Bağış Yap

Amount :
Other : USD

29 Nisan 2013 Pazartesi

Silsile-i aliyye, Kâdî Muhammed Zâhid


19- Kâdî Muhammed Zâhid
Kadı Muhammed Zahid hazretleri, Türkistan'da ya amı büyük velîlerdendir. nsanlara
slâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak saadete kavu maları için çalı an ve Silsile-i aliyye
adı verilen büyük âlim ve velîlerin on dokuzuncusudur. Annesi silsile-i aliyye büyüklerinden
Yakub-i Çerhî hazretlerinin kızıdır.
Küçük ya tan itibaren ilim ö rendi. Daha sonra tasavvufa yöneldi. Ubeydullah-ı Ahrar
hazretlerine talebe oldu. 12 yıl onun kalplere ifa olan sohbetlerinde bulundu. Ondan
vazifesini devraldı. Birçok talebe yeti tirdi. Silsile-i aliyye büyüklerinden Dervi
Muhammed hazretleri onun yeti tirdi i evliyadan biridir.
Memleketi olan Semerkand'da kalıp ilim tahsîl ettikten sonra daha fazla ilim ö renmek
için bir talebesiyle Hirat'a gitmek üzere yola çıktı. adman köyüne vardıkları zaman havanın
sıcak olması sebebiyle orada bir müddet kaldılar. O sırada köye Ubeydullah-ı Ahrar
hazretleri te rif etti. Onu ziyarete gitti. Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri. Onunla biraz
konu tuktan sonra, sohbete ba ladı. Sohbette Muhammed Zâhid'in hatırından geçenlere
cevap verip. ona, "E er maksadın ilim ö renmekse o i burada daha kolay" buyurdu. Sonra
onun yanına yakla ıp, "Hirat'a gitmekten maksadın ne? lim ö renmek mi, yoksa tasavvuf
mu?" buyurdu. Muhammed Zahid deh ete kapılıp cevap veremedi. Yanındaki talebesi;
"Onun asıl maksadı tasavvuf yoluna girmektir." diye cevap verdi. Ubeydullah-ı Ahrar
hazretleri tebessüm edip; "O halde çok iyi." buyurdu. Sonra birlikte bahçeye çıktılar. Orada
Muhammed Zâhid'in elini tuttu. Elini tutar tutmaz kendinde büyük de i iklik hisseden
Muhammed Zâhid bayıldı. Ayıldı ı zaman Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri; "Belki sen benim
yazımı okuyabilirsin." Diyerek cebinden bir kâ ıt çıkarıp “Bu ka ıtta ibâdetin hakîkati ve
Allahü teâlânın azameti kar ısında insanın âcizli i yazılı” diyerek Muhammed Zahid'e verdi.
Bu kâ ıtta öyle yazılıydı:
"Bu saadet Allahü teâlânın muhabbetiyle ve onun resûlüne tâbi olmakla ele geçer.
Bunun için din ilimlerine varis olan âlimlerin sohbetlerinde bulun. Onlardan faydalı
ilim ö ren. Tâ ki Resulullah efendimize tâbi olmak sûretiyle mârifet-i ilâhiyyeye
kavu asın. Kötü din adamlarından uzak dur. Helâl haram ayırmayan, dine uygun
olmayan i ler yapan cahil tarîkatçılardan uzak dur."
Muhammed Zâhid'e Hirat'a gitmek üzere izin verdi. Sadüddîn Ka garî'ye vermesi için
bir de mektup verdi. Mektupta Muhammed Zahid'e yardımcı olunması yazılıydı. Bu
hareketleri gören Muhammed Zâhid'in Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerine kar ı muhabbeti ve
ba lılı ı arttı. Fakat bir türlü Hirat'a gitme azminden vaz geçemedi. Mektubu alıp yola çıktı.
Yolda ilerledikçe bindi i hayvan yava ladı. yol almaktan âciz kaldı. Buhara'ya 36 km
kalmı tı ki, iddetli bir göz a rısına tutuldu. Günlerce orada kaldı. yile ince yola çıktı. Bu
sefer de Humma hastalı ına tutuldu. O zaman e er yola devam ederse helâk olaca ını anladı.
Gitmekten vaz geçti. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin huzuruna dönüp sohbet ve hizmetinde
bulunmaya karar verdi. Gelip umdu una kavu tu.
Buyurdu ki: Dervi lik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, keramet
göstermek de ildir. Dervi lik; gönlü, mâsivadan, [Allahü teâlâdan ba ka her eyden] yüz
çevirmektir. Bir yandan günah i leyip, bir yandan da, "Estagfirullah" demek, istigfar
de ildir. stigfar; Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasak etti i eylerden
sakınmaktır.

Silsile-i aliyye, Ubeydüllah-i Ahrâr


18- Ubeydüllah-i Ahrâr
Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri, Türkistan'ın büyük velilerindendir. Kendilerine "Silsile-i
aliyye" adı verilen ve insanlara slamiyetin emir ve yasaklarını anlatarak dünya ve ahirette
saadete kavu malarına vesile olan büyük alim ve velilerin on sekizincisidir. 1403’te
Ta kent'te do du. 1490’da Semerkant'ta vefat etti. Kabri oradadır.
Do umundan itibaren üstün halleri görüldü. Annesi nifastan temizlendikten sonra
emmeye ba lamı tır. Yüzünde öyle bir nur parlardı ki, görenler hayran kalıp, ona duâ
ederlerdi. Dilinden Allahü teâlânın ismi hiç dü mezdi. Dedesi de, alim ve veli idi. Vefat
edece i sırada, torunları ile tek tek vedala tı. Ubeydullah-ı Ahrar o zaman çok küçüktü. Onu
görünce, kuca ına aldı. Sarılarak a ladı ve öyle dedi: "Ben, bunun büyük bir zat oldu u
zaman hayatta olmam. Bu slamiyete hizmet edecektir. Cihan padi ahları bunun sözünü
dinleyecekler." dedi.
Tasavvufta yüksek derecelere kavu tuktan sonra, helâl kazanmak için tarımla me gûl
oldu. Kısa zamanda zengin oldu. 1300'den fazla çiftli i vardı. Herbirinde üç bin amele
çalı ırdı. Allahü teâlâ onun mahsûlüne öyle bir bereket verdi ki, her yıl 800 bin batman [700
ton] zahire u ur verirdi. Ambarlarına konulan mahsul, çıkardıklarında, koyduklarından fazla
geliyordu. Kendisi bu konuda; "Bizim malımız, fakirler içindir. Bunca malın hassası i te bu
noktadadır" buyururdu.
Yakınlarından biri, bir gece birini kendisine arap alıp getirmesi için gönderdi. O kimse
arabı alıp gelince, onun bulundu u evin önünde durup, arap testisini yukarıdan sarkıttı ı
bir sepete koydu. O da sepeti yukarı çekmeye ba ladı. Çekerken, sepet duvara çarpıp ipi
koptu, yere dü tü ve testi kırıldı. arap isteyen kimse, kimse bilmesin diye, sabahleyin
erkenden kalkıp kırılan testisinin parçalarını topladı. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri o
kimsenin evine geldi. "Gece yukarı çekti in testinin sesi kula ıma geldi. E er o testi
kırılmasaydı, benim kalbim kırılırdı ve bir daha seninle bulu mama imkân kalmazdı.”
buyurdu.
Bu talebesi anlatır: Seferde idik. Gece yarısı bana "Hemen kalk, e yalarını topla ve
derhal dı arı çık!" buyurdu ve kendisi de çıktı. Bu çevrede olanları da uyandır. Beni takip
edin" dedi. bir tepeye do ru yürüdü, biz de hemen toparlanıp onu takip ettik. Tepeye çıkınca,
durdu. Biz de yanında durduk. Bir kısmı da, gelmemi ti. Biz tepede iken, birdenbire korkunç
bir sel geldi. Önüne gelen a aç, kaya, duvar, ne varsa süpürüp götürüyordu. Ayrıldı ımız ev
de sel suları içinde kalmı , gelmeyenler de sele kapılmı tı. Sele kapılmaktan kurtulanlar,
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin bu kerâmetini görerek, onun büyük bir velî oldu unu bir
kere daha anlamı oldular. Buyururdu ki:
“Kalbin kararmı olmasının alâmeti, günahlardan, üzüntü duymaması, günahta
ısrar etmesidir. i ledi i günahlardan dolayı kalbi o kadar kararır ki, artık nasihat tesir
etmez, gafletten uyanmaz."
"E er biz eyhlik yapsaydık, zamanımızda hiçbir eyh kendisine talebe bulamazdı.
Fakat bize ba ka i emredildi. Bizim i imiz, müslümanları zulümden korumaktır."
“Tasavvuf, vakti, en de erli olan eye sarfetmektir."
"Tasavvuf, herkesin yükünü çekmek ve kimseye kendi yükünü çektirmemektir."
"Tasavvuftan maksat, kendini zorlamadan her an Allahü teâlâyı hatırlamaktır."
" nsanın kıymeti; idrâkinin, bu yolun büyüklerinin hakikatlerini anladı ı
kadardır."
"Belâlara sabretmek hatta ükretmek gerekir. Çünkü, Allahü teâlânın birbirinden
acı belâları vardır."
" nsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır. Kulluktan maksat ise, her
hâlükârda Allahü teâlâyı unutmamaktır."
"Bütün kerametleri bize verseler, fakat itikadımız düzgün de ilse, hâlimiz
haraptır. E er bütün harablıkları, çirkinlikleri verseler itikadımız düzgün ise, hiç
üzülmemeliyiz"

Silsile-i aliyye - 17- Ya’kûb-ı Çerhî


17- Ya’kûb-ı Çerhî
Yakub-i Çerhi hazretleri, evliyanın büyüklerinden. nsanların iman, ibadet ve ahlak
hususunda do ruyu ö renip, yapmalarını sa layan ve Allahü teâlânın rızasına kavu turmak
için rehberlik eden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen slam âlimlerinin on yedincisidir.
Derin âlim ve kamil bir veli idi.
Kendisi anlatır: “Buhara’nın âlimlerinden ilim tahsil edip icazet aldıktan sonra
memleketime dönmek üzere idim. çimde Behaeddin-i Buhari hazretlerinin yanına gitmek
arzusu hasıl oldu. Huzuruna varıp; “Beni hatırdan çıkarmayınız.” diye yalvardım. “Tam
gidece in sırada mı bana geliyorsun?” buyurdu. “Gönlüm i tiyakınızla dolu." dedim. “Bu
arzu ne sebepten geliyor?” dedi. “Büyük bir zatsınız ve herkesin makbulüsünüz.” dedim.
Bunun üzerine; “Bu sebep kâfi de il, daha makbul bir ey bulman lazımdır. Halkın beni
kabulü eytanî olabilir.” buyurdu. Bunun üzerine; “Sahih bir hadis-i erifte; “Allahü teâlâ
bir kulunu severse, onun sevgisini kullarının kalblerine dü ürür. nsanlar onu
severler.” buyurulmu tur.” deyince, tebessüm ederek “Biz azizanız” dedi. Bu sözü duyunca
kendimden geçer gibi oldum. Çünkü bu görü meden bir ay kadar önce, bir rüya görmü tüm.
Rüyamda bana; “Azizan’ın talebesi ol!” demi lerdi. Behaeddin-i Buhari hazretleri; “Biz
azizanız.” buyurunca rüyayı hatırladım. Tekrar; “Bana teveccüh ediniz, hatırınızdan
çıkarmayınız.” diye yalvardım. “Bir gün Azizan’dan (Ali Ramiteni'den) böyle bir istekte
bulunmu lar. O da, bir eyin hatırda kalması için bir vasıtaya ihtiyaç oldu unu söylemi ve
hatırlamaya vesile olacak bir ey istemi ler.” buyurdu. Bunu söyledikten sonra, bana
mübarek takkesini hediye ederek, “ u takkeyi al, onu her gördü ünde bizi hatırla ve yanında
bul.” buyurdu.
Yine kendisi anlatır: “Allahü teâlânın inayetiyle bu fakirde erenler yoluna girmek arzusu
do unca, Behaeddin-i Buhari hazretlerine kavu mak nasip oldu. Onun kerem ve iltifatları
beni saadete garketti. Gördüm ki, mür idim kamildir. Çe itli vakalar ve gaybî i aretlerden
sonra, Kur’an-ı kerimi açıp bir ayeti i aret tutmak istedim; “O peygamberler Allah’ın
hidayetine eri tirdi i kimselerdir, sen de onların gitti i yoldan yürü...” mealindeki ayet-i
kerime çıktı, ba lılı ım kat kat arttı.
Tereddüt içinde bulundu um günlerden idi. çimde öyle bir fırtına koptu ki, hemen
Behaeddin-i Buhari hazretlerinin huzuruna kavu mak için Kasr-ı Arifan’a gittim. Behaeddini
Buhari hazretlerinin evlerine yakla tı ım zaman; yola çıkmı , beni beklemekte oldu unu
gördüm. Beni yanına oturttu. Namaz kıldıktan sonra sohbete ba ladı. Buyurdu ki: “ lim iki
kısımdır. Biri kalb ilmi; bu ilim, en faydalı olan ilimdir. Bu ilmi nebîler ve resûller
ö retir. Di eri lisan ilmidir. Bu ilim de Allahü teâlânın insano luna hüccetidir. Batın
ilminden sana bir pay eri mesini ümit ederim.”
Buyurdu ki: “Sadakat ehliyle oturdu unuz zaman, dikkatli olun. Çünkü onlar, kalblere
girip himmetinize bakarlar. Biz, kendi kararımızla kimseyi kabul edemeyiz. Böyle memuruz.
Bakalım bu gece bize ne i aret buyurulur. E er seni kabul ederlerse, biz de kabul ederiz.”
buyurdu.
Ömrümde o gece kadar çetin ve zor bir gece geçirmedim. Saadet kapısının yüzüme
kapanmasından korktum. Sabah namazını hocamla beraber kıldım. Namazdan sonra; “Sana
müjdeler olsun, kabul i areti geldi. Biz insanları az kabul ederiz. Kabul etti imiz zaman da
geç kabul ederiz. Ta ki gelenlerin nasıl geldi i ve zamanının gelmi oldu u belli olsun.”
buyurdu. Halifesi Alaüddin-i Attar ile sohbet etmemizi emretti. Ben de onun yanına gittim
ve vefatına kadar sohbetlerinde kaldım. Onun halifesi olarak insanlara do ru yolu gösterdim.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Silsile-i aliyye - 16- Alâ’üddin-i Attâr


