olan ve; "Seyyid Tâhâ'yı gördüm, tarîkat ve hakîkatin ne oldu unu ö rendim." buyuran
Seyyid Fehim hazretleri, hocasının emrine uyarak Arvas'a döndü. Arvas Medresesini
yeniden îmâr ederek talebelere ilim ö retti. Ayrıca, Nak ibendiyye yolunun esaslarını
anlatarak insanların saâdetine çalı tı. slâmiyetin emir ve yasaklarından kıl kadar
ayrılmaksızın vazîfesine devâm etti. Her zaman âfet kabûl etti i öhretten kaçındı. Arvas
Medresesinde en az elli talebeye ders verip Madde-i Kübrâ adlı eseri okuturdu. Seyyid
Muhammed Emin, Seyyid Abdülhakîm, Halîfe Dervi , Halîfe Ali, Molla Abdülcelîl ve eyh
Resûl gibi büyükler onun yeti tirdi i âlim ve velîlerdendir. Ondan ilim tahsîl edip, mezun
olanlar Van ve havâlisinde Reîsü'l-müderrisîn ünvânıyla anıldılar. Seyyid Fehim
hazretlerinin ilim ve mârifetteki üstünlü ü kısa zamanda her tarafa yayıldı.
Seyyid Fehim hazretleri hocası Seyyid Tâhâ hazretlerini, ders talebesi gibi her yıl,
Arvas'dan Nehrî'ye gelerek, ziyâret ederdi. Vefâtından sonra, yerine geçen birâderi Seyyid
Muhammed Sâlih hazretlerini de ziyâret edip, sohbetlerinde bulundu. Zîrâ Seyyid
Muhammed Sâlih hazretleri Seyyid Fehim hazretlerinin sohbette üstâdıydı.
Üstâdının vefâtından sonra daha da tanınan Seyyid Fehim hazretleri, ilim ve fazîlette
iyice me hûr oldu. Mısır, Irak, Suriye ve bu havâlide halledilemeyen meseleler ona
getirildi.Çözülemez gibi görülen mü kil meseleleri hallederdi. Onun sohbetinde bulunmak
üzere Arvas'a giden kimseler dünyâdan habersiz, nefsin ve eytanın errinden emniyette
olup, muhabbet deryasına daldılar. Ondan feyz alıp, yüksek derecelere kavu tular. Sohbet ve
dersleriyle pek çok insanın do ru yola kavu masına vesîle oldular. Böylece, Do u Anadolu
halkının Sünnî kalmasını, iîli in ve mezheb ayrılı ının yöreye girmemesini temin ederek,
millî birli e çok hizmet etti. Doksanüç Harbinde Ruslara kar ı Do u Bâyezîd Cephesine
gidip büyük kahramanlıklar ve muvaffakiyetler gösterdiler.
Seyyid Fehim hazretleri hocası Seyyid Tâhâ hazretlerinin vefâtından sonra onun emir ve
tavsiyelerine sıkı sıkıya uydu. Senede iki defâ Van'a te rif ederek halka slâmiyetin emir ve
yasaklarını anlattı. Onların dünyâda ve âhirette saâdete, mutlulu a kavu maları için çalı tı.
Vâz ve sohbetleriyle Van halkının slâmiyete ba lılı ı ve bu husustaki öhreti arttı.
"Dünyâda Van, âhirette îmân." sözü insanlar arasında yaygın olarak söylenmeye ba landı.
Seyyid Fehim hazretlerinin Van'a geli lerinde büyük bir kalabalık ve izdiham olurdu.
Zamânın vâlisi, askerî ve mülkî erkânı onu ziyâret ederek, sohbetlerinden istifâde ederler,
varsa mü kil meselelerini sorup cevaplarını alırlardı. Maddî ve mânevî bütün emirleri yerine
getirilir, herkes ona saygı ve hürmette kusur etmezdi. Böylece hocası Seyyid Tâhâ'nın
seneler önce buyurdu u; "Van'ın fethi Arvâsî hânedânından, ilim ve irfânı ile tanınmı bir
zâtın vâsıtasıyla muvakkaten (geçici olarak) mümkündür." sözünün hükmü kerâmet olarak
ortaya çıkmı tı.
Seyyid Fehim hazretleri Van'a geldi i zaman umûmiyetle mahkeme ba kâtibi Ahmed
Beyin evinde misâfir olurdu. Bir geceAhmed Beyin evinden çıkıp (Hacı Bekir kı lası diye
hizmet gören bir askerî kı la yaptıran) Hacı Bekir isminde Van'ın ileri gelenlerinden birinin
evine misâfir oldu. Birkaç gün Hacı Bekir'in evinde kaldı. Hacı Bekir, Allahü teâlânın
emriyle kızı Gülizâr Hanımı, Seyyid Fehim hazretlerine nikahladı. Bir sohbet
sırasındaSeyyid Fehim hazretlerine dedi ki: " eyhim size burada bir ev yaptırmam lâzım
oldu." Seyyid Fehim hazretleri; "Ey Hacı Bekir! Bir eyi noksan söylediniz. Yanında bir de
câmi yaptırın." buyurdu. Hacı Bekir A a bu söz üzerine yaptırdı ı evin yanına âbâniye
Câmiini yaptırdı. Sonraları Seyyid Fehim hazretleri, Van'a te riflerinde kayınpederinin
yaptırdı ı bu evde kalırdı. nsanlara slâmiyetin emir ve yasaklarını âbâniye Câmiinde
anlattı. Her sene iki üç ay Van'da kaldı ı müddet içinde pekçok kimsenin hidâyete
kavu masına vesîle oldu. Sonra bu câminin yanına bir de medrese yaptırıldı.
Seyyid Fehim hazretlerinin ders verdi i ve vâz etti i âbâniye Külliyesi, Arvas'a
benzeyen ilim ve irfân yuvası bir makamdı. Bu medresede çok âlim ve velî yeti mi ti. Sofu
Baba orada yeti en zâtlardandı. Sonraki devirlerde de ilim ve irfân kayna ı olmaya devâm
eden bu medreseden, Seyyid Abdülhakîm hazretlerinin o lu Ahmed Mekkî Efendi ve karde i
o lu Cemâl Efendiler de yeti ti. Bu mekanlar imdi harâbe halde bulunmaktadır.
lim, fazîlet ve güzel ahlâkta zamânının bir tânesi olan Seyyid Fehim hazretleri,
slâmiyetin emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine titizlikle uyardı. Onu
sevenler namazlarını mutlaka câmide cemâatle kılarlardı. Onun en büyük kerâmeti,
slâmiyetin emir ve yasaklarına tam uyması, kendisinden sonra vazîfesini devâm ettirecek
olan Seyid Abdülhakîm gibi âlim ve velî bir zâtı yeti tirmesiydi. Bunlardan ba ka pekçok
kerâmetleri görülmü tür.
Seyyid Fehim hazretleri bir defâsında talebeleriyle Van Gölü kıyısında giderken, göldeki
Ahtamar Adasında bulunan Ermeni kilisesinden bir papaz çıkarak su üstünde yürümeye
ba lar. Talebeler bunu görünce, bâzılarının hatırına; "Allah'ın dü manı dedi imiz papaz, su
üzerinde yürüyor da, evliyânın büyü ü, Allahü teâlânın sevdi i, seçti i kulu bildi imiz,
Seyyid hazretleri acabâ neden yürümez ve kıyıdan dola ır" diye gelir. Seyyid Fehim, bu
dü ünceyi anlayıp, mübârek ayaklarındaki nalınları ellerine alıp, birbirine çarpar. Nalınları
çarptıkça papaz suya batar. Bo azına kadar gelince, bir daha çarpar. Papaz, batar ve bo ulur.
Sonra, böyle dü ünen talebesine dönerek; "O, sihir yaparak, su üstünde gidiyor, böylece
sizin îmânınızı bozmak istiyordu. Nalınları çarpınca sihri bozulup battı. Müslümanlar sihir
yapmaz. Allahü teâlâdan kerâmet istemekten de hayâ ederler." buyurdu. Kerâmeti ile
papazın sihrini bozdu. Bu kerâmet, Abdurrahmân Arvâsî hazretleriyle ilgili olarak da
anlatılmaktadır.
stanbul'da, Ka ıthâne'de sabun fabrikası olan Rıfat Beyin babası Abdülvehhâb Efendi
1963'te vefât etti. Vefâtından birkaç sene evvel dedi ki: "Erzurum'da medrese tahsîlini
bitirmi tim. Daha okumak istedim. Aradı ım büyük âlimin Bitlis'te Abdülcelîl Efendi
oldu unu söylediler. Bitlis'e gittim. Kendisini aradım. Van'a gitti, yakında gelir, bekle
dediler. Sabredemedim, Van'a gittim. Sordu umda; "Müks eyhi Seyyid Fehim hazretleri
Van'a geldi. âbâniye Câmiinde, onun yanındadır." dediler. Oraya gittim. Hem de büyük
âlim Abdülcelîl Efendi, kürsüye çıkmı , herkes onu dinleyip istifâde etmektedir, diye
dü ünüyordum. Câmiye girdim. Herkes ba ını e mi , edeple oturuyordu. Kar ıda nûr gibi,
tatlı bakı lı bir zât vardı. Herkes buna kar ı saygı ile dönmü tü. Abdülcelîl Efendi, her hâlde
kar ıdaki heybetli, tesirli zâttır, diyordum. Fakat, soracak kimse yoktu. Herkes, boynunu
bükmü önüne bakıyordu. Ansızın, önüme bir genç geldi. "Ne arıyorsunuz?" dedi.
"Abdülcelîl Efendi hazretlerini arıyorum." dedim. " te budur." diyerek, en geri sırada
boynunu bükmü edeple oturan birini gösterdi. " stersen sen de otur." dedi. "Kar ıda oturan
kimdir?" dedim. "Seyyid Fehim hazretleridir." dedi. Nice zaman sonra, bu gencin, Seyyid
Abdülhakîm Efendi oldu unu anladım. Biraz sonra ezan okundu. Sünnetler kılındı. Seyyid
Fehim hazretleri imâm oldu. Safları düzelttik. mâmla birlikte tekbir getirirken, bütün
cemâat, elektrik çarpan kimse gibi titremeye ba ladık. imdi altmı sene oluyor. mâmın o
tekbir sesi hâtırıma geldikçe, titriyorum. Kalbimde, o gün oldu u gibi, bir hal oluyor."
Endis köyünden Hacı Abdullah ismine bir kimse hacca gitmi ti. Hac ibâdeti esnâsında
cebindeki paralarını kaybetti. Üç ay müddetle müslümanların yardımıyla idâre etti. Bir gün,
içinde bulundu u sıkıntılı hâli dü ünerek Mekke-i mükerremenin sokaklarında yürürken,
birden meyve a açları, çiçekleri, akan suları ve ortasında çok güzel ve süslü bir câmi
bulunan bir makam gördü. Câminin kapısında güzel simâlı bir zât oturuyordu. Kendi
kendine dü ündü. "Yâ Rabbî! Mekke-i mükerremede böyle ba , bahçe ve akan sular yoktur.
Bu gördü üm hayal midir, rüyâ mıdır?" deyip, câminin kapısında duran zâta gitti. Selâm
verdi. O zât selâmını aldı ve; "Merhaba, ho geldin, sefâ geldin ey hacı!" dedi. Hacı
Abdullah Efendi hayretini o zâta bildirdi. O zât; "Burası mânevî bir makamdır. Evliyâya
mahsustur. Cumâ günü ikindi namazlarını bu mübârek mâbedde kılarlar." dedi. Hacı
Abdullah Efendi; " mâmları kimdir?" diye sordu. O zât; "Herhalde tanırsınız. Seyyid Fehimi
Arvâsî hazretleridir." diye cevap verdi.
Hacı Abdullah Efendi bu söze çok sevindi. Bahçenin bir kenarına çekilip Seyyid Fehim
hazretlerinin gelmesini bekledi. Orada durdu u müddet içinde evliyâ-yı kirâm tek tek, grup
grup geldiler. Câmi tamâmen doldu. Hepsinden sonra Seyyid Fehim hazretleri büyük bir
vekâr ve nâzik bir tavırla geldi. Abdullah Efendi ko up saygıyla ellerini öptü. Sıkıntılı hâlini
arz etti. Seyyid Fehim hazretleri; "Hayâtımda bu sırrı if â etmemek artıyla sâdât-ı kirâmın
(bu yolun büyüklerinin) himmet ve bereketleriyle îcâbına bakarız. E er sırrı if â ederseniz,
gözlerinizden mahrum olursunuz." buyurdu. Câmiye girince bütün velîler aya a kalkıp onu
saygıyla kar ıladılar. Seyyid Fehim hazretleri mihrâba geçerek ikindi namazını kıldırdı.
Sonra güzel sohbetler oldu. Îzâhı mümkün olmayan bir muhabbet, vecd ve evk hâli hâsıl
oldu. Evliyâullah câmiden geldikleri gibi ayrıldılar. En son Seyyid Fehim hazretleri câmiden
çıktılar. Hacı Abdullah Efendi tekrar eteklerine yapı ıp hâlini arzetti. Seyyid Fehim
hazretleri; "Merak etme. n âallah imdi memleketine gidersin. Paran yoktu, nasıl geldin
diyenlere bir tüccar yardım etti geldim, dersin. Tekrar ediyorum bu sırrı if â etme." buyurdu
ve; "Gözlerini kapa!" diye emretti.
Hacı Abdullah Efendi gözlerini kapadı. Rüyâda gibi uçtu unu hissediyordu. Nihâyet
köyünün dı ındaki bir çe menin ba ında oturdu unu gördü. Yava yava köye indi.
Köylüleri ve akrabâları onu kar ıladılar. "Ho geldiniz, haccınız mübârek olsun." dediler.
Evine gidince, köylü, cemâat hâlinde gelip, onun hac intibâlarını sordular. Bu arada;
"Paranızı kaybetti inizi, Mekke-i mükerremede peri an oldu unuzu i ittik. Para temin edip,
yarın Arvas'a gidecek, Seyyid Fehim hazretlerine arz edip, onların emredecekleri bir
vâsıtayla gönderecektik. Elhamdülillah siz geldiniz. Size yardım eden zâttan Allahü teâlâ
râzı olsun." dediler.
Hacı Abdullah Efendi o geceyi evinde geçirdikten sonra ertesi gün kalkıp Arvas'a gitti.
Seyyid Fehim hazretlerinin huzûruna vardı. Yanlarında birkaç talebesi vardı. Selâm verip
ellerini öptü. Seyyid Fehim hazretleri; "Bu sene hacca gitti inizi duydum. Ne zaman
geldiniz?" buyurdu. Abdullah Efendi; "Dün geldim?" diye arzedince; "Niye bu kadar geç
kaldınız, üç ayı geçti." diye sordu. "Paramı kaybettim, Mekke'de parasız kaldım. Sonra bir
tüccar yardım etti, geldim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri; "Allah râzı olsun. Dün eve
geldi inize göre, niye bugün buraya geldiniz. Müslümanlar sizi ziyârete gelirler." buyurdu.
Abdullah Efendi; "Sizi temiz iken ziyâret etmek istedim efendim." dedi. "Bu gece kal,
sabahleyin durmadan evine git. Sırrın if âsı, açıklaması hatâdır, hayâtımda if â etme!"
buyurdular. Abdullah Efendi o gece orada kaldıktan sonra ertesi gün evine döndü. Bu
gördüklerini de Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerinin vefâtından yıllarca sonra anlattı.
Diyarbakır'da adliye müfetti i Mustafa Necâti Bey isminde bir kimse vardı. Vazifeli
olarak Van'ın Müküs kazâsına gitti. Bir bayram günü, bayram namazından sonra kaymakam
ve kazânın ileri gelenleri Seyyid Fehim hazretlerini ziyârete gitmek üzere hazırlandılar.
Mustafa Necâti Bey de onlarla birlikte gitmek istedi. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra
yola çıktılar. Yolculuk esnâsında güzel eylerden bahsedildi. Arvas'ın yakınındaki Kırmızı
Köprüyü geçtikten sonra hepsi de ayrı bir mânevî havaya girdiler. Mustafa Necâti Bey de o
havadan etkilendi. Fakat kendisi içki içti i için heybesinde iki i e içki vardı. Arvas
kabristanının altındaki ta lıkta bu i eleri kimseden habersiz, bir yere sakladı. Arvas'a varıp,
Seyyid Fehim hazretlerini ziyâret ettiler. Hepsi sırasıyla saygıyla elini öptüler. Mustafa
Necâti Bey de ellerini öpüp, tasavvuf yolunda talebesi olmak istedi ini bildirdi. Seyyid
Fehim hazretleri ona; " i e ile tarîkat bir arada olmaz. Git i eleri kır, dök gel, öyle kabûl
edelim." buyurdu. Mustafa Necâti Bey i eleri oraya koydu unu kimsenin görmedi ini
dü ündü. Fakat Allahü teâlâ velî kullarına kerâmetle bildirir diye dü ünerek gitti. i elerden
birini kırdı, di erini de sıkı ırsam kullanırım dedi. Seyyid Fehim hazretlerinin huzûruna
gelince; "Git öbürünü de kır gel!" buyurdular. Mustafa Necâti Bey bu durum keyfî de il,
zarûrîdir. O i eyi oraya isteyerek bırakmadım. Zarûrî kalırsam içerim, diye bıraktım." dedi.