16- Alâ’üddin-i Attâr
Alaüddin-i Attar hazretleri, Buhara'da yeti en en büyük evliyadandır. nsanları Hakka
davet eden, onlara do ru yolu gösterip gerçek saadete kavu turan ve kendilerine Silsile-i
aliyye denilen büyük âlim ve velilerin 16.sıdır. Asıl ismi Muhammed bin Muhammed
Buharidir.
Zengin babası vefat edince, o ullarına miras olarak çok fazla mal kaldı. Fakat Alaaddin
hiç miras kabul etmeyip, ah-ı Nak ibend Muhammed Bahaaddin-i Buhari’ye talebe olmayı
tercih etti. Gidip halini arz etti ve talebeli e kabul buyrulmasını istirham eyledi. Bahaaddin
Buhari hazretleri ona nazar edip, (Evlâdım bizim yolumuzda mihnet ve sıkıntı çoktur.
Dünyayı ve nefsini terkedebilecek misin?) buyurunca, hiç dü ünmeden, (Yapmaya hazırım
efendim) dedi. (Öyleyse bugün bir küfe elma al, karde lerinin mahallesinde sat!) buyurdu.
Elma sattı
Alaaddin, soylu ve tanınmı bir aileye mensup olmasına ra men, kibirlenmeden,
karde lerinin mahallesinde, ba ıra ba ıra elma sattı. Ertesi gün hocasının huzuruna gelerek,
(Emirlerinizi yerine getirmeye çalı tım efendim.) dedi. Hocası, (Bugün de karde lerinin
dükkanı önünde satacaksın.) buyurdu. "Peki efendim!" diyerek, a abeylerinin dükkanı
önünde ba ıra ça ıra elma satmaya ba ladı. A abeyleri, (Bizi elâleme rezil etme, para lâzım
ise, istedi in kadar verelim, mirasından da fazlasını al, fakat bu i i bırak.) dediler. Onları hiç
dinlemeyip elma satmaya devam etti. A abeyleri, (Madem satacaksın, bizim dükkanın
önünde satma!) dediler. O yine dinlemedi. Hakaretler ederek, onu dövdüler. Fakat o, hiçbir
eye aldırı etmedi. Hocasının emrine uymaya devam etti. Ertesi gün hocası, (Artık bu i
tamam) diyerek elma satı ı i ini bıraktırdı ve onu talebeli e kabul buyurdu.
Alaaddin-i Attar hazretleri anlatır: (Hocam beni kabul edince, onu çok sevdim ve
sohbetlerinden ayrılamıyacak hâle geldim. Birgün bana, (Sen mi beni sevdin, ben mi seni
sevdim?" buyurdu. (Bu âciz hizmetçiye iltifat ederseniz, o da sizi sever.) dedim. (Az bekle!)
buyurdu. Bir müddet sonra, kalbimde ona kar ı sevgiden eser kalmadı. O zaman, (Sevginin
kimden oldu unu anladın mı) buyurdu.
E er mâ uktan sevgi olmaz ise â ı a,
 ı ın muhabbeti kavu turmaz mâ u a.
Talebeli e kabul edilince, canla ba la hizmet etti. Talebelerin arasında parmakla
gösterilenlerden oldu. Hocası onun derecesinin çok yüksek oldu unu bildi i için, birgün
hanımına, (Kızımız bülû a erince haber ver.) buyurdu. Kız bülû a girince, hocası, talebesi
Alaaddinin odasına gitti. Eski bir hasır üzerinde kitap okurken gördü. Ba ının altına koydu u
bir tu lasından ba ka bir eyi yoktu. Hocası, (E er kabul edersen, bülû a gelmi bir kızım
var. Seninle evlendireyim.) buyurdu. Alaaddin, (Büyük lütuf buyurdunuz. Fakat
görüyorsunuz, hiçbir eyim yok.) dedi. Hocası, (Kızım sana takdir edilmi tir. Rızkınızın da,
Allahü teâlânın gönderece i bildirilmektedir.) buyurdu. Bir müddet sonra evlendiler.
Nehre atladı
Bahaaddin-i Buhari hazretleri, talebeleri ile kıra çıkmı tı. Yolda bir nehirden
geçiyorlardı. Nehir yeni ya an ya murlarla ta ıp kabarmı , a açları kökünden söküp
götürüyordu. Hocaları (Alaaddin atla!) buyurdu. O da, hemen nehrin içine atladı. Sularda
kayboldu. Talebeler a kınlık içinde idi. Ancak hocalarına bir ey soramadılar. Hocaları, kır
gezisinden ak am üzeri geri dönerken, köprünün yanına gelince, (Bir eksi imiz var mı?) diye
sordu. Talebeler de, (Evet) dediler. Hocaları elini uzatarak; (Alaaddin gel!) buyurdu.
Alaaddin nehirden çıktı. Elbiseleri bile ıslanmamı tı. Hocaları, (Bakın, nehir, kökleri sa lam
olmayan bütün a açları söküp götürüyor. Fakat Alaaddin'in kökü sa lam oldu undan onu
götüremedi.) buyurdu.
Alaaddin-i Attar hazretleri buyururdu ki: (Maksada ancak hocanın, rızâsı ile erebilir.
Talebeye, bütün i lerini hocasına bırakmak dü er. Hocasının yanında bir tercihi
olmamalı. Allah adamları ile sohbet aklı artırır, onları görmek için iki günü
geçirmemelidir.)
Vefât edince, rüyada gördüler. (Allahü teâlanın bize verdi i nimetler çoktur. En
küçü ü u ki: Kabrimin 40 fersah (240 km) uzaklı ına defnedilmi olan
müslümanların, efaatim ile affolunaca ı bildirildi.) dedi.

Silsile-i aliyye - 15- Seyyid Muhammed Bahaeddin


15- Seyyid Muhammed Bahaeddin
Seyyid Muhammed Bahaeddin Buhari hazretleri, insanları Hakka davet eden, do ru yolu
göstererek saadete kavu turan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve
velilerin on be incisidir.
Allahü teâlânın sevgisini kalplere nak etti i için, kendisine Nak ibend denir.
1318’de Buhara'ya yakın Kasr-ı Arifan'da do du. 1389 ‘de Kasr-ı Arifan'da vefat etti.
Kabri oradadır. slam âlimlerinin en me hurlarından olup, tasavvufta en yüksek derecelere
ula mı tır. Zamanında ve kendinden sonraki asırlarda onun sebebi ile pek çok insan,
hidayete, do ru yola kavu mu tur.
Zamanının büyük velilerinden Muhammed Baba Semmasi, henüz o do madan Kasr-ı
Arifan'a gelmi ti. Bu geli inde, burada bir büyük zatın kokusu geliyor. Bu beldede büyük
bir veli yeti ecek diyerek i aret etmi , emsalsiz bir zatın buradan zuhur edip ortaya
çıkaca ını talebelerine müjdelemi ti.
Babası Seyyid Muhammed Buhari anlatır: "O lum Behaeddin'in do masından üç gün
sonra, Hace Muhammed Baba Semmasi, yine Kasr-ı Arifan'a gelmi ti. Ben kendisini çok
sever ve muhabbet beslerdim. yeni do an o lum Behaeddin'i alıp huzuruna götürdüm. Hace,
o lumu elimden alıp, ba rına bastı ve; "Bu yavru, benim o lumdur. Ben bunu, manevi
evlatlı a kabul ettim" buyurdu. Sonra Seyyid Emir Gilal'e öyle dedi: "Size, bu yerde bir
büyük zatın kokusu geliyor derdim. te o mübarek koku, bu melek yavrunun kokusudur. Bu
yavru, büyük bir zat olsa gerektir." buyurdu.
Annesi anlatır: "O lum Behaeddin dört ya ında iken, evimizdeki ine i göstererek, bu
inek beyaz ba lı bir buza ı do uracak dedi. Birkaç ay sonra inek, dedi i gibi bir buza ı
do urdu."
Behaeddin Buhari hazretlerinin ilk hocası, Hace Muhammed Baba Semmasi'dir. Sonra
Seyyid Emir Gilal hocası oldu. Daha bir çok hocalardan ders aldı.
"Ali Ramiteni hazretlerinden gelip, emanet olarak saklanan taç bana verildi. O anda
kalbim Allahü teâlânın muhabbeti ile dolup, ta tı. Sonra hocam Seyyid Emir Gilal, Kasr-ı
Arifan'a geldi. Bana çok iltifatta bulunup; "Hace Muhammed Baba Semmasinin emri üzerine
seni yeti tirmeye çalı aca ım" dedi.
Seyyid Emir Gilal hazretleri Behaeddin Buhari hazretlerinin yeti mesi için titizlikle
me gul olup, onu tasavvufta yüksek derecelere ula tırdıktan sonra buyurdu ki:
"Hace Muhammed Baba Semmasi'nin sizin terbiyeniz ile ilgili vasiyetini yerine
getirdim. Sizi istenilen ekilde yeti tirdim. Artık icazetlisin”
Behaeddin Buhari hazretleri, Emir Gilal hazretlerinin vefatından sonra, insanlara do ru
yolu gösterip, rehberlik vazifesini yapmaya ba ladı.
Maalesef bugün dünyanın hemen her beldesinde onun ismini kullanarak, Nak ilik adı
altında Hakka giden yolu kesen çok eyh taslakları vardır. Ehl-i sünnet itikadını bilen bir
kimse, bunların yanlı yolda oldu unu rahatça anlar.

Silsile-i aliyye - 14- Seyyid Emîr Gilâl


14- Seyyid Emîr Gilâl
Seyyid Emir Gilal hazretleri, insanları hakka dâvet eden, do ru yolu göstererek saâdete
kavu turan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin on
dördüncüsüdür. Hz. Hüseyin'in soyundandır. Evliyânın me hûrlarından olan Muhammed
Bâbâ Semmâsî'nin talebesi ve Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin hocasıdır. Çömlekçilik
yaptı ı için "Gilâl" veya “Külal” ismiyle me hûr olmu tur. Her ânını slâmiyet’e uygun
olarak geçirmi , pek çok kimse onun sohbet ve derslerinde kemâle gelmi tir. Annesi öyle
anlatır: "Emîr Gilal'e hâmile iken, üpheli bir lokma yesem, karın a rısına tutulurdum. O
lokmayı mîdemden geri çıkarmadıkça, karın a rısından kurtulamazdım. Bu hâl ba ımdan üç
defa geçti. Sonra hayırlı bir çocu a hâmile oldu umu anladım. Bunun üzerine yedi im
lokmaların helâlden olmasına çok dikkat edip, ihtiyatlı davrandım."
Sâlih zâtlardan biri vefât edece i sırada, cenâze namazını Emîr Gilal hazretlerinin
kıldırmasını vasiyet etmi ti. Fakat o, uzak bir yerde bulunuyordu. O zât vefât edince, o
beldenin âlimleri toplandı. Onun ça rılması için, bulundu u yere bir ki i gönderelim dediler.
Bunun üzerine orada bulunan eyh Sûfî; "Haberciye lüzum yok, kendisine mâlûm olabilir."
dedi. Her ihtimale kar ı, iki ki i gidip, haber vermek üzere hazırlanmı tı. Tam gidecekleri
sırada, Emîr Gilal hazretleri âniden kar ıdan gözüktü. Bundan sonra vefât eden zatın cenâze
namazını kıldırdı. Oradaki âlimler, bu i için kendisine nasıl mâlûm oldu unu sordular. O da
u hadis-i erifleri bildirdi: (Kalb, kalbe kar ıdır.), (Mümin, müminin aynasıdır.), (Her
kaptan içindeki sızar.)
Kerâmetten sordular. Buyurdu ki: "Evliyânın kerâmeti haktır. Aklen ve naklen
câizdir. Bu hususta çok nakiller vardır. Süleymân aleyhisselâmın vezîri Âsaf'ın,
Belkîs'in tahtını bir ânda Sana'dan Kudüs'e getirmesi gibi. Bir ba ka misâl; Hz. Ömer,
bir defâsında Medîne’de, hutbe okurken, ran’daki slâm ordusunu görüp, ordu
kumandanına; "Yâ Sâriye, da a yana da a!" buyurdu. Uzakta olan kumandan Sâriye
ve ordunun erleri, bu sesi duyup da a çekildi. Dü manın tehlikeli hücumundan
korundu. Evliyâdan meydana gelen kerâmet, Peygamber efendimizin mûcizesinden
dolayıdır.
Ölüm hastalı ında, talebelerine öyle vasiyet etti: " lim ö renerek Muhammed
aleyhisselâmın yoluna tabî olmaktan aslâ ayrılmayınız. Bu, mümin için bütün
saâdetlerin vâsıtasıdır. Her Müslüman erke in ve kadının, kendine lâzım olan din
bilgilerini ö renmesi farzdır. Bunlar, sırasıyla u bilgilerdir: man, Namaz, Oruç,
Zengin ise, zekât ve hac, ana-baba hakkını ö renmek.
Allahü teâlânın kendisinden râzı olmasını isteyen, anne ve babasının rızâsını
kazanır. Resûlullah efendimiz; "Allahü teâlânın rızâsı, ana babanın rızâsını
kazanmakla elde edilir." buyurdu. Bu bakımdan, ana babanın hakkını gözetmek
mühimdir. Sıla-i rahîm (akrabâyı ziyâret), kom u hakkını gözetmek, lâzım olan alı -
veri bilgilerini ö renmek, helâli ve haramları ö renmek lâzımdır.
Bir dergâh in â ettiriyordu. çilerden biri, "Hiç kimse bir ey getirmiyor." diye söylendi.
Az sonra, bir adam geldi. Çok miktarda ekmek ve üzüm getirdi. Emîr Gilal hazretlerinin
huzuruna varıp, gece gündüz di a rısı çekmekteyim. Sizin duânızı almak için geldim, bana
yardımcı olunuz, takatım kalmadı dedi. Gelen adama; "Yanıma yakla , hangi di in a rıyor?"
buyurdu. Adam yakla tı. Parma ını a zına sokup, a rıyan di inin üzerine koydu. Sonra hlâs
sûresini okudu. Gelen ki inin di a rısı kesilip, hiç hastalanmamı gibi oldu. Bundan sonra
buyurdu ki: "Ey dostlar! hlâslı olunuz. Her i inizi Allah rızâsı için yaparsanız,
kurtulursunuz. hlâssız yapılan amel, üzerinde pâdi âhın mührü bulunmayan geçmez
para gibidir. Üzerinde padi ahın sikkesi bulunmayan parayı kimse almaz. Üzerine
mühür vurulanı ise herkes alır. hlâs ile yapılan az amel, Allahü teâlâ indinde çok amel
gibidir. hlâssız yapılan çok amelin ise, Hak katında kıymeti yoktur. Yaptı ınız her
ibâdeti ve i i, ihlâs ile yapınız. Böylece Allahü teâlânın rızâsını kazananlardan
olursunuz.