Seyyid Fehim hazretleri; "Haramda zarûret olmaz." buyurdular. Mustafa Necâti Bey gidip o
i eyi de kırdı. Sonra ellerini öptü ve talebeleri arasına girdi. Bundan sonra içki alı kanlı ı
kalmadı. Mustafa Necâti Bey, Seyyid Fehim hazretleri hakkında; "Türkiye'yi hemen hemen
tamâmen, Arabistan'ın bir kısmını gezdim. Her yerde me âyıhtan pek çok kimseyle
kar ıla tım. Bu zât gibi olgun bir ferd görmedim. Peygamber efendimizi ve Eshâb-ı kirâmı
temsil ediyordu. Onlardaki ilim, hilim, yumu aklık, vakar, letâfet ve heybeti hiç kimsede
görmedim." diye anlatır ve a lardı.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin o lu Seyyid Ubeydullah Efendi hacca gitmek istiyordu. Van'a
geldi. Kendi kendine; "Arabistan'da babam Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerini tanıyanlar çoktur.
lim sohbetleri olur. Yanımda büyük bir âlimin bulunması zarûrîdir. Buna lâyık ancak
babamın halîfesi Seyyid Fehim hazretleridir." diye dü ünerek onları berâber götürmek üzere
Van'a dâvet etti. Seyyid Fehim hazretleri Van'a gelince; "Üstâdım birlikte hacca gidelim."
dedi. Seyyid Fehim hazretleri özür beyân edip; "Mâlî ve bedenî durumum müsâid de ildir."
buyurdu. Seyyid Ubeydullah Efendi; "Mal ve para i i bana âittir. Bedenî durumunuzla ilgili
olarak Mevlânâ Hâlid-i Ba dâdî hazretlerinin Dîvân'ına bakalım, ne çıkacak" dedi. Dîvân'ın
bâzı sayfalarını açtıkları zaman Medîne-i münevvere ile ilgili beytler çıktı. Bunun üzerine
karar verip birlikte hac yolculu una çıktılar. stanbul'a geçip, Fâtih'teki Re âdiye Oteline
indiler. Onların stanbul'a geldiklerini haber alan zamânın padi âhı Sultan kinci
Abdülhamîd Han, kendilerini saraya dâvet etti. Sarayda misâfir edip, ikrâm ve ihsânlarda
bulundu.
Kendisi velî olan, âlim ve velîlere çok hürmet eden Sultan kinci Abdülhamîd Han,
Seyyid Fehim hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, duâsını aldı. On iki gün kadar stanbul'da
misâfir ettikten sonra, Haydarpa a'ya kadar merâsimle, törenle u urladı.
Seyyid Fehim hazretleri ve Seyyid Ubeydullah Efendi vapurla Mısır'a gittiler. Oradaki
âlim ve velîler ile görü üp sohbette bulundular. O devrin önemli ilim merkezlerinden olan
Ezher Medresesinden yeti en âlimler, Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve fazîletteki
üstünlü ünü kabûl ettiler.
Seyyid Fehim hazretleri, hizmetlerinde bulunan Hacı Ömer Efendiyle birlikte Câmi-ül-
Ezher Medresesine gittiler. Bir odaya girdiler. Bu odada oturan bir âlimin etrâfında çok
sayıda kitaplar ve önünde bir kâ ıt oldu u halde oturdu unu gördüler. Âlim, kitaplara
bakıyor fakat önündeki kâ ıda bir ey yazamıyordu. Seyyid Fehim hazretleri kâ ıtta olan
yazıyı bir defâda okuyup ezberledi. Çünkü bir defâ okudu u yazıyı ezberlemek onun
husûsiyetlerindendi. Âlim kimse ba ını kaldırıp; "Sizin okumanız var mıdır?" diye sordu.
Seyyid Fehim hazretleri ilimle bir mikdâr me gûl oldu unu bildirdi. Âlim; "Siz bu kâ ıttaki
yazının mânâsını bilir misiniz?" dedi. "Evet." cevâbını alınca, hayret etti ve; "Hayret!
Câmiü'l-Ezher Medresesi (Üniversitesi) bütün ûbeleri (fakülteleri) ile bir haftadan beri bu
meselenin halli için tâtil edildi. Reîsü'l-ulemâ ba ta olmak üzere bütün âlimler gece-gündüz
çalı maktadır. Bu yazının mânâ ve mefhûmunu anlamaktan âciz kaldı." dedi.Seyyid Fehim
hazretleri; "Basit bir meseledir." buyurunca, âlim daha çok hayret etti.
Seyyid Fehim hazretleri anla ılamayan meseleyi îzâh etmeye ba ladı. Hayretler
vâdisinde dola an âlim, saygıyla kalkıp elini öptükten sonra, hemen kâ ıt kalem alıp Fehim-i
Arvâsî hazretlerinin îzâhını yazdı. Adresini alarak tekrar ellerini öptü ve ayrıldı. Seyyid
Fehim hazretleri de Hacı Ömer Efendiyle birlikte kirâladıkları eve döndü.
Bir müddet sonra Câmiu'l-Ezher Medresesi Reîsü'l-ulemâsının (rektörü) gönderdi i dört
âlim çıkageldi. Reîsü'l-ulemâ tarafından Câmiü'l-Ezhere dâvet edildi ini ifâde ettiler. Seyyid
Fehim hazretleri dâveti kabûl buyurup, gitti. Büyük bir salonda Reîsü'l-ulemâ ba ta olmak
üzere be yüze yakın âlim büyük bir saygı ile kendisini kar ıladılar. Seyyid Fehim
hazretleriyle Reîsü'l-ulemâ yanyana oturdular. Sohbet ba ladı.Reîsü'l-ulemâ, Seyyid Fehim
hazretlerine; "Efendi hazretleri! Tam istenen ekilde açıkladı ınız mesele, Câmiü'l-Ezherce
mü kil ve mânâsı anla ılamayan bir mesele hâline gelmi ti. Cenâb-ı Hakk'ın yardımıyla bu
mü kilâttan bizleri kurtardınız. Câmiü'l-Ezher size sonsuz ükrân borçludur." dedi.
Birçok mü kil meselelerin halledildi i suâlli cevaplı sohbet, saatlerce devâm etti. Bu
sırada Seyyid Fehim hazretleri, yanındaki Hacı Ömer Efendiden tütün çubu unu
doldurmasını ve yakmasını istedi. Hacı Ömer Efendinin hazırladı ı çubuktan birkaç nefes
çekip yerine koydu. Reîsü'l-ulemâ, Seyyid Fehim hazretlerinden müsâde isteyip; "Birkaç
nefes de ben çekebilir miyim?" dedi. Seyyid Fehim hazretleri müsâde ettikten sonra birkaç
nefes deReîsü'l-ulemâ çekti. Fakat bu sırada salondaki âlimler arasında fısıltılar ba ladı. ki
âlim gelerek Reîsü'l-ulemâ'ya; "Efendim tütün içmenin kesin haram oldu una dâir dört fetvâ
vermi tiniz. imdi içiyorsunuz, hikmeti nedir?" diye sordular. Reîsü'l-ulemâ cevâben;
"Yemin ederim ki bizim ilmimiz bu zâtın ilmi yanında denizde bir damla gibidir. Verâ ve
takvâmız da bu zâtın verâ ve takvâsı yanında yok gibidir. Bu zâta uyarak bugünden sonra
tütün içece im. Demek ki yanılmı ım. Haram de ilmi . Haram ve günah olsaydı, bu zât
a zına koyar mıydı? Siz serbestsiniz. Benden haram oldu unu duyan herkese haram
olmadı ını duyurunuz." dedi.
öhret sâhibi olmaktan kaçınan Seyyid Fehim hazretleri bir an evvel Mısır'dan ayrılmak
istedi. Ancak âlimlerin ve Seyyid Ubeydullah Efendinin ısrarlı istekleri üzerine Mısır
âlimlerinin ve halkının mü kil meselelerini halletmek üzere bir müddet daha kaldı. Orada
bulundu u süre içinde ilim meclislerinde ve sohbetlerinde slâmiyetin emir ve yasaklarını
anlattı. Daha sonra Mısır'dan ayrılarak hac ibâdetini yerine getirmek üzere yanındakilerle
birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Mekke-i mükerremede bulundu u sırada pek çok âlim
ve velî ile görü üp sohbette bulundu. âfiî mezhebi fıkhına dâir ânetü't-Tâlibîn adlı kitabı
te'lif eden eyh Seyyid Ebû Bekr (rahmetullahi aleyh) birçok mü kil meselelerini Seyyid
Fehim hazretlerine sorup cevâbını aldı. Seyyid Ebû Bekr; "Bu mübârek beldede
bulundu unuz müddetçe te rif edin, sizden istifâde edelim." dedi. Bir gün Hacı Ömer
Efendiye gizlice; "Belki Mısır Reîsü'l-ulemâsı bu zâtın derecesinde olabilir. Ondan ba ka
yeryüzünde bu zât gibi bir âlim bulundu una inanmam." dedi. Hacı Ömer Efendi Mısır
Reîsü'l-ulemâsı ile olan görü meyi anlatınca, Seyyid Ebû Bekr; "Allahü teâlâ ona uzun ömür
vermekle bizi nîmetlendirsin. Onun ilminden do rulu undan, takvâsından ve himmetinden
bizleri nasîblendirsin." diye duâ etti.
Seyyid Fehim hazretleri Mekke'de bulundu u sırada mâm-ı Rabbânî hazretlerinin
torunlarından Ahmed Saîd'in o lu Muhammed Mazhâr Müceddîdî ile görü tü. Bu sebeple
o ullarının birinin ismini Mazhar koydu.
Hac vazîfesini îfâ ettikten sonra Medîne-i münevvereye giden Seyyid Fehim-i Arvâsî
hazretleri, sevgiliPeygamberimizin mübârek kabrini ziyâret edip, feyzlerine kavu tu. Sonra
tekrar Arvas'a dönüp ir ada devâm etti.
Hayâtında cemâatsiz namaz kılmadı. On iki ya ından beri gece teheccüd namazını
kaçırmamı tır. Talebelerinden Molla Abdülhakîm veya Molla âbân bulundukları zaman
onlara uyar, bulunmadıkları zaman kendisi imâm olurdu. Mihrâba geçip tekbir aldı ında
elektrik cereyânı gibi kalplere tesir ederdi. Ramazân-ı erîfte teravih namazını hatimle
kılarlar, yâni her rekatte bir sayfa Kur'ân-ı kerîm okunurdu. Terâvih ve duâ biter sahur
sofrası hazırlanırdı. Sahurdan sonra sabah ezânı okunur, namazdan sonra, zikir ve murâkabe
ile me gûl olunurdu. Güne yükseldikten sonra ku luk, namazı kılınır, kaylûle vaktinde iki
saat kadar uyurlardı.
Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve hizmetinde bulunanlar, kendilerini dünyâdan
uzakla mı görürlerdi. Arapça, Farsça, Türkçe ile di er mahalli dilleri bilirdi. Her dildeki
mahâreti emsâlinden üstündü. Arapça konu tu u zaman Mısır Câmiü'l-Ezherinde yeti ti i
sanılırdı. Maddî ve mânevî bütün ilimlerde derin âlim, fesâhat ve belâgatları hârikaydı.
Seyyid Abdülhakîm hazretleri onun vasıflarını u ekilde anlatırdı: "O, her ilimde bir
okyanustu. Derinli ine kimse inemedi. Ancak o lu ve halifesi Seyyid Muhammed Emin
azıcık anlıyordu. Hattâ eyh Sa'dî îrâzî'nin Gülistan'ından bir beyt okudular ve îzâh
buyurdular. Bir mikdârını anlayabildim. Seyyid Muhammed Emin de bir mikdar daha anladı.
Sonra o da anlayamadı. Hülâsa hakîkat ve inceliklerini kimse hakkıyla idrâk edemedi.
Seyyid Fehim hazretleri insanlara slâmiyeti anlattı ı gibi, cin tâifesine de anlatırdı.
Cinlerden dört binden fazla talebesi vardı.
Seyyid Fehim hazretleri bir gece rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. Resûlullah
efendimiz ona; "Abdülhakîm'in terbiyesini sana ısmarladım." buyurdu. Bu emir üzerine
Abdülhakîm Efendinin terbiyesine daha çok ihtimâm gösterip, onu tasavvuftaki vilâyet-i
Ahmediyye derecesine ula tırdı.
Seyyid Fehim hazretlerinin önde gelen talebesi Seyyid Abdülhakîm Efendi, onun
sohbetlerinden çok istifâde etmi ti. Bir gece benzeri olmayan bir sohbet oldu. Seyyid
Abdülhakîm bu sohbette dinlediklerini kendisi için yeterli görerek; "Bu sohbet bana yeter,
alabilece im her eyi bu gece aldım." diye dü ündü. Sabah olunca üstâdı kendisinden
ibri ini istedi. Abdülhakîm Efendi ibri i bir elma a acının altında bulunan hocasına götürdü.
Bu sırada hazret-i Seyyid; "Abdülhakîm! Bu a aç ne a acıdır?" diye sordu. "Elma a acıdır
efendim." diye cevap alınca; "Bu a acın bir gövdesi, dalları, dallarında da meyveleri vardır.
imdi bir elmanın içindeki çekirde i yiyen bir kurt, ben bütün elmayı ve elma a acını yedim,
onda olanları aldım dese, do ru olur mu?" buyurdu. Böylece Seyyid Abdülhakîm Efendiye
ak amki dü üncelerinin yanlı oldu unu bildirip, daha çok gayret etmesi gerekti ini i âret
buyurdu.
Hazret-i Seyyid talebelerinin en üstünü olan Seyyid Abdülhakîm Efendiye hilâfetnâme
vermeden be yıl önce, karde lerine yazdı ı mektupta buyurdu ki:
"Sevdi im, kıymetli Seyyid brâhim ve Seyyid Tâhâ. Allahü teâlâ ikinize de selâmet
versin. Size çok duâ ettikten ve selâm eyledikten sonra, bildi iniz gibi karde iniz Seyyid
Molla Abdülhakîm geçen sonbaharda buraya gelmi , ders okumaya ba lamı tı. Bu fakir de
onun dersini gâyet dikkatle ve tahkik ederek anlattım. O da gerek derste, gerek kendi
çalı malarında öylece dikkat ve tahkik eyledi. limden ba ka bir eye bakmasına vakit
bırakmadım. imdi, zamânımızdaki usûle göre kitapları bitirdi. Bu fakir, âlet ilimlerini, fıkıh
ve hadîs ilimlerini okutmak için, üstadlarımdan nasıl mezun olduysam, onu da öyle mezun
eyledim. Sizler artık ona karde gözüyle bakmayınız. lmin erefini gözetmek için ona kar ı
çok tevâzû gösteriniz. Bunları sizin iyili iniz ve yükselmeniz için yazıyorum. Bundan ba ka
ilme tevâzû göstermek, Allahü teâlâya tevâzû etmek demektir. Bu kısa yazımdan çok eyler
anlayınız! Esseyyid Fehim."
Hazret-i Seyyid Abdülhakîm Efendiye 1882 (H.1300) senesinde zâhirî ilimlerde icâzet,
diploma verdi i gibi, 1888 (H.1305) senesinde tasavvufta Nak ibendiyye, Kâdiriyye,
Sühreverdiyye, Çe tiyye ve Kübreviyye yollarından hilâfet de verdi. nsanlara slâmiyetin
emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi. Seyyid Abdülhakîm'e yazdı ı bir mektupta
buyurdu ki: "Sevgili o lum, gözümün nûru Seyyid Molla Abdülhakîm! Size, sonsuz
duâlarımı bildirdikten sonra arz edeyim ki, uzun zamandan beri, sizden haber almadı ım
için, gönlüm çok üzülüyor. Allahü teâlâ her gizli eyleri bilir. O âhiddir ki, kalbim hemen
her zaman seninledir diyebilirim. Beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür görünmez
hallerinizi sık sık bildirmelisiniz! Böylece sevgi ba ları oynatılmı olur. E er o, gözümün
nûru buradaki fakirlerden soracak olursa, Allahü teâlâya hamd ve ükürler olsun!
Bedenimizin ve etrâfımızın râhatı ve selâmeti günden güne artmaktadır. Hak teâlâ, biz
fakirlerin ve bütün karde lerimizin kalplerine selâmet ihsân buyursun! Âmin. eyh
Abdülhamîd'e ve eyh Hasan'a ve Seyyid brâhim'e bu fakîrin duâlarını bildiriniz! Tâhâ
Efendiye ve Mazhar Efendiye duâ ederim. Her kime uygun görürseniz, bu fakîrin duâlarını
bildirmek için, vekilimsiniz. Bundan ba ka, Nehri'de olanların, do ru e ri hepsinin hallerini
yazınız. Ayrıca, Nastûrîlerin ta kınlık yaptıklarını, dört yüz müslüman öldürdüklerini i ittik.
Bunların neler yaptıklarını ve ne için yaptıklarını da bildirmenizi istiyorum. Vesselâm.
Duâcınız günâhkâr Seyyid Fehim."
Ömrünü slâmiyeti ö renmek ve ö retmekle geçiren Seyyid Fehim hazretleri vefâtından
altı ay öncesinden îtibâren sefer hazırlı ına ba lamı tı. Sohbetlerinde her zamankinden daha
çok ölümden bahsediyordu. imdi medfûn bulundu u kabr-i erîfin yerine bakarak, Arvas
kabristanına defnedilenlerin îmanlı oldu u takdirde bütün günâhlarının affedilece ini beyân
buyururlardı.