Silsile-i aliyye - 13- Muhammed Bâbâ Semmâsî


13- Muhammed Bâbâ Semmâsî
Muhammed Baba Semmasi hazretleri, Hace Ali Ramiteni hazretlerinin yeti tirdi i
büyük velilerdendir. Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük slâm âlimlerinin on
üçüncüsüdür. Buhara'ya ba lı Semmas köyünde do du.
Tasavvuf ilmini büyük âlim Ali Ramiteni hazretlerinden ö rendi. Onun derslerinde ve
sohbetlerinde yeti ip, tasavvufta yüksek dereceye ula tı. Hocası, kendisinden sonra yerine,
Muhammed Baba Semmasi'yi vekil bıraktı. Di er talebelerine de, ona tâbi olmalarını vasiyet
etti.
Hocasının vefâtından sonra onun yerine geçen Muhammed Baba Semmasi, çok talebe
yeti tirdi ve içlerinden bir kısmını tasavvufta yüksek makamlara kavu turdu.
Bu talebelerinin ba ında, kendisinden sonra yerine geçen ve ilim deryasında sedef olan
Seyyid Emîr Gilâl hazretleri gelmektedir. Bir talebesi de, Bahaddin-i Buhari hazretleridir.
Henüz o do madan önce, hocası Muhammed Baba Semmasi onun do du u yerden
geçerken; "Bu yerden büyük bir zatın kokusu geliyor. “Pek yakında burası, Kasr-ı ârifân
[arifler sarayı] olur." buyurdu.
Bir gün yine oradan geçiyordu. " imdi o güzel koku daha çok geliyor. Ümit ederim ki, o
büyük zat dünyaya gelmi tir." buyurdu. Böyle buyurdu u zaman, Bahaddin-i Buhari
hazretleri do alı üç gün olmu tu. Dedesi, çocu un gö sünün üzerine hediye koyup,
Muhammed Baba Semmasi'ye getirince; "Bu bizim o lumuzdur. Biz bunu kabul eyledik."
buyurup, talebelerine de; "Kokusunu aldı ım i te bu çocuktur. Zamanının rehberi ve bir
tanesi olacaktır." buyurdu. Sonra halîfesi Emîr Gilal hazretlerine, bu çocu un iyi
yeti tirilmesini tembih etti.
Bahaddin-i Buhari hazretleri anlatır:
"Evlenmek istedi im zaman, dedem beni Muhammed Baba Semmasi hazretlerine
gönderdi. Ona gidece im günün gecesi, içimde gözya ı ve duâ iste i kabardı. Onun
mescidine gidip iki rekat namaz kıldım ve Allahü teâlâya öyle duâ ettim: "Ya rabbi, bana,
belâlarına tahammül için kuvvet ver!"
Sabahleyin hocamın huzuruna varınca; "Bir daha duâ ederken, "Ya rabbi, senin rızan
nerede ise, bu kulunu orada bulundur!" diye duâ et! E er Allah, dostuna belâ
gönderirse, yine inayeti ile o belâya sabır ve tahammülü de ihsan eder. Fakat, Allah'tan
ne gelece ini bilmeden, belâ ister gibi duâ etmek do ru de ildir." buyurdu. Bir gece
önceki hâlimi ke fetmekteki kerametini anladım ve ona tam ba landım."
Yeti tirdi i, tasavvufta yüksek derecelere kavu malarına vesile oldu u yüzlerce veliden
dördünü kendisine halife seçmi tir. Bunlardan birincisi Hâce Sûfi Suhârî, ikincisi kendi o lu
Hâce Muhammed Semmasi, üçüncüsü Mevlâna Dani mend Ali, dördüncüsü ise Seyyid Emir
Gilal hazretleridir.
Bahaddin-i Buhari hazretleri anlatır:
Hocam Muhammed Baba Semmasi ile yemek yiyorduk. Yemek bitince, bana bir ekmek
uzatıp; "Al, bunu sakla, belki lazım olur" buyurdu. Yemek yedi imiz halde, bana bu ekme i
vermesinin hikmetini dü ünmeye ba lamı tım. Ben dü ünürken, "Faydasız dü üncelerden
kalbi muhafaza etmek gerekir” buyurdu. Sonra yolculu a çıktık ve bir tanıdı ımın evinde
misafir olduk. Misafir oldu umuz evin sahibinin sıkıntılı bir hâlde oldu u görülüyordu.
Hocam ona; niçin üzgün oldu unu sordu. O da; "Bir kâse sütüm var, fakat, sütün yanında
yemek için ekme im yok. Ona üzülüyorum" dedi. Hocam bana dönüp; "Acaba bu ekmek ne
olacak dü ünüp duruyordun. Ekme i sahibine ver." buyurdu.

Silsile-i aliyye - 12- Alî Râmîtenî


12- Alî Râmîtenî
Ali Ramiteni hazretleri, insanları Hakka dâvet eden, onlara do ru yolu gösterip, gerçek
saadete kavu turan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin
onikincisidir. Buhara yakınlarındaki Râmiten kasabasında do du.
Herkese yol gösteren, kalbinden nur fı kıran Mahmud-i ncirfagnevî hazretlerinden çok
faydalandı. Evliyalık derecelerine kavu tu. Maddî ilimlerde de yükseldi. bâdet ve derslerden
sonra helâl lokma kazanmak için dokumacılık yapardı. Bu sebeple kendisine dokumacıların
eyhi manasına Pir-i Nessac derlerdi.
Bir talebesi kendisine bir yemek getirmi ti. Ona "Getirdi in bu yemek, sıkıntılı bir
anımızda imdada yeti ti. Sen de bizden her ne muradın var ise iste! Çünkü hacet kapısı u
anda açıktır." buyurdu. Genç de; " limde ve evliyâlık makâmında size benzemekten ba ka
bir arzum yoktur!" dedi. O da, "Çok zor ve yükü a ır bir i arzu ettin. Bunun yükünü
kaldıramazsın." buyurdu. Genç ise; "Dünyada tek muradım, aynen sizin gibi olmaktır. Fakat
yine de her emrinize razıyım." dedi. O da, gence teveccüh etti. O genç, bir müddet sonra
zahir ve batında Allahü teâlânın izniyle hocasının derecelerine kavu tu. Fakat a k sarho u
olup, kendinden geçti. Öylece kırk gün sonra vefat etti. Ona bir anda kendi makamlarını
verip, kendisi gibi yaptı ı için, iki aziz manasında, üstadın ismi de "Azizan" olarak kaldı.
Ali Ramiteni hazretleri ömrünün sonlarına do ru Buhârâ'dan Harezm'e geldi. Sur
kapısında konakladı ve oranın padi ahına iki talebesini gönderdi. "Sultâna gidiniz. Fakir bir
dokumacı, ehrinize gelmi tir. zin verirseniz burada kalacak, izin vermezseniz geri
gidecektir, deyiniz. E er izin verirse, sultanın elinden mühürlü bir belge alın." buyurdu.
Talebeleri gidip sultana durumu arz ettiler. Sultan böyle bir iste i ilk defa duydu u için tuhaf
kar ıladı ise de, mühürlü bir belge verdi. Bu belgeyi talebeler getirdiler. Azizan hazretleri
ehrin kenarında bir semte yerle ti.
Her gün i çilerin toplandı ı pazara gidip, içlerinden birkaç ki iyi alırdı. Onlara günlük
yevmiyelerini sorduktan sonra; " imdi abdest alıp, ikindi namazına kadar sohbetimize
katılın. kindiden sonra da ücretlerinizi alıp evlerinize dönün." buyururdu. çiler,
çalı madan oturmak suretiyle, ibadetlerini de yaparak hiç i itmedikleri eyleri ö reniyorlar,
ak ama do ru ise ücretlerini almayı ganimet biliyorlardı. sohbetine bir defa katılan, sohbetin
lezzetine doyamayıp, bir daha ayrılamıyordu. Bu durum, bütün ehre yayıldı. Herkes talebesi
olmak can atıyordu. Her gün evi dolup dolup bo aldı, duasını almak için herkes birbiriyle
yarı tı. Nihayet bazıları, durumu sultana öyle anlattılar:
" ehirde bir hoca türedi, herkes akın akın ona ko uyor. Onun bir dedi i iki edilmiyor.
Her arzusunu, emirmi gibi yapmak için yarı ediyorlar. Bu gidi le ehirdekiler, onu
ba larına sultan seçerler de saltanatınızdan olursunuz.”
Sultan, da onun ehirden çıkması için bir ferman yazdırıp adamlarıyla gönderdi. O da
gelenlere, "Bizim, ehirde yerle ece imize dair imzalı ve mühürlü bir fermanımız var.
Sultan, e er kendi imzasını, mührünü ve iznini inkâr ediyorsa, biz de çıkıp gitmeye razıyız."
cevâbını verdi. Bu cevabı sultana bildirdiler. Sultan, verdi i izni geri almak küçüklü üne
dü medi. Ayrıca gelip sohbetine katıldı. Onun sohbetindeki lezzeti ve inceli i iyi anlıyan
sultan, onun en önde gelen talebelerinden oldu.

Silsile-i aliyye - 11- Mahmûd-i Encirfagnevî.


11- Mahmûd-i Encirfagnevî.
Mahmud-i Encirfagnevi hazretleri, insanları Hakka davet eden, onlara do ru yolu
gösterip, hakiki saadete kavu turan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve
velilerin on birincisidir. Maveraünnehrin Tur-i Sina gibi mukaddes bir yer olmasına vesile
olan, orayı nurlandıran büyük âlim ve velilerden olan Mahmud-i ncirfagnevi, Buhara'nın
Fagne köyünde do du. 1315 senesinde vefat etti. Mimarlık ile geçinirdi.
Hace Ârif-i Rivegeri hazretlerinin derslerinde ve sohbetlerinde yeti ip, kemâle geldi.
Maddi ve manevi ilimlerde zamanının büyük âlimlerinden oldu. nsanları ir ad etmek ve
onlara saadet yolunu göstermek için hocasından icazet aldı. Birçok âlim yeti tirdi. Binlerce
kimsenin, dalaletten hidayete, yani sapıklıktan do ru yola ve saadete kavu masına vesile
oldu. Yeti tirdi i âlimlerin en büyü ü ve kendisinden sonra halifesi Hace Ali Ramitenidir.
Hocası Ârif-i Rivegeri'den icazet alıp, insanları do ru yola ir ad ile vazifelendirilince,
vaktin gere i sesli zikre ba ladı. Sesli zikre ilk ba laması, hocasının vefat hastalı ı sırasında,
Riveger tepesi üzerinde olmu tu. Hace Ârif bu zaman; " imdi vaktidir" buyurdu. Bu
sözünü, kabulüne i aret tutmu lardır. Hace Ârif Rivegeri'nin vefatından sonra, Kale Kapısı
önündeki mescitte sesli zikre devam eyledi. Vaktinin büyük âlimlerinden Hace Muhammed
Parisa'nın dedelerinden Mevlana Hafızuddin, âlimlerin üstadı emsüleimme Hulvani'nin
i areti ile, Buhara'da, o zamanın en büyük imam ve âlimlerinin huzurunda, Hace Mahmud'a;
"Siz hangi niyetle cehri (sesli) zikr ile me gul oluyorsunuz?" diye sordu. Cevabında;
"Uyuyanları uyandırmak, gâfillere i ittirmek ve insanları dinin ana caddesi ve do ru
yolu üzerinde yürütmek, hakikate te vik etmek, böylece insanların, bütün iyiliklerin
anahtarı, her saadetin esası olan tövbeye ve bir büyü e ba lanmalarına sebep olmak
istiyorum" buyurdu. Bunu duyunca, Mevlana Hafızuddin ona; "Niyetiniz böyle dürüst
olunca, böyle zikretmeniz caiz olur." dedi. Mahmud-i ncirfagnevi buyurdu ki: "Sesli zikri
ancak, dili yalandan ve gıybetten, midesi haram ve üpheliden temiz, kalbi riyadan ve
gösteri ten uzak, sırrı Rabbinden ba ka her eye teveccühten münezzeh olan
yapabilir."
Büyük âlim Ali Ramiteni anlatır: "Hace Mahmud-i ncirfagnevi zamanında, dervi lerden
biri Hızır aleyhisselamı gördü ve ona; "Bu zamanda kendisine uyulacak eyh kimdir?"
diye sordu. Hz. Hızır, "Hace Mahmud-i ncirfagnevidir." dedi.
Hz. Hızır ile görü üp o suali soran zatın, Ali Ramiteninin kendisi oldu u
bildirilmi lerdir.
Bir gün Hace Ali Ramiteni, Hace Mahmud-i ncirfagnevi'nin ba lıları ile Ramiten
sahrasında iken, havada uçan büyük beyaz bir ku gördüler. Onların ba larının üzerine
gelince, açık bir dille; "Ey Ali, kâmil er ol! Sözüne ba lı kal, yapı tı ın ete e sımsıkı
sarıl, ahdini bozma!" dedi. Bu ku u görmek, söylediklerini duymakla, arkada larını bir hâl
kapladı, kendilerinden geçtiler. Kendilerine geldiklerinde, ku tan ve konu masından
sordular. Ali Ramiten buyurdu ki: "O, Hace Mahmud-i ncirfagnevi idi. Allahü teâlâ ona bu
kerameti ihsan eyledi. imdi Hace Dıhkan hastadır, Son anlarını ya amaktadır. Onu ziyarete,
yoklamaya gidiyor. Çünkü o, Allahü teâlâdan son nefeste, kendisine yardımcı olması için
evliyasından birini göndermesini istemi ti. Hace, bu sebeple onun yanına gidiyor."

26 Nisan 2013 Cuma

Silsile-i aliyye - 10- Arif-i Rivegerî


10- Arif-i Rivegerî
Ârifi rivegeri hazretleri, insanlara do ru yolu gösteren silsile-i aliyye dinilen âlimler
zincirinin onuncusu. Buhârâ'ya 30 km uzaklıkta bulunan Riveger köyünde dünyaya geldi.
Küçük ya ta tahsile ba ladı. Zekâ ve kavrayı ının parlaklı ı sebebi ile hızla ilerledi. Bu
esnada ilim ve hikmet sâhibi, ibâdet artlarını harf harf yerine getiren, insanlara do ru yolu
göstermede zamanın kutbu Abdülhâlık Goncdüvanî hazretleri ile tanı tı ve bütün dünyası
de i ti. Daha ilk günde ebedî saadet tacının ba ına kondu unu hissetti. Derhal kendisine
ba landı, vefatına kadar hiç ayrılmadı.
Hocası ilk sohbetinde ona öyle dedi: "Hak yolcusu talebe, zamanının de erini gâyet
iyi bilmelidir. Üzerinden vakitler geçip giderken kendisinin ne halde oldu unu sezmeye
bakmalıdır. âyet geçen bir an içinde, huzurlu olduysa, bunu iyi bir hal bilmeli.
"Allahıma ükürler olsun" demelidir. E er gafletle geçip gitmi ise, hemen onu telafi
etme yoluna gitmeli, yüce Yaratana nefsani mazeretini bildirip ondan ba ı lanmasını
dilemeli, esta firullah demelidir..."
Ârif-i Rivegerî, hocası Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin hayatlarında ona hizmet
etmekle me hur olup pek çok feyz ve bereketlere kavu tu. Yüksek üstadının vefâtından
sonra onun yerine Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunu insanlara ö retme i ine
memur oldu. Himmet, inâyet ve gayretlerini Allahü teâlâyı arayanlara sarf etti.
Pek ço unun hidâyete ve evliyâlık makamlarında yüksek derecelere kavu malarına
vesîle oldu. Zamanının bir tanesi idi. Herkese çok iyi ve yumu ak davranır, kimsenin kalbini
kırmazdı. Nefsinin istediklerini hiç bir zaman yapmaz, istemediklerini yapmak, ruhunu
yükseltmek için çok çalı ırdı. Haramlardan iddetle kaçar, hatta harama dü mek korkusu ile
mubahların fazlasını terk ederdi. Geceleri vaktini hep ibadetle geçirir, gündüzleri talebe
okutur, sünnet oldu u için; gündüz ö leden önce bir miktar uyurdu. Buna kaylule denir.
Peygamber efendimizin sünnetini çok iyi bilir, onun unutulmaması için çok gayret gösterirdi.
Sohbetlerine öyle ba lardı: "Allahü teâlâ hepimizi dünya ve ahiretin efendisi ve bütün
insanların her bakımdan en yükse i ve en iyisi olan Resulullaha tâbi olmak saadetiyle
ereflendirsin! Çünkü cenâb-ı Hak, Ona tâbi olmayı, Ona uymayı çok sever. Ona
uymanın ufak bir zerresi bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahiret nimetlerinden
daha üstündür. Hakiki üstünlük, O'nun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır.”
Ârif-i Rivegerî hazretleri uzun bir ömür ya adı. Kabrini ziyaret edenler, onun feyiz ve
bereketlerine kavu maktadır. Onu vesile ederek Allahü teâlâya yapılan dualar kabul
olmaktadır.
Bir gün Abdülhâlık-ı Goncdüvânî'yi gördü,
Çar ıdan erzak almı , evine dönüyordu.
Bir hizmetim dokunsa diye dü ündü bir an,
Yükü ta ımak için, izin istedi ondan.
Hazret-i Abdülhâlık, onun bu teklifini,
Peki evlat diyerek, verdi elindekini.
Sonra yüzünü dönüp, bir nazar etti ona.
Adeta o yeniden gelmi oldu cihana
De i iverdi hemen, bir ba ka oldu hâli,
Çünkü kaplamı idi, onu a k-ı ilâhî.
Bir gün eski hocası, rastladı yine ona,
Hakaretler ederek, dedi. "Dön okuluna!"
Bu hoca, her nasılsa, eytana uymu idi,
Gerçi bu günahına pi manlık duymu idi.
Ârif-i Rivegerî, üstün firasetiyle,
Anlayıp, öyle dedi, ona kırık kalbiyle:
"Efendim, bu gariple, u ra aca ınıza,
Niçin bakmıyorsunuz, dünkü günahınıza."
Görünce talebenin böyle kerametini,
Anlamı tı bu hâlin, nereden geldi ini.
O da Abdülhâlık-ı Goncdüvanî'ye gitti,
Talebe oldu ona, yıllarca hizmet etti.

Silsile-i aliyye - 9- Abdulhalik-i Goncdüvanî


9- Abdulhalik-i Goncdüvanî
Abdülhâlık Goncdüvani hazretleri, insanları Hakka dâvet eden, onlara do ru yolu
gösterip, gerçek saadete kavu turan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve
velîlerin dokuzuncusudur. Babası Abdülcemîl Malatyalı idi. Hızır aleyhisselâm babasına,
"Ey Abdülcemîl! Senin bir erkek evlâdın olacak. smini Abdülhâlık koyarsın." buyurdu.
Abdülcemîl daha sonra Buhara'nın Goncdüvan kasabasına yerle ti. Çok geçmeden bir
erkek evlâdı oldu. smini Abdülhâlık koydu. Abdülhâlık, be ya ına geldi inde ilim
ö renmesi için Buhara'ya gönderildi. Büyük âlim Hâce Sadreddîn hazretlerinden Kur'ân-ı
kerîm ve tefsîrini ö renmeye ba ladı. Bir gün okuma esnâsında, "Rabbinize gizli duâ
ediniz!" meâlindeki âyet-i kerimeye gelince hocasına, "Bu gizliden murat nedir? E er zikir
ve duâ, â ikâr, sesli bir ekilde dil ile olursa riyâdan korkulur. E er kalb ile olursa,
damarlarda dola an eytan duyar. Ne yapayım?" diye arz etti. Hocası, Sadreddîn hazretleri,
bu ya taki bir çocu un böyle bir suâl sormasına hayret edip, "Bu mesele, kalb ilimlerinin bir
konusudur. n allah, sana bu ilimleri ö retebilecek bir üstada kavu ursun. Böylece bu
mü külün halledilmi olur." buyurdu. O da bu zatı beklemeye ba ladı. Bir gün Hızır
aleyhisselâm yanına geldi. Ona, Allahü teâlâyı gizli ve açık anma yollarını ö retip;
"Kalbinden Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah kelime-i tayyibesini öyle söyle!"
diye tarif etti.
Yusuf-i Hemedani hazretleri Buhara'ya gelince, Abdülhâlık Goncdüvani onun hizmetine
girdi ve bu hizmette bir süre kaldı. Bunu öyle anlatır: 12 ya ında idim. Hızır aleyhisselâm
bana Yûsuf-ı Hemedanî’den ilim ö renmemi tavsiye etti. Onun Buhara'ya geldi ini i iterek
derhal yanına gittim. Ondan pekçok istifâdem oldu.
Ders anlatırken, bir genç içeri girdi. Az sonra söz isteyip, "Müminin firâsetinden
korkunuz. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar." hadîs-i erifinin sırrı nedir diye sordu.
Gence heybetle bakıp, "Önce belindeki zünnarı kes ve müslüman ol" dedi. Genç, tela la;
"Ben müslümanım zünnarım yok." dedi. O zaman bir talebesine gencin hırkasını çıkarmasını
i aret etti. Talebe o gencin üzerindeki hırkasını çıkarınca, belindeki hırıstiyanlara ait zünnar
denilen ip ku ak görüldü. Genç, çok mahcup oldu. Üstada sevgi duymaya ba ladı. Böylece
evliyânın, Allahü teâlânın nûruyla baktı ının ne demek oldu unu çok iyi anladı. Kelime-i
ehâdet getirip müslüman olmakla ereflendi. Sonra Üstad, talebelerine, "Bu genç maddî
zünnarı kesti, biz de kalbdeki zünnarı keselim. O da, kibir ve gururdur." buyurdu..
Bir gün biri geldi. " Son nefeste iman ile gitmek için bize duâ edin!" dedi. Misafire,
"Farzları eda ettikten sonra duâ edenin duâsı kabul olur. Sen, farzları yaptıktan sonra duâ
ederken bizi hatırlarsan, biz de seni hatırlarız. Bu durum hem senin, hem de bizim için
duânın kabul olmasına vesile olur." buyurdu.
Safevîler Goncdüvan kalesini ablukaya alınca, kendilerine saldıran askerlerin ba ında
heybetli bir zatı elinde iki a ızlı kılıç ile hücuma geçti ini gördüler. Çok zayiat verip
kaçtılar. Üstadın vefâtından önce söyledi i a a ıdaki sözleri onun 332 yıl sonra ortaya çıkan
kerametiydi.
Dosta kutlu, dü mana ise bela olurum,
Sava ta demir gibi, barı ta sanki mumum,
Nur çe mesinin ba ı Goncdüvan menzilimiz
Harbde iki a ızlı kılıç ile vururum.

Silsile-i aliyye - 8- Yusuf-i Hemedanî


8- Yusuf-i Hemedanî
Yusuf-i Hemedani hazretleri, insanları Hakka dâvet eden, onlara do ru yolu gösterip,
gerçek saadete kavu turan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin
sekizincisidir. Fıkıh âlimi idi, hadîs ilmini de ö rendi. Tasavvufu Ebû Ali Fârmedî
hazretlerinden ö renip, onun sohbetinde yeti erek kemale ula tı. Yüzlerce talebesi vardı.
Abdullah-i Berkî, Ahmed Yesevî ve Abdülhâlık-ı Goncdüvani gibi büyük velîler yeti tirdi.
Bir taraftan do ru din bilgilerini ö retmeye çalı ır, insanlarla u ra maktan, onları
yeti tirmek için çalı maktan hiç sıkılmazdı. Di er taraftan, a rılara ve yaralara ilaç yaparak
herkesin derdine deva bulmaya çalı ırdı.
Necibüddîn irazi isimli bir zat anlatır: Bir zamanlar evliya sözlerinden birkaç parça
elime geçmi ti. nceledim, çok ho uma gitti. Bunlar kimin sözüdür, bu zatı bulayım da,
istifade edeyim dedim. Bir gece rüyada, heybetli, vekarlı, ak sakallı, pek nûrânî bir zatın
evimize girdi ini gördüm. Hemen abdest almaya gitti. Beyaz bir kaftan giymi ti. Kaftanın
üzerinde iri hatla, altın suyu ile, Âyet-el-kürsî ba tan aya a kadar yazılmı tı. Ben onun
arkasından gittim. Kaftanı çıkarıp bana verdi. Bu kaftanın altında ondan daha göz kama tırıcı
bir ye il kaftan daha vardı. Bunda da, önceki gibi aynı hatla, altın yazıyla Âyet-el-kürsî
yazılmı tı. Onu da bana verdi. “Ben abdest alıncaya kadar bunları tut!” buyurdu. Abdest aldı.
“Bu iki kaftandan hangisini istersen sana vereyim.” buyurdu. Hangisini verirseniz iyi olur
dedim. Ye il kaftanı bana giydirdi. Beyazı da kendisi giydi. “Ben, o okudu un parçaların
sahibi olan Yusuf-i Hemedani'yim.” buyurdu. Uyanınca çok sevindim. Ona olan sevgim
arttı.
bni Hacer-i Mekkî hazretleri anlatır: Ebu Said Abdullah, bn-üs-Sakkâ ve Seyyid
Abdülkâdir-i Geylânî ilim ö renmek için Ba dat’a geldiler. Yusuf-i Hemedani hazretlerinin,
Nizâmiyye Medresesinde vâz etti ini duymu lardı. bn-üs-Sakkâ; “Ona bir soru soraca ım
ki cevabını veremeyecek.” dedi. Ebû Saîd Abdullah; “Ben de bir soru soraca ım. Bakalım
cevap verebilecek mi?” dedi. Küçük ya ına ra men büyük bir edeb timsâli olan Abdülkâdir-i
Geylânî de “Allah korusun. Ben nasıl soru sorarım. Sadece huzurunda beklerim, onu
görmekle ereflenir, bereketlenirim” dedi. Nihayet Yusuf-i Hemedani hazretlerine geldiler.
Üstad, bn-üs-Sakkâ’ya dönerek; “Yazıklar olsun sana! Demek bana, cevabını
bilemeyece im sual soracaksın ha! Senin sormak istedi in sual udur. Cevabı da öyledir.
Senden kâfirlik kokusu geliyor.” buyurdu. Sonra Ebu Said Abdullah’a dönerek; “Sen de
bana bir sual soracaksın ve bakacaksın ki, ben o sualin cevabını nasıl verece im. Soraca ın
sual udur ve cevabı da öyledir. Fakat sen de edebe riayet etmedi in için, ömrün sıkıntı ile
geçecek.” buyurdu. Sonra Abdülkâdir-i Geylânî’ye döndü. “Ey Abdülkâdir! Bu edebinin
güzelli i ile, Allahü teâlâyı ve Resûlünü râzı ettin. Ben senin Ba dat’ta bir kürsîde
oturdu unu, çok yüksek bilgiler anlattı ını, “Benim aya ım, bütün evliyânın boyunları
üzerindedir.” dedi ini sanki görüyor gibiyim ve ben, yine senin vaktindeki bütün evliyayı,
senin onlara olan yüksekli in kar ısında boyunlarını e mi halde olduklarını görüyor
gibiyim.” Buyurdu.
Aradan yıllar geçti. Abdülkâdir-i Geylânî zamanındaki evliyânın en üstünü, ba tâcı
oldu. Öyle yüksek derece ve makamlara kavu tu ki, insanlardan ve yüksek zatlardan herkes
gelerek, mübârek sohbetlerinden istifâde ederlerdi. Bir gün buyurdu ki: “Benim aya ım,
bütün evliyânın boyunları üzerindedir.” Zamanında bulunan bütün evliyâ, onun
kendilerinden çok yüksek oldu unu bilirler ve üstünlü ü kar ısında boyunları e ri olurdu.
Bunlar meydana çıktıkça, Yusuf-i Hemedani hazretlerinin senelerce önce haber verdi i
hâller anla ılıyordu.
bn-üs-Sakka ise, çok güzel konu urdu. öhreti zamanın sultanına ula tı. O da bunu elçi
olarak Bizans’a gönderdi. Hıristiyanlar buna çok ilgi gösterdiler. Nihâyet, onlara aldanarak
hıristiyan oldu.
Ebû Saîd Abdullah da diyor ki: Hayatım sıkıntılar içinde geçti. Yusuf-i Hemedani
hazretlerinin, her üçümüz hakkında da söyledi i aynen meydana geldi.

Silsile-i aliyye - 7- Ebu Alî Farmedi


7- Ebu Alî Farmedi
Ebu Ali Farmedi hazretleri, insanların iman, ibâdet ve ahlâk hususunda do ruyu ö renip
yapmaları ve Allahü teâlânın rızasına kavu maları için onlara rehberlik edip, buna
kavu turan ve kendilerine tasavvuf yolunda silsile-i aliyye denilen me hur velî ve bu
âlimlerin yedincisidir. Devrinin bir tanesi idi. Zâhirî din ilimlerini, Ebül-Kasım Ku eyrî’den
ve daha ba ka âlimlerden ö rendi. Nasihatleri pek tesirli idi. Nizâm-ül-mülk ve zamanın
devlet erkânı kendisine çok hürmet ederdi. Tasavvuf ilminin mütehassısı idi. mâm-ı Gazâlî,
ve Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin de hocası idi. Kendisi anlatır:
Gençli imde Ni abur'da ilim ö reniyordum. Bir gün eyh Ebu Saîd Ebülhayr
hazretlerinin Ni abur'a gelmekte oldu u haberini aldık. Kerametleri me hur idi. Ni abur
halkı, âlimler ve ileri gelenlerin hepsi onun büyüklü ünü biliyor ve saygı duyuyordu. Pek
çok kimse kar ılamaya çıktı. Ben de onu görmek istiyordum. Kendisini görür görmez ona ve
tasavvufa kar ı kalbimdeki sevgi pek fazlala tı. O gün sohbetini dikkatle dinledim. Devamlı
sohbetlerine katılmaya ba ladım. Bir gün onu görme arzum arttı. Fakat o gün sohbet için
belirlenen günlerden de ildi. Sabredeyim, dedim. Dayanamayıp dı arı çıktım. Etrafıma
bakındım. Ebu Saîd hazretleri bir çok kimse ile bir yere gidiyordu. Onları tâkip ettim. Bir
yere dâvete gidiyorlarmı . Dâvet edilen eve girdiler. Pe lerinden ben de girip bir kö eye
oturdum. Beni görmüyordu. eyhe bir hâl oldu, kendinden geçip üzerindeki abayı parçaladı.
Sonra abayı çıkarıp yere bıraktı. Mecliste bulunanlar yırtılmı abayı parçalara ayırıp
da ıtması için eyhin önüne bıraktılar. Bu parçalardan i lemeli bir kısım olan kolun yen
kısmını ayırıp; "Ebu Ali neredesin?" dedi. Ben kendi kendime beni tanımaz, bilmez, galiba
talebelerinden, adı Ebu Ali olan birini ça ırıyor diye cevap vermedim. kinci defa ça ırınca,
oradakiler bana; " eyhimiz seni ça ırıyor" dediler. Kalkıp huzuruna vardım. lemeli elbise
parçasını bana verip; "Sen bize bu elbise parçası gibi yakınsın" dedi.
Ebül-Kasım Ku eyrî'nin yanında kaldı ım sıra, bende meydana gelen halleri kendisine
anlatınca, "Evlâdım, ilim ö renmekle me gul ol" diyordu. 2-3 yıl daha ilim ö rendim. Bir
gün kalemimi mürekkep hokkasına batırıp çıkardım. Bembeyaz çıktı. Üç defa denedim, her
defasında mürekkep beyaz çıkıyordu. Bu hâli hocama anlattım. "Mademki kalem senin
elinden kaçıyor, sen de onu bırak" dedi. Ben de, medreseden ayrılıp, dergâha geçtim.
Bir gün bana bir hal oldu, kendimden geçtim. Bir mür ide, rehbere ihtiyacım var diye
dü ündüm. Ebül-Kasım Gürgani'nin ismini i itmi tim. Tus ehrine hareket ettim. Talebeleri
ile mescitte oturuyordu. Ben de önünde diz çöktüm. eyhin ba ı önüne e ikti. Ba ını
kaldırıp, "Gel Ebu Ali" buyurdu. Yanına oturup hallerimi anlattım. "Ba langıcın mübarek
olsun. Terbiye görürsen, yüksek derecelere kavu ursun." buyurdu. Kalbimdeki a k ve evk
ço almı tı. Bu arzumun çoklu u sebebiyle, Ebül-Hasan-ı Harkani hazretlerinin sohbetine
nihâyetsiz feyizlerine kavu tum.
Hocam Ebül-Kasım Ku eyri hamamda guslediyordu. Belki ihtiyacı olur diye kuyudan
bir kova su çıkarıp hamamın havuzuna bo alttım. O anda gerçekten bu suya ihtiyacı varmı .
Hamamdan çıkınca; "Ey Ebu Ali, Ebül-Kasım'ın 70 yılda elde etti i dereceyi, sen bir kova
su ile kazandın" buyurdu.
Bir yolculu umuz sırasında bir da a yakla ırken önümüze büyük bir yılan çıktı.
Hepimiz korkup kaçı tık. Ebû Saîd hazretleri de orada idi. Atından inip o koca yılana
yakla tı. Ben eyhin yanında idim. Yılan onun önünde ba ını yerlere sürerek saygı gösterdi.
eyh hazretleri yılana; "Zahmet ettin" dedi. Sonra yılan da a do ru uzakla ıp gitti. eyh dedi
ki: "Bu da da iken birkaç yıl bu yılanla aynı yerde bulunduk. Bizim buradan geçmekte
oldu umuzu anlayınca gelip dostlu unu tazeledi. Ahdin güzelli i imandandır. Güzel huylu
olana kar ı her ey güzel huylu olur. Hz. brahim de güzel huylu idi. Ate de ona güzel huylu
oldu. Onu yakmadı.