Ömrünün son günlerine do ru rahatsızlı ı fazlala tı. Bir Cumâ günü hasta haliyle
câmiye gitti. O gün halîfesi ve o lu Seyyid Muhammed Emin Efendi beli ve hazîn bir
hutbe okudu. Câminin arkasındaki çe meye kadar saflar ba lamı olan cemâat bu hutbenin
tesiriyle mahzûn olup, a ladı. Seyyid Fehim hazretleri Cumâ namazını oturarak kıldı. Sonra
da Seyyid Abdülhakîm Efendi, Seyyid Muhammed Emîn Efendi, Halîfe Dervi ve Halîfe Ali
adlı dört halîfesini huzûruna dâvet buyurarak vasiyetlerini öyle bildirdi:
"...Muhammed Emin yerime ikâme edilmi tir. Yâni benim vazîfemi yürütecektir. nce
kalplidir. Bize kar ı sevgisi çok kuvvetli oldu u için benden sonra fazla ya ayaca ını
zannetmiyorum. Ondan sonra Seyyid Abdülhakîm mutlak olarak yerime ikâme
buyrulmu tur. Kendisi, Arvas'ta olsun, Ba kale'de olsun, stanbul'da olsun ona itâat ediniz.
Onun rızâsı benim rızâmdır. Ona muhâlefet bana muhâlefettir." buyurarak
SeyyidAbdülhakîm Efendinin zamanla stanbul'a gelece ini i âret etti. Dört halîfesinden
ba ka bâzı talebelerinin de bulundu u sırada vasiyetine devâm ederek buyurdu ki:
"Kitaplarımı Arvas Kütüphânesine vakfettim. Benim bildi im kimseye borcum yoktur.
htiyâten îlân edin. âyet alacaklılar çıkarsa, ne kadar iddiâ ederlerse, Muhammed Emin
tereddütsüz versin. lmin ve Nak ibendiyye yolunun yayılmasına ihtimâm gösteriniz.
Seyyidim ve senedim Seyyid Büzürk (Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî) hazretlerinin, her sene asgarî
bir defâ Van'a gidip halkı ir âd için fakîre olan emirlerini yerine getiriniz. Hüseyin'in
annesinin genç olmasına ra men çocuklarını bırakıp gidece ine kâni de ilim. Bununla
berâber himâye etmek lâzımdır." buyurdu. O sırada on ya ında olan Hüseyin Efendi orada
oynuyordu. Bir ara; "Can fedâ babacı ım. Misâfir çoktur. Dı arıda hep sizi bekliyorlar. Niye
yatıyorsunuz. Kalkın misâfire bakın." deyince, çocu un sözlerine tebessüm ederek; "Bu
çocuk sâlihtir." buyurdu.
Vasiyetine devâm ederek; "Benden sonra çok fitne çıkacak, kadınlardan hayâ perdesi
kalkıp, çar ı pazarlarda dola acaklar. slâm, Abdülhamîd Hanla kâimdir." buyurdu. Bir ara
Seyyid Abdülhakîm Efendiye dönerek; "Cenâb-ı Hak sizi muhâfaza edecektir." buyurdu ve
brâhim aleyhisselâmın ate te yanmadı ı kıssasını anlattı. "Nak ibendiyye yolunun
yayılması için elimden geldi ince, kıl kadar ayrılmamak üzere hizmet ettim. n âallah mes'ûl
de ilim. Tam tedkîk etmeden fetvâ vermeyiniz. Ruhsatlarla yetinmeyiniz. mkân oldukça
azîmetleri esas kabûl ediniz." buyurduktan sonra bir müddet kimseyi yanlarına kabûl
buyurmadılar. Allahü teâlâyı anmakla ve ibâdetle me gûl oldular. Bir ara karpuz istediler.
Fakat o mevsimde Müküs'de karpuz yoktu. Çatak'a gidip getirdiler. Fakat karpuzu yemeden
vefât ettiler.
Fehim-iArvâsî hazretlerinin hastalı ını duyanlar uzak yakın her taraftan gelip ziyâret
ettiler. Tedâvî için doktorlar getirdiler. Vefât etti i günün ikindi namazını oturarak kılan
Seyyid Fehim hazretlerinin mübârek vücudları secdeden mübârek ba ını kaldırmayacak
derecede zayıflamı tı. O lu Seyyid Muhammed Emin Efendinin yardımıyla ba ını secdeden
kaldırabiliyordu. Bu sırada hüzün ve üzüntü Arvas ve etrâfını kaplamı , evin etrâfında
yüzlerce seveni ve talebesi onun iyile mesi haberini bekliyordu. O sırada renk renk, çe it
çe it ku lar geldiler, havada sıra sıra durarak herkesin hissetti i ekilde hüzünlerini izhâr
ettiler. Yüzbinlerce ku , Arvas üzerinde emsiye gibi gölge ettiler. O arada gaybdan bir ses;
"Yâ eyyetühennefsü'l-mutmeinneh..." âyet-i kerîmesini sonuna kadar okudu. Secdeden ba ını
kaldırıp "Er-Refîku'l-a'lâ." dedikten sonra sesli bir kelime-i tevhidden sonra 1895 (H.1313)
senesi evval ayının on be inci Salı günü rûhunu teslim etti. Vefât haberi duyulunca, ba ta
sevenleri olmak üzere bütün halk ve yabânî hayvanlar bile üzüldüler.
Seyyid Fehim-i Arvâsî hazretleri, teçhiz ve tekfinden sonra sevenlerinin gözya ları
arasında Arvas kabristanında daha önceden i âret etti i yerde defnedildi.
Seyyid Fehim-i Arvâsî hazretlerinin Arvas'ta bulunan kabri, sevenleri tarafından ziyâret
edilmekte ve bereketlerinden faydalanılmaktadır. Vesîle edilerek yapılan duâlar kabûl
olmaktadır. Çocu u olmayanlar çocu a sâhib olmakta, hasta olanlar ifâya kavu maktadırlar.
Bitlis'in Hizan ilçesine ba lı Karkar Deresi köyünden çocukları olmayan karı-koca Arvas'a
gelip Seyyid Fehim hazretlerinin kabrini ziyâret ettiler. Çocukları olması için, Seyyid Fehim
hazretlerinin rûhâniyetini vesîle ederek duâ ettiler. Sonra ikiz çocukları oldu. 1980 senesi
sonbaharında tekrar Arvas'a gelen karı-koca kabr-i erîfi ziyâret ettikten sonra üç defâ ikiz
çocuklarının oldu unu bildirdiler. Hasta olup ifâ bulanlar da anlatılmaktadır.
Seyyid FehimArvâsî hazretlerinin vazîfesini bir müddet o lu ve halîfesi Seyyid
Muhammed Emîn Efendi devâm ettirdi. Onun vefâtından sonra da mutlak halîfesi Seyyid
Abdülhakîm Arvâsî hazretleri devâm ettirdi.
Hazret-i Seyyidin, Güster Hanım, Emetullah, Nâhiye ve Esmâ hanım isimlerinde
kızlarından ba ka on o lu vardır.
1- Seyyid Muhammed Re îd Efendi: Genç ya ta Geva 'ın Tıgnız köyünde vefât etti.
Kabri Zeve köyü kabristanında SultanZübeyr hazretlerinin türbesi yanındadır.
2- Seyyid Muhammed Emin Efendi: 1867 (H.1284) senesinde Arvas'ta do du. Babasının
halîfelerindendir. 1900 (H.1317) senesinde, hac dönü ünde Tûr-i Sinâ'da vefât etti.
3- Seyyid MuhammedMazhar Efendi: Genç ya ta vefât etmi tir. Kabri Arvas'tadır.
4- Seyyid Muhammed Mâsûm Efendi: 1879 (H.1296)da Arvas'ta do du. 1942'de yine
Arvas'ta vefât etti. Kabri, babasının biti i indedir.
5- Seyyid MuhammedSıddîk Efendi: 1879 (H.1296) senesinde Arvas'ta do du. 1916
(H.1334) senesinde Gürpınar'da dere kenarında abdest alırken ermenilerce ehîd edildi.
Kabri, Van'ın Gürpınar ilçesine ba lı Mejıngir (Yukarı Kaymaz) köyünde olup, ziyâret
edilmektedir. Seyyid Abdülhakim Efendinin halîfesi idi.
6- Seyyid HasanMedenî Efendi: Van müftüsüyken Hicaz'a gidip, yirmi sene Medîne-i
münevverede kaldı. 1968 (H. 1388) senesi Berât gecesinde vefât etti.Cennetü'l-Bakî'
kabristanında defnedildi.
7- Seyyid Hüseyin Efendi: 1887 (H.1304) senesinde do du. 1962 (H.1382) senesinde
vefât edip, Geva 'ın Hacı Zive köyünde büyük birâderi MollaMuhammed Re id'in yanında
defnedildi.
8- Seyyid Muhammed Sâlih Efendi: 1949 (H.1369) senesinde hacca gidip, Medîne-i
münevverede vefât etti. Cennetü'l-Bakî'de defnolundu.
9- Seyyid Nizâmeddîn Efendi: Van'da Akköprü kabristanında medfundur.
10- Seyyid emseddîn: Küçük ya ta vefât etmi olup, Arvas'ta medfûndur.
Seyyid FehimArvâsî hazretlerinin o ullarından ve kızlarından meydana gelen
torunlarıyla nesli devâm etmektedir.
EFEND M Z SÜSLENMEYE BA LAMI
Seyyid Fehim hazretlerinin ilim tahsîline ara verdi i günlerdeydi. Bir bayram günü
ırnak'ta îmâl edilen me hûr tiftik yününden yapılmı bir elbise giymi ti. Kendi güzelli iyle,
elbisenin ho lu u birbirine eklenmi , fevkalâde bir güzellikle dikkatleri üzerine çekiyordu.
Arvas'a yakın bir köyde oturan, akıllı ve olgun, Arvâsîlere çok ba lı eyhu diye anılan bir
zât, Arvas Câmiinin kar ısındaki damda duruyordu. Onu görünce; "Bir zamanlar Arvas'tan
me hur âlimler çıkardı. imdi ise güzel ve yakı ıklı gençler çıkıyor. Ah, "çok yazık" diye
inledi. Bu sözü i iten Seyyid Fehim; "Bu sözü niçin söyledin?" diye sorunca; "Hiç, içimden
öyle geldi." dedi. Seyyid Fehim; "Bu sözü söylemenizin bir sebebi vardır muhakkak,
söyleyiniz." dedi. eyhu; "Medrese âlimsiz, müderrissiz kaldı. Biz in âallah filan efendimiz
yeti ir diyorduk. imdi bakıyorum da, o efendimiz giyinmeye, süslenmeye ba lamı ."
cevâbını verdi. Bu sözlerin kendisine söylendi ini anlayan Seyyid Fehim hemen eve gidip
güzel elbiselerini çıkardı. Kitaplarını çantasına yerle tirip gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra
yeniden ilim tahsîline çıktı.
GECE EVDEN N Ç N AYRILDILAR?
Seyyid Fehim hazretleri her sene Van'a geli inde bir müddet kalırdı. Â ıkları toplanır,
feyz alırlardı. Genellikle kendisini çok seven mahkeme ba kâtibi Ahmed Beyin evinde
misâfir olurdu. Bir seneAhmed Bey hacca gitmi ti. Van'a bir geli inde yine onun evinde
kaldı. Bir gece yarısı yakınlarından birini ça ırdı ve; "Arkada larını uyandır! imdi buradan
çıkıp, falan eve gidece iz." buyurdu. O kimse; "Efendim gece yarısı gitmek ayıp olur. Yarın
gitsek olmaz mı?" dedi. "Hayır imdi gidece iz. Hem Ahmed Beyin o ullarına da haber
ver." buyurdu. Durumu ö renen Ahmed Beyin o ulları gelip yalvardılar. "Efendim bir kusur
yaptıksa af buyurun. Bizden ayrılmayın. Babamız i itirse üzülür. Biz ona ne cevap verece iz,
lutfediniz, ihsân ediniz! Kabahatimizi ba ı layınız." dediler. Çok göz ya ı döktüler. Seyyid
Fehim hazretleri; "Hayır sizden çok râzıyım, bize her hizmeti fazlası ile yapıyorsunuz.
Sizlere duâ etmekteyim. Fakat imdi gitmemiz lâzım." buyurdu. Ahmed Beyin o ulları;
"Emir buyurdu unuz gibi olsun." dediler. Gece yarısı sevdiklerinden bir ba kasının evine
gittiler.
Ertesi gün o lu Muhammed Emin Efendi, Ahmed Beyin o ullarının pekçok
üzüldüklerini söyledi ve; "Babacı ım o evde sabaha kadar kalsaydık ne olurdu?" diye
sorunca, Seyyid Fehim hazretleri; "O lum! imdi kimseye söyleme. Bu geceAhmed Bey
Mekke-i mükerremede vefât etti. Ev yetim evi oldu. Mal mîrâsçılara kaldı. Evvelce her eyi
kullanıyor, yiyip içiyorduk. Çünkü Ahmed Beyin seve seve helâl edece ini biliyordum.
imdi ise tanı madı ımız mîrâsçılarının hakkı oldu undan bir eyi kullanmak câiz olmaz.
Kul hakkından kaçınmak için acele ayrıldım." buyurdu.Bir ay sonra hacılar döndü. Herkes
geldi. Ahmed Bey gelmedi. "Bir gece yarısı Mekke'de vefât etti." dediler. Hesâb ettiler,
Seyyid Fehim hazretlerinin evden ayrıldı ı geceye rastlıyordu. Onun kerâmeti oldu unu
anladılar.
SOFU BABA'NIN A KI
Seyyid Fehîm her sene, Van'a gidip bir defâ
Güzel sohbetleriyle, nûr saçardı etrafa.
Mevsim yaz oldu undan, hava bir sıcaktı ki,
nsanlar harâretten, kavruluyordu sanki.
Gençten bir kimse vardı, hem de Fehîm isminde,
Ya ardı o zamanlar, günah i ler içinde.
Bu genç, da dan bir tabak, kar temin edip bir gün,
Getirip huzûruna, arz etti o büyü ün.
Seyyid Fehîm o gence, buyurdu: " smin nedir?"
O gâyet sıkılarak, dedi: " smim Fehîm'dir."
Bir makbûl olmu tu ki, getirdi i so uk kar,
efkatle etti ona, bir teveccüh ve nazar.
Bu, öyle bir teveccüh, öyle nazardı ki hem,
Kalbi, Seyyid Fehîm'in, a kıyla doldu o dem.
Öyle bir muhabbetle, ba landı ki o zâta,
Onun muhabbetiyle yanar oldu âdetâ.
Sonradan Seyyid Fehîm, Arvas'a etti avdet,
O sene kı mevsimi, iddetli geçti gâyet.
Ve lâkin yanıyordu, o a kla onun gönlü,
Onun ayrılı ına, yoktu hiç tahammülü.
En son dayanamayıp, dedi ki: "Anneci im,
Heybemi hazır et ki, Arvas'a gidece im."
Dedi: "Gitme evladım, bir baksana u kı a,
Çıkarsan yem olursun, da larda kurda ku a."
Lâkin o, kararını, vermi idi pek kat'i,
Zîrâ onun a kından, kalmamı tı tâkati.
Heybesini alarak, dü tü Arvas yoluna,
Ona kavu mak için, bir mâni yoktu ona.
Her an ölüm saçarken, aç kurtlar, so uk ve kar
O, da dere demeyip, gidiyordu bir karar.
Zîrâ onu götüren, bir sevgiydi, bir a ktı.
Çünkü Seyyid Fehîm'e, varıp kavu acaktı.
Bir da ın tepesinde, tam bu a kla giderken,
Baktı ki kar ısına, bir adam çıktı birden.
Ve sordu ki: "Nereye, gidiyorsun ey Fehîm?
E er arzû edersen, sana yardım edeyim."
Lâkin o, cevap bile, vermiyerek hiç ona,
Yine aynı a k ile, devam etti yoluna.
Çünkü Seyyid Fehîm'le, berâberdi o zâten,
Ve onun a kı ile, gidiyordu esâsen.
Ve bir ak am, Arvas'ta, ezân okundu, fakat,
Namaz için mihrâba, geçmedi o büyük zât.
Herkes merak ederken, niçin bekledi ini,
Seyyid Fehîm bildirdi, bu i in hikmetini.
Buyurdu: "Bir yolcumuz, geliyor, yolda u an,
Hem de donmak üzere, neredeyse so uktan."
Biraz sonra genç Fehîm, bir kardan adam gibi,
Kavu tu ma' ûkuna, dinlemeyip kar tipi.
Buyurdu ki: "Ey Fehîm, o yolda rast geldi in,
Hızır'dı, niçin ondan, bir yardım istemedin?"
Dedi ki: "Beraberdim, o anda sizin ile,
Çok kolay geliyordum, sizin himmetinizle.
Siz de geliyordunuz, o yolda yanım sıra,
Sizinle beraberken, bakar mıyım Hızır'a.
Ben sizin a kınızla, da ları a ıyordum.
Her adımda daha çok, size yakla ıyordum."
Sofu Baba derler ki, ona Van civârında,
Ziyâret etmektedir, sevenler, mezarında.
EYH N SEN ÖLDÜRTMEZ
Van'ın Gürpınar Muhammed Pîrân a îretinden Ali isminde bir zât gelerek Seyyid Fehim
hazretlerine talebe oldu. Bir yolculuk sırasında vaktiyle hasmı olan bir kimse yolunu kesti.
Ali ismindeki zâtı öldürmek üzere silâhına sarıldı. Ni an aldı ı sırada Ali ismindeki zât;
"Beni öldürme! Hazret-i eyhe (Seyyid Fehim) talebe oldum. Bütün dünyâ dü üncelerinden
sıyrıldım." diyerek, hasmını iknâ etmeye çalı tı. Fakat silâhlı kimse onu dinlemeyip silâhının
teti ine bastı. Be tane fi e i vardı. Hepsini attı fakat hiç ses duyulmadı ı gibi, Ali Efendiye
de herhangi bir ey olmadı. Silâhlı kimse, fi ek yuvasına baktı, fi ekleri göremedi. Olanlar
kar ısında a ırıp kaldı. " eyhin seni öldürtmez." diyerek ayrılıp gitti.