25 Nisan 2013 Perşembe

Silsile-i aliyye - 6- Ebul Hasan Harkanî


6- Ebul Hasan Harkanî
Ebül Hasan-ı Harkânî hazretleri, insanları Hakka davet eden, onlara do ru yolu gösterip,
gerçek mutlulu a kavu turan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin
altıncısıdır. Büyük slâm âlimi Bâyezîd-i Bistâmî'nin rûhâniyetinden istifâde ederek
yükselmi ti. Zamanının kutbu idi.
Bir gün Dr. bni Sîna, eyh Ebül Hasan Harkanî hazretlerini evinde ziyârete geldi.
Hanımı, ters birisi idi, adeta onu azarlayarak, ormana gitti ini söyledi. bni Sînâ ormana
giderken, eyhin, odun yüklü bir arslanla geldi ini gördü."Bu ne hâl?" diye sorunca,
"Evimdeki kurdun sıkıntı yükünü ta ıdı ım için, bu kurt da bizim yükümüzü ta ıyor."
buyurdu.
Sultan Mahmûd Gaznevî, bütün Asya'ya hâkim oldu u zamanda, Harkan ehrine yakın
gelmi ti. Birkaç adamını, Harkan'a eyhe göndermi ve onu yanına ça ırmı tı. eyh
hazretleri, bir özür beyan ederek gitmedi. Durum, Sultana bildirilince, "Haydi kalkın, demek
ki o, bizim sandı ımız kimselerden de ildir. Biz ona gidelim." dedi. Sonra kendi elbisesini
Kadı yad'a giydirdi ve kendisi de silahtar olarak, Kadı yad'ın yanında eyhin evine girdi.
Sultan selâm verince, eyh hazretleri selâmını aldı. Fakat aya a kalkmadı. Sultan, eyhe;
"Niçin aya a kalkmadınız?" diye sorunca, eyh, "Madem ki seni öne geçirmi ler, yanıma gel
bakalım." dedi. Soruya o anda cevap vermedi.
Sultan Mahmûd, eyhe; "Hocan Bâyezîd-i Bistâmî nasıl bir zat idi?" diye sordu. eyh:
"O, öyle kâmil bir velî idi ki, onu görenler hidayete kavu urdu." dedi. Sultan bu cevabı
be enmedi "Ebû Cehil, Ebu Leheb gibiler, Fahr-i kâinât efendimizi çok defa gördüler. Fakat
hidayete gelmediler?" dedi. eyh; "Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibiler, insanların en üstününü
Allahü teâlânın sevgili Peygamberi olarak görmediler. Ebu Tâlib'in yetimi olarak gördüler. O
gözle baktılar. E er, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bakarak, Resûlullah olarak görselerdi,
e kıyalıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemale gelirlerdi." buyurdu. Sultan bu cevabı çok
be endi. Din büyüklerine olan sevgisi arttı.
Sultan Mahmûd; "Bana nasîhat ediniz." deyince eyh; " u dört eye dikkat et:
Günahlardan sakın, namazını cemaatle kıl, cömert ol, Allahü teâlânın yarattıklarına efkat
göster." dedi. Sultan, eyhin önüne bir kese altın koydu. Buna kar ılık eyh, sultanın önüne
arpadan yapılmı bir yufka koydu. Sultan ekmekten bir lokma aldı. Fakat lokmayı yutamadı.
eyh hazretleri; "Bir lokma ekme i yutamıyorsun. ster misin, u bir kese altın bizim de
bo azımızda dursun? Biz paralarla olan alâkamızı kestik. u altınları önümden alın." dedi.
Sultan, paraları almak zorunda kaldı.
Sultan giderken, eyh aya a kalktı. Sultan "Geldi im zaman hiç iltifat etmemi tin, fakat
imdi aya a kalkıyorsun, niye?" diye sordu. eyh hazretleri; "Buraya padi ahlık gururu ile
beni imtihan için geldin. imdi ise dervi olarak gidiyorsun. Önce gurur içinde oldu undan
dolayı aya a kalkmadım. Fakat imdi dervi oldu un için aya a kalkıyorum." dedi.
Sultan, yaptı ı bir gazada ma lup olmak üzere idi. Birden eyhin hırkasını eline alıp;
"Yâ lâhî! u hırkanın sâhibinin yüzü suyu hürmetine, u kâfirlere kar ı bizi muzaffer kıl."
diye duâ etti. Dü man tarafında bir toz duman ortaya çıktı. Dü manlar, bu toz-duman içinde
bir ey görmiyerek, kılıçlarını birbirlerine vurdular ve kendi kendilerini öldürdüler. Sa
kalanları da ılıp gitti. O ak am Sultan Mahmûd, rüyâsında eyhi gördü. eyh, Sultana;
"Allahü teâlânın dergâhında, hırkamızın yüzü suyu hürmetine zafer kazandın. E er o anda
isteseydin, kâfirlerin hepsinin müslüman olmasını sa layabilirdin." buyurdu. Kıymetli
sözlerinden birkaçı öyledir:
"Allahü teâlâ için yaptı ın her ey ihlâstır. Halk için yaptı ın her ey de riyâdır."
" u iki ki inin çıkardı ı fitneyi, eytan bile çıkaramaz: Dünyaya dü kün âlim ve
ilimsiz sofu"
"E er bir mümini ziyâret edersen, hâsıl olan sevâbı, yüz adet kabûl edilmi hac
sevâbı ile de i tirmemen lâzımdır. Çünkü bir mümini ziyâret için verilen sevap,
fakirlere verilen yüz bin altın sadakanın sevâbından daha fazladır. Bir mümin
karde inizi ziyâret edince, Allahü teâlânın rahmetine kavu ursunuz."
"Bir mümin karde ini sabahtan ak ama kadar incitmeyen kimse, o gün ak ama
kadar Peygamber efendimizle ya amı olur. E er incitirse, Allahü teâlâ onun o günkü
ibâdetini kabûl etmez."

Silsile-i aliyye - 5- Bayezid-i Bistamî


5- Bayezid-i Bistamî
Bayezidi Bistami hazretleri, insanları Hakka dâvet eden, onlara do ru yolu gösterip,
gerçek saadete kavu turan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velilerin
be incisidir. Arifler sultanı diye me hurdur. smi Tayfûrdur. Üveysi idi. Kendisinden kırk yıl
önce vefat eden mâm-ı Cafer-i Sadık hazretlerini ruhaniyetinden istifâde etti.113 âlimden
ilim ö renmi tir. Son derece âlim, fâdıl ve edib idi.
Daha annesinin karnında iken kerâmetleri görülmeye ba ladı. Annesi ona hâmile iken
üpheli bir eyi a zına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururdu. Çocukken bir
gün câmi avlusunda oynuyordu. akik-i Belhi hazretleri, "Bu çocuk büyüyünce zamanının
en büyük velisi olacak." buyurdu. Hadis âlimlerinden bir zat, onu görünce çok ho una gitti.
"Güzel çocuk, namaz kılmasını biliyor musun?" dedi. Bayezid-i Bistami, "Evet Allah dilerse
becerebiliyorum." cevabını verince; "Nasıl?" diye sordu. O da "Buyur yâ Rabbi! Emrini
yerine getirmek üzere tekbir alıyor, Kur'ân-ı kerimi tane tane okuyor, tazim ile rükuya
varıyor, tevazu ile secde ediyor, vedala arak selam veriyorum." deyince, o zat hayran
kalarak; "Ey zeki çocuk! Sende bu fazilet ve derin anlayı varken, insanların ba ını
ok amalarına niçin izin veriyorsun?" diye sordu. Ona, "Onlar beni de il, Allahü teâlânın
beni süsledi i o güzelli i meshediyorlar. Bana ait olmayan bir eye dokunmalarına engel
olmam uygun olur mu?" dedi.
Anneye hizmet
Küçük ya ta iken okumaya ba ladı. Dikkatle derslerine devam ediyordu. Bir gün
okudu u bir âyet-i kerimenin (Lokman sûresi: 14) tesiri ile eve döndü. Annesi merak edip
niçin erken döndü ünü sorunca, öyle cevap verdi: "Ö rendi im bir ayet-i kerimede,
Allahü teâlâ, kendisine ve sana itaat etmemi emrediyor. Ya sana hep hizmet edeyim
veya beni serbest bırak, hep Allahü teâlâya ibadet ile me gul olayım." dedi. Annesi;
"Sen beni bırak Allahü teâlâya ibadet et." dedi. Bundan sonra, kendini Allahü teâlâya
verdi, emirlerinin hiç birisini yapmakta gev eklik göstermedi; ama annesinin hizmetini de
ihmal etmedi. Annesinin küçük bir arzusunu, büyük bir emir kabul edip, her durumda yerine
getirmeye çalı ırdı. Çünkü Allahü teâlânın emri de böyle idi.
So uk bir kı gecesi idi. Annesi yatarken su istedi. O da hemen fırladı. Fakat testide su
yoktu. Çe meye gidip, testiyi doldurdu. Eve geldi inde, annesinin tekrar uykuya dalmı
oldu unu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. Testi elinde oldu u halde bekledi. Epey müddet
sonra annesi uyanıp "Su, su!" diye mırıldanarak uyandı. O lunun bu hâlini gören annesi;
"Yavrum, testiyi niçin elinde tutuyorsun?" dedi. O da, "Uyandı ın zaman, suyu hemen
verebilmek için testi elimde bekliyorum." dedi. Annesi; "Ya Rabbi! Ben o lumdan râzıyım.
Sen de râzı ol!" diye duâ etti. Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allahü teâlâ ona
evliyâlı ın yüksek mertebelerine kavu mayı ihsan etti.
badet zevki
Gençlikte yaptı ı bâzı ibâdetlerden zevk alamıyordu. Bu durumu annesine anlatırdı ve
yeti mesinde, terbiye edilmesinde bir kusur bulunup bulunmadı ını sorardı. çimde beni
Rabbimden alıkoyan bir ey hissediyorum. Fakat sebebini bilmiyorum." dedi. Annesi epey
dü ündükten sonra, "Evlâdım tek ey hatırlıyorum. Sen daha küçüktün. Kom ulara oturmaya
gitmi tim. Kuca ımda iken a lamaya ba ladın. Bir türlü susturamadım. Seni susturmak için
ocakta pi mekte olan tarhanaya kom udan izinsiz parma ımı batırıp a zına koydum." dedi.
Bunun üzerine annesinden, o kom uya gidip helallik dilemesini istedi. Annesi helalle tikten
sonra ibâdetlerinden zevk almaya ba ladı.
Bir gece seher vakti Allah dedi. Sonra dü üp bayıldı. Ayılınca, niçin bayıldı ını
sordular. (Sen kim oluyorsun da ismimi a zına alıyorsun? eklinde bir ses gelir diye çok
korktum da onun için bayılmı ım.) buyurdu.
Biri, "Bu derecelere nasıl kavu tunuz?" diye sordu. Ona "Her yerde Allahü teâlânın
gördü ünü ve bildi ini dü ünüp, edebe riâyet etmekle." diye cevap verdi.
Bir gece otururken ayaklarını uzatmı tı. (Sultanla oturan edebini gözetmeli) diye bir ses
duyup hemen toparlanır.
Buyururdu ki: Allahü teâlâyı an, dilini, ba ka i lerle u ra maktan koru. Nefsini
hesaba çek. lme yapı ve edebi muhafaza et. Merhamet sahibi ve yumu ak ol. Allahü
teâlâyı unutturacak her eyden uzak dur. Bir kimsenin, Allahü teâlâya olan sevgisinin
gerçek olup olmadı ının alâmeti, kendisinde deniz misâli cömertlik, güne misâli efkat
ve toprak misâli tevâzu gibi üç hasletin bulunmasıdır.

Silsile-i aliyye - 4- Cafer-i Sadık


4- Cafer-i Sadık
Câfer-i Sâdık hazretleri, Ehl-i beytten olup, on iki imâmın altıncısı, insanları Hakka
davet eden; do ru yolu göstererek, saadete kavu turan ve kendilerine "Silsile-i aliyye"
denilen büyük âlim ve velîlerin dördüncüsüdür. Babası Muhammed Bâkır, dedesinin dedesi
Hz. Ali’dir. O lu Musa Kâzım, on iki imamın yedincisidir.
lim ve fazîlette zamanının bir tanesi oldu. Din bilgilerinde oldu u gibi, zamanının bütün
fen ilimlerinde de söz sahibiydi. Yeti tirdi i talebeler, cebir ve kimya ilimlerinde çe itli
ke ifler yapmı lar, bu ilimlerin temel sistemati ini kurmu lardır. Fizik ve kimya ilimlerinin
konusunu te kil eden madde ve onlar üzerindeki bilgisi pek çoktu. Kimyanın babası sayılan
Cabir de, Câfer-i Sâdık'ın talebesidir.
mâm-ı Câfer'in en me hur talebesi, olan mâm-ı a'zâm, Câfer-i Sâdık'ın sohbetlerine
iki sene devâm ederek, o gizli ve açık mârifet kayna ından ilim ve evliyalık yolunda çok
faydalandı. mâm-ı a'zam, onun huzurunda kavu tu u yüksek mertebeleri anlatmak için; "O
iki sene olmasaydı, Numan helâk olmu tu." buyurmu tur.
Hakiki islam âlimleri, dinimizi, hiç de i tirmeden bugüne kadar ula tırmı tır. Bu
âlimlerden îman bilgilerini anlatanlara “Mütekellimîn", ibadetlerin nasıl olaca ını
bildirenlere, "Fukaha", kalb ile yapılacak ve sakınılacak eyleri ö reten ilme "Tasavvuf" ve
bu ilmin âlimlerine de "Mutasavvifîn" denildi. te mâm-ı Câfer hazretleri, bu üçüncü ilmi
anlattı.
Zamanın hükümdarı bir gece vezirine dedi ki: "Hemen git, mâm-ı Câfer'i buraya getir,
öldürmek istiyorum."Vezir, hükümdârı bundan vazgeçirmek için çok çalı tı ise de iknâ
edemedi. Mecburen ça ırmaya gitti. Hükümdar da cellatlara emir verdi. " mâm-ı Câfer içeri
girince, ben ba ımdan külahımı çıkarınca hemen ba ını vurun!" dedi. Bir müddet sonra,
mâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleri içeri girdi. Hükümdar bunu görünce, derhal aya a kalktı.
Büyük bir tevazu ile onu kar ıladı. Koltu una oturttu, edeple kar ısına diz çöküp oturdu.
Cellatlar a ırıp kaldı. Hükümdar, Hz. imama ,"Efendim, benden iste iniz olursa emredin,
hemen yapayım." dedi. Hükümdara "O halde lütfen beni bir daha ça ırıp da ibadetten
alıkoyma." buyurup, gitmek üzere aya a kalktı. Hükümdar, izzet ve ikramla onu u urladı.
Gittikten sonra vücudunda bir titreme oldu, bayılıp dü tü. Kendine gelince, veziri sordu: "Bu
ne hâl?" Hükümdar; "O içeri girince, yanında bir aslan gördüm. Sanki bana "Onu incitirsen
seni parçalarım." diyordu. Ne yapaca ımı a ırdım." dedi. Buyurdu ki:
“ unlarla beraber bulunmaktan sakın:
1- Yalancıdan.
2- Cimriden.
3- Ahmaktan. Çünkü en çok i ine yarayaca ı zaman, seni bırakır.
4- Fâsıktan yani günah i lemekten utanmayandan!“
"Bir hata i ledi iniz zaman isti far edin, hatada ısrar helâk olmaya sebeptir. Bir
kimse geçim darlı ı çekiyorsa isti fara devam etsin." "Mihnete ükretmeyen, nîmete
ükretmez."
"Sadaka vererek rızkınızı ço altınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz.
Tasarrufa riayet eden sıkıntı çekmez. Tedbirli, düzenli ya amak, geçimin yarısıdır.
nsanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır. Musibet zamanında dizini döven, sevabından
mahrum olur. “
" u dört eyin azı da çoktur: Ate , dü man, fakirlik, hastalık."
" u üç ey Müslümana eref verir: Kendisine zulmedeni affetmek, bir ey
vermeyene iyilikte bulunmak ve kendisini aramayanı, arayıp sormak."

Silsile-i aliyye - 3- Kasım bin Muhammed


3- Kasım bin Muhammed
Kasım bin Muhammed hazretleri, tabiinin büyüklerinden ve Medine'de yeti en ve
kendilerine "fukaha-i seb'a" adı verilen yedi büyük âlimden biridir.
nsanları Hakka davet eden onlara do ru yolu gösterip, hakiki saadete kavu turan ve
kendilerine "silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velilerin üçüncüsüdür.
Babası Muhammed, Hz. Ebu Bekir'in o ludur. mam-ı Zeynel- âbidin ile de teyze
çocuklarıdır.Babası ehid edilip küçük ya ta yetim kalınca, halası Hz. Ai e validemizin
yanında büyüdü. Eshab-ı kiramdan birço una yeti mi ve onlardan ilim ö renip ba ta halası
Hz. Ai e, Ebu Hüreyre, ibni Abbas ve ibni Ömer gibi me hur sahabilerden hadis-i erif
rivayetinde bulundu.
Tasavvuf ilminde mütehassıstı. Vera ve takvada e i ve benzeri yoktu.
Resulullah efendimiz, tasavvuf ilminin bu yüksek marifetlerinin hepsini, bu zatın dedesi
olan Hz. Ebu Bekr-i Sıddik'ın kalbine akıttı. O, ruh ilminde de bir mütehassıs oldu.
Hz. Ebu Bekr-i Sıddik da Resulullah'tan aldı ı bu feyizleri, Eshab-ı kiramdan Selman-ı
Farisi'nin kalbine akıttı. Ruhu yükselten ve onu besleyen bu marifetlere, Muhammed bin
Kasım da, Selman-ı Farisi'nin sohbetlerinde bulunarak yeti ip bir ruh mütehassısı olmu tu.
Silsile-i aliyye büyüklerinin dördüncüsü olan mam-ı Cafer-i Sadık da, Kasım bin
Muhammedin sohbetinden feyz aldı.
Hadis ve fıkıh ilminde zamanının en yükse iydi. limde ve takvada e ine
rastlanamayacak bir yüksekli e eri mi ti. Çok hadis-i erif nakletti. lmi herkes tarafından
takdir edilirdi. Ömer bin Abdülaziz'in; "E er birini yerime halife seçmem gerekseydi,
Kasım'ı seçerdim" buyurmu tur.
Dini meseleler hakkında çok hassas davranır, ancak açık olanları hakkında fetva verirdi.
Her sabah Mescid-i Nebi'ye gelir, iki rekat namaz kılar, sonra Resulullah'ın minberi ile kabri
arasına oturur, kendisine sorulan meselelere fetva verirdi. Mezheb imamlarımızdan Malik
bin Enes de onun hakkında: "Kasım, bu ümmetin, fakihlerindendi" buyurmu tu.
Kendisi anlatır:
"Bir gün halam Hz. Ai e'nin yanına vardım. Ona; "Anacı ım (Halacı ım), bana
Peygamber efendimizin kabri erifine götür!" dedim.
Bunun üzerine bana Hücre-i Saadeti açtı. Üç kabir gördüm. Pek yüksek olmadıkları gibi,
pek yerle beraber de de illerdi. Üzerlerine kızılca çakıl ta ları dökülmü tü Peygamber
efendimizin erefli kabri hepsinden ilerdeydi. Hz. Sıddik'ın ba ı, Fahr-i kâinat hazretlerinin
mübarek sırtı hizasında, Hz. Ömer'in ba ı da Resulullah efendimizin aya ı hizasındaydı."
Mekke ile Medine arasında Kudeyd denilen yerde 725 senesinde vefat etti. Vefatından
önce gözlerini kaybetti. Ölece ini anlayınca o luna dedi ki:
"Benim üzerimde bulunan u elbiselerim kefenim olsun" dedi.
O esnada üzerinde gömlek, pe tamal ve cüppe vardı.
O lu; "Babacı ım bunu iki katına çıkarsak olmaz mı?" diye sordu. O luna buyurdu ki:
"Dedem Ebu Bekir de böyle üç parça bir kefene sarılmı tı. Bizim için ölçü onlardır.
Bu kadarı kâfi, sonra dirilerin yeni giyeceklere ölülerden daha çok ihtiyacı var."
Güzel sözlerinden birisi öyledir:
Bizden önce ya ayan büyüklerimiz, ba a gelen musibetleri güzellikle kar ılamayı,
kendilerine verilen nimetleri de alçak gönüllülük ederek almayı severlerdi.