Ali Efendi bir müddet sonra Seyyid Fehim-i Arvâsî hazretlerini ziyâret etmek üzere
Arvas'a gitti. Ziyâret esnâsında Seyyid Fehim hazretleri ona; "Köyün tepesinde çok
korktunuz mu?" diye sordu. Ali Efendi; "Evet efendim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri
oturdu u postun altından be adet fi e i çıkararak Ali Efendiye verdi ve; "Kul hakkıdır.
Üzerimizde kalmasın." buyurup fi ekleri sâhibine vermeyi emretti. Ali Efendi bu fi ekleri
sâhibine götürüp verdi. Hâdise sırasında zâten hayret içinde kalmı olan silâhlı kimse,
yaptıklarına pi man oldu. Tövbe edip, Arvas'a gitti ve Seyyid Fehim hazretlerine talebe oldu.
KIR O ELER
Necâti Bey isminde, var idi ki bir ki i,
Vaktiyle Adliye'de, müfetti likti i i.
te bu Necâti Bey, vazîfeyle bir sene,
Bir Arefe gününde, gitti "Müks" ilçesine,
Kendisi anlatır ki: Müks'e vardı ımda ben,
Bayram namazı için, câmiye gittik hemen.
Kaymakam ve ilçenin, bâzı mühim zâtları,
Baktım, namazdan sonra, çıkardılar atları.
Tahmîn ettim, bir yere, gidiliyordu derhâl,
"Bir yere yolculuk mu, var?" diye ettim suâl.
Dediler: "Bayramlarda, udur ki âdetimiz,
Namazı müteâkip, Arvas'a gideriz biz.
Orada Seyyid Fehîm, diye var bir evliyâ,
Onu ziyâret edip, alırız hayır duâ."
Dedim ki: "Vaziyetim, de ilse de pek iyi,
Beni dahî götürün, göreyim o velîyi."
"Olur" deyip bana da, hazırladılar bir at,
Yola dü tük ise de, bir ho oldum ben fakat.
Çünkü benim aslında, din ile yoktu ilgim,
slâmî husûslarda, yok idi hiç bir bilgim.
Ayrıca da mâlesef, mübtelâydım içkiye,
imdiyse gidiyorduk, bir evliyâ ki iye.
Vaktâ ki sınırından, duhûl ettik Arvas'ın,
Sanki ba ka bir âlem, zuhur etti ansızın.
Ömrümde hiç böyle ey, görmemi tim do rusu,
Girince sardı bizi, sanki "Cennet koku"su.
Alı kın oldu umdan, içkiye ve lâkin ben,
Heybeme"iki i e", koymu tum ihtiyâten.
Zîrâ mübtelâ idim, içmeden edemezdim,
çmedi im zamanlar, kararırdı gözlerim.
Varınca biraz sonra, Arvas kabristanına,
Sakladım i eleri, ta ların arasına.
Kimseye sezdirmeden, yapmı tım ben bu i i,
Yol arkada larımdan, görmedi hiç bir ki i.
Orada "Fâtiha"lar, okuyarak mevtâya,
Sonra gittik hepimiz, o büyük evliyâya.
Huzûruna girip de, görür görmez o zâtı,
Dü ündüm ki "Var bunda, sanki melek sıfatı.
Önce görmü oldu um, insanlardan de ildir,
Bu çok büyük bir insan, bu mür id-i kâmildir,"
Kendisine gönülden teslîm oldum bin a kla,
Ellerine sarılıp, öptüm bir i tiyâkla.
Büyük bir arzû ile, arz ettim ki: "Efendim,
Bu tasavvuf yoluna, ben de girmek isterim."
Gülerek buyurdu ki: "Bu, böyle olmaz fakat,
Olur mu bir arada, i e ile bu hayat?
Gidip kabristandaki, kır o iki i eyi,
Ondan sonra gel bizden, talep eyle bu eyi."
"Peki efendim" deyip, birini kırıp attım,
Her ihtimâle kar ı, öbürünü bıraktım.
Huzûruna gelince, buyurdu: "Ey müfetti ,
Git, öbür i eyi de, kır gel ki, bitsin bu i ."
"Peki" dedim ve gidip, kırdım öbürünü de,
Gelip tövbe eyledim, o büyü ün önünde.
Çok memleket dola tım, çok âlim gördüm, fakat,
Görmedim hiç bir yerde, onun gibi büyük zât.
1) Tam lmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1077,1142
2) Eshâb-ı Kirâm (14. Baskı); s.158-162
3) slâm Me hûrları Ansiklopedisi; c.2, s.771-817
Silsile-i aliyye-32- Seyyid Muhammed Sâlih
32- Seyyid Muhammed Sâlih
Seyyid Muhammed Sâlih hazretleri, Osmanlılar zamanında Anadolu'da yeti en evliyânın
en büyüklerinden. nsanlara slâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve
âhirette saadete, mutlulu a kavu malarına vesile olan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı
verilen büyük âlim ve evliyâların 32.sidir. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin 11.
torunu ve Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin karde idir. 1865te Nehrî'de vefât etti.
Seyyid Sâlih, küçük ya ta Kur'an-ı kerim okumayı ö rendi. Kısa zamanda Kur'an-ı
kerimi ezberledi. Medreseye giderek tefsir, hadis, fıkıh gibi zâhirî ilimlerle, zamanın fen ve
edebiyat bilgilerini ö renerek büyük bir âlim oldu. Tasavvufta da yeti erek, kalb ilimlerinde
marifet sahibi olmak için, a abeyi Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin sohbetiyle ereflendi.
Senelerce ona hizmet etti. Mübarek teveccühlerine kavu tu. Evliyalıkta çok yükseldi.
Hocasından icazet alınca, talebe yeti tirmeye ba ladı.
Haramlardan iddetle kaçar, üpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk ederdi. Ekseri
günleri oruçlu geçerdi. Gecelerini ibâdetle ihya eder, uykusunu ö leye yakın kaylule yaparak
alır, hem de sünnet-i erife uyardı. Çok merhametli olup, hiç kimseyi incitmezdi. nsanların
cehenneme gitmemeleri için elinden gelen gayreti gösterir, Allahü teâlânın emirlerini
bildirir, yasaklarından kaçınmalarını sa lardı. Gayr-i müslimlere de iyilik yapardı. Herkes
tarafından sevilirdi.
Mübarek alınlarında nur parlardı. Onu gören, Allahü teâlânın sevgili bir kulu oldu unu
hemen anlar, hürmette kusur etmemeye çalı ırdı. Bir gece, hırsızın biri onun evini soymaya
karar verdi. O gece ay çıkmamı tı, zifiri karanlıktı. Hırsız, bahçe duvarından içeri atladı.
Fakat o anda bahçenin birdenbire gündüz gibi aydınlandı ını gördü. Hayret etti. Görürler
korkusuyla hemen dı arı çıktı. Ortalık yine karanlık oldu. "Bu defa aydınlık olmaz."
dü üncesiyle tekrar bahçeye girdi. Ortalık bir anda yine aydınlandı. Yine çıktı, tekrar girdi.
Nihayet evin penceresine baktı ında, Seyyid Sâlih hazretlerini gördü. Hırsıza; "Buyurun, ne
isterseniz vereyim." buyurdu. Hırsız onun güne gibi parlayan mübarek yüzünü görüp, tatlı
sözünü i itince hayran kaldı. Bahçeye girince meydana gelen aydınlı ın onun nûru oldu unu
anlayıp, yaptı ına pi man oldu. Huzuruna varıp tövbe etti. Talebelerinden oldu.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin o lu Ubeydullah; babasının yerine geçen amcası Seyyid Sâlih
hazretlerine talebe olmayıp, di er halifesi Seyyid Fehîm hazretlerine tâbi olmak istedi.
Fehîm-i Arvâsî ise ona; "Muhterem babanız, yerine Seyyid Sâlihi tâyin ettiler. Bu sebeple siz
de, biz de onun sohbetine gidip, ona tâbi olmamız lâzımdır." buyurdu. Buna ra men
Ubeydullah, buna itiraz eyledi. Bunun üzerine Fehîm Arvâsî; "Mübârek hocamızın kabr-i
erîfine gidelim ve soralım. Ne buyururlarsa yapacak mısın?" buyurdu. O da; "Yaparım."
dedi. Gittiler. Kabristana giri te ayakkabılarını çıkarıp, kabrin yanına varınca, Tâhâ-i
Hakkârî hazretlerinin; "Fehîm! Ubeydullah'ı, karde im Sâlih'e götür." buyurdu unu i ittiler.
Ubeydullah, babasının bu emrine uyarak, süratle amcasının huzuruna ko tu. Amcası
kendisine sarıldı ve sıktı. O anda Ubeydullah'a o kadar muhabbet geçti ki, Ubeydullah'da
meydana gelen bu muhabbet ate inden, amcası; "Ubeydullahın sarılması ile sanki
kemiklerim birbirine geçti." buyurdu.
Hastalanınca, talebelerini toplayarak helâlle ti, vasiyetini bildirdi. "Kabrimi Seyyid Tâhâ
hazretlerinin kabr-i erîfinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabirde de mübârek ayakları
ba ımın üstüne gelecek ekilde olmasını sa layın. Bizden sonra Seyyid Fehîm'e tâbi olun."
buyurdu. Vefat edince, vasiyetini aynen yaptılar.
SEYY D SÂL H;
Osmanlılar zamânında Anadolu'da yeti en evliyânın en büyüklerinden. nsanlara
slâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâda ve âhirette saâdete, mutlulu a
kavu malarına vesîle olan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen büyük âlim ve
evliyâların otuz ikincisidir. smi Muhammed Sâlih'tir. Babasının ismi Molla Ahmed'dir.
Büyük velî Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin on birinci torunu ve Tâhâ-i Hakkârî
hazretlerinin karde idir. Seyyiddir. Do um târihi bilinmemektedir. 1865 (H.1281) senesinde
Nehrî'de vefât etti. Kabri, a abeyi ve hocası Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin ayak
ucundadır.
Seyyid Sâlih, küçük ya ta Kur'ân-ı kerîm okumayı ö rendi. Çok zekîydi. Kısa zamanda
Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Medreseye giderek tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimlerle,
zamânın fen ve edebiyât bilgilerini ö renerek büyük bir âlim oldu. Tasavvufta da yeti erek,
kalb ilimlerinde mârifet sâhibi olmak için, a abeyi Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin sohbetiyle
ereflendi. Senelerce ona hizmet etti. Mübârek teveccühlerine kavu tu. Vilâyet derecelerinde
çok yükseldi. Hocası, ona icâzet vererek, talebe yeti tirmek üzere Berdersûr'a gönderdi.
Seyyid Sâlih hazretleri orada talebe yeti tirmeye ba ladı. Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretleri
vefât edece i zaman ona kendisinden sonra makamlarına kimin oturaca ı sorulunca;
"Birâderim Sâlih, kâmil ve olgundur. Herkesin ba ı onun ete i altındadır." buyurarak Seyyid
Sâlih'i yerine bıraktı. Hasta kalplere ifâ olan sohbetleri ile, â ıklarının kemâle gelmesine,
Hakk'a yakla arak velî birer zât olmalarına vesîle oldu.
Seyyid Sâlih hazretleri, muhabbet ve edep sâhibiydi. Verâsı ve takvâsı çoktu.
Haramlardan iddetle kaçar, üpheli korkusuyla mübâhların fazlasını terk ederdi. Ekserî
günleri oruçlu geçerdi. Gecelerini ibâdetle ihyâ eder, uykusunu ö leye yakın kaylûle yaparak
alır, hem de sünnet-i erîfe uyardı. Çok merhâmetli olup, hiç kimseyi incitmezdi. nsanların
Cehennem'de yanmamaları için elinden gelen gayreti gösterir, Allahü teâlânın emirlerini
bildirir, yasaklarından kaçınmalarını sa lardı. Gayr-i müslimlere dahi iyilik yapardı. Bu
sebeple herkes tarafından sevilirdi.
Seyyid Sâlih hazretlerinin mübârek alınlarında nûr parlardı. Onu gören, Allahü teâlânın
sevgili bir kulu oldu unu hemen anlar, hürmette kusur etmemeye çalı ırdı. Bir gece, hırsızın
biri Seyyid Sâlih hazretlerinin evini soymaya karar verdi. O gece ay çıkmamı tı, zifiri
karanlıktı. Hırsız, bahçe duvarından içeri atladı. Fakat o anda bahçenin birdenbire gündüz
gibi aydınlandı ını gördü. Hayret etti. Görürler korkusuyla hemen dı arı çıktı. Ortalık yine
karanlık oldu. "Herhâlde bu defâ aydınlık olmaz." dü üncesiyle tekrar bahçeye girdi. Ortalık
bir anda yine aydınlandı. Yine çıktı, tekrar girdi. Nihâyet evin pençeresine baktı ında,
Seyyid Sâlih hazretlerini gördü. Seyyid Sâlih, hırsıza; "Buyurun, her ne isterseniz vereyim.
Bir ey almaya geldiyseniz söyleyin." buyurdu. Hırsız onun güne gibi parlayan mübârek
yüzünü görüp, o cömertçe tatlı sözünü i itince hayran kaldı. Bahçeye girince meydana gelen
aydınlı ın Seyyid Sâlih hazretlerinin nûru oldu unu anlayıp, yaptı ına pi mân oldu.
Huzûruna varıp tövbe etti. Ondan sonraki günlerde onun derslerine giderek, ilim ö renmeye
ba ladı. Talebelerinden oldu.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin o lu Ubeydullah, babasının yerine geçen amcası Seyyid Sâlih
hazretlerine talebe olmayıp di er halîfesi Seyyid Fehîm hazretlerine tâbi olmak istedi.
Fehîm-i Arvâsî ise ona; "Muhterem babanız, yerine Seyyid Sâlih hazretlerini tâyin ettiler. Bu
sebeple siz de, biz de onun sohbetine gidip, ona tâbi olmamız lâzımdır." buyurdu. Buna
ra men Ubeydullah, buna îtirâz eyledi. Bunun üzerine Fehîm-i Arvâsî; "Mübârek hocamızın
kabr-i erîfine gidelim ve soralım. Ne buyururlarsa yapacak mısın?" buyurdu. O da;
"Yaparım." dedi. Gittiler. Kabristana giri te ayakkabılarını çıkarıp, kabrin yanına vardılar.
Daha hiçbir ey söylemeden Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin; "Fehîm! Ubeydullah'ı, karde im
Sâlih'e götür." buyurdu unu i ittiler. Ubeydullah, babasının bu emrine uyarak, süratle
amcasının huzûruna ko tu. Amcası kendisine sarıldı ve sıktı. O anda Ubeydullah'a o kadar
muhabbet geçti ki, Ubeydullah'da meydâna gelen bu muhabbet ate inden, amcası;
"Ubeydullah bu sarılma ile kemiklerimi eritti." buyurdu.
Seyyid Sâlih, 1865 (H.1281) senesinde hastalandı. Talebelerini toplayarak herbiriyle
vedâla tı, helâlla tı. Vasiyetini bildirdi. Kabriyle ilgili olarak da; "Kabrimi a abeyim Seyyid
Tâhâ hazretlerinin kabr-i erîfinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabirde de mübârek
ayakları ba amın üstüne gelecek ekilde olmasını sa layın. Bizden sonra Seyyid Fehîm'e tâbi
olun." buyurdu. Sonra talebelerinin Kur'ân-ı kerîm tilâvetleri arasında vefât edip,
sevdiklerine kavu tu. Vasiyetini aynen yaptılar. Kabrini hocasının ayak ucuna kazdılar.
imdi bu iki kabrin üç ta ı vardır. Yâni Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabrinin ayak ucundaki
ta , Seyyid Sâlih hazretlerinin ba ta ıdır.
Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin nesli, Seyyid Nûreddîn ve Seyyid Muhammed
Emin isminde iki o lu vâsıtasıyla devâm etmi tir.
Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin vefâtından sonra yerine Seyyid Fehîm-i Arvâsî
hazretleri geçip vazîfesini devâm ettirdi. nsanlara slâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp
onların kurtulu larına vesîle oldu. Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin halîfelerinden eyh
Azrâil, Girit'e oradan da Brezilya'ya hicret edip orada slâmiyetin yayılması için çalı tı. eyh
Azrâil'in kızı, Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerinin zevcesi ve Seyyid Re îd Efendinin
annesiydi.
Silsile-i aliyye-31- Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî
31- Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî
Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretleri, Anadolu'da ya ayan büyük velilerden. Silsile-i aliyye
adı verilen, insanlara slamiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve ahirette
seadete, mutlulu a kavu malarına vesile olan büyük alim ve velilerin otuz birincisidir.
Peygamber efendimizin neslinden olup Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin on birinci
torunudur. Babası Seyyid Molla Ahmed bin Salih Geylani'dir. ihabüddin, madüddin,
Kutbü'l- r ad vel-medar lakaplarıyla ve Hakkari nisbesiyle me hurdur. Mevlana Halid-i
Ba dadi hazretlerinin halifelerindendir. 1853 (H.1269) senesinde emdinli yakınındaki
Nehri'de vefat etti. Kabri orada olup ziyaret edilmekte, feyz ve bereketlerinden istifade
olunmaktadır.
Asil ve temiz bir aileye mensub olan Seyyid Taha-i Hakkari'de çocuklu unda büyüklük
ve olgunluk halleri görülür, zeka, istidat, vakar ve heybeti ile herkesin dikkatini çekerdi.
Onu her gören ilerde pek büyük bir zat olaca ını söylerdi. Küçük ya ta Kur'an-ı kerimi
hatmetti ve ezberledi. Sonra ilim tahsiline ba ladı. Süleymaniye, Kerkük, Irak, Erbil, Ba dat
gibi ilim merkezlerine giderek öhretli alimlerden, tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri,
zamanın fen ve edebiyat bilgilerini ö rendi.
Seyyid Taha, daha ilim talebesi iken, bir gün Ba dat'a yakın bir yerde, çok küçük bir
akarsudan abdest alıyordu. Arkada ları; "Bu su çok azdır, bununla abdest olmaz." deyince;
"Bu, ma-i caridir, yani akar sudur. Dinimizde bununla abdeste izin vardır. Siz ilim
talebesisiniz, bunları bilirsiniz. Sonra bu suda balık bile ya ar." buyurdu ve elini orada
biriken su birikintisine sokup çıkardı. Arkada larına uzatarak; "Bakın bu suda kocaman
balıklar ya amaktadır." deyip elindeki balı ı gösterdi. Bu büyük kerameti gören arkada ları;
"Bundan sonra sen ne yaparsan yap, bir daha sana itiraz etmeyece iz." dediler.
Hicri on üçüncü asrın kutbu olan Mevlana Halid, Hindistan'a giderek, Gulam Ali
Abdullah Dehlevi'nin huzuru ile ereflenip, layık ve müstahak oldukları fazilet ve kemalatı
aldı. Sonra, Allahü teâlânın kullarına do ru yolu gösterip Hakk'a kavu turmak için vatanına
döndü. Her taraf, Mevlana'nın kalbinden saçılan nurlarla aydınlanmaya ba ladı. Bu sırada
arkada ı olan Seyyid Abdullah da Süleymaniye'de bulunan Mevlana'yı ziyarete gitti.
Sohbetinde bulunarak, kemale geldi ve halife-i ekmeli yani en olgun halifesi oldu. Mevlana
Halid-i Ba dadi'ye, biraderinin o lu Seyyid Taha'nın, harikulade ve yüksek istidadını anlattı.
Mevlana Halid-i Ba dadi hazretleri de, bir daha geli inde, onu beraberinde getirmesini emir
buyurdu. Seyyid Abdullah, ikinci ziyaretlerinde ye eni Seyyid Taha'yı da götürdü. Mevlana
hazretleri, Ba dat'ta Seyyid Taha'yı görür görmez, hemen Abdülkadir Geylani hazretlerinin
kabr-i erifine gidip, istihare etmesini emretti. Seyyid Taha da kabre gidip istihare etti. Ceddi
Abdülkadir Geylani hazretleri, Allahü teâlânın izniyle kabr-i erifinden kalktı ve onu çok iyi
kar ıladı. Sonra; "Benim yolum büyük ise de, imdi ehli kalmadı. Mevlana Halid ise,
zamanının alimi, evliyanın en büyü üdür. Hemen ona git, teslim ol, onun emrine gir."
buyurdu.
Seyyid Taha, büyük dedesi Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin manevi emri ve
izni üzerine, Mevlana'nın huzuruna geldi. Bu öyle bir geli ti ki, pek az kimselere nasib
olmu , nasıl ve neler elde ederek gidece i, bu ba langıç ve geli ten belli oluyordu. Mevlana,
Seyyid Taha'nın yeti mesine, gözlerin görmedi i, kulakların duymadı ı, kalplerin
dü ünemedi i makamlara eri mesine himmet gösterip yardım etti. leride zamanın en büyük
alim ve velisi olacak tarzda, ihtimam ve ciddiyetle onu terbiye etti. Riyazet ve
mücahedesinde hiç eksiklik etmedi. Nefsin istediklerini yaptırmayıp, istemediklerini
yaptırdı.
Mevlana Halid hazretleri, yeti tirme ve terbiye esnasında, Seyyid Taha'ya da dan ta
getirtirdi. Bu hal, talebeleri arasında, taaccüble kar ılanır; "Hocamız Mevlana, Resulullah'ın
sallallahü aleyhi ve sellem Ehl-i beytine çok fazla ba lı oldu u halde, Seyyid hazretlerini
da a göndermesindeki hikmet nedir?" derlerdi. Hazret-i Mevlana ise, bu hususda konu maz
sükut ederdi.
Seyyid Taha hazretleri, Mevlana Halid-i Ba dadi'nin yanında seksen gün kaldıktan
sonra, velilikte pek yüksek derecelere kavu tu. Ke f ve keramet sahibi olarak hilafet-i
mutlaka ile ereflendi.
Seyyid Taha hazretleri, hilafetle mü erref olup Berdesur'a hareket edece i zaman,
Mevlana onu büyük bir cemaatle u urladı. Vedadan sonra, Seyyid Taha, Mevlana'nın
ayrılmı oldu unu hissedip, atına binmek istedi inde, üzenginin bir kimse tarafından
tutuldu unu anladı. Baktı ında, üzengiye yapı an ve onu tutanın hocası Mevlana oldu unu
gördü. "Estagfirullah" deyip, geri çekildi. Mevlana, Seyyid Taha hazretlerine hitaben; "Bir
zaman nefsinin terbiyesi için size da dan ta getirtiyordum. imdi Resul-i ekremin Ehl-i
beytine olan ba lılı ım sebebiyle üzengini benden ba ka kimse tutamaz. Siz de bundan
kaçınamazsınız." buyurdu. O da sıkılarak; "Emir edebden üstündür." sözü gere ince ata
bindi. Bir müddet binlerce alim, salih, talebe ve halkın katıldı ı u urlama merasimi ile
yürüdü. Sonra, Mevlana durdu. Elindeki dizginleri, Seyyid Taha'ya verip; "Bundan sonra
dizginlerin senin elindedir. Terbiye ve yeti mende kusur etmedim. Cenab-ı Hak yardımcın,
büyüklerin ruhları sı ına ın olsun." buyurdu. Taha-i Hakkari hazretleri Mevlana Halid-i
Ba dadi'nin halifesi olarak Berdesur'a geldi.
Amcası Seyyid Abdullah, Nehri'de talebe yeti tirmek ile me gul iken, oraya çok yakın
olan Berdesur'a Seyyid Taha'nın da gönderilmi olmasının hikmetini anlayamayan
birçokları; "Böyle iki büyük halifenin bir yere gönderilmesinin sebebi nedir?" dediler. Fakat
bunu, kısa bir süre sonra Seyyid Abdullah vefat etti inde anladılar. Bunun üzerine, oranın
halkı tarafından Seyyid-i Büzürk (Büyük Efendi) diye bilinen Seyyid Taha hazretleri, Nehri
kasabasına gelip ir ada ba ladı. Burada kırk iki sene, ilim talebesine, Hak a ıklarına ve
Hakk'ı arayanlara ilim, feyz ve nur saçtı. A ıklar, uzaktan yakından pervane gibi bu ir ad ve
nur kayna ının etrafına toplandılar. Nehri, Cennet bahçelerinin gıbta edece i bir gülistan
oldu. Allah'ı arayanların arzusu ve ruhlarının mıknatısı haline geldi. imdi birkaç harab evin
bulundu u Nehri'de, o zaman nüfus on altı bine yükseldi. Nehri birkaç cami, mescid,
medreseler, çar ı ve di er dükkan, han, hamam ve benzeri binalarla o civarın merkezi idi.
Seyyid Taha'nın sohbetleri bereketiyle pekçok kimse Allahü teâlânın rızasını kazandı.
Seyyid Taha hazretleri, en büyük velilerden olup, onu gören müslim veya gayr-i müslim,
o anda Allahü teâlâyı hatırlardı.
Bir sohbeti esnasında buyurdu ki:
"Bana Cennet ve Cehennem'den bahsetmek i i verilmedi. Bu kapıda olanlara bu ikisi
tesir etmez." Bu sözü açıklarken halifesi Seyyid Sıbgatullah Arvasi öyle buyurdu: "Ebrar,
yani iyi müminler ahiretleri için amel ederler, mukarrebler, yani Allahüteâlâya yakın olan ve
hep O'nunla bulunmaktan zevk alan seçkinler, sadece Allahü teâlâ için amel ederler."
nkarcılardan ve bid'at sahiplerinden kaçınmak hususunda buyurdu ki:
"Münkirden (inkârcıdan) ve bid'at ehlinden aslandan kaçar gibi kaçın! Münkirin
ekme ini yiyenin kalbi, zikre kar ı kırk gün ölür. Bu münkirler, Resulullah'ın zamanında
olsalardı, ona iman etmezlerdi."
Seyyid Taha hazretleri bazan; "Misvakla kılınan bir rekat namaz, misvaksız kılınan
yetmi rekattan hayırlıdır." hadis-i erifini okurdu. "Hadisdeki sivak, "misvaklamak"
manasına geldi i gibi "sensiz" manasına da gelir. O zaman hadis-i erifin manası; "Sensiz,
yani kendini dü ünmeden Rabbinle oldu un bir rekat, kendinle oldu un yetmi rekattan
faydalıdır." buyururdu.
Seyyid Taha hazretleri, vefa ve sadakatte hazret-i Ebu Bekr-i Sıddik'ı, ecaatte ve
adalette hazret-i Ömer'i, haya ve hilmde hazret-i Osman'ı, vilayet-i kübrada hazret-i mam
Ali'yi (r.anhüm) temsil ederdi. Tıpkı Resulullah'a yakın Eshab-ı kiramdan birisi gibiydi.
Seyyid Taha hazretlerinin, murakabe etmesinin çoklu undan, boynundaki kemik,
dı arıya do ru e ilmi gibi görünürdü. Vekar ve heybetinden mübarek yüzüne bakılmazdı.
Yüzündeki heybet ı ı ı, on dördüncü gecedeki ay gibi gözleri kama tırırdı. Alnı geni ,
ka ları gür, iki ka ları arası açık, mübarek gözleri siyah, yüzleri yuvarlak, sakalı top, orta
boylu bir nur parçası idi. Gönül sahibleri görünce, ruhen a ık olurlardı. Hülasa, ilahi nurun
tecellisi idi. Sohbetlerinin ehli olanlar, a kla kendilerinden geçerlerdi. Nehri hududuna
girildi inde, feyz ve muhabbet kokuları, akıllı olanları ve gönül sahiplerini istila ederdi.
Ziyaretçiler, abdestsiz olarak Nehri'ye giremezdi. En büyük halifelerinden "Halife Köse"
lakabıyla tanınan me hur Molla Taha buyurdu ki: " ki yerinden ba ka Nehri'nin bütün
ta ları, a açları, her eyi nurdur. Biri, yahudi mahallesi, öbürü Musa Bey ismindeki bir
münafı ın kalesidir."
Seyyid Taha hazretleri, teheccüd namazını ekseriya bereketli evinde, bazan kendi
mescidlerinde eda ederlerdi. Ku luk namazını daima camide kılardı. Her gün medreseleri
kontrol eder, müderris ve talebelerin tahsillerini tedkik buyururdu. Müderrislerin mü kil
meselelerini hallederdi. Nehri, karınca yuvası gibi, daima salih ki iler ve talebelerle dolu idi.
Binlerce gönül sahibi feyz almak için boyunlarını büküp, o dergaha akın ederlerdi. Gecegündüz
o makamın, zikir, fikir, ibadet ve taatsız bir anı bulunmazdı. Seyyid Taha hazretleri
dergahı te riflerinde, herkesin gönülleri, inci saçılan dillerinden çıkacak sözlere ba lanırdı.
Nehri kasabası bin yedi yüz hane iken, hiçbir evde yemek söz konusu de ildi. Hepsi Seyyid
Taha-i Hakkari'nin dergahından yer, içerdi. kindi namazından sonra "Hatm-i hacegan-ı
kebir", sonra mam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat'ı okunurdu. Seyyid Fehim hazretleri
Nehri'de ise ona, yok ise, muhterem damadları ve halifeleri Seyyid Abdülehad hazretlerine
okuturlardı.
Bu arada bazı kelime veya cümle üzerinde yapılan geni izahlar, sohbetlerinin esasını
te kil ederdi. Nehri'de misafirlerden, faraza sadrazam olsa dahi, ak amla yatsı arasında
yemek fasılası yoktu. Bu müddet zikir, fikir ve ibadetle geçirilirdi. Ak am yeme i, ak am
namazından önce yenirdi. Kendisini sevenlerden ve talebelerinden kimseyi unutmazlar,
herkesin halini geni çe sual buyururlardı. Kimin bir sıkıntısı olursa, hemen giderme e
çalı ırlardı. Sıla-i rahme, akraba ziyaretine ehemmiyet verir, muhtaç olanların ihtiyaçlarını
kar ılardı. Hocasının tavsiyelerine uyarak devlet adamlarıyla temas buyurmazlar, ancak bazı
müslümanların zararını önlemek üzere mektup yazarlardı. Halbuki ba ta Sultan Abdülmecid
Han olmak üzere, bütün devlet adamları her emirlerine amade ve hazırdı.
Seyyid Taha hazretleri, bütün cihana hükmeden bir hükümdar olsa, dünyayı en güzel
ekilde idare edebilirdi. Aklı, idraki, idare ve intizamı akıllara hayret verirdi. Dünya ve
ahirete ait ilimlerdeki maharet ve ihtisası herkesten üstündü. Hülasa, madden ve manen,
slam alemine bah edilen ilahi lütuflardan bir büyük nimetti.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin babasının dedesi olan Seyyid Muhammed, o
zaman Van'dan gelip, bu kaynaktan feyz aldı. Seyyid Taha, Van'ı ereflendirince, Seyyid
Muhammed'in evinde misafir olurdu. Seyyid Muhammed'in biraderi Molla Lütfi'nin o lu
Seyyid Sıbgatullah Efendi de, Hizan'dan Van'a gelince, Seyyid Taha'ya talebe oldu. Çok
feyz ve bereketlere kavu tu. Sonra Hizan'a babasının yanına gitti. Bundan sonra, yüzlerce
talebesi ile, her yıl Nehri'ye Seyyid Taha hazretlerini ziyarete giderdi.
Seyyid Taha hazretlerinin, Halife Köse namıyla tanınan; alim, amil ve veliy-yi kamil bir
talebesi vardı. Seyyid Taha'nın halifelerinden olup, ismi Taha idi. Edebinden, " smim
Taha'dır." deme e haya ederdi. Üstadından kendisine bir isim vermesini dü ünür, fakat arz
edemezdi. Sakalı biraz seyrek idi. Bir gün, bu dü üncesini ve utancını ke feden hocası, bir
talebesine; "Bizim Köse buraya gelsin." buyurdu. Buna çok sevinip, bu ismi üzerine aldı ve
hilafetle ereflendikten sonra da ismi, "Halife Köse" kaldı.
Seyyid Taha-i Hakkari'nin pek çok kerametleri vardır.
Bir gece, hırsız, Seyyid Taha hazretlerinin anbarına girip bir çuval un almak istemi ti.
Çuvalı doldurdu, fakat kaldıramadı. Yarıya kadar bo alttı, yine kaldıramadı. Biraz daha
bo alttı. Yine kaldırıp götüremedi. O sırada, Seyyid Taha hazretleri anbara geldi ve; "Ne o,
çuvalı kaldıramıyor musun? Yardım edeyim." deyince, hırsız, donakalıp bir ey diyemedi.
Seyyid hazretleri çuvalı kaldırıp, hırsızın sırtına verdikten sonra; "Bunu al git, bizim
adamlarımız görmesin, belki canını yakarlar. Bir daha ihtiyacın olursa, anbara de il, bize
gel!" buyurdu unda hırsız, tövbe edip, sadık talebelerinden oldu.
Seyyid Taha hazretlerinin kayınpederi, Nehri kadısı idi. Bu mübarek damadını o kadar
çok severdi ki, kabrini, onun kabrinin bulundu u bahçe duvarının kapısının giri inde
yapılmasını ve; "Seyyid Taha hazretlerinin kabrini ziyaret etmek isteyen Hak a ıkları, benim
mezarıma u rayıp da geçsinler. Belki o mübarek zatı ziyaret edenlerin hürmetine Allahü
teâlâ beni affeder. Yahut onu ziyarete gelenlerin ayaklarına mezarımın topra ı de mekle
teberrük ederim." buyurdu. (Gerçekten o mezar, Seyyid Taha hazretlerinin mübarek
kabirlerinin tam giri indedir.)
Bir Ermeni, Seyyid Taha hazretlerine gelip; "Çocu um olmuyor, sizin büyük bir zat
oldu unuza inanıyorum. Dua edin de, çocu um olsun." dedi. Seyyid Taha hazretleri,
talebesinden birine; "Git bir beze iki tane koyun tüyü koy, sar, getir!" buyurdu. Talebesi emri
yerine getirdi. Seyyid Taha, Ermeniye; "Bu bezi beline sar, hiç çıkarma!" buyurdu. Aynı
Ermeni be sene sonra gelip; "Efendim, her batında iki çocuk olmak üzere, be senede on
tane çocu um oldu. Artık yeter." dedi. Seyyid Taha da; "Belindekini artık çıkarabilirsin."
buyurdu.
Seyyid Taha hazretleri, bir gece rüyasında Resul-i ekrem efendimizi uçsuz-bucaksız bir
sahrada ilerlerken gördü. Önlerinde, yanlarında ve arkalarında, efaat isteyen pekçok insan
vardı. Kimi eteklerine tutunmu , kimi önlerinde dize gelmi ve ba ını e mi ti. Seyyid Taha
hazretleri bir kenarda bekliyordu. Allah'ın Resulü onu görünce, ona do ru yöneldiler ve
iltifatlarda bulundular.
Yine bir gece rüyasında, da dan bol bir suyun aktı ını ve herkesin ondan içme e
ko tu unu gördü. Kendisi ise o gün, suyu kayna ından içmek için da ın tepesine
tırmanıyordu. Bir de gördü ki, suyun kayna ında Allah'ın Resulü var. Ve bütün sahrayı kol
kol dola an sular, O'nun mukaddes parmaklarından akmaktadır... Seyyid Taha, suyu o
mübarek parmaklardan ve fı kırı noktasından içmek saadetine eri mek için yakla tı ve içti.