24 Nisan 2013 Çarşamba

Silsile-i aliyye - 2- Selman-ı Farisî


2- Selman-ı Farisî
Selman-ı Farisi hazretleri, esbabı kiramın büyüklerinden ve me hurlarındandır. Silsiletüz
Zeheb diye bilinen "Altun silsilenin" (Büyük veliler silsilesinin) ikinci halkasıdır. Aslen
ranlı olup, isfehan yakınında bir köyde do up, büyüdü. Gençli inde Mecusi iken, Hıristiyan
rahipleriyle tanı ıp, Mecusili i terk etti. Kiliseye girip hıristiyan oldu. Çok ilim ö renip âlim
oldu. Sonra da uzun yıllar de i ik yerlerde kaldı.
Nihayet Medine'ye gelip Peygamber efendimiz (aleyhisselam) hicret edince maksadına
kavu up müslüman oldu ve Ehl-i beytten sayıldı.
Müslüman olmadan önce, ismi Mabeh idi. Müslüman olunca, Peygamberimiz O'na
Selman ismini verdi, ran'lı oldu u için de Farisi denildi inden ismi Selman-ı Farisi olarak
me hur oldu. Nesebi ise; Mabeh bin Buzah ah bin Mursilan bin Behbudah bin Firüz'dur.
Lakabı Selman-ül Hayr, künyesi ise Ebü Abdullah'tır.
Ebü'l-Ferec buyurdu ki: Abdullah ibn-i Abbas'ın yanında idim. Bana Selman-ı Farisi'nin
bir gün hayatını öyle anlattı:
Selman dedi ki: "Ben Faris ( ran)'ın, sfahan ehrinin Cey köyündenim. Babam köyün en
zengini olup, arazimiz ve malımız çoktu. Ben babamın tek çocu u idim. Beni herkesten çok
severdi. Bunun için beni kız gibi yeti tirdi. Evden çıkmama izin vermezdi. Babam Mecusi
(ate perest) oldu u için Mecusili i de bana evde tam bir ekilde ö retti. Evde devamlı bir
ate yanar biz ona tapar secde ederdik. Babamın malı ve mülkü çok oldu u için beni bir ara
dı arıya çıkardı ve dedi ki: "Yavrum ben öldü üm zaman bu malların sahibi sen olacaksın,
onun için git mallarını ve arazilerini tanı".
Ben de "peki" deyip bahçelerimizi dola tım. Bir gün tarlalara bakmaya gitti imde bir
Hıristiyan kilisesine rastladım. Onların seslerini i ittim, gidip baktım ki, içerde ibadet
ediyorlar. Ben daha önce öyle bir ey görmedi im için çok hayret ettim. Zira bizlerin ibadeti
bir miktar ate yakar ve ona secde ederdik. Fakat onlar görünmeyen bir Allah'a ibadet
ediyorlardı ve kendi kendime dedim ki, bunların dini haktır ve bizimki batıldır. Onun için
ak ama kadar onları seyrettim. Tarlalarımıza gitmedim, ak am oldu. Onlara dedim ki: "Bu
dinin aslı nerededir?" Bana, "Bu dinin aslı am'dadır" dediler, "Peki dedim. Ben de am'a
gitsem beni de bu dine kabul ederler mi?" "Evet kabul ederler" dediler. "Sizlerden yakında
am'a gidecek kimseler var mıdır?" diye sordum "Bir müddet sonra bir kervanımız am'a
gidecektir." Diye cevap verdiler ( sfahan’daki bu Hıristiyanlar, sfahan’a am'dan
gelmi lerdi ve sayıları da az idi.)
Ben bunlarla me gul olurken vakit geç oldu. Babam benim dönmedi imi görünce, beni
aramak için adam göndermi . Beni aramı lar bulamamı lar ve bulamadıklarını babama
söylemi ler. Tam bu sırada, ben de eve döndüm. Babam "Bu zamana kadar nerede kaldın.
Seni aramadı ımız yer kalmadı" dedi. Ben de "Babacı ım ben bu gün tarlaları dola mak için
yola çıktım, fakat yolda kar ıma bir Nasrani kilisesi çıktı. Ben de içeri girdim, baktım ki;
görmedikleri ve her eye hakim ve kadir olan bir Tanrıya iman ediyorlar. Onların ibadetlerine
a tım kaldım. Ak ama kadar onları seyrettim. Anladım ki onların dini daha do rudur."
dedim. Babam "Ey o lum sen yanlı dü ünüyorsun senin babalarının ve dedelerinin dini,
onların dininden daha do rudur. Onların dini bozuktur. Sakın onlara aldanma, inanma" dedi.
Ben de "Hayır babacı ım onların dini bizimkinden daha hayırlıdır ve onların dini haktır.
Bizimki (ate perestlik) ise batıldır." dedim. Babam buna çok kızdı ve beni el ve
ayaklarımdan ba layıp eve hapsetti. Ben daha önce "kilisede hıristiyan rahiplere; bu dinin
aslının nerede oldu unu sormu tum. Onlar da am'da oldu unu söylemi lerdi. Ben evde
hapis iken devamlı am'a gidecek olan kervanı beklerdim. Nihayet hıristiyan rahipler am'a
gidecek kervanı hazırlamı lardı. Bunu haber alınca beni ba layan iplerimi çözüp kaçtım ve
kervanın bulundu u kiliseye gittim.
Buralarda duramayaca ımı anlattım. O kervanla beraber am'a gittim. am'da hıristiyan
dininin en büyük âlimini sordum. Bana bir âlimi tarif ettiler. Onun yanına gittim. Ona
durumu anlattım.
Onun yanında kalmak istedi imi, ona hizmet edece imi söyleyip, ondan bana
Nasranili i ö retmesini rica ettim. O da kabul etti.
Ben de Ona hizmet etmeye, kilisenin i lerini yapmaya ba ladım. O da bana dini
ö retmeye ba ladı. Fakat sonradan Onun kötü kimse oldu unu anladım. Çünkü
hıristiyanların fakirlere vermesi için getirdikleri sadaka altın ve gümü leri kendine alır,
fakirlere vermezdi. Böylece ahsına yedi küp altın ve gümü biriktirdi. Fakat bunu benden
ba ka kimse bilmezdi. Bir müddet sonra o âlim vefat etti. Nasraniler onu defn etmek için
toplandılar. Onlara "Neden buna bu kadar hürmet ediyorsunuz, o hürmete layık bir insan
de ildir." dedim, "Sen bunu nerden çıkarıyorsun" dediler ve bana inanmadılar. Ben de
biriktirdi i altınların yerini bildi im için onlara gösterdim. Nasraniler yedi küp altını ve
gümü ü çıkardılar ve "Bu, defne ve techize layık bir kimse de ildir dediler ve bir yere atıp
üzerini ta la kapattılar. Sonra onun yerine ba ka bir âlim geçti. Çok âlim zahid bir kimse idi.
Dünyaya hiç ehemmiyet vermezdi. Hep ahiret için çalı ıyordu. Gece-gündüz hep ibadet
ederdi. Onu çok sevdim ve uzun zaman yanında kaldım. Onun ve kilisenin hizmetini yapar
ve de onunla ibadet ederdim. Vefat zamanı geldi ve ona "Ey benim efendim, uzun zamandan
beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Çünkü sen Allahın emirlerine itaat ediyorsun ve men
ettiklerinden kaçıyorsun. Sen vefat etti in zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersin"
diye sordum. Bana "O lum am'da insanları ıslah edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni
ifsad ederler. Fakat Musul'da bir zat vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim" dedi.
"Ben de peki efendim" dedim. O zat vefat edince am'dan Musul'a gittim. Onun tarif
etti i zatı buldum, ba ımdan geçenleri anlattım. Beni hizmetine kabul etti. O da di er zat
gibi çok kıymetli zahid, abid bir kimse idi. Onun vefat zamanı aynı soruları ona da sordum.
O da bana Nusaybin'de bir zatı tavsiye etti. O vefat ettikten sonra ben de derhal Nusaybin'e
gittim. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istedi imi söyledim, iste imi kabul etti ve
bir müddet de onun hizmetinde kaldım. Bu zat da vefat etmek üzere iken, beni ba ka birine
göndermesini söyledim. Bu sefer bana Amuriye'deki bir Rum ehrinde bulunan ba ka bir
kimseyi tarif etti. Vefatından sonra da oraya gittim. Tarif edilen bu son ahsı da bulup,
hizmetine girdim. Uzun bir zaman da onun yanında kaldım. Artık onun da vefatı yakla mı tı.
O'na da beni birine havale etmesini rica edince, imdi böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat
ahir zaman Peygamberinin gelmesi yakla tı. O Arablar arasından çıkacak, vatanından hicret
edip, ta lık içinde hurması çok bir ehre yerle ecek. Alametleri unlardır: Hediyeyi kabul
eder, sadakayı kabul etmez, iki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır, diyerek alametlerini
saydı.
Yanında bulundu um son zat da vefat edince, onun tavsiyesi üzerine, Arab diyarına
gitmeye hazırlandım.
Ben Amuriye'de çalı ıp, bir kaç öküz ile bir miktar koyun sahibi olmu tum. Beni Kelb
kabilesinden bir kafile Arap beldesine gitmek üzere idi. Onlara dedim ki, bu sı ırlar ve
koyunlar sizin olsun, beni Arap vilayetine götürün. Kabul edip beni kafilelerine aldılar.
Vadiyül Kura denilen yere gelince bana ihanet edip, köledir diyerek beni bir yahudiye
sattılar. Yahudinin bulundu u yerde hurma bahçeleri gördüm. Ahir zaman Peygamberinin
hicret edece i yer herhalde burasıdır diye dü ündüm. Fakat kalbim oraya ısınmadı. Bir
müddet yahudinin hizmetinde kaldım. Sonra beni köle olarak amcasının o luna sattı. O da
alıp Medine'ye getirdi. Medine'ye varınca, sanki bu beldeyi önceden görmü gibiydim,
öylesine ısındım. Artık günlerim Medine' de geçiyor, beni satın alan yahudinin ba ında
bahçesinde çalı ıp, ona hizmetçilik yapıyordum. Bir taraftan da asıl maksadıma kavu ma
arzusuyla bekliyordum.
''Bir gün beni satın alan yahudinin bahçesinde bir hurma a acı üzerinde çalı ıyordum.
Sahibim, yanında biri ile bir a aç altında oturup konu makta idi. Bir ara dediler ki, Evs ve
Hazreç kabileleri helak olsunlar. Mekke'den bir kimse geldi. Peygamber oldu unu söylüyor.
Ben bu sözleri i itince kendimden geçip az kalsın a açtan yere dü üyordum. Hemen a a ı
inip, O ahsa ne diyorsun? dedim. Sahibim bana bir tokat vurdu ve "Senin nene lazım ki
soruyorsun, sen i ine bak" dedi. O gün ak am olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kuba'ya
vardım. Resulullah'ın yanına girip "Sen salih bir kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu
hurmaları sadaka getirdim" dedim. Resulullah yanında bulunan Eshaba "Geliniz hurma
yeyiniz" buyurdu. Onlar da yediler. Kendisi asla yemedi. Kendi kendime i te bir alamet
budur. Sadaka kabul etmiyor dedim. Eve dönüp bir miktar hurma daha alıp, Resulullaha
getirdim. Bu hediyedir dedim. Bu defa yanındaki Eshab ile birlikte yediler, i te ikinci alamet
budur dedim. Götürdü üm hurma yirmibe tane kadar idi. Halbuki yenen hurma çekirdekleri
yüzlerceydi. Resulullahın mucizesiyle hurma artmı tı. Kendi kendime bir alameti daha
gördüm dedim. Resulullahın yanına ikinci defa varı ımda bir cenaze defnediyorlardı.
Nübüvvet mührünü görmeyi arzu etti im için yanına yakla tım. Benim muradımı anlayıp,
gömle ini kaldırdı. Mübarek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görür görmez varıp öptüm ve
a ladım. O anda Kelime-i ehadeti söyleyerek müslüman oldum. Sonrada Resulullaha uzun
yıllardan beri ba ımdan geçen hadiseleri bir bir anlattım.
Hâlime teaccüb edip, bunu Eshab-ı kirama da anlatmamı emir buyurdu. Eshab-ı kiram
toplandı, ben de ba ımdan geçenleri bir bir anlattım.."
Selmani Farisi iman etti i zaman Arap lisanını bilmedi i için tercüman istemi ti.
Gelen yahudi tercüman, Selman-ı Farisi'nin Peygamber efendimizi meth etmesini aksi
ekilde söylüyordu. O esnada Cebrail aleyhisselam gelip Selman'ın sözlerini do ru olarak
Resulullaha bildirdi. Durumu yahudi anlayınca, Kelime-i ehadet getirerek müslüman oldu.
Selman-ı Farisi müslüman olduktan sonra, köleli i bir müddet daha devam etti.
Peygamber efendimizin, "Kendini kölelikten kurtar ya Selmân" buyurması üzerine
sahibine gidip, azad olmak istedi ini söyledi. Buna zorla razı olan yahudi, üçyüz hurma
fidanı dikerek yeti tirip ve hurma verir hale getirme i ve kırk rukye altın (o zamanki ölçüye
göre bir miktar altın) vermesi artıyla kabul etti.
Bunu Resulullaha haber verdi. Resulullah eshabına; "Karde inize yardım ediniz"
buyurdu. Onun için üçyüz hurma fidanı topladılar. Resulullah "Bunların çukurlarım hazır
edip, tamam olunca bana haber ver" buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince
Resulullah te rif edip, kendi eliyle o fidanları dikti. Bir tanesini de Hz. Ömer dikmi ti. Hz.
Ömer'in dikti i hariç, hepsi, Allahü teâlânın izni ile, o sene hurma verdi. O bir taneyi de
söküp, kendi mübarek eli ile yeniden dikti ve dikti i anda hurma verdi. Bundan sonra Ehl-i
suffa arasına katıldı.
Buyurdular ki: Bir gün bir zat beni arıyor ve "Selman-ı Farisi'yi Mükatib-i fakir
(Efendisi ile hürriyetine kavu mak için belli miktarda anla an köle) nerdedir" diye
soruyordu. Beni buldu ve elindeki yumurta büyüklü ündeki altını verdi. Bunu alıp
Peygamberimize gittim ve durumu arzettim.
Resulullah altını tekrar Selmân-ı Farisi'ye verip, "Bu altını al borcunu öde" buyurdu.
Selman-ı Farisi, "Ya Resulallah, bu altın yahudinin istedi i a ırlıkta de il" deyince,
Resulullah o altını alıp, mübarek dilinin üzerine sürdü. "Al bunu! Allahü teâlâ bununla
senin borcunu eda eder" buyurdu. Selman-ı Farisi, "Allah hakkı için o altını tarttım, tam
istenilen miktarda geldi. Götürüp onu da sahibime verdim. Böylece kölelikten kurtuldum"
dedi.
Uzak diyarlardan geldi i için Eshab-ı kiramdan biriyle karde lik kurması emir
buyurulunca, Ebü Derda ile karde oldu. Hendek sava ından itibaren bütün gazalara katıldı.
Bedir ve Uhud sava ından sonra, Medine üzerine üçüncü defa yürüyen mü riklere kar ı nasıl
bir savunma yapılması gerekti i isti are ediliyordu. Bütün mü riklerin birle erek hücum
etti i bu sava ta Selman-ı Farisi, Resulullaha hendek kazmak suretiyle savunma yapmayı
söyledi. O'nun bu teklifi kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu sava a, Hendek Sava ı
denildi. Selman-ı Farisi, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yeman, Nu'man bin Mukarrin
ile Ensar'dan altı ki inin bulundu u bir grubla beraber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve
kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma i inde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız ba ına on
ki inin kazdı ı yeri kazardı. Cabir bin Abdullah: "Selman'ın kendisine ayrılan be ar ın
uzunlu unda, be ar ın derinli inde yeri vaktinde kazıp bitirdi ini gördüm." buyurmu tur.
Hz. Selman'ın çalı masına Kays bin Sa'sa'nın gözü de mi ve Hz.Selman birden bire yere
yıkılmı tı. Eshab-ı kiram hemen Resulullaha ko mu ve ne yapmaları lazım geldi ini
sormu lardı. Peygamberimiz, "Kays bin Sa'saya gidin. Selman için bir kabta abdest
alsın. Abdest suyu ile Selman yıkansın. Su kabı Selman'ın arkasından ba a a ı
çevrilsin" buyurmu tur. Eshab-ı kiram, Peygamberimizin buyurdu u gibi yapınca, Selman-ı
Farisi bulundu u halden kurtulmu , kendine gelmi ve açılmı tı. Hendek sava ındaki gayret
ve hizmetinden dolayı Selman-ı Farisi'ye Peygamberimiz "Selman-ül Hayr""Hayırlı
Selman" buyurdu.
Selman-ı Farisi hazretleri müslüman olup, kölelikten kurtulduktan sonra, geçimini
sa lamak için ince hurma dallarından sepet örüp satarak geçimim temin ederdi. Kazancının
bir kısmını da fakirlere sadaka olarak da ıtırdı. Resulullah'ın yakınlarından olup, bazı
geceler huzurunda bulunarak ba ba a saatlerce sohbetinde kalırdı. Eshab-ı kiram tarafından
da çok sevilip hürmet görürdü. Selman-ı Farisi hazretleri dünyaya hiç ra bet etmezdi.
Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur
dili ile zikir ederdi. Dili yoruldu u zaman da Allahü teâlânın yarattı ı eylerdeki hikmetleri
dü ünürdü ki, bu tefekkürü Peygamberimizin "Bir saat tefekkür bin sene ibadetten
hayırlıdır" buyurdukları tefekkürdü. Birazcık dinlenince "Ey nefsim sen iyi dinlendin.
imdi kalk Allahü teâlâya ibadet et."
Diline de "Ey lisanım, sen de Allahü teâlânın zikrine ba la" derdi. Müslüman olduktan
sonra bütün ömrü boyunca ak amdan sabaha kadar böyle ibadet etti. Hiç bir gece bu
ibadetleri kaçırmadı. Selman-ı Farisi hazretleri zaten Eshab-ı Suffe denilen ve
Peygamberimizin bizatihi kendilerini ilim ö renmekle vazifeli kıldıkları ve
Peygamberimizden hazarda ve seferde bir an ayrılmayan kimselerdendi.
Kalbinde zerre kadar Allah ve Resulullah a kından ba ka bir ey bulunmayan Selman-ı
Farisi hazretleri, kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için da ıtırdı.
Elinde mal bulundurmazdı. Kinde kabilesinden bir hanım ile evlenmi ti. Evlendi i
kadının evine girdi i zaman duvarlarına süs e yalarının asılmı oldu unu gördü.
Zinetli, süs örtülerin Ka'be-i Muazzamaya yakı aca ını söyledi ve eve girmedi. Kapının
örtüsü hariç bütün örtüler kaldırıldı. Eve girdi i zaman bir hayli mal gördü. "Bunlar kimin
içindir" diye sordu. Dediler ki, "Senin ve hanımının malıdır. Buyurdu ki: "Resulullah bana
bunu tavsiye etmedi. Fakat bana bir yolcunun malından ve ihtiyacından fazla bir ey
bulundurmamamı tavsiye etti." Biraz sonra bir hizmetçi gördü. "Bu hizmetçi kimin" diye
sordu. "Senin ve ehlinindir" dediler. Buyurdu ki: "Halilim (sallallahü aleyhi ve sellem) bana
bunu tavsiye etmedi ve evinde nikahlı zevcenden ba ka kimse bulundurma, buyurdu. E er
bulundurursam onlar kadınların yapması icabeden eyleri (yalanı, geçimsizli i, dedikoduyu)
yaparlar diye tavsiye etti." Bunun üzerine hizmetçi kadını da gönderdi. Daha sonra
hanımının yanına girdi ve ona "Sen bana emretti im eylerde itaat edecek misin" diye sordu.