Hocası Mevlana Halid hazretleri, kendisine yazdı ı Farisi mektuplarından birinde öyle
buyurdular: "Kıymetli Seyyid Taha! Allahü teâlânın emanında olunuz! Afet olan öhretten
daima çok sakınınız! Ki i için, talebelerin çoklu u büyük bela olabilir. Allahü teâlâ sizi o
afetten korusun! Amin. Kalbin acem beldelerine meylini, öldürücü, ruhu kurutucu zehir
biliniz! Nerede kaldı ki, onların yanına gidilsin. Onlara yakın olmaktan, tatlı, idareli dil
kullanmaktan çok uzak olmalıdır. n aallah bir araya gelmezsiniz. E er ah bile bizzat davet
ederse, gitmemelidir. Nerede kaldı ki, ba kalarının davetine gidilsin. Böyle davete verilecek
cevap udur: "Biz dervi kimseleriz. Bizim i imiz, dünyadan kesilmek ve slam padi ahına
dua etmek, insanların dinine hizmettir. Devlet reislerinin meclisinin edeblerini bilmeyiz."
Sana emretti im üzere ol, muhalefet etme! MollaMustafa E nevi'ye de fakirin selamını söyle
ve bu yazdıklarım aynı zamanda onun içindir. Fitne olan yerden çok uzak olup, dine hizmet
edecek yerde bulunmak ve yerle mek zaruridir. Bizden bir ey gizli tutulmasın ki, helake
sebeb olur. Kulların en zayıfı Halid-i Nak ibendi Mücedidi."
Mevlana Halid-i Ba dadi hazretleri, Seyyid Taha-i Hakkari'ye yazdı ı ba ka bir
mektubunda da buyurdu ki: "Allahü teâlâ kalbimin sevgilisi Seyyid Taha'yı fena ve beka
makamlarının nihayetine kavu turmakla ereflendirsin. Bu fakire muhabbet ve ihlas ba ı ile
ba lılı ınızı bildiren mektubunuz geldi. Yüksek Nak ibendiyye yoluna hizmet için
çalı tı ınız ve Kur'an-ı kerimi bir usul ile hatmetme haberinize çok sevindik. hlaslı olmak
artı ile insanlar sizin vasıtanızla Allahü teâlâya ibadet etmek, Peygamber efendimizin
sünnet-i seniyyesine uymak gibi her ne yaparlarsa onların kazandı ı sevab kadar sizin de
amel defterinize yazılacaktır. " yi bir çı ır açan müslüman kimseye, açtı ı o çı ırın sevabı
verilece i gibi, o yolda gidenlerin sevabı da verilir. Bununla beraber onların sevabından da
hiçbir ey eksilmez." hadis-i erifi bu sözümüze açık delildir. Allahü teâlânın selamı, rahmet
ve bereketi üzerinize olsun. Kulların en zayıfı Halid-i Nak ibendi."
Seyyid Taha hazretleri, halifesi Seyyid Sıbgatullah Arvasi'ye yazdıkları Farisi bir
mektupta öyle buyuruyor: "Adı güzel, feyz ve fayda menbaı Molla Sıbgatullah! Selam eder,
dualarımı bildiririm. Gönderdi iniz güzel mektubunuz geldi. Bizi sevindirdi. Allahü teâlâya
hamd ve ükürler olsun ki, dünya ve ahiret saadetinin sermayesi olan fukaraya (evliyaya)
muhabbetiniz sönmemi bir kor gibi durmaktadır. ki eyi muhafaza etmek lazımdır. Bunlar;
dinin sahibine son derece ba lılık ve hocasına ihlas ve muhabbet üzere olmak. Bu iki ey
olunca, ne verilirse nimettir. Bu ikisi kuvvetli olup, ba ka bir ey verilmezse, hiç
üzülmemelidir. Sonunda verilecektir. E er, Allah korusun, bu iki eyden birinde halel ve
sakatlık olursa, bununla birlikte haller ve zevkler bulunsa da, bunları istidrac bilmeli,
kendinin harablı ı görmelidir. Do ru yol budur. Allahü teâlâ muvaffak eylesin!"
kinci mektuplarında da; "Duacınızın hallerini sorarsanız, Allahü teâlâya hamd olsun ki,
sevdiklerimizin istedi i ekildedir. "Karde imin o lu, birkaç kimse ile birlikte huzurunuzla
ereflenmek isterler. zin var mıdır?" diyorsunuz. Buyursunlar! Fakat kendinizi onlara kar ı
yetersiz göstermemek artıyla. Her zaman geliniz. Canınız istedi i kadar kalınız. Ne zaman
gitmek isterseniz gidersiniz. Vesselam ved-dua. Kulların en zaifi Seyyid Taha Halidi
Nak ibendi."
Bir gün Seyyid Taha hazretlerine; "Amcanız Seyyid Abdullah hazretlerinin üzerinde
türbe vardır. Ba kalarında ise yoktur. Acaba hikmeti nedir?" diye sordular. Seyyid Taha
hazretleri de öyle buyurdu: "Biz Berdesur'dan Nehri'ye gelmeden önce, basit bir ekilde
örtmü ler. Amcam sa olsaydı, babasının üstünü dahi örtmezdi. Madem ki, siz örttünüz, biz
bir ey demiyoruz. Ama bizim üzerimiz örtülmeyecektir." (Gerçekten bu emir devam
etmektedir. Ba kale'de, Gayda'da, Arvas'da, Van'da, Ankara'da ve di er yerlerdeki ona ba lı
seyyidlerin hiçbirinin üstü örtülü yani türbe içinde de ildir.)
Seyyid Taha hazretleri ehidan Da ını her yıl iki kere ziyaret ederdi. (Bu da ,
emdinli'nin do usunda, hatta babalarının medfun bulundu u Meleyan Köyünün de
do usundadır. ran hududuna yakındır. Hazret-i Ömer zamanında, Eshab-ı kiram, o belde ve
ülkeleri feth için buraya gelmi ler ve bu da da ehid olmu lardır. O zamandan beri bu da ın
ismi ehidan ( ehidler) Da ıdır.
Irak'ın Revandız havalisinde, Berzenci kabilesi ile Hayderi kabilesi arasında bir husumet
meydana gelip, birbirlerine harb ilan ettiler. Irak'ta, sözleri geçen bütün halk araya girdi i
halde, bu fitne ve kavgayı önleyemediler. Önemli mesele oldu undan, Seyyid Taha
hazretlerine; "Bunu siz halledersiniz." dediler. Sulh ve barı tırma, dini bir emir oldu undan,
hemen Irak'a, yani Revandız'a hareket eyledi. Her iki taraf Seyyid Taha hazretlerini görünce,
birlikte kar ılayıp ellerini öperek emirlerine uydular. Bunları barı tırıp, Nehri'ye
geldiklerinde, adetleri oldu u üzere, Nehri yolunda bulunan nehir kenarında Zi Tuva
Çe mesi ba ında istirahat ettiler. Beraberlerinde bulunan bin ki iye öyle bir teveccüh ettiler
ki, bunlardan be yüz ki i derhal, o anda hal ve keramet sahibi oldu.
Irak'tan iki seyyid genç, altı katırı hediyelerle yükleyip, Nehri'ye, Seyyid Taha
hazretlerine getirmek için yola çıktılar. Harunan Köyünden geçerken, Seyyid Taha
hazretlerinin büyüklü ünü inkar eden Musa Bey adındaki zat, katırları yükleri ile birlikte
gasbetti. Gençler a layarak Nehri'ye gelip Seyyid Taha hazretlerini haberdar ettiler. Seyyid
Taha, Musa Beye haber gönderip; "Bu katırların yükleri bana aid oldu undan, yükler senin
olsun. Bu gençler seyyiddirler. Onlara merhamet et, katırlarını teslim et." buyurdu. Musa
Bey emirlerini dinlemedi, katırları vermedi. kinci defa haber gönderip; "Benim namıma ve
hatırıma versin." buyurdu. Buna da kar ı çıkınca, Seyyid Taha büyük hiddetle; "Cuma gecesi
gelsin de o vermesin görelim." buyurdu. Cuma gecesi, Nehri'den, talebeler gidip, neticeyi
ö renmek için nöbet beklediler. Me er Bey, divanhanesinde kendine tabi olanlarla oturmu ,
Seyyid Taha'nın evliyalı ını inkar hususunda konu uyormu .
Bu fısk meclisinin biti inden sonra, yatak odasına girip yata ına uzanırken, midesine bir
a rı girerek. "Karnım!.. karnım!.." diye ba ırarak can vermi . Vaziyeti anlayan dokuz o lu
hemen Nehri'ye gelip, katırları yükleri ile birlikte teslim ederek Seyyid Taha'ya sı ındılar.
"Lütfen, merhameten babamızın defin merasiminde bulunup, dua buyurunuz." dediler.
Onlara cevaben; "Benim bulunmam, ona bir menfaat sa lamaz." buyurdu. Çocukları çok
israr ettiler. Hazret-i Seyyid nihayet kalkıp, cenazeye gitti. Cenazenin kapkara kömür gibi
oldu u görüldü. Definden sonra, Seyyid Taha; "Benim geli imden zerre kadar
menfaatlenmedi." buyurdu. Cenab-ı Hak, bir seyyide hakaret etmenin onu üzmenin cezasını
verdi. Bunu herkes açıkça gördü.
Berzenci seyyidlerinden Seyyid Musa, kervancıba ı olarak ran'a gidiyordu. Gayet sarp
bir yerde, aya ı kayan katırı uçuruma yuvarlanırken; " mdad ya Seyyid Taha!" diye ba ırdı.
O anda bir el, hayvanı oldu u yerde durdurdu. Çekip yola çıkardılar. Seyyid Musa, bir
müddet sonra ziyaret için Nehri'ye gitti. Seyyid Taha hazretleri; "Ya Seyyid Musa! Bir katır
için bizi ran'a çekiyorsunuz." buyurdu.
Van'ın Gürpınar kazasından bir zat, Nehri'ye gidip, Seyyid Taha'ya talebe olmak istedi.
Kabul edilince de geri dönüp evine geldi. Talebe olduktan birkaç gün sonra, hayvanlarının
bir kısmını kurt kaparak telef etti. eytan; "Bu hocaya ba lanmak sana yaramadı, u ursuz
geldi." diye vesvese verdi. O talebe nihayet Seyyid Taha hazretlerinin daha önce kendisine
hediye etti i tesbihi iade etti. Maksadı hocasından ayrılmaktı. Tesbih, Seyyid Taha'ya takdim
edildi inde, tebessüm buyurdu. Aradan günler geçmi ti. Seyyid Taha hazretleri, bir gün ö le
vakti namaza kalkarken, birden mübarek ellerini uzatıp; "Def ol, ya lain!" buyurup namaza
ba ladılar. Namazdan sonra Halife Köse; "Efendim, mübarek ellerinizi uzatmadaki hikmet
ne idi?" diye sual etti. O da; "Gürpınar'da bir müslüman sekeratta iken, eytan aleyhillane
imansız gitmesine çalı ıyordu. Büyüklerin bereketiyle defedildi. Adam imanla vefat etti."
buyurdu. Halife Köse; "Tesbihi iade eden olmasın?" dedi. "Evet, odur!" buyurdu. "Efendim,
o edebsizlik ve terbiyesizlik etmi ti." deyince de; "Bir zaman bize muhabbeti vardı."
buyurdular.
Seyyid Taha hazretleri, bir gün camide büyük bir cemaate namaz kıldırmak için aya a
kalkmı tı. Niyetten önce, mübarek sa elini birden ileri uzattı. Geri çekti inde bir mikdar su,
mübarek cübbelerinin kolundan döküldü. Canlı bir balık da yere dü tü ve çırpınma a
ba ladı. Cemaat hayrette kaldı. Namaz kılındıktan sonra Halife Köse cesaret edip; "Efendim,
bu su ve balık nereden geldi?" diye arz etti. Seyyid Taha hazretleri cevaben; "Kızıldeniz'de
bir gemi batıyordu. Talebelerimizden birinin; " mdat ya mübarek hocam!" diye ça ırması
üzerine, yardım edip, gemiyi düzelttik. Büyüklerimizin himmeti, bereketiyle kurtuldular. Bu
su ve balık oradandır." buyurdu.
Sultan Abdülmecid Han zamanında, Müküs kaymakamı Dervi Bey, kaymakamlıktan
çıkarılmı , ayrıca yakalandı ında hapse atılması emredilmi ti. Bu yüzden Dervi Bey, gece
gündüz saklanıyor dı arı çıkamıyordu. Sonunda Dervi Beyin hatırına, Arvas'ta Seyyid
Fehim hazretleri geldi. Hemen huzuruna gidip, tövbe etti ini, vazifesine yeniden iade
edilmesini ve affedilmesi için ark bölgesinin askeri idare amiri olan Erzincan mü irine
efaatçı olmasını istedi. Seyyid Fehim hazretleri kendisine sı ınan kaymakama; "Allahü
teâlâya hamd ve ükür olsun ki, seyyidimiz ve mür idimiz hayattadır. Böyle mühim
meselelere karı mam do ru olmaz. Seni bir mektupla ona göndereyim. n aallah tesirini
muhakkak görürsünüz." diye müjde verdi. Kaymakam Dervi Bey, Seyyid Taha hazretlerinin
huzuruna varınca, takdim olunan mektubu okudu. Sonra, Seyyid Taha, hemen Erzincan
Mü irine u mealde bir emirname yazdı: "Dervi Beyi sana gönderiyorum. ini mutlaka yap.
Senin de bana bir i in dü erse yaparım vesselam." Mektubu Dervi Beye verdi. Dervi Bey
mektubu okudu, tatmin olmadı. Fakat; "Bundan ba ka çare yoktur." deyip, Erzincan'a
yollandı. Bir gece yarısı Erzincan'a ula tı; " imdi bir otele ineyim, yarın Mü irle
görü ürüm." deyip, bir otele gitti. Hemen kar ısında polisleri gördü. Me er bütün otellerin
kapısındaki polisler, Dervi Beyi bekliyormu . smini sordular. Dervi oldu unu anlayınca,
hürmet gösterip; "Hemen Mü ir Beye gidelim." dediler. Dervi Bey; "Gecedir, yatıyor,
rahatsız etmiyelim." dediyse de, polisler; "Bize verilen emir ve talimat udur: "Müküs'lü
Dervi Bey hangi saatte gelirse, derhal bana getirin, uykuda isem uyandırın." Dervi Beyi
hemen götürüp, Mü ire haber verdiler. Mü ir derhal kalkıp, Dervi Beyin boynuna sarıldı ve;
"Bu sekizinci gecedir. Hazret-i Seyyid Taha bir an bile uyku ve istirahatime müsaade
buyurmadılar; "Dervi Beyi gönderiyorum, i ini mutlaka yap, serbest olsun, aksi takdirde
helak olursun." buyuruyor." dedi. Hemen telgrafla Dervi Beyin tahliye edilmesini,
affedildi ini, vazifesine iade edildi ini bildirdi. Serbest olarak eski yerine gönderdi. Dervi
Bey, dönü ünde te ekkür için Nehri'ye Seyyid Taha hazretlerine gidip, elini öptü; "Sizin
yolunuza girip talebeniz olmak istiyorum." deyince, Seyyid hazretleri; "Arvas'a git, Seyyid
Fehim Efendi, yapaca ın vazifeyi söylesin." buyurdu.
Misafirlerin hizmetiyle vazifeli levazım amiri, bir ak am üzeri Seyyid Taha hazretlerinin
huzuruna gelerek; "Efendim! Bu fakir, bu ak am üzeri, bin erkek ve be yüz kadın misafirin
yemeklerini çıkartıp yedirdim. u anda be yüz ki i Nehri'ye girmektedir. Anbarlarda un
kalmadı, ne yapayım?" diye arzedince, Seyyid Taha; "Anbarlarda olması lazım." buyurdu.
"Efendim, süpürdüm, bir ey kalmadı." deyince; "Bir daha bak." diye emretti. Bunun üzerine
amir gidip baktı ında, anbarların unla dolu oldu unu hayretle gördü.
Seyyid Taha, Nehri'nin alt tarafında bir de irmen yapmayı dü ündü. Bu de irmenin plan
ve projesini bizzat kendisi hazırlayıp, yapılı ı esnasında talebeleriyle beraber sırtında ta
ta ıdı. Günlerce çalı tıktan sonra nihayet de irmenin in ası tamamlandı. De irmen öyle
sanatlı, öyle muntazam yapılmı tı ki, hazne kısmına bu day konuldu unda kendili inden
çalı maya ba lar, haznede bu day bitti inde de dururdu. Bunu görenler, Seyyid Taha
hazretlerinin aklının çoklu una hayran kalırlardı. Nitekim halifelerinden Seyyid Sıbgatullah
u beyti söylemi tir:
"Gözümüz revak gibi sizin e i inizdedir,
Kerem et, kalbime gir; evim sizin evinizdir."
Seyyid hazretleri beyti i itip, iltifatla yanlarına te rif buyurdu.
Bir kimse ehid olmu ve büyük bir velinin yanına defnedilmi ti. Seyyid Taha onun
ehidlik mertebesini görüp; "Bu kimsenin, u büyük veliden a a ı oldu u söylenemez."
buyurdu.
Seyyid Taha hazretleri, kendisini Mevlana Halid-i Ba dadi'ye götüren veli-nimeti
amcası Seyyid Abdullah hazretlerine, bu büyük nimetin ükrü olarak, hep hürmet ve hizmet
etti. Onu hep iyilikle andı ve ruhuna pekçok sevablar hediye etti. Ayrıca buyurdu ki: "Vefat
etti imde benim kabrimi kabristanın en üst tarafına yapınız ki, sırf beni ziyarete gelenler,
amcam Abdullah hazretlerinin kabrine u ramak mecburiyetinde kalsınlar. Onu da ziyaret
ederek mübarek ruhuna sevablar hediye etsinler." (O kabristanın bir yolu vardı. Seyyid
Abdullah'ın kabri giri te idi. Seyyid Taha hazretlerinin kabrine gitmek isteyenin Seyyid
Abdullah'ın kabrinin yanından geçmesi lazımdır).
Taha-i Hakkari hazretleri pek yüksek bir veliydi. Nitekim bir defasında Mevlana Halid-i
Ba dadi hazretleri; "Beni Seyyid Abdullah ve Seyyid Taha'dan üstün zannetmeyin"
buyurmu tu. Meclisinde olanlar; "Efendim, siz ikisinin de hocasısınız" dediler. "Benim onlar
yanındaki yerim, bir sultanın çocuklarını yeti tiren bir hoca gibidir. Onlar sultanın çocukları
oldu u için, bu hocadan üstündürler." buyurdu.
Bir gün Seyyid Taha hazretleri Seyyid Sıbgatullah'a buyurdular ki: "Molla Sıbgatullah!
Üstada muhabbet ve onunla sohbet, her eyden üstündür. Çünkü üstad, kemal mertebelerinin
en yükse ine kavu turmak ve ona marifetleri vermekle, talebesinin hastalıklarını izale eder,
giderir."
Yine öyle buyurdu:
" ah-ı Nak ibend hazretleri, yolunun esasını Eshab-ı kiramın (aleyhimürrıdvan) yolu
üzere kurdu. Onlar Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) muhabbeti ile yetindikleri gibi,
bize de, üstada muhabbet yeter."
Seyyid Sıbgatullah Arvasi hazretleri, Seyyid Taha hazretlerine; "Nefehat gibi bazı
kitaplarda, bazı evliya için (kuddise sirruh) bazıları için (rahmetullahi aleyh) deniyor;
hikmeti nedir?" diye sual edince, öyle buyurdu: "Birincisi, nefsinden tamamen kurtulanlar,
ikincisi kendinde, nefsinden bir eyler kalanlar içindir. Nefsden tamamen kurtulmak, ir adın
artı de ildir. (Rahmetullahi aleyh) denenlerden de bir ço u, ir ad makamına oturmu lar,
büyüklerin yolunda olup, faydalı olmu lardır."
Bir halifesine öyle buyurdu: "Halka önce i aretle muamele et, bu fayda vermezse ibare
ile (söz ile) söyle. Bu da fayda vermezse, ondan yüz çevir. Sen birinden yüzünü çevirirsen,
Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar bütün "Silsile-i aliyye" büyükleri ondan yüz
çevirir."
Bir gün, kendilerine; "Nehri'de sadık talebeniz kimdir?" dediler. "Molla Muhammed
Münhani'dir" buyurdu. "O, katı tabiatlıdır." dediler. Bunun üzerine, Mevlana Ahmed
Cüzeyri'nin Divan'ındaki u beyti okudu:
"Ehl-i tarik, makamları seyr ederken renk renktir,
Bir kısmı ilahi cemal, bir kısmı celaldedir."
Çe itli zamanlardaki sohbetleri sırasında buyurdu ki:
"Amellerinizi ucb (kendini be enmek, ibadeti kendinden bilmek) ile örtüp yok
etmeyiniz."
"Bizim yolumuzda ucb ve riya yoktur. Riya ve ucba helal diyen, yolumuzda de ildir."
"Bizim yolumuzdaki yolcuların faydaları ana ve babalarına da ula ır."
Evliyanın vefatından sonra istifade hakkında; "Kılıç kınından çıkmadıkça, (ruh,
bedenden çıkmadıkça) kesmez." buyurdu.
"Zikr yapılmaksızın yalnız rabıta ile Hakk'a kavu mak mümkündür.
Zikr ise, rabıtasız kavu turucu de ildir."
Taha-i Hakkari hazretleri Nehri'de kaldı ı kırk iki sene içinde slamiyetin emir ve
yasaklarını insanlara anlatarak onların dünya ve ahirette kurtulu ları için çalı tı. Bütün
hocaları gibi slamın güzel ahlakını yaydı. Siyasete karı madı. Pekçok veli yeti tirip onlara
hilafet verdi. slamiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirdi. Halifelerinin en
me hurları unlardır: Biraderi Seyyid Muhammed Salih, Seyyid Sıbgatullah Arvasi, Seyyid
Fehim Arvasi, damadı ve katibi Seyyid Abdülehad, Muhammed Küfrevi, Halife Köse adıyla
me hur olan eyh Taha, Molla Resul Sibki, Mevlana Hacı Hakkari, Süleyman Baradusti,
Molla Muhammed Munhani Ho abi, eyh Ahmed Meczub. Bunlardan ba ka halifeleri de
vardır.
Seyyid Taha-i Hakkari hazretleri 1852 (H.1269) senesinde bir ikindi vakti, Haram
Çe mesi denilen a açlık bir mevkide talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet anında kendisine
iki mektup arzedildi. Bunları kıymetli damadı Abdülehad Efendiye okuttuktan sonra;
"Abdülehad! öhret afettir. Artık bizim dünyadan gitmemizin zamanı geldi." buyurdu.
Abdülehad da; "Aman Efendim, am'dan gelen bu iki mektup nedir ki?" dedi. O gün
sohbetten sonra hane-i saadetlerine gitti ve orada hastalandı. On bir gün hasta yattı.
Hastalı ının a ır olmasına ra men namazlarını mümkün oldu u kadar ayakta kılmaya çalı tı.
Hastalı ının on ikinci, Cumartesi günü talebeleri ve yakınları ile helalla tı, vedala tı,
vasiyetini bildirdi. Karde i Seyyid Salih hazretlerini ça ırttı. Onun için; "Biraderim Salih,
kamil, olgun bir velidir. Herkesin ba ı onun ete i altındadır." buyurdu. Yerine karde i Salih
hazretlerini halife bıraktı. kindi vaktinde, talebelerinin Yasin-i erif tilavetleri arasında,
mübarek ruhunu Kelime-i tevhid getirerek teslim eyledi.
Mübarek mezarı Nehri'dedir. Onu seven a ıkları, uzak yerlerden gelerek, mübarek
kabrinden fı kıran nurlardan, feyzlerden istifade etmekte, bereketlenmektedirler.
Seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinin nesli o ullarıyla devam etmi tir. Seyyid Habib,
Seyyid Mahmud, Seyyid Alaeddin ve Seyyid Ubeydullah isimlerinde dört o lu vardı.
Bunlardan Seyyid Habib Efendi, genç ya ta vefat etti. Seyyid Mahmud ve Seyyid Alaeddin
Efendilerin de o ulları vardı. Seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinin Seyyid Ubeydullah
adındaki o lu, nüfuzunun ve talebelerinin çoklu u ile me hurdur. Babasının vefatından sonra
amcası Seyyid Salih hazretlerinin sohbet ve ir adıyla kemale gelmi , 1864 senesinde
amcasının vefatından sonra ir ad makamına oturmu tu. Ehl-i sünnete çok hizmet etti. Seyyid
Fehim-i Arvasi hazretleriyle birlikte hacca gitti. Sonra Taif'te ikamete memur edildi. Bir
müddet sonra Kabe-i muazzamayı tavaf esnasında iki rekat namaz kılarken secdede vefat
etti. Cennet-i Mualla kabristanına defnedildi. Seyyid Ubeydullah Efendinin; Seyyid Re id,
Seyyid Alaeddin, Seyyid Mazhar, Seyyid Abdülkadir, Seyyid Muhammed Sıddik isminde
be o lu vardı. Bu o ulları vasıtasıyla nesli devam etmi tir.
ELHAMDÜL LLAH
Seyyid Taha hazretleri zamanında, ran ahı, emdinan'a yakın 145 pare köyü, her eyi
ile beraber Seyyid Taha'ya ba ı ladı. Bu haberi kendisine getirdiklerinde, bir an ba ını e ip
kaldırdıktan sonra; "Elhamdülillah." dedi. ran ahı ölünce, o lu bu köyleri geri aldı. Haberi
Seyyid Taha'ya getirdiklerinde, yine ba ını e ip bir an sonra kaldırdı ve; "Elhamdülillah."
buyurdu. Eshabından Halife Köse; "Efendim! Köyleri size hediye ettikleri zaman da hamd
ettiniz. Geri aldıklarında da hamd ettiniz. Hikmeti nedir?" diye arzedince; "Hediye ettikleri
zaman kalbimi yokladım. Dünya malına sevinmedi imi gördüm, bunun için hamd ettim.
imdi geri aldıklarında, yine kalbime baktım. Hiç üzüntü bulunmadı ını gördüm. Yine hamd
ettim." buyurdu.
SEN N ARADI IN EY BU KAPIDA YOKTUR
Musul taraflarında eyhlik iddiasında bulunan bir kimse, talebesinden birini Seyyid Taha
hazretlerinin yanına gönderdi ve; "Seyyid Taha'ya, sünnete uymayan bir i i letmeden,
buraya dönme!" dedi. O da kalkıp Nehri'ye geldi. Bir ikindi namazından sonra, Seyyid Taha
hazretlerinin mescidin kapısında duran ayakkabılarından sol aya ınınkini uza a koydu.
Bununla mescidden sa ayakla çıkmasını ve sünnete uygun olmayan bir i yapmasını
dü ünmü tü. Fakat Seyyid Taha hazretleri, kalabalık içerisinde, o ki iye hitab edip; "Aldı ın
ayakkabıyı yerine koy! Senin aradı ın ey, bu kapıda yoktur." buyurdu.
BASTON VE DAYAK
Herki a iretinden Molla Abdullah isminde bir müderris, iki talebesi ile ziyaret için
Nehri'ye giderken, çayın ba ında oturdular. Molla Abdullah, talebelerine; "Herkes abdest
alarak Nehri'ye gider. Abdestsiz kimse gitmez. Ben bu adeti bozup, abdest almadan
gidece im." dedi. Talebeleri; "Hocam, biz bu adeti bozmayalım, abdest alıp da gidelim."
dedilerse de, Hoca Efendi; "Sanki bu dini bir hüküm müdür? Ben yapmam!" dedi. Bu arada
elini yüzünü yıkarken, koltu undan bastonu suya dü dü. Elini uzatıp, bastonu almak
isterken, hikmet-i ilahi baston, onun ba ına, yüzüne vurarak yüzünü gözünü kan içinde
bıraktı. Sonra baston kayboldu. O da, böyle söyledi ine pi man oldu. Yaralarını sarıp, abdest
aldı. Nehri'ye gitti. Seyyid hazretlerinin dergahına girince, bastonu duvarda asılı gördü.
Gözleri bastona takılıp kalınca, Seyyid Taha hazretleri; "Herhalde bu bastondan dayak
yemi siniz." buyurdu. Molla Abdullah yaptıklarına pi man olup, tövbe etti, talebelerinden
olmakla ereflendi.
1 Mayıs 2013 Çarşamba
Silsile-i aliyye - 30- Seyyid Abdüllah Şemdini
30- Seyyid Abdüllah Şemdinî
Seyyid Abdullah ş emdini hazretleri, Anadolu'da yeti en büyük velilerden. Kendilerine
Silsile-i aliyye adı verilen büyük alim ve veliler silsilesinin otuzuncusudur. Bu diyarda
Nak ibendi, Müceddidi, Halidi kolunun önde gelen temsilcisidir. ismi Abdullah'tır. Seyyid
Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin onuncu torunu ve Seyyid Taha-i Hakkari'nin amcasıdır.
Lakabı, Siracüddin ve Menba-ul-Hilm'dir.
Ş emdinli'de dünyaya gelen asil, temiz ve şerefli bir aileye mensub olan Seyyid Abdullah
ş emdini, küçük ya şta ilim tahsiline yöneldi. Zamanının usulüne göre ilk tahsilini gördükten
sonra, Irak'ın Süleymaniye beldesine giderek oradaki medresede ilim ö renmeye devam etti.
Akli ve nakli ilimleri tahsil edip büyük alim oldu. Bu medresede ilim ö renmekle me gul
iken medrese arkada ı Mevlana Halid-i Ba dadi ile bir karde gibi ya adılar. Yüksek
yaratılı ı olan bu iki gönül dostu zahiri ilimleri tahsil ettikleri sırada kalb ve gönül ilmi olan
tasavvufa kar ı alaka duymaya ba ladılar. Bu alaka, muhabbet ve a k derecesine ula ıp,
kendilerini manevi olarak terbiye edip, batıni ilimleri ö reterek yeti tirecek bir rehber, yol
gösterici aradılar.
Sonunda aradıkları rehberi hangisi daha evvel bulursa, o büyük zattan alaca ı manevi
feyz ve bereketin aralarında mü terek olmasını kararla tırdılar. Bu hususta birbirlerine söz
verdiler. Yani aradıkları o büyük veliyi hangisi daha evvel bulur ve tanırsa hemen di erinin
de o zatı tanımasına, ona ba lanıp feyz almasına vasıta olacaktı.
Kendilerine yol gösterecek manevi bir rehberi aradıkları sırada Mevlana Halid-i Ba dadi
aldı ı bazı manevi i aretler üzerine Hindistan'a gitmeye karar verdi. Zahiri ilimlerde yüksek
bir alim olan Abdullah-ı emdini de onunla gitmek istedi. Fakat Mevlana Halid-i Ba dadi
ona; "Ben gideyim, oradan alıp getirdiklerime orta ız." dedi. Nihayet Hindistan'a gitmek
üzere Süleymaniye'den yola çıktı. Uzun ve me akkatli bir yolculuktan sonra Hindistan'a
ula tı. Sonunda Nak ibendiyye manevi yolunun mür id-i kamili ah Gulam-ı Ali
Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin huzur ve sohbetleriyle ereflendi. Kısa zamanda layık ve
müstehak oldu u fazilet ve olgunlu a ula tı. Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyalık derecesine
yükseldi. Hocası ona, slamiyetin emir ve yasaklarını anlatmak suretiyle, insanların dünya ve
ahiret saadetine kavu malarına vesile olabilmek ve talebe yeti tirmek hususunda tam bir
icazet, diploma ve hilafet verdi. Hocasının tam ve mutlak vekili olarak aldı ı yüksek feyz ve
kemalatı, ilim ve edeb a ıklarına sunmak ve onları yeti tirmekle vazifeli olarak Ba dad'a
gönderildi.
Bundan sonra bütün alem, vasıtalı vasıtasız ir ad ve feyz kayna ı olan Mevlana Halid-i
Ba dadi hazretlerinin manevi nuru ile nurlanmaya ba ladı. Böylece Ba dad'da feyz ve nur
saçan rahmet güne i do du.
Seyyid Abdullah-ı emdini, daha önceki anla malarının gere i bir müddet Ba dad'da
kaldıktan sonra Süleymaniye'ye dönen Mevlana Halid-i Ba dadi hazretlerinin ziyaretine
gitti. Mevlana'nın Hindistan'da elde etti i marifet ve kemalatı, olgunlu u görünce ona olan
muhabbeti daha da arttı. Medrese talebeli inde arkada ı oldu unu dü ünmeyip o evliyalık
güne inin sohbetlerine devam etmeye ba ladı. Onun önde gelen talebelerinden oldu. Bazı
hasetçi ve inkarcı kimselerin, Mevlana Halid-i Ba dadi hazretlerinin kar ısına çıkıp, söz ve
yazı ile onu kötülemeye, türlü türlü iftiralarla ve düzme yalanlarla, ona gönül verenlerin
yolunu kesmeye çalı tıkları sırada, o hep onun yanında bulundu. Kendisinde bulunan asalet
ve yüksek kabiliyet ile Mevlana Halid-i Ba dadi hazretlerinin talebe yeti tirmek
hususundaki maharetinin birle mesiyle kısa zamanda bütün ilimlerde ve tasavvuf hallerinde
yeti erek olgunla tı. Mevlana hazretlerinin binlerce talebesi arasında en yükseklerinden oldu.
Mevlana Halid-i Ba dadi hazretleri ona talebe yeti tirmek üzere icazet, diploma verdi.
Mevlana hazretlerinden icazet ve hilafet alanların ba tan üçüncüsü olan Seyyid Abdullah-ı
emdini, karde i Seyyid Ahmed Geylani hazretlerinin o lu Seyyid Taha-i Hakkari'yi de,
Mevlana Halid-i Ba dadi'nin sohbetlerine götürerek, onun da bu yolda yeti mesine vesile
oldu.
Mevlana Halid-i Ba dadi hazretleri bir ara, Ba dad'a gitti. Bu sırada Abdullah-ı emdini
talebelerin ba ına geçip onları yeti tirmekle me gul oldu. Daha sonra tekrar Süleymaniye'ye
dönen Mevlana hazretleri, insanlara slamiyetin emir ve yasaklarını anlatmak üzere çe itli
beldelere yeti tirip gönderdi i talebeleriyle birlikte, Seyyid Abdullah-ı emdini'yi de
emdinli'ye gönderdi. Seyyid Abdullah-ı emdini, emdinli civarındaki Nehri kasabasına
yerle ti. Nehri'de medrese, tekke ve zaviyeler yaptırarak talebe yeti tirmeye ba ladı.
Türkiye, ran ve Irak'ın çe itli yerlerinden ilim meclisine ve sohbetlerine ko an pekçok
kimseyi zahiri ve batıni ilimlerde yeti tirdi. Peygamber efendimizden bu yana, evliyanın ve
slam alimlerinin anlattı ı ve ya adı ı slamiyeti, güzel ahlakı insanlara anlattı. Bilhassa
edeb ve ahlaktan mahrum a iretler üzerinde çok tesirli olup, onların düzelmesine vesile oldu.