Hanımı "Senin meclisine itaat etmek üzere oturdum". Yani sana itaat etmek üzere
geldim, evlendim dedi. Bunun üzerine Halilim (sallallahü aleyhi ve sellem) bana buyurdu ki,
"Sen ehlinle Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek üzere bir araya gel" dedi.
Bundan sonra namaz kılmaya kalktı ve ehline de namaz kılmasını emretti. Çok ibadet
edip gözya ı döktü ve bereketli kılması için Allahü teâlâya dua etti. Selman-ı Farisi
hazretleri hanımı ile de gayet zahidane bir hayat sürdüler. Eshab-ı Suffe içerisinde
Resulullahın önünde, islam ilimlerini ö reniyordu. Hz. Selman (radıyallahü anh) senelerce
fakirlik ve kölelik içerisinde çekti i sıkıntıları, vahiy pınarının berrak sularından, kana kana
içip gideriyordu. Ehl-i Suffe içerisinde Resulullaha en yakın olan Selman-ı Farisi hazretleri
idi. Hz. Ai e buyuruyor ki: "Selman-ı Farisi geceleri uzun zaman Resulullah ile beraber
kalırdı ve sohbetinde bulunurdu. Neredeyse Resulullahın yanında bizden fazla kalırdı.
Peygamberimiz "Allahü teâlâ bana dört ki iyi sevdi ini bildirdi. Ve bu dört ki iyi
sevmemi emretti. Bunlar: Hz. Ali, Ebü Zerr-i Gıfarı, Mikdad ve Selman-ı Farisi"
buyurdular.
Hz. Ebu Bekir devrinde Medine'den ve Hz. Ebu Bekir'in sohbetinden bir an ayrılmayan
Hz. Selman, Hz. Ömer zamanında ran fethine katılmı tır, islam ordusunun büyük zaferlere
kavu tu u bu seferlerde Selman-ı Farisi'nin çok büyük hizmetleri olmu tur, iranlılar
hakkında büyük malumat sahibi idi. Çünkü kendisi iranlıydı. ranlıları kendi lisanlarıyla dine
davet ediyor, onlara islamiyeti anlatıyordu. ranlılar sava larında fil kullanıyorlardı.
Müslümanlar o zamana kadar fil görmedikleri için çok a ırdılar. Hz. Selman fillerle nasıl
çarpı ılaca ını ve nasıl öldürülece ini islam askerlerine gösterdi. ran'ın Medayin ehri
alınınca onu Hz. Ömer ehre vali tayin etti. lmi, basireti vazifesindeki adaleti ve nezaketi ile
Medayin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece islamiyet orada süratle yayıldı.
Selman-ı Farisi hazretleri Hz.Ömer zamanında Medayin valisi iken otuz bin ki iye hutbe
okudu u zaman yanında da iki parçadan müte ekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını
namazlık olarak serer namaz kılar, di er parçasını da giyerdi. Ondan ba ka hiçbir elbisesi
yoktu. Vali oldu u için kendisine maa verildi. Maa ını aldı ı zaman ondan hiçbir ey
harcamaz hepsini fakirlere da ıtırdı. Kendi eme i ile geçinirdi. Topraktan tabak çanak yapar
üç dirheme satardı. Onun bir dirhemi ile bir daha tabak yapmak için malzeme alır, bir
dirhemini sadaka verir, bir dirhemiyle de evinin ihtiyacı olan eyler alırdı. Üzerinde damı
(tavanı) bulunmayan basit bir evde ya ardı. Bir tarafta güne gelince, duvarlardan güne
gelmeyen yere geçer, oraya güne gelince güne gelmeyen di er tarafa geçerdi. Medayin'de
vali iken am'dan bir kimse geldi. Yanında bir çuval incir vardı. Selman-ı Farisi hazretlerini
tek bir hırka ile görünce i çi zannetti ' "Gel unu ta ı" dedi. Hz. Selman çuvalı yüklendi ve
yürümeye ba ladı. Hz. Selmanı tanıyanlar adama "Sen ne yapıyorsun bu validir" dediler.
Adam, Hz. Selman'a dönüp "Kusurumu ba ı layınız, sizi tanıyamadım. Çuvalı indirin" dedi.
Hz. Selman; "Hayır niyet ettim gidece in yere kadar götürece im" dedi ve adamın evine
kadar götürdü. Selman hazretleri böylesine de tevazu sahibi idi.
Çok sade bir hayat ya ayan Selman-ı Farisi hazretleri, Hz. Osman devrinde hastalandı.
Bu sırada kendisini ziyarete gelen Sa'd bin Ebi Vakkas'a artık dünyadan ayrılaca ım ve
bütün servetinin bir kase (tas), bir le en, bir kilim ve bir hasırdan ibaret oldu unu söyledi.
Kendisini ziyarete gelen Eshab-ı kiram nasihat isteyince, onlara hasta oldu u halde devamlı
nasihatde bulunuyordu. Bu hastalı ı neticesinde Medayin'de vefat etti. Vefat etti inde
ikiyüzelli ya ında bulunuyordu 35 (m. 655).
Selman-ı Farisi hazretleri, Peygamberimizden altmı civarında hadis-i erif rivayet
etmi tir. Bunlardan otuz kadarında Buhari ve Müslim ittifak edip, kitaplarına almı lardır,
ilim ö retmeyi çok severdi.
Çok âlim yeti tirmi tir. Ebü Said el-Hudri, ibn-i Abbas, Evs bin Malik, Onun talebeleri
arasında idi. Ebü Hureyre ondan hadis-i erif rivayet etmi tir. Tabiinin büyüklerinden ve o
zaman Medine'de Fukaha-i Seb'a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kasım bin
Muhammed de Selman-ı Farisi'nin talebelerindendir. O'nun derslerinde ve sohbetlerinde
kemale gelmi tir.
Selman-ı Farisi hazretleri, Resulullahın huzurunda ve sohbetlerinde kemale geldi.
Zahir ve batin ilimlerinde çok yüksek derecelere kavu tu. Eshab-ı kiramın hepsi de
böyle olmu tu. Fakat Resulullahdan herkes, kendi kabiliyeti ve kapasitesi kadar feyz alırdı.
Hz. Ebu Bekir'in kavu tu u derecelere hiçbir Sahabi kavu amadı.
Selman-ı Farisi hazretleri, Resulullahdan sonra Hz. Ebu Bekir'in sohbetinde ve
hizmetinde de çok bulunarak, O'ndan da feyz aldı.
Hanımı anlatır: Vefatına yakın bana: "Evde biraz misk olacak, onu suya koy ve ba ımın
etrafına saç, insan ve cin olmayan kimseler (melekler) yanıma geleceklerdir" dedi. Söyledi i
gibi yaptım. Dı arı çıktım.
Odadan, "Esselamü aleyke, ey Allahın velisi ve Resulullahın arkada ı" diyen bir ses
duydum, içeri girdi imde ruhunu teslim etmi ti. Yata ında uyuyor gibiydi.
Said bin Müseyyeb, Abdullah bin Selam'dan naklen anlatır: "Selman-ı Farisi bana: "Ey
karde im, hangimiz evvel vefat ödersek, vefat eden kendini, hayatta olana göstersin" dedi,
ben de bu mümkün müdür? dedim. "Evet, mümkündür. Çünkü mü'minin ruhu bedeninden
ayrılınca, istedi i yere gidebilir; kâfirin ruhu Siccinde habsedilmi tir" dedi. Selman vefat
etti. Birgün kaylüle yaparken (gün ortasında uyurken) Selman'ın geldi ini gördüm. Selam
verdi. Selamına cevap verdim. Yerini nasıl buldun diye sordum, " yidir. Tevekkül et.
Tevekkül ne iyi eydir" dedi ve üç kere tekrarladı."
Selman-ı Farisi hazretlerinin ilmi ile fazileti pek çoktu. Her ilimde âlim idi. Hz. Ali,
"Selman-ı Farisi evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini ö renmi bitmez tükenmez bir denizdir"
buyurmu lardır. Resûlullaha sıdk ve muhabbeti sebebiyle Eshab-ı kiramın seçkinleri arasına
Resulullah tarafından dahil edildi. Muhacirlerle Ensar arasında, Muhacirlerden mi yoksa
Ensardan mı meselesinde ihtilaf çıkınca Peygamberimiz, "Selman bizdendir, ehl-i
beyttendir" buyurdu.
Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
"Cennet üç ki iye mü taktır (Yani evkle onları beklemektedir) Aliyyül Murtaza,
Ammâr bin Yaser ve Selman-ı Farisi."
"Dört ki i fazilette öne geçmi tir. Ben Arabları, Süheyl Rumları, Selman Farsları,
Bilal Habe ileri geçmi iz."
"Ey Selman, hastanın duası kabul olunur. Dua et ve anlıyarak dua yap! Sen dua et,
ben de amin diyeyim!"
"Ey Selman Kur'an-ı kerimi çok oku!"
Ebu Hureyre hazretleri, Onun iki kitabı da bildi ini söylemi tir. Bunlardan birisi incil
di eri de Kur'an-ı kerimdir.
Buyurdu ki:
"Mü'min, doktoru yanında olan hastaya benzer. Doktoru, ona yarayan ve yaramıyanı
bilir. Hasta, kendine zararlı bir eyi isterse, mani' olur ve yersen ölürsün der.
Mü'minin hali budur. O birçok eyleri arzular, ama Allahü teâlâ mani' olur, ta ölünciye
kadar. Sonra Cennete gider."
" a ılır u kimseye ki, dünyaya hırsla sarılır, ama ölüm onu aramaktadır. Unutmu ama
unutulmu de ildir. Güler, ama bilmez ki, Rabbi ondan razı mıdır, yoksa de il midir?"
"Üç ey beni hayrete dü ürdü. Bunlar; ölüm kendisini yakalamak üzere oldu u halde,
dünyalık pe inde olan kimselerin hali, kendisi gaflete dalıp, kendini unuttu u halde
unutulmamı olup, hesaba çekilecek olan kimseler ve Rabbinin kendinden razı olup,
olmadı ını bilmedi i halde, a ız dolusu gülen kimselerin hali."
Gayet az yerdi. Bir sofrada kendisine daha ziyade yemesi için ısrar edilince,
Peygamberimizin kendisine; "insanların ahirette çok açlık çekecek olanları, dünyada
doyuncaya kadar yemek yiyenlerdir." buyurdu unu haber verdi. Çok cömert olan Selman
hazretleri günlük gelirinin ço unu da ıtırdı ve el eme i ile geçinirdi. Fakirleri daima
doyurur, onlarla beraber yerdi. Kendisi çok ihtiyar oldu u halde kendi i ini kendi görürdü.
Bir ey ta ırken elleri titrerdi. Halk etrafına toplanır, e yalarını biz ta ıyalım derler, onlara;
"Hayır yerine kadar kendim götürece im" derdi. Halbuki emrinde binlerce ki i vardı.
Buyurdular ki; "ilim çoktur fakat ömür kısadır. O halde önce dinde zaruri lazım olan
ilimleri ö ren!"
"Kalb ile bedenin hali kör ve topal bir kimsenin hali gibidir. Kör bir a acın altına gider,
fakat onda meyve oldu unu göremez. Topal, a açtaki meyveyi görür fakat alamaz, ilahi
nimetleri kalb bilmeli, inanmalı, beden de onunla amil olmalı ki ahıretteki sonsuz ni'metlere
kavu mak nasib olsun."
"Sizler mümkün oldu u kadar sabah çar ıya ilk çıkan ve ak am en son dönen olmayınız.
Çünkü bu iki vakit eytanların harp ettikleri zamanlardır."
"Mü'minler de çok eyler arzu ederler. Fakat Allahü teâlâ onlara faydalı olanları yaratır,
zararlı olanları yaratmaz. Mü'minler bu ekilde vefat ederler. Ve Allahü teâlânın Cennetine
girerler."
"Bir kimse Allahü teâlâya açık günah i lerse; tövbesi açık, gizli olarak günah i lerse
tövbesi gizli olur. Tövbe ettikten sonra: "Ya Rabbi bu tövbe ile günahımı affet" diye dua
etsin."
"Üç ey beni devamlı a latır: Birincisi, Resulullahın vefatı. Bu ayrılı a dayanamadım ve
durmadan a lıyorum. kincisi, kabirden kalktı ım zaman hâlim ne olur, onu bilmedi im için
a lıyorum. Üçüncüsü, Allahü teâlâ beni hesaba çekti i zaman Cennetlik miyim Cehennemlik
miyim bilemiyorum. O zaman hâlim ne olur, bilemiyorum, onun için a lıyorum."
Selman-ı Farisi hazretleri bir gün bir vesk (bir deve yükü = 250 litre, nafaka sabn aldı.
Bir kimse onu gördü ve "Ya Selman bu kadar nafakayı ne yapacaksın. Bunu bitirecek kadar
ömrün oldu unu biliyor musun?" diye sordu. Hz. Selman; "Nefis nafakasını aldı ı zaman
insan mutmain (rahat; olur. Ondan sonra nafaka ve ba ka bir ey dü ünmeden Allahü
teâlânın zikri ile me gul olabilir, insan nafakası tamam olunca, ibadetler ve vesveselerden
emin olur." dedi.
Selman-ı Farisi hazretleri arkasından bir kimsenin yürüdü ünü gördü ü zaman, "Bu hal,
sizin için hayırlı, fakat benim için fenadır" buyurur, hiç kimsenin arkasından yürümesini
istemezdi.
"Bir zenginle arkada oldu un zaman, onun yanında dereceni dü ürmek istemiyorsan
kendisinden bir ey isteme. Çünkü istemek insano lunun yüzünde siyah bir lekedir. Verileni
red eden kimse ise, verenin gözünde büyük ve ona kar ı makamını korumu olur."
"Farzları tam yapmadı ı halde, nafilelerle derecesini yükseltmeye çalı an kimsenin hali,
sermayesi elinden çıktı ı (iflas etti i) halde kâr pe inde ko an bir tüccarın haline benzer."
"Mü'minin ölüm zamanında alnının terlemesi, gözleri ya arıp, burun deliklerinin
kabarması, Allahü teâlânın rahmetine nail oldu unun alametidir."
Kur'an-ı kerimi tilavet eden bir kimseden Hicr süresindeki, " üphesiz ki o azgınların
hepsine va’d olunan yer, Cehennemdir." Ayetini i itince, feryad etti ve ba ını iki eli
arasına alıp, çıkıp gitti Üç gün kendine gelemedi. Ne yaptı ını dahi farkedemiyordu.
Medayin'de iken Ebü'd-Derda'ya yazdı ı mektubta, "Hastaları tedavi etmek için tebabete
ba ladı ını ö rendim. Gerçek tabib isen nasihata devam et. Çünkü sözün ifadır. Yok e er
hakiki tabib de il isen Allah'dan kork, müslümanların kanına girme" buyurdu.
"Namaz bir ölçekdir. Kim dolu dolu ölçer, onu hakkıyla kılarsa, büyük ecir ve mükafata
kavu ur. Kim ki, eksik ölçerse (adabına uygun kılmazsa Allahü teâlâ'nın buyurdu u Veyl'i
(Cehennemi) hatırlasın” Ebü Vail diyor ki: Bir arkada ımla Selman'ın ziyaretine gittim. Bize
bir miktar arpa ekme i ile biraz da tuz getirdi. Arkada ım " u tuzun yanında biraz da sater
(kekik gibi bir ot) olsaydı" dedi. Bunun üzerine Selman matarasını rehin vererek o otu aldı
geldi. Yeme i bitirince arkada ım, "Bize verdi i nimete kanaat etti imiz, Allahü teâlâ'ya
hamdederiz" dedi. Selman: "E er kanaat etseydin, benim matara rehin olmazdı" buyurdu.
"Eline geçmedi i halde geçmi gibi nimetlere ükür edip razı olan, eline geçmi
hükmündedir" buyurdu.
Kendisine hakaret edip, kötü sözler söyleyen birisine "E er ahirette günahlarım a ır,
sevaplarım hafif gelirse; senin söyledi inden çok daha kötüyüm. Yok günahlarım hafif,
sevablarım a ır gelirse; senin sözlerinin bana bir zararı olmaz" diye cevap verdi.
"Dünyada Allah için tevazu edin Dünyada tevazu' sahibi olanları Allahü teâlâ kıyamet
günü yüceltir"
"Cehennemin zulmeti ve azabı, dünyada iken insanların kendilerine ve ba kalarına
yaptıkları zulümdür."
Kendisine niçin yeni güzel elbise giymiyorsun diyenlere buyurdu ki: "Kölenin güzel ve
iyi elbise ile ne münasebeti olabilir. Azad oldu u (Cehennemden kurtuldu u zaman hiç
eskimeyecek ve çok güzel elbiseler kendisine giydirilecektir."
Sa'd'a (radıyallahü anh), nasihatında "Bir eyi yapmaya niyet etti in zaman niyetinin,
azminin üzerinde Allahü teâlâ'dan kork (haram ve günah olan bir eye azmetme)" buyurdu.
Selman-ı Farisi hazretleri ölüm dö e ine yattı ı vakit a ladı. Sebebini soranlara
"Dünyadan ayrıldı ım için a lamıyorum.
Ancak Resul-i Ekrem Efendimiz; "Dünyadan ayrılırken sermayeniz bir yolcunun yol
azı ından fazla olmasın" buyurmu tu, i te buna a lıyorum" dedi. Halbuki öldü ü vakit
bıraktı ı malın kıymeti on dirhem civarında idi.
Bir gün yanında misafiri oldu u halde Medayinden çıkıp bir yere gidiyorlardı. Yolda
karınları acıktı, yiyecek bir eyleri de yoktu. Orada geyikler vardı ve süvari atıyla dahi onlara
yeti emezdi. Ku lar vardı. Fakat avcılar onları vuramazlardı. Zira uzaktan hemen kaçarlardı.
Selman-ı Farisi hazretleri bir geyik ile bir ku u yanına ça ırdı, ikisi de yanlarına geldi.
Onlara "Bu kimse benim misafirimdir. Sizi ona ikram etmek istiyorum" buyurdu. Geyik ve
ku hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler. O zat bu i e çok hayret etti ve "Ey efendim,
geyik ve ku u ça ırdınız hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben buna hayret ettim" dedi. Hz.
Selman buyurdu ki "Bunda hayret edilecek bir ey yok. Bir kimse Allahü teâlâ'ya itaat eder
ve O'na hiç günah i lemezse, her ey ona itaat eder."
"Allahü teâlâ mü'minin hastalı ını ona kefaret yapar ve günahlarının affına sebeb olur.
Fasıkın hastalı ı ise, sahibi tarafından ba lanan devenin hali gibidir. Daha sonra salındı ında
niçin ba landı ını ve neden salındı ını bilmez."
Selman-ı Farisi hazretlerinin, Peygamberimizden rivayet etti i hadis-i eriflerden
bazıları unlardır:
" nsanlar ilim ö renip, ameli terk ettikleri, dil ile sevi ip kalbten dü manlık
besledikleri ve sıla-ı rahmi (akraba ziyaretini) terk ettikleri zaman, Allah onlara lanet
eder, kulaklarını sa ır (hakikati dinlemez), gözlerini kör (do ruyu göremez) eder."
"Allahü teâlâ'nın yüz rahmeti vardır. Bunlardan yalnız birini dünyaya indirdi.
insan ve cin, ku ve bütün hayvanlar, bu bir rahmetin tesiriyle birbirine acır ve
birbirlerine merhamet ederler. Di er doksandokuz rahmeti Ahirete bıraktı. Onlar ile
de kullarına merhamet edecektir."
"Muhakkak ki sizin Rabbiniz haya ve kerem sahibidir. Kulları, ellerini kaldırıp
kendisinden bir ey istedikleri zaman, onları bo çevirmekten haya eder."
Hz. Selman; "Resul-i Ekrem, bizde olmayan eyi misafir için almak suretiyle külfete
girmememizi ve mevcut ile yetinmemizi bizlere emretmi tir" demi tir.
"Dünya malından nasibiniz, yolcunun azı ı gibi olsun"
"Malıyla Allahü teâlâ'ya itaat eden ve malının zekatını veren mal sahibi, kıyamet
günü serveti ile beraber gelir.
(Sırat köprüsünden geçerken) her ne zaman Sırat önüne dikilirse, malı, "geç, geç
zira sen Allahü teâlânın bende olan hakkını ödedin" der. Sonra da malındaki Allahü
teâlânın hakkını ödemeyen gelir. Malı yanında Sırat köprüsü önüne çıkınca, mal,
"Yazık sana, neden Allahü teâlânın bende olan hakkını ödemedin?" diye onunla alay
eder durur. Ta ki adam "Vay bana, ben ne yaptım" deyinceye kadar. Sıratı geçip
Cennete kavu amaz"
"Misafir için külfete girmeyin; misafir buna üzülür. Kim ki misafiri küstürürse,
Allahü teâlâyı küstürmü olur. Allahü teâlâyı küstürene de Allahü teâlâ b