Kabile ve a iretlere, anlayacakları ekilde güzel nasihatlar vermek suretiyle onların do ru
yola kavu malarına vesile oldu.
Mevlana Halid-i Ba dadi hazretleri onun hakkında Seyyid Taha-i Hakkari'ye; "Seyyid
Abdullah ne güzel bir eyhdir. Onda hiç kusur yoktur. Yalnız kusuru, onun münkiri yani
kar ısına çıkıp onun büyüklü ünü inkar eden kimseler bulunmamasıdır." buyurdu.
Yine buyurdu ki:
"Beni, Seyyid Abdullah ve Seyyid Taha'dan üstün tutmayınız." Eshabı; "Onlar sizin
talebenizdir, nasıl böyle dersiniz?" diye arz ettiklerinde; "Onlar ehzadelerdir. Padi ah
olacaklardır. Biz ise, bir müddet onların terbiyesi ile me gul olan ve böyle yüksek bir
vazifenin kendisine verildi i bir mürebbiyeyiz. Mürebbi, ah olacak ehzadeden üstün
olabilir mi?" buyurdular.
Berdesur kasabasında bir medrese yapıp, müderrislik yapan ve mezunlar vermeye
ba layan ye eni Seyyid Taha, arada bir huzuruna gelir, sohbetinde bulunurdu. Her defasında
kendisine tasavvuf yoluna girmesi söylenir, o da; "Bir gün in aallah o da olur." der ve kendi
kendine; "Peygamberlerin, alimlerin ve evliyanın hep dü manları, hasetçileri, sevmiyenleri
olmu tur. Amcam, dedikleri gibi büyük evliyadan olsa, muhakkak hasetçisi, dü manı,
çekemeyeni olurdu. Hele bu ahir zamanda ve kıyametin yakla tı ı, hakikatın unutulup,
bid'atin revac buldu u böyle bir devranda acaba niçin hiç büyüklü ünü inkar eden dü manı
yoktur?" diye dü ünürdü. Bir gün Berdesur'da çar ıda birisinin, amcasının aleyhinde
konu tu unu gördü. Bunun üzerine; "Sevmeyeni, kabul etmeyeni oldu una göre,
evliyadandır." deyip, Nehri'ye geldi. Amcasına teslim olup, bir müddet istifade etti. Sonra
Mevlana'nın daveti üzerine Ba dad'a gitti, orada kemale geldi.
Ömrünü ilim tahsil etmeye, slamiyeti ö renmeye ve ö retmeye vakfetmi olan ve
pekçok kerametleri görülen Seyyid Abdullah-ı emdini hazretleri 1813 (H.1228) de
emdinli'nin Nehri kasabasında vefat etti. Nehri kabristanının giri inde defn edildi. Kabrinin
üzerinde sade bir türbe vardır. Mübarek kabri sevenleri tarafından ziyaret edilmekte, a ıkları
dua edip mübarek ruhundan feyz almaktadır. Onu vesile ederek dua edenlerin maddi ve
manevi dertlerine derman buldukları dilden dile anlatılmaktadır.
emdinli'nin Nehri kasabasında ilk defa ir ad ve feyz kayna ı olan Seyyid Abdullah-ı
emdini, afii mezhebi fıkhında ve di er ilimlerde derin alim olup, ilmiyle amil, büyük veli,
peygamberlik sırlarına vakıf ve hazret-i Osman'ın güzel ahlakını hatırlatan güzel ahlak sahibi
olup, haya ve edebin kayna ı idi. Her hali istikamet ve do ruluk üzere idi. Sohbetleri hasta
ruhlara gıda, bakı ları kararmı kalblere ifa idi. nsanların dünyada ve ahirette kurtulu a
ermelerinin, saadet kapısının anahtarı idi. Allahü teâlâ efaatine ve feyzlerine mazhar
eylesin. Amin.
Silsile-i aliyye - 29- Mevlana Hâlid-i Badadi
29- Mevlana Hâlid-i Ba dâdî
Mevlâna Halid-i Ba dadî hazretleri, Irak ve am'da yeti mi büyük velîlerdendir. Silsilei
aliyye adı verilen âlimler ve velîler zincirinin 29.sudur. Asrının müceddidi idi.. Babası Hz.
Osman'ın, annesi ise Hz. Ali'nin soyundandır. Kabri am'ın kuzeyinde, Kâsiyûn Da ı
ete indeki kabristanda bulunan türbesindedir.
Zekâsı keskin, hâfızası kuvvetli, irâdesi sa lam ve çok çalı kan idi. Devrin me hûr pek
çok âlimlerinden ilim ö renip, icâzet aldı. Ö rendi i bütün ilimlerde din ve fen adamlarına
hocalık yapacak derecede üstün bir bilgiye sâhip oldu. Din ve fen ilimlerindeki üstünlü ü ve
geni bilgisi sebebiyle zamânının bütün âlimleri ve velîlerinin takdirlerini kazandı. Hangi
ilimden ve hangi fenden ne sorulursa sorulsun derhal cevâbını verirdi. Zekâsı ve bilgisi
kar ısında akıllar hayrete dü erdi. 21 ya ındayken, ulemâya üstâd olup, 7 yıl ders okuttu.
Alimler arasında sözü senet idi.
Hicaz'a gidip Medîne’ye kavu unca Peygamber efendimize olan a kını Farsça olarak
dile getiren Kasîde-i Muhammediyye'yi yazdı. Medîne’de Yemenli fazîlet sâhibi bir zâta
rastladı. Ondan nasîhat istedi. O zât dedi ki: "Ey Hâlid Mekke’ye gidince edebe uymayan
bir ey görürsen hemen reddetme." O da Mekke’de bir Cumâ günü Kâbe-i erîfe kar ı
Delâil-i Hayrât'ı okurken birinin, Kâbe'ye sırt çevirip kendine baktı ını gördü. " una bak
Kâbe'ye arkasını çevirmi , edebi gözetmiyor!" diye dü ünürken, o kimse; "Mümine hürmet,
Kâbe'ye hürmetten öncedir. Bunun için yüzümü sana çevirdim. Sana verilen nasîhatı ne tez
unuttun” dedi. Ondan özür dileyip; "Beni talebeli e kabûl et." diye yalvardı. O da; "Sen
burada olgunla amazsın, senin i in Hindistan’da tamam olur." dedi. Bu zatın hocası
Abdullah-ı Dehlevî oldu u rivayet edilmektedir.
Bir gün Hindistan'dan Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin talebelerinden Mirzâ
Abdürrahîm çıkageldi. Hocasının "Mevlânâ Hâlid'e selâmımızı söyle bu tarafa gelsin!"
buyurdu unu bildirdi. kisi beraberce Hindistan’a gittiler. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin
bulundu u ehre gelmenin sevinci ile, yanında bulunan e yaların hepsini, fakirlere da ıttı.
Hindistan'ın en büyük velîsi ve büyük slâm âlimi, âh Abdullah-ı Dehlevî'nin huzûruna
kavu tu.
Abdullah-ı Dehlevî, ona nefsinin terbiyesi için dergâhı temizleme vazifesini verdi. O,
âlim bir zat olmasına ra men, hiç îtirâz etmedi. Bir müddet bu vazifeye devam ederken,
hocası ile kar ıla tı. Onun omuzları üzerinden Ar 'a do ru muazzam bir nûrun yükseldi ini
ve meleklerin ona hayranlıkla baktıklarına âhit oldu. Hocası, onun tasavvufta pek yüksek
derecelere eri ti ini görünce, devamlı yanında bulunmasını emretti. Abdullah-ı Dehlevî'nin
kalbindeki bütün esrâr ve mânevî üstünlüklere kavu tu.
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri; "Ey Hâlid, imdi memleketine ve Ba dât'a git! Oradaki
insanları Allahü teâlâya kavu tur." buyurdu. O da gidip ir ada ba ladı. Ba dât Vâlisi Saîd
Pa a, ziyâretine geldi. Birçok âlimin sessiz, ba ları önüne e ik, hizmetçi gibi edeple
huzûrunda oturmu olduklarını gördü. Onun heybetini görünce, diz çöküp titremeye ba ladı.
Celâl hâli gidince, Saîd Pa anın titremesi de geçti. Daha sonra vali, talebeli e kabul edildi.
Ulemadan eyh Ali Süveydî, hadîs âlimi idi. Hadîs-i erîf senetlerinde kuvvetli bilgisi
vardı. mtihân maksadıyla, Mevlânâ Hâlid hazretlerine geldi. Kütüb-i Sitte'de yazılı
hadîslerden üç hadîsi senetlerini yanlı olarak, imtihan yollu okudu. O da, bu hadîslerin asıl
senetlerini sahîh olarak okuyunca, hemen ellerine kapanıp, kalbine gelen imtihan
dü üncesinden tövbe ederek af diledi. Her yerde; "Mevlânâ Halid zâhir ve bâtın ilimlerinde
sonsuz bir deniz, biz ise bir damlayız." derdi.
Mevlânâ Hâlid-i Ba dâdî hazretlerinin pek çok kerametleri görülmü tür.
Ba dat'tayken Hâcı Mahmûd Efendi isminde, zengin, bir talebesi vardı. Bu zât, çok
borçlanmı tı. Bir gün "Efendim, borcumun çoklu undan dı arı çıkmaya yüzüm kalmadı."
deyince, buyurdu ki:
"Bir ay sabret."
O, bunun üzerine; "Aman efendim, bir ay sabredecek tâkatim kalmadı." diyerek iki defâ
tekrarladı. "öyle ise, kaldır u hasırı istedi in kadar al." buyurdu.
Mahmûd Efendi de hasırı kaldırdı ve altında bir altın gördü. Altını aldı, ba ka bir altın
gördü ve böylece her aldı ı altının yerinde yeni bir altın gördü. Borcunu tamamlanıncaya
kadar bu i e devâm etti.
Süleymâniye'nin me hûr âlimlerinden bâzısı, Mevlânâ Hâlid-i Ba dâdî hazretlerini, aklî
ve naklî ilimlerin en zor ve ince meseleleri ile imtihan ettiler. Çâresiz kalıp, Irak'ın her
bakımdan en büyük âlimi olan ve hüccet-ül- slâm denilen eyh Yahyâ Mazûrî mâdî'ye
mektup yazıp; "Süleymâniye âlimleri tarafından, din ve dünyâ ilimlerinin allâmesi,
müslümanların hücceti, efendimiz, üstâdımız Yahyâ Mazûrî mâdî hazretlerine arz olunur ki,
ehrimizde, Hâlid isminde bir zât zuhûr eyledi. Hindistan'a gidip geldikten sonra, vilâyet-i
kübrâ ve insanları ir âd dâvâsında bulunuyor. Bu zât, din ilimlerini tahsîl ettikten sonra, terk
eyledi. Yanlı yollara saptı. Bizler onu ilimde yenemedik. Büyü ümüz sizsiniz! Bu tarafa
gelip, yanlı lı ını ve zararlarını def edip, onu yenmeniz, üzerinize vâcibdir. Gelmeyecek
olursanız, bu fikirleri bütün insanlara ve di er ehirlere yayılacaktır." dediler.
Bu mektup, eyh Yahyâ'nın eline geçince, bâzı talebeleri ile birlikte, Süleymâniye
yolunu tuttu. ehre yakla ınca, bütün âlimler, kar ılamaya çıkıp, herbiri kendi evine dâvet
ettiyse de, kabûl etmedi ve; "Bu saatte o zâtla görü mem lâzımdır." diyerek, Hâlid-i Ba dâdî
hazretlerinin evine gitti.
eyh eve girince, onu kapıda kar ıladı ve yanıba ına oturttu. eyh Yahyâ'nın kalbinde,
bir takım ince ve zor meseleler vardı. Bunları sorup imtihan edecekti. Hâlid-i Ba dâdî
hazretleri, eyh'e hitâben; "Din ilimlerinde çok mü kül meseleler vardır. te biri udur ve
cevâbı budur; di eri udur, cevâbı budur." buyurup, eyh'in kalbindeki bütün suâlleri ve
cevaplarını söyledi. eyh Yahyâ meseleyi anladı. Tövbe edip talebelerinden oldu.
Talebelerinden bni Âbidîn hazretleri; "Dün gece rüyâmda Hz.Osman'ın vefât etmi
oldu unu gördüm. Çok büyük bir kalabalık oldu. Cenâze namazını ben kıldırdım." diyerek
rüyâsını anlatınca, Mevlânâ Hâlid hazretleri; "Yakında vefât ederim. Sen de kalabalık bir
cemâat ile cenâze namazımı kıldırırsın, çünkü ben, Hz.Osman'ın soyundanım." buyurdu. bni
Âbidîn bunu duyunca çok üzüldü. Çok geçmedi vefat etti. Cenâze namazını, "Be vakit
namazda Ettehiyyâtü okurken Resûlullah efendimizi ba gözüyle görmezsem, o
namazımı iâde ederim." diyen, Hanefî mezhebinde büyük fıkıh âlimi Seyyid bni Âbidîn
hazretleri kıldırdı.
Talebelerinden ve halîfelerinden olan Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerini çok sever ve
ona çok dua ederdi. Buyururdu ki: Nefs-i emmâreden kurtulmanın alâmeti, insanların
övmesi ile ayıplamasını, e it görmektir. nsanların ra betine sevmek, önem
vermemelerine üzülmek, basitlik ve akılsızlıktır.
Silsile-i aliyye - 28- Seyyid Abdüllah Dehlevi
28- Seyyid Abdüllah Dehlevi
Seyyid Abdullah Dehlevî hazretleri, Hindistan’da yeti en, silsile-i aliyye denilen alim ve
velilerdendir. 1745 de Hindistan'ın Pencab ehrinde do du. 1824 te Delhi'de vefât etti. Kabri
âhcihân câmii yakınındaki dergâhındadır.
Babası, Abdullatif efendi âlim, sâlih ve zâhid bir zat idi. Bir gün rüyâsında Hz. Ali
ona:"Allahü teâlâ sana bir o ul ihsân edecek, o büyük bir zât olacak. Ona bizim ismimizi
koyarsın." dedi
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de annesine rüyâsında; "Yakında dünyâya bir
o lun gelecek. Ona bizim ismimizi koyarsın." buyurdu. Resûlullah efendimiz de evliyâdan
bir zât olan amcasına rüyâsında, do acak çocu a Abdullah isminin verilmesini emretti.
Çocuk do du unda, ismini babası, Ali, annesi Abdülkâdir, amcası Abdullah koydu.
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, altı ya ına gelince, Hz. Ali'ye kar ı sevgi ve edebinden
kendisine Ali denmesini istemeyip Ali'nin hizmetçisi mânâsına gelen Gulam Ali dedi ve bu
isimle tanındı.
Allah vergisi çok üstün bir zekâya sâhipti. Kur'an-ı kerimi kısa zamanda ezberledi. Dînî
ilimleri ve zamanının fen ilimlerini ö rendi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin huzuruna varıp, kendisini talebeli e kabûl
buyurmasını istedi. O da: "Sen ho landı ın bir yere git. Bizim yolumuz, tuzsuz ta ı
yalamak gibidir." buyurdu. "Ben her eye razıyım efendim." dedi. "Mübârek olsun."
buyurup talebeli e kabûl edildi. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, 15 yıl sohbetiyle ereflendi.
Evliyâlıkta yüksek derecelere kavu unca, mutlak icâzet alıp, halifesi oldu.
Talebelerinden Meyân Ahmed Yâr anlatır: Bir gün hocamla, kızı vefât etmi olan ya lı
bir teyzenin evine tâziyeye gittik. Hocam ona, "Allahü teâlâ, in allah sana daha iyi bir evlat
verir." dedi. Kadın; "Ben ihtiyârım, bizim çocu umuz olmaz." dedi. Hocam; "Allah her eye
kâdirdir." buyurdu. Sonra evden çıkıp mescide geldik. Hocam abdest alıp iki rekat namaz
kıldı. O kadına çocuk vermesi için duâ etti. "Allahü teâlâya, o kadına bir çocuk vermesi için
arz-ı hâcette bulundum. Duâmın kabûl oldu una dâir alâmetleri gördüm. n aallah çocu u
olacaktır." buyurdu. Daha sonra, o kadının bir çocu u oldu.
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri buyurdu ki: Talebe, sâdık olan tâlip demektir. Allahü
teâlânın sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavu mak arzusu ile yanmaktadır. Bilmedi i,
anlayamadı ı bir a k ile a kın hâldedir. Uykusu kaçar, göz ya ları dinmez. ledi i
günahlarından utanarak ba ını kaldıramaz. Her i inde Allah'tan korkar, titrer, Allahü
teâlânın sevgisine kavu turacak i leri yapmak için çırpınır. Her i inde sabreder. Her
geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendisinde görür. Her nefeste Allah'ını dü ünür. Gaflet
ile ya amaz. Kimseyle münaka a etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü
teâlânın evi bilir. Eshâb-ı kirâm hakkında hayır konu ur ve isimleri anıldı ında
"radıyallahü.anhüm" der. Hepsinin iyi oldu unu söyler. Peygamber efendimiz Eshâb-ı
kirâm arasında olan eyleri konu mamayı emir buyurdu. Sâlih müslüman, bunları
konu maz, yazmaz ve okumaz. Böylece, o büyüklere kar ı bir edepsizlikte
bulunmaktan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allah'ın Resûlünü sevmenin
alâmetidir. Kendi bilgisi, kendi görü ü ile evliyâ-yı kirâmı, birbirinden a a ı ve yukarı
diye ayırmaz. Birinin, daha yüksek, daha üstün oldu u ancak âyet-i kerime, hadis-i
erif ve Sahabe-i kiramın sözbirli i ile anla ılır. Muhabbet sarho lu u ile ba ka türlü
söyleyenler mâzûrdur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)